Kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle işçi sınıfının yapısı, bileşimi ve kapsamı arasında diyalektik bir bağ vardır; gelişen kapitalizm işçi sınıfının sosyal yapısını, bileşimini ve kapsamını doğrudan etkiler.
Kapitalist üretim biçiminin gelişmesinden anlaşılması gereken çok şey vardır. Bizi burada ilgilendiren genişletilmiş yeniden üretim sürecinin teknolojik gelişmeyle; en modern teknolojinin üretim sürecinde kullanılmasıyla; sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşmasıyla ve bunun da işçi sınıfının yapısındaki ve bileşimindeki değişimle doğrudan ilgisinin olduğudur. Bu diyalektik bağ, işçi sınıfının teknik bileşimini, sınıfın iç yapılanmasını, yeni üretim sektörlerinin oluşmasını ve böylece sınıfın bu sektörlere dağılımını, sınıfın kalifiye durumunu ve nihayetinde sayısal gelişmesini doğrudan ortaya koyar.
Demek ki, gelişen kapitalist üretim biçimi işçi sınıfında değişime de yol açmaktadır. Ama bu sistemde işçi sınıfı açısından değişmeyen, onun tarihsel misyonudur; kapitalist üretim biçimi içinde sahip olduğu konumdur veya kapitalist üretim ilişkileri içinde tuttuğu yerdir.
İşçi sınıfının yapısı üzerine Marks, Engels ve Lenin’in bir dizi tanımlaması vardır; birçok incelemelerinde bu konuyu ele almışlar, ama konunun kendisi üzerine başlı başına bir araştırma yapmamışlar.
Marks ve Engels, Komünist Manifesto’da, “üretim araçlarında dolayısıyla üretim ilişkilerinde ve dolayısıyla tüm toplumsal ilişkilerde sürekli devrim yapmaksızın burjuvazi var olamaz” diyorlar. Kapitalist üretim biçiminin, teknik temelindeki sürekli devrimler, toplumsal yapısındaki tutuculuk ve burada ifade edilen sürekli devrimle tutuculuk arasındaki çelişki konusunda Marks şunları söyler:
“Modern sanayi, mevcut üretim sürecini hiç bir zaman son ve değişmez bir biçim olarak görmez ve ele almaz. Bunun için de, bu sanayinin teknik temeli devrimcidir, oysa daha önceki üretim tarzları özünde tutucuydu... Bu nedenle, büyük sanayi, niteliği gereği, bir yandan, çalışmada değişmeyi, görevde akıcılığı, işçide genel bir hareketliliği zorunlu kılarken, öte yandan da eski iş bölümünü o katılaşmış özellik ve ayrıntılarıyla yeniden canlandır. Büyük sanayinin teknik zorunlulukları ile bu kapitalist biçim içinde yatan toplumsal niteliği arasındaki mutlak çelişkinin, işçinin durumundaki her türlü kararlılık ve güvenliği nasıl yok ettiğini; iş araçlarını elinden alarak, gerekli geçim araçlarından da yoksun bıraktığını ve parça-işlerine bile el atıp onu nasıl gereksiz duruma getirdiğini görmüş bulunuyoruz.”(1)
Ama kapitalist üretim biçimi iç çelişkilerinden dolayı kendi sonunu hazırlamaya da yatkındır; en azından kafa ve kol “emeği” (iş gücü) arasındaki farkın, ayrılığın ortadan kaldırılmasını topluma dayatması açısından yatkındır.(2)
İşçi sınıfının tanımıyla devam edelim.
Engels, “Komünist Manifesto”nun İngilizce baskısında (1888) proletaryayı şöyle tanımlar: “Proletaryadan, üretim araçlarına sahip olmadıklarından, yaşamak için işgücünü satmak zorunda olan modern ücretli işçilerin sınıfı anlaşılır.”(3)
Marks da Kapital’in birinci cildinde proleteri, “... ekonomik olarak ‘sermaye ’ üreten ve değerlendiren ve ‘bay sermaye’nin ihtiyaç duyduğu durumda sokağa atılan ücretli işçiden başka bir şey anlaşılmaz” diye tanımlar.(4)
Bu iki tanımlamadan çıkan sonuç:
1- Proleter, üretim aracına sahip değildir.
2-Yaşamak için işgücünü kapitaliste satmak zorundadır.
3-Proleter, işgücünü satarak kapitalist için artı değer üretir.
Bu üç nokta, bu özellikte olan insan yığınına sınıf olma özelliği veriyor; sömürülen, artı değer üreten, sermayenin çoğalmasına katkıda bulunan, üretim sürecinde aynı konumda olan ve bütün bunların doğal sonucu olarak da yaşam ve düşünce tarzı aynı olan insanların oluşturduğu sınıf; işçi sınıfı.
Şimdi işçi sınıfını farklı açıdan ele alalım.
İşçi Sınıfının İç Sosyal Yapısı – Üretimdeki Yerine Göre İşçi Sınıfı
Önce üretken iş (emek*) ve üretken olmayan iş kavramları üzerinde biraz duralım:
Kapitalist üretim biçiminde üretken iş kavramından anlaşılması gereken, genel olarak çeşitli kullanım değerlerinin üretildiği çalışma süreci değildir. Kapitalist üretimde üretken iş, doğrudan sermayeye dönüştürülebilen iştir. Üretimde sermayenin amacı kullanım değeri üretmek değildir; onun esas amacı çoğalmaktır. Bu da ancak ve ancak işçinin karşılığı ödenmemiş iş gücüne sahiplenilerek gerçekleştirilebilir. Burada önemli olan, işgücünün sadece kendi değerini değil, kendini aynı zamanda sermaye (artıdeğer) olarak üretmesidir.
Kapitalizmde üretken işi Marks şöyle tanımlar:
“Bizim üretken iş kavramımızda bir daralma oluyor. Kapitalist üretim, yalnızca meta üretimi değil, esas olarak artı değer üretimidir. İşçi, kendisi için değil, sermaye için üretir, Bu nedenle, artık yalnızca üretmesi yetmez. Artı değer üretmek de zorundadır. Sadece, kapitalist için artı değer üreten veya sermayenin kendisini değerlendirmesi (çoğaltması -çn) için çalışan işçi üretkendir.”(5)
Marks’ın bu tanımlaması çoğu kez, tek yanlı veya kısmi olarak ele alınır: Kapitalist için artı değer üretenin ötesine geçilmez; yani sermayenin kendisini değerlendirmesine katkıda bulunan işçilerin (bankalarda, sigorta şirketlerinde, ticarette; bir bütün olarak hizmet sektöründe çalışan işçiler) üretken olduğu görülmez veya da önemsenmez. Demek ki, üretken işçi, kapitalist için art değer üreten ve artı değer üretmemesine rağmen yaptığı işlerden dolayı kapitalistin sermayesini çoğaltan işçidir.
Tabii bu tanımlama burjuvaziye göre yanlıştır. Burjuva dar görüşlü anlayışa göre herhangi bir şey üreten, bir biçimde ortaya bir sonuç çıkartan her iş üretkendir. Bu anlayışın kaçınılmaz sonucu da bu işlerde çalışan her işçi de üretken işçidir.(6)
Açık ki, kapitalist üretimde üretken iş kavramı daralmaktadır. Çünkü kapitalist üretimde amaç, sadece meta üretmek, bir şeyler üretmek olmadığı için; tam tersine amaç, artı değer üretmek, sermayenin çoğaltılması olduğu için işçi, kendisi için üretmez veya üretiyor olmak için üretmesi yetmez; kapitalizmde işçi artı değer üretmek veya sermayeyi çoğaltan iş yapmak zorundadır.
“Demek oluyor ki, üretken işçi kavramı, yalnızca iş ile yararlı etki arasındaki işçi ile iş ürünü arasındaki bir ilişkiyi anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda, tarihsel gelişmeden doğan ve işçiye, doğrudan doğruya artı değer yaratma aracı damgası vuran özgül bir toplumsal üretim ilişkisini de anlatıyor. Bu nedenle, üretken işçi olmak talih değil talihsizlik eseridir.”(7)
Kapitalist Üretim Biçiminde Üretken İş
Bu anlayıştan şu sonuç da çıkartılır: kapitalist üretimin mantığı, kendine ait olan üretim araçlarıyla üretim yapanları -yani kendi ihtiyaçlarını karşılamak için tüketim araçları üretenleri ve dönem dönem de üretim fazlalığını pazarlayanları- üretken işçi dışında bırakmaktadır. Kapitalizm geliştikçe bu unsurlar; kendi ihtiyacı için üreten emekçiler-örneğin zanaatçılar ve küçük köylüler-üretim araçlarından kopacaklar ve proleterleşeceklerdir.
Gelişen kapitalizm, küçük köylülüğün ve zanaatçıların bir uzantısı olan ev içi üretimi de sermaye için üretimin bir parçası haline getirir ve böylece bu alanda çalışanları da işçi sınıfının bileşenlerine dahil eder. Bunlar, oldukça düşük ücret karşılığında çalışan ve ezici çoğunluğu kadınların ve çocukların oluşturduğu sermayenin hizmetinde bir ordu oluştururlar. Bunların bir kısmı üretken işçi konumundadır; doğrudan veya dolaylı olarak artı değer üretimine katılırlar veya sermayenin çoğalmasına hizmet ederler.(8)
Kapitalist üretim biçimi kafa işinin rolü bakımından da değişimlere yol açar. Kapitalizm öncesi toplum formasyonlarında -kölecilik ve feodalizm- kafa işi üretim dışında kalıyordu, sanat, bilim (felsefe), devlet yönetimi alanlarında anlam kazanıyordu. Gelişen kapitalizm bu durumu tamamen değiştirmiş ve işçi sadece kol gücüyle değil, kafa gücüyle de üretime katılmaya başlamıştır. Böylesi üretken işçiyi yaratan da kapitalizmdir.
Kapitalizm, bilimi kendi hizmetine sokarak bilimi işçi sınıfının karşısında duran sermayenin üretici gücüne dönüştürmüştür. Teknoloji, yeni buluşlar, yeni makineler, esas itibariyle toplumsal emeğin birer ürünüdür. Ama kapitalizm bunları sermayeye dönüştürmüştür. Böylece kafa işi, kol işi karşısına konur ve her ikisi arasında yapay bir çelişki geliştirilir; kafa işi, işçi sınıfının bir bileşeni olmaktan çıkartılır. Buradan hareketle kol işi üretkendir, kafa işi üretken değildir sonucuna kolaylıkla varılır. Tabii bu da bir yanılsamadır. İşçi sınıfını bölmek, onu kafa işi bileşeninden ayrı tutmak için yapay olarak beslenen bir “çelişki”dir. Kapitalizmde üretkenlik artı değer üretmek ve sermayenin çoğalmasına katkıda bulunmak bazında ele alındığında üretken olmayan kol işi, üretken olan kafa işi veya üretken kol işi, üretken olmayan kafa işi de görülür. Unutmamak gerekir ki, kapitalizm geliştikçe bireysel üretkenliği ortadan kaldırır, onun yerini kolektif üretkenlik alır ve bu kolektif üretkenlik içinde kol işi olduğu gibi kafa işi de vardır. Ama Marks’ın dediği gibi bunları “birbirinden ayırmak ve farklı insanlar arsında dağıtmak kapitalist üretim biçiminin gerçekten ayırt edici özelliğidir”.(9)
Gelişen kapitalizm üretken işin kolektif niteliğini ön plana çıkartır; bu bir kaçınılmazlıktır. Bu nedenle gelişen kapitalizm aynı zamanda üretken çalışmanın kapsamının da genişlemesidir; üretken çalışmanın kapsamının genişlemesi dolaylı veya dolaysız işçi sınıfının kapsamının da genişlemesi demektir. Nihayetinde gelişen kapitalizm bireysel işçinin üretimi yerine kolektif işçinin üretimini koymak zorundadır; böylece gelişen kapitalizmde ürün, kolektif işçinin ürettiği toplumsal bir karakter kazanır.
Gelişen kapitalizmin, ürünleri, her bir işçinin bireysel ürünü olmaktan çıkartarak kolektif işçinin ürünü yapması koşullarında işçinin üretken olması için söz konusu ürünün üretimine bir biçimde katılması yeterlidir.(10)
Son kertede işçi sınıfının bileşim ve kapsamını doğrudan ilgilendiren başka bir yanılgı da ürünün maddesel olup olmamasıyla ilgilidir. Meta üretimi dendiğinde akla hep maddesel olan, “elle tutulan, gözle görülen” ürün gelir. Oysa bunun böyle olmadığını Marks’ın Kapital’inden, “Artı Değer Üzerine Teoriler”inden bu yana bilmekteyiz. Kapitalizmde maddi olan ürün ve maddi olmayan ürün ayrımı kaçınılmaz olarak beyaz yakalı-mavi yakalı ayrımını da beraberinde getirmektedir. Böylece kapitalizmde maddi değerlerin üretimi sektörleri ile hizmet sektörü ve dolayısıyla buralarda çalışan işçiler karşı karşıya konmaktadır. Doğru olan, hangi alanda çalışıyorsa çalışsın, ister maddi olan meta üretsin, isterse de maddi olmayan meta üretsin, artı değer üreten ve kapitalistin sermayesini çoğaltmak için çalışan her işçi üretken işçidir. Bu konuda Marks:
“Maddi nesneler üretiminin dışında kalan bir alandan örnek alırsak, bir öğretmen, öğrencilerin kafaları üzerinde iş harcamasının yanı sıra, eğer okul sahibini zenginleştirmek için de eşek gibi çalışıyorsa, üretken bir işçi sayılır. Okul sahibinin, sermayesini, sosis fabrikası yerine öğretim fabrikasına yatırmış olması hiç bir şeyi değiştirmez”(11) diyor.
Buradan hareketle, bir bütün olarak hizmet sektörü üretken sektördür sonucu çıkartılamaz. Hizmet sektörü ayrıntılı olarak, bileşenlerine bölünerek ele alınması gereken bir sektördür. Bu sektörde yapılan işin karakterine göre, meta üreten alt sektörler olduğu gibi meta üretmeyen alt sektörler de vardır. Bu nedenle bu sektör, üretken işçi ve üretken olmayan işçi kitlelerinin en yoğun ve en iç içe geçmiş olduğu sektördür.
Açık ki gelişen kapitalizm daha önce meta üretimi kapsamı dışında kalan alanları; kullanım değerlerini meta üretimine dahil etmiştir; hizmet sektörü sermayenin kendini değerlendirmesinde oldukça önemli bir alan olmuştur.
Belirttiğimiz gibi bu sektörü bir bütün olarak ele alamayız. Örneğin bu alanda üretilen ürünün sermaye veya gelirle değişilmesi, bu alanda çalışanların farklı değerlendirilmesini beraberinde getirir. Bu nedenle hizmet sektörünü başlı başına bir bölümde ele alacağız.
Kol işçisi, kafa işçisi yanılsamasını hizmet sektörü bağlamında da görmekteyiz. Kafa işçisine beyaz yakalı, kol işçisine de mavi yakalı deniyor. Kimin ne ile çalıştığını anımsatması bakımında bu ayrımın yapılması pek sorunlu değil. Ama bu ayrımdan hareketle kol işçisi maddi değerlerin üretiminde (sanayide) çalışan işçidir, kafa işçisi de hizmet sektöründe çalışan işçidir sonucuna varmak tamamen yanlıştır. Maddi değerlerin üretiminde kafa işi söz konusuyken, hizmet sektörünün birçok alanında da (temizlik, posta, belediye, sağlık, ulaşım-posta) kol işi söz konusudur.
Hizmet sektörü veya kol işi-kafa işi bağlamında işçi sınıfının bileşenleri üzerinde oynayarak sınıfın kapsamını tamamen daraltan anlayışlar olduğu gibi sermaye karşısında herkesi işçi gören anlayışlar da var. Yazının kapsamını genişleteceği için bu konuya burada girmeyeceğiz. Yalnız şu kadarını belirtmekle yetinelim: işçi sınıfını salt sanayi işçisiyle sınırlandırmak ne kadar yanlışsa, hizmet sektörünün tamamını da işçi sınıfından saymak o kadar yanlıştır. İlki işçi sınıfının kapsamını daraltıyor, hizmet sektöründeki işçileri küçük burjuva yapıyor, ikincisi de sınıfın kapsamını sermaye karşısında herkese açıyor, neredeyse çalışan herkesi işçi yapıyor.
İşçi sınıfını, iç sosyal yapısı bakımından da tasnif ederek hizmet sektörü çalışanlarından farklı yanlarını gösterebiliriz. Engels, “İngiltere’de Çalışan Sınıfın Durumu” yapıtında şöyle der:
“Proletaryanın çeşitli seksiyonlarının incelenmesine (yarayan) sıralama, onun doğuşundan önceki tarihinden çıkmaktadır. İlk proleterler endüstriye aittiler ve doğrudan onun tarafından üretiliyorlardı: Sanayi işçileri... sanayi maddelerinin üretimi, ham maddeler ve yardımcı maddeler sanayin gelişmesiyle önem kazandılar ve yeni bir proletaryanın doğmasına neden oldular: Kömür ocaklarındaki ve madencilikteki işçiler. Sanayi, üçüncü derecede tarımı etkilemektedir. ...Çeşitli işçilerin yetişmişlik derecesinin sanayi ile olan bağlamıyla tam bir ilişki içinde olduğunu ve çıkarları hakkında sanayi işçilerinin en çok, maden işçilerinin daha az ve tarım işçilerinin en az aydınlatıldıklarını ... göreceğiz. Bu sıralamayı sanayi işçilerinde de bulacağız ve fabrika işçilerinin, sanayi devriminin bu en yaşlı çocuklarının, başından bugüne kadar işçi hareketinin çekirdeği olduklarını göreceğiz.”(l2)
Burada işçi sınıfının sosyal yapısının, farklı sosyal katmanlarından oluştuğunu ve bu oluşumun nedenlerini görüyoruz. Bu sınıfı, sınıf yapan ortak özellikler, yukarıda bahsettiğimiz üç özelliktir: a) üretim araçlarına sahip olmamak, b) işgücünü satmak zorunda olmak ve c) artı değer üretmek, artı değer üretimine katkıda bulunmak (kapitalistin sermayesini çoğaltmak).
Bu temel özellikleri taşıyan işçi sınıfı, maddi değerlerin üretimi sektöründe üretim alanına göre de farklılaşıyor:
1-Sanayi proletaryası.
2-Maden proletaryası
3-Tarım proletaryası.
İşçi sınıfının sanayi, maden ve tarım sektörlerine göre ayrılmasının nedenini, kapitalizmin gelişmişlik derecesinde aramak gerekir. Gelişen kapitalizm, yeni sektörler ve alanlarda çalışan yeni işçi sınıfı bölüklerinin oluşmasını koşullar.
Lenin’in dediği gibi, “safi proletaryanın yanı sıra, proleterlerden yarı proletaryaya... doğru oldukça çeşitli geçiş tipleri kütlesiyle çevrili olmasaydı,... proletarya içinde de alt tabakalar az veya çok gelişmiş tabakalar... olmasaydı, kapitalizm, kapitalizm olmazdı”(13).
Bunun anlamı şudur: İşçi sınıfının belirtilen bu üç ana katmanı dışında başka katmanları da vardır; ulaştırma, nakliyat, hizmet, inşaat vs. sektörlerde çalışan işçiler.
Bu sektörlerin hepsinde artı değer üretilmiyor. Ama bu, buralarda çalışanların ezici çoğunluğunun işçi olmadıkları anlamına gelmez.
Bir bütün olarak işçi sınıfını derinlemesine tasnif ettiğimizde şu alt grupları görürüz:
1-Sanayi proletaryası (fabrika işçisi).
2-Maden proletaryası.
3-Tarım proletaryası.
4-İnşaat proletaryası.
5-Nakliyat, posta işlerinde çalışan işçiler.
6-Ticaret (dolaşım) alanında çalışan işçiler
7-Sosyal hizmetlerde çalışan işçiler.
8-Yozlaşmış proletarya(14).
9-İşçi aristokrasisi.
