I.

Mart eyleminden bu yana Almanya ve Avusturya komünist partileri parti basınında sürdürülen tartışma, devrimci ve oportünist taktik arasındaki ayrımın kesin şekillendirilmesiyle karakterize olur. Ama bu şunu gerektirir; saldırı politikasının devrimci bakış açısı esasen, sadece oportünizm karşısında devrimci düşünüşün ölçüsü olarak, ilkesel sorun olarak ele alınmalıdır; ama bu politikanın tam içeriği, onda tarihsel-özgül olan, onun olasılıkları, koşulları, beklentileri ve tehlikeleri yeteri kadar analiz edilmiyorlar. Bu satırların görevi, saldırı politikasıyla bağlam içinde olan, henüz yeteri kadar açıklanmamış, ama oldukça güncel olan bazı sorunlara dikkat çekmektir.

Tarihi bulguların gösterdiği gibi, fahişelik mesleği, insanlık tarihinde ortaya çıkan en eski mesleklerden biridir. Diğer bütün insani ihtiyaçlar gibi, insanın en ilkel ihtiyaçlarından sayılan cinsellik de, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte, alım satım pazarına dahil edilerek, bir meta hüviyetine bürünmüştür. Uygarlığın ilk aşamalarında, devlet aygıtının şekillenmesiyle birlikte, fuhuş iki kategoride değerlendirilmeye konu olmuştur. Henüz evlenmemiş kızların her türlü, evli olan kadınların da kocaları dışındaki cinsel ilişkileri özel mekanlarda vergiye tabi tutulan ve dini kurumların kontrolü altında yapılanlar da, resmi fuhuş kategorilerinde değerlendiriliyordu. Mezopotamya, Yunan, Mısır ve Roma uygarlıkları dönemlerinde de, fuhuş, devlete en çok vergi kazandıran meslekler içindeki yerini korudu.

Dev adımlarla gelişen gen tekniği, bir dizi sorun ve korkuyu da beraberinde getiriyor. Birçok hastalığın nedeninin anlaşılacağından, selektif insan üretileceğinden bahsediliyor. Gen tekniği, her şeyin "yaratıcısı” olan tanrıyı da inkar ediyor. Yani sorun felsefe alanına da uzanıyor. Gen tekniğinin gelişmesi, teknik ile felsefe arasındaki bağı gündeme getiriyor ve bu nedenle de Nietzsche gibi ırkçı/faşist ideolojinin felsefi babaları güncelleşiyor.

Bu ve benzer nedenlerden dolayı bu yazımızda gen tekniğini ve bir bütün olarak, 21. yüzyıl teknolojileri denen yeni teknolojileri ele alacağız.

Özellikle son on yıl içinde kapitalist dünya ekonomisinde yeni yönlerin olduğuna dair, artık kapitalizmin klasik kapitalizm olmaksızın çıkıyor olduğuna dair burjuvazinin kalemşörleri yazıp çiziyorlar. Sermaye hareketinin ulusal ve uluslararası nicel gelişmesinin sınırlarını farklı göstermek için adeta her "açıklama” yoluna başvuruluyor. Bütün bu açıklamalarında "küreselleşme ve sermaye birleşmesi” belirleyici çıkış noktasını oluşturmaktadır. Daha önceki yazılarımızda "küreselleşme”; sermayenin uluslararasılaşması üzerinde durduğumuz için bu yazımızda sermaye hareketini birleşme açısından; temerküz ve merkezileştirilme açısından ele alarak kapitalizmin kapitalizm olma özelliğinden hiçbir şey kaybetmediğini göstermeye çalışacağız.

20. yüzyılın son çeyreğinde İran, Sudan ve Afganistan'da İslami yönetimlerin iktidara gelmesi ve Mısır, Lübnan, Cezayir, Pakistan ve Türkiye başta olmak üzere diğer “Müslüman" ülkelerde de İslami hareketlerin güçlenmesiyle birlikte, siyasal İslam, pan-İslamizm ve şeriat devleti gibi konular sık sık tartışılmaya başlandı. Özellikle emperyalist sermaye çevrelerinin tekellerinde bulunan uluslararası haber ajansları, araştırma şirketleri ve politik danışmanların “gayretleri" sayesinde, bu konular günümüz dünyasının en önemli konuları olarak gösterilmiş ve var olan düzenin en ciddi ve tehlikeli düşmanlarından biri olarak öne sürülmüştür. Böylece, büyüteç altına alınan siyasal İslam, sayıları yetmişi bulan ülkelerde, büyümekte olan toplumsal hoşnutsuzluğun başvuru ve çözüm mercii olarak gösterilmeye çalışılmış, “yeşil tehlike" diye tanımlanan bir tez geliştirilmiş ve ilgi odağı haline getirilmesi geçici bir süre için de olsa başarılmıştır.

1993 yaz ayları

Pis kokular saçarak simsiyah akan Ergene deresine gözlerini diken işçi, “10-15 sene önce burada yüzer, balık tutardık” dedi.

Fabrikalar, 15 yılda dereyi kirletmekle kalmamış, bölgenin iktisadi-sosyal hayatını da alt üst etmişti. Burjuvazinin, İstanbul’da yoğunlaşan sanayii, çevre bölgelere dağıtma operasyonuna bağlı olarak, Gebze-İzmit hattından sonra, ikinci önemli sanayi merkezi olarak doğdu Çorlu-Çerkezköy-Lüleburgaz havzası. Çorlu Ticaret Odası kayıtlarına göre, havzadaki işletmelerde 150 bine yakın işçi çalışıyor. Sadece Çerkezköy Organize Sanayi’inde 20 bin işçi çalışıyor. Tekstil ağırlıklı olmak üzere, beyaz eşya, otomotiv, gıda, deri ve kimya sektörleri, havzayı mesken tutmuş durumda. Burjuvazi, sanayii İstanbul dışına taşıyarak asıl amacı olan daha fazla kâr dürtüsünün yanı sıra sınıfın sendikal örgütlülüğünü kırmak, bilinçli, deneyimli işçi kuşaklarını dağıtmak, İstanbul’u daha güvenli kılmak ve bilinçsiz, örgütsüz işçileri çalıştırmak hesaplarını da güdüyor. İstanbul, burjuvazi için hiçbir zaman güvenli olmadı, olmayacak. Fakat kârlarını artırma vb. hesaplarının (bölgede) tuttuğunu söyleyebiliriz.

Sermayenin, faşizmin ve patron uşağı sendikacıların saldırıları altındaki işçi sınıfı, en geri mevzilere itilmiş, mücadeleyle kazandığı yasal haklarını bile kullanamaz hale getirilmiş bulunuyor.

Sendikal örgütlülüğe sahip olmak adeta bir ayrıcalık. Son beş yılda sendikalı işçi sayısı 1.5 milyondan 700 bine geriledi. Bu kan kaybı durdurulabilmiş de değil. İşçi sınıfının sendikal yaşam dışında bulunan, yüzde 90’ı aşkın bölümün örgütlenme girişimleri, işten atma terörüyle boğuluyor. Sarı sendikacılar, tek tek fabrika ve işletmelerde sendikalaşma uğruna patlak veren direnişlere sahip çıkmayarak, burjuvazi ve devlet tarafından kuşatılıp yenilgiye uğratılmasına açıkça destek oluyorlar. Taşeronluk sistemi ve özelleştirme saldırısı diğer şeylerin yanı sıra, sendikal örgütlülüğü çözüp dağıtıyor. Zaten kolu kanadı kırık halde bulunan grev hakkı, hükümetin, erteleme adı altındaki yasaklamalarıyla bütünüyle işlevsizleştirilebiliyor.

Sınıflar kavgasının kavurucu sıcaklığı ortasında, Teoride Doğrultu’nun Temmuz-Ağustos 1. sayısıyla yine birlikteyiz.

-Sermaye ve faşist rejimin, ezilen ve sömürülen emek cephesine yönelik ekonomik ve politik saldırılarının yoğunlaşarak arttığı bu süreçte, antikapitalist, antifaşist mücadelelerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek, sermaye ve faşizme geri adımlar attırarak yeni devrimci mevzileri kazanmanın olanaklarını içinde barındıracak devrimci araçlara, devrimci örgütlenmelere kesin ihtiyaç vardır. İstanbul Emek Platformu’nun böylesine birleşik devrimci mücadelenin gerçek bir aracı işlevine kavuşabilmesi görevi açısından “İEP ve Başarının Koşulları” başlığı altında, bu platformun sorunlarını ve yürümesi gereken yolu tartışmaya çalışıyoruz.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi