GİRİŞ
Kadın sorunu ve özgürleşmesi/kurtuluş mücadelesini, ideolojik-politik temelini kadınlar arasında komünist çalışmanın özel olarak bugünden örgütlenmesi oluşturur. Kadın sorununa yaklaşımda temel ilke sorunun ortaya çıkışı ve çözüm önerileri noktasında somutlaşır.
Ezilen cins olarak her sınıftan ve katmandan kadınların, erkek karşısında ikinci sınıf insan statüsüne sahip olmaları, burjuva kadın hareketlerinin sorunu flulaştırma, sınıflar mücadelesinin dışında ya da üzerinde bir sorun olarak sunma çaba ve eylemlerine de neden olur. Ancak, en nihayetinde cins olarak erkek tarafından baskı altına alınan her bir kadın, mensubu/parçası olduğu sınıfın kadına sunduğu koşullar içerisinde kadın sorununu yaşar. Ezilen ve ezen sınıftan kadınlar, bu toplumsal gerçeklik içerisinde kadın sorununu farklı biçimlerde yaşarlar.
Aslında ezen sınıftan kadınların sahip oldukları ayrıcalıklar da, yine ezilen milyonlarca işçi, emekçi, ev emekçisi, ve genç kadınların köleliği üzerinde yükselir.
Bu soruna dair hiç kuşkusuz bir dizi teorik-politik tartışma yapmak mümkün. Ancak, 1980’li yıllarda Birleşmiş Milletler’in Danimarka’nın Kopenhag kentinde topladığı Uluslararası Kadın Konferansı’nda yoksul bir madenci eşi olan Meksika Delegasyonundan Domitila’nın yaptığı konuşma öyle sanıyoruz ki, bu konuda yapılabilecek bir dizi tartışmayı gereksiz kılmaya fazlasıyla yeter.
Domitila konuşma yapmak için kürsüye çıktığında, Meksika delegasyonundan burjuva sınıfa mensup delege kadına seslenir.
Günlerdir bu kadının özel lüks bir araçla gelip gitmesi, her gün gayet şık ve bakımlı olması, değişik elbise giymesi gibi ayrıntılardan başlar konuşmasına. Kendisi gibi yoksul kadınlarla kıyaslar, burjuva kadının durumunu. Yine Meksika’da madenci ailelerinin yaşadığı izbe kulübeleri, eş ölünce bir ay sonra bu kulübeleri boşaltmak zorunda kaldıklarını anlatır. Ve yeniden kadına dönerek, “Sinyora” der; “Siz ve ben bu kadar farklıyken, kadın olmak dışında hiçbir ortak yönümüz bulunmadığı halde hangi ortak sorunumuzdan söz edebiliriz ki?”
Madenci eşi Domitila’nın özetlediğimiz bu sözleri de aslında çok basit günlük yaşamdan gerçeklerle kadın sorununun sınıf sorunundan/mücadelesinden koparılmayacağını işaret etmektedir. Bu nedenle, özel mülkiyet dünyasının erkeğe tanıdığı ayrıcalıklara; Engels’in ifadesiyle “evdeki küçük patrona” karşı verilecek mücadeleyle, genel olarak proletaryanın burjuvaziye karşı yürüttüğü iktidar mücadelesini iç içe geçmek, birlikte yürümek zorundadır. Çünkü kadının bugünkü köleliği de tıpkı bütün sınıflı toplumlardaki ezilen sınıfların ezilmişliklerinin/ezilmişliklerinin temeli olan özel mülkiyet üzerinde yükselir/var. Bunun içindir ki, kadın sorununa da tıpkı proletaryanın sorunu (ki, proletarya da kadın ve erkeklerden oluşur) gibi, kapitalizmin, kapitalist gelişmenin bir ürünüdür. Ve her ne kadar içerisinde siyasi, ahlaki, kültürel unsurları taşısa da doğası gereği sorun, ekonomik bir sorundur.
Kadın sorunu ve kurtuluşunun temeline dair yaklaşım, ilkesel bir sorun olarak kendini bu noktada somutlaştır. Ancak, sorunun temeline yaklaşım ve çözüm önerilerinin ilkesel bir sorun olarak bilince çıkarmak kadar, kadın sorununun çözümüne ilişkin perspektife de, sorunun çözümünün güncel politik bir görev olarak görülmesi doğrusu damgasını vurmalıdır.
Özcesi, kadın sorununa ve çözümüne sınıf perspektifiyle bakmak kadar, sorunu bugünün bir sorunu olarak görmek/algılamak ve hareket geçmek işin temelinin oluşturur.
Komünist enternasyonal 3. Kongresinde “Kadın hareketine ilişkin” sunduğu raporda Clara Zetkin, “...görüşümce eğer her ülkenin komünist partisi erkekleri devrime yönlendirmede olduğu gibi aynı enerjiyle proletaryanın vereceği meydan savaşları için kadınları da kendine çekmez, devrimci eğitimden geçirmezse, bu devrime ve devrim için kitlelerin harekete geçirilmesine muazzam zarar verecektir. Kadınları da bilinçli üyeler olarak devrime katmak ve eğitmek için çaba göstermeyen tüm yoldaşları, devrimin bilinçli baltalayıcıları olarak adlandırıyorum” der.
Clara’yı bu sözleri söyleten koşullara geçmeden bir kez daha altını çizmekte yarar gördüğümüz şey şudur: Bu sorun bir iktidar meselesidir. Ve en az erkek işçiler, emekçiler kadar yüzyılların çifte baskı ve sömürüye hapsettiği işçi-emekçi kadınlar bakımından iki kat daha fazla iktidar sorunu olarak görülmek zorundadır.
Clara Zetkin’e bu sözleri söyleten şeye gelecek olursak: Bu, kadınlar arasında komünist faaliyetin özel olarak örgütlenmesi gerektiğine dair 3. Enternasyonal kararlarına, komünist partilerin uymaması, ayak diremesi ve bu tutuculukların ortaya çıkardığı yaklaşımlardır. Oysa her şey bir yana özel mülkiyet üzerinden yükselen kadın cinsinin köleliğinin ortadan kalkması sorunu, ezilen sınıftan kadın ve erkeklerin ortak meselesidir. Ezenlere karşı yürütecekleri iktidar savaşımı her iki cinsin ortak mücadelesiyle güçlenecek, özgürleşmesinin yolu da buradan açılacaktır. Ancak, sınıflı toplumların erkek cinsine tanıdığı ayrıcalıklar her iki cinsin özgürleşmesinin önündeki bir barikat olup ezen sınıfların iktidarlarını güçlendiren katkıya dönüşmektedir.
Kadınların kurtuluş mücadelesinin uluslararası tarihinde, sorunu güncel-politik bir görev olarak gören başta 3. Enternasyonal gelmek üzere bazı komünist partiler olmasına rağmen, erkek egemen anlayışın kaba görüngüleriyle hareket eden komünist partiler çoğunluktadır. Bu tarihten öğrenmek, pozitif örnekleri büyütmek, bugünden varlığını sürdüren yanlışlara karşı mücadelemizi güçlendirecektir. Soruna ve çözüme dair yaklaşımda belirlenecek rota hiç kuşkusuz kadınların özgürleşmesi ve genel olarak proletaryanın burjuvaziye karşı yürüttüğü iktidar savaşının büyütülmesi ya da zayıf kalması/ bırakılmasında çok temel bir noktada durmaktadır.
Demek ki, bir kez daha altını çizecek olursak; kadın sorunu ve kurtuluş mücadelesine ilişkin soruna sınıf perspektifiyle bakmak yetmez/yetemez. Yine yalnız başına bazı temel sloganları bayraklaştırmak da politik bakımdan çok anlamlı olmadığı gibi, çok açık ki sorunu çözmez/çözemez. Ezilenlerin ezenlere karşı yürüttüğü savaşımın tarihi; işçi emekçi ev emekçisi ve genç kadınların da bu savaşımda erkeklerle eşit bireyler olarak yer almadıkları, bunun yolları açılmadığı sürece, proletaryanın başarısız kalmaya mahkumdur. Bu mahkumiyet kadınların özgürleşmesi bakımından da geçerlidir. Bunun için proletaryanın örgütlü birlikleri komünist partiler, erkek işçilerin-emekçilerin iktidar mücadelesine seferber edilmesi için yürüttükleri çabayı, kadın işçi ve emekçiler için yürüttükleri çabayı, kadın işçi ve emekçiler için de yürütmedikleri sürece, Clara Zetkin’in ifadesiyle “Devrimin bilinçli baltalayıcıları” olmaktan kurtulamazlar.
Neden özel yöntemler? Neden özel araçlar?
Tarihsel materyalizm toplumların tarihini ortaya koyarken, aynı zamanda kadın cinsinin yüzyıllardır sürmekte olan köleleştirilmesinin ve tarih boyunca aldığı biçimleri de açıklamıştır. Bachofen ve Morgan’ın insanlığın tarihsel gelişimine dair yaptıkları araştırmalardan yola çıkan Engels; Ailenin Özel mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde ilk doğal işbölümünün kadın ile erkek arasında yaşandığı sonucuna ulaşmıştır.
Cinsin üretilmesinin doğa tarafından kadına verilmiş olması/kadının doğurganlığı; ilk/doğal iş bölümünü de koşullandırmıştır. İlkel koşullarda daha çok toplayıcılık ve tarım, ev ve çevresiyle hayvanların evcilleştirilmesiyle sınırlandırılan kadının yaşamı ya da bir başka ifadeyle doğal işbölümü, o günün koşullarında kadına pranga olmaktan çok uzaktı. Hatta daha çok avcılıkla uğraşan erkeğin karşısında bu durum, kadına ayrıcalıklı bir konum dahi sağlıyordu.
İnsanlık tarihi bakımından insanın insanı baskı altına almasının ilk adımı da kadın cinsinin erkek cinsi tarafından baskı altına alınmasıyla başlamıştır. Ve bunun temelini de özel mülkiyetin ortaya çıkışı oluşturmuştur. Üretim araçlarının gelişmesiyle ortaya çıkan ihtiyaç fazlası ürün, ilk anda belirli ellerde toplanır. Aynı süreçte üretim araçlarında sağlanan gelişme, erkeğin ev dışındaki üretkenliğini de artırmıştır. Bu durum, bir yandan erkeğin rolünü/durumunu değiştirirken, aynı zamanda fazla ürünün erkeğin elinde toplanması, mirasını kendi soyundan çocuklara bırakma isteği, tek eşli aileyi (gerçekte ise bu; kadına dayatılmış tek eşliliktir) doğurur.
Bütün sınıflı toplumlarda ezilen, baskı altına alınana bir cins olarak kadının köleliği, her toplumun ekonomik temelleri üzerinde yükselerek, ona uygun biçimler almıştır. Kapitalizmin dağıtılıp bir kenara attığı dar ev ekonomisinin yerini alan modern sanayi, hem ezilen cins kadınlar, hem de proletarya bakımından farklı koşulların da habercisi olur.
Burjuvazinin daha fazla ve ucuz işgücüne duyduğu ihtiyaç, kendinden önceki sınıflı toplumların dört duvar arasına hapsettiği kadını çekip çıkarmış, kutsal eşiğin dışına fırlatıp atmıştır. İşçiler için, fabrikalarda toplanan kadınlar bakımından kadın sorununun farkına varılması ve aynı şekilde kurtuluş fikri de bu koşullarda ortaya çıkmış ve gelişmiştir.
Tarihsel gelişim seyri içerisinde kadınların kurtuluşu fikri ilk kez burjuva devrimlerinde ortaya çıkmıştır. 18. Yüzyılda burjuva devrimlerine katılan kadınlar, barikatlardan erkeklerle birlikte savaşmış, onlarla birlikte giyotine de gönderilmişlerdir. Fransız devrimine katılan kadınların önderlerinden Oly mpe de Gouges; “Eğer kadının giyotin altına gitme hakkı varsa, o halde onun konuşma kürsüsüne çıkma hakkı da olmalıdır” diyerek yayınlanan İnsan Hakları Bildirgesi’nde kadınlara yer verilmemesine tepkisini yayınladığı Kadın Hakları Bildirisi’nde bu sözlerle ifade etmiştir. Artık ok yaydan çıkmıştır.
Her ne kadar Olympe de Gouges’in bu karşı çıkışı, O’nu giyotine gönderilmekten kurtarmamış olsa da, kadın cinsinin erkek egemen sistem tarafından köleleştirilmesinin nedenlerini sorgulama sürecinin başlangıcı olmuştur.
Gerek 18. Yüzyıl ve sonrasında ortaya çıkan burjuva kadın hareketleri, gerekse de 19.yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve sonraki yıllarda gerçek teorik ve pratik zeminine oturan proleter kadın hareketleri, modern toplumun çeşitli biçimlerde allayıp pulladığı; burjuva ahlak, töreler ve dinlerin yardımıyla kadının tek ve değişmez yazgısı olarak sınılan kadının köleliğini, erkek egemen sistemi çeşitli görüngüleriyle ve temelleriyle yargılamışlardır. Yasaların, törelerin ahlakın ve dinlerin yardımıyla sosyal, siyasal ve kültürel yaşamın dışına itilen kadınların dünyası bu kez iş, ev ve aileyle sınırlandırılmıştır.
Bu sınırlandırılmışlık, kadını aptallaştıran, düşünce ve yeteneklerinin gelişmesinin önündeki başlıca engeli oluşturur. Daha anne karnındayken ihale edilen kadınlık görevleri, kadının bütün yaşamına da damgasını vurur. Dolayısıyla proletaryanın burjuvaziye karşı yürüttüğü iktidar mücadelesinde tıpkı, erkek işçi ve emekçiler gibi eşit birer üye olarak kadınların bu savaşıma katılması/çekilmesi oldukça zor olur.
Nesnel bir durum olarak, bu sorunun aşılması, parti çalışmasının toplumun yarısını, hatta demografik olarak birçok ülkede daha fazlasını oluşturan emekçi kadınlar arasında yürütülmesi; aynı zamanda kadınların gerçek özgürlüğüne kavuşmasının temellerinden biri olan erkek egemenliğinin bütün görüntülerine karşı mücadelenin de koşullarını sunacaktır.
Tekrar tekrar vurgulamak gerekir ki, her ne kadar modern sanayi, ev ekonomisinin dört duvarını parçalayarak kadını kutsal eşiğin dışına çıkarmış olsa da; kadını, erkeğin baskısı, koruması ve sorumluluğu altında aile ve aile içi faaliyeti, kadın kitleleri arasındaki çalışmada, kadının psikolojik durumunun/özgünlüğünün hem de onun aile ve toplum içindeki özel konumunun dikkate alınmasını zorunlu kılar. Böylece proletaryanın burjuvaziye karşı yürüttüğü iktidar mücadelesine katılması sağlanmak istenen bu hedef kitlenin, nasıl bir özelliğe sahip olduğu, duygu ve düşünce dünyaları, isteklerinin neler olduğu yanıtlanmak zorundadır. Yine bu kitlenin hangi toplumsal koşullarda yaşadıkları ve hangi koşullar içerisinde sorunun ele alınması gerektiği sorunları da, kendine yanıt arar. Aslında bu ihtiyaçların karşılanması bile, kadınlar arasında komünist faaliyetin neden özel olarak örgütlenmesi gerektiği sorusunun da yanıtı olur. Çünkü burada, emekçi kadın kitlelerinin iş, ev, eş ve çocuklarla sınırlandırılmış olması; kutsal eşiğin dışına çıkmış ya da çıkarılmış kadının hala “dünyasının evi” olmaya devam ettiği gerçeğiyle karşı karşılaşırız. Bu yaşam biçiminin kadının modern köleliğini nasıl yeniden ürettiğini, duygu ve düşünce dünyasını nasıl zapt ettiğini görürüz. Ve nesnel koşulların oluşturduğu bu özel kadın psikolojisine dair gerçek reddedilemez.
Kadın cinsinin erkek egemen sistem tarafından toplumsal, siyasal ve kültürel yaşamın dışına itilmesinin yarattığı özel psikolojiye dair komünist Enternasyonalin IV. Kongresi’nde yaptığı konuşmada, Clara Zetkin bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“Geniş kadın kitlelerinin bugün de özel toplumsal koşullarda yaşadıkları ve çalıştıkları şeklindeki tarihsel gerçeği geçiştiremeyiz. Kadın cinsiyetinin toplumdaki özel konumunun özel bir kadın psikolojisi yarattığı tarihi gerçeğini de geçiştiremeyiz. Doğa tarafından cinsiyet olarak verilenle, toplumsal kurumlar ve koşullar tarafından yaratılan, birbirine bağlanmaktadır. Nasıl ki, somut yaşam koşullarından dolayı küçük köylü kitlelerinin özel psikolojisini hesaba katmak zorundaysak, aynı şekilde en geniş kadın kitlelerinin psikolojisini de hesaba katmak zorundayız... “ (Kadın sorunu üzerine, s. 14)
Kapitalist-emperyalist sistemin çifte baskı ve sömürüsü altında, kadın cinsin sınırlandırılmış yaşamının kadında yarattığı özel psikolojiyi görmek/anlamak için fazla söze hiç gerek yoktur. Anlamak ve görmek isteyenleri için teorik bir tartışmanın da ötesinde, bütün görüngülerini yaşamın her alanında bulabiliriz. Burada evet, aslolan var olan objektif gerçeği bilince çıkarmak, sınıflı toplumların erkeğe tanıdığı ayrıcalıklardan vazgeçmeyi bilebilmek ve işçi, emekçi, ev emekçisi ve genç kadınların tıpkı erkekler gibi komünist partisinde eşit üyeler olarak örgütlenmesinin özel biçim ve araçlarını yaratmaktadır. Ancak bu yolla yüzyılların köleliğine karşı en geniş işçi, emekçi, kadın kitlelerinin hem kendi özgürlüklerinin, hem de insanlığın kurtuluşu için bayraklaştırılmış sloganlar, birer ajitasyon sloganı olmaktan çıkarak eylem sloganı haline gelirler.
Uluslar arası komünist hareketin tarihi ve TDH’nin tarihinden okuduğumuz, öğrendiğimiz kadarıyla her ne kadar teorik olarak emekçi kadın kitleleri arasında parti faaliyetinin özel olarak örgütlenmesi gerektiği kabul edilse de; pratikte kaba ya da inceltilmiş biçimlerde erkek egemen bakış açısının hakimiyetine dair örnekler fazlasıyla mevcuttur. Bu durumun farkında olan ve bu noktada özel tedbirler almaya ihtiyacı duyan Komünist Enternasyonal’de ve bazı komünist partilerde bu faaliyetin özel olarak örgütlenmesi, araçlarının yaratılması, tüzüksel zorunluluk haline getirilmiştir. Örneğin, RKP(B)’nin 8. Konferansında kabul edilen tüzük maddesinde emekçi kadın kitleleri arasında faaliyetin özel olarak örgütlenmesine ilişkin şöyle denilmektedir: “Parti çalışmasının özel biçimleri için özel kollar yaratılır. (ulusal sorun için, kadınlar arasında çalışma için, gençlik içinde çalışma vs. için) Bu kollar parti komiteleri düzeyinde oluşturulur ve doğrudan onlara tabidir. Bu kolların örgütlenme şeması, merkez komitesi tarafından onaylanan özel yönergelerle tespit edilir.” (Rusya’da 1917 Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu, cilt: 2, Belgeler bölümü, s. 16)
Yine coğrafyamızda Marksist Leninist Komünistlerin bu konuda tüzük sel yaklaşımıyla bu bölümü sınırlandıralım: “10-MLKP’nin MK dahil bütün organları, kadı çalışmasının bir ihtiyacı olarak kendilerine bağlı kadın komisyonları kurarlar.” (2. Kongre Belgeleri, s. 306)
İster yüzyıl önce, isterse de bugün komünistlerin emekçi kadın kitleleri arasında faaliyetin örgütlenmesine özel bir tüzük maddesi haline getirmelerinin bir tek anlamı vardır. Siyasette, erkek egemenliğine karşı tüzüksel olarak alınmış bir önlemdir bu.
Komünist Enternasyonal’in tarihinden
Kadınlar arasında komünist faaliyetin özel olarak örgütlenmesine ilişkin uluslararası komünist hareketin deneyimleri oldukça öğreticidir. Bu konuda olumlu/pozitif örneklerin yanı sıra, erkek egemen anlayışın ve pratiğin uç örnekleri, aynı süreçte çeşitli komünist partiler şahsında yaşanmıştır.
Dönemin yetiştirdiği komünist kadın önderlerin komünist partiler içerisinde en kabasından, en inceltilmişine erkek egemenliğinin bütün görüngülerine karşı yürüttüğü mücadeleyi öğrenmek ve bilince çıkarmak kadınların özgürlük yürüyüşünde özel bir yer tutar. Yine başta Lenin ve Bolşevik parti olmak üzere bazı gelişkin komünist partilerin bu alanda yarattıkları örneklerin büyütüp çoğaltılması gerekir. Ancak, bu tartışma bakımından, bunlar kadar, aynı süreçte 3. Enternasyonal’in kadınlar arasında komünist faaliyetin özel olarak örgütlenmesine dair aldığı kararı hayata geçirmeyen, bu konuda ayak direyen komünist partilerin tutumları/ pratikleri de önemli ve ibretlik derslerle doludur. Yine 1917 Ekim Devrimi ve sosyalizmin inşa yılları, kadınların kurtuluşu mücadelesi bakımından çok daha özel derslerle/deneyimlerle doludur. Fakat bu yazıda sosyalist inşa v deneyimlerine girmeyeceğimizi, bunun bir başka yazının konusu olacağını belirterek devam edelim.
3.Enternasyonal’in 1919 Mart’ında Moskova’da Kuruluş Kongresi’ni gerçekleştirmesiyle başlar, örgütlü komünist kadın hareketinin çıkışı. Kurtuluş Kongresi, soruna dair belirlenen bazı genel doğruların yanı sıra, kadın ve erkek proleterlerin ortak mücadelesinin altını çizdiği ve oy birliğiyle aldığı kararda şunlar yer alır:
“Komünist Enternasyonal Kongresi, gerek kendisi tarafından konulan görevlerin başarısı ve gerekse de dünya proletaryasının nihai başarısı ve kapitalist düzenin tümden ortadan kaldırılmasının, işçi sınıfından kadın ve erkeklerin birbirine sıkı sıkaya bağlı ortaklaşa mücadeleleri ile güvence edilebileceğini tespit eder.”(Kadın sorunu üzerine, s. 81) Ve bu karardan hareketle bütün komünist partilerin önüne kadınlar arasında faaliyetin özel olarak örgütlenmesi görevini koyar. Komünist Enternasyonal’in bu kararı alırken ki, yaklaşımı; 2. Enternasyonal’in örgütsel olarak gevşek bir yapıda olmasına karşın; 3. Enternasyonal’in ideolojik ve örgütsel bakımdan sağlam bir birlik olması ve bunun gerekliliğine inanılmasıdır. Komünist Enternasyonal’in 3. Kongresinde ‘Kadın hareketine ilişkin Rapor’da Clara Zetkin, KEYK’in (Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu) kadınlar arasında komünist çalışma yürütme görevine dair yaptığı bilgilendirmede; komünist partilerin tutumlarına dair özetle şunlar yer almaktadır: Zetkin, öncelikle tek tek ülkelerde komünist kadın hareketinde sağlanan gelişmenin sevincini delegelerle paylaşır. Hemen sonrasında; birçok ülkede komünist kadın hareketinin kaydettiği kazanımların/adımların komünist partilerin desteği olmadan hatta çeşitli biçimler altında komünist partilerin desteği olmadan hatta çeşitli biçimler altında komünist partilerin açıktan ya da örtülü direnişine rağmen elde edildiğini belirtir. Komünist partilerin, komünist kadın hareketinin gelişimine dair ayak diremelerini Clara Zetkin; “Kadınlar devrimci mücadelelere bilinçle, hedef şaşmaz biçimde emin adımlarla fedakarca katılmadıkları sürece ne proletarya iç savaşla egemenliği kazanır, ne de kendi diktatörlüğünü kurduktan sonra komünist toplumun inşasına başlayabilir” (age. S. 84) gerçeğini anlayamadıklarını işaret eder.
Yine aynı Kongre’de “Kadınları arasında yürütülecek komünist çalışmanın biçimleri ve yöntemlerine ilişkin karar tasarısı”nda en geniş emekçi kadın kitlelerinin komünizm bayrağı altında toparlanması ve eğitilmesi için komünist partilere üye yapılması ve bu alanda belirlenen azami hedeflere ulaşmak için şu karar alınır; “Bu amaca ulaşmak için, 3. Enternasyonal’e dahil tüm partilerin görevi, en alttakinden en üsttekine kadar tüm organ ve kurumların da kadın kurulları kurmaktır.”(age, s. 110)
Alınan bu karara rağmen, daha sonraki süreçlerde birçok komünist partinin bu kararları uygulamadığı ya da zevahiri kurtarmak babından bazı adımlar attıkları açığa çıkmıştır. Bu tip tutumlar sergilemekte sakınca görmeyen komünist partilerin bu gerici tutumlarına teorik kılıf oluşturma, haklı gösterme çabaları da dikkatten kaçmaz.
Kongrede alınan kararlar karşısında komünist partilerin tutumlarını 4. Kongre’de değerlendiren Clara Zetkin yaptığı konuşmada özetle şunları belirtir.
- Polonya’da grev ve kitle eylemlerine kadın katılımını yeterli gören komünist partisi; kadınlar arasında çalışmanın örgütlendirilmesi için özel organlar yaratmayı reddeder.
- İngiltere Komünist partisi maddi güçlerinin zayıf olduğu gerekçesiyle işçi kadınlar arasında sistematik faaliyet yürütmek için oluşturulması gereken araçları yok denecek kadar az sayıda oluşturmuştur.
- Fransa’da Marsilya Kongresi’nin attığı olumlu adımlar aldığı kararlar Paris Kongresi’yle yok edilir. Parti yönetimi, kadın sekreterliğinin dağıtılması ve “Ouvriere”nin(Kadın işçi) yayınının durdurulması kararını alır.
- İtalya’da çok özel engellerle karşılaşmaksızın, gerekli organların oluşturulması gerçekleşir.
- Hollanda’da kadın sekretaryası içerisinde komünist kadınların yanı sıra anarşist ve anarşist eğilimi kadınların bulunması nedeniyle kadın sekretaryası dağıtılır, komünist kadınlar Hollanda Komünist Partisi içerisinde örgütlenirler.
- Norveç’te kadınların komünist partisi içerisindeki yer almaları Komünist Enternasyonal’in direktiflerine tümüyle uygun biçimde gerçekleşmez. Ancak, süreç devam eder. Ve benzer bir durum İsveç’te de yaşanır.
Komünist partilerin pratikteki tutumları bakımından durum; yakın ve Uzakdoğu açısından çok daha fazla özgünlükler ve sorunlar taşır.
Aynı kongrede Almanya’dan Herta Strum’un sunduğu raporda komünist partilerin olumsuz örnekleri dışında kalan Bulgaristan Komünist Partisinin pratiği özel bir yerde durur: “Enternasyonal’in en örnek -elbette ki görevli, Zinovyev’in diliyle konuşursak partisi ile Bulgaristan’ın işletme ve sendikalardaki kadın işçilerin örgütlenmesini en iyi yürüten ülke olması bir tesadüf değildir. Burada, Parti içinde ve Bulgaristan’da tümüyle partinin egemenliği altında olan sendikalarda özel organlar oluşturulmuştur. Burada parti ile sendika komiteleri arasındaki ortak çalışma, tüzük ve talimatlarla tamı tamına düzenlenmiştir; son derece büyük bir özen ve işçi kadınların gereksinimleri ve özel durumları göz önünde bulundurularak Komünist Partisinin işletmelerdeki ve sendikalardaki kadınların seferber etmek için yerine getirilmesi gereken bütün büyük görevler belirlenmiştir.” (age, s. 174)
Bu kısa özetende göreceğimiz gibi, geniş işçi ve emekçi kadın kitlelerinin örgütlenerek mücadeleye çekilmesi; bir kitle hareketi yaratılmasında tüm parti faaliyetinin yarısı oluşturması gerektiği doğrusu yeterince kavranmamıştır. Çoğu örnekte teorik olarak komünist kadın hareketinin gerekliliği ve öneminin kabul edilmesi ise, çoğunlukla pratik yaşamda birleşmeyerek, sözde kalmıştır. Hemen vurgulamalıyız ki; sorunun yalnızca kavrayışla izah edilmesi çok büyük bir yanılgı olur. Bazı bakımlardan kavrayış sorununun etkilerinin olabileceği kabul edilse bile, sorunun esas olarak kaba ve inceltilmiş erkeklikte olduğunu kuvvetli bir şekilde vurgulamalı, altı kalın çizgilerle çizilmelidir. Tam da bu noktada Lenin’in Clara Zetkin’le yaptığı tartışmayı hatırlatmak/paylaşmak yerinde olacaktır. Partinin kadınlar arasında planlı çalışma için özel organlar oluşturmasını “bunu, kadın haklarının savunuculuğu ve sosyal demokrat geleneklere geri dönüş olarak kınayan”, “Kadınlara, erkeklerle birlikte ve onlarla aynı şartlar altında ulaşılmasını” savunan yoldaşların olduğunu belirten Zetkin’le Lenin arasında sohbet şöyle devam eder: “Neden hiçbir yerde -hatta bizde, Sovyet Rusya’da bile partide erkek kadar kadın yok? Sendikal olarak örgütlü kadın işçilerin sayısı neden bu kadar az? Bu olgular insanı düşündürüyor. Geniş kadın kitleleri arasındaki çalışma için vazgeçilmez olan özel organların reddedilmesi, (abç) Komünist İşçi Partisindeki sevgili arkadaşlarımızın çok ilkeli, çok radikal görüşlerinin de bir uzantısıdır...”(age, s.320)
Siyasal yaşamdaki erkek egemenliğinin komünist partilerindeki düzeyini görmek bakımından rakamların dilinden duruma kısaca göz atacak olursak; karşımıza şöyle bir tablo çıkar:
Komünist Enternasyonal IV. Kongresi’nde yaptığı konuşmada, Almanya’dan Herta Sturm, komünist partilerde kadın üyelerin durumuna ilişkin özetle şu bilgileri aktarır;
Savaş sonrası olması nedeniyle 2045 yaşları arasındaki kadınların, sayısının genel nüfusa oranında erkeklerden daha fazla olmalarına rağmen, komünist partilerdeki erkeklerle oranı en yüksek düzeyinin %10 olduğunu vurgulayan Sturm’un diğer ülkelere ilişkin verdiği rakamlarda şöyle:
- Çekoslavya; 36.000 kadın üyeyle, toplam parti üyelerini %20’sini oluşturur.
- Almanya’da bu oran 35.000 kadın üyeyle %11.12’dir.
- Norveç’te ise, 15-16.000 kadın üyeyle %15’tir.
- Fransa’da 1.800 kadın üyeyle bu rakam yaklaşık %15’tir.
- Belçika’da 30 kadın üyeyle %16’dır ve;
- İngiltere ise kadın üye sayısı tespit edilememiştir.
Bu rakamlar bize parti faaliyetinin yarısı kadınlar arasında yürütülecek çalışmanın oluşturulması, yine parti üyelerinin yarısının kadınlardan oluşması görüş açısından çok uzağında olunduğunu söylüyor. Bu durumda, elimizde somut veriler/rakamlar olmasa da, yönetici organlarda kadınların oranı konusunda da çok iç açıcı bir durum olamayacağını söylemek yanlış olmaz herhalde.
Lenin’in Clara’yla yaptığı sohbette sosyalist inşa sürecinde olan Sovyetler’e de atıfta bulunması oldukça önemli. Sürekli, devrim sonrasında kadınların durumunun değiştirilmesine vurgu yapan Lenin; “Her mutfak kadını, devlet yönetmesini öğrenmelidir” derken, yalnızca kadının kağıt üzerindeki bir hak eşitliğinin anlamsızlığına/yetersizliğine işaret ediyordu. Bu nedenle her fırsatta kadının toplumsal yaşamdaki durumunun değiştirilmesinin araçlarının/koşullarının geliştirilmesinin önemini vurguluyordu. Bu nedenle Clara Zetkin’le yaptığı sohbette tutucu yaklaşımlar karşısında komünist partilerde “Ne kadar kadın örgütlü?” sorusunu Lenin’in var olan duruma olan tepkisi olarak algılıyoruz.
Büyük Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği sosyalist inşa yıllarında Lenin’in soruları bakımından SBKP(B)’deki ilişkin verilerle devam edecek olursak, durum söyle: (Tablo 1)
Yıl |
Kadın üye sayısı |
Yüzde |
|
1898 |
- |
15 |
1. Parti Kongresi |
1918 |
30.435 |
7.8 |
7. Parti Kongresi |
1924 |
- |
9 |
13. Parti Kongresi |
1925 |
76.494 |
10.3 |
14. Parti Kongresi |
1927 |
- |
13 |
15. Parti Kongresi |
1930 |
- |
14 |
16. Parti Kongresi |
1934 |
- |
14 |
17. Parti Kongresi |
1939 |
333.821 |
21 |
18. Parti Kongresi |
1952 |
1.318.968 |
22 |
19. Parti Kongresi |
Rakamlardan da görebileceğimiz gibi, kadın üyelerinin SBKP(B) içerisindeki erkek üyelere oranı en yüksek olduğu zaman bile %22’de kalmıştır. 1898yılında bu oranın RSDİP’de %15 olmasıyla kaba bir kıyaslama yapmamız bile; devrim yılları/inşa yılları boyunca dahi, Bolşevik parti içerisinde sayısal bakımdan kadınların erkeklerle eşitlenemediklerini görüyoruz. Bu sayısal eşitsizliğin nedenleri hiç kuşkusuz farklı bir tartışma konusu. Ancak siyasette Bolşevik Parti içerisinde erkek egemenliğinin göstergesi olarak görülmelidir. Bu durumun yönetici organlar bakımından ortaya çıkardığı tablonun daha da vahim olduğunu belirtmeliyiz.
“Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim devrimi ve Kadınların Kurtuluşu” kitabından aktardığımız bu verilere göre, Parti Kongrelerinde 1917-1952 yılları arasında kadın delegelerin katılımı ise şöyledir: (Tablo 2)
|
Tarih |
Erkekler |
Kadınlar |
Kadınların Oranı(%) |
6. Parti Kongresi |
1917 |
161 |
10 |
5.7 |
8. Parti Kongresi |
1919 |
296 |
9 |
3 |
9. Parti Kongresi |
1920 |
502 |
28 |
5.3 |
10. Parti Kongresi |
1921 |
905 |
33 |
3.5 |
11. Parti Kongresi |
1922 |
671 |
16 |
2.3 |
13. Parti Kongresi |
1924 |
1114 |
51 |
4.4 |
14. Parti Kongresi |
1925 |
635 |
16 |
2.4 |
15. Parti Kongresi |
1927 |
857 |
41 |
4.6 |
16. Parti Kongresi |
1930 |
1113 |
155 |
13.9 |
17. Parti Kongresi |
1934 |
1147 |
89 |
7.2 |
18. Parti Kongresi |
1939 |
1428 |
143 |
9.1 |
19. Parti Kongresi |
1952 |
1192 |
147 |
12.3 |
Yine 1912-1952 yılları arasında MK ve yedek üyeliği bakımından kadınların temsiliyetine rakamların dilinden bakacak olursak, şöyle bir tablo karşımıza çıkar. (Tablo 3)
Kongre ve Konferanslar |
Kadın parti üye oranı |
Parti kadın delege oranı |
Merkez Komitesi |
MK yedek üyeleri |
||||
Toplam |
Kadın |
Oran(%) |
Toplam |
Kadın |
Oran(%) |
|||
6. Parti Konferansı 1912 |
- |
- |
7 |
0 |
0 |
5 |
1 |
20 |
7. Parti konferansı 1917 |
- |
- |
9 |
1 |
11 |
5 |
- |
- |
6. Parti Kongresi 1917 |
7,8 |
5,7 |
21 |
2 |
9,5 |
9 |
2 |
22 |
7. Parti Kongresi 1918 |
7,8 |
- |
15 |
2 |
13 |
7 |
1 |
14 |
8. Parti Kongresi 1919 |
- |
3 |
19 |
3 |
15,7 |
8 |
- |
- |
9. Parti Kongresi 1920 |
- |
5,3 |
20 |
0 |
0 |
12 |
2 |
16,6 |
10. Parti Kongresi 1921 |
- |
3,5 |
25 |
0 |
0 |
15 |
- |
- |
11. Parti Kongresi 1922 |
- |
2,3 |
27 |
0 |
0 |
19 |
1 |
5,2 |
12. Parti Kongresi 1923 |
- |
- |
40 |
1 |
2,5 |
17 |
0 |
0 |
13. Parti Kongresi 1924 |
9 |
4,4 |
50 |
2 |
4 |
35 |
2 |
5,7 |
14.Parti Kongresi 1925 |
10,3 |
2,4 |
63 |
3 |
4,7 |
43 |
3 |
6,9 |
15. Parti Kongresi 1927 |
12,8 |
4,6 |
71 |
3 |
4,2 |
68 |
4 |
5,9 |
16. Parti Kongresi 1930 |
14 |
13,9 |
70 |
1 |
1,4 |
63 |
6 |
9,5 |
18. Parti Kongresi 1939 |
21 |
9,1 |
71 |
- |
- |
68 |
- |
- |
19. Parti Kongresi 1952 |
22 |
12,3 |
125 |
2 |
1,6 |
110 |
6 |
5,5 |
(*-Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu, C. 1, İlk tablo s. 149, İkinci tablo 160, üçüncü ve son tablo s. 161’den alınmıştır) Bu yazıda başlı başına Sovyetler Birliği’nde kadının durumuna dair bir tartışma yapmayacağımızı belirtmiştik. UKH’nın tercihinde emekçi kadınlar arasında faaliyetin özel olarak örgütlenmesi gerektiğine dair yaptığımız tartışma kapsamında bir bakış açısı bu. Yukarıdaki tablolarda çok net görüldüğü üzere; komünist parti içerisinde kadınların sayısının hiçbir dönem erkeklerle eşitlenmemesi bir yana erkek üyelerinin sayısına bile yaklaşamamış tır. Yönetici organlar söz konusu olduğunda da, yine kadın oranının hızla aşağı doğru düştüğünü görüyoruz. En nihayetinde Merkez Komitesinde kadınların sayısının üçü aşamamış; MK yedek üyelerinde ise, en parlak rakam 6 olmuştur. Devrime ve sosyalist inşaya bütün gücüyle katılan kadınların, siyasal yaşamda Bolşevik parti içerisinde tuttuğu yer bu. Ve tam da bu tabloda Lenin’in öfkeli soruları çok daha anlamlı hale geliyor. Uluslararası Komünist hareketin tarihi bakımından neden ve niçin sorularına dair detaylı bir tartışmayı belki başka bir zaman yapabiliriz. Ancak biz sözü daha fazla uzatmadan Komünist Enternasyonal’in III. Kongresine dönmek istiyoruz.
III. Kongrede “Kadın Hareketine ilişkin rapor”da tek tek söz alan ülke delegeleri, kendi partileri bakımından rapor verirler. Fransız kadın delege Luise Coliard’ın konuşması, FKP’nin soruna yaklaşımındaki erkek egemenliğinin düzeyini göstermesi bakımından önemlidir.
“Yoldaşlar, ben burada rapor vermek üzere komünist kadınlar tarafından seçildim: Fakat önce şunu kabul ediyorum ki, ben, hiçbir zaman kadını parti çalışmasına çekmek üzere herhangi bir yapmamış olan bir komünist partinin delegesiyim. Buna rağmen Fransa’da birkaç kadın üyemiz var. Fakat tüm ülkeye dağılmış durumdayız ve birbirimizi hemen hiç tanımıyoruz. Son zamanda kadınlar için özel bir propaganda gerektiğini fark ettik.
Fakat bu konuda partinin desteğini almak istediğimizde bize şu cevap verildi ki, bu iş için bir kadın tayin etmek yeterlidir ve fakat onun görevi salt kadınlar arasında ajitasyon değil, genel propagandayı da yönetmektir. Fakat Merkez Komitesine, kadınların örgütlemesi için özel bir bölüm kurulmasını, tıpkı köylüleri örgütlemek için özel bir bölüm bulunduğu gibi, sonunda kabul ettirdik..” (Kadın Sorunu Üzerine, s. 100)
Fransız delegenin yaptığı bu konuşma bize, FKP’nin emekçi kadın kitleleri arasındaki faaliyetin özel olarak örgütlenmesindeki erkek egemen yaklaşımı sunmakla kalmıyor aynı zamanda, bu bölümde paylaştığımız III. Enternasyonal’e üye komünist partilerde parti çalışmasının yarısını emekçi kadın kitleleri içerisindeki faaliyetin oluşturulması ve kadınların da bu partilerde erkeklerle eşit üyeler olarak örgütlenmedeki başarısızlığının nedenini de açıklıyor.
Yine bu durum bize Lenin’in bir başka sözünü hatırlatıyor. 1919 yılında “Sovyet Cumhuriyeti’nde Proleter kadın hareketinin Görevleri üzerine” başlıklı söylevinde Lenin “İşçinin kurtuluşu, işçinin kendi eseri olmalıdır diyoruz; bunun gibi kadın işçilerin kurtuluşu da, kadın işçilerin eseri olmalıdır. Böyle kuruluşların yaratılmasıyla kadın işçilerin kendileri ilgilenmelidir ve bu etkinlik, kapitalist toplumdakinden tümüyle başka bir konum atmasına yol açacaktır”(age, s. 50-51)
Hiç kuşkusuz her sorunun gerçek sahiplerinin sahiplenmesi, çözümü noktasında özel bir duyarlılık göstermesi kaçınılmazdır. Cinsler arasındaki bu bölünmüşlük, aslında başından beri tartıştığımız ve tartışılabilecek kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğin temelini oluşturur. Engels’in “evdeki küçük patron” olarak tanımladığı erkek egemenliğine karşı mücadele, her günkü savaşımın bir parçası haline getirilmediği durumda yüzyılların köleleştirdiği kadın cinsinin özgürleşmesi, erkekle yaşamın her alanında eşitlenmesi sağlanamaz. Kaldı ki, hem tarihteki örnekler, hem de içinde yaşadığımız koşullardan -ilişkilerden bunu rahatlıkla görüp, bilince çıkarabiliriz. Çok açık ki, bu noktada en büyük görev de komünist devrimci kadınlara ve yine bu kadınların komünist parti içindeki duyarlılığına düşer diyelim ve uzun olsa da bu bölüme son noktayı yine Lenin’le koyalım..
“Kadın kitleleri arasındaki ajitasyon ve propaganda çalışması, onların uyandırılması ve devrimcileştirilmesi, ikinci bir şey, yalnızca kadın yoldaşların işi sayılıyor. Yalnızca onlara, bu iş neden daha çabuk ve sağlıklı ilerlemiyor diye suçlama getiriliyor. Bu yanlıştır, temelli yanlıştır! Gerçek ayrılıkçılık ve Fransızların söylediği gibi, “kadın hakları savunuculuğu, a’rebours (tersinden) kadın hakları savunuculuğudur!” Ulusal seksiyonlarımızın yanlış düşüncesinin altında temelde ne yatıyor? Sovyet Rusya’dan söz etmiyorum, son tahlilde, kadının ve yaptıklarının küçümsenmesinden başka hiçbir şey değil! Evet! Ne yazık ki, yoldaşlarımızın birçoğu için de şu geçerli: ‘Komünisti birazcık kazı, altından bir filisten çıkar’ Elbette onu duyarlı yerinden kazımak gerekir, kadın meselesiyle ilgili anlayışından. Kadınların o tek ev ekonomisindeki o titiz, tek düze, güç ve zaman tüketen ve yıpratan çalışmayla nasıl solduğunu, ruhların nasıl daraldığını ve bunaldığını, yüreklerinin uyuştuğunu, iradelerinin zayıfladığını erkeklerin sessizce seyretmelerinden daha çarpıcı bir kanıtı var mı bunun?..” (age, s. 324)