10-İşsizler.
İşçi sınıfının belirttiğimiz bu derinlemesine tasnifini burada üretken olan-olmayan işçiler olarak ayırırsak şu sonuca varırız:
Sanayi, enerji, maden, tarım, inşaat, ulaştırma-komünikasyon sektörlerinde, ticaretin (dolaşımın) ve sosyal hizmetlerin bir kısmında, eğitim, sanat, eğlence sektörlerinde çalışan işçiler, üretken işçilerdir; ya doğrudan artı değer üretiyorlardır ya da kapitalistin sermayesini çoğaltıyorlardır.
Şimdi bu sektörlerin tartışmalı olan bazılarını biraz açalım.
Ulaştırma Ve Komünikasyon İşlerinde Çalışan İşçiler
Maddi ve maddi olmayan ürünlerin taşınmasından, bir yerden başka bir yere nakledilmesinden dolayı ürün miktarında bir değişme olmaz, ama bu taşıma işi de gerçekleşmezse, o metanın üretimi de tamamlanmış olmaz. Bu nedenle burada söz konusu olan, meta üretiminin tamamlanması için kaçınılmaz olan nakliyattır. Böylece nakliyat meta üretim sürecinin zorunlu bir parçası olur ve bu alandaki harcama, metanın fiyatını doğrudan etkiler.
Belirttiğimiz bu özelliğinden dolayı ulaştırma-komünikasyon sektörü (veya sanayi) maddi üretimin, sanayi, maden ve tarım dışında yeni bir alanını oluşturur.
Aynen maddi değerlerin üretimi alanlarında olduğu gibi ulaştırma-komünikasyon sektöründe de değişmeyen sermayenin yıpranma payı meta maliyetine yansır (nakliyat araçları, komünikasyon araçları vb.). Bunun ötesinde bu sektörde kullanılan değişken sermaye (işgücü) ve yaratılan artı değer de üretim maliyetinin öğelerini oluştururlar. Nihayetinde bütün bunlar bir metanın A noktasından B noktasına taşındığında onun üretiminin, B noktasında A noktasına nazaran daha yüksek bir maliyet ve fiyatla tamamlanmış olduğunu gösterir.
Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler’de, “gerçi bu durumda gerçek emek, gerisinde, kullanım değerinde herhangi bir iz bırakmamıştır ama, gene de bu maddi ürünün değişim değerinde somutlaşır ve maddi üretimin öteki alanları gibi bu sanayi dalında da emek, kullanım değerinde görülebilir bir iz bırakmamakla birlikte, metanın içinde yerini alır” der(15).
Bu alanla ilgili olarak belirtilmesi gereken bir nokta da şudur: Ulaştırma sektörü sadece meta taşımıyor, insanları da taşıyor. İnsanlar ise meta değil. Dolayısıyla ulaştırma sektörünün bu özelliği göz önünde tutulmalıdır. Metaların taşınması, üretimin devamı iken, insanların taşınması kapitalistin, sermayesini çoğaltmak için sunduğu bir hizmettir. Burada taşınan konumunda olan insan, kapitalistin sunduğu taşıma hizmetini satın alan konumundadır. Bu hizmeti satın almakla da kapitalistin sermayesini çoğaltmış olur. Bu konuda Marks şöyle der: “İnsan ya da eşya taşınmış olsun, sonuç bunların bulundukları yerdeki değişimdir. Söz gelişi iplik, şimdi, üretildiği İngiltere yerine Hindistan’da olabilir.
Bununla birlikte, ulaştırma sanayinin sattığı şey, yer değiştirmedir. Yararlı etki, ulaştırma süreci ile, yani ulaştırma sanayinin üretken süreci ile sımsıkı bağlıdır. İnsan ve eşya, ulaştırma araçlarıyla birlikte yolculuk ederler ve bu yolculuk, bu hareket, bu araçlar ile gerçekleştirilen üretim sürecini oluşturur. Bu yararlı etki, ancak bu üretim süreci sırasında tüketilebilir. Bu süreçten farklı, yararlı bir şey gibi bir varlığa sahip değildir. Bu süreçten farklı bir yararlılık, bir ticaret malı gibi işlev yapmayan bir kullanım şeyi olarak var olmaz ve üretilene kadar bir meta olarak dolaşmaz.
Ama bu yararlı etkinin değişim değeri, herhangi bir meta gibi, kendisinde tüketilen üretim ögelerinin (emek gücü ile üretim aracı) değeri ve ulaştırma işinde çalıştırılan emekçilerin artı emeğinin yarattığı artı değerin toplamı ile belirlenir. Bu yararlı etki de, diğer metalar gibi aynı tüketim ilişkilerine tabidir. Eğer bireysel olarak tüketilirse, değeri, tüketimi sırasında ortadan kaybolur; yok eğer, taşınan metaların üretiminde kendisi de bir aşama oluşturacak bir biçimde, üretken biçimde tüketilirse, onun değeri de, ek bir değer gibi metaya geçmiş olur.”(16)
Demek oluyor ki, bir yolcunun A noktasından B noktasına taşınmasında ortaya çıkan tüketim değeri, o yolcu tarafından bireysel olarak tüketilirse, bu bir hizmet tüketimidir ve B noktasına varıldığında bu tüketim kaybolur. Ama A noktasından B noktasına taşımadan kaynaklanan “yararlı etki”, taşınan metaların üretiminin devamı için -meta üretiminin tamamlanması için- kaçınılmaz bir aşamaysa bu durumda söz konusu “yararlı etki” üretken olarak tüketiliyor demektir. Bu da metanın değerine eklenen bir ek değişim değerdir.
Kapitalizmde doğrudan doğruya veya artı değer üretmeyen “alt işlev”liler olmaksızın üretim yapmak imkânsızdır. Yapılsa da bu, bireysel üretimdir, kapitalist üretim biçimini ifade etmez.
Gelişen Kapitalizm, Yeni Mesleklerin Doğmasına Da Neden Olur
“Aynen başlangıçta sermayesinin gerçek anlamda kapitalist üretime başlayabileceği asgari miktara ulaştığı anda kapitalistin elini fiilen işten çekmesi gibi, şimdi de, işçilerin ve işçi gruplarının doğrudan doğruya ve devamlı denetimini özel bir ücretli işçiler türüne bırakır. Bir kapitalistin komutası altında sanayi işçilerinden kurulmuş ordu, gerçek bir ordu gibi, subaylara (yöneticilere) ve astsubaylara (ustabaşı, postabaşı) gereksinim duyar. Ve bunlar, çalışma sürecinde kapitalist adına (bu orduya) komuta ederler. Denetim (gözetim -çn.) işi, bunların yegâne işlevi olarak yerleşir.”(25)
Buradaki subaylar, yani müdürler, yöneticiler, ücretlilerdir. Ücretlilerin bir kesimini oluşturmalarına rağmen, işçi sınıfına yakın olan veya işçi sınıfının bileşenlerinden olan ücretliler değildirler. Buna karşın astsubay kategorisinde olanlar, her ne kadar, bir işçiye nazaran daha fazla ücret alsalar da, doğrudan üretim sürecinde yer almasalar da, sınıfsal konumları bakımından, ya işçi sınıfının bir bileşenidirler ya da ona sınıfsal olarak en yakın olanlardır.
Kapitalizmin, doğrudan reel üretim dışında ortaya çıkardığı meslek grupları, genel anlamda hizmet sektörü olarak tanımlanıyor. Bu sektör, kapitalizmin gelişmesine, bilimsel-teknik devrimin kazanımlarının üretim sürecinde kullanılmasına, yani teknolojinin üretimde kullanılmasına paralel olarak giderek kapsamlaşmıştır.
İşçilerin ve ücretlilerin sosyal durumları giderek birbirine yakınlaşıyor. Teknoloji, kapitalist yeniden üretim sürecinin koşullarına uygun örgütlenmesinin ekonominin ve burjuva devletin yapısında meydana getirdiği değişimler, ücretlilerin çalışma ve yaşam koşullarında kapsamlı ve derinlemesine değişimlere neden olmuştur. Bu değişimlerden en çok ücretlilerin alt kesimleri; işçi sınıfının bileşeni olanları ve ona en yakın olanları etkilenmişlerdir. Bu değişimler, ücretlilerin, özellikle alt kesimlerinin proletaryaya yakınlaşmasında; kendi sınıfsal konumları üzerine bilinçlenmesinde; en azından sermaye-sömürü, sermaye-çalışma ilişkileri konusunda bilinçlenmelerinde belirleyici olmuşlardır. Çıplak yaşam, ekonomik durum, memur olmanın, ücretli olmanın, bir zamanlar geçerli olan imtiyazlı olma durumuna son veriyor. Bir zamanlar memur olmakla, ücretli olmakla elde edilen, görece de olsa iş garantisi bugün geçerli değil. Bunun en güncel örneğini devletin küçültülmesi adı altında IMF’nin dayatmasıyla binlerce ücretlinin sokağa atılması oluşturmaktadır. Devletin küçültülmesi bahanesi olmasa dahi, teknoloji kullanımıyla rasyonelleşmeye gidiliyor ve binlerce ücretli, memur sokağa atılıyor. Böylece sosyal güvensizlik, işsizlik gibi kavramlar, memurlar arasında da anlam kazanıyor.
Hizmet Sektöründe Çalışan İşçiler
Aslında sorun çok basit. Buraya kadarki açıklamalardan şu sonucu çıkartabiliriz: Sermaye karşılığında değiştirilen işgücü (yanlış tanımlamayla ifade edersek emek) üretken olandır, ama gelir karşılığında harcanan işgücü ise üretken değildir. Marks, bu konudaki görüşünü A. Smith’in aynı konuya ilişkin açıklamaları vesilesiyle formüle etmiştir. Marks, onun sermaye karşılığı harcanan işgücünün üretken, gelir karşılığı harcanan işgücünün üretken olmayan ayrımını doğru bulur ve şöyle der: “burada üretken emek, kapitalist üretim açısından tanımlanıyor ve A. Smith bu konuda işin tam özüne dokunuyor, tam on ikiden vuruyor. Üretken emeği, sermayeyle doğrudan değişilen emek olarak tanımlaması, A. Smith’in en büyük bilimsel başarılarından biridir.”(26)
Marks, Smith’in, kendini maddi bir metada somutlaştıran “emek” ve maddi olmayan metada somutlaştıran “emek” olarak ayrımla, üretken ve üretken olmayan “emek” tanımlamasını yanlış bulur ve şöyle der: “esas itibariyle hizmet, emeğin özel kullanım değerinin kendisini bir nesnede değil, yararlı bir etkinlik biçiminde ifade etmesidir.”(27)
Marks’ın bu değerlendirmesinden anlaşılacağı gibi, hizmet sektöründe işgücü harcaması, toptancı bir değerlendirmeyle üretkendir denemez. Esas olan şudur: hizmet sektöründe sermaye karşılığında çalışan; artı değer üreten veya sermayenin çoğalmasına hizmet eden bütün işçiler üretkendir. Buna karşın gelir karşılığında çalışan (ister kapitalistin gelirinden, devletin bütçesinden veya işçinin gelirinden ödensin); artıdeğer üretmeyen, sermayenin çoğalmasına hizmet etmeyen, ama bir biçimde bir hizmet karşılığı değişilen işgücü, dolayısıyla bu işgücü harcaması yapan işçi üretken işçi değildir.
Şöyle düşünelim: İster kapitalist olsun, isterse de işçi olsun, satın alınan hizmet bireysel tüketime hizmet ediyorsa, orada kapitalist bir ilişki yoktur. Burada satın alınan hizmet, artı değer üretmediği için üretken değildir. Ama satın alınan hizmet, başkalarına satılıyorsa orada durum değişir. Bu durumda kapitalist, örneğin müzisyenin müzik hizmetini kişisel olarak tüketmiyor, başkalarına satıyor (konser vs.) ve böylece sermayesini çoğaltıyor.
Burada ayırt edici nokta, işgücü ve bu işgücünden kaynaklı ürünün değişim biçiminin nasıl olduğu sorusuna verilecek cevaptır. Sermaye karşılığı mı yoksa gelir karşılığı mı ödeme yapılıyor olduğudur. Burada kayıtsız kalmak, ayrım yapmamak, üretim biçimleri arasında ayrım yapmamak anlamına gelir. Bu ayrımın ne denli önemli olduğunu Marks’ın şu sözlerinden anlıyoruz: “Palto paltodur. Ama onu birinci değişim biçiminde yaptırtırsanız, kapitalist üretim ve modern burjuva toplum vardır; ikincisinde ise, asyatik ilişkilere ya da ortaçağ ilişkilerine vb. ile uygun düşen bir zanaatçı biçimi vardır. Ve bu biçimler, maddi zenginliğin kendisi için de belirleyicidir.”(30)
Marks’ın palto üretiminden çıkartılması gereken sonucu somutlaştıralım: Palto iki üretim ilişkisi içinde üretilebilir. Palto, kapitalistin fabrikasında üretilebileceği gibi, eve çağrılan bir terzi tarafından da üretilebilir. Her iki durumda da palto üretiliyor, ama farklı üretim ilişkileri içinde üretiliyor. Birinci durumda terzi, kapitalist karşısında işgücünü belli bir miktar üzerinden, diyelim ki günde 10 saatliğine satan işçidir. Doğrudan artı değer üretmektedir, üretken bir işçidir. Kapitalist, işçi-terzinin 10 saat içinde ürettiği palto-metayı pazarda satarak, meta sermayesini çoğalmış olarak para sermayeye dönüştürür.
İkinci durumda ise terzi-işçi üretken değildir. Diyelim ki aynı kapitalistin evine giderek ona bir palto dikmesi, aralarında sermaye-“emek” ilişkisi olduğunu göstermez. Tam tersine aralarında kapitalistin bireysel tüketimini ifade eden ve karşılığının sermaye ile değil de, gelir ile ödenen bir ilişki vardır; yani burada sermayeye dönüşmeyen bir işgücü harcaması söz konusudur. Bu durumda kapitalistin terziye yaptığı ödeme, kapitaliste sermaye olarak geri dönmemekte ve kullanım değeri olarak tüketilmiş olmaktadır.
“Hizmetkârlar Sınıfı”nın, Ev Hizmetçilerinin Durumu
Ev hizmetçilerinin durumu da genel anlamda hizmet sektörünün bazı alanlarında olduğu gibi, kapitalizmin tarihsel gelişme süreci içinde ele alınması gerekir. Marks’ın ev hizmetçileri için “küçük burjuva” değerlendirme yapması nasıl bir gerçeklikse, bu kesimin giderek işçi sınıfının bir parçası olması da bir gerçekliktir. Burada söz konusu olan, hizmeti satanla satın alan arasındaki ilişkide hizmetin gelir karşılığı satın alınmasıydı. Bu kısmen hala böyledir. Ama gelişen kapitalizm sürecinde bu alanda çalışanlar -hizmet satanlar- kapitalizmin ücretli çalışma örgütlenmesinin dışında kalamamışlar ve üretken işçi konumunda olmasalar da işçi sınıfının bir parçasını oluşturmuşlardır.
Bu tarihsel gelişmeyle bu alanda hizmet satanlarının durumundaki değişimi Marks şöyle anlatır:
“Nihayet, büyük sanayinin olağanüstü üretkenliği, diğer bütün üretim alanlarında işgücünün daha geniş ve yoğun bir şekilde sömürülmesiyle el ele vererek, işçi sınıfının büyük bir kesiminin üretken olmayan bir biçimde çalıştırılmasını ve böylece eskiden ev işlerini yapan kölelerin şimdi de, erkek ve kadın hizmetçi, uşak vb. gibi adlar altında bir hizmetkârlar sınıfı olarak tekrar ortaya çıkmasına izin vermiş olur.”(31)
Kapitalizmin ilk aşamalarındaki hizmet işleriyle bugünkü aşamasındaki hizmet işleri arasında bunların nasıl örgütlendiği bakımından devasa farklar vardır. Eski dönemde bu işlerin kapitalist ilişkiler içinde örgütlenmemiş olması genel geçerli bir durumu ifade ediyordu. Marks’ın bu konudaki değerlendirmesi de bu tarihsel gerçekliği yansıtıyor. Şimdi ise bu hizmet işleri (eğitim, ev temizliği, çocuk bakımı, eğlence, sportif faaliyetler, sağlık, turizm vb.) bu hizmetleri sermayeye çeviren şirketler, kapitalist kuruluşlar tarafından örgütlenmektedir. Bütün bu alanlar pazarda alınıp satılır olmuştur. Bu nedenle bu alanda çalışanların giderek önemli bir kısmı doğrudan sermaye ile karşı karşıya olduğu için üretken işçi konumundalar. Ama buna rağmen hala doğrudan sermaye ile değil de gelir ile ödenen kısmı da önemli bir ağırlığa sahiptir. Bunlar da işçi sınıfının üretken olmayan kesimini oluşturur.
“Ayrıca, hizmetkârlar sınıfı, atıl kapitalistlerin doğrudan ücretli işçileri efendilerinden...”(32) “Sermayeden değil de gelirden yaşayan hizmetkâr sınıfının (bu) kısmı. Bu hizmetkâr sınıfı ile çalışan sınıf arasında önemli bir fark vardır.”(33)
Artık bu ayrımın günümüzde pek anlamı kalmamıştır, en fazlasıyla üretken işçi-üretken olmayan işçi ayrımı bakımından bir anlamı vardır. Hizmet sektörünün bu alanında çalışanlar eski dönemde sahip oldukları görece bağımsızlık koşullarına artık sahip değiller. Aldıkları ücret -hizmeti satın alanın gelirinden verdiği ücret- kapitalist tarzda örgütlenmektedir; piyasa tarafından belirlenmektedir. Piyasa da ise örneğin yüzlerce, binlerce temizlik işçisini çalıştıran şirketler bu alandaki ücreti belirlemektedirler. Açık ki burada doğrudan bir sömürü ilişkisi olmasa da, kapitalist sistemin sömürü ağı bu alanda çalışanları da kendi girdabına çekmektedir.
Bu konuda Marks şu örneği vermektedir: “Gündelikçi terzinin harcadığı iş(gücü) miktarı, benden aldığı fiyatın içerdiğinden daha büyük olabilir. Ve hatta bu büyük olasılıktır, çünkü onun işgücünün fiyatı, üretken terzinin elde ettiği fiyatla belirlenir.”(34)
Açık ki, “bağımsız” hizmet satanların bu hizmetleri karşılığında aldıkları miktar, piyasa koşulları; kapitalist ilişkiler tarafından belirlenmektedir. Burada bireysel çalışan terzinin bu hizmetini sattığı kişiyle artı değer üretimi temelinde bir çelişkisi yok, ama aldıkları miktarı belirlediği için sistemin kendisiyle; bir bütün olarak kapitalist sistemle, bu sömürü düzeniyle çelişkileri var.
Sonuç itibariyle bunlar, ücrete bağımlı hizmetçi sınıfıdır ve işçi sınıfının bir parçasını oluştururlar. Burada üretken olmayanlara zenginlerin ev işlerini yapanlar, yavukluları vb. dahildir. Bunlar kapitalistlerin gelirlerinden ücretlendirilirler ve bütün işleri, kapitalistlere yaşamlarını kolaylaştırmaktan ve “tatlandırmak”tan ibarettir. Bu kategoriye dahil olanların bütün ücretli işçilerle ortak noktaları, hepsinin kendi çalışmalarıyla yaşam sürdürüyor olmalarıdır. Ama bunların aldıkları ücret, sermayenin bir kısmı değildir ve bu anlamda da kapitalistin sermayesini çoğaltmak için yapılan bir harcama (yatırım) değildir. Ücretler, kapitalistlerin tüketim fonunun bir kalemini oluşturur.
Hizmet sektöründe durumun ne denli karmaşık olduğunu göstermek için Marks’tan birkaç örnek daha verelim.
Müzisyen örneği:
“Örneğin, bir şarkıcının hizmeti, benim estetik gereksinimimi giderir; ama hazzını tattığım şey, şarkıcıdan ayrılmayan bir etkinlik içinde var olur ve emeği (iş gücü harcaması -çn.), şarkı söylemesi sona erdiği anda benim haz almam da sona erer.”(35)
Farklı Hizmetler Ve Kapitalizm
“Maddi olmayan üretim, salt değişim için gerçekleştirildiği, yani meta ürettiği zaman bile iki türlü olabilir:
1 - Üreticilerden ve tüketicilerden bağımsız ve ayrı bir biçime sahip olabilen metalarda, kullanım değerlerinde ortaya çıkabilir; bu metalar, üretim ile tüketim arasındaki süre boyunca var olur ve bu süre içinde, kitaplar, resimler gibi satımlık metalar olarak, tek sözcükle, sanatçının sanatsal performansından ayrılabilen tüm sanat ürünleri olarak dolaşımda kalabilir. Burada kapitalist üretim çok sınırlı bir çerçevede söz konusudur: Örneğin ortak bir yapıtın -diyelim ki bir ansiklopedinin- yazarı, başka kişileri kiralık yazarlar olarak kullandığı zaman. Bu alanda, çoğu kez, kapitalist üretime bir geçiş biçimi geçerli olur; o biçim çerçevesinde çeşitli biçimsel ya da sanatsal üreticiler, zanaatçılar ya da uzmanlar, kitap ticaretinin ortak ticari sermayesi için çalışırlar- bu ilişkinin asıl kapitalist üretim tarzı ile bir ilişkisi yoktur ve hatta biçimsel olarak bile henüz kapitalist üretimin egemenliği altına alınmış değildir. Bu ara geçiş biçimlerinde emek (işgücü -çn.) sömürüsünün en üst noktasında oluşu gerçeği bu durumu hiçbir biçimde değiştirmez.
2 - Ürün, üretim eyleminden ayrılmaz -tüm gösteri sanatçıları, konferansçılar, aktörler, öğretmenler, doktorlar, rahipler vb. için durum budur. Burada da kapitalist üretim tarzıyla ancak sınırlı bir dereceye kadar karşılaşılır ve bu etkinliğin doğası gereği, pek az alanda uygulanabilir.”(36)
Yazarın üretken işçi olması:
“Bir yazar, fikir ürettiği ölçüde değil, ama onun çalışmalarını yayınlayan yayıncıyı zengin ettiği ölçüde ya da bir kapitalistin ücretli işçisiyse üretken işçidir.”(37)
Eğitim kuramlarında üretkenlik durumu:
“Örneğin eğitim kurumlarındaki öğretmenler, kurum girişimcisi için yalnızca birer ücretli işçi olabilirler... Gerçi öğrenciler söz konusu olunca, bu öğretmenler üretken işçi değildirler; ancak kendi işverenleri söz konusu olduğunda üretken işçidirler. O, kendi sermayesini onların işgücüyle değişir ve bu süreç aracılığıyla kendisini zenginleştirir. Tiyatrolar, eğlence yerleri vb. için de durum aynıdır. Bu durumlarda, aktör, kamu karşısında bir sanatçı olarak davranır, ama kendi işvereni karşısında o bir üretken işçidir. Kapitalist üretimin bu alandaki bütün görünümleri üretimin tümü içinde o kadar önemsizdir ki, bütünüyle hesap dışı tutulabilir.”(38) Marks döneminde toplumsal önemi olmayan bu alanların günümüzde ne denli geliştiği, tamamen sermayeye açılmış olduğu herhalde tartışma gerektirmeyen bir gerçekliktir.
Dipnotlar
(Ayrıca belirtilmediyse sayfa numaralan Almancasına göredir)
1-K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 510-511.
2-“Ama bir yandan şimdi işteki çeşitlilik, karşı konulmaz doğal bir yasa şeklinde ve her yerde direnmeyle yüzyüze gelen doğal bir yasanın gözü kapalı yıkıcılığı ile kendisini gösterirken, öte yandan da, büyük sanayi, getirdiği felaketler aracılığı ile üretimin temel yasası olarak, işin çeşitliliğinin kabul edilmesi zorunluluğunu ortaya koyarak, işçilerin, bu çeşitli işler için yatkın duruma gelmesini ve bu yeteneklerinin en geniş ölçüde gelişmesini sağlamıştır. Üretim biçimini bu yasanının normal olarak işlemesine uydurmak, toplum için bir ölüm kalım sorunu oluyor. Büyük sanayi, gerçekte, toplumu, bütün yaşamı boyunca bir ve aynı işi yineleyerek güdükleşen ve böylece bir parça-birey haline gelen bugünün parça-işçisinin yerini, çeşitli işlere yatkın, üretimdeki herhangi bir değişmeyi karşılamaya hazır ve yerine getirdiği çeşitli toplumsal görevleri, kendi doğal ve sonradan kazanılmış yeteneklerine serbestçe uygulama alanı sağlayan bir şey olarak benimseyen tam anlamıyla gelişmiş bir bireyi koymayı, bir ölüm kalım sorunu halinde zorlamaktadır.” (K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 511-512)
3-METE, C. 4, s. 462 (dipnot) (Marks-Engels, Komünist Manifesto).
4-Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 642 (dipnot).
5-K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 532.
6-“Yalnız, kapitalist üretim biçimini kesin biçim olarak -ve dolayısıyla, sonsuza dek doğal üretim biçimi olarak- gören burjuva darkafalılığı, sermaye açısından üretken iş nedir sorusunu, genelde hangi işin üretken olduğu ya da üretken işin genel olarak ne olduğu sorusuyla karıştırır ve sonuçta, herhangi bir şey üreten, herhangi bir sonuç yaratan işin bu gerçek çerçevesinde üretken olduğu yanıtını vererek ne kadar akıllı olduğunu düşünür.
Sadece, doğrudan sermayeye dönüştürülebilen iş üretkendir... Yani artı değer üreten ya da sermayeye artı değer üretimi için etmen olarak hizmet eden ve böylece kendini sermaye olarak, kendini genişleten değer olarak ortaya koyan iş.” (K. Marks, Art Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 368-369)
7-K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 532.
Bunlar hakkında Marks şöyle der:
8-“Manüfaktür döneminin tersine, bundan böyle iş bölümü, mümkün olan her yerde, kadınların, her yaştan çocukların, vasıfsız işçilerin çalıştırılmalarına, yani İngiltere’de karakteristik bir deyimle ifade edildiği gibi, tek sözcükle, ucuz emeğe (işgücüne -çn.) dayanır.
Bu, yalnız, makine kullanılsın kullanılmasın geniş boyutlu üretim kolları için değil, ister çalışan kimselerin evlerinde, ister küçük iş yerlerinde yapılsın, ev sanayileri denilen üretim biçimleri için de geçerliydi. Modern denilen bu ev sanayinin, bağımsız kent el zanaatlarını, bağımsız köylü tarım işletmelerini ve her şeyden önce de, işçi ile ailesinin içinde yaşadığı bir evin varlığını ön koşul olarak gerektiren eski tarz ev sanayi ile ad benzerliği dışında ortak bir yanı yoktur. Bu eski tarz sanayi, şimdi, fabrikanın, manüfaktürün ya da eşya deposunun, bir dış bölümü halini almıştır. Sermaye, tek bir yerde de geniş kitleler halinde topladığı ve doğrudan doğruya komuta ettiği fabrika işçilerinden, manüfaktür işçilerinden ve elzanaatçılarından başka, şimdi, gözle görünmeyen iplerle, diğer bir orduyu da harekete getirmiştir: bunlar, büyük kentlerde oturanlarla birlikte bütün ülke yüzeyine yayılmış bulunan ev sanayii işçileridir.” (K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 485-486)
9-“Değişik emek türlerini ve dolayısıyla zihin emeğiyle kol emeğini -ya da bunlardan birinin daha hakim olduğu emek türlerini- birbirinden ayırmak ve farklı insanlar arasında dağıtmak, kapitalist üretim biçiminin gerçekten ayırt edici özelliğidir. Ancak bu maddi ürünün, bu insanların ortak ürünü olmasını ya da maddi zenginlik içinde yer alan ortak ürünleri olmasını önlemez., o insanların, sermayenin ücretli işçisi olma ilişkisini ve öncelikli anlamında, sermayenin üretken işçisi olma ilişkilerini ne ölçüde engeller ya da değiştirirse, ancak o kadar. Tüm bu insanlar, yalnızca maddi zenginliğin üretilmesine doğrudan katılmakla kalmazlar, üstelik emeklerini doğrudan, sermaye olan parayla değişirler ve dolayısıyla, ücretlerine ek olarak kapitalist için bir artı-değeri yeniden üretirler. Emekleri, ödenmiş emeği artı ödenmemiş artı-emeği içerir.” (Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 387)
10-“Çalışma süreci tamamen bireysel olduğu sürece, bir ve aynı işçi, sonradan ayrılacak olan bütün işlevleri kendisinde birleştirir. Kişi, doğal nesneleri, kendi geçimi için elde ederse, o kişiyi yalnız kendisi denetliyor demektir. Daha sonra başkalarının denetimi altına girer. Tek bir insan, kendi beyninin denetimi altında gene kendi kaslarını harekete geçirmeksizin doğa üzerinde bir iş yapamaz. Doğal bedende kafa ile elin birbirlerine bağlı olması gibi, çalışma süreci de el işini kafa işi ile birleştirir. Sonraları bunlar birbirlerinden ayrılırlar, hatta can düşmanı olurlar. Ürün, bireyin doğrudan ürünü olmaktan çıkar ve kolektif işçinin ürettiği toplumsal bir ürün, yani her biri, iş konusu üzerindeki işlemlerin az ya da çok bir parçasını yapan bir işçi topluluğunun ortak ürünü halini alır. Çalışma sürecinin bu ortaklaşa ... niteliği, gitgide daha belirli hale geldikçe, bunun zorunlu sonucu olarak, bizdeki, üretken iş ve bunu sağlayan üretken işçi kavramı genişlik kazanmış olur. Üretken biçimde çalışmak için artık el ile çalışmanız da gerekmez, kolektif işçinin bir parçası olmanız, onun yerine getireceği alt işlevlerden bir tanesini yapmanız yeterlidir. Üretken işin yukarıda verilen ilk tanımı, yani maddi nesnelerin üretiminin asıl niteliğinden çıkartılan tanımı, bütünüyle alındığında, kolektif işçi için de hâlâ doğrudur. Ama onu oluşturan üyeler teker teker alındığında artık geçerliğini yitirir.” (K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 531-532)
11-K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 532.
12-Engels, İngiltere’de Çalışan Sınıfın Durumu, METE, C. 2, s. 253.
13-Lenin, ‘Sol’ Radikalizm, Komünizmin Çocukluk Hastalığı, C. 31, s. 60.
14-Bkz. Lenin, Emperyalizm..., C. 22, s. 198.
15-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 388.
16-K. Marks, Kapital C 2, METE, C. 24, s. 60.
17-Marks, Kapital C. 3, METE, C. 25, s. 304-305.
18-Agk., s. 311.
19-Agk., s. 303-304.
20-Marks, Kapital C. 2, METE, C 24, s. 133-134.
21-Agk., s. 134.
22-Marks, Kapital C. 3, METE, C. 25, s. 312.
23-Marks; Kapital, C. 1; METE, C. 23, s. 531-532.
24-Agk., s. 532.
25-Agk., s. 351.
26-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 127.
27-K. Marks, Resultate des unmittelbaren Produktionsprozesses, s. 72-73, 1969 Frankfurt (Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları).
28-K. Marks, Resultate des unmittelbaren Produktionsprozesses, s. 66-67, 1969 Frankfurt (Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları).
29-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 127.
30-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 268.
31-K. Marks, Kapital, C. 1, METE, C. 23, s. 469.
32-K. Marks, Kapital, C. 2, METE, C. 24, s. 481.
33-K. Marks, Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie, Berlin 1953, s. 305.
34-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 377-378.
35-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 380.
36-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. s. 385-386. Türk. 383-384.
37-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 128.
38-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 386.
*Neden emek değil de iş veya çalışma kavramı kullanılmalıdır? “Bu yanlış düşünce, insanların rastlantısal bir yanılgısı değildir. Bu, sömürünün gizli, maskeli olduğu ve işverenin ücretli işçiyle ilişkisi sanki birbirine denk meta sahiplerinin ilişkisiymiş gibi çarpıtılmış bir biçimde göründüğü kapitalist üretimin özgül koşullarından doğar. Gerçekte, ücretli işçinin çalışma ücreti, emeğinin değerini ya da fiyatını oluşturmaz. Eğer emek bir metaysa ve bir değere sahipse, bu durumda bu değerin büyüklüğü herhangi bir şeyle ölçülmek zorundadır. Açıktır ki, “emeğin değerinin” büyüklüğü diğer her meta gibi, içinde bulunan emeğin miktarıyla ölçülmek zorundadır. Bu koşul altında şu fasit daire ortaya çıkar: Emek, emekle ölçülür. Ayrıca, kapitalist, işçiye “emeğin değerini” ödeseydi, yani emeği tümüyle ödeseydi, bu durumda kapitalistin zenginleşmesi için hiçbir kaynağın olmaması gerekirdi, başka bir deyimle, kapitalist üretim tarzı var olamazdı. Emek, metaların değerini yaratır, ama kendisi meta değildir ve kendisi bir değere sahip değildir. Günlük hayatta “emeğin değeri” olarak adlandırılan şey, gerçekte işgücünün değeridir.” (SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi, POLİTİK EKONOMİ Ders Kitabı, Cilt I)