ÖDP 4. Kongresi: “Durum Hakikaten Vahim”

28-29 Ocak 2005 kavgalı-gürültülü, yumruklu küfürlü, sandalyeli-silahlı bir kongrenin tarihiydi. Burjuva politikanın da dışına sürüklenen, içeriksiz, apolitik, lümpen anlayışın kongresi de kendinden menkul adli bir sokak kavgası düzeyinde olacaktır. Bahsettiğimiz CHP kongresidir. Ama konumuz ne CHP, ne de malum kongresi değildir.

Aynı günlerde Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin de kongresi vardı. 28-29-30 Ocak’ta ÖDP, 4. Olağan Konferans ve Kongresini gerçekleştirdi.

“Bahse girmeye gerek yok. Bugün bütün gazetele­rin çoğu, köşe yazıları kongre değerlendirmelerinden oluşuyordur. Başlığı okuyunca benim de diğer kö­şe yazarları gibi (abç) CHP kurultayı hakkında yazdığımı düşündüyseniz, fena halde yanıldınız.” (Melih Pekdemir 31.01.05) Yanılıp yanılmadığımız bir yana, ama ÖDP için büyük talihsizlik! Kongre es­nasında ve izleyen günlerde burjuva basın bütün renkleriyle CHP kurultayına odaklandı. ÖDP’nin kongresi ya hiç hatırlanmadı, ya da küçük haberler­le gözden uzak aralara sıkıştı. Medyanın yakın ilgisi ve desteğini her zaman yanında bulan, üstelik ilgiye mahzar olacak yöntem ve gündem bulmada pek ma­hir olan ÖDP’nin kongre haberlerinin hiç yapılmamışçasına araya gitmesine serzenişte bulunmasın da ne yapsın tüm ÖDP’liler gibi Melih Pekdemir de!

Çok öfkelendiği belli olan Pekdemir, CHP kurul­tayı ile kıyaslıyor kongrelerini; “hiç kimse genel başkanlarını rüşvetçi diye suçlama’mış, “hiç kimse yuhalanma’mış, “havalarda sandalyeler uçuşma’mış... Aynı kulvarda yer almamalarına karşın CHP ile kar­şılaştırmalı kongre anlatımı öfkeden olsa gerek. Bu­rası bizi ilgilendirmiyor; ÖDP ve Pekdemir’in sorunu bu!... Kendi kongrelerinde yürütülen tartışmalarla ortaya çıkan tablonun hiç de iç açıcı olmadığını ise üç sözcükle ifade ediyor Pekdemir: “Durum hakika­ten vahimdi!”

Madem durum böyle, o halde ne yapacağız “de­mişler” ve “bu soruya da delikanlıca cevaplar” ver­mişler. “Önce programımızı yeniden yapacağız! İste­yen buna yeni bir paradigma yaratacağız ya da zama­na ve zemine uygun soldan ideolojik sağlayacağız” desinmiş; “örgütlenmemizi de, örgütlenme anlayışı­mızı da sil baştan yenileyeceğiz” demişler ve “birbir­lerine söz” vermişler. M. Pekdemir’in kendi dilinden kongrenin özü özeti bu.

On yıl öncesinden kuruluşu hatırlanacaktır ÖDP’nin; 12 Eylül tasfiyeciliğinin dip noktasını tem­sil eden DY’den ÖDP’ye evrilme süreci örgütsel ye­nilgi, siyasal ve ideolojik tasfiyecilikte son insanına kadar neredeyse dağılmayı ifade eder. Revizyonist kampın yenilgisinin resmen ilanı 89-91 olaylarından sonra iyice derinleşen kriziyle DY, -kralın çıplak olup olmadığına karar verdikten sonra! ancak ‘94’te evri­min ilk “köklü” adımını ‘Aşkın ve Devrimin Parti­sinin kuruluşuyla atar. “Parti olmayan parti”, örgütsüzlük, merkezsiz-hiyerarşisiz tabandan tavana ör­gütlenme söylemleri, sivil toplumculuk, siyasal libe­ralizm vb. eklenebilecek burjuva liberalizminden aparılmış fikirlerle ilan edilir Özgürlük ve Dayanışma Partisi. Ne kadar dönek solcu, yorgun-bitkin, soluğu tükenmiş varsa “umut” olur onlara. Küçük burjuva ve orta sınıf aydın ve sanatçılardan liberallere kadar geniş bir yelpazede destek bulur, burjuva medya ku­cak açar...

Aynı dönemde Kuzey Kürdistan devrimi yayılı­yor, rüzgarı Batıyı da etkiliyordu. Batıda devrimci hareket gelişiyor, militan çizgide bir antifaşist kitle hareketi mayalanıyordu. 94-95-96’da yükselişe ge­çen militan kitle hareketini devrimci parti ve örgüt­ler kucaklamaya çalışıyor, bir yandan buradan besle­nerek güç toplama, bir yandan hareketi yayma ve büyütmenin araç ve taktik arayışına yoğunlaşıyorlar­dı. Tam sırasıydı, burjuvazi ÖDP’ye sarıldı bu dö­nemde. Doğrusu ÖDP de karşılığını vermekten hiç imtina etmedi. Cömertçe sundu kendini burjuvazi­ye, layıkıyla oynadı rolünü.

İlk ağır lekeyi ‘95 Gazi Ayaklanmasında sürdü ta­rihine; karan önceden alınmış ve hazırlıkları tamam­lanmış, aynı günlerde yapılacak olan emekçi memur eylemlerini iptal ettirdi. ilerici, devrimci kamuoyuna “sağduyu” çağrıları yaptı. ikinci lekeyi de ‘96 1 Ma­yısında burjuva medyanın 100 bini aşkın işçi-emekçinin katıldığı Kadıköy gösterisine vandalistler diye saldırmasına eşlik edip yardakçılık yaparak sürdü. Devrimci hareketle farklı kulvarlarda hareket ettiğini sürekli dile getiriyor, burjuvaziye farkını göstermek için her fırsatı kolluyordu. Somut her gelişmede dev­rimcilerle arasına mesafe koymayı, bağımsız politika oluşturmanın bir gereği saydı. ‘99 Şubatında Abdul­lah Öcalan’ın emperyalist ABD ve CIA’nın eliyle ya­kalanarak Türk faşizmine teslim edildiği dönemde, resmi ve sivil faşistlerce Kürt halkına karşı girişilen linç saldırılarında parti binalarını kilitleyip “ölü bö­cek” taklidi yaparak kayboldular ortalıktan. Avru­pa’nın sahte gözyaşlarıyla özeleştiri istediği Ermeni soykırımı, varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi ırkçı-kafatasçı provokasyonları eleştirirken ÖDP, benzer bir kitlesel linçin eşiğinden dönen Kürtler söz konu­su olduğunda reaksiyoner Türk milliyetçiliği, ırkçılı­ğı ve şovenizmine ‘sorun çıkarmayarak’ soldan des­tek verdi.

Devrimci değerlerle hızla kopuştu; faşizmin infaz mangaları işkencede, sokakta, evde devrimcileri kat­lederken üç maymunu oynadı. Devrimci direniş ve mücadelelere, özellikle devrimci şiddet eylemlerine burjuva medyadan önce, kendileri ‘teşhir’ etti. Ceza­evlerinde yaşanan toplu katliamlarda ve Ölüm Oru­cunda şehit düşenlere, “Bize mi sordunuz da Ölüm Orucuna gittiniz” diyebildi. Devrim şehitlerine karşı insani duyarlılık bile gösteremedi... En son 19 Aralık katliamı ve süren Ölüm Oruçlarına karşı aldığı tu­tum, ÖDP’nin, tutarlı demokrat ve insan hakları sa­vunuculuğu çizgisinden de kopmuş olduğunu tescil etti. Bu noktadan sonra ÖDP, içinde kırıntı düzeyin­de taşıdığı ilerici potansiyeli geri dönüşsüz biçimde tüketmiş olduğunu öncelikle sermaye oligarşisine kanıtlamış oldu... Kendi tercihidir, yolunu ayırır; ama açık ki bu çizginin sonu halktan ve devrimden söylem düzeyinde dahi kalmamacasına kopmak, burjuva kampa yamanmaktır. On yıllık ÖDP tarihi­nin devrimcilere mesafeli durması, hatta yer yer düş­manca tutumlar geliştirmesi ne kazandırmıştır ona? işte, aynı zamanda kongre delegesi olan DY önderli­ğinden fiili ÖDP önderliğine siyasette endamı bilinen zatın nihai saptaması: “Durum hakikaten vahimdi!”

Dağılmak için Birlik mi, "Umut" mu, Tükeniş mi?

Büyük iddialarla çıkmıştı ortaya! Komünistlerin Birliği hedefiyle yola çıkıp, Marksist Leninistlerin dört komünist örgütü birleştirerek Marksist Leninist teoriye bağlı illegal zeminde bir komünist parti kur­muş olmalarını görmezden gelerek, “Olmazı gerçek­leştirdik, birçok akımın bir araya gelmesiyle ÖDP’yi kurduk” diyebilmiştir. On yıllık tarih ise başka bir şey anlatıyor; ÖDP, güçleri birleştiren değil, dağıtan bir parti olmuştur. Parti, en genel ve öz olarak irade ve eylem birliği demektir. ÖDP’yi oluşturan akımla­rın bir araya gelişi “yan yana gelişti”, bir tür koalis­yondu, hızla miadını doldurdu, hakikate döndü. DY geleneği, geride kalan iradesi­ni teslim etmiş (nefesini teslim etmiş diye de okunabilir!) bir­kaç şahsiyetle birlikte ÖDP’yi yeniden kurmaktan söz ediyor şimdi.

“Solun dünya ölçeğinde yaşadığı krize cevap arayışının bir parçası olarak kurulan Öz­gürlük ve Dayanışma Partisi de bu inşa sürecinde -solun yeniden inşası kastediliyor, bn. Özgürlükçü Sosyalizm perspektifiyle önemli katkı­lar sunmuş, ancak son dö­nemde dünyada küreselleşme karşıtı hareketlerde yaşanan çekilmeye benzer bir çekilme ve içe kapanma yaşamaya başlamıştır.” (abç) (Öykü POLAT 05.02.05)

Sözcüklerle oynamanın ya­rarı yok! Gerçek, söylenenler­den her zaman daha devrimci­dir. ÖDP, “solun dünya ölçe­ğinde yaşadığı krize cevap arayışının bir parçası ola­rak” kurulmamıştır. Siyasal-örgütsel yanını yukarıda özetlemiştik, ÖDP, revizyonizmin iflasının ve o gün­kü koşullarda sosyalist ve sosyalizan hareketlerin ideolojik krizinden doğmuştur. Açıktır ki, her kriz devrimci patlamalara yol açmaz, bazen içe doğru patlar. Patlama, hızlı yanma demektir. Hızlı yanma, içerdeki enerjiyi, yanı oksijeni bir anda yok eder. ÖDP’nin yaşadığı budur. ÖDP, içe patlama ile DY’den kalan son oksijeni de yakmış, yaşam enerjisi­ni tüketmiştir.

ÖDP’nin “çekilme ve içe kapanma” diye yumu­şatılan yaşam fonksiyonlarının durma nedeni, “küreselleşme karşıtı hareketlerde yaşanan çekil­me” değildir. Bir yandan “solun dünya ölçeğinde yeniden inşa edilmesinin parçası” diye bir illiyet bağı kuracaksınız, diğer yandan iddia edilenin ak­sine küreselleşme karşıtı hareketin yayılması ve yer yer radikalleşmesine karşın sırf ÖDP’nin tüke­nişini dış olgulara bağlamak için gerçeği çarpıta­caksınız. “Özgürlükçü Sosyalizm perspektifini Türkiye siyasi hayatında var etmeye başlamış, an­cak bu durum özellikle küreselleşme sürecinin etkilerinin ve dönüşümüne yanıt üretilemeyince kaybolarak ÖDP kabuğuna çekilmiştir. Kabuğa çekilme hali etkisiz­liği getirse de bu, potansi­yel kaybı ve yok olma an­lamına gelmemektedir. ÖDP’nin dipten ve derin­den geldiği söylenemese de, Türkiye’de sol siyaset ulusalcılık-vatanseverlik te­melinde belirlenirken, emek eksenli, ulusalcılığın dar sı­nırlarına sıkışmayan özgür­lükçü bir perspektifin hayata geçirilmesi noktasında umut vaat etmektedir. Bu anlam­da ÖDP, özgürlükçü siyase­tin merkezini işgal etmeye devam etmektedir.” (abç) (Öykü POLAT 05.02.05) ÖDP’nin işi çok zor! Öy­kü Polat’ın işi daha da zor! Bir yandan gerçekler acı acı söyletirken, bir yandan ‘ancak’larla, ‘ama’larla ÖDP’nin hala (evet hala!) umut vaat ediyor olduğunu umut edi­yor! Aslında yukarıda söyledikleriyle Öykü Polat, ÖDP’nin bitişini kabulleniyor. Son cümlelerinin bir inandırıcılığı yok, “adettendir”, söylenir!

Ergülen TOP, daha dikkatli, daha derinden ana­lizler yapıyor. “ÖDP’nin kurulduğu dönem ile bu­gün arasında bir fark var. Sosyalizmin yenilgisi dö­neminde kurulduk. O dönemdeki tartışmalar ve hassasiyetler farklıydı. Bugün dünya çapında kapi­talizme karşı bir arayış sürüyor. Antikapitalist mü­cadele dünya çapında büyüyor. Sol hareketler geli­şiyor. -ÖDP neden gelişmiyor?! bn. Küresel adalet hareketleri her ülkede mevzi kazanıyor. O nedenle bugün, solun ve ÖDP’nin büyüyebileceği nesnel or­tam daha elverişli.” (Ergülen TOP 27.01.05)

Bu düşünceler kongre öncesi ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Alper TAŞ ile yapılan röportajda dile ge­tiriliyor. E. Top’un yazısına ileride tekrar döneceğiz, burada Ö. Polat’ın ÖDP’nin tükenişine dair gerekçe­lerini elinden aldığını sergilemekle yetinelim şimdi­lik. Yine de bir noktayı atlamamak gerektiğini söyle­meliyiz: Kongre hazırlık aşamasında delegelere bir tür mesaj anlamı taşıyan yazı-röportaj (E. TOP), kongre sonrası ortaya çıkan manzara karşısında du­rumu kurtaracak gerekçe bulmada zorlanan ruh ha­line (Öykü Polat) bir fayda sağlamamış.

Ayinesi İştir Kişinin

ÖDP, malumun ilanı ile birlikte yeni bir rota çiz­miş 4. Kongrede, bir yeniden yapılanma hedefi koy­muş önüne. Bir geçmiş muhasebesi yok, özeleştiri yok, hesaplaşma yok! 80 sonrası 15 yılı bulan örgütsüzlüğün ardından “beklememize değdi” babında ÖDP’nin kuruluşuna sarıldılar. Bir on yıl daha geçti, ortada kocaman bir hiç! Toplumda 25 yıllık başarısızlık ve bitişin tarihidir bu! 25 yılda nereden nereye geldiniz? 25 yılda Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bir devrim başladı-yenildi, antifaşist kitle hareketi yükseldi-geriledi, devrimci partiler güçlendi-zayıfladı, devrim mücadelesi aralıksız can bedeli sürdü mevzi­ler kazanıldı-kaybedildi, lokal dönemsel başarılar el­de edildi, siyasal özgürlük ve demokrasi mücadele­sinde mevzi mevzi direnerek bugüne geldi toplumsal muhalefet... Kopenhag Kriterleri diye Türk faşizmi­nin yerine getirmek zorunda kaldığı yasal bazı dü­zenlemelerin arkasında, yürütülen bu mücadelenin ulusal/uluslararası düzeyde yarattığı büyük basınç vardır. AB’nin demokrasi severliği ya da Türk ege­menlerinin Batı hayranlığı değildir bu değişimi zorla­yan... Siz ne yaptınız, neresinde durdunuz, katkınız ne oldu geçen 25 yılda? “Durum hakikaten vahim!” 25 yıl sonra mı farkettiniz vahameti! 25 yıllık siyasal sefaletten sonra bu halk niye itibar etsin size? “Bize şimdilik kulak vermeyen halkımızın da canı sağ ol­sun” diye halka sitem eden zata, “Bu yazıyı ‘solculuk adına’ hangi yüzle yazabildin” diye, bu halkın asıl sana/size sorması gerekmiyor mu? Bu ne yüzsüzlük!

“Kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan başta CHP olmak üzere diğer partiler, sosyal haklar ve demokratikleşme konusunda emekten, toplum­dan yana bir tavır almak yerine milliyetçi, statükocu ve piyasacı bir çizgiyi benimsiyorlar. Sosyal demok­rasideki bu gerileme ve kimlik yitimi süreci, kısır li­derlik ve rant kavgalarına yol açıyor. Sosyalist solun bir kesimi de milliyetçi ve statükocu pozisyonlara savruluyor. Bu da solun bir seçenek olarak kendisini yeniden inşa etmesinin önünde engel oluşturuyor.

“Bu süreç, emek örgütleri başta olmak üzere top­lumsal muhalefeti de etkilemekte, zaten var olan da­ğınıklığı daha da artırmaktadır. Sürece uzun vadeli çıkarları açısından müdahale etmek yerine, neoliberal politikalar karşısında gündelik savrulmayla sınır­lı bir müdahale sürecine savrulmalarına neden olu­yor.” (4. Kongre Sonuç Bildirgesi)

Okur “bu süreçte” ÖDP’nin rolünün ne olduğunu bulamaz, yoktur çünkü. CHP’den “emekten, top­lumdan yana tavır” almasını bekler, göremeyince CHP’yi suçlar. “Sosyal demokrasideki gerileme ve kimlik yitimi”nden söz ettiğine göre, Türkiye’deki sosyal demokrat partilerden bir zamanlar ilerleme­den, emekten, toplumdan, demokratikleşmeden vb. yana oldukları sonucu çıkıyor. Onlar ÖDP’yi de ge­riye (mi?) çekmiş oluyorlar. “Sosyalist solun bir kesi­mi milliyetçi ve statükocu pozisyona savruluyor” derken, aklımıza ilk gelen karşıdevrimci İP ve sosyal şoven TKP oluyor. Bunların toplumsal muhalefet üzerindeki etkileri nedir ki, solun bir seçenek olarak kendisini yeniden inşa etmesinin önünde engel oluş­tursunlar. Kaldı ki her iki partiyi toplasak etki düzey­leri kendi kulvarları ile sınırlıdır. Niye bu kadar abar­tılı rol biçiliyor o halde?

“Emek örgütlerinin uzun vadeli çıkarları yerine, gündelik savrulmayla sınırlı” kalmalarından ÖDP ki­mi sorumlu tutabilir?

90’ların başından itibaren az çok istikrarlı, zaman zaman militan çıkışlarla bugüne kesintisiz gelen emekçi memur hareketinin bugünkü güçten düş­müş, kitlesine yabancılaşmış, günden güne üye kay­beden KESK, hangi “uzun vadeli çıkarlara” dönük politikanın ürünüdür? Kitle sendikacılığı söylemiyle hareketi dar sendikal sınırlara hapseden kimdir? Emekçi memur kitlesinin aşağıdan zorlaması duru­munda bile hareketi geri çekmek için elindeki ola­nakları devreye sokan, KESK içindeki ÖDP’liler değil mi? Fiili meşru mücadele ile kazanılan mevziler ve meşru eylem çizgisi, icazetli çizgiye teslim edilmedi mi? Son aylarda yeniden gündemleşen Eğitim-Sen tüzüğündeki “anadilde eğitim hakkını savunur” gerekçesiyle sendikanın kapatıl­ması ilk gündeme geldiğinde ÖDP, bu zeminde direnmek ve anadilde eğitimin bir hak olduğunu savunmak yerine, tüzüğü değiştirme önerisi yapmadı mı? (Bu icazetçi-teslimiyetçi öneriye karşı sendi­ka bünyesinde bulunan yurt­sever ve devrimci eğitim emekçilerinin anadilde eğitim hakkını kararlılıkla savunma­ları ÖDP’ye sosyal şoven çiz­gide geri adım attırırken, hak­lı ve meşru direnişle rejime de geri adım attırdılar). Kurulu­şunda en ağır bedeli göze alan ilerici-devrimci memurlar, ÖDP’nin çabalarıyla yönetim­lerden dışlanmadı mı? Genel kurullarda ÖDP’nin ittifak anlayışıyla şimdi yakınlığı CHP’li, iP’li düzen içi, hatta karşı devrimci anlayışlarla devrimci ve ilericilerin tasfiyesinde ortaklaşmıyor muydu? Emekçi memur hareketini uzun vadeli çıkarları için mücadeleye seferber edecek politik kuvvetler CHP’liler, IP’liler miydi; devrimci, ilerici, demokratlar mıydı? “Uzun vadeli çıkarlar”, ekonomik-demokratik taleplerin politik ta­leplerle birleşmesini gerektirmez mi? Kitle hareketi­nin politikleşmesini engellemeye dönük sendikal çizginin bugün ortadaki tablodan şikayet etmesi de­ğil, “övünmesi” gerekmez mi? Parti olarak politik ref­leksi gösteremeyen, anlamlı bir politik çıkış sergile­yemeyen, politik duruşuyla kimlik edinemeyen ÖDP, varlığını KESK’e bağlayarak, onun üzerinden siyasal-örgütsel yaşamını idame ettirmedi mi? İşte on yıllık tarih; genel, soyut, afaki tartışma değil, somut olarak koysunlar ortaya: İdeolojik olarak ne kattınız sola? Siyasal alanda ne kazandırdınız topluma? Ör­gütsel alanda yarattığınız mevzi var mı? KESK mi? Geçiniz! Bütün zayıflık ve zaaflarına karşın KESK, si­ze rağmen emekçi memurların ekonomik-demokratik mevzisi olarak kalmayı başarabilmiştir!

Toplumsal Hareketler ve Öncüde Somutlaşan Politik İrade Sorunu

“Bugün sosyalist hareket açısından en önemli so­runu, ciddi bir toplumsal muhalefet hareketinin yaratılamamasında görür ve toplumsal-siyasal mücadele bü­tünlüğünü gözeterek toplum­sal muhalefeti aşağıdan yukarı­ya yeniden inşa etmeyi ve top­lumsal hareketler yaratmayı hedefler.” (Sonuç Bildirgesi) Toplumsal muhalefet hare­ketleri, onunla ilişkilenme ça­bası içine giren hemen her si­yasal yapıyı güçlendirir. Genel bir olgudur bu ve politikanın alfabesidir, kendiliğinden kitle hareketi işçi sınıfı merkezli ol­sun, küçük üretici veya esnaf merkezli olsun, emekçi memur ya da gençlik merkezli olsun, demokrat partilerden refor­mistlere, yasal partilerden ille­gal devrimci partilere kadar değişik tandansta siyasi yapıla­rın yönlendiriciliğine açıktır. Devrimci hareketin ağırlıklı olarak 80 sonrası döneme dair yaptığı tespitler, toplumsal muhalefet ya da daha net ifade edersek, kitle hareke­tinin ileriliğinin avantaj-dezavantajları tartışmaları yeni değildir. Bu tespitin ÖDP bakımından anlamı ise politik iddia sahibi bir partinin, kitle hareketiyle ilişkilenmenin zorunluluğunu “keşfetmiş” olmasıyla sınırlıdır. Sonuç Bildirgesinde “toplumsal-siyasal mücadele bütünlüğü gözetme” vurgusuna karşın ÖDP’nin kitle hareketlerinin politikleştirilmesi görüş açısını benimsemiş olabileceği konusunda iyimser olamıyoruz. Solculuk adına sol olan, militan olan ne varsa ona savaş açan bir ÖDP tarihi var ortada. ÖDP tarzı siyaset, siyasetsiz solculuk, solcu olmayan bir si­yasettir; solun siyasetten tasfiyesidir. Solculuk yap­madan toplumsal muhalefet hareketi yaratmanın bir formülü yoktur, ÖDP’nin de solculuk yapmaya niye­ti ve takadı!

Son yıllarda (90’ların başlarına kadar uzatılabilir) belli talepler üzerinden veya belli gündemlere odak­lanan toplumsal ve/veya kitle hareketlerinin karakte­ri özgündür.

Kendiliğinden kitle hareketlerinin patlama aralık­ları giderek açılmış, sıklığı azalmış, kitle tabanı daral­mış, militan karakteri aşınmıştır. Devrimci, ilerici ha­reketi (ilerici, reformist, yasal partileri de katabiliriz) besleyecek, güç katacak, sponton çizgiden saptanmış hedeflere yönlendirilecek türden hareketler tarihe karşıtı. Nesnel koşulların bütün elverişliliğine, po­tansiyel olanaklarının cezbedici birikimine karşın sendikalar güç kaybediyor, demokratik kitle örgütle­ri hedef kitlesinin genişliğine rağmen taban bulamı­yor. Yasal partiler örgütlenmesinin önündeki engel­lerin önemli ölçüde kalkmış olmasına karşın güç ola­mıyor, kitleselleşemiyorlar. Yoksulluğun-açlığın kit­lesel boyutlarda olduğu bir coğrafyada yoksulluk karşıtı bir hareket gelişemiyor, işsizliğin kronik kitle­sel boyutlara ulaştığı koşullarda işsizlik karşıtı bir ha­reket —bazı cılız girişimlere rağmen gelişmiyor. Ör­gütsüz işçiler arasında sendikal örgütlenme arayış ve girişimleri dahi tekil örnekler olarak kalıyor. İç siya­sal koşulların yanında uluslararası gündemlerde de aynı sonuçla karşılaşırız. Emperyalist küreselleşme karşıtı hareketin Avrupa ve bazı başka ülkelerde yüzbinlerle anılırken, coğrafyamızda yankısını bulma­ması tipiktir. Emperyalist savaş karşıtlığında yüzbinler ayağa kalkarken, bizde en iyi ihtimalle birkaç onbinle sınırlı kalması örnektir. ABD karşıtlığının %80’lerde olduğu koşullarda, bu tepkinin birkaç yüzbinle meydanlara yansımamasının yanıtı da aynı­dır. Kitle hareketinin karakteri yeniden tanımlanma­yı gerektiriyor artık. Siyasal koşulların baskılanmasının yanında, tarihsel seyriyle birlikte irdelenmeyi hak eden bir olgu haline gelmiştir.

Sonuç şudur: politik bir iddia sahibiyseniz, önce­likle ve esas olarak kendi imkanlarınızla, ama en baş­ta bir politik irade sergileyerek ancak kitlelerle bulu­şabilir ve seferber edebilirsiniz. İradi müdahale kav­ramı dünle kıyaslanmayacak düzeyde belirleyici du­ruma gelmiştir verili koşullarda. Bu, özne olmak de­mektir. Aydınlatan, bilinçlendiren, uyaran, sarsan, örgütleyen ve harekete geçiren irade demektir. Do­ğaldır ki, kitleye bilincin dışarıdan taşınması anlamı­na gelir bu, üstelik bilinç taşımayla sınırlandırmaz kendisini, hedef gösterir ve harekete geçer.

“ÖDP’yi toplumsal hareketin içerisinde yeniden kuracağız” diyor Alper TAŞ, Ergülen TOP’la röporta­jında. Kongre öncesi ifade edilen bu düşünceler, So­nuç Bildirgesinde aynı anlama gelmek üzere “top­lumsal muhalefeti aşağıdan yukarıya yeniden inşa et­meyi ve toplumsal hareketler yaratmayı hedefler” bi­çiminde karar haline gelmiş. Yukarıda yazılan gerek­liliklere karşılık gelen bir anlam yakınlığı yoktur bu ifadelerde. Sonuç Bildirgesi, politik özne, ondan da önemlisi politik öncü misyonu biçmiyor ÖDP’ye. Değişen bir şey yoktur ÖDP’de, ekonomizm, reformizm çizgisinde daha da geriye düşmüş, siyasal libe­ralizme gerilemiştir. Kitle çizgisi anlayışındaki kuyrukçuluk, geri bilince seslenme, kendiliğindencilik hiçbir eleştiri konusu olmamış, aynı kavramlar on yıl önce nasıl kullanıldıysa tekrarlanmıştır.

AB Yolunda ÖDP

ÖDP 4. Kongresiyle Avrupa liberalizmine doğru geriye parende atmış, Avrupa’ya dönük yüzünü AB’ci solculuk çizgisiyle derinleştirmiştir. 2004 yılı­nın gündemine AB tartışmaları damgasını vurdu. Türk sermayesinin ana gövdesinin dünyaya açılma, uluslararası sermayeye entegrasyonunun bir adımı olarak AB’ye girme uğraşında yedeklediği güçlerden birisi de ÖDP’dir. ÖDP, kuruluşundan bugüne ide­olojik kimlik bunalımı, siyasal çizgi tutarsızlığı, ör­gütsel parçalılık durumu trajik bitiş noktasında eşiğe gelmiştir. AB’ye Evet, ÖDP’nin geleceğinde tek umuttur. Kongre Sonuç Bildirgesinin yansıttığı kada­rıyla ÖDP’nin yüzünü Avrupa liberalizmine döndü­ğü, siyasal örgütsel varlığını ‘Avrupai’ çizgide yeni­den tanımladığı görülüyor. Yeni siyasal zemini tarif ederken Alper TAŞ, “Emeğin Avrupa’sı Projesi, Avru­pa’daki sosyalist, ekolojist, savaş karşıtı, feminist güçlerle birlikte inşa eden; Avrupa Birliği müzakere sürecini bir mücadele süreci olarak tasarlayan ve bu talepleri dillendiren bir ÖDP göreceğiz” diyor. Kong­rede yeniden başkan seçilen Hayrı Kozanoğlu da, “ÖDP, Emeğin Avrupa’sını, sosyal bir Avrupa’yı sa­vunurken enternasyonalist anlayışını Avrupa antikapitalist sol partileri ve Avrupa Sol Partisi ile birlikte somutluyor” diyerek, yeni yol arkadaşlarının isimle­rini de veriyor.

Küreselleşme karşıtı hareketle savaş karşıtı hare­ket, dinamikleri hemen hemen aynı olsa da, topla­mında Avrupa’nın en güçlü kitlesel hareketleri duru­mundadır. Her iki hareketin somut gelişmelere gün­cel olarak müdahale etmede uluslararası mekaniz­maları da mevcut. IMF, DTÖ, DB, G-8, G-20 gibi emperyalist sermaye kurumlan ve BM, NATO, OECD gibi siyasi, askeri kuramların toplantıları ve kararlarına karşı bu mekanizmaları aracılığıyla gös­terdiği refleksler önemli bir basınç oluşturmayı ba­şarmaktadır. DSF, ASF ve diğer bazı uluslararası ka­tılımlarla örgütlenen periyodik ya da gündemsel top­lantılarda giderek hedef belirleme, yön tayini sorun­ları daha fazla tartışılmakta, ‘Başka bir dünya müm­kün’ arayışı, yanıtını sosyalizm çağrısıyla giderek ge­nişleyen katılımla somutlamakta. Ağırlıklı olarak Av­rupa merkezli süren tartışmalara Türkiye Devrimci Hareketi Avrupa’daki örgütlülükleri ile sınırlı katılımlarla yetiniyor. Ülke için­den güçlü katılımların sağlan­ması ise bir dizi nedenle sağla­namamakta.

ÖDP’nin Kongre kararla­rıyla birlikte siyasetini bu ha­reketlere odaklayacağı ve programının merkezine de bunları koyacağı anlaşılıyor.

DY geleneğinden itibaren son 25 yıllık tarihte ÖDP’nin ör­gütlü kitlelerini seferber ede­rek gelişmesinde rol oynadığı bir toplumsal muhalefet ve toplumsal hareket örneği yok­tur. (28 Şubat sürecindeki ‘Ne Refahyol, Ne Hazırol’ eylemle­ri somut bir hedefe bağlanma­dığı, kitlesine bir seçenek sun­madığı için, hatta bilinçli ola­rak MGK rejimi üzerine yürü­me kararlılığını boşalttığı için ne ÖDP tabanında, ne hedef kitlesinde bir bilinç açıklığı yaratmış, oportünist muhale­fet görüntüsünü aşamamıştır. Susurluk sürecinde ise kontrgerilla devletinin açığa çıkan çürümüşlüğüne büyük tepki gösteren hazır bir kitle olmasına karşın ÖDP, bu tepkinin içeriğini boşaltıcı süpürme, yıka­ma gibi medyatik şovlarla yetinmiştir. Aynı dönem­de ‘aydınlık için bir dakika karanlık’ eylemleri ve bu çerçevede gerçekleştirilen gösterilerde devrimci ha­reketlerin kontrgerilla devletinden hesap sorma ka­rarlılığı ile ÖDP’nin siyasetsiz, içeriksiz şovları, med­yada kendinden söz ettirme çabaları hafızalardadır).

ÖDP, kendi dışında gelişen hareketlere ya seyirci kalır, küçümser, karşı çıkar ya da geriye çekmek, yö­nünü saptırmak için dahil olur. Bu rolünü ise esas olarak örgütlü olduğu emekçi memur hareketi üze­rinde oynar. Hazır gelişen bir hareket varsa, medya­tik şov fırsatı olursa, ÖDP mutlaka vardır o hareket içinde. Yeni dalga olarak gelişen küreselleşme karşıtı hareket bu anlamda ÖDP için can simididir. Kendi­sini yeniden inşa edeceği toplumsal hareketin adresi burasıdır.

Savaş karşıtı hareket görece konjonktürel bir ka­rakter taşıyor, dönemsel refleks göstererek harekete katılmasının asıl amacı sonradan ortaya çıktı. Geniş bir bileşimle kurulan Emperyalist Savaş Karşıtı Bir­likken ayrılmasının gerekçesi kimseyi ikna etmemiş­tir. Irak’ta Saddam’ın yenilgi­sinden sonra savaşın sona er­diği, Birlik’in işlevini tamam­ladığı, dağılması gerektiği sav­larına karşılık savaşın işgale dönüşerek sürdüğü koşullar­da birliğin Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birlik olarak sürmesi önerilerini reddede­rek ayrılması, ama hemen ar­dından bazı aydın ve sanatçı­ları da yedekleyerek BAK ya­pılanmasıyla (Barış ve Adalet Koalisyonu) süreci yalnız sür­dürmeyi tercih etmesi, Türki­ye’de oluşturulan BAK’ın Kü­resel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun bir ayağı olduğu düşü­nüldüğünde, birlikte yürü­mek istediği kuvvetler hakkın­da bir fikir vermektedir. Bu­gün kongre karan haline gelen Avrupa Birlikçi çizginin baş­langıcı bu adımlarla atılmıştır.

Hangi Avrupa ile Nasıl Bir Avrupa Birliği

“Emeğin Avrupa’sı perspektifiyle bugünkü ser­maye hegemonyasına dayalı birlik projesini redde­der, Avrupa’nın mevcut bütünleşme sürecini neoliberal bir yeniden yapılanma projesi olarak görür ve Avrupa’nın devrimci dönüşümünden yana tavır ko­yar. (...) AB uyum sürecinin tüm gündemine emek­çiler ve ezilenler adına müdahaleyi ertelenemez bir görev olarak önüne koyar.” (Sonuç Bildirgesi)

Avrupa Birliğinin açık bir tanımı yoktur burada. AB kimin, neyin birliğidir? Tekellerin birliği midir? Emperyalist bir birlik midir? “Sermaye hegemonyası­na dayalı birlik projesini reddeder” demenin bir an­lamı yoktur! AB’de bir hegemonya mücadelesi var­dır, ama bu ÖDP’nin sandığı gibi bir yanında serma­yenin, bir yanında emeğin durduğu bir hegemonya mücadelesi değildir. Gerçek anlamda emeğin Avru­pa’sı, AB hegemonya mücadelesi ve tartışması dışın­dadır. Tekeller arası, emperyalistler arası bir hege­monya mücadelesi vardır AB’de. “Avrupa’nın mevcut bütünleşme sürecini neoliberal bir yeniden yapılan­ma projesi olarak görür.” ÖDP, Avrupa Birliğini kuruluşundan itibaren geldiği gibi ekonomik bir birlik olarak görüyor, eleştirdiği yanlar da sermaye hegemonyasıdır, neoliberal yeniden yapılanmadır... 50’li yıllarda demir ve çelik tröstleri birliğinden AET’ye, oradan AB’ye ekonomik birlikten siyasal birlik aşa­masına gelmiştir Avrupa. Bugün yeni üyeliklerle bir­likte AB’nin genişlemesi ekonomik-siyasi çerçevede tartışılırken, AB içi tartışmalarda ise siyasi çerçeve öne çıkmaktadır. ÖDP’nin açmazlarından birisi budur, ancak tutarsızlığı göze almaktan başka çaresi de yoktur. ODP, Avrupa entegrasyonunun AB içi perspektifiyle ele alıyor, kendini AB içi parti olarak görüyor. Buna rağmen AB’nin siyasi tanımından özenle ve ısrarla kaçmıyor. Avrupa merkezli karar­larla şekillenen Sonuç Bildirgesi’nin hiçbir yerinde AB’nin siyasi tanımına rastlayamazsınız.

“Avrupa’nın devrimci dönüşümünden yana tavır koymak”, içeriği olmayan boş sözlerdir. AB’de ser­maye hegemonyasına neoliberal yeniden yapılanma­ya karşı çıkmanın “devrimci dönüşümle bir ilgisi yoktur. Tıpkı “kapitalist küreselleşmeye” karşı çık­manın “antikapitalist ideolojik-politik hattın adı” ile bir ilgisinin olmadığı gibi. AB, sermayenin Avrupa’sı ile emeğin Avrupa’sının hegemonya mücadelesi yü­rüttükleri bir siyasal-ekonomik platform değildir. Gerçekten emeğin Avrupa’sını savunuyor ve bunda ciddi ve samimi iseniz, sermayenin birliği olan AB’ye karşı çıkmakla işe başlamak zorundasınız. Yoksa, “Avrupa’nın devrimci dönüşümünden”, AB’yi devrimcileştireceğinizi mi kastetmek istiyorsunuz?! Av­rupa emperyalistleri siyasi-ekonomik birliğe bugün ihtiyaç duyuyorlarsa AB vardır, yarın çıkarları birle­şik bir ‘Avrupa Devleti’ni gerektirirse onu da kurar­lar. Emeğin Avrupa’sı ise emperyalist birliğe emeğin birliğini temsil edecek yapılanmalarla karşı koyabilir ancak. Bugüne kadarki sınıf mücadelesinin ortaya çı­kardığı mücadele araçları içerisinde emeğin birliğini uluslararası en ileri düzeyde Enternasyonaller temsil etmiştir. ÖDP kendini enternasyonalist olarak tanım­lıyor, ama bir enternasyonal işçi birliği ya da adı önemli değil, emeğin uluslararası birliği rolünü oy­nayacak bir direniş ve mücadele mevzisi oluşturma görüş açısı koymuyor ortaya. “Kapitalist küreselleş­meye karşı mücadelenin ancak yerel, bölgesel ve küresel ölçekteki mücadele ve direnişlerin birbirini ta­mamlaması ile gerçekleşebileceğini savunur.” (Sonuç Bildirgesi) Yine söz kalabalığı! Hangi araçlarla, hangi yoldan, nasıl bir mücadele ve direnişin yanıtı yoktur. Sözü edilen “direniş ve mücadelenin” birbirini ta­mamlayacağı platform Avrupa Parlamentosu, buraya girmenin aracı da Avrupa Sol Partisi’dir. “Emeğin Av­rupa’sı mücadelesiyle Emeğin Türkiye’si mücadelesi­ni, başka bir dünya için verilen mücadelenin ayrıl­maz parçası olarak görür. Bu bağlamda Avrupa Anti­kapitalist Partiler Konferansı ve Avrupa Sol Partisi üyesi dost devrimci güçlerle ortak mücadele ve daya­nışmayı hedefler.” (Sonuç Bildirgesi) Avrupa Sol Par­tisinin bileşimi, niteliği, ‘programı reddeden progra­mının’ içeriği, bir araya geliş amacı, hedefleri vs. kuş­kusuz başka bir yazının konusu olmalıdır. Yalnızca yukarıda sözünü ettiğimiz anlamda bir birlik olmadı­ğını, emeğin Avrupa’sı için emeğin uluslararası birli­ği gibi bir rol-işlev yüklenmediğini, amacının Avru­pa Parlamentosu’nda temsil edilmeyle sınırlı olduğu­nu, sosyal demokratlaşan ve karşı devrimcileşen Euro-komünistlerin kulübü olduğunu, bizim anladığı­mız anlamda Avrupa emperyalizmini karşısına ala­rak ve yine bizim anladığımız anlamda emeğin Avru­pa’sını yaratma diye bir hedefinin olmadığını belirt­mekle yetinelim. Avrupa Sol Partisi (ASP), dışarıdan partilere kapalı olmamakla birlikte kendisini, AB üye ve aday ülkelerin her renkten sol partilerinin ve siya­si örgütlerin —birliği olarak değil! “esnek, merkezi olmayan ortaklığı” olarak tanımlamaktadır ve ODP bu “ortaklığa” gözlemci sıfatı ile ilk adımını atmıştır. ÖDP işte bu esnek, merkezi olmayan ortaklıkla bir­likte “Avrupa’nın devrimci dönüşümüne” katkıda bulunacak, “Emeğin Avrupa’sını” yaratacak!

BM-AB Plan ve Projelerinden ÖDP Programına

ÖDP’nin “Emeğin Türkiye’si mücadelesi”, “Kıbrıs çözümü”, “Kürt sorununda çözüm önerileri”, “tarım­da dönüşüm programı”, “yerel yönetim anlayışı”, “solun yeniden inşası”, “çeşitli toplumsal kesimlerin örgütlenme politikası” ve “toplumsal hareketler ya­ratma” görüş açısı, Avrupa merkezli siyasete odak­lanmıştır. “Ulusal ya da ulusalcı” çözümlere karşı çıkmak ve “enternasyonalizm” adına tüm politikala­rını Avrupa perspektifine bağlı olarak yeniden oluş­turmaktadır. “ÖDP’yi yeniden kurma” kararının arka planında AB ile ortaya çıkan “yeni olanakları” değer­lendirme, AB uyum sürecine soldan katılarak destek verme durmakta; zayıflayan toplumsal tabanını ve işlevsizleşen, dağılmayla yüz yüze olan örgüt iskeletini %70 AB taraftan olduğu savlanan faşist ve ceberut devlet geleneğine öfke duyan; siyasal özgürlük ve de­mokrasi özlemlerini AB’de bulma umudu taşıyan; Alevi inanca mensup olup mezhep ayrımcılığından kaynaklı inanç özgürlüğü ve eşit haklar talebine AB sayesinde kavuşacağına inanan toplumsal kesimle­rin; yenilen ama siyasal-ulusal taleplerini geri çekerek ulusal-kültürel taleplerle ulusal kimliğini sömür­geci rejime dayatan, esas olarak taleplerini AB saye­sinde edilebileceğine inanan Kürt halkının; işsizlik ve yoksulluğun-açlığın çaresizliğinde kıvrananların AB kapısında iş, ekmek, özgürlük bulacağını düşü­nen Kürt, Türk ve ezilen diğer işçi ve emekçi milyon­ların; geniş orta sınıf mensubu kitlelerin konumunu yitirme korkusu olan ya da iyileştirme beklentisi içindeki kesimlerin AB taraftarlığı rüzgarıyla toparla­mak, yedeklemek, ayağa kaldırmak istemektedir.

Kıbrıs çözümünde “iki toplumlu, iki bölgeli, fe­derasyona dayalı barışçıl bir çözüm”ü ve “Kıbrıslı Türk ve Rum toplumlarının verdiği bir arada yaşa­ma” kararını destekliyor, savunuyor. Adanın fiilen ve resmen bölünmesine yol açan emperyalist devletle­rin bugün çözüm diye ortaya koydukları planın ay­nısıdır bu! Kıbrıs’ta sorun yalnızca iki halkın “bir ara­da barış içinde yaşaması” değildir. Adanın her iki ke­siminin bağımsızlık sorunu vardır ve çözümsüzlü­ğün temelinde Ada halklarının nasıl yaşayacaklarına bağımsız iradeleriyle karar verebilme olanaklarının tanınmamasıdır. AB ve ABD emperyalistlerinin BM eliyle ortaya koydukları planı onaylayan ÖDP, bu politikasıyla adanın Yunan ve Türk sömürgeciliğinin elinden alınıp bütünüyle AB emperyalistlerinin (ve ABD’nin) fiili sömürgesi olmasını savunmaktadır.

Kürt sorunu, kuruluşundan itibaren ÖDP’nin en büyük “baş ağrısı” olmuştur. Genelkurmay ve Türk ırkçı-şovenizmiyle karşı karşıya gelmeyi göze alama­mış, nesnel olarak şovenizme yedeklenmiş, somut parti politikaları ile ise sosyal şoven çizgide hareket etmiştir. Kitlesel katliam, faili meçhuller, gözaltında kayıplar, köy yakmalar, zorla göç ettirmeler vb. Ge­nelkurmayın kirli savaş politikaları karşısında, sıra­dan tutarlı bir demokratın sorumluluğunu dahi sergilememiştir. Sosyal şoven çizgiden taviz vermekten­se, partinin bölünmesini göze almıştır. Tek tek tavır alıp kopanların dışında en büyük ve soldan tavır ala­rak bölünme, Kürt sorunu ekseninde yaşanmıştır ÖDP’de.

Bugün Kürt sorununun çözümünü “alttan kısıtlı adımların uygulamaya yansıtılması”, “siyasi genel af’, “zorunlu göçe tabi tutulanların geri dönme talepleri­nin gerçekleştirilmesi ve zararlarının tazmin edilerek insanca yaşam koşullarının sağlanmasını savunma”dan ibaret görüyor. Genlerinde taşıdığı sosyal şo­venizm, Kürt sorununda ÖDP’nin AB resmi politika­larından dahi geri noktada olmasını koşullandırıyor.

Tarımda dönüşüm programı AB’nin aday ülke olarak Türkiye tarımına ilişkin planına bağlıdır. “ÖDP, tarım alanında sermayenin karlılık kriterleri­ne göre değil, tarımsal yaşamın tüm unsurlarını, in­sanları, hayvanları, toprağı bir bütün olarak gören, tarımı bir yaşam biçimi olarak kabul eden, verimlilik ve ekolojiyi birlikte ele alan bir tarım dönüşüm prog­ramını üretir.” (Sonuç Bildirgesi)

Nedir bu “tarım dönüşüm programı”, somut de­ğildir.

‘95’te Gümrük Birliğinin kabulüyle birlikte “ta­rımda ve sanayide uyum ve dönüşüm sorunu” Türk egemenleri ve AB tekellerinin sürekli gündeminde oldu. Türkiye’de tarım, ağırlıklı olarak küçük ve or­ta ölçekli üreticiler tarafından geri teknoloji ile gerçekleştirilmektedir. Tarımda istihdam olunan nüfu­sun kırsal kesimde yaşayan toplam nüfusa oranı ve yine tarımda istihdam edilen nüfusun çalışabilir top­lam nüfus içindeki oranı, Avrupa rakamlarıyla ters orantılıdır. Tarımdan elde edilen GSMH’nin istih­dam ettiği nüfusa oranı ile bu istihdamın ülke GSMH içinde yarattığı katma değer ve GSMH’deki payı da Avrupa ile kıyaslandığında büyük farklılıklar göster­mektedir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da tarımla ge­çinen aile sayısı üç milyondur. Geleneksel aile birey­lerinin sayısı Avrupa’nın üzerinde olduğu için bu ra­kam 20-25 milyon arası bir nüfus anlamına geliyor. 70 milyon olarak kabul edilirse toplam nüfusun %35-40’ı demektir. %40’lık nüfusun GSMH’de payı son yıllarda %8’e kadar gerilemiştir. Oysa, örneğin Fransa, %12’lik tarımsal nüfusla GSMH’de %25’lik orana sahiptir. Aradaki ters orantı ve uçurum çarpı­cıdır. AB tekellerinin hedefi ve Türk egemenlerinin de itiraz etmedikleri plan, on yıla yayılan biçimde ra­kamların AB ölçülerine yaklaştırılmasıdır. Yani ta­rımda %40’lık nüfus tasfiye edilecek, kademeli ola­rak önce %25 ve %15’e indirilecek. İdeal hedef %10! Eş zamanlı olarak %8’lik üretim payı önce %15’e ve sonra da %25’e yükseltilecek. Bu ne anlama geliyor? Üç milyon aile, yani yaklaşık 25 milyonluk nüfus, bir milyon aile ve 8-9 milyonluk nüfusa düşürülecek. Tarımın tasfiyesinin Türk egemenlerini en çok dü­şündüren yanı burasıdır. Ortaya çıkacak 15 milyon­luk topraksızlaştırılmış, üstelik vasıfsız nüfusu bü­yük toplumsal patlamalara yol açmadan nasıl absorbe edecek? Düğüm noktası buradadır ve ÖDP’nin süslü ifadelerle söylemeye çalıştığı “tarımda dönü­şüm programı”, bu düğüme önereceği çözümleri ifa­de etmektedir. Program nedir, henüz açık değil, ama önemli olan tarımın tasfiye edilerek Avrupa gıda ve tarım tekellerinin elinde toplanmasını önsel olarak benimsemiş olmasıdır.

Nasıl Bir Sorgulama, Nasıl Bir Gençleşme?

ÖDP, Kongrede, son on yı­lın muhasebesini yapmıyor, ama yine de bir muhasebeyi “lütfen” yaparak kongre önce­si açıklıyor. Ama gerçekler öy­le mi? “Üç Kasım seçimlerinde sol dibe vurmuştu, solun ne­den dibe vurduğunu,

ÖDP’nin buradaki başarısızlı­ğı üzerine çok ciddi tartışma­lar yaptık” diyor Alper TAŞ.

Başarısızlığın sorumlusunu da bulmuşlar: “ÖDP gibi, solu Türkiye’de geliştirecek hare­ketler yeterince güçlü değil!”

İşte sorumlu; cılız toplumsal hareketler! Sormazlar mı peki, siyasi parti olarak sizin görevi­niz nedir diye? ÖDP-DY gele­neği ortak tarihi, sorumluluk­tan kaçma tarihidir. ÖDP-DY önderliği sorumluluğu üstlen­mez, hesap vermez, özeleştiri­ye gelmez, başarı varsa kendi­sine aittir, başarısızlığın so­rumlusuna ise kurban arar! 3 Kasım seçimlerinin faturası o zamanki genel başkana kesilmişti. Ama ÖDP-DY geleneğini az çok tanıyan­lar bilirler ki, genel başkanlık ya da MYK, PM sem­bolik yönetimlerdir. Teşkilat ve siyasetin yönetimi, “derin liderlik”in elindedir. Hacıyatmazlar onlar, hiç yanılmazlar, her zaman haklı, doğru ve daima “bir bilen”dirler.

4. Kongrede ÖDP’nin gençleştiği iddia ediliyor. MYK ve PM’de gençlerin sayısının artması, bir parti­nin gençleştiği anlamına gelmez. ÖDP’nin siyaseten ve örgütsel iskelet olarak gençleşmesinin “iç” engeli, DY’den itibaren konumunu sürdüren önderlik yapı­sıdır. İkinci olarak gençleşme, partinin yeni, taze kuvvetlerle buluşması ve partiye kazanmasıyla mümkündür. ÖDP’nin kitle çalışması yürüt(e)mediği, emekçi memur sendikalarındaki orta kuşak kitle­sine dayandığı, gençlik çalışmasında ise sürekli geri­lediği ortada olduğuna göre, bir gençleşmenin sözü­nün edilemeyeceği açık değil mi? Parti iskeletinin yalnızca siyaseten değil, kuşak olarak da yaşlandığı, ÖDP’nin en “genç” kesimini ana gövde olarak orta kuşağın temsil ettiği, rutin parti işlerinde amatör ru­hun yitirilmiş olduğu, ev-iş-aile-çocuk dünyası ile tamamen düzenli bir yaşam içine giril­miş olduğu, hatta ÖDP’li Birgün yazarlarının yakındığına göre yazın “herkesin yazlıkları­na kaçtığı” bir ÖDP tablosu vardır ortada. PM’nin üçte bi­rinin yaşının otuzun altında olması gençleşme olmadığı gi­bi, bu “gençlik aşısı” ÖDP’ye tutmaz!

İktidarsız Siyasetten Sol Siyasetin Nihayetine

“Özgürlükçü Sosyalizm” tasavvuruna yapılan gönder­melerin söylem düzeyinde da­hi sosyalizmle ilgisi yoktur. Konjonktürel hareketlerin; sa­vaş karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı, ekolojik hareket, anti-militarizm, feminizm, özyönetimcilik vb, sosyalizmin ol­mazsa olmaz temel programatik köşe taşlan değildir. Sosya­lizm açık ve dolaysız sınıfsal-siyasal karşıtlıklar temelinde kendisini kurarken, dolaylı ve örtük karşıtlıkları da aynı görüş açısıyla ele alır, sınıfsal-siyasal amacıyla örtüştüğü ve temel hedefine güç verdiği oranla bu gündemlere ilgi duyar, ilişkilenir. Tali sorunlar ola­rak siyasal-sınıfsal amaçlardan sapma tehlikesine karşı ideolojik duyarlılığını korur. Özyönetimcilik yeni moda sosyalizm karşıtlığının ve sivil toplumcu­luğun bir argümanıdır aslında. Aşağıdan yukarıya sosyalizmin inşası, yerel yönetimler aracılığıyla kamu hizmetinin örgütlenmesi, belediye sosyalizmi vb. ik­tidarsızlık teorileridir. Sosyalizm, siyasal-toplumsal-iktisadi formasyonları içeren bir sisteme dayanır ve merkezinde bir sınıfın durduğu bir siyasal iktidarı öngerektirir. “Bir siyasal örgütün iktidarı ele geçirip toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürmesi şeklindeki sosyalizm anlayışına” (Sonuç Bildirgesi) karşı çık­mak, şu ya da bu içerikte farklı anlayışların savunul­masından önce, iktidar kavramına karşı çıkmak an­lamına gelir. Bugünden bir iktidar bilincine sahip ol­maksızın, yarına dair bir iktidar modeli ortaya koymaksızın önüne ne gelirse gelsin, sosyalizm, sosya­lizm olmaktan çıkmış demektir. İktidarsız sosyaliz­min geleceği, ÖDP’nin geleceği kadardır.

ÖDP on yıl içinde yaşlanmış, eskimiş, modası geçmiştir. Ergülen TOP’un bildirdiğine göre, “bir yıl içerisinde tüzük ve program kurultayı yapmayı karar altına” almış. Bir kısmını kendi belge ve ya­yınlarına, bir kısmını ise öngörülerimize dayanarak öne sürdüğümüz fikirlerin, şayet yapılırsa tüzük ve program kurultayında tescil edileceğini iddia ediyo­ruz. İşte o zaman sol “yüklerinden” de kurtulacak ÖDP ve dört başı mamur liberal bir parti olarak Av­rupa Sol Partisine üye olacak, Avrupa Parlamento­sunda da arz-ı endam edecektir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist partileri ise eğip bükmeden, içeriğini yozlaştırmadan açık ve dolay­sız biçimde devrim ve sosyalizm mücadelelerini aralıksız sürdüreceklerdir. Tereddüde yer olmaksı­zın bir yanda 25 yıllık DY-ÖDP tarihi durmakta, bir yanda devrimci ve komünist hareketin tarihi. Başka bir dünya mümkün arayışının somut adresi, 21. yüzyıl sosyalizmidir. İşçiler, emekçiler, yoksullar, Kürt’ü-Türk’ü, Alevi’si-Sünni’si, Laz’ı-Arap’ı, kadını-erkeği ile tüm ezilenler gelecek düşlerini ve sos­yalizm özlemlerini Marksist Leninist komünistlerin saflarında örgütlenerek ve partileri önderliğinde mücadeleye atılarak gerçekleştirecekler, kazanacak­lardır.

Liberal solculuğun solla, sosyalizmle bir yakınlı­ğının olmadığını elbette ÖDP de biliyor. ÖDP’nin bilmesi gereken bir şey daha var; yeni sol liberal çiz­gisi ile Avrupa Birliğinin Türkiye’deki karargahı ol­maya soyunan ÖDP, bu toprakların devrimcileri ve sosyalistlerinin ideolojik mücadele oklarının hedefi olmaktan kurtulamayacaktır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi