Ülkemizde iki yıldan fazladır hüküm süren kri­zin son iki ay içindeki görüngüleri; iç savaşın yeni­den başlaması, sivil halkın bombalanması ve Fran­sız emperyalizminin katliamları oldu. Mücadele ko­şulları, konu hakkında haberleri ve yaptığımız ana­lizleri size çabuk sağlamamıza izin vermedi. Rapor, bu zaafı gidermek için hazırlanmıştır.

Irak’ta direnenler, bütün insanlığa şu çağrıyı ya­pıyorlardı:

“Savaşa ve yaptırımlara karşı dünya çapında bir cephe oluşturmanızı rica ediyoruz. Bilgili ve tecrü­beli olanlar tarafından yönlendirilen bir cephe. Re­form ve düzen getiren bir cephe. Mevcut yozlaşmış kurumların yerini alacak yeni kurumlar” (14 Aralık 2004 tarihli açıklamadan).

‘AB’ye üyelik’, bir süredir Türkiye iç ve dış poli­tikasının en önemli gündem maddelerinden biri. Özellikle 17 Aralık 2004’ten sonra egemen sınıflar için her yol AB’ye çıkıyor, her tartışma AB’de dü­ğümleniyor dense abartı olmaz. ‘AB’ye üyelik’, kuş­kusuz Türkiye için yeni bir gündem ve tartışma de­ğil. Ancak açık ki, mazisi onyıllar öncesine uzanan bu tartışmada 17 Aralık, yeni bir dönemeç oldu. 17 Aralıkla birlikte, ‘AB’ye üyelik’, Türkiye için bir ni­yet beyanı olmaktan çıktı, olmakta olan bir durum olarak karşısına dikildi.

20. yüzyıl, 1917 devrimi ile başlayıp karşı devri­min resmi zaferinin adı olan 1991’de Sovyetlerin da­ğılmasıyla kapanmıştı. Eric Hobsbawm’un “kısa 20. yy” dediği bu asır, hem kısa, hem bazı günleri “20 yı­la bedel” uzunluktaydı. Marksizm’in damgasını vur­duğu fırtınalı bir dönemdi. Nitekim ’91 sonrasında emperyalist kapitalizmin ideologları, hınç alırcasına sosyalizme ve ilerici insanlığın kazanımlarına karşı saldırıya geçtiler. Kapitalizm-sosyalizm dengesinin ezilenlerde yarattığı güven duygusu parçalandı, sö­mürünün biçimi ve düzeyi katmerlendi.

Ülkemizde işçi hareketinin ortaya çıkardığı pra­tik örnekler incelendiğinde, tek bir hareketin bile­şenlerini oluşturan iki ayrı kesim ayırt edilebilir.

İşçi sınıfının bu iki kesimi arasındaki ayrım, ça­lışma koşullarından ve sahip oldukları örgütlülük ve güvence düzeyinden ortaya çıkmaktadır.

Birinci kesim, işçi sınıfının büyük çoğunluğunu oluşturan örgütsüz, güvencesiz, kuralsız çalışmaya mahkum edilmiş işçilerdir.

İkinci kesimi ise, esas olarak Kamu İktisadi Te­şekküllerinde (KİT) ve devlete ait başkaca işletme­lerde, kısmen de özel sektöre ait büyük işletmeler­de çalışan, sigortalı, sendikalı, belli bir örgütlenme deneyimi olan, ücret düzeyi ortalamanın üzerinde olan işçi kesimidir.

Çeviren: Nazife Özden

FHKC, Filistinlilerin ulusal hakları­nı geri kazanabilmesi için Filistin halkı­nı bilinçlendirmek, örgütlemek ve ön­derlik etmek üzere faaliyet yürüten si­yasi bir partidir. Bu haklardan öncelik­lileri; mültecilerin geri dönüş hakkı, bütün vatan topraklarının özgürleştirilmesi yolun­da bir aşama olarak, tüm vatandaşlarının renk, ırk, cinsiyet ve inanç farkı olmaksızın tam eşitlik içinde yasayabileceği, hukuksal alanda ve görevlendirme­de ayrıcalıkların tanınmadığı, başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıdır. FHKC, birleşik sosyalist Arap toplumu kurma yo­lunda sömürüden arınmış, demokratik ve insani te­mellere oturmuş sosyalist bir toplum kurmak için mücadele eder.

2004 Dünya Sosyal Forumu (DSF), “Mumbai Direnişi 2004” gibi karşı-forumlara ve içeriden yükselen eleştiri ve tartışmalara sahne oldu. Hindis­tan’ın özgün antiemperyalist devrimci geleneğinin de etkisiyle 2004 DSF’si, bir önceki yıla kıyasla po­litik bakımdan daha nitelikli bir tablo çizdi. Forum, Hindistan’ın sosyal eşitsizliklerine, muazzam yok­sulluğuna temas ederek, emekçilere, Irak ve Filis­tin’deki işgallere karşı çıkarak, ezilen halklara doğ­ru birer adım daha atmış oldu.

2004 Avrupa Sosyal Forumu, işgal ve direniş so­runu üzerinden saflaşmalara ve iç tartışmalara sahne oldu. Irak’taki işbirlikçi hükümeti temsil eden sendi­kacı Masadani’nin antiemperyalist devrimci güçlerce konuşturulmaması, Forum’un en tartışmalı konula­rından birisiydi. Keza, işgalci Blair’in partisine men­sup Londra Belediye Başkanı’nın konuşmacı olduğu panel de, direnişi destekleyen güçlerce basıldı, engel­lendi. Sonuç bildirgesine yansımasa da, Irak direni­şiyle dayanışma bilinci ve tutumuna sahip güçler, ASF’ye etkin biçimde müdahale etti.

Bize öncelikle örgütünüz CONFEMEC’i tanıtabilir misiniz? Ne zaman ve nasıl kuruldu? Amaçları vb.

Teşekkür ederim. Önce sizi selamlamak istiyo­rum. Ben CONFEMEC örgütünü temsil ediyorum ve size nasıl bir örgüt olduğumuzu ve nasıl kurulduğu­muzu anlatmaktan büyük sevinç duyuyorum. CONFEMEC’i Haziran 1998’de kurduk. Biz yaklaşık 300 delegeyle Ekvatorlu kadınların 1. Ulusal Toplantısı’nda bir araya gelmiştik. Ülkenin her tarafından ge­len kadınlardık, ama biz parti çalışmasının değişik cephelerinden gelen delegelerdik. Amacımız, kadın­ları örgütleme çalışmasını, özellikle halk sektörlerin­de tekrar nasıl başlatabileceğimizi analiz etmekti. Bu toplantıdan Değişim İçin Ekvatorlu Kadınlar Konfe­derasyonu ortaya çıktı. Bizler bugüne kadar, yani 6 yılda, sonradan anlatacağım önemli bir çalışma yürüt­tük. Ayrıca CONFEMEC’i kurmadan önce de tarihsel bir geçmişimiz var.

“Suçluluk, kapitalist sınıfa karşı, işçi sınıfının meydan okumasının bir ifadesidir”

Engels

Toplumumuz, travmaya girmiş insanın tipik aşı­rı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme biçiminde dışa vuran davranışlarını sergiliyor. Derinleşen bu toplumsal travma, ‘toplumsal varlık’ın öznesi olan insanı da neredeyse tümüyle nesneleştirerek değersizleştiriyor. İnsandaki bu değersizleşme eğrisi top­lumu da etkisi altına alarak büyük bir anafor yara­tıyor ve toplumsal ilişkileri hızla aşındırmaya başlı­yor. Değer yitimi insanda iki biçimde dışa vuruyor:

Komünist öncünün, ‘Kadın kitlelerine hücum’ şiarı etrafında yürüttüğü bir 8 Mart çalışmasını ge­ride bıraktık. Politik-örgütsel bağlamda bu çalışma, iki düzeyli bir amaç bütünlüğüne sahipti. Birincisi, sosyalist kadınların halihazırdaki kuvvetlerinin kit­leler içindeki gücünün açığa çıkarılması ve daha ile­ri bir nitelik düzeyinde yeniden örgütlenmesiydi. İkincisi de, emekçi kadın kitlelerinin demokratik, sosyalist aydınlatılması ve taban örgütlülükleri te­melinde harekete geçirilmelerinin yol ve yöntemle­rinin ortaya çıkarılmasında ileri bir hamle geliştire­bilmekti. Kolektif kuvvetlerin ‘bir kadın örgütü gi­bi’ çalışması şeklinde ortaya konulan perspektif ise, genel anlamda bu iki düzeyli amacı güçlendirmeye hizmet eden ve yine iki yönde gelişim sağlamayı he­defleyen bir iç yönelimdi.

1948 yılında Lübnan Amerikan Üniversitesi’nde bir araya gelen ve hemen hemen tamamı burjuva kö­kenlerden gelen aydın Arap gençlerin oluşturduğu bir yapı olan Milli Arap Hareketi (Hareket el-kavmiyin el-Arap), birleşik merkezi yapısının dağıldığı 6 gün savaşları sonrasına kadar sürekli dinamik yapı­sıyla pratikten öğrenen ve de dıştan etkilenmeye açık olagelmiştir.

28-29 Ocak 2005 kavgalı-gürültülü, yumruklu küfürlü, sandalyeli-silahlı bir kongrenin tarihiydi. Burjuva politikanın da dışına sürüklenen, içeriksiz, apolitik, lümpen anlayışın kongresi de kendinden menkul adli bir sokak kavgası düzeyinde olacaktır. Bahsettiğimiz CHP kongresidir. Ama konumuz ne CHP, ne de malum kongresi değildir.

Aynı günlerde Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin de kongresi vardı. 28-29-30 Ocak’ta ÖDP, 4. Olağan Konferans ve Kongresini gerçekleştirdi.

Çeviren: Ayşe Şener

Dumanlı yıkıntı dağlan, parçalanmış ceset yığın­ları, duman tüten, buhar çıkan yangın denizi, nere­ye baksanız çamur ve kül; çırpınan bir kırlangıç gi­bi yanardağın kayalık eteklerine tüneyen, gelişen küçük şehirden geriye tek kalan bunlar. Bir süredir kızgın devin, bu insan cüretine, iki bacaklı cücele­rin bu kör kibirlerine karşı hırsla veryansın ettiği ve gürlediği duyuluyordu. Büyük öfkesi içinde bile yüce gönüllü olan bu gerçek dev, ayaklarında sürü­nen bu pervasız yaratıkları uyardı. Duman çıkardı, kızgın bulutlar püskürttü, göğsünde tüfeklerin yay­lım ateşine ve topların gümbürtüsüne benzer patla­malar oluyor, kaynıyor ve köpürüyordu. Fakat yer­yüzünün efendileri, insanlığın kaderini belirleyen­ler, kendi mantıklarına olan inançları sarsılmadan beklediler.

Dünya ezilenlerinin yarattığı zenginliğin en bü­yük paylarından birini alan ve neoliberal saldırganlı­ğın başlıca merkezlerinden olan Avrupa kapitalizmi, son yarım yüzyılda gemlemeyi başardığı kendi pro­letaryasının uyanmasından hep korkuya kapılmıştır. Bu korku, yalnızca Avrupa emperyalistlerinin ve ka­pitalist devletlerinin değil, aynı zamanda dünya emperyalist-kapitalist sistemin de korkusudur. Çünkü Avrupa işçi sınıfı, bir kez siyasi olarak harekete geç­tiğinde, neoliberal emperyalist saldırganlığın en cid­di muhalifi haline gelebilecek ve tüm dünya işçi sını­fı ve ezilenlerinin hareketi üzerinde dolaysız etkide bulunabilecek zincirlenmiş bir dev gibidir. Avrupa işçi sınıfının kendi burjuvazisine karşı mücadelesi, yalnızca emperyalist sermayenin —oldukça kışkırtıcı biçimler de kazanan pervasızca uyguladığı neolibe­ral saldırganlığın hızını kesmekle kalmayacak, daha da kapsamlı uluslararası bir rol oynayabilecek niteli­ğe sahiptir; dünyanın dört bir yanında emperyaliz­min ekonomik, siyasi ve askeri saldırganlığı altında yıkıma uğrayan ezilenlerin üzerindeki boyunduruğu gevşetici, dolayısıyla da onların mücadelesine de alan açıcı bir etkide bulunacak, başka coğrafyalardaki sı­nıf mücadelelerini de hızlandırıcı/sürükleyici bir rol oynayacaktır.

Kapitalist sömürü düzeninin, emperyalist-militarist sömürgeci paylaşım yağmasının ve faşist vahşetin ezilenler için elbirliğiyle hazırladığı dünya cehenne­minin karanlığı sürüyor.

Emperyalist sömürgecilerin savaş ve işgal arabala­rı durmaksızın kan ve acı taşıyor cehennemin kapı­sına. İşte Irak, Filistin, Çeçenistan ve diğerleri...

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi