1993 yaz ayları
Pis kokular saçarak simsiyah akan Ergene deresine gözlerini diken işçi, “10-15 sene önce burada yüzer, balık tutardık” dedi.
Fabrikalar, 15 yılda dereyi kirletmekle kalmamış, bölgenin iktisadi-sosyal hayatını da alt üst etmişti. Burjuvazinin, İstanbul’da yoğunlaşan sanayii, çevre bölgelere dağıtma operasyonuna bağlı olarak, Gebze-İzmit hattından sonra, ikinci önemli sanayi merkezi olarak doğdu Çorlu-Çerkezköy-Lüleburgaz havzası. Çorlu Ticaret Odası kayıtlarına göre, havzadaki işletmelerde 150 bine yakın işçi çalışıyor. Sadece Çerkezköy Organize Sanayi’inde 20 bin işçi çalışıyor. Tekstil ağırlıklı olmak üzere, beyaz eşya, otomotiv, gıda, deri ve kimya sektörleri, havzayı mesken tutmuş durumda. Burjuvazi, sanayii İstanbul dışına taşıyarak asıl amacı olan daha fazla kâr dürtüsünün yanı sıra sınıfın sendikal örgütlülüğünü kırmak, bilinçli, deneyimli işçi kuşaklarını dağıtmak, İstanbul’u daha güvenli kılmak ve bilinçsiz, örgütsüz işçileri çalıştırmak hesaplarını da güdüyor. İstanbul, burjuvazi için hiçbir zaman güvenli olmadı, olmayacak. Fakat kârlarını artırma vb. hesaplarının (bölgede) tuttuğunu söyleyebiliriz.
Vize köylülerinden yaşlı bir emekçinin anlattıkları, durumu özetliyor aslında: ‘70’li yıllarda yeni kurulan Çerkezköy fabrikalarına köylerden jandarma zoruyla işçi toplandığına tanık olmuş. Trakya’nın emekçi köylüsü, ‘90’lı yıllarda hâlâ işçilikle köylülük arasında salınmaya devam ediyordu. Ama asıl büyük fırtına göçle koptu. Kapitalist gelişme ve kirli savaşın anaforunda savrulan on binlerce insan, köyden topladığı denklerini havzada açtı. Erzincan, Dersim, Muş, Varto, Kars, çoğunluğu Samsun’dan Karadenizli emekçiler, dalgalar halinde bölgeye geldiler. Son büyük göç, Özal’ın kışkırtmasıyla Bulgaristan’dan: 150 bin kadar Bulgaristan göçmeninin ezici çoğunluğu Trakya’da kaldı. Göç dalgalarıyla bölgeye yığılan ve işçiliğe ilk adımını burada atan karmakarışık topluluklar, halen sancılı bir işçileşme süreci yaşıyorlar. Hemşehricilik, şovenizm, mezhepçilik, kültürel farklılıklar, sınıf bilincinin üzerini kalın bir tortuyla örtüyor. Bu koşullarda burjuvaziye gün doğdu. Sendikasız, sigortasız, kölece bir sömürü girdabına yuvarlanan işçi sınıfı, kanıyla, teriyle burjuvazinin kasalarını şişirdi. Türkiye’nin en modern tekstil işletmelerinden “Konyalılar Tekstil”de bir defada 30’u aşkın işçinin “iş kazasına” kurban gitmesi, havzada çalışma koşullarının somut bir göstergesidir.
Sağlık Mahallesi, Çorlu’nun 2-3 km doğusunda, Edirne yolu üzerinde kuruludur. 30 bin nüfuslu bu “mahalle”, deyim uygunsa, bir işçi gettosudur. Üç-beş küçük esnafı saymazsak, binlerce işçi, aileleriyle birlikte yaşar ”Sağlık”ta. Sabahları binlerce işçi, öbek öbek toplanarak, servislerini bekler ya da yürüyerek fabrikasına gider. İşçi arıların kovanı gibidir mahalle. Ergene kıyısında sıralanan deri fabrikalarıyla mahallenin evleri neredeyse iç içe geçmiştir. Kış aylarında rüzgâr ters estiğinde, deri fabrikalarının dumanı mahallenin üstüne çöker. Kesif bir koku, genizleri yakar. Mahalleyi ve fabrikaları göz alabildiğine buğday, ayçiçeği tarlaları kuşatır.
“Eskiden çalışmazdık deride. Pis iş derdik, yabancıların, Kürtlerin işi sayardık” diyor bir işçi, Trakya şivesiyle ve ekliyor: “Şimdi on takla atarız iş için, geçinmek zor, ekmek aslanın ağzında...”. “Pis işti” gerçekten de deri işçiliği. Daha ham deriler indirilirken başlıyordu pislik, parmak kadar kurtlar sıçrayıp ağızlarına, gözlerine, koyunlarına doluyordu işçilerin. Alışık olmayan, fabrikaların içi bir yana, tabakhaneler bölgesine girdiği anda öğürtülerle sarsılıyordu. Bir Kazlıçeşme işçisinin söylediği gibi, “koku vücutlarına siniyor, trende insanlar uzaklaşıyordu yanlarından”. Fabrikaların içi, özellikle de alt katlar, bir başka alemdir. Gürül gürül dönen tonlarca deri ve kimyasal madde ile yüklü dolaplar, açıktaki kanallardan akan kimyasallı sular, kavelatanın yanında işçilerin elleriyle temizlediği deri artığı yağ tepecikleri... Değdiği yeri yakan, tüyleri döken, yaralar açan zırnık denilen kimyasalla haşır neşir işçiler. Hızla dönen 15-20 tonluk dolaplara kapılarak ölenler, sakat kalanlar, hiçbir güvenliği olmayan asansörden düşenler, “tava”nın başında pişenler. Buharlaşan kimyasalı ciğerlerine çekenler... Bunlar, deri işçilerinin yaşamının olağan kesitleridir. 1993’te 100 civarı fabrikada üç bine yakın işçi çalışıyordu. Fabrikaların en büyüklerinde 100-150, çoğunluğu oluşturan küçük ve orta boylarda ise 10-50 arası işçi çalışıyordu. Küçük işletmelerde patron da işçilerle birlikte çalışıyor, ekibini eş-dost, akraba çevresinden kuruyordu. Bu ilkel koşullarda bir de feodal çerçevedeki hatır-gönül ilişkileri yapışmıştı işçilerin yakasına, sömürünün katmerlisi düşüyordu paylarına. Tabakhanelerde fiili işgünü -özellikle işler açıldığında- 12-14 saatin altına ender olarak düşer. Bu iş cehenneminde bir köşede birkaç saat kestirerek 52 saat aralıksız işbaşında kalındığı bilinir.
Nisan 1993: İlk Kıpırdanmalar
Havzadaki deri işçileri ‘93 Nisanı’nı bıçak kemikte karşıladı. Sınıf sezgi ve duyguları nispeten güçlü işçiler, sancılı bir arayıştaydı. Daha önce birkaç fabrikadaki cılız sendikalaşma girişimleri, başarısızlıkla sonuçlanmıştı. İşçiler deneyimsizdi. Kazlıçeşme’nin mücadeleci işçileri yoktu Çorlu’da. Tek tük rastlanılsa da, bu geri atmosferde suskundu onlar da. Kısa süre önce yenilgiyle sonuçlanan Humanıc direnişinin etkileri, kimilerini cesaretlendiriyor, kimilerini ürkütüyordu. Deri işçileri arasında, üç devrimci yapı faaliyet yürütüyordu. Humanıc yenilgisinin -biraz da zorlamayla- fatura edildiği çevre, sendikayla yürüyüp yürümeme konusunda net değildi. Bu belirsizlik onların aktivitesini düşürdü. Diğer çevre, öncü hamleler yapacak dinamizmden yoksundu, kuyrukçu, “akıllı uslu” bir çizgi izliyordu. Komünistler ise, henüz bölgeyi tanıma sürecindeydi. İşçileri cesaretlendiriyorlar ve devrimci dostları daha atak olmaya teşvik ediyorlardı. Fakat henüz somut bir hareket planı oluşturmamışlardı. Fısıltılar, Sağlık Mahallesi’ni, tabakhanelerin çamurlu yollarını kat ediyor, çay ocaklarında, kahvehanelerde, yollarda, küçük gruplar toplaşıp tartışıyor, ”bulaşmak istemeyenler” hızla uzaklaşıyor, bakışların, selamlaşmaların bile mesaj ilettiği esrarlı-heyecanlı bir hava kuşatıyordu atmosferi. Tedirginlikle hınç, korkuyla cesaret, tevekkülle daha iyi yaşama özlemi işçilerin ruhunda karmakarışık akıp gidiyordu. ‘93 Mayısı ön gününde durum böyleydi.
Komünistlerin önünde iki yol vardı:
- Sessiz, derinden bir çalışma örgütlemek. Henüz bölgeyi tanıma aşamasındaki örgütsel yapılarını korumak ve genişletmek; keza patronlara sezdirmeden; sendikal örgütlenme çalışmalarını sürdürmek.
- Eylemin diliyle konuşmak. Risk üstlenmek. Kendi içinde boğulmaya müsait karmaşık havayı, eylemin serin rüzgârıyla temizlemek, büyüyen mücadele içinde büyümek.
Komünistler ikinci yolu seçtiler.
Eylemin Rolü
1 Mayıs, girilecek yol için iyi bir fırsat sağlıyordu. Bu nedenle 1 Mayıs’ı, yasak savma kabilinden bir gösteri olarak değil, tabakhanede direnişi ateşleyecek fünye olarak gündemleştirdiler. 1 Mayıs’ta militan bir sokak eylemi ve eylemden sonraki hafta içinde, iyi mevzilenilmiş bir fabrikayı sendikaya üye yapma kararı birlikte alınmıştı. Örgütlenme ve eylem anındaki duruşumuz da bu ciddiyete uygun oldu. Ortak eylem komitesinde yer alan bir devrimci gruptan arkadaşlar, eyleme dahi yetişmezken, SSH, örgütlü olduğu bir fabrika başta olmak üzere etkileyebildiği herkesi seferber etmişti. Fabrikaların balkonlarına, çatılarına salkım saçak yığılan işçilerin şaşkın bakışları altında, çamurlu tabakhane yolunda sloganlarla ilerleyen 200 kişilik işçi topluluğunun başında komünistler yürüyordu. Polisle çatışırken, coplar, yumruklar altında polis otolarına sürüklenirken komünist işçilerin yumrukları gevşemedi, sloganlar dinmedi.
1 Mayıs gösterisinden beklenen her şey elde edildi; hatta daha da fazlası... Tabakhaneler ve Sağlık Mahallesi, bir heyecan fırtınasına tutulmuştu sanki. İşçilerdeki, özellikle de öncü bölüklerindeki bulanık hava dağıldı. Ruhlar, bilinçler, eylemin rüzgârıyla temizlenmeye başladı. Cesaret, umut ve eyleme geçme isteği, 1 Mayıs’ın ardından elle tutulur hale geldi.
Eylem ayrıştırıcıdır. İşçilerin ileri kesimleri yukarıdaki havayı yaşarken, geri bölüklerin ürkekliği arttı. Sadece işçiler değil, öncülük iddiasındaki gruplar ve şahsiyetler de ayrışmaya başladı. Daha 1 Mayıs akşamı sendika binasını tıklım tıklım dolduran işçiler, eylem komitesinin görevlerini yapmayan unsurlarına ve resmi sendika temsilciliğine ateş püskürüyor, coplar, yumruklar altında sloganları susmayan SSH’lı işçinin tutumunu örnek gösteriyorlardı. Öfkesi burnunda bir grup işçi, komünistlere, daha o akşam sendika temsilcisini azledip, yerine henüz gözaltında olan SSH’lı işçiyi getirme önerisinde bulundu. Öneri, erken olduğu gerekçesiyle kabul edilmedi. Komünistler, eylemdeki tutumlarıyla saygın, tutarlı ve militan öncüler, önderler olarak işçiler arasında sivrildiler. İşçi çevrelerinde, fabrikalarda tanındılar, işçilerle bağ kurma olanakları umulanın ötesinde arttı. Pozisyonları sağlamlaştı. 1 Mayıs, patronlara meydan okuyuştu. Nitekim gösterinin haftasında DESMO Fabrikası, üstelik servis otolarını sendikanın önüne çekerek, sendikaya üye oldu. Bu iki gelişme, tabakhanelerdeki direnişin fitilini ateşledi. Mayıs başından Haziran ortalarına dek 35 civarı fabrika, peşi sıra sendikaya üye oldu. Patronlar işçi attı, işçiler de direniş çadırlarıyla yanıt verdi. Direnişçi fabrikaların tümünde üretim durdu. Tabakhaneler direniş çadırlarıyla donatıldı. Yürüyüşler, gösteriler, direniş kırıcılarla ve polisle çatışmalar birbirini izledi.
Öncülük Sorunu
O dönem popüler tartışma konularından biri, “öncülük” sorunuydu. Benzer durumlarla her zaman karşılaşılabileceği için, olaylardan, olgulardan çıkan bir sonuç olarak, bu soruna değinelim. İşçiler arasında kaynaşma olması, bölgede eskilere dayanan çalışma ve örgütlülüklerin, olayların, eylemlerin içinde yer almanız vb. kendi başına öncülük/önderlik sorununu çözmez. Önemli olan, sizin bu dayanakları ve olanakları nasıl değerlendirdiğiniz ve duruşunuzu, eyleminizde nasıl somutladığınızdır. ‘93 Çorlu’sunun, risk ve olanakları bir arada barındıran -kendi koşulları içinde- karmaşık tablosu, komünistlerin hareket planı ve eylemleri, deri işçilerinin eylemini ateşleyen öncü bir rol oynamıştır. Olaylar, olgular bunu gösteriyor: 1 Mayıs gösterisi, SSH’lı işçilerin öncülüğündeki DESMO’nun gösteriye firesiz katılımı ve militan tutumu, aynı hafta DESMO işçilerinin sendikaya üye olarak yolu açması, işçilere güç ve cesaret aşılaması, küçük burjuva devrimci çevrelerin ihtiyatlılığını alt ederek, oyalanmayı, ortada durmayı imkânsızlaştıran sürükleyici rolü, öncülük düğümünün nasıl çözüldüğünü açıklıkla ortaya koyuyor. DESMO, bu rolünü, direniş süresince de sürdürdü. Direnişlere, çadırda pasif beklemenin uyuşukluğunun çökmesine izin vermedi, yürüyüşlere başladı, yeni bir yol açtı. DESMO işçilerinin yürüyüş korteji, yol boyunca çadırlarda, fabrika önlerinde işçilerin coşkulu alkışlarıyla karşılandı.
Merkezileşmenin Önemi
Olaylardan çıkan önemli bir ders ya da sonuçla bu konuyu kapatalım: DESMO’nun SSH’lı militan işçileri, tek bir fabrikada toplanmak yerine -isterse en önemlileri olsun5-10 fabrikaya dağılmış olsalardı, asla aynı sonuçlara ulaşılamazdı. Güçleri dağıtmayıp merkezileştirmek, sağlam bir dayanak yaratıp, bu dayanağı manivela olarak kullanmak ve bu ”köprübaşından” hareketle yaygınlaşıp etkiyi derinleştirmek, 1993 Çorlu tabakhane direnişlerinin önemli derslerinden biridir.
İşçilerin Bayram Günleri
DESMO’nun ardından devrimci ve komünistlerin örgütlü olduğu 4-5 fabrikanın daha sendikaya üye olmasıyla geçici bir duraklama oldu. O aşamada iki seçenek vardı: Atılan adımlarla yetinip mevzileri pekiştirmek, ya da direnişi yaymak. Tereddütsüz ikinci yola girildi. “Tabakhaneler tek bir fabrikadır ya hepsinde kazanır ya hepsinde kaybederiz” sözleri, direnişçi işçilerin dilinde slogan haline geldi. Sendikalaşma nedeniyle tek bir işçi çıkarılması dahi direniş gerekçesi kabul edildi, üretim durduruldu. Bu arada yerinde bir davranışla, fabrikalar terk edilmedi, makineler çalıştırıldı, ama üretim yapılmadı. Patronların noter baskınlarıyla tutanak tutturma oyunu boşa çıkarıldı, tutanaklarda işçileri haksız duruma düşürecek tespitler yapılamadı. Bundan sonra patronlar kapıları kapattı, işçiler de fabrika önlerini direniş çadırlarıyla donattılar. Polisin çadırlara saldırısı daha ilk denemede boşa çıkarıldı. Çorlu Emniyet Müdürü’nün bizzat gelerek Nobel Deri direnişçilerini gözaltına alma girişimi engellendi. İşçiler, polis otolarının etrafını kuşatarak arkadaşlarını polisin elinden aldılar. Özgüven, moral, coşku muazzam yükseldi. Dünün kendi halindeki işçileri, yaman örgütçüler olarak sahneye çıktılar. Kitle seferberliğiyle diğer fabrikaların örgütlenmesine girişildi. Komünistlere ve sendika görevlilerine bilgi, istihbarat, ilişki yağmaya başladı. İşçilerin kitle seferberliği olmasaydı, ne komünistler ne de sendika bu kadar kitleye ulaşamazdı. Eylem ateşi ve kitle seferberliği gelişmeleri hızlandırdı. Belki de normal zamanlarda yıllar bulacak bir çalışmayla ulaşılabilecek ilişki ve olanaklara, haftalar içinde ulaşıldı. Komünist aktivistlerin her gece 2-3 kitle toplantısına katılması normaldi eylem günlerinde. Direnişçi işçiler, tüm ilişkilerini seferber ederek henüz örgütlenmemiş fabrikaların toplantılarını hazırlıyor, sonra da ”konuşmacıları” çağırıyorlardı. Sağlık Mahallesi, heyecanlı bir hareketlilikle yüklüydü. Eş dost ziyaretine gider gibi çoluk çocuğuyla evlerinden çıkan işçiler, umutla toplanıyordu kararlaştırılan evlerde. Polis, hareketliliği seziyor ama hiçbir şey yapamıyordu. Adımlar sessizdi ama toplantı evleri hiç de sessiz sayılmazdı.
Kahkahalar, sorular, tartışmalar gecekondu duvarlarından taşarak, gecenin ıssızlığında yayılıyordu. Kendileri için bir şeyler yapmanın, “gizli toplantılara” katılmanın heyecanı kuşatmıştı yürekleri. Solgun işçi yüzleri, eylem heyecanıyla ışıltılı bir aydınlığa kesmişti. İşçilerin bayramıydı yaşanan...
Patronlar fark edene kadar, sendikaya üye olunduğu açıklanmıyordu. Bu gizlilik sürecinde de, mükemmel denetçiler olarak çalıştı işçiler. Herkesi çok iyi tanıyor, sallantılı, zayıf unsurları, bir an olsun boş bırakmıyorlardı. “Şu arkadaş gelirse herkes gelir”, “falanca kişinin kafası kırılmadan burada hiçbir şey olmaz” vb. yaklaşımlarıyla, kimi zaman tek bir saygın işçinin iknası, tüm fabrikayı sürüklüyor, kimi zaman da patrona yalakalık eden birinin sindirilmesi, yolu açıyordu. Başkaca zorlamalara da başvurulmadı değil. Birkaç mızmızın ayak diremesi yüzünden çoğunluk sağlanamıyorsa, servis araçları sendikanın önüne çekilerek emrivakiye başvuruldu. Bu tip emrivakilere maruz kalanların çoğu, süreçte sağlam direnişçiler olup çıktı. Kim nasıl karşılar, bilemeyiz ama işçiler bu durumu yadırgamadılar.
Çatışmalar, İşçi Milisi, Devrimci Şiddet...
Bu arada patronlar da boş durmuyordu. Deri İşverenleri Derneği’nde toplantı üstüne toplantı yapıyor, direnişleri engelleyemeyen arkadaşlarını topa tutuyor ama onların zararlarını da karşılıyorlardı. Tuzla patronları da imdada koştu. Fakat Tuzla deri işçileri örnek bir dayanışmayla, direnişteki fabrikaların mallarını işlemeyi reddetti. Nutuklar, tehditler, vaatlerle işçileri, fabrikalarda cendereye aldılar. Servisleri polis eskortuyla getirip götürmeye başladılar vb. Hiçbir tedbir, direnişlerin yaygınlaşmasını engelleyemedi. Böyle bir aşamada direniş kırıcılığı devreye sokuldu. Direniş kırıcılar, sabahın 5’inde fabrikalara girip, hava kararınca çıkmaya başladılar. DE-SA deri patronu daha da ileri gitti. Mardin’in korucu aşiretlerinden adam getirerek fabrikayı kapattı. İki aya yakın, fabrikadan dışarı adım atmaksızın çalıştılar. Yalnızca geceleri fabrikanın damına çıkıyorlardı; o da havaya silah sıkmak için... DİSK’te örgütlü Güneş Deri’nin direniş kırıcılarıyla direnişçi işçiler arasında meydan kavgaları yaşandı. Eylem kırıcılar, fabrika avlusu içindeki yemekhaneye taş, sopa yağmuru altında gidiyorlardı, bazen de aç kalıyorlardı.
Bu şartlar altında işçi grupları, tabakhanelerde devriye gezmeye başladılar. Nöbet usulü ve sabaha dek. En az iki grup (bazen üç), aynı anda devriyeye çıkıyordu. Adı konmasa da, milisti bu; işçi milisi. Daha bir ay önce kendi halinde işe gelip giden işçiler, eylemlerinin güvenliği için nöbet tutuyorlardı tabakhanelerde. SSH’lı işçiler, coşkuyla görev aldı miliste. Yanı sıra komünistler, örgütledikleri özel grupla da, güvenliğe katkı sağladılar. Sabahın köründe fabrikalara sokulmaya çalışan direniş kırıcılar, feci şekilde dövüldüler. Sallantılı unsurların yolu kesilip, uyarıldı vb. Yukarıda sözü edilen iki işletme dışında direniş kırıcılık sorunu, başarıyla çözüldü. Korucu-işçilerle de, fırsatı yakalandığı anda, meydan kavgasına girildi, fabrikadan dışarı adım attırılmadı onlara. Eylemin ısısı gittikçe yükseldi. Tabakhanelerden Sağlık Mahallesi’ndeki sendika lokaline sloganlarla yürüyüş, rutin hale geldi. Polisle kitlesel çatışmalar yaşandı. Edirne-İstanbul yolu, oturma eylemleriyle trafiğe kapatıldı. Sendikacıların gözaltına alınması üzerine karakola yüründü. Polisin panik içinde silah doğrultmasına aldırılmadan, sloganlarla beklendi karakol kapısında. Grup şiddeti de devreye girdi. Karakolun yüz metre aşağısında bir işbirlikçinin otosu komünistler tarafından yakıldı. Diğer bir devrimci ise, benzer bir eylemi Zeytinburnu’nda bir servis otosuna karşı gerçekleştirdi. Kimin yaptığı belli olmayacak şekilde bir fabrikaya kundaklama girişimi oldu. Bulanık bir işti bu. Devrimcilerin yapmadığı biliniyordu. Öfkeli bir işçinin bireysel girişiminden, provokasyon ya da kazaya dek bir dizi olasılığı düşündürüyordu. Yine de patronları dehşete düşürdü. Son olarak, bir işçi vardı ki, komünistler için özel bir moral kaynağıydı: Dimitrov’un partizanlarından biriydi bu. Gençlik yıllarında Nazi sürülerine dağlardan kurşun yağdıran bu yaşlı direnişçi, şimdi de ekmeği için patronlara ve faşist rejimin polisine direniyordu.
DİSK Deri-İş’in Örgütlenmesi
Olaylar düz bir hatta gelişmedi kuşkusuz. Tersine gelgitlerle, çelişkilerle yüklü sancılı bir süreç yaşandı. Devrimciler arasındaki sorunlar zamanla kangrenleşti, yıkıcı sonuçlar üretti. İlk ayrışma sendikal planda ortaya çıktı. Sendika temsilcisi, Mayıs ortalarında istifa etti. Bir süre sonra da (ileri işçi konumundaki) bir grup arkadaşıyla DİSK Deri-İş’in örgütlenmesine girişti. (Direnişteki 35 civarı fabrikanın 6-7’si DİSK Deri-İş’te örgütlüydü.) Temsilcinin, Humanıc direnişi esnasında genel merkezle ilişkileri bozulmuş, yenilgiyle birlikte de kopma noktasına gelmişti. Tabakhane direnişleri başladığında Türk-İş’le yürüyüp yürümemenin belirsizliğini yaşıyor ve doğal olarak şiddetli eleştirilere maruz kalıyordu. Humanıc yenilgisi, onun şahsında sendikaya fatura ediliyor, yeni sürece kendisini verememesi eleştirilerin dozajını daha da artırıyordu. Komünistler, bu süreçte kendisini, yoğun olarak eleştirdiler. Fakat bu arkadaşın, işçi mücadelelerindeki kararlı ve fedakar tutumu, zamanla, komünistlerin eleştirilerinde haksız yönler olduğunu açığa çıkardı. Arkadaş, öncesi ve sonrasıyla ele alındığında, yerel bir işçi önderiydi. Özellikle Trakyalı ve göçmen işçiler üzerindeki etkisi büyüktü. Doğal ki, hata ve zaafları vardı. Bunların hiçbiri doğal işçi önderi gerçeğini karartmadığı gibi, çelişmez de. İşçi önderleri, idealize edilmiş varlıklar değildir. Arkadaşın o kesitteki tutumunu eleştirmek doğaldı; doğal olmayan ise, belirli bir durum ve dönemi genelleştirerek ele almaktı. Hatasını fark ettiği anda, açık yüreklilikle, özeleştirel bir tutum aldı. Bu, güvene dayalı sıcak ve ilkeli devrimci ilişkilerin yolunu açtı. Söz konusu işçi arkadaş, istifa edip DİSK Deri-İş’in örgütlenmesine giriştiğinde komünistler, bunun doğru olmadığını, 3000 kişilik bir işçi topluluğuna iki ayrı sendikanın fazla geleceğini, işçilerin geri olduğunu, Türk-İş’teki burjuva çevrenin bunu istismar edeceğini, bu girişimin objektif olarak mücadeleye zarar vereceğini söylediler. Ve kendilerinin ciddi sorunlara rağmen Türk-İş’teki ana gövdeden kopmayacaklarını, sınıfın çıkarlarının bunu gerektirdiğini açıkladılar. Türk-İş içinde mücadeleye davet ettiler. Arkadaş ikna olmadı ve bilinen yolu tuttu. Ne yazık ki bu yol, öngörülen bütün sorunlara yol açtı. DİSK’in örgütlenmesi o şartlarda yanlıştı.
Buna rağmen DİSK, 6-7 fabrikayı örgütleyip direnişe çıkardı. Bu durumda Türk-İş Deri-İş’te örgütlenenler için iki yol vardı: Ya kavga gürültü pahasına DİSK girişimi engellenecek ya da 6-7 direnişle fiilen ortaya çıkan DİSK’te örgütlü işçilerle ilkeli, dürüst bir dayanışmanın yolları aranacaktı... Komünistler, tereddütsüz ikinci yolu tuttular. DİSK’i bastırmaya, adam ayartmaya vb. girişmediler, başkalarının da bunu yapmasını engellediler.
Mümkün olan her durumda, patronlara ve polise karşı birlikte mücadele edilmeliydi. Komünistler, bu tutumdan milim sapmadılar. Türk-İş’te olduğu kadar, DİSK’te örgütlü işçilerin de güvenini kazandılar. Öyle ki, komünistlerin çağrısı ve örgütlemesiyle Türk-İş ve DİSK’in direnişçi işçileri, iki kez ortak gösteri yaptılar, polisle militanca çatıştılar.
Türk-İş Deri-İş’te Sorunlar...
Türk-İş Deri-İş’te ise sorunlar hiç bitmedi. Eski temsilcilerinin DİSK’e geçmesinden hemen sonra, sendikadaki küçük burjuva çevre, “ünlü” bir eski sendikacının bölgeye atanması için kampanya başlattı. Ortada bir boşluk olmadığı halde, bu şahsı getirmek için yapılan kampanyayı anlamak mümkün değildi. Zaman gösterdi ki bunun altında, küçük burjuva çevrenin öz güvensizliği, hemşehricilik bağlarını, siyasi kimliklerinin üzerinde tutmaları ve mantık sınırlarını zorlayan siyasi ve örgütsel oportünizmi vardı. Bu şahıs, çelişkileri derinleştirdi, çözümsüzlüğe sürükledi. İşçiler arasında ünü, itibarı vardı.
Çorlu’da bir mirasyedi olarak itibarını yedi, tüketti. Bunun bedelini ne yazık ki, işçiler ödedi.
Onunla birlikte bürokratik usuller de geldi, işçilerin teklifsiz ve rahat oldukları sendika lokaline ağır bir resmiyet havası çöktü. İlk icraatlarından biri, kitle toplantıları yerine temsilciler kurulunu geçirmek oldu. Hayatlarında ilk kez, kendi kaderleri hakkında kararlar alan, tartışan, görev ve sorumluluk üstlenen işçiler, bürokratik yöntemlerle geri plana itildiler. Uyanış halindeki taban inisiyatifi, boğulmaya başladı. Sendikayla işçiler arasında yabancılaşma ögeleri uç verdi. Bürokratik usuller, örgütlenme çalışmalarına da yansıdı. ”İş bitirici” pragmatik bir anlayışla tasçı ve traşçıları merkez alan, sıradan işçiyi önemsizleştiren bir yol vb. izlemeye başladılar. Bunların doğal tamamlayanı, mücadele biçim ve yöntemlerinde sağ pasifizm oldu. Direnişler, çadırda beklemek evresini geride bıraktığı halde, gerek dayanışmayla direnişlerin etrafını örmek gerekse (işgal vb. gibi) militan eylem biçimlerinden öcü gibi kaçtılar. Sendika yönetim kademeleri, ahbap-çavuş, hemşehri çevresine döndü. Komünistler hakkında, “bölücüler”, “DİSK’e çalışıyorlar” gibi propaganda silahlarıyla(!) savaşmaya başladılar. İşçilerin en geri yönlerini kaşıdılar, bulanık suda balık avlayarak şovenizme yaslandılar. Nasılsa, Kürt-Alevi işçilerin arasında, Alevilik üzerinden Kürtlüğün inkârına yönelen ve bu yoldan Türk şovenizmine eklemlenen damar Çorlu’da güçlüydü.
Sorunları çözmek için görüşme önerildi. Masaya oturulduğunda muhataplara, izledikleri yolun çıkmaz olduğu, yenilginin yolu olduğu ifade edildi. Siyasi-ideolojik tartışmaya gerek olmadığını, direnişlerin nasıl sürdürüleceğine dair somut noktalar üzerinde anlaşılabileceğini, bu sayede, sorunlara rağmen, birlikte yürünebileceği söylendi. Ve şu öneriler sıralandı:
-Kitle toplantıları usulüne geri dönülsün.
-Fabrika işgalleri dahil, durum ve ihtiyaçların gerektirdiği mücadele biçimlerinden kaçınılmasın.
-Aramızdaki görüş farklılıklarını, istediğiniz zeminde anlatabilirsiniz; fakat “bölücüler”, “DİSK’e çalışıyorlar” gibi propagandalardan vazgeçin.
-Sendika yönetiminde bir komünist işçiye görev verilsin.
-Ortak bir örgütlenme komitesiyle sorunları birlikte çözelim, süreci birlikte götürelim.
Bu isteklerin hiçbiri kabul edilmedi. Maceracı bir çizgi izlediğimiz, kitle toplantıları tarzına dönülemeyeceği, ortak komitenin gereksiz olduğu söylendi. “Bölücü” kavramını kullandıklarını, fakat bununla sendikadaki bölünmeyi kastettiklerini, “DİSK’e çalıştığımızın” doğru olmadığını fakat kendileri söylemediği için yalanlamalarına gerek olmadığını ifade ettiler. Emek ve katkımızın inkâr edilemeyeceğini, bunun karşılığında da bir arkadaşımıza sendika görevli kartı çıkarma teklifinde bulundular. Anlaşma sağlanamadı.
Komünistlerin önünde tek bir yol kalıyordu: Bağımsız güçlerini büyüterek sendikada doğru çizgiyi hakim kılmak, direnişte ön safta olmak, politik/ideolojik mücadeleyi ilkeli zeminlerde yürütmek ve çekişmelerle vb. direnişe zarar vermemek.
Anlatageldiğimiz süreç boyunca, özellikle genç deri işçilerinin en mücadeleci kesimi, komünistlerin etrafında toplanmaya, giderek de birer taraftar olarak görev üstlenmeye başladı. İlk ilişkiler, eylemlerde, sendika ve işçi kahvehanelerindeki tartışmalarda başladı. Mücadelenin gelişim ve sorunlarını tartışma, eylemlerdeki duruşun çekiciliği, kafaca ve ruhça ortaklaşmanın zeminini hazırladı. Sempati, sevgi, güven ve dostluğu geliştirdi. Mücadeledeki duruş, ortaklaşmaya başladı. Muazzam bir bilgi açlığı ve arayış içindeki bu dinamik kesimin, komünistlerden talepleri arttı. Rastgele sohbetlerin yerini, düzenli toplantılar aldı. Örgütsel çeper büyümeye başladı.
SSH Örgütleniyor
Temel yapımızı çevreleyen ikinci halka, SSH platformuna bağlı işçilerdi. Bunlar, direnişte olanların yanı sıra, henüz örgütlenme aşamasındaki fabrikaların işçileriyle DİSK’te direnişte olan kimi işçilerdi. Bağımsız gücümüzü konuşturma kararı alındığı andan itibaren, bu ilişkilere, daha bir ağırlık verildi. Toplantılar örgütlendi, sendikada, çadırlarda ve eylemlerde alınacak blok tutumun çerçevesi belirlendi, kararlar alındı.
Toplantılarda, sendikadaki gruplaşmaların temelinde iki ayrı sendikal ve siyasal çizginin olduğu, hangi çizginin hangi sonuçlara yol açacağı işlendi. Sınıf Sendikacılığı Hareketi etrafında kenetlenme çağrısı yapıldı, işçi arkadaşların kafasında SSH hakkında bilimsel bir netliğin oluştuğu söylenemez. Anladıkları kabaca, komünistlerin direnişte doğru çizgiyi izledikleri ve bu çizgi temelinde onlarla beraber olduklarıydı. Bu arkadaşlar, SSH’ı büyütmek için çalışmaya başladılar. İşçiler SSH bildirilerini dolaplara, yemekhanelere, direniş çadırlarına bıraktılar, okutup arkadaşlarıyla tartıştılar. Komünistler, hiç ortalıkta görünmedikleri halde, her taraftan SSH bildirilerinin “fışkırması” herkes gibi polisi de oldukça şaşırttı:
30 kadar dağıtımcı, direnişte olan ve olmayan 20’ye yakın fabrikaya aynı anda bildiri ulaştırdı. Ayrıca maddi katkılarla bildiri çıkarılmasını sağladılar.
SSH, iki sokak gösterisi düzenledi. Bunların ilki, Sivas katliamının (3 Temmuz 1993) hemen ardından, Türk-İş ve DİSK’e üye veya örgütsüz yaklaşık 800 işçinin yürüyüşüdür. Sendikal ayrımın yapay çitlerini de, önüne çıkan polis barikatlarını da yıkan bu militan gösteri, Türk-İş’in sendika bürokrat ve çevresini dehşete düşürdü. Gösterinin örgütlendiğini ruhları bile duymamıştı. Üstelik komünistlerin öncülüğünde ve onca düşmanlık yaratmaya çalıştıkları DİSK’li işçilerle birlikte, direnişleriyle ilgisi olmayan bir konuda yürüyordu işçiler.
İkinci gösteri, DİSK yöneticisi arkadaşın gözaltına alınması üzerine yapıldı. İşçiler, infial halinde (birbirine çok yakın olan) her iki sendikanın önünde toplandılar. Bürokratımız her zamanki manevralarıyla sorunu müzakere edeceklerini, beklemek gerektiğini vb. ağzında gevelemeye başlamışken, komünistler, hiç tereddüt etmeden, karakola doğru yürüyüşe geçtiler. Türk-İş ve DİSK’in işçilerinin ezici çoğunluğu, komünistleri izledi. Polisler, panik halinde silahlarını kitleye doğrultmalarına rağmen, sloganlar, haykırışlar dinmedi. Karakolun önünde oturmaya geçildi, Edirne-İstanbul yolu bir süre trafiğe kapatıldı. “Arkadaşımızı almadan gitmeyeceğiz”, ağızlardan çıkan tek söz buydu. Vakit ilerledikçe kitle azaldı. Bunun üzerine, karakolun 100 metre ilerisine geçilerek, büyük bir ateş yakıldı. Marşlarla, sloganlarla halaya duruldu. Çorlu ve Sağlık Mahallesi emekçilerinin gözünün üstümüzde, yüreklerinin bizimle olduğunu biliyorduk. ”Almadan gitmeyeceğiz”, bu söz inattı, isyandı yüreklerde. Gecenin ikisinde, direnişin kazanıldığı ilan edildi. Arkadaş serbest bırakılmıştı, yanımızdaydı. Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen SSH örgütlülüğünün yeterince pekiştiğini söyleyemeyiz. Pekişme için biraz daha zamana ihtiyaç vardı, olayların hızlı gelişimi, bu olanağı tanımadı ne yazık ki...
Kilitlenme ve Yenilgi
Bu gelişmeler, dönemin sendika atanmışlarını çok rahatsız etti. İki defa fiziki saldırıya uğradık ve doğal olarak kendimizi savunmak zorunda kaldık. Tüm gayretlerimize rağmen kilitlenmeyi aşacak bir pozisyona ulaşamadık. Direnişler, gün geçtikçe tavsıyor, güven kaybına uğruyor, kan kaybediyordu. Pasif bekleyişçilik, direnişlerin tavsamaya başlaması, işçilerin ekonomik olarak yeterince desteklenmemesi vb. direnişleri çözmeye başladı. Desmo işçileri, patrona tüm isteklerini kabul ettirdikleri halde, direnişteki arkadaşları için fabrikayı işgale hazırdılar. Fakat o koşullar altında bunun etkili olması mümkün değildi artık. Eylül sonlarında son direniş çadırı da hüzün ve öfkeyle toplandı. Nisan sonundan Eylül’e dek süren direnişler, yenilgiyle sonuçlandı. Tabakhanenin çamurlu yolları, Sağlık Mahallesi’nin yoksul işçi evleri, yıllarca sürecek bir sessizliğe gömüldü.
Komünistler bakımından yenilginin şaşırtıcı bir tarafı yoktu. Onlar, direnişin en parlak günlerinde, Temmuz başlarında, dönemin sendika yönetimine izlenen çizginin yenilgiye yol açacağını söylemişler, çözüm önerilerini ortaya koymuşlar, en sonu öz güçlerine dayanarak ellerinden geleni yapmışlardı. Komünistler için bu yenilgi, en fazlasından, engelleyemedikleri bir yenilgi oldu.
Hatalarımız
Komünistler, süreçte kendi paylarına düşen hataları da titizlikle incelediler.
- Genel merkez, baştan itibaren komünistlerden ürküntüye kapıldı. Bürokrat yöneticinin bölgeye atanmasıyla komünistlerin karşısında bir blok oluştu. Bu blok, yukarıda da anlatıldığı gibi, komünistler tarafından, özgüce ve işçi tabanına dayanılarak aşılmaya çalışıldı. Ne var ki, ikinci yol; yani diyalog ve görüşmeler yoluyla, genel merkezle buzları çözme esnekliği gösterilemedi. Başarılı olup olmayacağı bir yana, bu yol hiç denenmedi.
Keza yukarıda sözü edilen ”sendika kart”ını kabul etmemek de yanlıştı. Bunu bir örnek üzerinden daha iyi anlatabiliriz: Bir grup işçi, “temsilcilerini değiştirmek istediklerini, bunun bir cezası (hapis ya da para) olup olmadığını” öğrenmek için komünistlere danışmaya geldiler... Bu uç bir örnek olarak ele alınmamalı. Çünkü işçilerin çoğunun gözünde sendika, hâlâ, ödüllendiren cezalandıran bir devlet dairesinden farksızdı. Bu şartlarda sendika koltuğuna oturan bir kütük bile “işlevli” oluyordu. Görevli kartının resmi bir işlevi yoktu ama işçilerin gözünde fiili işlevi vardı. Böyle bir olanağa sahip olmamak, muhataplarımızın, komünistleri, “sendikacı olmayan” “bölücü”ler olarak lanse etmelerini kolaylaştıran bir rol oynadı. Sendikal faaliyetin bazı özgün yönlerindeki deneyimsizlik, bu alanda esneme ve manevra becerisi gösteremememiz payımıza kaydedilmesi gereken bir hatadır.
- Komünistler fabrikalarda, evlerde harıl harıl sendikal örgütlenmeyle uğraşırken, sabahlara dek devriye nöbetleri tutarken, muhatabımız ustaca bir manevrayla, temsilciler kurulu usulünü gündemleştirdi. Böylelikle örgütlediğimiz fabrikaların iplerini kendi elimizle bürokratın eline teslim ettik. Kitle toplantıları kalktığı için örgütlediğimiz fabrikaların toplantılarına dahi giremez olduk. Öte yandan, koşuşturmacadan fırsat bulup temsilcilerle ilişkilere gereken önemi vermediğimiz için, bunlar, sendika koltuğuyla özdeş bürokratın çekim alanına girmeye başladılar. Dahası sendikadaki bürokratik usûl fabrikalara da taşındı; temsilciler, tabanın etkin temsilini sağlayacak yollar yerine, kararları ileten özel ulaklar gibi davranmaya başladılar. Sonuçları, her bakımdan tahripkâr oldu. Değişik mücadele yöntem ve araçlarını ustalıkla kullanmayı öğrenmemek ve hele de parti gücünü büyütme, çalışmalarda bunu bir an bile ihmal etmeme çizgisinden sapmanın bedeli ağır oluyor. İşçi hareketine içtenlikle hizmet etmenin ahlaki bir değeri olabilir ama komünistlerin asıl görevi hizmet değil, öncülük ve önderliktir. Bunu örgütlülükte ve mevziler edinmede somutlaştırmak, ürüne dönüştürmek gerekir.
- Özel gruba dayalı devrimci şiddetin daha üst düzeyde örgütlenmemesi, bir diğer eksikliktir. Fabrika çatısından akşamları havaya silah sıkan korucu işçilerle ve gemi azıya alan kimi patronlarla, anladıkları dilden konuşulmalıydı...
Tabakhane direnişleri yenildi. Fakat bu yangının külleri dahi toprağı gübreledi. Çorlu deri işçilerinin önüne yeni bir yol açtı. Komünistlere, işçilere ve öğrenmek isteyen herkese çok şeyler öğretti. Harcanan emeğin asla boşa gitmeyeceği, ekilen tohumun er geç filize duracağını zaman gösterdi. Çorlu deri işçileri tam yedi yıl sonra bugün yine direnişte.