2004 Dünya Sosyal Forumu (DSF), “Mumbai Direnişi 2004” gibi karşı-forumlara ve içeriden yükselen eleştiri ve tartışmalara sahne oldu. Hindistan’ın özgün antiemperyalist devrimci geleneğinin de etkisiyle 2004 DSF’si, bir önceki yıla kıyasla politik bakımdan daha nitelikli bir tablo çizdi. Forum, Hindistan’ın sosyal eşitsizliklerine, muazzam yoksulluğuna temas ederek, emekçilere, Irak ve Filistin’deki işgallere karşı çıkarak, ezilen halklara doğru birer adım daha atmış oldu.
2004 Avrupa Sosyal Forumu, işgal ve direniş sorunu üzerinden saflaşmalara ve iç tartışmalara sahne oldu. Irak’taki işbirlikçi hükümeti temsil eden sendikacı Masadani’nin antiemperyalist devrimci güçlerce konuşturulmaması, Forum’un en tartışmalı konularından birisiydi. Keza, işgalci Blair’in partisine mensup Londra Belediye Başkanı’nın konuşmacı olduğu panel de, direnişi destekleyen güçlerce basıldı, engellendi. Sonuç bildirgesine yansımasa da, Irak direnişiyle dayanışma bilinci ve tutumuna sahip güçler, ASF’ye etkin biçimde müdahale etti.
2005 Dünya Sosyal Forumu da aynı düzlemde gelişen tartışma ve iç ayrışmalara sahne oldu. Sosyal Forumlar’a hakim burjuva reformist ideolojiyi temsil eden Lula’nın kuklasının yakılması, Lula’nın konuşmasının binlerce emekçi tarafından ıslıklanması ve protesto edilmesi, Sosyal Forum hareketi bakımından da yeni bir durumu yansıtıyordu. Dün, DSF’lerin en popüler siması Lula idi halbuki. Onun yerini, bu sene binlerce insan tarafından coşkuyla dinlenen Chavez aldı. Emperyalizme karşı tutumu Lula’dan daha kararlı ve radikal bir çizgide olan Chavez, konuşmalarında, DSF’ye oldukça yabancı olan “sosyalizm” ve “iktidar mücadelesi” kavramlarını dile getirdi. Lula’nın polisinin saldırdığı Topraksız Kır Emekçileri Hareketi (MST), Lula’ya muhalif militan işçi sendikası Conlutas ve Birleşik Sosyalist İşçi Partisi (PSTU) gibi antiemperyalist partiler DSF’de daha etkin konumdaydılar.
Keza 2004’te küreselleşme karşıtı hareketin bileşenleri ve öznelerinin bir kısmıyla, Ortadoğu direnişçiliğinin öznelerini buluşturan Beyrut toplantısı yapildi. Tüm zaaflarına karşın Beyrut Toplantısı, İsrail’i “Apartheid rejimi” olarak tanımlaması, Irak direnişini küreselleşme karşıtı hareketin bir bileşeni olarak tanıması ve öne çıkarması, Filistin ve Irak’ta halkların silahlı direnme hakkını tanıması gibi noktalarda ileri bir tutum takındı.
Keza Arap ülkeleri komünist ve ilerici partilerinin Beyrut’ta, Latin Amerika’dan bir dizi devrimci, komünist partinin Ekvator’da toplandığına tanık olduk. Hindistan’ın Haydarabad kentinde küreselleşme ve savaş karşıtı gruplar toplandılar. Bu yazının yazıldığı günlerde, Almanya’nın Berlin kentinde toplanan Uluslararası Irak Konferansı,
Alman muhalefetinin belli bir kesimini Irak direnişine destek verme fikri etrafında birleştirdi.
Tablonun bütününden geleceğe doğru bakıldığında, belli bir tarihsel anda ortaya çıkmış bulunan Sosyal Forum hareketinin ve keza küreselleşme karşıtı hareketin bir iç kriz ve dönüşüm sürecinden geçmekte olduğu görülüyor.
Dünya Sosyal Forumu’nun doğuşu, SSCB ve Doğu Avrupa’da revizyonist rejimlerin yıkıldığı, dünya proletaryasının ve emekçi sınıflarının geçmiş döneme ait örgütlülük ve mevzilerinin önemli oranda dağıldığı, sosyalizmin prestij yitimine uğradığı ve sosyalist programın büyük yığınları cezbeden bir çekim merkezi olmaktan çıktığı, emperyalist saldırının ise tüm bunlardan da güç alarak müthiş bir hız ve yoğunluk kazandığı bir tarihsel ana denk düştü.
DSF, 1999’da Seattle’da ilk büyük örneğini gördüğümüz enternasyonal kitle hareketinin bir biçimiydi. DSF, bir yanıyla her yıl Davos’ta toplanan dünya sermayesinin temsilcilerine yanıt vermek için ortaya çıktı. Bu bir avuç asalağın dünya halkları adına karar vermesine duyulan öfke ve tepkinin bir yansımasıydı. Ancak, DSF, bir bakıma da enternasyonal kitle hareketinin bir tartışma ve deneyim aktarma meclisi olarak doğdu. DSF, dolayısıyla, enternasyonal hareketin bir aynası olarak şekillendi. Tıpkı enternasyonal kitle hareketinin kendisi gibi, onun oluşturduğu bu büyük meclis de ideolojik bakımdan heterojen, siyasal bakımdan iktidar bakış açısından ve hedef netliğinden uzak, örgütsel bakımdan ise gevşek ve şekilsizdi. Ancak yine de Sosyal Forum hareketine giydirilen ideolojik giysinin, enternasyonal hareketin sokakta aldığı pratik biçimlerin ideolojisinden hayli geri olduğunu da ortaya koyalım. Zira hareket üzerinde, dönemsel koşulların da elverişli oluşundan güç alarak açık hegemonya kuran burjuva reformizmi, bu hegemonyasını Forum’lar üzerinde, sokak hareketi üzerinde olduğundan daha kolay biçimde gerçekleştirdi. Çünkü Forum’lar, nihayetinde kapalı bir mekanda, düzenleyiciler tarafından belirlenen panel ve etkinlikler etrafında gerçekleşen bir eylem biçimi oluyor. Hareketin, burjuva reformist ideolojiden daha ileri noktada duran bileşenleri bakımından sokak; bu pozisyonlarını ortaya koymak ve hareket üzerinde inisiyatif geliştirmek bakımından, Forum alanlarından çok daha uygun bir mekan. Bu yüzden, hegemonyayı elinde bulunduran burjuva reformist akım, hiçbir zaman “şiddetsizlik” (“non-violence”) ilkesini sokak mücadelelerine giydiremedi.
Burjuva reformist hegemonyanın gerileyişi
Ancak, hareketin ortaya çıktığı ilk dönemde burjuva reformist hegemonyanın nesnel zeminini oluşturan koşullar giderek gerilemeye başlayınca, hegemonya sorunu daha açık biçimler alarak şiddetlenmeye başladı.
Burjuva reformist çizgiyi temsil eden sosyal demokratlar ve ulusalcı muhafazakarlar hareket üzerindeki denetim güçlerini giderek yitirmeye, antiemperyalist devrimci çizgide duran güçler ise özgüvenlerini giderek geliştirmeye başladılar.
Bu noktada hareketin üzerine etki yaparak iç krizi koşullandıran gelişmelerin belli başlıcaları nelerdir? Filistin’de 2000 Eylül’ünden itibaren patlak veren ikinci intifadanın, Oslo’da somutlaşan burjuva reformist anlayışı aşması ve Siyonist İsrail’in barbarlığı... Dünya halklarının tüm “barışçıl” gösteri, yürüyüş ve çabalarına rağmen ABD emperyalizminin Irak’a girmesi ve vahşi bir katliam gerçekleştirmesi... Irak direnişinin ABD emperyalizmine yönelik askeri eylemlerinin tüm dünya halklarında yarattığı sempati ve antiemperyalist meşruluk duygusu... Ekvator’da 2000’de, Arjantin’de 2001’de,
Bolivya’da 2003’te yaşanan halk ayaklanmalarının devrimci kitle şiddetini meşrulaştıran rolü... Venezuela’dan Chavez hükümetine yönelik darbenin, ABD’nin “demokrasi” söylemlerini boşa çıkartması ve halkın darbeye karşı kazandığı zafer... Avrupa’da enternasyonal harekete dönük polis terörü ve Cenova’da Carlo Guilliani adlı genç devrimcinin katledilmesi...
Fakat tabii, tüm bunlar içinde burjuva reformist eğilimle devrimci antiemperyalist eğilim arasındaki tartışma ve ayrışmaların odağında duran gelişme; Irak direnişi oldu. Dünyada antiemperyalist direnişin pratik olarak merkezinde yer alan Irak direnişi, enternasyonal kitle hareketinin krizini de koşullayan ve mayalayan en temel gelişme oldu.
Tartışmaların odağında duran sorun ise, ezilenlerin şiddetine yaklaşımdır.
Kuruluş bildirgesinde “her türlü şiddete karşı olduğunu” ilan eden, “silahlı örgütlerin Forum’a üye olamayacağını” karar altına alan Dünya Sosyal Forumu, bu anlayışın pratik adımını ise Kolombiya gerilla hareketini dışlayarak atmıştı.
Ancak Irak direnişi, ezilenlerin şiddetini meşrulaştıran bir rol oynuyor. Irak direnişi, bu meşruiyeti emperyalistlere olduğu gibi, bizzat enternasyonal harekete de dayatıyor. Latin Amerika bakımından benzer bir tartışma, Bolivya’da Ekim 2003 ayaklanmasının ardından yaşandı. Lula, Bolivya işçi ve köylülerinin “anayasal düzeni” sarsmasını kınayan bir Amerikan Devletleri Örgütü bildirisine imza attı. Küba Komünist Partisi ise, “kahraman Bolivya halkını” selamlayan bir bildiri yayımladı.
Ezilenlerin şiddeti, emperyalist dünya düzeninin şiddet tekelini kırıyor. Şiddet, sadece emperyalist mali sermayenin bir yönetme aracı olmaktan çıkıyor, baskı altındaki, ezilen, sömürülen insanların da başkaldırı aracı oluyor. Emperyalist dünya düzeninin egemenleriyle dünya proletaryası, emekçi köylülüğü ve ezilen ulusları vb. arasındaki çelişkilerin kızgınlaşmasına bağlı olarak nasıl ki ezenler şiddet araçlarına daha yoğun ve sıkça başvuruyorsa, ezilenler de politikalarını daha sıklıkla şiddet aracıyla yürütüyorlar. Ezilen insanlığın karşı karşıya bulunduğu olağanüstü güç eşitsizliği koşullarında bunun başka türlü olması da mümkün değil zaten. Ezilenlerin şiddeti, Bolivya’da yaşandığı üzere, anayasal düzeni tehdit eden bir devrimci kitle şiddeti biçimini alabildiği gibi, Irak’ta yaşandığı üzere öncü, dar grupların ulusal iradeyi silahla temsil ettikleri bir ulusal kurtuluş savaşı biçimini de alabilir. Ezilenlerin şiddeti, Filistin intifadası gibi, bu iki biçimi de içeren ve birleştiren bir savaşım tarzı olarak da gerçekleşebilir. Ya da emperyalizmin kalbi ABD’nin işlediği tarihsel suçların 11 Eylül tarzı bir baskınla yanıtlanması biçimini de alabilir.
Tartışmanın en sivri ucunda feda eylemleri, rehinelerin başının kesilmesi vb. sivri örnekler yer alsa da, tartışmanın özü, ezilenlerin şiddeti karşısındaki tutumdur. Küreselleşme ve savaş karşıtı hareketlerin özellikle Avrupa ve ABD reformist çevrelerince temsil olunan bölüğü, Irak direnişinin en azından bir kesimini “terörist” ilan etme, sonuç bildirgelerine bir biçimde de olsa “terörü kınama” ifadesini sokuşturma gibi noktalarda hala kuvvetli bir direnç sergilemektedir.
Direniş ve dayanışma
Enternasyonal hareket içinde ileriye doğru ve pozitif bir ayrışmanın kurucu zemini, ezilenlerin direnişlerinin sahiplenilmesi olabilir. Hareketin içinde belli belirsiz çizgiler boyunca uzanan devrimci antiemperyalist eğilim Irak, Filistin, Nepal, Kolombiya, Venezuela, Küba vb. halkların direnişleriyle dayanışma zemininde bir politik akıma dönüştürülebilir. İşgale karşı halkların her türlü araçla direnme hakkını olduğu kadar, sömürü ve baskıya karşı da emekçi halkların silahlı direnme hakkının savunusu zemininde, bir uluslararası antiemperyalist direniş cephesi ortaya çıkabilir. Bu cepheleşmenin fiili bir durum olarak nasıl ortaya çıkarılacağı, dahası, bu cepheye nasıl bir politik biçim verileceği ise politik mücadele içinde ortaya çıkabilecek bir durumdur.
Dünya devrimci ve komünist hareketi, politik sekterizmle malul bir tutumla başlangıç dönemlerinde enternasyonal kitle hareketine mesafeli yaklaştı. Fakat sosyalizm için mücadelenin yeni döneminin koşullan kendini dayattığı oranda, dünya devrimci ve komünist hareketi de soruna farklı gözlerle bakmaya başladı. Enternasyonal kitle hareketi içinde ortaya çıkan ileriye dönük kimi adımlar da bu yaklaşmayı teşvik eden rol oynadı.
Fakat muhakkak kaydedilmesi gereken bir nokta, “Dünya Sosyal Forumunun yanı sıra, başka düzenleyici ilkeler ve başka yönlendirici temel fikirlerle de olsa, “Forum”, “Uluslararası Toplantı” mücadele aracının birçok devrimci akım tarafından da örgütleniyor ve kullanılıyor oluşudur. Dünya Sosyal Forumu, bu aracın burjuva reformist hegemonya altında şekillenmiş bir örneğini ortaya koyar. Ekvator’da toplanan “Latin Amerika Devriminin Sorunları Semineri”, keza Belçika Emek Partisi’nin inisiyatifiyle yapılan “Brüksel Toplantıları”, İtalyan ve Avusturyalı devrimcilerin inisiyatifiyle her yıl İtalya’da toplanan “Antiemperyalist Kamp”, Venezüella’dan her yıl yapılan “Bolivarcı Devrimle Dayanışma Toplantıları”, Eylül ayında Beyrut’ta yapılan “Arap Ülkeleri Komünist Partileri Toplantısı” gibi örnekler bu gerçeği ortaya koymaktadır. Hindistanlı Maoist devrimcilerin örgütlediği Mumbai Direnişi 2004’ün de kendisini bir “karşı-Forum” olarak örgütlediğini anımsatalım.
Forum tarzı örgütlenmeler, içinden geçtiğimiz mücadele döneminin bir unsuru ve ihtiyacıdır. Dünya ölçeğinde sınıf mücadelesinin yaşadığı gerileme koşullarında, çeşitli ülkelerdeki sınıf mücadelesi güçlerini bir araya getirmenin, tartıştırmanın ve ortak kararlar almanın bir aracıdır Forumlar. Bu araç, bizzat Marksist Leninist komünistler tarafından da devrimci amaç ve hedeflere bağlı bir tarzda örgütlenebilir ve kullanılabilir. Uluslararası Irak Konferansı deneyimi de bunu doğrulamıştır.
Ortaya çıkan “uluslararası direniş cephesi” ihtiyacına denk düşen politik müdahale zeminleri neler olabilir?
Birincisi, dünya komünist ve devrimci hareketinin ortak bir irade geliştirerek Sosyal Forumlar, savaş ve küreselleşme karşıtı toplantılar vb. platformlara etkin müdahalesidir.
İkincisi, doğrudan doğruya ezilenlerin direnişinin öznelerinin ve bu direnişleri destekleyenlerin katılacağı uluslararası toplantılar örgütlenmesidir.
Üçüncüsü ise, tek tek bölgelerde, antiemperyalist koordinasyonların oluşturulmasıdır.
Bölgesel antiemperyalist cepheleşme
Bölgesel antiemperyalist koordinasyonlar, emperyalizme karşı mücadele eden, savaşan güçlerin fikir ve irade birliğini sağlamak üzere bir araya geleceği ortak zeminlerdir. Örgüt biçimi olarak “Koordinasyon”, gevşek ve esnek bir platform anlamına gelir. Dolayısıyla koordinasyonlar, yapısı itibariyle kucaklayıcı, belli bir bölgedeki tüm antiemperyalist kuvvetleri bir araya toplayabilecek örgütlerdir.
Ortadoğu’da antiemperyalist bir koordinasyonun muhatabı kimler olabilir? Bu güçler, herşeyden önce Irak ve Filistin direnişleridir. Türkiye ve Kürdistan’ın devrimci, yurtsever ve antiemperyalist kuvvetleridir. Bunun yanı sıra, Mısır’ın, Arabistan’ın, Suriye’nin, İran’ın vb. devrimci demokratik, antiemperyalist güçleridir.
Böyle bir bölgesel ittifaka duyulan ihtiyaç, herşeyden önce, Ortadoğu’nun kaderinin giderek ortaklaşması nedeniyledir. Bugün Ortadoğu’nun karşı karşıya olduğu gerçek iki seçenek; ya Amerikan Ortadoğu’su, ya da halkların devrimci-demokratik, sosyalist Ortadoğu’su biçimindedir. Bölgesel antiemperyalist koordinasyon ve giderek bölgesel cepheleşme, bu gerçeğin devrimci, antiemperyalist ve ilerici kuvvetler tarafından bilinçli biçimde yanıtlanması anlamına gelecektir.
Bu, aynı zamanda 20. yüzyıl devrim deneyimlerinden de çıkan dolaysız bir sonuçtur.
Yakından bakıldığında, 20. yüzyılın tüm belli başlı devrimci savaşlarında, bir ‘bölgeselleşme’ unsurunun varlığı göze çarpar.
1917 Rus devrimi, Avrupa’da keskinleşen uluslararası krizin bir öğesi ve tersinden bizzat onun açık devrimci bir krize dönüşmesinin tetikleyicisi oldu. 1919 Macaristan Devrimi, 1919 Alman Spartakist Devrimi, 1921’de Kızıl Ordu’nun Varşova’ya yürümesi, dereceleri farklı olmakla birlikte, Rus Devrimi’nin tetiklediği gelişmelerdir.
Devam edelim. 1949 Çin Devrimi, emperyalizmle sosyalizm ve emperyalizmle ezilen halklar arasında bölgesel bir çatışmaya yol açmıştır. Çin’deki demokratik devrimi, ABD’nin Kore’yi işgali ve eş zamanlı olarak Tayvan’ı askeri abluka yoluyla bir ABD üssüne çevirmesi izledi. Keza mağlup Japonya, Çin’e karşı yeniden silahlandırıldı. Kore Savaşı, tüm bölgenin kaderini belirleyecek lokal bir savaş olarak Çin Devrimi’nin bir sonucu ve ürünü oldu.
1964-75 Vietnam Savaşı, Güney Vietnam’da başlayıp, Kamboçya, Laos ve giderek tüm bölgeye yayıldı. Hindçini çapında bir bölgesel savaşa dönüştü.
1961 Küba Devrimi’nin estirdiği devrimci rüzgarı, ABD’yle ezilenler arasında Latin Amerika çapında bir savaşım izledi. Devrimci dalga, 60’lardan ve 70’lerin ortasına kadar Latin Amerika çapında kabardı. fiili, Arjantin, Paraguay, Brezilya, Uruguay, Bolivya’daki askeri faşist diktatörlüklerin ABD tarafından tepeden koordine edilmesi ve birbirinin peşi sıra örgütlenmesi de bu dalgaya emperyalizmin yanıtıydı. Bu ülke halklarının mücadele yoldaşlığı ve duygudaşlığı da aynı dönemin temel bir siyasal gerçeğidir.
Keza, 1970’lerin sonu ve 80’lerin başında Orta Amerika’da devrim bölgesel çapta yükselişe geçti. 1979’da Nikaragua devrimini, 1981-82’da El Salvador’da başarısız devrim girişimi, Guatemala’da gerilla savaşının yükselişi vb. izledi. Ve nihayetinde 1989’da Nikaragua çöktüğünde, tüm bu hareketler eş zamanlı olarak reformize oldular.
Bölgemize bakacak olursak... 1948’de İsrail’in kuruluşuyla yüzbinlerce Filistinlinin komşu ülkelere sürülmesi, Filistin sorununun daha başlangıçtan itibaren uluslararası bir sorun olarak doğmasına neden oldu. Filistin kurtuluş hareketiyle İsrail arasındaki savaşım, sömürge-yarısömürge boyunduruğunu atan Arap uluslarının İsrail ve ABD’ye karşı -Nasır’da simgeleşen burjuva ulusalcı karşı koyuşlarıyla örtüştü. Filistin üzerine patlak veren savaş, bölgesel karakterdeydi. Filistin direnişinin odağı önce Ürdün’dü, 1970 Eylül’ünden sonra Lübnan’a kaydı. Lübnan’da iç savaş patlak verdi, 1976’da içsavaşı demokratik devrimci güçlerin kazanmasına ramak kala, Suriye gericiliği ülkeyi işgal ederek devrimi bastırdı. 1981-82’de İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesiyle savaşım en kızgın noktasına vardı ve FKÖ’nün askeri yenilgisi ile sonuçlandı. Ancak İsrail de Lübnan halkı tarafından bozguna uğratıldı.
Kürdistan ulusal kurtuluş savaşı, 1984’te Kuzey Kürdistan’da patlak verdi. Ulusal devrim, önce Kuzey’de maddi bir gerçeklik haline geldi (1989-90), ancak sonra, savaşım Güney Kürdistan’a da yayıldı (1991-92). 1996 yazında ve 1997’de, Güney’de PKK ile KDP arasında yaşanan yoğun çatışmaları da buna eklemek gerekir. Giderek PKK, Kürdistan’ın dört parçasına da yayılmış bir güç haline geldi. Güney’le Kuzey arasındaki sınır önemli oranda aşındı. Ancak Türk sömürgeciliği, Kürt devrimini tecrit ederek ezme siyaseti izledi. Kürt devrimini Batıdaki Türk emekçilerinden yalıttı. Bölge halklarıyla kurduğu ittifakları baltalamak için sistematik savaşım yürüttü.
1996’da TC-Israil stratejik işbirliği anlaşması imzalandı. 1998’de TC, Suriye’yi savaşla tehdit etti. Ve Öcalan, ABD destekli bu tehditle Suriye’den çıkartıldı. ABD’nin Irak işgaliyle sorunun bölgesel karakteri iyice göz çıkarır bir hal aldı. Güney’deki her temel politik gelişme, Kuzey’i doğrudan etkiler duruma geldi.
Tüm bu savaşımların ortak tipik özellikleri, belli bir ülke zemininde ortaya çıkmaları ancak bölgesel sonuçlar yaratmalarıdır. O bakımdan, devrimci stratejinin öncelikli hedefi, belli bir ülkede yürütülecek iktidar savaşımı olmaktadır; ancak stratejinin bölgesel etkenleri ve devrimin bölgesel sonuçlarını da hesaba katması gerekmektedir.
Devrim ve karşıdevrim, önce ülkesel zeminde karşı karşıya geliyor; devrim, karşıdevrimi limitlerine zorluyor ve bu kez, karşıdevrim, bölgesel etkenleri stratejinin bir unsuru olarak devreye sokuyor. Devrimin bölgedeki fiili veya bilinçli desteklerini ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Peki, 21. yüzyılın devrimci savaşımlarında durum nedir? Burada da sınıf savaşımının bu çizgisinin kendini açık biçimde ortaya koyduğunu görüyoruz.
Bolivya’da 2003 Ekim’inde patlak veren ve burjuva ‘anayasal düzen’i sarsan devrimci ayaklanmanın sonuçlarından birisi de, bölgesel gericiliğin olası devrime karşı bir araya gelmesi oldu. Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te bir araya gelen fiili, Brezilya, Arjantin genelkurmayları, ‘Bolivya’da daha büyük bir kargaşa halinde’, ortak müdahale kararı aldılar.
Venezuela’dan Chavez hükümetine karşı gerici, karşıdevrimci hareketi örgütleyen sermaye oligarşisi ve ABD, Kolombiyalı paramiliterleri devreye soktular. Chavez ise devrimci Küba’yla ittifak geliştirdi.
Latin Amerika çapında yürütülen tüm antiemperyalist mücadelelerin ortak sloganı, ‘Bolivarcı Latin Amerika’, yani ezilenlerin birleşik Latin Amerika talebi.
Irak’ta gelişen direnişe karşı ABD, Suriye ve İran’ı tehdit ediyor. İsrail, Filistin direnişine yanıt olarak Şam’da bir HAMAS liderini füzeyle vurdu. Lübnan’da Hariri’nin öldürülmesi, ABD’nin bölgesel müdahale planlarına kaldıraç yapıldı vb. Marksist Leninist komünistlerce formüle edilen “bölgesel antiemperyalist koordinasyonlar”, emperyalizm koşullarındaki devrimci savaşımın bölgesel ihtiyaçlarını yanıtlamayı amaç ediniyor. Emperyalizmin bölgesel ölçekte kurguladığı ve yürüttüğü politikaların, halkların bölgesel cepheleşmesiyle yanıtlanmasını hedefliyor.
Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu’da ve keza Latin Amerika, Güneydoğu Asya vb. başkaca bölgelerde bölgesel antiemperyalist koordinasyonlar, dünya direniş cephesinin de oluşturucu çekirdekleri olabilirler. Ya da başka bir deyişle, bir uluslararası direniş cephesinin, bir antiemperyalist, antifaşist enternasyonalin gelişim yolu bu biçimde açılabilir.