28-29 Ocak 2005 kavgalı-gürültülü, yumruklu küfürlü, sandalyeli-silahlı bir kongrenin tarihiydi. Burjuva politikanın da dışına sürüklenen, içeriksiz, apolitik, lümpen anlayışın kongresi de kendinden menkul adli bir sokak kavgası düzeyinde olacaktır. Bahsettiğimiz CHP kongresidir. Ama konumuz ne CHP, ne de malum kongresi değildir.
Aynı günlerde Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin de kongresi vardı. 28-29-30 Ocak’ta ÖDP, 4. Olağan Konferans ve Kongresini gerçekleştirdi.
“Bahse girmeye gerek yok. Bugün bütün gazetelerin çoğu, köşe yazıları kongre değerlendirmelerinden oluşuyordur. Başlığı okuyunca benim de diğer köşe yazarları gibi (abç) CHP kurultayı hakkında yazdığımı düşündüyseniz, fena halde yanıldınız.” (Melih Pekdemir 31.01.05) Yanılıp yanılmadığımız bir yana, ama ÖDP için büyük talihsizlik! Kongre esnasında ve izleyen günlerde burjuva basın bütün renkleriyle CHP kurultayına odaklandı. ÖDP’nin kongresi ya hiç hatırlanmadı, ya da küçük haberlerle gözden uzak aralara sıkıştı. Medyanın yakın ilgisi ve desteğini her zaman yanında bulan, üstelik ilgiye mahzar olacak yöntem ve gündem bulmada pek mahir olan ÖDP’nin kongre haberlerinin hiç yapılmamışçasına araya gitmesine serzenişte bulunmasın da ne yapsın tüm ÖDP’liler gibi Melih Pekdemir de!
Çok öfkelendiği belli olan Pekdemir, CHP kurultayı ile kıyaslıyor kongrelerini; “hiç kimse genel başkanlarını rüşvetçi diye suçlama’mış, “hiç kimse yuhalanma’mış, “havalarda sandalyeler uçuşma’mış... Aynı kulvarda yer almamalarına karşın CHP ile karşılaştırmalı kongre anlatımı öfkeden olsa gerek. Burası bizi ilgilendirmiyor; ÖDP ve Pekdemir’in sorunu bu!... Kendi kongrelerinde yürütülen tartışmalarla ortaya çıkan tablonun hiç de iç açıcı olmadığını ise üç sözcükle ifade ediyor Pekdemir: “Durum hakikaten vahimdi!”
Madem durum böyle, o halde ne yapacağız “demişler” ve “bu soruya da delikanlıca cevaplar” vermişler. “Önce programımızı yeniden yapacağız! İsteyen buna yeni bir paradigma yaratacağız ya da zamana ve zemine uygun soldan ideolojik sağlayacağız” desinmiş; “örgütlenmemizi de, örgütlenme anlayışımızı da sil baştan yenileyeceğiz” demişler ve “birbirlerine söz” vermişler. M. Pekdemir’in kendi dilinden kongrenin özü özeti bu.
On yıl öncesinden kuruluşu hatırlanacaktır ÖDP’nin; 12 Eylül tasfiyeciliğinin dip noktasını temsil eden DY’den ÖDP’ye evrilme süreci örgütsel yenilgi, siyasal ve ideolojik tasfiyecilikte son insanına kadar neredeyse dağılmayı ifade eder. Revizyonist kampın yenilgisinin resmen ilanı 89-91 olaylarından sonra iyice derinleşen kriziyle DY, -kralın çıplak olup olmadığına karar verdikten sonra! ancak ‘94’te evrimin ilk “köklü” adımını ‘Aşkın ve Devrimin Partisinin kuruluşuyla atar. “Parti olmayan parti”, örgütsüzlük, merkezsiz-hiyerarşisiz tabandan tavana örgütlenme söylemleri, sivil toplumculuk, siyasal liberalizm vb. eklenebilecek burjuva liberalizminden aparılmış fikirlerle ilan edilir Özgürlük ve Dayanışma Partisi. Ne kadar dönek solcu, yorgun-bitkin, soluğu tükenmiş varsa “umut” olur onlara. Küçük burjuva ve orta sınıf aydın ve sanatçılardan liberallere kadar geniş bir yelpazede destek bulur, burjuva medya kucak açar...
Aynı dönemde Kuzey Kürdistan devrimi yayılıyor, rüzgarı Batıyı da etkiliyordu. Batıda devrimci hareket gelişiyor, militan çizgide bir antifaşist kitle hareketi mayalanıyordu. 94-95-96’da yükselişe geçen militan kitle hareketini devrimci parti ve örgütler kucaklamaya çalışıyor, bir yandan buradan beslenerek güç toplama, bir yandan hareketi yayma ve büyütmenin araç ve taktik arayışına yoğunlaşıyorlardı. Tam sırasıydı, burjuvazi ÖDP’ye sarıldı bu dönemde. Doğrusu ÖDP de karşılığını vermekten hiç imtina etmedi. Cömertçe sundu kendini burjuvaziye, layıkıyla oynadı rolünü.
İlk ağır lekeyi ‘95 Gazi Ayaklanmasında sürdü tarihine; karan önceden alınmış ve hazırlıkları tamamlanmış, aynı günlerde yapılacak olan emekçi memur eylemlerini iptal ettirdi. ilerici, devrimci kamuoyuna “sağduyu” çağrıları yaptı. ikinci lekeyi de ‘96 1 Mayısında burjuva medyanın 100 bini aşkın işçi-emekçinin katıldığı Kadıköy gösterisine vandalistler diye saldırmasına eşlik edip yardakçılık yaparak sürdü. Devrimci hareketle farklı kulvarlarda hareket ettiğini sürekli dile getiriyor, burjuvaziye farkını göstermek için her fırsatı kolluyordu. Somut her gelişmede devrimcilerle arasına mesafe koymayı, bağımsız politika oluşturmanın bir gereği saydı. ‘99 Şubatında Abdullah Öcalan’ın emperyalist ABD ve CIA’nın eliyle yakalanarak Türk faşizmine teslim edildiği dönemde, resmi ve sivil faşistlerce Kürt halkına karşı girişilen linç saldırılarında parti binalarını kilitleyip “ölü böcek” taklidi yaparak kayboldular ortalıktan. Avrupa’nın sahte gözyaşlarıyla özeleştiri istediği Ermeni soykırımı, varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi ırkçı-kafatasçı provokasyonları eleştirirken ÖDP, benzer bir kitlesel linçin eşiğinden dönen Kürtler söz konusu olduğunda reaksiyoner Türk milliyetçiliği, ırkçılığı ve şovenizmine ‘sorun çıkarmayarak’ soldan destek verdi.
Devrimci değerlerle hızla kopuştu; faşizmin infaz mangaları işkencede, sokakta, evde devrimcileri katlederken üç maymunu oynadı. Devrimci direniş ve mücadelelere, özellikle devrimci şiddet eylemlerine burjuva medyadan önce, kendileri ‘teşhir’ etti. Cezaevlerinde yaşanan toplu katliamlarda ve Ölüm Orucunda şehit düşenlere, “Bize mi sordunuz da Ölüm Orucuna gittiniz” diyebildi. Devrim şehitlerine karşı insani duyarlılık bile gösteremedi... En son 19 Aralık katliamı ve süren Ölüm Oruçlarına karşı aldığı tutum, ÖDP’nin, tutarlı demokrat ve insan hakları savunuculuğu çizgisinden de kopmuş olduğunu tescil etti. Bu noktadan sonra ÖDP, içinde kırıntı düzeyinde taşıdığı ilerici potansiyeli geri dönüşsüz biçimde tüketmiş olduğunu öncelikle sermaye oligarşisine kanıtlamış oldu... Kendi tercihidir, yolunu ayırır; ama açık ki bu çizginin sonu halktan ve devrimden söylem düzeyinde dahi kalmamacasına kopmak, burjuva kampa yamanmaktır. On yıllık ÖDP tarihinin devrimcilere mesafeli durması, hatta yer yer düşmanca tutumlar geliştirmesi ne kazandırmıştır ona? işte, aynı zamanda kongre delegesi olan DY önderliğinden fiili ÖDP önderliğine siyasette endamı bilinen zatın nihai saptaması: “Durum hakikaten vahimdi!”
Dağılmak için Birlik mi, "Umut" mu, Tükeniş mi?
Büyük iddialarla çıkmıştı ortaya! Komünistlerin Birliği hedefiyle yola çıkıp, Marksist Leninistlerin dört komünist örgütü birleştirerek Marksist Leninist teoriye bağlı illegal zeminde bir komünist parti kurmuş olmalarını görmezden gelerek, “Olmazı gerçekleştirdik, birçok akımın bir araya gelmesiyle ÖDP’yi kurduk” diyebilmiştir. On yıllık tarih ise başka bir şey anlatıyor; ÖDP, güçleri birleştiren değil, dağıtan bir parti olmuştur. Parti, en genel ve öz olarak irade ve eylem birliği demektir. ÖDP’yi oluşturan akımların bir araya gelişi “yan yana gelişti”, bir tür koalisyondu, hızla miadını doldurdu, hakikate döndü. DY geleneği, geride kalan iradesini teslim etmiş (nefesini teslim etmiş diye de okunabilir!) birkaç şahsiyetle birlikte ÖDP’yi yeniden kurmaktan söz ediyor şimdi.
“Solun dünya ölçeğinde yaşadığı krize cevap arayışının bir parçası olarak kurulan Özgürlük ve Dayanışma Partisi de bu inşa sürecinde -solun yeniden inşası kastediliyor, bn. Özgürlükçü Sosyalizm perspektifiyle önemli katkılar sunmuş, ancak son dönemde dünyada küreselleşme karşıtı hareketlerde yaşanan çekilmeye benzer bir çekilme ve içe kapanma yaşamaya başlamıştır.” (abç) (Öykü POLAT 05.02.05)
Sözcüklerle oynamanın yararı yok! Gerçek, söylenenlerden her zaman daha devrimcidir. ÖDP, “solun dünya ölçeğinde yaşadığı krize cevap arayışının bir parçası olarak” kurulmamıştır. Siyasal-örgütsel yanını yukarıda özetlemiştik, ÖDP, revizyonizmin iflasının ve o günkü koşullarda sosyalist ve sosyalizan hareketlerin ideolojik krizinden doğmuştur. Açıktır ki, her kriz devrimci patlamalara yol açmaz, bazen içe doğru patlar. Patlama, hızlı yanma demektir. Hızlı yanma, içerdeki enerjiyi, yanı oksijeni bir anda yok eder. ÖDP’nin yaşadığı budur. ÖDP, içe patlama ile DY’den kalan son oksijeni de yakmış, yaşam enerjisini tüketmiştir.
ÖDP’nin “çekilme ve içe kapanma” diye yumuşatılan yaşam fonksiyonlarının durma nedeni, “küreselleşme karşıtı hareketlerde yaşanan çekilme” değildir. Bir yandan “solun dünya ölçeğinde yeniden inşa edilmesinin parçası” diye bir illiyet bağı kuracaksınız, diğer yandan iddia edilenin aksine küreselleşme karşıtı hareketin yayılması ve yer yer radikalleşmesine karşın sırf ÖDP’nin tükenişini dış olgulara bağlamak için gerçeği çarpıtacaksınız. “Özgürlükçü Sosyalizm perspektifini Türkiye siyasi hayatında var etmeye başlamış, ancak bu durum özellikle küreselleşme sürecinin etkilerinin ve dönüşümüne yanıt üretilemeyince kaybolarak ÖDP kabuğuna çekilmiştir. Kabuğa çekilme hali etkisizliği getirse de bu, potansiyel kaybı ve yok olma anlamına gelmemektedir. ÖDP’nin dipten ve derinden geldiği söylenemese de, Türkiye’de sol siyaset ulusalcılık-vatanseverlik temelinde belirlenirken, emek eksenli, ulusalcılığın dar sınırlarına sıkışmayan özgürlükçü bir perspektifin hayata geçirilmesi noktasında umut vaat etmektedir. Bu anlamda ÖDP, özgürlükçü siyasetin merkezini işgal etmeye devam etmektedir.” (abç) (Öykü POLAT 05.02.05) ÖDP’nin işi çok zor! Öykü Polat’ın işi daha da zor! Bir yandan gerçekler acı acı söyletirken, bir yandan ‘ancak’larla, ‘ama’larla ÖDP’nin hala (evet hala!) umut vaat ediyor olduğunu umut ediyor! Aslında yukarıda söyledikleriyle Öykü Polat, ÖDP’nin bitişini kabulleniyor. Son cümlelerinin bir inandırıcılığı yok, “adettendir”, söylenir!
Ergülen TOP, daha dikkatli, daha derinden analizler yapıyor. “ÖDP’nin kurulduğu dönem ile bugün arasında bir fark var. Sosyalizmin yenilgisi döneminde kurulduk. O dönemdeki tartışmalar ve hassasiyetler farklıydı. Bugün dünya çapında kapitalizme karşı bir arayış sürüyor. Antikapitalist mücadele dünya çapında büyüyor. Sol hareketler gelişiyor. -ÖDP neden gelişmiyor?! bn. Küresel adalet hareketleri her ülkede mevzi kazanıyor. O nedenle bugün, solun ve ÖDP’nin büyüyebileceği nesnel ortam daha elverişli.” (Ergülen TOP 27.01.05)
Bu düşünceler kongre öncesi ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Alper TAŞ ile yapılan röportajda dile getiriliyor. E. Top’un yazısına ileride tekrar döneceğiz, burada Ö. Polat’ın ÖDP’nin tükenişine dair gerekçelerini elinden aldığını sergilemekle yetinelim şimdilik. Yine de bir noktayı atlamamak gerektiğini söylemeliyiz: Kongre hazırlık aşamasında delegelere bir tür mesaj anlamı taşıyan yazı-röportaj (E. TOP), kongre sonrası ortaya çıkan manzara karşısında durumu kurtaracak gerekçe bulmada zorlanan ruh haline (Öykü Polat) bir fayda sağlamamış.
Ayinesi İştir Kişinin
ÖDP, malumun ilanı ile birlikte yeni bir rota çizmiş 4. Kongrede, bir yeniden yapılanma hedefi koymuş önüne. Bir geçmiş muhasebesi yok, özeleştiri yok, hesaplaşma yok! 80 sonrası 15 yılı bulan örgütsüzlüğün ardından “beklememize değdi” babında ÖDP’nin kuruluşuna sarıldılar. Bir on yıl daha geçti, ortada kocaman bir hiç! Toplumda 25 yıllık başarısızlık ve bitişin tarihidir bu! 25 yılda nereden nereye geldiniz? 25 yılda Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bir devrim başladı-yenildi, antifaşist kitle hareketi yükseldi-geriledi, devrimci partiler güçlendi-zayıfladı, devrim mücadelesi aralıksız can bedeli sürdü mevziler kazanıldı-kaybedildi, lokal dönemsel başarılar elde edildi, siyasal özgürlük ve demokrasi mücadelesinde mevzi mevzi direnerek bugüne geldi toplumsal muhalefet... Kopenhag Kriterleri diye Türk faşizminin yerine getirmek zorunda kaldığı yasal bazı düzenlemelerin arkasında, yürütülen bu mücadelenin ulusal/uluslararası düzeyde yarattığı büyük basınç vardır. AB’nin demokrasi severliği ya da Türk egemenlerinin Batı hayranlığı değildir bu değişimi zorlayan... Siz ne yaptınız, neresinde durdunuz, katkınız ne oldu geçen 25 yılda? “Durum hakikaten vahim!” 25 yıl sonra mı farkettiniz vahameti! 25 yıllık siyasal sefaletten sonra bu halk niye itibar etsin size? “Bize şimdilik kulak vermeyen halkımızın da canı sağ olsun” diye halka sitem eden zata, “Bu yazıyı ‘solculuk adına’ hangi yüzle yazabildin” diye, bu halkın asıl sana/size sorması gerekmiyor mu? Bu ne yüzsüzlük!
“Kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan başta CHP olmak üzere diğer partiler, sosyal haklar ve demokratikleşme konusunda emekten, toplumdan yana bir tavır almak yerine milliyetçi, statükocu ve piyasacı bir çizgiyi benimsiyorlar. Sosyal demokrasideki bu gerileme ve kimlik yitimi süreci, kısır liderlik ve rant kavgalarına yol açıyor. Sosyalist solun bir kesimi de milliyetçi ve statükocu pozisyonlara savruluyor. Bu da solun bir seçenek olarak kendisini yeniden inşa etmesinin önünde engel oluşturuyor.
“Bu süreç, emek örgütleri başta olmak üzere toplumsal muhalefeti de etkilemekte, zaten var olan dağınıklığı daha da artırmaktadır. Sürece uzun vadeli çıkarları açısından müdahale etmek yerine, neoliberal politikalar karşısında gündelik savrulmayla sınırlı bir müdahale sürecine savrulmalarına neden oluyor.” (4. Kongre Sonuç Bildirgesi)
Okur “bu süreçte” ÖDP’nin rolünün ne olduğunu bulamaz, yoktur çünkü. CHP’den “emekten, toplumdan yana tavır” almasını bekler, göremeyince CHP’yi suçlar. “Sosyal demokrasideki gerileme ve kimlik yitimi”nden söz ettiğine göre, Türkiye’deki sosyal demokrat partilerden bir zamanlar ilerlemeden, emekten, toplumdan, demokratikleşmeden vb. yana oldukları sonucu çıkıyor. Onlar ÖDP’yi de geriye (mi?) çekmiş oluyorlar. “Sosyalist solun bir kesimi milliyetçi ve statükocu pozisyona savruluyor” derken, aklımıza ilk gelen karşıdevrimci İP ve sosyal şoven TKP oluyor. Bunların toplumsal muhalefet üzerindeki etkileri nedir ki, solun bir seçenek olarak kendisini yeniden inşa etmesinin önünde engel oluştursunlar. Kaldı ki her iki partiyi toplasak etki düzeyleri kendi kulvarları ile sınırlıdır. Niye bu kadar abartılı rol biçiliyor o halde?
“Emek örgütlerinin uzun vadeli çıkarları yerine, gündelik savrulmayla sınırlı” kalmalarından ÖDP kimi sorumlu tutabilir?
90’ların başından itibaren az çok istikrarlı, zaman zaman militan çıkışlarla bugüne kesintisiz gelen emekçi memur hareketinin bugünkü güçten düşmüş, kitlesine yabancılaşmış, günden güne üye kaybeden KESK, hangi “uzun vadeli çıkarlara” dönük politikanın ürünüdür? Kitle sendikacılığı söylemiyle hareketi dar sendikal sınırlara hapseden kimdir? Emekçi memur kitlesinin aşağıdan zorlaması durumunda bile hareketi geri çekmek için elindeki olanakları devreye sokan, KESK içindeki ÖDP’liler değil mi? Fiili meşru mücadele ile kazanılan mevziler ve meşru eylem çizgisi, icazetli çizgiye teslim edilmedi mi? Son aylarda yeniden gündemleşen Eğitim-Sen tüzüğündeki “anadilde eğitim hakkını savunur” gerekçesiyle sendikanın kapatılması ilk gündeme geldiğinde ÖDP, bu zeminde direnmek ve anadilde eğitimin bir hak olduğunu savunmak yerine, tüzüğü değiştirme önerisi yapmadı mı? (Bu icazetçi-teslimiyetçi öneriye karşı sendika bünyesinde bulunan yurtsever ve devrimci eğitim emekçilerinin anadilde eğitim hakkını kararlılıkla savunmaları ÖDP’ye sosyal şoven çizgide geri adım attırırken, haklı ve meşru direnişle rejime de geri adım attırdılar). Kuruluşunda en ağır bedeli göze alan ilerici-devrimci memurlar, ÖDP’nin çabalarıyla yönetimlerden dışlanmadı mı? Genel kurullarda ÖDP’nin ittifak anlayışıyla şimdi yakınlığı CHP’li, iP’li düzen içi, hatta karşı devrimci anlayışlarla devrimci ve ilericilerin tasfiyesinde ortaklaşmıyor muydu? Emekçi memur hareketini uzun vadeli çıkarları için mücadeleye seferber edecek politik kuvvetler CHP’liler, IP’liler miydi; devrimci, ilerici, demokratlar mıydı? “Uzun vadeli çıkarlar”, ekonomik-demokratik taleplerin politik taleplerle birleşmesini gerektirmez mi? Kitle hareketinin politikleşmesini engellemeye dönük sendikal çizginin bugün ortadaki tablodan şikayet etmesi değil, “övünmesi” gerekmez mi? Parti olarak politik refleksi gösteremeyen, anlamlı bir politik çıkış sergileyemeyen, politik duruşuyla kimlik edinemeyen ÖDP, varlığını KESK’e bağlayarak, onun üzerinden siyasal-örgütsel yaşamını idame ettirmedi mi? İşte on yıllık tarih; genel, soyut, afaki tartışma değil, somut olarak koysunlar ortaya: İdeolojik olarak ne kattınız sola? Siyasal alanda ne kazandırdınız topluma? Örgütsel alanda yarattığınız mevzi var mı? KESK mi? Geçiniz! Bütün zayıflık ve zaaflarına karşın KESK, size rağmen emekçi memurların ekonomik-demokratik mevzisi olarak kalmayı başarabilmiştir!
Toplumsal Hareketler ve Öncüde Somutlaşan Politik İrade Sorunu
“Bugün sosyalist hareket açısından en önemli sorunu, ciddi bir toplumsal muhalefet hareketinin yaratılamamasında görür ve toplumsal-siyasal mücadele bütünlüğünü gözeterek toplumsal muhalefeti aşağıdan yukarıya yeniden inşa etmeyi ve toplumsal hareketler yaratmayı hedefler.” (Sonuç Bildirgesi) Toplumsal muhalefet hareketleri, onunla ilişkilenme çabası içine giren hemen her siyasal yapıyı güçlendirir. Genel bir olgudur bu ve politikanın alfabesidir, kendiliğinden kitle hareketi işçi sınıfı merkezli olsun, küçük üretici veya esnaf merkezli olsun, emekçi memur ya da gençlik merkezli olsun, demokrat partilerden reformistlere, yasal partilerden illegal devrimci partilere kadar değişik tandansta siyasi yapıların yönlendiriciliğine açıktır. Devrimci hareketin ağırlıklı olarak 80 sonrası döneme dair yaptığı tespitler, toplumsal muhalefet ya da daha net ifade edersek, kitle hareketinin ileriliğinin avantaj-dezavantajları tartışmaları yeni değildir. Bu tespitin ÖDP bakımından anlamı ise politik iddia sahibi bir partinin, kitle hareketiyle ilişkilenmenin zorunluluğunu “keşfetmiş” olmasıyla sınırlıdır. Sonuç Bildirgesinde “toplumsal-siyasal mücadele bütünlüğü gözetme” vurgusuna karşın ÖDP’nin kitle hareketlerinin politikleştirilmesi görüş açısını benimsemiş olabileceği konusunda iyimser olamıyoruz. Solculuk adına sol olan, militan olan ne varsa ona savaş açan bir ÖDP tarihi var ortada. ÖDP tarzı siyaset, siyasetsiz solculuk, solcu olmayan bir siyasettir; solun siyasetten tasfiyesidir. Solculuk yapmadan toplumsal muhalefet hareketi yaratmanın bir formülü yoktur, ÖDP’nin de solculuk yapmaya niyeti ve takadı!
Son yıllarda (90’ların başlarına kadar uzatılabilir) belli talepler üzerinden veya belli gündemlere odaklanan toplumsal ve/veya kitle hareketlerinin karakteri özgündür.
Kendiliğinden kitle hareketlerinin patlama aralıkları giderek açılmış, sıklığı azalmış, kitle tabanı daralmış, militan karakteri aşınmıştır. Devrimci, ilerici hareketi (ilerici, reformist, yasal partileri de katabiliriz) besleyecek, güç katacak, sponton çizgiden saptanmış hedeflere yönlendirilecek türden hareketler tarihe karşıtı. Nesnel koşulların bütün elverişliliğine, potansiyel olanaklarının cezbedici birikimine karşın sendikalar güç kaybediyor, demokratik kitle örgütleri hedef kitlesinin genişliğine rağmen taban bulamıyor. Yasal partiler örgütlenmesinin önündeki engellerin önemli ölçüde kalkmış olmasına karşın güç olamıyor, kitleselleşemiyorlar. Yoksulluğun-açlığın kitlesel boyutlarda olduğu bir coğrafyada yoksulluk karşıtı bir hareket gelişemiyor, işsizliğin kronik kitlesel boyutlara ulaştığı koşullarda işsizlik karşıtı bir hareket —bazı cılız girişimlere rağmen gelişmiyor. Örgütsüz işçiler arasında sendikal örgütlenme arayış ve girişimleri dahi tekil örnekler olarak kalıyor. İç siyasal koşulların yanında uluslararası gündemlerde de aynı sonuçla karşılaşırız. Emperyalist küreselleşme karşıtı hareketin Avrupa ve bazı başka ülkelerde yüzbinlerle anılırken, coğrafyamızda yankısını bulmaması tipiktir. Emperyalist savaş karşıtlığında yüzbinler ayağa kalkarken, bizde en iyi ihtimalle birkaç onbinle sınırlı kalması örnektir. ABD karşıtlığının %80’lerde olduğu koşullarda, bu tepkinin birkaç yüzbinle meydanlara yansımamasının yanıtı da aynıdır. Kitle hareketinin karakteri yeniden tanımlanmayı gerektiriyor artık. Siyasal koşulların baskılanmasının yanında, tarihsel seyriyle birlikte irdelenmeyi hak eden bir olgu haline gelmiştir.
Sonuç şudur: politik bir iddia sahibiyseniz, öncelikle ve esas olarak kendi imkanlarınızla, ama en başta bir politik irade sergileyerek ancak kitlelerle buluşabilir ve seferber edebilirsiniz. İradi müdahale kavramı dünle kıyaslanmayacak düzeyde belirleyici duruma gelmiştir verili koşullarda. Bu, özne olmak demektir. Aydınlatan, bilinçlendiren, uyaran, sarsan, örgütleyen ve harekete geçiren irade demektir. Doğaldır ki, kitleye bilincin dışarıdan taşınması anlamına gelir bu, üstelik bilinç taşımayla sınırlandırmaz kendisini, hedef gösterir ve harekete geçer.
“ÖDP’yi toplumsal hareketin içerisinde yeniden kuracağız” diyor Alper TAŞ, Ergülen TOP’la röportajında. Kongre öncesi ifade edilen bu düşünceler, Sonuç Bildirgesinde aynı anlama gelmek üzere “toplumsal muhalefeti aşağıdan yukarıya yeniden inşa etmeyi ve toplumsal hareketler yaratmayı hedefler” biçiminde karar haline gelmiş. Yukarıda yazılan gerekliliklere karşılık gelen bir anlam yakınlığı yoktur bu ifadelerde. Sonuç Bildirgesi, politik özne, ondan da önemlisi politik öncü misyonu biçmiyor ÖDP’ye. Değişen bir şey yoktur ÖDP’de, ekonomizm, reformizm çizgisinde daha da geriye düşmüş, siyasal liberalizme gerilemiştir. Kitle çizgisi anlayışındaki kuyrukçuluk, geri bilince seslenme, kendiliğindencilik hiçbir eleştiri konusu olmamış, aynı kavramlar on yıl önce nasıl kullanıldıysa tekrarlanmıştır.
AB Yolunda ÖDP
ÖDP 4. Kongresiyle Avrupa liberalizmine doğru geriye parende atmış, Avrupa’ya dönük yüzünü AB’ci solculuk çizgisiyle derinleştirmiştir. 2004 yılının gündemine AB tartışmaları damgasını vurdu. Türk sermayesinin ana gövdesinin dünyaya açılma, uluslararası sermayeye entegrasyonunun bir adımı olarak AB’ye girme uğraşında yedeklediği güçlerden birisi de ÖDP’dir. ÖDP, kuruluşundan bugüne ideolojik kimlik bunalımı, siyasal çizgi tutarsızlığı, örgütsel parçalılık durumu trajik bitiş noktasında eşiğe gelmiştir. AB’ye Evet, ÖDP’nin geleceğinde tek umuttur. Kongre Sonuç Bildirgesinin yansıttığı kadarıyla ÖDP’nin yüzünü Avrupa liberalizmine döndüğü, siyasal örgütsel varlığını ‘Avrupai’ çizgide yeniden tanımladığı görülüyor. Yeni siyasal zemini tarif ederken Alper TAŞ, “Emeğin Avrupa’sı Projesi, Avrupa’daki sosyalist, ekolojist, savaş karşıtı, feminist güçlerle birlikte inşa eden; Avrupa Birliği müzakere sürecini bir mücadele süreci olarak tasarlayan ve bu talepleri dillendiren bir ÖDP göreceğiz” diyor. Kongrede yeniden başkan seçilen Hayrı Kozanoğlu da, “ÖDP, Emeğin Avrupa’sını, sosyal bir Avrupa’yı savunurken enternasyonalist anlayışını Avrupa antikapitalist sol partileri ve Avrupa Sol Partisi ile birlikte somutluyor” diyerek, yeni yol arkadaşlarının isimlerini de veriyor.
Küreselleşme karşıtı hareketle savaş karşıtı hareket, dinamikleri hemen hemen aynı olsa da, toplamında Avrupa’nın en güçlü kitlesel hareketleri durumundadır. Her iki hareketin somut gelişmelere güncel olarak müdahale etmede uluslararası mekanizmaları da mevcut. IMF, DTÖ, DB, G-8, G-20 gibi emperyalist sermaye kurumlan ve BM, NATO, OECD gibi siyasi, askeri kuramların toplantıları ve kararlarına karşı bu mekanizmaları aracılığıyla gösterdiği refleksler önemli bir basınç oluşturmayı başarmaktadır. DSF, ASF ve diğer bazı uluslararası katılımlarla örgütlenen periyodik ya da gündemsel toplantılarda giderek hedef belirleme, yön tayini sorunları daha fazla tartışılmakta, ‘Başka bir dünya mümkün’ arayışı, yanıtını sosyalizm çağrısıyla giderek genişleyen katılımla somutlamakta. Ağırlıklı olarak Avrupa merkezli süren tartışmalara Türkiye Devrimci Hareketi Avrupa’daki örgütlülükleri ile sınırlı katılımlarla yetiniyor. Ülke içinden güçlü katılımların sağlanması ise bir dizi nedenle sağlanamamakta.
ÖDP’nin Kongre kararlarıyla birlikte siyasetini bu hareketlere odaklayacağı ve programının merkezine de bunları koyacağı anlaşılıyor.
DY geleneğinden itibaren son 25 yıllık tarihte ÖDP’nin örgütlü kitlelerini seferber ederek gelişmesinde rol oynadığı bir toplumsal muhalefet ve toplumsal hareket örneği yoktur. (28 Şubat sürecindeki ‘Ne Refahyol, Ne Hazırol’ eylemleri somut bir hedefe bağlanmadığı, kitlesine bir seçenek sunmadığı için, hatta bilinçli olarak MGK rejimi üzerine yürüme kararlılığını boşalttığı için ne ÖDP tabanında, ne hedef kitlesinde bir bilinç açıklığı yaratmış, oportünist muhalefet görüntüsünü aşamamıştır. Susurluk sürecinde ise kontrgerilla devletinin açığa çıkan çürümüşlüğüne büyük tepki gösteren hazır bir kitle olmasına karşın ÖDP, bu tepkinin içeriğini boşaltıcı süpürme, yıkama gibi medyatik şovlarla yetinmiştir. Aynı dönemde ‘aydınlık için bir dakika karanlık’ eylemleri ve bu çerçevede gerçekleştirilen gösterilerde devrimci hareketlerin kontrgerilla devletinden hesap sorma kararlılığı ile ÖDP’nin siyasetsiz, içeriksiz şovları, medyada kendinden söz ettirme çabaları hafızalardadır).
ÖDP, kendi dışında gelişen hareketlere ya seyirci kalır, küçümser, karşı çıkar ya da geriye çekmek, yönünü saptırmak için dahil olur. Bu rolünü ise esas olarak örgütlü olduğu emekçi memur hareketi üzerinde oynar. Hazır gelişen bir hareket varsa, medyatik şov fırsatı olursa, ÖDP mutlaka vardır o hareket içinde. Yeni dalga olarak gelişen küreselleşme karşıtı hareket bu anlamda ÖDP için can simididir. Kendisini yeniden inşa edeceği toplumsal hareketin adresi burasıdır.
Savaş karşıtı hareket görece konjonktürel bir karakter taşıyor, dönemsel refleks göstererek harekete katılmasının asıl amacı sonradan ortaya çıktı. Geniş bir bileşimle kurulan Emperyalist Savaş Karşıtı Birlikken ayrılmasının gerekçesi kimseyi ikna etmemiştir. Irak’ta Saddam’ın yenilgisinden sonra savaşın sona erdiği, Birlik’in işlevini tamamladığı, dağılması gerektiği savlarına karşılık savaşın işgale dönüşerek sürdüğü koşullarda birliğin Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birlik olarak sürmesi önerilerini reddederek ayrılması, ama hemen ardından bazı aydın ve sanatçıları da yedekleyerek BAK yapılanmasıyla (Barış ve Adalet Koalisyonu) süreci yalnız sürdürmeyi tercih etmesi, Türkiye’de oluşturulan BAK’ın Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun bir ayağı olduğu düşünüldüğünde, birlikte yürümek istediği kuvvetler hakkında bir fikir vermektedir. Bugün kongre karan haline gelen Avrupa Birlikçi çizginin başlangıcı bu adımlarla atılmıştır.
Hangi Avrupa ile Nasıl Bir Avrupa Birliği
“Emeğin Avrupa’sı perspektifiyle bugünkü sermaye hegemonyasına dayalı birlik projesini reddeder, Avrupa’nın mevcut bütünleşme sürecini neoliberal bir yeniden yapılanma projesi olarak görür ve Avrupa’nın devrimci dönüşümünden yana tavır koyar. (...) AB uyum sürecinin tüm gündemine emekçiler ve ezilenler adına müdahaleyi ertelenemez bir görev olarak önüne koyar.” (Sonuç Bildirgesi)
Avrupa Birliğinin açık bir tanımı yoktur burada. AB kimin, neyin birliğidir? Tekellerin birliği midir? Emperyalist bir birlik midir? “Sermaye hegemonyasına dayalı birlik projesini reddeder” demenin bir anlamı yoktur! AB’de bir hegemonya mücadelesi vardır, ama bu ÖDP’nin sandığı gibi bir yanında sermayenin, bir yanında emeğin durduğu bir hegemonya mücadelesi değildir. Gerçek anlamda emeğin Avrupa’sı, AB hegemonya mücadelesi ve tartışması dışındadır. Tekeller arası, emperyalistler arası bir hegemonya mücadelesi vardır AB’de. “Avrupa’nın mevcut bütünleşme sürecini neoliberal bir yeniden yapılanma projesi olarak görür.” ÖDP, Avrupa Birliğini kuruluşundan itibaren geldiği gibi ekonomik bir birlik olarak görüyor, eleştirdiği yanlar da sermaye hegemonyasıdır, neoliberal yeniden yapılanmadır... 50’li yıllarda demir ve çelik tröstleri birliğinden AET’ye, oradan AB’ye ekonomik birlikten siyasal birlik aşamasına gelmiştir Avrupa. Bugün yeni üyeliklerle birlikte AB’nin genişlemesi ekonomik-siyasi çerçevede tartışılırken, AB içi tartışmalarda ise siyasi çerçeve öne çıkmaktadır. ÖDP’nin açmazlarından birisi budur, ancak tutarsızlığı göze almaktan başka çaresi de yoktur. ODP, Avrupa entegrasyonunun AB içi perspektifiyle ele alıyor, kendini AB içi parti olarak görüyor. Buna rağmen AB’nin siyasi tanımından özenle ve ısrarla kaçmıyor. Avrupa merkezli kararlarla şekillenen Sonuç Bildirgesi’nin hiçbir yerinde AB’nin siyasi tanımına rastlayamazsınız.
“Avrupa’nın devrimci dönüşümünden yana tavır koymak”, içeriği olmayan boş sözlerdir. AB’de sermaye hegemonyasına neoliberal yeniden yapılanmaya karşı çıkmanın “devrimci dönüşümle bir ilgisi yoktur. Tıpkı “kapitalist küreselleşmeye” karşı çıkmanın “antikapitalist ideolojik-politik hattın adı” ile bir ilgisinin olmadığı gibi. AB, sermayenin Avrupa’sı ile emeğin Avrupa’sının hegemonya mücadelesi yürüttükleri bir siyasal-ekonomik platform değildir. Gerçekten emeğin Avrupa’sını savunuyor ve bunda ciddi ve samimi iseniz, sermayenin birliği olan AB’ye karşı çıkmakla işe başlamak zorundasınız. Yoksa, “Avrupa’nın devrimci dönüşümünden”, AB’yi devrimcileştireceğinizi mi kastetmek istiyorsunuz?! Avrupa emperyalistleri siyasi-ekonomik birliğe bugün ihtiyaç duyuyorlarsa AB vardır, yarın çıkarları birleşik bir ‘Avrupa Devleti’ni gerektirirse onu da kurarlar. Emeğin Avrupa’sı ise emperyalist birliğe emeğin birliğini temsil edecek yapılanmalarla karşı koyabilir ancak. Bugüne kadarki sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı mücadele araçları içerisinde emeğin birliğini uluslararası en ileri düzeyde Enternasyonaller temsil etmiştir. ÖDP kendini enternasyonalist olarak tanımlıyor, ama bir enternasyonal işçi birliği ya da adı önemli değil, emeğin uluslararası birliği rolünü oynayacak bir direniş ve mücadele mevzisi oluşturma görüş açısı koymuyor ortaya. “Kapitalist küreselleşmeye karşı mücadelenin ancak yerel, bölgesel ve küresel ölçekteki mücadele ve direnişlerin birbirini tamamlaması ile gerçekleşebileceğini savunur.” (Sonuç Bildirgesi) Yine söz kalabalığı! Hangi araçlarla, hangi yoldan, nasıl bir mücadele ve direnişin yanıtı yoktur. Sözü edilen “direniş ve mücadelenin” birbirini tamamlayacağı platform Avrupa Parlamentosu, buraya girmenin aracı da Avrupa Sol Partisi’dir. “Emeğin Avrupa’sı mücadelesiyle Emeğin Türkiye’si mücadelesini, başka bir dünya için verilen mücadelenin ayrılmaz parçası olarak görür. Bu bağlamda Avrupa Antikapitalist Partiler Konferansı ve Avrupa Sol Partisi üyesi dost devrimci güçlerle ortak mücadele ve dayanışmayı hedefler.” (Sonuç Bildirgesi) Avrupa Sol Partisinin bileşimi, niteliği, ‘programı reddeden programının’ içeriği, bir araya geliş amacı, hedefleri vs. kuşkusuz başka bir yazının konusu olmalıdır. Yalnızca yukarıda sözünü ettiğimiz anlamda bir birlik olmadığını, emeğin Avrupa’sı için emeğin uluslararası birliği gibi bir rol-işlev yüklenmediğini, amacının Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilmeyle sınırlı olduğunu, sosyal demokratlaşan ve karşı devrimcileşen Euro-komünistlerin kulübü olduğunu, bizim anladığımız anlamda Avrupa emperyalizmini karşısına alarak ve yine bizim anladığımız anlamda emeğin Avrupa’sını yaratma diye bir hedefinin olmadığını belirtmekle yetinelim. Avrupa Sol Partisi (ASP), dışarıdan partilere kapalı olmamakla birlikte kendisini, AB üye ve aday ülkelerin her renkten sol partilerinin ve siyasi örgütlerin —birliği olarak değil! “esnek, merkezi olmayan ortaklığı” olarak tanımlamaktadır ve ODP bu “ortaklığa” gözlemci sıfatı ile ilk adımını atmıştır. ÖDP işte bu esnek, merkezi olmayan ortaklıkla birlikte “Avrupa’nın devrimci dönüşümüne” katkıda bulunacak, “Emeğin Avrupa’sını” yaratacak!
BM-AB Plan ve Projelerinden ÖDP Programına
ÖDP’nin “Emeğin Türkiye’si mücadelesi”, “Kıbrıs çözümü”, “Kürt sorununda çözüm önerileri”, “tarımda dönüşüm programı”, “yerel yönetim anlayışı”, “solun yeniden inşası”, “çeşitli toplumsal kesimlerin örgütlenme politikası” ve “toplumsal hareketler yaratma” görüş açısı, Avrupa merkezli siyasete odaklanmıştır. “Ulusal ya da ulusalcı” çözümlere karşı çıkmak ve “enternasyonalizm” adına tüm politikalarını Avrupa perspektifine bağlı olarak yeniden oluşturmaktadır. “ÖDP’yi yeniden kurma” kararının arka planında AB ile ortaya çıkan “yeni olanakları” değerlendirme, AB uyum sürecine soldan katılarak destek verme durmakta; zayıflayan toplumsal tabanını ve işlevsizleşen, dağılmayla yüz yüze olan örgüt iskeletini %70 AB taraftan olduğu savlanan faşist ve ceberut devlet geleneğine öfke duyan; siyasal özgürlük ve demokrasi özlemlerini AB’de bulma umudu taşıyan; Alevi inanca mensup olup mezhep ayrımcılığından kaynaklı inanç özgürlüğü ve eşit haklar talebine AB sayesinde kavuşacağına inanan toplumsal kesimlerin; yenilen ama siyasal-ulusal taleplerini geri çekerek ulusal-kültürel taleplerle ulusal kimliğini sömürgeci rejime dayatan, esas olarak taleplerini AB sayesinde edilebileceğine inanan Kürt halkının; işsizlik ve yoksulluğun-açlığın çaresizliğinde kıvrananların AB kapısında iş, ekmek, özgürlük bulacağını düşünen Kürt, Türk ve ezilen diğer işçi ve emekçi milyonların; geniş orta sınıf mensubu kitlelerin konumunu yitirme korkusu olan ya da iyileştirme beklentisi içindeki kesimlerin AB taraftarlığı rüzgarıyla toparlamak, yedeklemek, ayağa kaldırmak istemektedir.
Kıbrıs çözümünde “iki toplumlu, iki bölgeli, federasyona dayalı barışçıl bir çözüm”ü ve “Kıbrıslı Türk ve Rum toplumlarının verdiği bir arada yaşama” kararını destekliyor, savunuyor. Adanın fiilen ve resmen bölünmesine yol açan emperyalist devletlerin bugün çözüm diye ortaya koydukları planın aynısıdır bu! Kıbrıs’ta sorun yalnızca iki halkın “bir arada barış içinde yaşaması” değildir. Adanın her iki kesiminin bağımsızlık sorunu vardır ve çözümsüzlüğün temelinde Ada halklarının nasıl yaşayacaklarına bağımsız iradeleriyle karar verebilme olanaklarının tanınmamasıdır. AB ve ABD emperyalistlerinin BM eliyle ortaya koydukları planı onaylayan ÖDP, bu politikasıyla adanın Yunan ve Türk sömürgeciliğinin elinden alınıp bütünüyle AB emperyalistlerinin (ve ABD’nin) fiili sömürgesi olmasını savunmaktadır.
Kürt sorunu, kuruluşundan itibaren ÖDP’nin en büyük “baş ağrısı” olmuştur. Genelkurmay ve Türk ırkçı-şovenizmiyle karşı karşıya gelmeyi göze alamamış, nesnel olarak şovenizme yedeklenmiş, somut parti politikaları ile ise sosyal şoven çizgide hareket etmiştir. Kitlesel katliam, faili meçhuller, gözaltında kayıplar, köy yakmalar, zorla göç ettirmeler vb. Genelkurmayın kirli savaş politikaları karşısında, sıradan tutarlı bir demokratın sorumluluğunu dahi sergilememiştir. Sosyal şoven çizgiden taviz vermektense, partinin bölünmesini göze almıştır. Tek tek tavır alıp kopanların dışında en büyük ve soldan tavır alarak bölünme, Kürt sorunu ekseninde yaşanmıştır ÖDP’de.
Bugün Kürt sorununun çözümünü “alttan kısıtlı adımların uygulamaya yansıtılması”, “siyasi genel af’, “zorunlu göçe tabi tutulanların geri dönme taleplerinin gerçekleştirilmesi ve zararlarının tazmin edilerek insanca yaşam koşullarının sağlanmasını savunma”dan ibaret görüyor. Genlerinde taşıdığı sosyal şovenizm, Kürt sorununda ÖDP’nin AB resmi politikalarından dahi geri noktada olmasını koşullandırıyor.
Tarımda dönüşüm programı AB’nin aday ülke olarak Türkiye tarımına ilişkin planına bağlıdır. “ÖDP, tarım alanında sermayenin karlılık kriterlerine göre değil, tarımsal yaşamın tüm unsurlarını, insanları, hayvanları, toprağı bir bütün olarak gören, tarımı bir yaşam biçimi olarak kabul eden, verimlilik ve ekolojiyi birlikte ele alan bir tarım dönüşüm programını üretir.” (Sonuç Bildirgesi)
Nedir bu “tarım dönüşüm programı”, somut değildir.
‘95’te Gümrük Birliğinin kabulüyle birlikte “tarımda ve sanayide uyum ve dönüşüm sorunu” Türk egemenleri ve AB tekellerinin sürekli gündeminde oldu. Türkiye’de tarım, ağırlıklı olarak küçük ve orta ölçekli üreticiler tarafından geri teknoloji ile gerçekleştirilmektedir. Tarımda istihdam olunan nüfusun kırsal kesimde yaşayan toplam nüfusa oranı ve yine tarımda istihdam edilen nüfusun çalışabilir toplam nüfus içindeki oranı, Avrupa rakamlarıyla ters orantılıdır. Tarımdan elde edilen GSMH’nin istihdam ettiği nüfusa oranı ile bu istihdamın ülke GSMH içinde yarattığı katma değer ve GSMH’deki payı da Avrupa ile kıyaslandığında büyük farklılıklar göstermektedir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da tarımla geçinen aile sayısı üç milyondur. Geleneksel aile bireylerinin sayısı Avrupa’nın üzerinde olduğu için bu rakam 20-25 milyon arası bir nüfus anlamına geliyor. 70 milyon olarak kabul edilirse toplam nüfusun %35-40’ı demektir. %40’lık nüfusun GSMH’de payı son yıllarda %8’e kadar gerilemiştir. Oysa, örneğin Fransa, %12’lik tarımsal nüfusla GSMH’de %25’lik orana sahiptir. Aradaki ters orantı ve uçurum çarpıcıdır. AB tekellerinin hedefi ve Türk egemenlerinin de itiraz etmedikleri plan, on yıla yayılan biçimde rakamların AB ölçülerine yaklaştırılmasıdır. Yani tarımda %40’lık nüfus tasfiye edilecek, kademeli olarak önce %25 ve %15’e indirilecek. İdeal hedef %10! Eş zamanlı olarak %8’lik üretim payı önce %15’e ve sonra da %25’e yükseltilecek. Bu ne anlama geliyor? Üç milyon aile, yani yaklaşık 25 milyonluk nüfus, bir milyon aile ve 8-9 milyonluk nüfusa düşürülecek. Tarımın tasfiyesinin Türk egemenlerini en çok düşündüren yanı burasıdır. Ortaya çıkacak 15 milyonluk topraksızlaştırılmış, üstelik vasıfsız nüfusu büyük toplumsal patlamalara yol açmadan nasıl absorbe edecek? Düğüm noktası buradadır ve ÖDP’nin süslü ifadelerle söylemeye çalıştığı “tarımda dönüşüm programı”, bu düğüme önereceği çözümleri ifade etmektedir. Program nedir, henüz açık değil, ama önemli olan tarımın tasfiye edilerek Avrupa gıda ve tarım tekellerinin elinde toplanmasını önsel olarak benimsemiş olmasıdır.
Nasıl Bir Sorgulama, Nasıl Bir Gençleşme?
ÖDP, Kongrede, son on yılın muhasebesini yapmıyor, ama yine de bir muhasebeyi “lütfen” yaparak kongre öncesi açıklıyor. Ama gerçekler öyle mi? “Üç Kasım seçimlerinde sol dibe vurmuştu, solun neden dibe vurduğunu,
ÖDP’nin buradaki başarısızlığı üzerine çok ciddi tartışmalar yaptık” diyor Alper TAŞ.
Başarısızlığın sorumlusunu da bulmuşlar: “ÖDP gibi, solu Türkiye’de geliştirecek hareketler yeterince güçlü değil!”
İşte sorumlu; cılız toplumsal hareketler! Sormazlar mı peki, siyasi parti olarak sizin göreviniz nedir diye? ÖDP-DY geleneği ortak tarihi, sorumluluktan kaçma tarihidir. ÖDP-DY önderliği sorumluluğu üstlenmez, hesap vermez, özeleştiriye gelmez, başarı varsa kendisine aittir, başarısızlığın sorumlusuna ise kurban arar! 3 Kasım seçimlerinin faturası o zamanki genel başkana kesilmişti. Ama ÖDP-DY geleneğini az çok tanıyanlar bilirler ki, genel başkanlık ya da MYK, PM sembolik yönetimlerdir. Teşkilat ve siyasetin yönetimi, “derin liderlik”in elindedir. Hacıyatmazlar onlar, hiç yanılmazlar, her zaman haklı, doğru ve daima “bir bilen”dirler.
4. Kongrede ÖDP’nin gençleştiği iddia ediliyor. MYK ve PM’de gençlerin sayısının artması, bir partinin gençleştiği anlamına gelmez. ÖDP’nin siyaseten ve örgütsel iskelet olarak gençleşmesinin “iç” engeli, DY’den itibaren konumunu sürdüren önderlik yapısıdır. İkinci olarak gençleşme, partinin yeni, taze kuvvetlerle buluşması ve partiye kazanmasıyla mümkündür. ÖDP’nin kitle çalışması yürüt(e)mediği, emekçi memur sendikalarındaki orta kuşak kitlesine dayandığı, gençlik çalışmasında ise sürekli gerilediği ortada olduğuna göre, bir gençleşmenin sözünün edilemeyeceği açık değil mi? Parti iskeletinin yalnızca siyaseten değil, kuşak olarak da yaşlandığı, ÖDP’nin en “genç” kesimini ana gövde olarak orta kuşağın temsil ettiği, rutin parti işlerinde amatör ruhun yitirilmiş olduğu, ev-iş-aile-çocuk dünyası ile tamamen düzenli bir yaşam içine girilmiş olduğu, hatta ÖDP’li Birgün yazarlarının yakındığına göre yazın “herkesin yazlıklarına kaçtığı” bir ÖDP tablosu vardır ortada. PM’nin üçte birinin yaşının otuzun altında olması gençleşme olmadığı gibi, bu “gençlik aşısı” ÖDP’ye tutmaz!
İktidarsız Siyasetten Sol Siyasetin Nihayetine
“Özgürlükçü Sosyalizm” tasavvuruna yapılan göndermelerin söylem düzeyinde dahi sosyalizmle ilgisi yoktur. Konjonktürel hareketlerin; savaş karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı, ekolojik hareket, anti-militarizm, feminizm, özyönetimcilik vb, sosyalizmin olmazsa olmaz temel programatik köşe taşlan değildir. Sosyalizm açık ve dolaysız sınıfsal-siyasal karşıtlıklar temelinde kendisini kurarken, dolaylı ve örtük karşıtlıkları da aynı görüş açısıyla ele alır, sınıfsal-siyasal amacıyla örtüştüğü ve temel hedefine güç verdiği oranla bu gündemlere ilgi duyar, ilişkilenir. Tali sorunlar olarak siyasal-sınıfsal amaçlardan sapma tehlikesine karşı ideolojik duyarlılığını korur. Özyönetimcilik yeni moda sosyalizm karşıtlığının ve sivil toplumculuğun bir argümanıdır aslında. Aşağıdan yukarıya sosyalizmin inşası, yerel yönetimler aracılığıyla kamu hizmetinin örgütlenmesi, belediye sosyalizmi vb. iktidarsızlık teorileridir. Sosyalizm, siyasal-toplumsal-iktisadi formasyonları içeren bir sisteme dayanır ve merkezinde bir sınıfın durduğu bir siyasal iktidarı öngerektirir. “Bir siyasal örgütün iktidarı ele geçirip toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürmesi şeklindeki sosyalizm anlayışına” (Sonuç Bildirgesi) karşı çıkmak, şu ya da bu içerikte farklı anlayışların savunulmasından önce, iktidar kavramına karşı çıkmak anlamına gelir. Bugünden bir iktidar bilincine sahip olmaksızın, yarına dair bir iktidar modeli ortaya koymaksızın önüne ne gelirse gelsin, sosyalizm, sosyalizm olmaktan çıkmış demektir. İktidarsız sosyalizmin geleceği, ÖDP’nin geleceği kadardır.
ÖDP on yıl içinde yaşlanmış, eskimiş, modası geçmiştir. Ergülen TOP’un bildirdiğine göre, “bir yıl içerisinde tüzük ve program kurultayı yapmayı karar altına” almış. Bir kısmını kendi belge ve yayınlarına, bir kısmını ise öngörülerimize dayanarak öne sürdüğümüz fikirlerin, şayet yapılırsa tüzük ve program kurultayında tescil edileceğini iddia ediyoruz. İşte o zaman sol “yüklerinden” de kurtulacak ÖDP ve dört başı mamur liberal bir parti olarak Avrupa Sol Partisine üye olacak, Avrupa Parlamentosunda da arz-ı endam edecektir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist partileri ise eğip bükmeden, içeriğini yozlaştırmadan açık ve dolaysız biçimde devrim ve sosyalizm mücadelelerini aralıksız sürdüreceklerdir. Tereddüde yer olmaksızın bir yanda 25 yıllık DY-ÖDP tarihi durmakta, bir yanda devrimci ve komünist hareketin tarihi. Başka bir dünya mümkün arayışının somut adresi, 21. yüzyıl sosyalizmidir. İşçiler, emekçiler, yoksullar, Kürt’ü-Türk’ü, Alevi’si-Sünni’si, Laz’ı-Arap’ı, kadını-erkeği ile tüm ezilenler gelecek düşlerini ve sosyalizm özlemlerini Marksist Leninist komünistlerin saflarında örgütlenerek ve partileri önderliğinde mücadeleye atılarak gerçekleştirecekler, kazanacaklardır.
Liberal solculuğun solla, sosyalizmle bir yakınlığının olmadığını elbette ÖDP de biliyor. ÖDP’nin bilmesi gereken bir şey daha var; yeni sol liberal çizgisi ile Avrupa Birliğinin Türkiye’deki karargahı olmaya soyunan ÖDP, bu toprakların devrimcileri ve sosyalistlerinin ideolojik mücadele oklarının hedefi olmaktan kurtulamayacaktır.