Dünya Direniş Cephesine Doğru

2004 Dünya Sosyal Forumu (DSF), “Mumbai Direnişi 2004” gibi karşı-forumlara ve içeriden yükselen eleştiri ve tartışmalara sahne oldu. Hindis­tan’ın özgün antiemperyalist devrimci geleneğinin de etkisiyle 2004 DSF’si, bir önceki yıla kıyasla po­litik bakımdan daha nitelikli bir tablo çizdi. Forum, Hindistan’ın sosyal eşitsizliklerine, muazzam yok­sulluğuna temas ederek, emekçilere, Irak ve Filis­tin’deki işgallere karşı çıkarak, ezilen halklara doğ­ru birer adım daha atmış oldu.

2004 Avrupa Sosyal Forumu, işgal ve direniş so­runu üzerinden saflaşmalara ve iç tartışmalara sahne oldu. Irak’taki işbirlikçi hükümeti temsil eden sendi­kacı Masadani’nin antiemperyalist devrimci güçlerce konuşturulmaması, Forum’un en tartışmalı konula­rından birisiydi. Keza, işgalci Blair’in partisine men­sup Londra Belediye Başkanı’nın konuşmacı olduğu panel de, direnişi destekleyen güçlerce basıldı, engel­lendi. Sonuç bildirgesine yansımasa da, Irak direni­şiyle dayanışma bilinci ve tutumuna sahip güçler, ASF’ye etkin biçimde müdahale etti.

2005 Dünya Sosyal Forumu da aynı düzlemde gelişen tartışma ve iç ayrışmalara sahne oldu. Sos­yal Forumlar’a hakim burjuva reformist ideolojiyi temsil eden Lula’nın kuklasının yakılması, Lula’nın konuşmasının binlerce emekçi tarafından ıslıklan­ması ve protesto edilmesi, Sosyal Forum hareketi bakımından da yeni bir durumu yansıtıyordu. Dün, DSF’lerin en popüler siması Lula idi halbuki. Onun yerini, bu sene binlerce insan tarafından coşkuyla dinlenen Chavez aldı. Emperyalizme karşı tutumu Lula’dan daha kararlı ve radikal bir çizgide olan Chavez, konuşmalarında, DSF’ye oldukça yabancı olan “sosyalizm” ve “iktidar mücadelesi” kavramla­rını dile getirdi. Lula’nın polisinin saldırdığı Top­raksız Kır Emekçileri Hareketi (MST), Lula’ya mu­halif militan işçi sendikası Conlutas ve Birleşik Sos­yalist İşçi Partisi (PSTU) gibi antiemperyalist parti­ler DSF’de daha etkin konumdaydılar.

Keza 2004’te küreselleşme karşıtı hareketin bile­şenleri ve öznelerinin bir kısmıyla, Ortadoğu direnişçiliğinin öznelerini buluşturan Beyrut toplantısı yapildi. Tüm zaaflarına karşın Beyrut Toplantısı, İsrail’i “Apartheid rejimi” olarak ta­nımlaması, Irak direnişini kü­reselleşme karşıtı hareketin bir bileşeni olarak tanıması ve öne çıkarması, Filistin ve Irak’ta halkların silahlı direnme hak­kını tanıması gibi noktalarda ileri bir tutum takındı.

Keza Arap ülkeleri komü­nist ve ilerici partilerinin Bey­rut’ta, Latin Amerika’dan bir dizi devrimci, komünist parti­nin Ekvator’da toplandığına tanık olduk. Hindistan’ın Haydarabad kentinde küreselleş­me ve savaş karşıtı gruplar toplandılar. Bu yazının yazıl­dığı günlerde, Almanya’nın Berlin kentinde toplanan Uluslararası Irak Konferansı,

Alman muhalefetinin belli bir kesimini Irak direnişine des­tek verme fikri etrafında bir­leştirdi.

Tablonun bütününden ge­leceğe doğru bakıldığında, belli bir tarihsel anda or­taya çıkmış bulunan Sosyal Forum hareketinin ve keza küreselleşme karşıtı hareketin bir iç kriz ve dönüşüm sürecinden geçmekte olduğu görülüyor.

Dünya Sosyal Forumu’nun doğuşu, SSCB ve Doğu Avrupa’da revizyonist rejimlerin yıkıldığı, dünya proletaryasının ve emekçi sınıflarının geçmiş döneme ait örgütlülük ve mevzilerinin önemli oranda dağıldığı, sosyalizmin prestij yitimine uğra­dığı ve sosyalist programın büyük yığınları cezbe­den bir çekim merkezi olmaktan çıktığı, emperya­list saldırının ise tüm bunlardan da güç alarak müt­hiş bir hız ve yoğunluk kazandığı bir tarihsel ana denk düştü.

DSF, 1999’da Seattle’da ilk büyük örneğini gör­düğümüz enternasyonal kitle hareketinin bir biçi­miydi. DSF, bir yanıyla her yıl Davos’ta toplanan dünya sermayesinin temsilcilerine yanıt vermek için ortaya çıktı. Bu bir avuç asalağın dünya halkla­rı adına karar vermesine duyulan öfke ve tepkinin bir yansımasıydı. Ancak, DSF, bir bakıma da enter­nasyonal kitle hareketinin bir tartışma ve deneyim aktarma meclisi olarak doğdu. DSF, dolayısıyla, enter­nasyonal hareketin bir ayna­sı olarak şekillendi. Tıpkı enternasyonal kitle hareketi­nin kendisi gibi, onun oluş­turduğu bu büyük meclis de ideolojik bakımdan hetero­jen, siyasal bakımdan iktidar bakış açısından ve hedef net­liğinden uzak, örgütsel ba­kımdan ise gevşek ve şekil­sizdi. Ancak yine de Sosyal Forum hareketine giydirilen ideolojik giysinin, enternas­yonal hareketin sokakta al­dığı pratik biçimlerin ide­olojisinden hayli geri oldu­ğunu da ortaya koyalım. Zira hareket üzerinde, dönem­sel koşulların da elverişli olu­şundan güç alarak açık hege­monya kuran burjuva reformizmi, bu hegemonyasını Forum’lar üzerinde, sokak hareketi üzerinde olduğun­dan daha kolay biçimde ger­çekleştirdi. Çünkü Forum’lar, nihayetinde kapalı bir mekanda, düzenleyiciler ta­rafından belirlenen panel ve etkinlikler etrafında gerçekleşen bir eylem biçimi oluyor. Hareketin, burjuva reformist ideolojiden daha ileri noktada duran bileşenleri bakımından sokak; bu pozisyon­larını ortaya koymak ve hareket üzerinde inisiyatif geliştirmek bakımından, Forum alanlarından çok daha uygun bir mekan. Bu yüzden, hegemonyayı elinde bulunduran burjuva reformist akım, hiçbir zaman “şiddetsizlik” (“non-violence”) ilkesini sokak mücadelelerine giydiremedi.

Burjuva reformist hegemonyanın gerileyişi

Ancak, hareketin ortaya çıktığı ilk dönemde burjuva reformist hegemonyanın nesnel zeminini oluşturan koşullar giderek gerilemeye başlayınca, hegemonya sorunu daha açık biçimler alarak şid­detlenmeye başladı.

Burjuva reformist çizgiyi temsil eden sosyal de­mokratlar ve ulusalcı muhafazakarlar hareket üze­rindeki denetim güçlerini giderek yitirmeye, antiemperyalist devrimci çizgide duran güçler ise özgü­venlerini giderek geliştirmeye başladılar.

Bu noktada hareketin üze­rine etki yaparak iç krizi ko­şullandıran gelişmelerin belli başlıcaları nelerdir? Filistin’de 2000 Eylül’ünden itibaren patlak veren ikinci intifadanın, Oslo’da somutlaşan bur­juva reformist anlayışı aşması ve Siyonist İsrail’in barbarlı­ğı... Dünya halklarının tüm “barışçıl” gösteri, yürüyüş ve çabalarına rağmen ABD em­peryalizminin Irak’a girmesi ve vahşi bir katliam gerçek­leştirmesi... Irak direnişinin ABD emperyalizmine yönelik askeri eylemlerinin tüm dün­ya halklarında yarattığı sem­pati ve antiemperyalist meş­ruluk duygusu... Ekvator’da 2000’de, Arjantin’de 2001’de,

Bolivya’da 2003’te yaşanan halk ayaklanmalarının dev­rimci kitle şiddetini meşrulaş­tıran rolü... Venezuela’dan Chavez hükümetine yönelik darbenin, ABD’nin “demok­rasi” söylemlerini boşa çıkartması ve halkın darbe­ye karşı kazandığı zafer... Avrupa’da enternasyonal harekete dönük polis terörü ve Cenova’da Carlo Guilliani adlı genç devrimcinin katledilmesi...

Fakat tabii, tüm bunlar içinde burjuva reformist eğilimle devrimci antiemperyalist eğilim arasındaki tartışma ve ayrışmaların odağında duran gelişme; Irak direnişi oldu. Dünyada antiemperyalist direni­şin pratik olarak merkezinde yer alan Irak direnişi, enternasyonal kitle hareketinin krizini de koşullayan ve mayalayan en temel gelişme oldu.

Tartışmaların odağında duran sorun ise, ezilen­lerin şiddetine yaklaşımdır.

Kuruluş bildirgesinde “her türlü şiddete karşı olduğunu” ilan eden, “silahlı örgütlerin Forum’a üye olamayacağını” karar altına alan Dünya Sosyal Forumu, bu anlayışın pratik adımını ise Kolombiya gerilla hareketini dışlayarak atmıştı.

Ancak Irak direnişi, ezilenlerin şiddetini meşru­laştıran bir rol oynuyor. Irak direnişi, bu meşruiye­ti emperyalistlere olduğu gibi, bizzat enternasyonal harekete de dayatıyor. Latin Amerika bakımından benzer bir tartışma, Bolivya’da Ekim 2003 ayaklanmasının ardından yaşandı. Lula, Bolivya işçi ve köylüle­rinin “anayasal düzeni” sarsmasını kınayan bir Amerikan Devletleri Örgütü bildirisine imza attı. Küba Komünist Partisi ise, “kahraman Bolivya halkını” selamlayan bir bildiri yayımladı.

Ezilenlerin şiddeti, emper­yalist dünya düzeninin şiddet tekelini kırıyor. Şiddet, sade­ce emperyalist mali sermaye­nin bir yönetme aracı olmak­tan çıkıyor, baskı altındaki, ezilen, sömürülen insanların da başkaldırı aracı oluyor. Emperyalist dünya düzeninin egemenleriyle dünya prole­taryası, emekçi köylülüğü ve ezilen ulusları vb. arasındaki çelişkilerin kızgınlaşmasına bağlı olarak nasıl ki ezenler şiddet araçlarına daha yoğun ve sıkça başvuruyorsa, ezilen­ler de politikalarını daha sık­lıkla şiddet aracıyla yürütü­yorlar. Ezilen insanlığın karşı karşıya bulunduğu olağanüstü güç eşitsizliği koşullarında bunun başka türlü olması da mümkün değil zaten. Ezilenlerin şiddeti, Bolivya’da yaşandığı üzere, anayasal düzeni tehdit eden bir devrimci kitle şiddeti biçimini ala­bildiği gibi, Irak’ta yaşandığı üzere öncü, dar grup­ların ulusal iradeyi silahla temsil ettikleri bir ulusal kurtuluş savaşı biçimini de alabilir. Ezilenlerin şid­deti, Filistin intifadası gibi, bu iki biçimi de içeren ve birleştiren bir savaşım tarzı olarak da gerçekleşe­bilir. Ya da emperyalizmin kalbi ABD’nin işlediği tarihsel suçların 11 Eylül tarzı bir baskınla yanıtlan­ması biçimini de alabilir.

Tartışmanın en sivri ucunda feda eylemleri, re­hinelerin başının kesilmesi vb. sivri örnekler yer al­sa da, tartışmanın özü, ezilenlerin şiddeti karşısın­daki tutumdur. Küreselleşme ve savaş karşıtı hare­ketlerin özellikle Avrupa ve ABD reformist çevrele­rince temsil olunan bölüğü, Irak direnişinin en azından bir kesimini “terörist” ilan etme, sonuç bil­dirgelerine bir biçimde de olsa “terörü kınama” ifa­desini sokuşturma gibi noktalarda hala kuvvetli bir direnç sergilemektedir.

Direniş ve dayanışma

Enternasyonal hareket içinde ileriye doğru ve pozitif bir ayrışmanın kurucu zemini, ezilenlerin direnişlerinin sahiplenilmesi olabilir. Hareketin içinde belli belirsiz çizgiler boyunca uzanan dev­rimci antiemperyalist eğilim Irak, Filistin, Nepal, Kolombiya, Venezuela, Küba vb. halkların direniş­leriyle dayanışma zemininde bir politik akıma dö­nüştürülebilir. İşgale karşı halkların her türlü araç­la direnme hakkını olduğu kadar, sömürü ve baskı­ya karşı da emekçi halkların silahlı direnme hakkı­nın savunusu zemininde, bir uluslararası antiem­peryalist direniş cephesi ortaya çıkabilir. Bu cephe­leşmenin fiili bir durum olarak nasıl ortaya çıkarıla­cağı, dahası, bu cepheye nasıl bir politik biçim ve­rileceği ise politik mücadele içinde ortaya çıkabile­cek bir durumdur.

Dünya devrimci ve komünist hareketi, politik sekterizmle malul bir tutumla başlangıç dönemle­rinde enternasyonal kitle hareketine mesafeli yak­laştı. Fakat sosyalizm için mücadelenin yeni döne­minin koşullan kendini dayattığı oranda, dünya devrimci ve komünist hareketi de soruna farklı göz­lerle bakmaya başladı. Enternasyonal kitle hareketi içinde ortaya çıkan ileriye dönük kimi adımlar da bu yaklaşmayı teşvik eden rol oynadı.

Fakat muhakkak kaydedilmesi gereken bir nok­ta, “Dünya Sosyal Forumunun yanı sıra, başka dü­zenleyici ilkeler ve başka yönlendirici temel fikirler­le de olsa, “Forum”, “Uluslararası Toplantı” müca­dele aracının birçok devrimci akım tarafından da örgütleniyor ve kullanılıyor oluşudur. Dünya Sos­yal Forumu, bu aracın burjuva reformist hegemon­ya altında şekillenmiş bir örneğini ortaya koyar. Ek­vator’da toplanan “Latin Amerika Devriminin So­runları Semineri”, keza Belçika Emek Partisi’nin ini­siyatifiyle yapılan “Brüksel Toplantıları”, İtalyan ve Avusturyalı devrimcilerin inisiyatifiyle her yıl İtal­ya’da toplanan “Antiemperyalist Kamp”, Venezüella’dan her yıl yapılan “Bolivarcı Devrimle Dayanış­ma Toplantıları”, Eylül ayında Beyrut’ta yapılan “Arap Ülkeleri Komünist Partileri Toplantısı” gibi örnekler bu gerçeği ortaya koymaktadır. Hindistan­lı Maoist devrimcilerin örgütlediği Mumbai Direni­şi 2004’ün de kendisini bir “karşı-Forum” olarak örgütlediğini anımsatalım.

Forum tarzı örgütlenmeler, içinden geçtiğimiz mücadele döneminin bir unsuru ve ihtiyacıdır. Dünya ölçeğinde sınıf mücadelesinin yaşadığı geri­leme koşullarında, çeşitli ülkelerdeki sınıf mücade­lesi güçlerini bir araya getirmenin, tartıştırmanın ve ortak kararlar almanın bir aracıdır Forumlar. Bu araç, bizzat Marksist Leninist komünistler tarafın­dan da devrimci amaç ve hedeflere bağlı bir tarzda örgütlenebilir ve kullanılabilir. Uluslararası Irak Konferansı deneyimi de bunu doğrulamıştır.

Ortaya çıkan “uluslararası direniş cephesi” ihti­yacına denk düşen politik müdahale zeminleri ne­ler olabilir?

Birincisi, dünya komünist ve devrimci hareketi­nin ortak bir irade geliştirerek Sosyal Forumlar, sa­vaş ve küreselleşme karşıtı toplantılar vb. platform­lara etkin müdahalesidir.

İkincisi, doğrudan doğruya ezilenlerin direnişi­nin öznelerinin ve bu direnişleri destekleyenlerin katılacağı uluslararası toplantılar örgütlenmesidir.

Üçüncüsü ise, tek tek bölgelerde, antiemperyalist koordinasyonların oluşturulmasıdır.

Bölgesel antiemperyalist cepheleşme

Bölgesel antiemperyalist koordinasyonlar, emper­yalizme karşı mücadele eden, savaşan güçlerin fikir ve irade birliğini sağlamak üzere bir araya geleceği ortak zeminlerdir. Örgüt biçimi olarak “Koordinas­yon”, gevşek ve esnek bir platform anlamına gelir. Dolayısıyla koordinasyonlar, yapısı itibariyle kucak­layıcı, belli bir bölgedeki tüm antiemperyalist kuv­vetleri bir araya toplayabilecek örgütlerdir.

Ortadoğu’da antiemperyalist bir koordinasyo­nun muhatabı kimler olabilir? Bu güçler, herşeyden önce Irak ve Filistin direnişleridir. Türkiye ve Kürdistan’ın devrimci, yurtsever ve antiemperyalist kuvvetleridir. Bunun yanı sıra, Mısır’ın, Arabis­tan’ın, Suriye’nin, İran’ın vb. devrimci demokratik, antiemperyalist güçleridir.

Böyle bir bölgesel ittifaka duyulan ihtiyaç, herşeyden önce, Ortadoğu’nun kaderinin giderek or­taklaşması nedeniyledir. Bugün Ortadoğu’nun kar­şı karşıya olduğu gerçek iki seçenek; ya Amerikan Ortadoğu’su, ya da halkların devrimci-demokratik, sosyalist Ortadoğu’su biçimindedir. Bölgesel antiemperyalist koordinasyon ve giderek bölgesel cep­heleşme, bu gerçeğin devrimci, antiemperyalist ve ilerici kuvvetler tarafından bilinçli biçimde yanıt­lanması anlamına gelecektir.

Bu, aynı zamanda 20. yüzyıl devrim deneyimle­rinden de çıkan dolaysız bir sonuçtur.

Yakından bakıldığında, 20. yüzyılın tüm belli başlı devrimci savaşlarında, bir ‘bölgeselleşme’ un­surunun varlığı göze çarpar.

1917 Rus devrimi, Avrupa’da keskinleşen ulus­lararası krizin bir öğesi ve tersinden bizzat onun açık devrimci bir krize dönüşmesinin tetikleyicisi oldu. 1919 Macaristan Devrimi, 1919 Alman Spartakist Devrimi, 1921’de Kızıl Ordu’nun Varşova’ya yürümesi, dereceleri farklı olmakla birlikte, Rus Devrimi’nin tetiklediği gelişmelerdir.

Devam edelim. 1949 Çin Devrimi, emperya­lizmle sosyalizm ve emperyalizmle ezilen halklar arasında bölgesel bir çatışmaya yol açmıştır. Çin’de­ki demokratik devrimi, ABD’nin Kore’yi işgali ve eş zamanlı olarak Tayvan’ı askeri abluka yoluyla bir ABD üssüne çevirmesi izledi. Keza mağlup Japonya, Çin’e karşı yeniden silahlandırıldı. Kore Savaşı, tüm bölgenin kaderini belirleyecek lokal bir savaş olarak Çin Devrimi’nin bir sonucu ve ürünü oldu.

1964-75 Vietnam Savaşı, Güney Vietnam’da başlayıp, Kamboçya, Laos ve giderek tüm bölgeye yayıldı. Hindçini çapında bir bölgesel savaşa dö­nüştü.

1961 Küba Devrimi’nin estirdiği devrimci rüz­garı, ABD’yle ezilenler arasında Latin Amerika ça­pında bir savaşım izledi. Devrimci dalga, 60’lardan ve 70’lerin ortasına kadar Latin Amerika çapında kabardı. fiili, Arjantin, Paraguay, Brezilya, Uruguay, Bolivya’daki askeri faşist diktatörlüklerin ABD tara­fından tepeden koordine edilmesi ve birbirinin pe­şi sıra örgütlenmesi de bu dalgaya emperyalizmin yanıtıydı. Bu ülke halklarının mücadele yoldaşlığı ve duygudaşlığı da aynı dönemin temel bir siyasal gerçeğidir.

Keza, 1970’lerin sonu ve 80’lerin başında Orta Amerika’da devrim bölgesel çapta yükselişe geçti. 1979’da Nikaragua devrimini, 1981-82’da El Salva­dor’da başarısız devrim girişimi, Guatemala’da ge­rilla savaşının yükselişi vb. izledi. Ve nihayetinde 1989’da Nikaragua çöktüğünde, tüm bu hareketler eş zamanlı olarak reformize oldular.

Bölgemize bakacak olursak... 1948’de İsrail’in kuruluşuyla yüzbinlerce Filistinlinin komşu ülkele­re sürülmesi, Filistin sorununun daha başlangıçtan itibaren uluslararası bir sorun olarak doğmasına ne­den oldu. Filistin kurtuluş hareketiyle İsrail arasın­daki savaşım, sömürge-yarısömürge boyunduruğu­nu atan Arap uluslarının İsrail ve ABD’ye karşı -Nasır’da simgeleşen burjuva ulusalcı karşı koyuşlarıyla örtüştü. Filistin üzerine patlak veren savaş, bölgesel karakterdeydi. Filistin direnişinin odağı önce Ürdün’dü, 1970 Eylül’ünden sonra Lübnan’a kaydı. Lübnan’da iç savaş patlak verdi, 1976’da içsavaşı demokratik devrimci güçlerin kazanmasına ramak kala, Suriye gericiliği ülkeyi işgal ederek devrimi bastırdı. 1981-82’de İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesiyle savaşım en kızgın noktasına vardı ve FKÖ’nün askeri yenilgisi ile sonuçlandı. Ancak İs­rail de Lübnan halkı tarafından bozguna uğratıldı.

Kürdistan ulusal kurtuluş savaşı, 1984’te Kuzey Kürdistan’da patlak verdi. Ulusal devrim, önce Kuzey’de maddi bir gerçeklik haline geldi (1989-90), ancak sonra, savaşım Güney Kürdistan’a da yayıldı (1991-92). 1996 yazında ve 1997’de, Güney’de PKK ile KDP arasında yaşanan yoğun çatışmaları da buna eklemek gerekir. Giderek PKK, Kürdistan’ın dört parçasına da yayılmış bir güç haline geldi. Güney’le Kuzey arasındaki sınır önemli oranda aşındı. Ancak Türk sömürgeciliği, Kürt devrimini tecrit ederek ezme siyaseti izledi. Kürt devrimini Batıdaki Türk emekçilerinden yalıttı. Bölge halklarıyla kurduğu ittifakları baltalamak için sistematik sava­şım yürüttü.

1996’da TC-Israil stratejik işbirliği anlaşması imzalandı. 1998’de TC, Suriye’yi savaşla tehdit etti. Ve Öcalan, ABD destekli bu tehditle Suriye’den çı­kartıldı. ABD’nin Irak işgaliyle sorunun bölgesel ka­rakteri iyice göz çıkarır bir hal aldı. Güney’deki her temel politik gelişme, Kuzey’i doğrudan etkiler du­ruma geldi.

Tüm bu savaşımların ortak tipik özellikleri, bel­li bir ülke zemininde ortaya çıkmaları ancak bölge­sel sonuçlar yaratmalarıdır. O bakımdan, devrimci stratejinin öncelikli hedefi, belli bir ülkede yürütü­lecek iktidar savaşımı olmaktadır; ancak stratejinin bölgesel etkenleri ve devrimin bölgesel sonuçlarını da hesaba katması gerekmektedir.

Devrim ve karşıdevrim, önce ülkesel zeminde karşı karşıya geliyor; devrim, karşıdevrimi limitleri­ne zorluyor ve bu kez, karşıdevrim, bölgesel etken­leri stratejinin bir unsuru olarak devreye sokuyor. Devrimin bölgedeki fiili veya bilinçli desteklerini ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Peki, 21. yüzyılın devrimci savaşımlarında du­rum nedir? Burada da sınıf savaşımının bu çizgisi­nin kendini açık biçimde ortaya koyduğunu görü­yoruz.

Bolivya’da 2003 Ekim’inde patlak veren ve burjuva ‘anayasal düzen’i sarsan devrimci ayak­lanmanın sonuçlarından birisi de, bölgesel gerici­liğin olası devrime karşı bir araya gelmesi oldu. Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te bir araya ge­len fiili, Brezilya, Arjantin genelkurmayları, ‘Bolivya’da daha büyük bir kargaşa halinde’, ortak müdahale kararı aldılar.

Venezuela’dan Chavez hükümetine karşı gerici, karşıdevrimci hareketi örgütleyen sermaye oligarşi­si ve ABD, Kolombiyalı paramiliterleri devreye sok­tular. Chavez ise devrimci Küba’yla ittifak geliştirdi.

Latin Amerika çapında yürütülen tüm antiemperyalist mücadelelerin ortak sloganı, ‘Bolivarcı La­tin Amerika’, yani ezilenlerin birleşik Latin Ameri­ka talebi.

Irak’ta gelişen direnişe karşı ABD, Suriye ve İran’ı tehdit ediyor. İsrail, Filistin direnişine yanıt olarak Şam’da bir HAMAS liderini füzeyle vurdu. Lübnan’da Hariri’nin öldürülmesi, ABD’nin bölge­sel müdahale planlarına kaldıraç yapıldı vb. Marksist Leninist komünistlerce formüle edilen “bölgesel antiemperyalist koordinasyonlar”, emper­yalizm koşullarındaki devrimci savaşımın bölgesel ihtiyaçlarını yanıtlamayı amaç ediniyor. Emperya­lizmin bölgesel ölçekte kurguladığı ve yürüttüğü politikaların, halkların bölgesel cepheleşmesiyle ya­nıtlanmasını hedefliyor.

Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu’da ve keza La­tin Amerika, Güneydoğu Asya vb. başkaca bölge­lerde bölgesel antiemperyalist koordinasyonlar, dünya direniş cephesinin de oluşturucu çekirdek­leri olabilirler. Ya da başka bir deyişle, bir ulusla­rarası direniş cephesinin, bir antiemperyalist, antifaşist enternasyonalin gelişim yolu bu biçimde açılabilir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi