İslam dini, Araplar için putperestlikten tek tanrıcılığa geçiş demektir. İslamiyet bu geçişin; devlet öncesi toplumdan devletli topluma geçişte kapsamlı ve derinlikli bir değişim geçiren sosyoekonomik yapının ürünü ve sonucudur. Hem bir devlet, hem bir din; hem devlet dini ve hem de din devleti tariflerine uygun karakteriyle İslamiyet, siyasi-iktisadi-sosyal düzenin içine ve içinde doğmuştur. Bu özellikleriyle İslam dini, diğer tek tanrılı dinlerden önemli farklılıklar da taşır. Arapların kabile-aşiret ilişkileri ve yaşamından devlete geçişleriyle birlikte putperestlikten tek tanrıcılığa/İslamiyete geçişleri, bir noktadan sonra birbirini etkileyerek, dönüştürerek ilerleyişini sürdürmüştür.
Arap-İslam devletleşmesi ve sonrasında ilk İslam İmparatorluğu; Arap-İslam yayılmacılığı- fetihçiliği; İslam içi-dışı muhalif mezhep ve akımların çeşitliliği ve zenginliği; kuruluşundan itibaren ilk Arap-İslam devletlerinde (Emeviler-Abbasiler) sert sınıf mücadelelerinin hiç eksik olmaması, isyan ve ayaklanmaların tarihsel süreklilik sergilemesi vb. gelişmeleri anlamak ve açıklayabilmek için materyalist tarih bilimine başvurmak ve tarihsel materyalist yöntemin rehberliğinde ilerlemek yeterli, ondan daha önemlisi de gereklidir.
***
İslam devletleşmesi Arap kabile ilişkilerini çözdü, sınıflaşma ve sınıfsal farklılaşmalar uç verdi, kandaş bağlar zayıfladı, fetihlerle genişlerken kabile tabanı yerli halkla kaynaştı, kabile aristokrasisi yerli egemen sınıf unsurlarıyla birleşerek adım adım feodal aristokrasiye dönüştü.
***
Süfyaniler ve Mervaniler ittifakına dayalı Emevi Hanedanlığına karşı sayısız isyan ve ayaklanmaların başarısız olduğu koşullarda; Haşimiler soyunun bir kolu olan Abbasiler, köleler dahil olmak üzere ezilen sömürülen yoksul kesimleri, esnaf ve zanaatkarları, aşağılanan-horlanan Arap kabilelerini bir muhalefet cephesinde birleştirmeyi başardılar. Çürüyen, yozlaşan, sonu gelmiş Emevi devletini yıktılar. Abbasilerin önderlik ettikleri, hazırlıkları uzun yıllara dayanan ayaklanmada tayin edici ittifak kuvvetleri, istila edilen topraklarda yaşayan halklardı: İslamı kabul eden Arap olmayan Müslüman halklar, geleneksel dinlerini koruyan topluluklar, kılıç zoruyla Müslüman olup kadim dinlerinin özlemiyle dolu doğu halkları Kürtler, Türkler, Farslar, Soğdlar, Nabatiler, Beluciler, Horasanlılar...
Emevi zulmüne karşı Abbasileri destekleyen, soygun ve talanın, zorla el koymaların, kıyım ve katliamların, dinsel baskıların, ayrımcılığın sona ereceği umudu taşıyan, refah ve dirliğe, huzur ve barışa, eşitlik ve adalete kavuşacaklarını düşünen halklar.
Azatlı köle İbrahim bin Osman
Ebu Müslim Horasani, bu tarihi-siyasi-toplumsal koşullarda Emevi devletinin yıkılması ve Abbasi devletinin kurulmasında belirgin rol oynamış ve tarihte iz bırakmış bir kişiliktir.
Gerçek adı, geçmişi, kökeni kesin olarak bilinmediği için hakkında çok sayıda rivayet ortaya çıkmıştır. En yaygın ve genel kabul gören haliyle gerçek adı İbrahim bin Osman’dır. 718 ya da 719 yılında Azerbaycan sınırları içinde kalan Kürt köyü Mawit’te dünyaya gelmiştir. Babasının adı Evdırrahman (Abdurrahman) Rewandi olup, aile, Kürt Rewandi aşiretine mensuptur. İran kaynaklı rivayetlere göre ise Ebu Müslim Azerbaycan değil, İsfahan doğumludur, Zerdüşti bir aileye mensuptur, İrani kültürle yetişmiş ancak daha sonra adı değiştirilerek Arap-İslam ismi verilmiş ve Müslümanlaştırılmıştır. Burada ortak olan bilgi; Ebu Müslim’in İrani kökenli olduğudur. O yıllara kadar da İran’da yan yana, iç içe yaşayan Fars, Kürt, Beluci vb. halkların ortak kültürü ile yetişmiş olduğu kabul edilmelidir.
Ebu Müslim’in bilinen tarihi, Yemenli Benu İcl kabilesinin azatlı kölesi olmasıyla başlar. Bu kabilenin yanında Arap-İslam kültürü ile tanışmış, Farsça ismi Arapça bir isimle değiştirilmiş, yetiştiği kültür, din ve geleneklerden kopartılıp Müslüman kimliği benimsemek zorunda kalmıştır. Buna karşın Ebu Müslim’in kendi kökenine özlem duyduğu, aslını neslini araştırdığı da biliniyor. Gençliğinde saraçlık mesleğini öğrenmiş, eyer ve semer yapmış, zaman zaman da bunları satmak için İsfahan’a (İran), Kürtlerin yoğun yaşadığı El Cibel bölgesine (Azerbaycan), Nusaybin ve Amed’e yolculuklar yapmıştır.
Saraçlık, Kufe gibi bir şehirde halkla ilişki kurmak için bulunmaz bir meslekti. Başlangıçta askeri garnizon olarak kurulan Kufe, Halife Ali zamanında başkent olmuş, doğu-batı ticaret yolu üzerinde kurulu olduğu için de hızla ticaret merkezi halini almıştı. Halife Ali ve Muaviye çatışması, Ali’nin bir suikastla öldürülmesi, Muaviye’nin halifeliğini ilan etmesi, Emevi devletinin kurulması, Ali ve Ehlibeyt yandaşları ile Muaviye yandaşları biçiminde başlayan Şii-Sünni mezhepsel-sınıfsal büyük tarihi bölünme, Kerbela katliamı, muhalif akım ve mezhepler, ayaklanmalar vb. tüm tarihi-toplumsal ve siyasal gelişmelerin yatağı Kufe şehriydi.
Dönemin ticaret merkezi Akdeniz’di; doğudan, kuzeyden, güneyden gelen kervanlar mallarını Akdeniz’in kıyı kentlerine taşırlar, buradan Avrupa’ya ulaştırırlardı. Avrupa’ya açılan deniz yolu kapısı bu Akdeniz kıyı kentleriydi. Doğudan İran ve Horasan’dan (özellikle Buhara, Semerkant ve Maveraünnehir’den), güneyden Yemen ve Arabistan’dan, kuzeyden Kafkaslar ve İran’dan gelen ticaret kervanları Kufe’den geçerlerdi. Çin ve Hindistan’dan kervanlar ve ticaret malları deniz ve kara yoluyla iki güzergahtan gelirdi. Deniz yolunun ilk durağı Yemen’di. Buradan tekrar kara yolu ile taşınan mallar Kufe üzerinden Akdeniz’e nakledilirdi. Yani, deniz yolu kullanıldığında da doğu ticaret yolu Kufe’den geçerdi. Kuzey Afrika ve Avrupa’dan Akdeniz limanlarına gelen ve buradan İran, Çin ve Hindistan yönüne dağılan kervan ve ticaret mallarının dönüş yolları da aynı güzergahı izler, Kufe üzerinden yollarına devam ederlerdi.
Tüccarlar, özel ulaklar, yasaklanmış mezhep ve fırka propagandacıları, askerler, casuslar, köleler, cariyeler vs. vb. doğu-batı, kuzey-güney siyaset ve ticaret güzergahı ve kavşağı Kufe’yi ara istasyon gibi kullanıyor; burada mola verip dinleniyor, çarşısında alış veriş yapıyor, ibadet yerlerini geziyor, gizli merkezlerine uğruyor, binek ve yük hayvanlarının eyer ve semerini değiştiriyor veya tamir ettiriyorlardı.
Saraçhane, aynı zamanda fikir alış verişi ve haberleşme merkezi gibiydi. Saraç İbrahim -namı diğer Ebu Müslim- yalnızca Kufe’de bilinen ve açık-gizli propaganda yürüten muhalif mezhep ve akımları değil, Azerbaycan’dan, Amed’den, Horasan’dan, Merv’den, İsfahan’dan gelenlerle tanışarak o bölgelerdeki Emevi karşıtı düşünce ve faaliyetleri de öğreniyordu. Aynı zamanda soydaşlarıyla tanışıyor, anadilini ve kendi kültürünü bu sayede yaşatıyordu. Müslümanlığı kabul etmiş olmakla birlikte Zerdüştiliğin derin felsefesini, Maniciliğin hoşgörüsünü, Mazdakçılığın eşitlikçi öğretilerini duygu ve düşünce dünyasında koruyordu.
Bu yoğun, karmaşık ve kaotik politik ortamda siyasi arayış içindeki Ebu Müslim ilk olarak Keysaniye adlı bir muhalif akıma katılır. 737-'38’de önderliğini, kendisinin de azatlı kölesi olduğu Benu İcl kabilesinden, Said bin Muğire’nin yaptığı, Muğiriye isyanına katılmakta da tereddüt etmez. İsyan bastırılır, Said bin Muğire idam edilir, Ebu Müslim ise zindana atılır. Tutsaklık dönemi, düşüncelerinin olgunlaştığı, siyasi hedefini Emevi saltanatı ve zulmüne son vermeye odakladığı bir dönem olur.
Abbasi muhalefeti
Diğer yandan Emevi karşıtı yeni bir muhalif hareket örgütlenmekte, başkent Şam’ın denetiminden uzakta, özellikle Horasan ve çevresi, Azerbaycan, İran, İsfahan, Merv için için kaynamaktadır. Abbasoğulları’nın önderlik ettiği yeni hareket her türlü Emevi karşıtlığını birleştirme siyaseti ile farklı din ve mezheplerle oportünist ilişkiler geliştiriyor, Arap olmayan halklarla pragmatist birlikler kurarak örgütleniyor, genişliyordu. Sıkı gizlilik kurallarına göre örgütlenen hareket, ayaklanma merkezi/üssü olarak Horasan’ı belirlemişti. En yetenekli dai (propagandist) ve örgütçülerini oraya gönderiyor, sağlam bir çekirdek etrafında sabırla ayaklanma hazırlıklarını sürdürüyordu.
Horasan’ı ayaklanma üssü olarak belirlemenin nesnel koşullarla bağı vardı. Emevi başkenti Şam’a uzaktı, merkezi devletin otoritesi görece zayıftı. Yerel yöneticiler zaman zaman merkezden bağımsız hareket edebiliyor, bu da merkezi devletle aralarını açabiliyordu... Kentlerde yerleşik yaşama geçilmişti, ancak göçebe yaşamı ve kültürü halen baskındı. Bu, büyük nüfus hareketliliği anlamına geliyordu ve göçebe halkların değişim sürecinin dinamik yapısını yansıtıyordu. Sosyo-ekonomik değişim diğer yandan geleneklere, kabile kültürüne ve kadim dinine güçlü biçimde sarılmayı getiriyordu. Bölge çok dinli, çok dilli, çok kültürlü ve çok kimlikli bir yapıya sahipti. Arap-İslam fetihçiliğine, dinsel baskılara ve kolonicilik yoluyla Araplaştırmaya kararlılıkla direniyordu. Aynı zamanda koloni olarak yerleştirilen Arap kabilelerle Emevi işbirlikçisi ve yönetici Arap kabileler de sınıfsal-siyasal çelişkiler nedeniyle sürekli çatışma halindeydiler. Haraç ve cizye vergileri ile soyulan halkın memnuniyetsizliği ve öfkesi ise Emevi düşmanlığının bir başka ve en yaygın nedeniydi. Abbasi Hareketinin haberleşme merkezi Kufe’de, siyasi-ideolojik önderliği ise Abbasoğulları’nın zorunlu ikamete tabi tutuldukları Şam yakınlarındaki Humeyme adlı küçük yerleşim bölgesindeydi. Kufe’li tüccar Bukeyr bin Mahan irtibat ve örgütlenme sorumlusuydu. Horasan ve Humeyme arasındaki bağlantı, Kufe’den Bukeyr üzerinden sağlanıyordu.
Ebu Müslim’in Abbasi Hareketine katılmasını sağlayan da Bukeyr bin Mahan’dır. Bukeyr, Kufe’deki Ehlibeyt yandaşı kabilelerle tartışarak Abbasoğulları ile birlikte hareket etmeye iknaya çalışıyordu. Ebu Müslim’in azatlı kölesi olduğu Benu İcl kabilesi de bunlardan birisiydi. Yemenli isyancı kabilenin önde gelenlerinden İsa bin Maqil el İcli’nin desteğini almış, bu arada Ebu Müslim ile tanışmış ve onu İsa bin Maqil’den satın almıştı.
Her yıl düzenli yapılan Hac ziyaretinde Abbasoğulları ile Nakipler Meclisi ile Horasan Daileri bir araya gelerek hareketin durumunu değerlendiriyor, yeni politika ve taktikler kararlaştırıyorlardı. 744-'45’te Bukeyr Ebu Müslim’i de yanında götürerek, Abbasoğullarının önderi İmam Muhammed ile tanıştırdı. Yaşlı imam küçük bazı testlerden geçirerek Ebu Müslim’i tanımaya çalıştı. Sorularına aldığı yanıtları beğendi, Hac dönüşünde, Ebu Müslim’i yetiştirmek üzere yanına aldı.
Ebu Müslim, bir süre Abbasoğulları’nın yanında kaldı. Bir yandan zengin kütüphanelerinden yararlanarak bilgilerini geliştirdi, fikirlerini derinleştirdi; bir yandan Ehlibeyt soyunu, Abbasi kolunu, iktidar mücadelesini bizzat önderlerinden dinleyerek öğrendi. Abbasoğlu Muhammed’in oğlu İbrahim’den siyasi ve ideolojik eğitimin yanında savaş sanatı eğitimi de aldı. Ebu Müslim, ilk gençlik döneminden kalma ata kültürü Zerdüştilik ve Mazdakçılık fikirlerine, bunların devamı sayılan Muhtariye, Keysaniye, Muğiriye, Mansuriye fırkalarına ilgi duymuş, bazılarına katılmıştı. Abbasoğulları tarafından Horasan’a baş dai olarak gönderilen Hidaş kod adlı Ammar bin Yezdad, Zerdüştilik, Manilik ve Budizmi İslamla sentezleyerek Neo Mazdakçı olarak kabul edilen Hürremilik akımını geliştirmişti. İslam’ı kabul etmiş ve dolayısıyla Müslüman olmasına karşın Ebu Müslim, anılan bu akımların temelini oluşturan eşitlik fikrini içselleştirmiş, eşitlikçi-ortakçı düzeni benimsemiş, kurtarıcı Mehdi’nin geri döneceği ve adaleti sağlayacağına inanmıştı. Mehdi’nin mutlaka soylu bir kabileden ya da Ehlibeyt sülalesinden olması gerekmezdi, hatta Arap soyundan bile olması şart değildi. Doğruluk ve adaleti sağlayacak, zalimleri yok edip mazlumları koruyacak, insanlara eşitlik getirecek herkes Mehdi sayılırdı onun savunduğu fikirlere göre. Bukeyr, Ebu Müslim’in bu düşünceleri ile uzun zaman tartıştı. Ebu Müslim, İslam dışı kabul edilen ve Şii- Abbasi fikriyatına yabancı Batıni düşünceleri terk etmemekle birlikte Emevi düşmanlığı/karşıtlığı çizgisinde ve oportünist-pragmatist Abbasi siyasetinde oynayacağı tarihsel role hazırdı.
Azatlı köle İbrahim’den ayaklanma önderi Ebu Müslim’e
Abbasoğlu Muhammed’in ölümü üzerine Abbasi Hareketinin başına imam olarak oğlu İbrahim geçti. Horasan’da yürütülen Emevi karşıtı propagandanın mayası tutmuş, hareket tüm bölgeye yayılmıştı. İmam İbrahim’in de katıldığı Nakipler Meclisi ve onun altındaki kimi yöneticilerin hazır bulunduğu toplantıda hareketin yeni bir düzeye yükseltilmesi ve son hamlenin hazırlıklarına başlanması gerektiği fikri benimsenerek, propagandadan ayaklanma hazırlığına geçilmesi kararı alındı. Bu kararla birlikte Abbasoğlu İbrahim, Ebu Müslim’i de hareketin yönetiminde görevlendirdi. Ebu Müslim için yeni bir dönem başlıyor, Abbasi hareketinin kaderini elinde tutan ve aynı zamanda ayaklanmanın fiili önder ve yöneticileri arasına girmiş oluyordu.
Ebu Müslim, birinci yöneticisi Bukeyr bin Mahan ile birlikte ilk resmi görevine çıktı. Irak, İran, Maveraünnehir, Horasan bölgelerini dolaştı. Cürcan, Merv, İsfahan, Belh gibi belli başlı şehirlere gitti. Abbasi örgütlenmesini yerinde gözledi, denetledi, hareketin genişliği ve yaygınlığını, bölge halkları içindeki etkisini, savaş gücü ve kararlılığını, örgütün sağlamlığını inceledi. Gezi boyunca yöre insanlarını tanımaya çalıştı, yeni ilişkiler kurdu, yerel yöneticiler ve halk önderlerini kazanmaya önem verdi, başarılı da oldu. Bunlar arasında Bermekoğlu Halid’in çok özel bir konumu vardı. Bermekiler, tarihi Nubahar Tapınağının başrahipliğini yapan sülaleydi. Budizmin merkezi ile kutsal kenti Nubahar’daki tapınağı rekabet halindeydiler. İslam sonrası bu rekabetin nesnel olarak ortadan kalkması gerekirken Kabe’nin İslamiyetin kutsal hac merkezi, Nubahar Tapınağının tek başına Budizmin kutsal merkezi olması, bu sefer iki din arasındaki hegemonya mücadelesine konu olacak ve Arap-İslam yayılmacılığının ilk akınları sırasında kenti ele geçiren Mervani aşiretinden Halife Osman’a bağlı İslam ordusunun ilk işi, tapınağı yakıp yıkmak olacaktı. Bermekoğlu Halid, işte bu tapınağın yöneticilerinden ve başrahip sülalesinden Bermekilerin önderiydi. Emevi devletinin Mervani sülalesine dayanması, Bermekilerin Emevilere düşmanlığının tarihi ve köklü derinliğini açıklar. Ebu Müslim, bu düşmanlık üzerinden Halid Bermeki ile ilişki kurarak Abbasoğularının safına geçmeye ikna etmişti.
Hareketlerin örgütsel önderi Bukeyr ölünce, Abbasoğlu İmam İbrahim, Ebu Müslim’i onun yerine atadı. Böylece Ebu Müslim, Emevi karşıtı hareketin ana gövdesini oluşturan Horasan örgütünün başına geçti. Başlangıçta Nakipler Meclisi’nin kimi yöneticileri, Ebu Müslim’in bu göreve atanmasına itiraz ettiler. Onun emri altına girmeyi, talimatlarına uymayı reddettiler. Önemli itiraz noktaları Arap olmaması, soylu bir aileye mensup olmaması bir yana azatlı köle olması, henüz genç olması, davaya ömrünü vermiş kadroların yanında harekete yeni katılmış olması vb. idi. Abbasoğlu İbrahim’in Ebu Müslim’i hareketin başına getirmesinin nedenleri de zaten bu noktalardı. Propaganda ve örgütlenmeden ayaklanma hazırlığına geçildiği dönemde Horasan ayaklanmasının zaferi Ebu Müslim’in nitelikleri ve taşıdığı özelliklerin ustaca hizmetine sokulmasına bağlıydı. Abbasi Hareketi ciddi bir bölünmenin eşiğine geldi. Hareket içindeki Ehlibeyt yandaşlarının tepkileri Ebu Müslim’i öldürme girişimine kadar vardı.
Hac ziyareti vesilesiyle Mekke’de bir araya gelen taraflar, imam İbrahim’in önünde meseleyi tartıştılar. Hareketin önemli kadrolarının katıldığı toplantıda Ebu Müslim ortaya koyduğu görüşleri ve meseleyi ele alış yöntemiyle atanmış olduğu önemli görevin üstesinden gelecek siyasi yetenek ve komuta gücüne sahip olduğunu gösterdi. İtiraz sahipleri Ebu Müslim’in otoritesine boyun eğdiler. Bölünme tehlikesi atlatıldı. Hareket içinde ortaya çıkan bu sorun karşısında verdiği ilk ciddi sınavla Ebu Müslim, Horasan örgütü üzerinde tartışmasız bir otorite kurdu.
Horasan komutanı-İmam-Mehdi-halk önderi
Emevilerden kurtulmak isteyen bölge halkları, Ebu Müslim’le aralarında doğrudan kan bağı kuruyorlardı. Dönemin kandaş aile bağlarının çözülüş süreci yaşıyor olmasına karşın kritik anlarda, tayin edici noktalarda Kürtlerin Ebu Müslim’i kendilerinden saymaları, Farsların Fars kökenli, Arapların Arap kökenli kabul etmeleri çok doğaldır. Kadim dinlerine açık ya da gizli bağlı kalan Zerdüştiler ve Mazdakçıların dinlerini özgürleştirecek olarak beklenen Mehdi’yi Ebu Müslim’in şahsında görmeleri de anlaşılırdı. Önderliği altında toplandıkları kişi ya da akımla aralarında güçlü, ikna edici ortaklıklar, siyasi-ideolojik birlik, kavimsel ve/ya da sınıfsal aidiyet bağları kurma-arama durumu, siyasi-toplumsal bir ayaklanmayı maceracı bir girişimden ayıran önemli bir unsurdur. Ebu Müslim, ezilen, horlanan, zulüm gören Kürtlerin- Farsların soydaşı, önderi-kahramanıdır; kabileler arası çatışmalarda yenilen, Arap yarımadasından Horasan içlerine kadar sürgün edilen, kendilerini haksızlığa uğramış ve zulüm görmüş kabul eden Arap kabileler için haklarını savunacak, Emevilerden intikamlarını alacak, el konulan halifelik makamını tekrar Ehlibeyt’e kazandıracak Arap-İslam önderi, İmam; Zerdüştiler, Mazdakçılar için kurtarıcı Mehdi; ezilen, sömürülen köylüler, yoksullar, köleler, esnaf ve zanaatkarlar için adalet ve eşitliği sağlayacak, dirlik ve düzen getirecek halk önderi... Dolayısıyla temel ortak noktaları Emevi karşıtlığında buluşan bütün kesimler, Ebu Müslim’le kendi özgün zeminlerinde karakteristik bir aidiyet ilişkisi-bağı kurmaktaydılar. Ebu Müslim ise bu ilişkilenme-tanımlama-bağlanma içeriklerinin hiçbirini reddetmiyor, açıktan hiçbiriyle de doğrulayıcı-onaylayıcı özel bir aidiyet ilişkisi geliştirmiyordu.
Dağlarda yakılan ateşler
Emevi Devleti’nin bölgesel yönetim merkezi, eyalet başkenti Merv’de bulunuyordu. Doğal olarak ayaklanmanın askeri hedefi de Merv olacak, Merv’in düşmesi Horasan’da ayaklanmanın zaferi anlamı taşıyacaktı. Ebu Müslim, başkente yakın bir bölgede karargahını kurdu ve tüm bölge teşkilatını ayaklanma planına göre yeniden örgütledi, aralarında işbölümü yaparak buna göre yeniden görevlendirdi: Bütün bölgeye yayılan etkili bir propaganda ile ayaklanmanın hedef ve amaçları anlatılacak; Arap kabileler ayaklanmaya kazanılacak, özelikle Yemenli sürgün kabilelerle yakın ilişki kurulacak, Emevi yanlısı kabileler tarafsızlaştrılacak, ayaklanmanın Arap düşmanı niteliği olmadığı, Emevi zulmüne son vererek adil bir Arap-İslam düzeninin kurulmasının amaçlandığı vurgulanacak; Arap olmayan kavimlere Emevi saltanatının sona erdirileceği, Acem, Kürt, Beluci, Nabati, Harezm ve Soğdlu gibi kavimlerin üzerindeki Arap baskısı ve tahakkümünün ortadan kaldırılacağı, bundan böyle eşitlik ve özgürlük içinde yaşayacakları güvencesi verilecek; toprak ağalarına bağlı yarı özgür köylülere, kölelere, yoksullara ayaklanmanın zenginlere, sömürücülere karşı bir başkaldırı olduğu anlatılacak; Şii, Zeydi, Harici, Batıni gibi Sünni İslam’a muhalif heterodoks İslami akımlarla, Musevi, Hristiyan, Zerdüşti, Mazdaki, Budist vb. dinlere inanç özgürlüğü tanınacağı, ayrımcılığa son verileceği işlenecekti.
Ayaklanma komutanları ve propagandacılar bu plana göre Horasan eyaletinin tüm köy, kasaba ve kentlerine dağıldılar. Yaygın ve etkili propaganda ve ayaklanma çağrısı ile halkı seferber ettiler. Savaşçı olarak katılmak isteyenlerin düzenli kayıtları tutuldu, ana karargaha gönderildi ve birlikler halinde örgütlendiler. Büyük miktarlarda bağışlar toplandı, ayaklanma hazırlıklarının tüm giderleri bu bağışlarla karşılandı. Ayrıca önemli miktarda bağış da her zaman olduğu gibi hareketin siyasi-ideolojik-manevi önderliği olan Abbasilere aktarıldı.
Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Ebu Müslim, Emevilerin eyalet baş valisi Nasr bin Seyyah’ın üzerine yürümek üzere Merv’e doğru harekete geçti. Ayaklanmanın işareti Horasan geleneklerinde de olduğu gibi dağlarda ve ovalarda büyük ateşler yakılarak verildi. Tarihler 748 yılının Mayıs ayını gösteriyordu.
Ebu Müslim’in işaretini vererek başlattığı ayaklanmaya her kesim ve çevreden, her kavim ve topluluktan, siyasi akım ve dinden insanlar katıldı. Örneğin, isyan işaretinin verildiği gece ilk katılan altı köyün ateist fikirlere sahip olduğu öne sürülmektedir. Sünniler, Şiiler, Batıni fırkalar, Sistan Haricileri, Zerdüştler, Hürremiler Ebu Müslim’le birlikte hareket eden diğer siyasi-dini akımlardı.
İran köylüleri ayaklanmanın temel gücüydü. Savaş döneminin toprak ağaları Dihganlar, esnaf ve zanaatkarlar, tüccarlar, Emevi yönetimi ile araları daima bozuk olan Yemenli kabileler vb. farklı sınıf, tabaka ve kavimlerin tümünün doğrudan Abbasileri desteklemek amacıyla ayaklanmaya katıldıkları söylenemez. (Horasan bir başkaldırı cenneti, isyan ocağı idi. Tarih boyu kavimler göçü yaşamış, istilalara karşı savaşmıştı. Horasan halkları inandıkları ve güvendikleri siyasi akım, dini önder, askeri komutan vb. peşinden giderler, kurtuluş umudu gördükleri harekete katılırlardı. Bu yüzden irili ufaklı başkaldırı ve isyanlar hiç eksik olmazdı.
Hatta Ebu Müslim, Emevi başkentine yürüdüğü sırada da iki büyük isyan birkaç yıldır sürüyordu ve bu isyanlar da Merv önlerine kadar yaklaşmışlardı...)
Ezilen, baskı altında yaşayan halklar ve dinler boyunduruktan kurtulmak istiyorlardı. Başta Emeviler olmak üzere onların işbirlikçisi egemenlerden rahatsız, hoşnutsuz olan tüm kesimler Ebu Müslim’i İmam-Mehdi-kurtarıcı önderleri olarak benimseyip kabul ettiler ve Emevi yönetimi ve yerel işbirlikçilerine karşı ayaklanmaya katıldılar.
Horasan’da yeni bir dönem açılıyordu. Eyalet başkenti Merv’i ele geçirdikten sonra Ebu Müslim, Emevilerin elinde kalan diğer kentleri de birer birer almaya, Horasan’ın tümünü yeniden fethetmeye koyuldu.
Ebu Müslim yalnızca askeri bir komutan değil, aynı zamanda iyi eğitim almış yetenekli bir siyasi önderdi. Emevilerin yönetim hatalarını inceleyip sonuçlar çıkartıyor, Horasan’da yeni yönetim metotları uyguluyordu. İlk elden, aşiretçiliği geri plana iten örgütlenmelere girişti. Ordularını ve birliklerini bağlı oldukları kabile-aşiret bağlarına göre değil, doğdukları ve yaşadıkları memleketlere ve mensubu oldukları kavimlere göre oluşturdu. Fars, Arap, Kürt, Türk, Harezmli, Soğdlu vb. kavimlere göre asker kayıtları yaptı, kabile savaşçısı-milisi tariflerini yasakladı. Ortak bir isim koydu: Horasan Ordusu! Ortak bir dil konuşuldu: Horasan dili! Harekete bağlı her taraftara, ‘devletin gerçek evlatları ve sahipleri’ fikri benimsetildi. Toplumsal yaşamın aşiret bağlarına göre sürdürüldüğü, devlet yapılanmasının da aşiretler konfederasyonu ve ittifakları biçiminde oluşturulduğu dönemin siyasi-iktisadi yapısını tasfiye etmeye yönelen bir toplumsal-siyasi-iktisadi yapı olarak kavmiyetçi model kuşkusuz hem daha ileri, hem daha kapsayıcı ve birleştirici bir modeldi. Ayrıcalıklarını kaybeden aşiret önde gelenlerinin ve ağalarının direnmeleri ya da başkaldırmaları bir sonuç getirmedi; Ebu Müslim, direnç gösterenleri ezdi, tasfiye etti.
Emevi egemenliğinin sona ermesi Farslılar, Türkler, Kürtler başta olmak üzere tüm Horasan halklarını rahatlatmıştı. Ebu Müslim, Emevi işbirlikçisi toprak ağaları ve Dihganları, yerel yönetici ve soyluları da ortadan kaldırmış, böylece yoksul ve topraksız köylülerin, kölelerin, esnaf ve zanaatkarların büyük sempati ve desteğini kazanmıştı. Musevi ve Hristiyanlar, Zerdüştiler ve Budistler kılıç zoruyla İslamı kabul etme zulmünden kendilerini kurtaran Ebu Müslim’i baştacı ediyorlardı. En ağır zulmü yaşayan bölgenin kadim dini Zerdüşti/Mecusi mensuplarıydı. Aynı zamanda en kalabalık nüfusa sahip olanlar da Mecusilerdi. Ebu Müslim’in açıktan inkar etmemesi, halk arasında hakkında yayılan kurtarıcı Mehdi propagandası, onu peygamberlik düzeyinde ilahi/kutsal bir mertebeye yükseltiyordu.
Horasan’ı yeni baştan fethederken eski yönetimden arta kalanlar ve onların destekçilerini kesin bir kararlılıkla ortadan kaldırdı. Ancak otoritesini sağlamlaştırırken Sasani döneminden kalan Zerdüşti rahipleri ve Dihganlarla ittifak yapması, pragmatist ve oportünist bir yol izlediğini de gösteriyor. Daha sonra bu kesimlerle de ittifakını sona erdirme ve onları tasfiye etmede tereddüt göstermedi, ancak bu ittifakın en ağır faturasını yoksul köylülerin bir bölümüne çıkarması, Ebu Müslim’in esnaf ve zanaatkarlar, tüccarlar, küçük ve orta mülk sahibi ve toprak ağaları vb. dönemin ağırlıkla orta sınıflarına dayanan bir siyasi çizgi izlemekte olduğunun verisi olarak kabul edilebilir. Daha somut bir veri olarak Ebu Müslim’in Bihafarid başkaldırısını ezmesini gösterebiliriz. 746-'48 yıllarında Nişapur’da Bihafarid bin Mahfuriddin adında birisi Zerdüştilik ile İslam arasında bir sentez yaratarak Bihafaridiye mezhebini kurmuştu. Siyasi niteliğine karşın Bihafarid silah kullanmamış, propagandayı esas almıştır. Başkaldırı, geleneksel Zerdüşti-Sasani egemenliğinin kalıntılarına karşı çıkan İran köylü hareketiydi. Çarpıcı olan yanı da, Ebu Müslim’den bu hareketi dağıtmasını isteyenlerin Zerdüşti din adamları olmasıydı. Ebu Müslim başkaldırıyı bastırdı, Bihafarid’i öldürdü, tümü köylülerden oluşan yandaşlarını imha etti. Siyasi durum ve dengeler nedeniyle bu köylü hareketini bastırmasına rağmen Bihafarid başkaldırısı, aynı zamanda Ebu Müslim’in önderlik ettiği hareket de dahil olmak üzere Horasan’daki hemen hemen tüm ilerici Batıni hareketlere ilham veriyordu.
Emeviler cephesinde iç karışıklıklar sürüyordu; saray içi entrika ve darbelerle siyasi birliği parçalanmış, şehzadeler taht kavgası için birbirine düşmüş; devletin kurucu aşiretleri Süfyaniler ve Mervaniler arasındaki birlik sona ermişti... Safkan Arap olmakla övünen Emevi iktidarı anne tarafından Kürt olan II. Mervan’ın halifeliğini geleneklerine aykırı olmasına karşın kabullenmek zorunda kaldı. El Cezire valiliğinden tahta geçen Mervan, merkezi Meyaforgin olan (bugünkü Silvan) Mervani Kürt Beyliğinin desteği ile ayakta kalmaya çalışıyordu. Bir saray darbesine karşı tedbir olarak başkenti Harran’a taşıdı. Tarihteki önemli ilk Arap-Kürt ittifakı da ömrünü tamamlamış olan Emevi devletinin yıkılmasını önleyemeyecekti...
Horasan’daki ayaklanma sırasında II. Mervan, Abbasilerin ayaklanma ile bağlarını ortaya çıkarmıştı. Hareketin başındaki Abbasoğlu İbrahim’i zindana atmış, ardından da zehirleyerek öldürtmüştü. İbrahim’in vasiyetine göre kardeşi Ebul Abbas’ın başına bir şey gelirse, yine vasiyete göre Abbasoğullarının başına diğer kardeşi Ebu Cafer Mansur geçecekti.
Horasan ordusunun ilerleyişi sürüyordu. Kürdistan’ın Şerizor (bugünkü Süleymaniye) ve Musul şehirlerinin düştüğünü öğrenen Emevilerin son halifesi Mervan, karargah kurduğu Harran’dan çıkıp Zap Irmağı bölgesinde Horasanlıları karşılamak üzere hazırlık yaptı. Zap kıyısındaki savaş çetin geçti, Mervan’ın kuvvetleri yenildi. Mısır’a kadar ilerleyen Horasan birlikleri, 750 yılında Mervan’ı yakalayıp kellesini vurdular, kesik başı yeni halife Ebul Abbas’a gönderdiler. Emevi devri kapanmış, Abbasi devri açılmıştı artık.
Sınıf mücadelesinin yeni perdesi Ebu Müslim’in tasfiyesi
Abbasi devletinin kurulması, hareket içinde bir iç hesaplaşma zamanının da yaklaşmakta olduğunu gösteriyordu. Devletin başına geçen halife Ebul Abbas, Horasan komutanı Ebu Müslim’in gölgesinde kalıyordu. Ebu Müslim Horasani, ünü ve elinde bulundurduğu kuvvet ile halkın kahramanı durumuna gelmiş, İmam ve Mehdi unvanlarıyla hizmetinde olduğu Abbasilerin önüne geçmişti. Kendi adına biat alan ve Abbasilerin en yakın rakibi olmaya aday tarihsel bir kişilikti artık. Ayaklanmanın merkezi Horasan, halife Ebul Abbas’tan önce Ebu Müslim’e bağlıydı. Ebu Müslim, “Hz. Ali donuna girmiş, Ehlibeyt kılıcı kuşanmış kurtarıcı Mehdi, Zerdüşt’ten sonra gelen ikinci peygamber, Tanrının baltası kutsal Teberdar ve tanrı- kral”dı. Horasan’ın tek hakimi ve fiili hükümdarıydı.
Bu güç Ebu Müslim’in başını döndürürken, Abbasileri ise ürkütüyor, Ebu Müslim’in iktidara göz koymasından ve ellerinden almasından kaygılanıyorlardı. Geleneklere göre yeni halife seçilen Ebul Abbas’a biatını tazelemesi gerekirken Ebu Müslim oyalanıyor, biat yeminini erteliyordu.
Abbasiler tehlikenin farkında olarak, ihtiyatla, öncelikle devleti sağlamlaştırmaya koyuldular. Horasan dışında Emevilerden boşalan bölgelerde kendilerine bağlı yönetimler kurdular. Devlet örgütlenmesi Abbasi soyuna bağlı ve yeni egemen sınıfın çıkarlarına uygun biçimde inşa ediliyordu. Ama Horasan, Abbasi yönetimi altına girmeye direniyordu. Ebu Müslim, Halifenin atadığı vali ve komutanları azlediyor, yerlerine güvendiği kendi adamlarını atıyordu. Nakipler Meclisi ve Yetmişler Meclisi üyelerinden atamalar yaparak Horasan’da Abbasi devletini temsilen yönetici atama gücü olduğu mesajı vermeye çalışılan Halifenin bu sembolik girişimleri de Ebu Müslim tarafından boşa çıkarılıyor, atanan bu yöneticileri şehirlere sokmuyor, yoldan çeviriyordu. Halife Ebul Abbas’a gözdağı vermek için Nakipler Meclisi’nin başkanı ve Ehlibeyt davasının en sıkı savunucusu Süleyman bin Kesir’i, halifenin veliaht kardeşi Ebu Cafer Mansur’un gözleri önünde öldürttü. Mesaj açık ve sertti.
Henüz iplerin kopmamış olmasına karşın Halife, Ebu Müslim’in Abbasi başkenti Kufe’ye gelerek sarayda biat yemini etme isteğini geri çeviriyordu. Yokluğunda Horasan’ın karışabileceği, oradan ayrılmamasının yerinde olacağı gerekçesiyle Ebu Müslim’i saraydan uzak tutmaya çalışıyordu. Devlet içinde iki ayrı güç merkezi, iki iktidar odağı oluşuyor, Abbasilerle Ebu Müslim arasındaki ittifak çatlıyordu. Halife Ebul Abbas ve veliahdı Ebu Cafer Mansur kesin kararlarını vermişlerdi. Abbasi devleti Ebu Müslim’in kılıç tehdidinden kurtulmalıydı.
Abbasilerle Ebu Müslim arasındaki siyasi gerilim sınıfsal çıkarlardan kaynaklanıyordu. Aşiret ilişkilerine göre örgütlenmiş Arap toplumunda egemen sınıflar zengin aşiretler ve aşiret önde gelenleri tarafından temsil ediliyordu. Toprak mülkiyeti aşiret esasına göre paylaşılmış, ticaret tamamen aşiretlerin denetimindeydi. Devlet, bu aşiretlerin önde gelenleri ve onlarla ittifak halindeki aşiretlerin elindeydi. Hz. Ali’den sonra Süfyanlar ve Mervanlar aşiretinin ve onlarla çıkar birliği yapan kesimlerin elinde olan Emevi iktidarının yıkılmasıyla Abbasi devletinde iktidar, farklı aşiretlerin eline geçmiş oluyordu. Egemen sınıf bilinci ve dürtüsüyle hareket eden Abbasiler iktidarlarını sağlamlaştırırken, Emeviler döneminden kalan aşiretlerle de sınıf ittifakları yapmaktan uzak durmuyorlardı. İktidar için uzun yıllar bekleyen Abbasiler şimdi feodal egemenler haline gelmişlerdi; kendi sömürü düzenlerini örgütlüyorlardı. Emevi iktidarı altında mazlum, hakları gasp edilmiş konumdaki Abbasi propagandası, ezilen ve sömürülen sınıf ve tabakaların temsilciliğini yaparken, iktidarı ele geçirdiklerinde egemen sınıf refleksiyle kendi sınıfsal çıkarlarını esas alan siyasi-ekonomik bir program uygulamaya başladılar. Ehlibeyt yandaşı, Hz. Ali’ye bağlı Şii-Alevi İslami çizgiyi terk ettiler. Emevilerden devraldıkları Ortodoks Sünni İslam çizgisini sürdürdüler. Zira iktidarı almadan önceki İslami çizgi muhalif bir çizgiydi; yoksullar, ezilenler, mazlumlar, köleler siyasi-sınıfsal direniş ve mücadelelerini bu çizgi etrafında yürütüyorlardı. Haksızlığa uğramış aşiretler, esnaf ve zanaatkarlar bu çizgi üzerinden kendilerini ifade ediyorlardı. Arap-İslam fetihçi yayılmacılığı karşısında mevali kesim -Arap olmayan Müslümanlar- bu çizgide eşitlik ve adalet beklentilerinin karşılığını buluyordu. İslam heterodoksisi ve Musevi, Hristiyan, Zerdüşti, Budist din mensupları inanç özgürlüklerini bu çizgi etrafında yaşayabileceklerine inanıyorlardı. Egemen konuma geldiklerinde Abbasilerin bu çizgiyi terk etmeleri sınıf çıkarlarının bir gereğiydi ve eşyanın tabiatına uygundu.
Bu program değişikliği, Abbasi devletiyle Ebu Müslim Horasani arasındaki siyasal-sınıfsal ayrışmanın derinleşmesini açıklar. Emevi saltanatının yıkılmasına kadar Abbasilerin hizmetinde, onların çizgisinde hareket eden Ebu Müslim, halifeliğin Abbasilerin eline geçmesi, Abbasi devletinin kurulması ve Abbasi aşiretinin merkezinde durduğu aşiretler ittifakının iktidarı elde etmesinin ardından siyasal-sınıfsal-toplumsal muhalefetin başına geçmiş, bir bakıma siyasal koşulların itmesiyle henüz oluşum aşamasındaki Abbasi karşıtlığının siyasi odağı-temsilcisi durumuna gelmişti.
Abbasi devletinin ilk halifesi Ebul Abbas, iktidarlarının henüz zayıf olması nedeniyle Ebu Müslim’in üzerine ordu göndermeyi göze alamazdı, ayrıca hala hizmetlerine ihtiyaç duyuyordu. Öldükten sonra yerine geçen ağabeyi Halife Ebu Cafer Mansur bir yandan halifeliğin asıl kendilerinin hakkı olduğunu iddia ederek ayaklanan iç muhalefeti bastırması için Ebu Müslim’den yardım alırken, bir yandan da onu tasfiye planları yapmaktaydı. Ebu Müslim de yalnız Emeviler sonrasını değil, Abbasoğulları’nın imam İbrahim döneminden itibaren siyasetlerini sorgulamaya başlamıştı. İslam devletini yönetme hakkının Abbasilere ait olduğuna inanarak sadakatle bu sülaleye hizmet etmiş olmasından başlayıp sonuçta nasıl büyük hatalar yapmış olduğunu; Abbasilere sadakati uğruna ne çok kan döktüğünü, “Kuran’ın emridir, ilahi buyruktur” denilerek imamlık ve İslam önderliği davası güdenleri acımasızca nasıl tasfiye etmiş olduğunu, sıradan insanlardan kabile savaşçılarına, yerel ayaklanma önderlerinden bizzat kendi dava arkadaşlarına Abbasoğullarının menfaati için nasıl kıymış olduğunu düşünüyor, kendisiyle hesaplaşıyordu. Halife Ebu Cafer Mansur ile ilişkilerini noktalama aşamasına gelmişti. Karşılıklı mektuplarla Halife, Ebu Müslim’i suçlayıp karalayarak gözden düşürmeye çalışırken, Ebu Müslim de tüm Abbasoğullarını yargılıyor, verdikleri talimatları, işledikleri/işlettikleri suçları sıralıyordu. Bu aynı zamanda kendisini de sorgulama ve tarih önünde hesap verme anlamı taşıyordu. Her ne kadar Ebu Müslim, bu yargılama, yüzleşme ve hesaplaşmada kendi hatalarından da söz ediyor olsa, tüm sorumluluğu Abbasilere yıkarak, onlara kanmış olmak, gözü kapalı güvenmiş olmak, emirlerini uygulamak, Kuran’ı yanlış yorumlamak vb. gerekçelerle esasında kendisini açıklamaya, mazur göstermeye çalışmaktaydı. Sonuç itibariyle bunca hata ve ağır ithamlardan sonra dahi Abbasilerle tüm bağlarını kesecek nihai adım atmada kararsızlık geçirecek ve bu kararsızlığını yaşamıyla ödeyecekti.
Halife Ebu Cafer, savaş meydanında Ebu Müslim’le baş edemeyeceğini biliyordu. Ehlibeyt önde gelenlerini, Haşimileri, Ebu Müslim’in bazı komutanlarını ve yakınlarını araya sokarak havayı yumuşattı, kendisini başveziri olarak tayin ettiğini bildiren mühürlü-imzalı bir belgeyi Ebu Müslim’in güveneceği kimselerle göndererek saraya çağırdı. Başvezirlik, halifenin veliahdı anlamına geliyordu ve Ebu Müslim ne kadar kuşkulansa da ileride devletin başına geçme fırsatı elde etmiş olmanın cazibesine kapılmaktan kurtulamadı. Bunun bir tuzak olduğu konusunda kendisini uyaran komutanlarını dinlemedi, saray güvenliğinden sorumlu askerlerin Horasan Birliklerinden olmalarına ve kendisine bağlı olduklarına da güvenerek, çağrıya uydu. Ebu Cafer Mansur bu arada Horasan Birliklerini geri çekmiş, özel bir infaz birliği hazırlamıştı. Halifenin huzuruna çıktığında infaz görevlileri ortaya çıkıp görevleri yerine getirdiler, Ebu Müslim Horasani, halife Ebu Cafer’in gözetiminde katledildi. Takvimler Ocak 755’i gösterirken, egemen sınıfların ilk olmayan, son da olmayacak cinayetlerinden biri daha gerçekleşmişti.
Ezilen insanlığın tarihi serüveni
Ebu Müslim’in katledilmesi üzerine onun yolundan gidenler Abbasi devletine karşı ayaklandılar. İlk ayaklanma, sağ kolu ve sırdaşı Zerdüşti/Mecusi Sindbad önderliğinde gerçekleşti. 757’de en yetenekli komutanlarından ve omuzdaşı, Türkler arasında faaliyet yürüttüğü için Türk İshak diye çağrılan takipçisi isyan bayrağı açtı. Ebu Müslim’in torunu Ebul Gaza, Ebumüslimiye fırkasını kurarak başkaldırıya geçti. Horasan’daki Arap-İslam muhalefeti ve Abbasi halifelerinin temsil etmeye başladığı Sünni Ortodoks İslam karşıtlığı örtüsü altında toplanan hemen tüm siyasi-sınıfsal-toplumsal hareketler Ebu Müslim’e her seferinde yeni atıflarda bulunarak onun etrafında, onun izinden mücadelelerini sürdürdüler.
Bu direniş ve mücadeleler her dönem egemen sınıfların korkulu rüyası olmuş, Abbasileri içten içe yoran, hırpalayan, güçten düşüren, Selçuklu devletini sarsan, genişlemesini engelleyen- yavaşlatan, süreklilik kazanmış başkaldırı ve ayaklanma biçimine de dönüşmüş ve tarihte iz bırakmışlardı. Karmatiler ile Babek önderliğindeki halk hareketleri eşitlikçi-ortakçı yönetimler kurmayı başarmışlardı. Tüm İslam coğrafyasına yayılmış biçimde Hürremilik, Muhımmıra (Kızıl Bayraklılar), el Muqanna (*), Babekilik, Mazgarilik, Karmatilik, İsmaililik, Fatımilik isimleri altında yüzyıllara yayılarak devam eden bu isyan hareketlerinin ana felsefesi, eşitlikçi-ortakçı düzen fikrine dayanıyordu. Bir diğer ortak noktaları, Ebu Müslim Horasani ile aralarında kurdukları tarihi-organik bağdı. Buna göre Ebu Müslim gerçekte ölmemiş, kurtarıcı Mehdi olarak dönecekti. Böylece ezilenlerin başkaldırı ve isyanları Ebu Müslim’in siyasi-ideolojik mirasını devralıyor, kendilerinden yeni şeyler katıyor ve tarihsel süreklilik kazanmış oluyorlardı.
İsyan ve direniş geleneği Anadolu topraklarında da yeşermiş Baba İlyas (Babailer), Şeyh Bedrettin (Bedrettiniler) ve Pir Sultan Abdal tarihi kişilikleri ve halk önderleri üzerinden Anadolu tarihine damgasını vurmuş farklı siyasal-sınıfsal-ideolojik biçimler alarak günümüze kadar gelmiştir.
DİPNOT
*El Mübeyida-Ak Giysililer olarak da anılan bu hareketin önemli bir özelliği, Nerşeh civarındaki isyan koluna bir kadının önderlik etmesiydi. Ebu Müslim’in subaylarından birisinin eşi olan bu kadın daha sonra yakalanıp idam edildi.
Açıklamalar:
…Nakipler Meclisi: Abbasi Hareketinin Horasan’daki tüm siyasi çalışmalarını yürüten ve 12 kişiden oluşan yönetim organı.
…Yetmişler Meclisi: Nakipler Meclisinin altında ve ona bağlı olarak Horasan kentlerindeki çalışmaları yürüten, adı üzerinde yetmiş kişiden oluşan alt yönetim organı.
…Zerdüşti Rahipleri: Zerdüştilik, Sasanilerin resmi devlet dini olduktan sonra Zerdüşti din adamları Sasani devlet yönetimine katılan, iktidar ortağı egemen sınıf, Ruhban Sınıfı haline gelmişlerdi.
…Dihgan: Sasani döneminin vergi toplamakla yükümlü toprak sahibi yerel soyular.
…Dai: Çağrıcı, propagandacı.
…Teberdar: Baltalı yiğit.
Kaynaklar:
Horasan Kimin Yurdu / Faik Bulut / Berfin Yayınları
Ebu Müslim Horasani / Faik Bulut / Su Yayınları
Bilim ve Gelecek / Haziran 2007, Sayı: 40
Wikipedia / Özgür Ansiklopedi