Ulusal Sorunun Kapsamı Daraldı
Serbest rekabetçi kapitalizm tekelci aşamaya geçerken, 20. yüzyılın başında emperyalizmin oluşmasına yol açtı. Kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm, yalnızca tekelci kapitalizm değildi. Emperyalist sistemin beş temel özelliğinden biri de, dünyanın toprak bakımından bir avuç gelişmiş kapitalist devlet tarafından bölüşülmesinin tamamlanmış, sömürgeciliğin dünya çapında bir olgu haline gelmiş olmasıydı.
20. yüzyılın başındaki dünyaya bakıldığında, bir avuç kapitalist ülkenin, dünyanın toprak olarak büyük bölümünü, nüfus olarak büyük çoğunluğunu oluşturan ulusları sömürgesi haline getirmiş olduğu görülür.
“Bir avuç kapitalistin bu tahakkümünün en yüksek noktası dünyanın paylaşılmış olduğu yani kapitalistlerin çeşitli hammadde kaynaklarına ve üretim araçlarına el koyduğu zamana ve sömürgelerin paylaşılmasının bitimine de rastlar. Kırk sene önce, altı tane kapitalist gücün tahakküm ettiği sömürgelerinde 250 milyondan fazla insan yaşıyordu. 1914 savaşının arifesinde, sömürgelerde yaşayan halkın sayısı 600 milyonu buluyordu. O zamandan beri Türkiye ve Çin'i de eklersek aşağı yukarı bir milyara yakın bir halk topluluğu sömürge rejiminin bağımlılığı gereğince en zengin, en uygar ve en özgür ülkelerin tahakkümü altında yaşıyor.” (Lenin ,Uluslararası Durum ve Komünist Enternasyonalin Temel Görevleri Üzerine Rapor, 19 Temmuz 1920, III. Enternasyonal konuşmaları, Koral Yayınları, s.42).
Daha az sayıdaki yarısömürge ise, yarı yoldaki sömürgelerdi.
Fakat emperyalizm çağı aynı zamanda proleter devrimler çağıydı. Ekim Devrimi, sömürgelerin ulusal kurtuluş devrimlerinin de yolunu açtı.
Ardından faşist emperyalizmin işgal ettiği, sömürgeleştirdiği ulusların devrimleri, emperyalist sömürgeciliğin yıkılmasında sıçramalı gelişme yarattı.
Antifaşist devrimlerin, büyük zaferi, sömürgeciliğe emperyalizm dönemi boyunca en geniş çaplı ve geri dönülemez darbeyi vurdu. Fakat bununla kalmadı. Emperyalist sömürge sistemine karşı diğer sömürge ulusların kurtuluş mücadelelerini alevlendirdi.
İzleyen süreçte hızlanan sömürge ulusların kurtuluş devrimleri emperyalist sömürgeciliği sona erdirdi. 1975'teki Portekiz'in Afrika'daki son sömürgelerinin kurtuluşu ve Vietnam devriminin zaferi emperyalist sömürgeciliğin ölüm ilanı oldular.
Emperyalistlerin çok az sayıda kalan küçük çaplı sömürgeleri ile, nispeten yaygın çokuluslu yenisömürgelerdeki ezilen/sömürge ulusların sorunu ulusal sorunun sınırlarını belirliyor.
Yenisömürge İlhakçı /Sömürgeci Devletlerin Boyunduruğu Altındaki Uluslar Sorunu
İspanya'dan İran'a, Endonezya’dan Sudan'a nispeten yaygın kimi çokuluslu gelişmiş kapitalist ülke ve yenisömürgelerdeki ezilen ve sömürge ulusların bu boyunduruktan kurtuluşları, dünyada ulusal sorunun asıl büyük bölümünü oluşturuyor.
Bunlar, değişik nedenler ve biçimlerde tarihsel süreç içinde oluşmuş çokuluslu devletler. Hangi nedenle ve biçimde oluşmuş olursa olsunlar, bu çokuluslu ülkelerde bir ulus, devlete egemen ve diğer ulusları yönetiyor, zor yoluyla ilhakçı ve sömürgeci boyunduruğu altında tutuyor. Bu çokuluslu yenisömürge devletler emperyalizm döneminde, emperyalist devletlerin sömürge ve yarı-sömürgelerine dönüşmüş, bir kısmı II. emperyalist paylaşım savaşından sonra bağımsızlığını kazanmış ve emperyalizmin yenisömürgesi olmuşlardır. Filipinler ve Endonezya bunun iki tipik örneğidir.
Sonuçta o zamandan bugüne, bu yenisömürge çok uluslu ülkelerde, devlet hakim ulusun devleti. Hakim ulus diğerlerini ilhakçı ve sömürgeci boyunduruğu altında tutuyor.
Örneğin İran'da, egemen Fars ulusu, geçmiş merkezi feodal imparatorluk döneminden devraldığı ilhakçı egemenlik imtiyazını diğer birden çok sayıda-Azeri, Kürt, Beluci, Türkmen, Arap- ulus ve ulusal topluluk üzerinde sürdürdü. Bu ilhakçı mirası, elbette, kapitalist emperyalizm sistem ilişkilerinin bir eklentisi olarak devam ettirebildi. Geçmiş şah diktatörlükleri, emperyalizmin bölgedeki toplumsal-siyasi-askeri, dayanaklarıydılar. Bu nedenle Fars burjuva-feodal egemenleri, ilhakçı boyunduruğu sürdürdüklerinde emperyalistlerden destek alıyorlardı. Molla diktatörlüğü döneminde bu destek zayıflasa da, Fars mollaları ve burjuvazisi, Azeri, Kürt, Beluci, Arap, Türkmen egemenleri arasında toplumsal-ekonomik, siyasi ve dini dayanakları vasıtasıyla ama elbette büyük oranda askeri zor yoluyla ilhakçı ve sömürgeci boyunduruğu sürdürebiliyor. Geçmişte Azeri ve Kürt özerk cumhuriyetlerinin kuruluşunda somutlaşan ulusal hareketler biliniyor. '79 Devrimi sırasında Kürt ulusal hareketinin İKDP(İran Kürdistan Demokrat Partisi) ve Komala özgülünde çok büyüdüğü de biliniyor. Bugün ise PJAK ve İKDP şahsında Kürt ulusal hareketinin büyümüş gücü biliniyor. Sömürgeci molla rejimi, onlarca Kürt militanı idam etmekle, PJAK ve HPG güçlerine saldırmakla yetinmiyor. Binlerce Kürt yurtseveri için idam kararı vererek ulusal hareketin büyümesini engelliyor.
Belucilerin ulusal hareketi, islami nitelikli örgütü öncülüğünde yürütülüyor. İdamlar ve sert silahlı eylemlerin karşılıklı uygulandığı bir mücadele.
Şoven bir gazetenin ırkçı yayınına karşı yüzbinlerce Azeri protestolara katıldı. Bu protestoların kitleselliği ulusal hareketin taşıdığı demokratik ve geniş potansiyeli göstermiş oldu.
Örneğin Türkiye daha yakın tarihe kadar burjuva-feodal imparatorlukta egemen Türk ulusunun, diğer -Balkan ulusları, Kürt, Çerkez, Laz, Gürcü, Arap vd- ulus ve ulusal topluluklar üzerinde ilhakçı imtiyazını ve egemenliğini devam ettirdiği çokuluslu bir devletti. I. emperyalist paylaşım savaşından sonra Balkan ve Arap coğrafyası üzerindekini egemenliğini yitirdi. Fakat kapitalist emperyalizmin ilişkilerinin bir eklentisi olarak Kürt, Laz, Çerkez vb. ulus ve ulusal topluluklar üzerinde sürdürdü. Kapitalist gelişmesine paralel olarak sömürgeci boyunduruğa dönüştürdü.
Ya da Güney Afrika Cumhuriyeti, Boerlerin kolonizasyonuyla sömürgeleştirilmiş, sonraki emperyalist İngiliz sömürgeciliği dönemimde savaş-imtiyaz ikilemi dönemini yaşamış, ardından Boer beyaz azınlığın siyah halk üzerinde Apartheid ırkçı sömürgeciliğini egemen kıldığı bir devletti.
