Burada geride kalan yılın kimi önemli ya da daha az önemli “olay” ve gelişmelerine değineceğiz. Bu olayların panoramasıyla ya da bir bütün olarak analiziyle de ilgili değiliz. Burada değinilecek gerçekler; 2007'nin “pırıltılar”, “kıvılcımlar” içerdiğini, yansıttığını “gördüğümüz”, düşündüğümüz gelişmelerdir. Bu olaylarda “parıltılar” dediğimiz “farklı”, “yeni” olan gerçeklerin altı çizilecek, bunlar anlamlandırılmaya, sonuçlar çıkartılmaya çalışılacaktır.
Yazıya konu olan sorunu yöneten bakış açısına değinmekle, anlaşılmak bakımından yarar var. Yalın biçimde söylemek gerekirse “keşif kolu” olabilmek için önde yürümek, önde yürüyebilmek için de, önünü görmek gerekir. O halde ezenler ile ezilenler arasındaki mücadeleye, toplumsal gerçekliğe, özellikle işçi sınıfı ve ezilenlerin hareketine, durumlarına bakarken, “keşif kolu”nun mayalanan, gelmekte olanı, gelişmekte-oluşmakta olanı herkesten önce görebilmesi gerekir. Bu bir bakış ve arayış yönelimi olduğu kadar, sezme ve anlama gücü, keza cüret ve risk üstlenme sorunu/yeteneğidir de. “Keşif kolu” başka nasıl kendini yeniden üretebilir ki!
I
İlkin bir kıyaslama: 1995 baharıdır. Kirli savaşın kontra güçleri İstanbul-Gazi Mahallesi'nde kahvelere saldırı düzenlerler. Ölen ve yaralananlar vardır. Gazi halkı başkaldırır. Polis-özel kuvvetler başkaldıran kitleye ateş açar, onlarca ölü ve yaralıyla başkaldırı büyür, kente yayılma eğilimi gösterir. Devlet katilleri korumaktadır... Gazi Komutanı Hasan Ocak kaçırılmıştır... İlerici anti faşist güçler, faşist diktatörlüğün kaybetme politikasının üzerine gitmekte ve sıkıştırmaktadır... Emekçi memur hareketinde önceden planlanmış ve kararlaştırılmış 4 Nisan mitingi, bu koşullarda sendikal önderlik tarafından iptal edilir. Gerekçesi ise “yurtseverlik” olur!
Diktatörlüğün 2007'yi, Güney Kürdistan'a saldırı genelgesi, Başbakan Tayip Erdoğan'ın ABD'yi tavaf etmesi ve nihayetinde Kandil saldırısıyla, yani Hükümet-Genelkurmay ve de Hükümet-Genelkurmay-ABD ilişkilerini, işbirliğini yenileyip tahkim ederek ve buradan alınan güçle Kandil'e saldırarak kapattığı söylenebilir... İşte bu koşullarda, ama henüz Kandil'e saldırılmamışken ilerici-mücadeleci emekçi memur sendikalarının da içerisinde yer aldığı mesleki vb. kitle örgütlerinin önceden planladıkları, 3 Kasım'da Ankara'da “Demokratik Anayasa” mitingi düzenleme kararı vardır... Mitingin düzenleyicisi olan kitle örgütleri, oluşan şoven politik ortamda mitingi iptal etme yönünde karar almadıkları gibi, tersine mitingde Kuzey Irak'a saldırı tezkeresinin protesto edilmesine, barış ve kardeşlik talep ve temasının öne çıkartılmasına karar verirler. Bilindiği gibi 3 Kasım mitingi bu perspektife uygun olarak, onbinlerin katıldığı başarılı bir “Barış ve Kardeşlik” eylemi olarak gerçekleşir. Şoven dalgaya karşı bir kitle dalgakıranı olur.
Bu durumun emekçilerin siyasal sınıf bilincine, toplumsal bilincin değişimine dair bir alamet olarak kabul edilmesi doğru olmaz mı? Bu mitingi düzenleyen sendikal, mesleki vb. kitle örgütlerinin yönetimlerinin tavrı olarak kabul edildiğinde de, kendi başına da önemli, anlamlı değil midir? Ayrıca bir toplumsal karşılığı yok mudur?
II
Kitlesel yüzleşme, hesaplaşmaya giriş ve kardeşleşme. Türk milliyetçiliği ve ırkçılığının en muhkem kalesi Ermeni düşmanlığıdır. 19. yy sonu ve 20. yy başında Türk ulus devletinin öncelleri Anadolu’da, tarihin tanık olduğu en aşağılık suçlardan birisini işlemişlerdir. Ve Ermeni düşmanlığı Türk uluslaşmasının yapısal bileşenlerinden birisi olmuştur. Türk halkı yüzyıl boyunca tarihin çarpıtılması ve Ermeni düşmanlığıyla zehirlenmiştir... 18 Ocak 2007 tarihinde toplumumuza bakan en iyimser toplum bilimciler, en iyimser sosyalistler, devrimciler dahil, hiç kimse on binlerin ve yüz binlerin “Hepimiz Hrant'ız”, “Hepimiz Ermeni'yiz” pankartları altında harekete geçebileceğini öngöremezdi, tahmin edemezdi.
Ermeni halkının, Anadolu halklarımızın aydınlık evladı Hrant Dink, 19 Ocak'ta arkadan kalleşçe vuruldu. Cinayet, Türk egemen sınıflarının Ermeni soykırımını sürdürmekte olduğunu simgeliyordu... “Hepimiz Ermeni'yiz, Hepimiz Hrant'ız” şiarı altında harekete geçen on binler ve yüz binler, soykırımın devamına suç ortaklığını ve Ermeni düşmanlığını reddediyordu. Militarizme ve şovenizm bombardımanıyla sersemletilmiş ve kuşatılmış olan halkımız on binler ve yüz binler halinde, yani tamamen kitlesel biçimde bu çemberi kırmıştır. Sömürücü sınıflar ve onların ırkçı uşakları tarafından zehirlenmiş halkımızın, kahredici acılar içerisinde doğrulup, Ermeni sorununda tarihiyle yüzleşmeye girişi görkemlidir.
Egemen sınıfların soykırıma varan katliamlarla bastırıp, ezdiği; bütün bir yüzyıla yayılan şiddetle tahkim edilmiş, inkar, yalan ve demagojiyle, asimilasyonla gizlenen susturulan Kürt sorunu, Alevi sorunu, Ermeni sorunu gerçekleriyle yüzleşme, toplumumuzun son birkaç on yıllık tarihinin en çarpıcı gerçeğidir. Adeta canlı bir yüzleşme döneminden geçiyoruz. Halkımızın, burjuvazi ve egemen sınıfların, Kemalist sivil-asker bürokrasinin keza bürokratik aydınların yalan ve yanılsamalarından, gerçekle yüzleşme korkusundan kurtulması kolay değildir. Hrant cinayeti adeta bir katalizör etkisi yapmış, toplumumuzun derinliklerinde, toplumsal tarihsel gerçeklerle yüzleşme ve hesaplaşmasının geleceği aydınlatacak ve kazanacak mayalanmanın sürdüğünü ve patlamalar yapacak/yaratacak denli biriktiğini göstermiştir.
Evet, toplumumuzun, halklarımızın militarizmle ve şovenizmle kuşatıldığı bir gerçektir. Evet, şovenizm, „98-99'da Öcalan'ın Avrupa'ya çıkış sürecinde tırmandırıldığı düzeyi aşması şurada kalsın, 2007'de yeni bir düzeye/eşiğe ulaşması anlamında tavan yapmıştır. Türk-Kürt kutuplaşması ve gerilimi, gerici bir iç savaş tehlikesi, hiçbir zaman bu kadar büyük, yaygın ve yakın olmamıştır! Türk halkı militarizm ve şovenizmle kuşatılmış, “Bölücü teröre karşı savaş” demagojisiyle adeta rehin ve teslim alınmıştır. Ama gerçek bundan ibaret değildir. 2007 Ocak'ında “Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeni'yiz” diyen acı ve öfke içinde, bilgece sahneye çıkan on binler ve yüz binler, toplumumuzda nasıl da muazzam bir kardeşleşme bilincinin, demokratik bilincin, kardeşleşme ve barış özleminin biriktiğini dışa vurmuştur.
Şunun altını, belki de ayrıca çizmekte yarar var. Bu mayalanma bir anda oluşmamıştır. Bir anda sönümlenmesi/sönmesi de, tasfiye edilmesi de mümkün değildir. Ve keza mayalanmanın toplumun derinliklerinde süreceği, birikmeye devam edeceği zaman zaman dalgalar halinde kendini dışarı vuracağı ve dalgalar halinde ilerleyeceği öngörülebilir.
Dink’in katledilişinin 1. yıldönümünde Agos önünde onbinlerin bir kez daha, bu kez daha net politik mesajlarla ve devletin yasaklarını tuzla buz eden bir kararlılıkla buluşması, 2007’den 2008’e devrolunan bu birikimin bir dışa vurumudur. Bu kez “Hepimiz Ermeniyiz”in yanına onbinlerin bir ağızdan haykırdığı “Katil Devlet hesap verecek” sloganı eklenmiş, kitle Taksim’e ve İstiklal’e fiili yürüyüş yapmış ve bir faşist odak olarak MHP’yi taşlayarak hesap sormuştur.
III
Diğerlerinden farklı bir konferans. 2007 Ocak'ında, Hrant Dink katliamından birkaç gün önce Ankara'da “Türkiye Barışını Arıyor” Konferansı toplandı. Bu toplantı, devletin tavrı yönüyle de çözümlenebilir. O bakımdan da bir turnusol işlevi görmüştür... Görevi ve yapısı itibariyle bu yazı bakımından önemli olan, aydınların tavrının altının çizilmesidir. 2005 yazında AKP-Tayyip Erdoğan Hükümetiyle görüşen aydınlar -“Aydın Hareketi” de diyebiliriz- sonuç olarak Başbakan'ın Ankara ve Diyarbakır'da “Kürt sorunu”nu kabul etmesiyle zamandaş olarak PKK’yi silah bırakmaya çağırmıştı... 2006 Ekim'inde PKK ateşkes ilan ettikten sonra bu aynı aydınlar/Aydın Hareketi benzer veya aynı (PKK'yi silah bırakmaya çağıran) tavrı takınmadılar. Dahası PKK ateşkesi karşısındaki bu değişen tavrın devamı olarak, Türkiye Barışını Arıyor Konferansı'nda farklı-ileri bir tavır ortaya çıktı.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Yaşar Kemal'in “Gerillanın adını terörist koyduk, bundan da umut bekledik, ama sorunu çözemedik” demesi, Vedat Türkali'nin “Ne mutlu Türk'üm diyebilmek için Kürtlerin hakkını savunuyorum”, “Dağa gençler spor olsun diye gitmez” demesi vb. Keza aydınların PKK'yi silah bırak demekten vazgeçmesi, tutarlı bir demokratik tutum almaya yönelmeleri, “yeni” bir şey değil midir?
Kürt ulusal sorunu gerçekliği bağlamında bir aydın özgürleşmesi, bir “aydın aydınlanması”nın belirginlik kazandığı saptanabilir. Türk aydınının Kürt sorunu gerçekliği ile yüzleşmesinin, bir eşiğidir bu. Gerçeğin sözcülüğünü yapacak bilinç ve cüretin oluşumunu işaret etmektedir. Aydın barometresi bunu göstermektedir. Peki Türk halkı bakımından bunun bir toplumsal karşılığı yok mudur?
Burada bir parantez açarak, bir başka şeye değinmeden geçemeyeceğiz. Keza, bu Konferans ekseninde, ama özellikle Kürt sorununda, Doğan Grubu başta gelmek üzere burjuva medya tarafından öne çıkartılan bir figür olarak Cevat Öneş'in tavrı, bürokrasi içerisindeki bir eğilimi yansıtması bakımından önemlidir. 2007, Kürt sorununda sömürgeci kirli savaşın birçok üst düzey kadrosu bakımından, adeta bir günah çıkarma yılı olmuştur. Kenan Evren, Aytaç Yalman, Hilmi Özkök ve diğerleri...
Uluslararası tekellerin siyanürle altın arama ve çıkarmasına karşı direnişleriyle tanıdığımız Ege köylüleri ve önderleri Oktay Konyar, 2007'de barış ve kardeşlik talebiyle, Kürt sorununda tavır aldılar. Ve Oktay Konyar, bu nedenle üyesi olmadığı CHP'den, CHP üyeliğinden atıldı!
IV
2007 1 Mayıs'ı herhangi bir 1 Mayıs değildir. Burada 2007 1 Mayıs'ı kutlamalarının gelişimini anlatmaya girmeyeceğiz... Ama 1 Mayıs 1977'ye dönmekte yarar var. O, yarım kalmış 1 Mayıs'tır. Katliamın sorumlularından hesap sorulamamıştır. Taksim'den/ 1 Mayıs Meydanı'ndan sürülmek, işçi hareketinin ve devrimci-ilerici hareketin ezilmesinin, yenilgisinin simgesi haline getirilmeye çalışılmıştır. Ancak 1977 1 Mayıs'ı aynı zamanda, ilerici hareket içerisinde keskin bir politik saflaşmayı, bu anlamda yol ayrımını da ifade eder.
1 Mayıs 2007, katliamın 30. yıldönümü olarak anlamlı bir fırsat, büyük bir olanak ve bir dönemeçti. İlerici devrimci hareketin '80'lerin sonu '90'ların başında “Taksim'i alma” hamle ve girişimleri, amacına ulaşabilecek bir toplumsal siyasal (güç oluşturamamış) destek bulamamıştır. Kuşkusuz devrimci yapıların bilincinde-gündeminde '77 katliamının hesabının sorulması, 1 Mayıs'ın Taksim'de/ 1 Mayıs alanında kutlanması konusu hep olmuştur. 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması sorunu sendikal hareketle, ilerici-devrimci politik güçler arasında en son 2004 1 Mayıs'ının öngününde, devletin Abide-i Hürriyet dayatmasının reddedilmesi sürecinde gündeme gelmiş; ancak sendikal hareketin mücadeleci kesimi ile ilerici, devrimci politik güçleri, o koşullarda kutlama alanı olarak ancak, Saraçhane üzerinde anlaşabilmişlerdir. 2005 ve 2006'da ise ilerici-devrimci yapıların talep ve önerilerine karşın sendikal hareketin (işçi ve memur sendikaları) mücadeleci kesimleriyle yaklaşım ve irade birliği sağlanamamıştır.
2007 1 Mayıs'ında, sendikal hareketin mücadeleci kesimleriyle, ilerici politik yapılar arasında 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak üzere anlayış, irade ve eylem birliği oluşmuştur. İstanbul 2007 1 Mayıs'ını yaratan işte budur. Birlik, mücadele kararlılığının, kazanma istek ve azminin yansımasıdır. 2007 1 Mayıs'ı Taksim'in nasıl alınabileceğinin, ilerici hareketin gelişmeleri, süreçleri etkileyen bir politik güç olarak ortaya çıkabilmesinin olanak ve koşullarını göstermiştir... Sendikal hareketin mücadeleci kesimleriyle, ilerici devrimci politik güçler arasında, işçilerin ve ezilenlerin en yakıcı ekonomik-sosyal (kimi zaman da politik) talepleri için birlikte mücadele eğilimi tabii ki yeni değildir. Fakat eğer, 1977 1 Mayıs'ı bir yol ayrımıydı ise, 2007 1 Mayıs'ının bunun aşıldığını simgeleyen anlamını ortadan kaldırmaz.
1 Mayıs 2007 Taksim'i kazanma hamlesi ve başarısı, acaba işçi sınıfının bilincinde yaratılmış sınıf değerlerine sahip çıkma, sınıf mücadelesinde düşenlere sahip çıkma, kazanmak için mücadele ve birleşme kararlılığı, emekçilerin sınıf bilincinde bir yenilenme, yeniden uyanma, bir kabarma ve yükselme eğiliminin belirtisi ve yansıması olabilir mi? Ve keza, acaba bizzat 1 Mayıs 2007 kutlama gerçekliğinin bu bakımdan, itici bir güç, bir çağrı, yol gösterici bir hamle rolü ne kadar etkili olabilmiştir?
V
Üç işçi sınıfı mücadelesinin ortak yönü; Kazanmak! Kadın işçilerin serbest bölgede (serbest bölgede grev yasak) kazandıkları direniş Novamed; sendika ve işçilerin grev ilanıyla THY’yi dize getirdikleri hava yolları ve kazanılan Telekom grevi. 2007'nin başarılı bu üç işçi kitle mücadelesinden ikisi, 1 Mayıs sonrasında cereyan etmiştir. Novamed daha uzun süreli bir direniştir, ama Novamed kazanımıyla 1 Mayıs kararlılığı ve başarısının ne kadar bir rolü olduğunu saptayabilecek durumda değiliz... 1 Mayıs dahil, 2007'de işçi mücadelelerinde altını çizdiğimiz birkaç başarı belirgin, dikkat çekici değil mi?
1991 3 Ocak genel grevinden günümüze, işçi sınıfı hareketi direnip dövüşerek, ama mevzilerinden, kazanımlarından, örgütlülüğünden ödünler vererek, gerileyerek geldi. Yer yer mevzi başarılar oldu, tekil örneklerde saldırı dalgası püskürtülemedi... İşçi sınıfı hareketi, esnek üretim, taşeronlaştırma, sosyal hakların tasfiyesi, düşük ücret politikaları ve özelleştirme terörü, bir bütün olarak neoliberal saldırı dalgası karşısında direnerek geri çekilen bir çizgi izledi. Sendikalar yalnızca büyük sayıda üye kaybına uğramadı, aynı zamanda saygınlık ve inandırıcılıkları da büyük ölçülerde aşındı, erozyona uğradı. Bu süreçte başarılı sendika, başarılı grev neredeyse hayal oldu. İşçi hareketi, işçi kitleleri “başarıya” hasret kaldı. Kazanılan bu üç mücadele her şeyden önce bu bakımdan, önemli ve anlamlı. “Kazanmak”, bu üç mücadelenin sınıf için en önemli kazanımıdır. Hava-İş grev kararı ve grev oylaması, Telekom grevi, işçi sınıfının mücadele silahı olarak grev silahının işe yararlılığı, güven duygusu ve bilincini yeniden uyandırıcı rolünün altını çizmeliyiz.
Novamed direnişi sendikalaşmak, serbest bölgeye sendikayı sokmak içindi. Direniş grev hakkı olmayan serbest bölgedeydi ve de kadın işçilerin sınıf mücadelesiydi; sınıf talepleriyle, kadın işçilerin cins taleplerini birleştiriyordu. Ve nispeten uzun süreli bir direniş oldu. Direniş, ancak son birkaç ayında toplumsal gündeme yaygın biçimde girdi. Ve burada kadın örgütlerinin oluşturduğu Novamed Direnişiyle Dayanışma Platformu'nun önemli bir rolü oldu.
Novamed direnişi sermayenin sınıfsal ve cinsel saldırısını, köleleştirici baskı ve sömürüsünü birlikte hedefleyen, sınıf ve cins taleplerini birleştiren bir direniş olarak “ayrıksı” bir örnek olarak işçi sınıfının mücadele tarihine geçti.
2007 1 Mayıs'ı ve kazanılan bu üç mücadele, işçi hareketini ne kadar etkiledi, bunu somut olarak ölçme imkanından yoksunuz. Sınıfın sendikalara, grev silahının gücüne ve etkisine, sınıfın kendi özgücüne güvensiz bakışını ne kadar değişime uğrattı, yeniledi bilemiyoruz. Ama sınıfın duygu ve bilincinde yenilenmeyi mayalayıcı, besleyici olduğundan kuşku duyulabilir mi?
VI
6 Mayıs anmasına on bin kişi katıldı. Ankara 2007 6 Mayıs anması, hem kitleselliği hem de ilerici hareketimizin hemen bütün kesimlerini birleştirmesiyle anlamlıydı. Deniz, Yusuf, Hüseyin devrimci hareketimizin „70'lerdeki bu üç önderi-simgesi, ilerici-devrimci hareketin belli başlı kesimlerini birleştiren bir güç ve anlam taşıyan genel bir ortak değer düzeyine yükselmişlerdir...
Böyle bir eğilimin varlığı tabii ki yeni bir durum değil, fakat süregelen eğilimin kendini en ileri düzeyde ortaya koyuşunun olgunlaştığını göstermektedir. Devrimci hareketimizin '70'lerdeki diğer önderleri, Mahirler, İbrahimler için de benzer bir durum, yani ilerici-devrimci hareketi birleştirici ortak, genel kabul gören değerler düzeyine yükselme yönünde bir gelişme sürmektedir.
Tabii ki, '70'lerin devrimci önderleri devrimci-ilerici hareketimizin değerleriydi. Burada onların grupsal/partisel aidiyetlerini aşan biçimde, ilerici-devrimci harekette genel kabul gören, sahiplenilen, ilerici-devrimci hareketi birleştirici genel değerler olarak belirginleşmesi ve yeniden kitlelerin elinde bayraklaşması durumundan bahsediyoruz. Özellikle 1968’in kırkıncı, 1978’in ise otuzuncu yıldönümüne denk gelen 2008 bakımından bu veri oldukça anlamlıdır.
VII
2007 bir seçim yılıdır. İlerici-devrimci hareket bir deneyim daha yaşadı. Burjuva parlamentoya-meclise temsilci gönderme, mücadeleyi oraya da taşıma, bir kürsü ve bir platform olarak orayı da kullanma istek ve yönelimi, somut siyasal bir hedef olarak ortaya çıktı. Bu politik mücadelede ufuk büyümesini ve özgüven kazanımını/yükselişini yansıtmaktadır. DTP’nin Meclis’e bir Grup oluşturacak nicelikte girişi, 2007’de halklarımızın bir diğer politik kazanımı olmuştur.
Diğer yandan bu aynı zamanda, ilerici hareket için bu alanla bağlı risk ve tehditlerin de büyüdüğü anlamına gelir. DTP'nin Kürt sorununa mecliste çözüm arama söylemi parlamenterist hayalleri yaymakta, ezilenlerin mücadele bilincini zayıflatıcı, köreltici olmakta, reformizmi beslemektedir.
İlerici-devrimci harekette birlikte iş yapma, birlikte mücadele eğilimi güçleniyor. Dün de yan yana gelişler vardı, 2007'de daha çok veya sık bir araya geliniyor. Pek de yan yana gelmeyen/gelemeyen kesimlerin de yan yana gelme isteği yansıyor. Kürt yurtsever hareketiyle birlikte hareket etme, ortak mücadele yönelimi bunun bir ifadesi. Keza devrimci harekette Kürt ulusal sorunu zemininde, pratik politika yapma ihtiyacı ve titrek yönelimi görülüyor.
VIII
Gençlikte bir arayış. Boğaziçi öğrencilerinin 2006'da yükselttiği barış-kardeşlik talepli etkinliklerinin 2007'de sürmesi, ODTÜ öğrencilerinin yükselttiği kitlesel barış-kardeşlik talebi, 2007'nin parıltıları arasındadır. Genç-Sen'in kuruluşu ise daha da çarpıcı bir gelişme olmuştur. Bunların altını çizerken hiç kuşkusuz bizi, öğrenci gençliğin, aydınların politik bakımdan en duyarlı kesimini oluşturduğu öğretisi yönlendiriyor. Öğrenci gençlik barometresinin neyi gösterdiğine bakıyor, “arıyoruz”... Boğaziçi ve OTDÜ'de öğrenci gençliğin barış-kardeşlik talebini yükseltmesini de buradan okuyoruz.
Aydın gençlik, grevleri, direnişleri desteklemeye, işçi sınıfı hareketiyle ilişkilenmeye yönelir, işçi sınıfına gider. Bu ‘60'ların, ‘70'lerin çarpıcı temel bir özelliğidir. Gençlik hareketinin kitle tabanı daralır, ama bu yaklaşım süregelir. Öğrenci gençlik saflarında gençlik sendikası düşünce yöneliminin doğmasında uluslararası gençlik hareketinin etkisi yadsınamaz. Ancak şu da bir gerçektir; gençlik sendikası düşüncesi ve yöneliminin DİSK'ten çıkması yeni bir durumdur. Hem ilk itilimin DİSK tarafından başlatılması anlamında ve hem de örgüt biçiminin sendika olması anlamında -bu defa tersine dönmüştür; şimdi deyim uygunsa sınıf aydın gençliğe gitmektedir!
Tabii ki, gençlik sendikası düşünce olarak da, bir gençlik örgütü olarak da gençlik hareketimiz için yenidir. 2007'de Genç-Sen'in kurulması gençlik hareketinde yeni bir durum, anlamlı bir kazanımdır. Fakat henüz başlangıç halindedir; öğrenci gençliğin genel ve yakıcı sorunlarıyla ilişkilenişi, keza öğrenci gençliğin geniş kitlelerine gidişi, onlar tarafından kabullenilip, sahiplenilip sahiplenilmemesi, Genç-Sen'in geleceğini belirleyecektir.
Yalnız şunun altını özellikle çizmeliyiz: Genç-Sen politik gençlik yapılarına, devrimci ve sosyalist militana, öğrenci gençlik kitlesi ve sorunlarıyla ilişkileniş tarz ve zihniyeti bakımından değişim ve yenilenme çağrısıdır.
IX
Sempozyumlarda cisimleşen arayış. Önce İstanbul’da, sınırlı kaynak ve olanaklarla “140. yılında Kapital’in güncelliği” sempozyumu düzenlenir. Katılım, beklenenin üstünde olur. İki gün süren sempozyum boyunca toplamda 500’ü aşan bir kitle, Marksist fikirleri öğrenmeye, anlamaya, tartışmaya gelir. Sempozyum, üniversitedeki sosyalist aydınlarla devrimci-sosyalist hareketlerin aydın birikiminin bir buluşma ve etkileşim potası olur.
Ardından bu kez Ankara’da “Manifesto’nun 160. Yılında Marksizmin Güncelliği” sempozyumu düzenlenir. Bir kez daha katılım beklenenin üstündedir. Bu kez toplamda bini aşkın bir kitle katılır sempozyuma. Her iki sempozyum, bir arayışa işaret eder. Marksizmin bu topraklarda yaşayan, canlı bir düşünce olduğunu ortaya koyar.
Sonuç olarak tekrar vurgulamak gerekirse girişte de belirttiğimiz gibi, burada ne 2007'nin genel bir panoramasını ve ne de işçi sınıfı ve ezilenler cephesinin bütünlüklü bir tablosunu sunmak ve çözümlemek amaç ve niyetindeyiz. Burada özel olarak, “parıltılar” kabul ettiğimiz, işçilerin ve ezilenlerin sınıf bilincindeki “yenilenmedin, “yeni”nin, “değişimin belirtilerini bütünden yalıtarak” ve büyüteç altına alarak, daha görülür, daha anlaşılır hale getirmeye çalıştık.
İşçilerin ve ezilenlerin sınıf bilinci hareketsiz, donuk, ölü bir şey değildir; yaşamın kendisi gibi hareketli, canlı ve dinamiktir. Her belirli dönemde sınıf bilincinin değişim ve gelişim yönünü öngörmek ve keza aynı zamanda gelişim seyri içerisinde, olaylarda yansıyan verilerden hareketle öngörülerini denetlemek, “değişimi” ve “yeniyi” somut olarak kavramaya çalışmak gerekir. Kitlelere bağlanmanın bir de böyle bir anlamı vardır. Devrimci öncü politik çizgisiyle işçi sınıfı ve ezilenlerin sınıf bilincindeki değişimle ilişkilenmeli, devrimci stratejisi ve taktikleriyle devrimci amaçlarına doğru şekillendirip yönlendirmeye çalışmalıdır.