Lübnan Hizbullahı Ve Direniş

Hizbullah, 12 Temmuz 2006’ da İsrail zindanlarındaki Lübnanlı ve Arap esirlerin kurtarılması için 2 İsrail askerini esir almıştı. Bunu bahane eden İsrail; Lübnan’ı işgale yeltenmiş, vahşi devlet terörü uygulayarak Hizbullah ile kitleler arasındaki bağları kopartmak istemiş, Kana katliamında olduğu gibi yüzlerce çocuğu bir anda hunharca öldürmekten çekinmemiş, Lübnan’ın alt yapısını günlerce süren bombardımanla tahrip etmiş, misket, kimyasal ve biyolojik olarak adlandırılan ve bir kısmı ilk kez denenen kitle imha silahları kullanmıştı.(1) Bu öylesine yıkıcı ve yıpratıcı bir saldırıydı ki, 34 günlük işgalin ardından İsrail yenilgiye uğratılmış olmasına karşın Hizbullah lideri Nasrallah, “Bugün 11 Temmuz olsaydı ve askerleri esir almanın böyle bir savaşa yol açabileceğine yüzde 1 ihtimal verseydiniz yine o emri verir miydiniz diye sorsaydınız; kesinlikle hayır derdim (…) Buna kesinlikle karşı çıkardım”(2) demek gereğini duymuştu.

İsrail gibi dünyanın en modern silahlarıyla donatılmış, en güçlü istihbarat ağlarına sahip, emperyalist devletlerin mali, askeri, siyasi, diplomatik tam desteğini arkalamış, Arap devlet ordularıyla girdiği savaşlarda “şok saldırı”larıyla rakiplerini alt etmiş, sivil kitlelere yönelik vahşetiyle nam salmış bir ordu, bu avantajlardan hiçbirine sahip olmayan direnişçiler karşısında nasıl olmuştu da yenilgiye uğramıştı? İsrail’in beklenmedik ölçüde kapsamlı ve sert saldırıları karşısında “Bu kez Hizbullah’ın işi bitti” diye avuç ovuşturanların hevesi, bir aydan fazla süren dişe diş bir direnişle kursaklarında kalmıştı. Direnişe bu gücü veren neydi? Hizbullah’la kitleler arasındaki bağı koparmak, Lübnan’ı emperyalizmin sorunsuz bir üssü, “Yeni Ortadoğu”nun örnek ülkesi haline getirmek isteyenlere, nasıl olmuştu da, kitleler Hizbullah etrafında daha sıkı kenetlenerek yanıt vermişti?

İran Ve Suriye İle İlişkiler Belirleyici Neden Olabilir Mi?

1978’de İsrail Lübnan’ı işgal etmişti. Güney Lübnan’a yönelik bu saldırının ardından bu kez 1982’ de işgalin ikinci perdesi açıldı. İsrail birlikleri Batı Beyrut’u da kontrol edecek tarzda Lübnan’ın önemli bölümünde denetimi ele geçirdi. 1982’deki işgalin ardından İran devrim muhafızları İsrail işgali karşıtı direnişi desteklemek amacıyla Suriye toprakları üzerinden Lübnan’a geçti. Kimi kaynaklarda 3000, kimilerinde 1000 olarak verilen Lübnan’a giden Devrim muhafızlarının görevi “İsrail işgaline karşı Lübnanlı gönüllülerin askeri eğitimine yardımcı olmaktı (…) Hizbullah’ın nüveleri işte bu şekilde atılmış oldu.”(3) Yalnızca bu değil, Hizbullah ve İran İslam Cumhuriyeti aynı ideolojik kaynaktan beslenirken, her ikisi için de dünya çapında tek bir meşru liderlik vardır. İkisi de Velayet-i Fakih teorisine inanır.(4) Humeyni’ den sonra Ayetullah Ali Hamaney, Velayet-i Fakih makamını üstlenmiştir. Nasrallah da onun şer-i vekili olarak adlandırılır.

Hizbullah’ın İran dışında Suriye ile de çok yakın bağları bulunmaktadır. FKÖ tarafından desteklenen Ulusal Hareket’le Hristiyan kökenli gerici-faşist güçler arasında iç savaş patlak verdiğinde Hristiyan gericiler dengeyi sağlamak maksadıyla Suriye’den yardım istemişlerdi.(5) Çok geçmeden Hristiyan güçler Suriye aleyhine dönüp İsrail’le işbirliğine girdi. Suriye ordu güçleri 1976’da Lübnan’a girdi. Başlangıçta Suriye ile Hizbullah arasındaki ilişkiler pek sıcak değildi. Suriye birlikleri Beyrut’ta Hizbullah üyesi silahsız 27 kişiyi bir binada katletmişti. Buna karşın Suriye ile Hizbullah’ ın ilişkileri daha sonra gelişme kaydetti. Hizbullah’a göre Suriye hükümeti ile ilişki, “direniş hesaplarına dayalı bir ilişkidir”. Çünkü “İsrail’le savaşta taviz vermeksizin mücadele eden ve destekleyen tek Arap devleti Suriye idi.”(6)

Suriye ile olan ilişkileri de açıklıkla ifade eden Hizbullah’a göre, “Lübnan, zayıf bir devlet olması sebebiyle tarih boyunca bireysel ve uluslararası siyasetin med cezirleri arasında yaşamıştır. Bu durum ülkelerin daima sınırlı ve doğrudan doğruya komşu ülkeler üzerinde yansımalara bağlı kalmıştır. Tarihin bu dönemecinde ise iki seçenekten birini tercih etmek durumundadır: Suriye yahut İsrail.”(7)

Gerek İran’la gerekse Suriye ile olan bağlar Hizbullah’a önemli avantajlar sağlamıştır.

Fakat bu her şey değildir. Bu tip ilişkiler ne denli güçlü olursa olsun aslolan içinde yaşadığın toplumla kurduğun sıkı bağlardır; bir politik hareketi gerçek manada güçlü kılacak olan da budur. Emperyalistlerin baskısıyla Suriye birlikleri Lübnan’dan çekilmek zorunda kalınca, Hizbullah’ın desteksiz kaldığını düşünen emperyalistler, siyonist İsrail’i ilk fırsatta Hizbullah’a saldırttılar. Siyonist işgalcilerin yenilgiye uğratılmasıyla bir kez daha ortaya çıktı ki, Hizbullah, Lübnan toplumsal gerçekliğinin bir parçasıdır ve o işgalcilere karşı mücadelesiyle yoksul Lübnan emekçileriyle yaygın ve derin bağlar kurmuştur. İsrail işgaline karşı girişilen amansız direnişte İsrail ordusuna 500’ün üzerinde kayıp verdirilmiş, en gelişmiş zırhlı tanklarından 147’ si, 2 savaş gemisi tahrip edilmişti. 1 milyona yakın İsrailli (ki bunlar gerçekte silahlı, yarı askeri yerleşimcilerdi) Katyuşa füzelerinden kaçarak iç bölgelere göç etmek zorunda kalmıştı.

Hizbullah Hangi Toplumsal Maddi Gerçeğin Ürünüdür?

Lübnan, 1920’de Fransız mandasına verildi. Fransız sömürgeciler, Hristiyan Marunilere politik ve sosyal imtiyazlar tanıyarak egemenliklerinin yerel dayanaklarını yarattılar. Bağımsızlık mücadelesinin ardından 1946’ da Fransız birlikleri ülkeyi terk etti.

Bağımsızlıktan sonra da Maruniler’in ayrıcalıkları devam etti.

Lübnan, 18 din ve mezhepten insanların bir arada yaşadığı çok dinli-mezhepli bir toplumdur. Bunların en büyük grubunu Şiiler (yüzde 35)* oluşturur. Onlarla birlikte Sünni Müslümanlar (yüzde 30), Hristiyan Maruni (yüzde 30), Dürzi (yüzde 5) olmak üzere dört büyük dinsel-mezhepsel topluluk vardır.

1975’te başlayan iç savaş, 1989’da Taif anlaşmasıyla** son buldu. Anlaşma gereği Lübnan Cumhurbaşkanı Maruni, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı ise Şii olmak zorundaydı. Troyka olarak anılan bu yönetim biçimi bütün devlet kurumlarında dinsel-mezhepsel kadrolaşmayı kurala bağlamıştı. Örneğin, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Hristiyan Ortodoks; ordu komutanı, jandarma ve istihbarat başkanı, Merkez Bankası Başkanı Maruni; Emniyet Genel Müdürü, Başsavcı Sünni; Genelkurmay Başkanı, Polis Müdürü Dürzi olmak zorundaydı.

Lübnan’da dinsel-mezhepsel ayrışma gibi sınıf farklılaşması da keskin ve sert bir görünüm arz ediyor. Şiilerin yoğunlaştığı Güney Lübnan, aynı zamanda ülkenin en yoksul bölgesidir. Maruniler ise geçmişten bu yana imtiyazlı kesimi oluşturmuştur. Elbette her din ve mezhebin kendi içinde de sınıfsal kutuplaşma var olageldi. Fakat bu yine de zenginlik ve yoksulluğun belirli dinsel-mezhepsel mensubiyete göre yoğunlaştığı gerçeğini değiştirmez. 1975’te, içinde Filistinlilerin bulunduğu bir otobüsün faşist Hristiyan Falanjistlerce taranması üzerine patlak veren Lübnan İç Savaşı, Lübnan Ulusal Hareketi ve Filistinlilerin karşı hücumuyla devrimci bir iç savaşa dönüştü. Bu, Lübnan’ın mezhepçi politik yapısını ve dolayısıyla Maruni burjuvazinin ayrıcalıklarım savunan, faşist, İsrail-ABD yandaşı Falanjist ve Hristiyan gericiliğiyle; mezhepçi politik sisteme karşı laik ve demokratik bir Lübnan’ı savunan, geniş Arap ulusalcısı, demokratik, antiemperyalist iki cephenin savaşıydı. Bu bir Müslüman-Hristiyan savaşı değildi. Ulusal Hareket içinde Hristiyan halk kesimleri de bulunduğu gibi, Dürzi nüfus da neredeyse tamamen Ulusal Hareket cephesindeydi. Falanjistler, savaşı gerici Hristiyan-Müslüman ekseninde tutmaya çalışırken, Lübnan Ulusal Hareketi ve Filistin Direnişi, savaşı mezhepçi düzen karşıtı ve antiemperyalist bir savaşa dönüştürdüler.

Bu iki cephenin savaşı, Falanjistlerle Lübnan Ulusal Hareketi (+Filistinliler) savaşında somutlaşıyordu. 1976’da Ulusal Harekete bağlı güçler Falanjistlere karşı belirleyici bir hücuma kalkmışken, Suriye, İsrail’in de onayıyla ülkeyi işgal etti. Suriye’nin birinci önceliği devrimci gelişmeyi bastırmaktı. Ulusal Hareketin mevzileri düşürüldü. Lübnan Ulusal Hareketi kendisini iki ateş arasında buldu ve duraksadı. Böylece giderek iç savaşın başlangıçtaki faşist-demokrat, emperyalizm-İsrail işbirlikçisi/antiemperyalist saflaşması bozulmaya uğradı.

İsrail’in 1978 ve 1982 işgalleri, Filistinli ve Lübnanlı direniş güçlerine ağır darbeler vurdu. Ama güçlü bir ulusal direnişin de gelişmesine neden oldu. 1982 yılında Hristiyan Falanjistlerin işgalci İsrail ordusu ile birlikte gerçekleştirdiği, çoğu Filistinli binden fazla mültecinin katledildiği Sabra ve Şatilla katliamı, belleklerde hala bütün canlılığıyla yerini koruyor.

Ulusal Hareket’in yenilgisi ve devrimin bastırılması, iç savaşın giderek yön değiştirmesine ve mezhepler, güç grupları arasında çıkar kavgasına dönüşmesine neden oldu. Bir yandan da İsrail’e karşı işgal karşıtı direniş sürüyordu. Suriye yanlısı Sünni İslami Birlik Hareketi ile Alevi kökenli Arap Demokratik Partisi’nin silahlı kanadı Arap Kızıl Şövalyeleri arasındaki çatışmalarda da 100’ den fazla insan ölmüştü. 1983 yılında FKÖ, Arafat yanlıları ile Arafat karşıtı Filistin Ulusal Selamet Cephesi arasında bölündü ve bu iki grup arasında şiddetli bir kavga patlak verdi. Yine aynı yıl Şii Emel Örgütü, Sabra, Şatilla, Bovij-El-Baranyeh mülteci kamplarındaki FKÖ gerillalarına karşı saldırıya geçti. Emel-FKÖ çatışmasından sonra bu kez Emel, Lübnan Komünist Partisi’ne hücum etti. LKP’nin merkez komite üyelerinin bir bölümü kaçırılarak öldürüldü. 1986’da Emel’ in Filistin mülteci kamplarına uyguladığı gıda ve ilaç ambargosu korkunç trajedilere neden oldu. 1988’de Emel-Hizbullah çatışması patlak verdi. Emperyalizm ve gericiliğin etkisiyle ortaya çıkan bu gruplar arası çarpışmalar 1989’a kadar sürdü.

Hizbullah, yukarıda özetlenen koşulların içinde 1982’de doğdu ve 1985’te varlığını ilan etti. 1985’teki ilk Genel Kurulda*** belli başlı üç amaç tespit edilmişti.

a) İsrail işgali sona erinceye kadar direniş,

b) Batılı emperyalist güçlerin Lübnan’dan kovulması için “elinden geleni” yapmak,

c) İslami bir sistem kurarak Lübnan halkı arasında eşitliği ve adaleti sağlamak. Sonraki yıllarda daha da pekiştirilen iki temel ilke bu ilk genel kurulda belirlendi.

1- Hiçbir biçimde iç savaşın tarafı olunmayacak, bütün dikkatler ve kuvvetler işgalcilerle mücadeleye yöneltilecek.****

2- Mezhepçi ve dini ayrıma dayalı yapının ilgası, herkesi eşitleyen vatandaşlık esasının kabul edilmesi.***** “Hesaplar vatandaşlık esası üzerine yapıldığında hiçbir sorun kalmayacaktır. Çünkü vatandaşlık zemini herkes için geçerli olacaktır. Burada aslolan ülke menfaatinin dinsel grupların kendilerine tahsis edilen kotalara kurban edilerek ziyan edilmesinin önüne geçmektir.”(8)

Görülüyor ki, Hizbullah, Şah’ın devrilmesiyle kurulan İran İslam Cumhuriyeti’nden ideolojik ve politik güç alan, iç savaş ve İsrail işgali karşısında bölünmüş ve onulmaz acılar çeken Lübnan halkının bütün dikkatini iç savaşı sona erdirmek ve işgalcileri kovmaya yönelten, asıl olarak Lübnan’ın en yoksulları arasında örgütlenen ve taraftar bulan, İsrail ve emperyalist işgal karşısında nesnel olarak antiemperyalist bir tutum alan, sınırlı kimi antiemperyalist hedefleri program edinmiş politik İslamcı bir partidir.

Hizbullah Nasıl Güçlendi?

1979’ da Şah rejiminin yıkılmasıyla ABD karşıtı politik İslam, İran’ da iktidar olmuştu. Anti- komünizm temelinde ABD işbirlikçisi haline dönüştürülmüş politik İslamın hakim pozisyonu bakımından bu bir dönüm noktasıydı. Antikomünist karakter değişmemiş, fakat ABD karşıtlığı politik İslami harekette belirleyici ikinci çizgi haline gelmişti. Politik İslam bakımından bu yalnızca Şii mezhebinde değil, emperyalizm ve Siyonizmin saldırılarına maruz kalmış bütün İslam coğrafyasında derin bir etki yarattı. Güneybatı Asya (Ortadoğu) coğrafyası bakımından bu çok daha belirleyici bir etkiydi.

Irak’ta bağımsızlık mücadelelerinin ardından iktidarı ele geçiren burjuva milliyetçiler Irak ezilenlerinin toplumsal sorunlarını çözmede ilerleme sağlayamamış, nüfusun çoğunluğunu ve aynı zamanda Irak’ın en yoksullarını oluşturan Şiiler, devlet yönetiminden de uzak tutulmuştu.

Lübnan Şiileri’nin de durumu farklı değildi. Onlar da Lübnan’ın en büyük grubunu oluşturuyordu. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Lübnan’da da Şiiler toplumun en yoksul kesimiydi. Şiiler, siyasal ve sosyal alanda ikinci sınıf muamelesine tabi tutuluyorlardı. Filistin sorunu ise bütün bölge coğrafyasını en derinden etkilemeye devam ediyordu. 1948’den sonra 1967 işgali ile topraklarını olabildiğince genişleten, milyonlarca Filistinlinin mülteci konumuna düşmesine neden olan İsrail saldırganlığı bölge ezilenlerinde İsrail ve onu destekleyenlere karşı büyük bir öfke birikimine neden oluyor, buna karşı Filistin direnişi ezilenlere umut ve cesaret veriyordu. İsrail işgali sonrası Ürdün’e sığınan yüzbinlerce Filistinli, burada Suriye ve Ürdün birliklerinin saldırıları sonucu ağır kayıplara uğratılmış, Filistinliler Lübnan’a sığınmak zorunda kalmıştı. İsrail, Filistinlileri orda da barındırmamak için Lübnan’ı işgal etmiş ve Filistinlilerin birçoğu katliamlar ve ambargolar sonucu ordan da sürülmüştü. Filistin direnişinin liderliğini yapan FKÖ’nün Lübnan’dan çıkmayı kabul etmesi, daha sonra İsrail’le varılan anlaşmaların Filistin sorununun çözümünde yığınları ferahlatacak bir gelişmeye neden olmaması, İsrail’e karşı mücadelede yeni arayışları gündeme getirmişti. Genel olarak Arap coğrafyasında emperyalizme karşı mücadele sonrasında bağımsızlık elde edilen devletlerde iktidarı ele geçiren burjuva milliyetçiler, ezilen yoksul milyonlar için bir gelecek vaat etmekten uzaktı. Sosyalist yahut komünist olarak tanımlanan partiler de burjuva milliyetçilikten kendilerini ayrıştırmamış, yeni bir gelecek için işçi ve emekçileri harekete geçirmek yeteneğinden yoksun kalmışlardı. İran, Irak ve gerekse de Lübnan’da sosyalist ve komünist olarak adlandırılan politik akımlar başlangıçta yoksulların, ezilenlerin öncelikli tercihleri iken, bu durum giderek değişmeye başlamıştı. Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinde de benzer bir durum yaşanmaktaydı. Burjuva milliyetçiliğin çıkmazı ve burjuva milliyetçilerle bir çok yerde stratejik işbirliğine varan ilişkiler bir yana, SSCB’nin dağılması, ezilenlerin kurtuluşu için yeni bir topluma ulaşma ümidinin başarısızlığı olarak kitle bilincine yansıyordu. Aynı süreç içinde artan emperyalist-Siyonist saldırganlık ve kapitalist barbarlık, kitlelerin politik eğiliminde politik İslamın etkinliğini büyütüyordu. İran politik İslami devriminden****** sonra çok daha belirgin biçimde politik İslam iki kutba ayrışmıştı: Emperyalizmle işbirliğini sürdürenler ve bu yolda derinleşenler ile emperyalizmin çeşitli politikalarına karşı mücadele edenler. Burjuva milliyetçilikten ve sosyalizmden ümidini kesmiş milyonların ABD emperyalizmine ve Siyonist İsrail’e karşı etkin mücadele eden politik İslamın bu kutbunun ideolojik etkisi altına girmesinde şaşılacak bir yan yoktur.

Bu ideolojik atmosfer altında, neden bir başka İslamcı grubun değil de Lübnan’da Hizbullah ya da örneğin Filistin’de HAMAS’ın kitlelerin desteğini aldığı sorusu yanıtlanmaya muhtaçtır.

Lübnan’da Hizbullah ekseninde politik İslamın giderek egemen ideolojik akım haline gelmesinde yukarıdaki gerçekler bir yana, asıl belirleyici olan, onun politik pratik duruşudur. Hizbullah, Lübnan somutunda iki temel sorun konusunda doğru tutum belirleyerek diğerlerinden ayrışmıştır. Birincisi; yaşanmakta olan iç savaşa karşı “iç çatışmaya hayır, her şey ve herkes İsrail’e karşı direniş için” demiştir. İkincisi; dinsel mezhepsel gruplar esas alınarak bölüşülen devlet yönetimi yerine vatandaşlık esasının geçirilmesini savunmuştur. Hizbullah, bu programı, 1976’da yenilen Lübnan Ulusal Hareketi’nden devralmıştır.

Hizbullah nezdinde, başta ABD olmak üzere emperyalizmin askeri ve siyasi desteğiyle İsrail işgaline karşı direniş, politik mücadelenin başat ögesidir. Hizbullah, bu konudaki kararlılığıyla söylemleri konusundaki samimiyetini ortaya koymuştur. Hizbullah’ın düzenlediği birçok etkili feda eylemi ve sistematik askeri saldırılar(9), İsrail işgalinin sona ermesinde birinci derecede rol oynamıştır. Örneğin, 1990’da İsrail işgal hedeflerine 19 saldırı olurken, 1993’te saldırı sayısı 158’e, 1994’de 344’e çıkmıştır. İsrail’e karşı aman verilmeksizin yürütülen bu direniş savaşı sonucunda “yenilmez” sayılan, girdiği her savaşı kazandığı iddia edilen İsrail ordusunun kovulması, doğal olarak Hizbullah’ın kitleler üzerindeki etkisini büyütmesinin, perçinlemesinin temel nedenidir.