Filipinler, 20. yüzyılın başında İspanyol sömürgeciliğinden ABD'nin bir çeşit sömürgeci boyunduruğuna geçmiş, II. emperyalist paylaşım savaşından sonra ABD yenisömürgesi olmuş çokuluslu bir devlet. Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin önderliğinde müslüman ve diğer ulusların Mindenao adasında kurtuluş mücadelesi yürüttükleri bir yenisömürge ülke.
Endonezya, II. emperyalist paylaşım savaşının sonunda sömürgecilikten kurtulan yenisömürge çok uluslu bir devletti. Hakim Malay ulusunun diğer çok sayıda ulus ve inancı ezdiği bir devletti. Askeri faşist diktatörlük döneminde bununla yetinmedi, 1975'te ABD desteğiyle Doğu Timor'u işgal ve ilhak etti, soykırım uyguladı.
Açe halkının GAM önderliğinde bağımsızlık mücadelesi yürütegeldiği biliniyor, sonuçta mücadele özerklikle sonuçlandı. Özgür Papua Hareketi Kurtuluş Ordusu (TPN/OPM), pek çok kez yenilse de yeniden silahlı mücadele yürütüyor. Maluku eyaletinde de ulusal bir mücadele söz konusu.
Hindistan kıta ülke ve bir nevi eyaletler federasyonu. Bütün burjuva federasyonlarda olduğu gibi Hindistan'da da eyaletlerin ayrılma hakkı yok ve cumhuriyetleri de yok. Federasyon ulusal ayrılmaları frenlese de Keşmir'de, Assam'da ve Manipur'da silahlı mücadele yürüten hareketler var. Müslüman Keşmir'de ulusal harekete islamcılar egemen hale geldiler. Fakat, diğer iki ulusun örgütleri, Manipur Devrimci Halk Cephesi (PLA bu cephenin silahlı kanadı) ve ULFA (Assam Birleşik Kurtuluş Cephesi, ), silahlı mücadele yürütüyorlar.
Yine eyalet ve federasyon hakkına sahip olmayan Kuzey Hindistan'daki Gorkha'ların henüz silahlı olmayan fakat toplumsal tabanı güçlenmekte olan ulusal hareketi var.
Etiyopya, yarısömürgelikten yenisömürgeciliğe geçmiş çokuluslu bir devletti, Eritre’yi de bir zaman ilhak etmişti. Etiyopya'da devrimci mücadelenin temel bir boyutunu da ulusal kurtuluş devrimleri oluşturuyordu. Eritre, Tigrey ve Ogaden'de devrimin bu özelliği egemendi. 1990'larda devrimin zaferi kısa zaman sonra emperyalistlerce satın alınarak yeniden burjuva gerici bir başka rejime dönüştürüldü. Eritre kendi kaderini bağımsızlık olarak tayin ettikten sonra, diğer uluslar özerkliklerini sağlasalar da ulusal baskı azalmış düzeyde devam ediyor. Ogaden'de ulusal mücadele yürüten bir hareket var.
Örnekler uzatılabilir. Ama sonuçta çokuluslu bu ve daha fazla yenisömürge ülkelerde hakim ulus diğerlerini ilhakçı/sömürgeci boyunduruğu altında tutuyor.
Emperyalistlerin sömürgelerinin kurtuluşu veya yenisömürgeciliğe geçiş zorunda kalınmasından sonra, İngiltere, İspanya, Kanada gibi ülkeleri bir yana bırakırsak ulusal sorun ağırlıklı olarak yenisömürgelerdeki ulusal sorunlardan oluşuyor. Bugün bu somut durum devam ediyor. Çözümü çok gecikmiş bir sorun olarak yenisömürge çok uluslu devletler içindeki ezilen ve sömürge ulusal hareketler hızla büyüyor ve yaygınlaşıyorlar.
Birinci tespit: 1900-1975 arasında ulusal sorun ağırlıklı olarak emperyalist sömürgeciliğe karşı, sömürge ulusların sorunuydu. Esasen sömürge ulusların emperyalist sömürgeci boyunduruktan kurtuluşu mücadelesiydi.
Daha önce çokuluslu ülkelerdeki ezilen ve sömürge ulusların sorunu da (Rus çarlığı, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu içindeki) emperyalizmin egemenlik ilişkilerine bağlı bir sorun haline gelmişti.
Bugün bu durum değişmiştir. Ulusal sorun, dünya çapında bir sorun olmaktan çıkmış, daha dar sınırlar içinde bir sorun haline gelmiştir. Büyük oranda yenisömürge çokuluslu ülkelerdeki ezilen ve sömürge ulusların, egemen ulus burjuvazilerinin ilhakçı ve sömürgeci boyunduruğundan kurtuluşları sorununa dönüşmüştür.
İkincisi; yenisömürge çok uluslu ülkelerin burjuvazisinin ilhakçı ve sömürgeci boyunduruğuna karşı mücadele demokratik içerikli bir mücadeledir. Çünkü bu ülkeler egemen sınıfların ilhakçı/sömürgeci baskısı varsa, bu durum, daha antidemokratik, şovenist, faşist ve daha militarist rejimleri koşullandırmaktadır. Bu ilhakçı/sömürgeci boyunduruğa karşı mücadele, demokratik özgürlükler için mücadelenin temel bir parçası olmaktadır.
Üçüncüsü, yeni sömürge çokuluslu ülke burjuvazileri, kapitalist emperyalist sistem ilişkilerinin bir parçası oldukları için, bunların boyunduruğu altındaki sömürge ve ezilen ulusların bu boyunduruğa karşı mücadelesi emperyalizme darbe indirmekte, emperyalizmle mücadeleye yönelmektedir.
Yerli Halkların Sorunu
Amerika kıtasında, sömürgeleşme döneminde soykırıma uğratılan yerli halklar, bugün Bolivya hariç azınlıklar düzeyinde ama haklarından yoksun olarak yaşamaktadırlar. Beyaz ve melez yeni ulusların ırkçı boyunduruğu altında haklarından yoksundurlar. Daha önce devrimci mücadelelere genişçe katılarak öfkelerini dile getiren bu halklar son onyıllarda doğrudan yerli örgütlenmeleri yaratıp, ulusal taleplerini öne sürerek mücadelelere girişmektedirler.
Irkçı baskı altında tutulan çeşitli ulusal topluluklardan Amerika yerli halklarının sorunu bütünsel bir ulusal kurtuluş devrimini bugün doğrudan koşullandırmasa da geleneksel verimli topraklarının iadesi, siyasal özerklik ve ulusal-kültürel asimilasyona son verilmesi başlıca talepleri olarak öne çıkıyor.
Yerli halkların ırkçı baskıdan kurtuluşu, ulusal hak eşitliği temelinde çözümlenebilir bir sorundur. Yerli halkların egemen burjuvazinin ırkçılığına karşı mücadelesi, ırk eşitsizliğini tasfiye etmek ve bütün haklarına kavuşmak mücadelesi, demokratik özgürlüğü kazanma mücadelesinin bir parçasıdır, demokratik içeriğe sahiptir.
Emperyalist Ülkelerde İstisna Ulusal Sorun ve Irk Sorunu
İngiltere, Kanada, Rusya, Çin, gibi ülkelerin içinde bu sorun var.
İngiltere'de İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda ancak 1990'lı yıllarda IRA'nın mücadelesinin ürünü olarak özerklik kazanabildiler. İskoçya Meclisi zaman zaman bağımsızlığı referanduma sunuyor.
Kanada'da federal Quebec eyaleti de, meclisinde 1. parti durumundaki PQ tarafından bağımsızlık referandumuna zaman zaman götürülüyor.
Rusya Federasyonu'nda, Çeçenistan, Dağıstan, Tataristan, Kuzey Osetya, İnguş, Yakudistan ve diğer bölgelerin özerkliği var. Bunların bir bölümü özerk cumhuriyet. Fakat hiçbirinin ayrılma hakkı yok.
Çeçenistan'ın ayrılık mücadelesine Rusya'nın soykırımla yanıt verdiği biliniyor. Diğerlerinde Rus burjuvazisi özerk cumhuriyetlerin geçmişte olan yetkilerini kısıtlıyor.
Çin'de devrimin kazanımı olarak özerk bölgeler var; Tibet, Sincan-Uygur, İç Moğolistan gibi farklı ulusların yaşadıkları özerk bölgelerde zaman zaman ulusal hak eşitliği hedefi ile eylemler gerçekleştiriliyor.
Emperyalist ülkeler, federal olsalar da, ezilen uluslarına bağımsız cumhuriyet olma hakkı vermiyor. Bu nedenle federasyonların ulusal hak eşitliği için mücadeleleri demokratik muhtevaya sahip.
ABD'de ayrıca siyah halk üzerinde ırkçı baskı var olmaya devam ediyor. Siyah halkın bu baskıya karşı ve eşit yurttaşlık için verdikleri mücadele demokratik içeriğe sahip.
Avrupa, ABD ve diğer emperyalist ülkelerde göçmen işçilere karşı ırkçı baskı, eşitsizlik olarak yansıyan hak yokluğu da, göçmen işçilerin demokratik mücadelesini koşullandırıyor.
Emperyalist ülkelerdeki bu mücadeleler nesnel olarak demokratik muhtevaya sahiptir. Ama her somut durum kendi özgülünde değerlendirilmelidir. Sosyalist devrim mücadelesiyle ittifaka girdikleri veya onun doğrudan bir parçası oldukları oranda, rakip emperyalistlerin (özellikle ABD ve Avrupa emperyalistlerinin baskı uyguladıkları rakip Çin ve Rusya'daki ulusal hareketler için bu sözkonusudur) yedeğine düşerek gericileşme olasılığını ortadan kaldırırlar.
Yeni Emperyalist İşgallerin Yarattığı Sorun
90'lı yıllardan başlayarak, dünya devriminin gerilemesi ve gericilik döneminin yaşandığı koşullarda, emperyalist işgallerde artış yaşandı. Afganistan ve Irak işgali, Libya'ya emperyalist hava savaşı, Suriye'ye yönelik emperyalist ve bölge devletlerinin işbirlikçiler eliyle ve doğrudan yürüttükleri savaş. Mali ve bazı Batı Afrika ülkelerine emperyalist savaş müdahaleleri. Suudilerin Yemen savaşı. İsrail'in Lübnan işgalleri. Bu işgallere karşı direnişlerde ulusal yönü de olan kimi mücadeleler ortaya çıkabiliyor. Buna karşın Suriye ve Irak'daki IŞİD ya da Libya'daki çeşitli gruplar gibi ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmüyorlar.
Filistin'in Siyonist işgale karşı mücadelesi hariç, diğerlerinde işgal ve dıştan askeri saldırıların yanı sıra iç savaş da yaşanıyor. Afganistan'da bu tastamam böyle. Irak'ta Saddam'ın ağır baskısı ve soykırımı altında kalmış olan ulus ve inançların ABD işgalcileriyle işbirliği yapması, bu güçlerle Sünni Araplar arasında mücadeleye yol açmış durumda.
Bu aynı zamanda, emperyalist küreselleşme döneminde yaşanacak diğer emperyalist işgallerde de görülmesi muhtemel yeni bir özellik.
Özellikle emperyalist küreselleşmenin yarattığı mali-ekonomik sömürgecilikte, iç olgu haline gelen emperyalist tekellerin yerli sermaye oligarşisini ve büyük burjuvaziyi kendisine eklemlemesi ve sömürücü diğer burjuva tabakaların sermaye oligarşine tabi olmaları işgaller karşı ''ulusal'' çapta ve nitelikte bir direnişin zeminini nesnel olarak ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla çoğunlukla ''ulusal'' olmaktan çok farklı çıkar gruplarının, mezheplerin pozisyonu belirleyici oluyor.
Demokratik İçerik Devam Ediyor
Bu koşullarda, ulusal sorunun nesnel demokratik içeriği devam ediyor. Ulusal sorun büyük oranda yenisömürge çokuluslu devletlerde ezilen/sömürge ulusların kurtuluşu sorunu haline gelmiştir demiştik. Bu ulusların, ilhakçı/sömürgeci boyunduruktan kurtulmaları, ulusal hak yoksunluğuna, rızası olmaksızın başka ulusun egemenlerince yönetilmelerine karşı mücadele ederek ulusal özgürleşmeleri, ulusal hak eşitliği için mücadeleleri, kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi demokratik bir içeriklidir. Demokratik hareketlerin gelişmesine yol açıyor. Tersi de doğrudur. Bu ilhakçı ve sömürgeci boyunduruk; gericilik, ırkçılık ve faşizm üretiyor. Halkların birbirlerine güvensizliğini sürdürüyor, sınıf mücadelesinde işçilerin ve emekçilerin birbirlerine güvenen birlik oluşturmasını engelliyor. Özellikle egemen ulustan işçi ve emekçilerde şovenist zehirlenme yaratarak kendi ulusundan burjuvazinin arkasına bağlanmalarına yol açıyor.
Emperyalist ülkeler içindeki ulusal sorun da nesnel demokratik içeriğe sahiptir. Bu ülkelerdeki sömürge ve bağımlı ulusların kaderlerini tayin hakkı da demokratik rol oynuyor.
Yerli halkların ve ezilen ırkların hak eşitliği için mücadelesi de demokratik niteliktedir. Demokratik güçleri üretiyor ve büyütüyor.
Emperyalist küreselleşme döneminde, emperyalist devletlerin mali-ekonomik sömürgeciliğine reaksiyoner tepki duyan eğilimin-yeni sömürge ülkelerde- yaygınlaşması, bunun özellikle sosyalizm umudunun zayıfladığı koşullarda gelişiyor olması, şu yanılgıyı da beraberinde getirdi: 'Emperyalizm ulusal hareketleri çıkarı için kullanıyor o halde bu hareketler bölücüdür'. Bu mantıkla bu hareketlere karşı kirli sömürgeci savaş ve katliamları bu reaksiyoner eğilimdekiler destekliyorlar. Dosdoğru ırkçı faşist hareketlerle aynı çizgiye düşüyorlar.
Oysa emperyalistler, rakip emperyalistlere karşı ve devirmek istedikleri iktidarlara karşı ulusal hareketlerden yararlanıyorlar. Çokça örnek verilen Yugoslavya ve Irak'ta olduğu gibi. Fakat bu böyledir diye ulusların kaderlerini tayin hakkını buralarda reddetmek, egemen burjuvazinin kirli savaşını haklı görmek yanlıştır, sosyal şoven bakış açısı ve tavırdır.
Emperyalistler, bu istisnalar hariç, diğer ulusal hareketleri ezmek için her türden baskıyı, kirli savaşı destekliyor veya doğrudan uyguluyorlar.
Emperyalist Küreselleşme Koşullarında
Emperyalist küreselleşme döneminde dünya kapitalizmi bütünleşmiştir. Bu maddi temel, değişik ulusların ayrı siyasi birlikler değil değişik düzeylerde ama ulusal özgürlüklerini koruyarak gönüllü birlikler kurmalarını, düne göre, daha çok gerektirir. Özgürlüklerini koruyarak gönüllülük temelinde daha büyük birlikler içinde ekonomik gelişme, proletaryanın yararına olduğu gibi bugün çok daha olanaklıdır.
Bölgesel demokratik ve sosyalist federasyonları kurmak için maddi temel emperyalist küreselleşmenin yarattığı ekonomik bütünleşme koşullarında bugün çok daha güçlenmiştir.
Proletarya, hem ezilen/sömürge ulusların özgürlüğe kavuşmaları için mücadele eder, hem de gönüllük temelinde özgür ulusların bu hakkını koruyarak hak eşitliği içinde daha geniş birlikler kurmalarını bugün dünden daha çok önerir ve gerçekleştirmeye çalışır. Bunu her ulustan işçilerin sosyalizm için mücadelede birbirlerine daha fazla güvenerek sımsıkı birliğini gerçekleştirmek için yapar. Dahası devrimlerin zaferiyle bölgesel demokratik ve sosyalist federasyonlar yoluyla komşu uluslar arasında, burjuvazilerin yarattığı düşmanlıkları, sürtüşme ve çatışmaları, boğazlaşmaları engeller.
Emperyalist küreselleşmenin yarattığı sonuçlara karşı bu sosyalist ve tutarlı demokratik eğilimin karşıt yönünde reaksiyoner milliyetçilik de kendisini gösteriyor.
Emperyalist ülkelerde örneğin neonazi hareketlerin, partilerin gelişmesi bu eğilimi yansıtıyor. Avrupa Birliği ülkelerinde, göçmen düşmanı ama aynı zamanda emperyalist birliğin ve küreselleşmenin yarattığı işsizliğe ve yoksullaşmaya tepkinin güçlendirdiği çeşitli faşist partiler bu eğilime dayanıyor. Eski günleri ve yaşam seviyesini koruma isteği bunda rol oynuyor. Le Pen'in Ulusal Cephesi, İngiltere'de ve İskandinav ülkelerinde AB karşıtı faşist partilerin, Almanya'da neonazi partilerin duraklamasından sonra Pegida hareketinin, ABD'de Çay hareketinin gelişmesi bu eğilime dayanıyor.
Yine yenisömürge ülkelerde ulusalcı gerici hareketlerin, müslüman ülkelerde tutucu, yer yer faşist politik islami hareketlerin gelişmesi; birçok reformcu ve ilerici hareketin, demokratik kitle örgütünün ezilen ulusal hareketlere karşı kitli savaş destekçisi olmaları emperyalist küreselleşmenin sonuçlarına karşı reaksiyoner tepkiye dayanıyor.
Yenisömürgelerin mali-ekonomik sömürgelere dönüşme sürecinde emekçi yığınları da nispeten geniş ölçüde etkisine alan bu eğilim, özellikle emperyalist küreselleşme koşullarındaki mali-ekonomik sömürgeciliğe karşı bir tepkinin ifadesidir. Mali-ekonomik sömürge burjuvazilerinin içinde özgün gerici çıkarları koruma milliyetçiliği/ulusalcılığı eğiliminin arkasına bağlanmak anlamına da geliyor. Türkiye'de MHP, Ergenekoncu generaller ve onların arkasına bağlanan Perinçekçiler, ulusalcı kitle örgütleri ve aydınlar bu eğilimin temsilcisidirler ve bu eğilimin içinde yer alıyorlar. AKP ve Erdoğan'ın yeni osmanlıcı bölgede yayılma politikası ve buna destek de bu eğilimin ifadesidir.
Emperyalist işgallere karşı mücadelede radikal İslami hareketlerin gelişmesi, özellikle El Kaide çizgisindekiler, bu reaksiyoner eğilimin bir başka ifadesidir. Bu hareketler çoğu zaman emperyalist işgallere karşı mücadeleye katılmalarına rağmen Irak'ta görüldüğü gibi halka, ezilen inançtan toplumlara ve uluslara karşı vahşi bir düşmanlık geliştiriyorlar. IŞİD örneğinde dosdoğru teokratik despotizmi ve faşizmi uyguluyorlar. “Eski güzel günlere”, asr-ı saadet dönemine dönme eğiliminin yalnızca ideolojik gerilik değil siyasal gericilik de ürettiği görülüyor.
Burada emperyalizme karşı mücadeledeki hareketlerin ne derece demokratik ve devrimci olduklarının ve komünistler tarafından desteklenip desteklenmemesi gerektiğinin ölçütüne bir kez daha değinmek gerekir. Bu hareketlerin emperyalist işgallere darbe indirmeleri yeterli değildir. Aynı zamanda emekçi sınıflara ve ezilenlere karşı demokratik bir konumda, komünistlerin ve devrimcilerin emekçi yığınları örgütlemelerine özgürlük tanıma tavrı içinde olmaları gerekir. Ancak böyle olan hareketler demokratik, devrimci bir rol oynayabilirler, komünistler tarafından -felsefi bakımdan ne düşündüklerine bakılmaksızın- desteklenirler.
Komünistler, ezilen ve sömürge ulusların ulusal hareketlerinin demokratik içeriğini desteklemeye, ulusların kaderlerini tayin hakkını şartsız desteklemeye devam edecekler.
Emperyalist küreselleşmenin tahrip edici sonuçlarına karşı, mali-ekonomik sömürgeciliğine karşı, yeni emperyalist işgallere karşı kararlılıkla mücadele etmeyi sürdürecekler. Bununla yetinmeyecek, reaksiyoner tepkiye de tutum alacak, özgür ulusların gönüllü birliğine dayanan bölgesel demokratik ve sosyalist federasyonları, emperyalist mali-ekonomik sömürgecilik ve işgallere karşı devrimci alternatif program olarak ileri sürmeye devam edecekler.