Bu etki öyle bir noktaya erişmiştir ki, ideolojik olarak politik İslamla ilgisi bulunmayan ya da farklı dine, mezhebe, ideolojiye mensup olanlar dahi savaşçı olmak için Hizbullah’a başvuruyorlardı. Hizbullah bu talebi dikkate alarak İsrail’le savaşmak isteyen Lübnanlıların siyasal, dinsel, mezhebi aidiyetlerine bakılmaksızın kabul edildiği “Lübnan Direniş Tugayları”nı kurdu. Bu tugaylara katılanların yalnızca yüzde 20’si Şii idi. Geriye kalanların yüzde 38’i Sünni, yüzde 20.5’i Dürzi, yüzde 17’si Hristiyanlardan oluşuyordu. Keza katılımcıların yüzde 60’ı -çoğunluğu üniversite mezunu olmak üzere- lise ve lise üstü eğitim sahibiydi. Tugaylara savaşçı olmak için kayıtlarını yaptıranların yüzde 44’ü daha önce hiçbir siyasal deney yaşamamıştı. Yüzde 7’ye yakını halen bir gruba mensuptu. Diğerleri daha önce başka siyasal gruplar içinde yer almıştı.(10)

Yalnızca bu örnek bile, doğru bir rotaya oturmuş politik mücadele yürüten bir akımın nasıl bir çekim gücü yarattığını yeterince göstermektedir. Bu örnek, aynı zamanda değişik örgütsel biçimlerin belirli şartlar altında kitleleri örgütlemede ne derece önemli olabileceğini de kanıtlamıştır.

Hizbullah’ın örgütsel yapısı ve ilkeleri, onun kitlelerle bağ kurmasını ve bu bağları sıkılaştırmasını kolaylaştırmıştır. “Kendini geliştirme, gereken zamanı ayırma ve üstlendiği görevleri yerine getirme liyakati” olan profesyonel üyelerden oluşmuş direnişi yürüten ve örgütü yöneten bir çekirdek; geniş özerklik yetkileri olan fakat merkeze bağlı yerel örgütler; “katkıları kendi şartları ve katkıları çerçevesinde olacak” muhtelif köy ve semtlerde partiye katılmak isteyenleri kabule hizmet eden yerel üyelik, partiye bağlı ama “görevlilerini seçmede kendi kıstaslarına göre hareket eden”, “en alt durumda da olsa kültürel ve sosyal bilince sahip ve iç güvenliği zedelememek” dışında koşul aranmaksızın herkesin katılabileceği partiye bağlı ama iç esneklikleri olan örgütler; “faaliyet programları kendi meslek veya uzmanlıklarının ilgilerine göre kendileri tarafından belirlenen, partinin genel siyaset ve hedefleriyle uyum içinde olmak dışında partiye bağlı olmayan” sendika, meslek örgütleri vb. dolaylı esnek örgütler ve “kuruluş ve iç sistemleri itibarıyla özel bağımsızlığa sahip dernek, kurum vb”(11) oluşumlar partinin bir yandan güçlü askeri direnişçi yapısını örgütlemeye olanak tanırken, bununla birlikte kitleleri parti ile buluşturmakta, onları şu ya da bu düzeyde sürece katmaya hizmet etmektedir.

Bu örgütsel yapılanmaya yol gösteren temel ilkeler, Hizbullah’ın politik ve ideolojik etkinliğini büyütmeye imkan sağlamıştır. Örgütsel yapı, partiye en uzak alanların dahi parti şemsiyesi altında toplanmasına hizmet edecek biçimde oluşturulmuştur. “Teşkilatlanmada izlenen bu yöntem, partinin hedeflerine inanan birçok toplum kesimini partinin şemsiyesi altında toplamış, bunlar arasındaki makul farklılıklara saygı göstermiştir. İçe kapanarak, diğer grup ve partilere sırt çevirme sorunu yaşanmamıştır. Bunun yanı sıra sempatizan ve destekçilerden daha iyi istifade edilebilmesinin, kitleselleşme ve halkı daha fazla çekmek, mevcut potansiyeli değerlendirmenin yolları”(12) bulunmaya çalışılmıştır.

Üyeler ve sempatizanlar arasında olası herhangi bir ayrıma izin verilmemesi (bu nedenle parti üyelik kartı çıkarılmasına karşı çıkılmıştır), “kadınlarla ilgilenmek ve kadınlara yönelik muhtelif faaliyetler yürütmek üzere kadın kolları kurulması” yolundan kadınlar arasında özel çalışma yapılması da Hizbullah’ın kitlelerle buluşmasında rol oynamıştır.

“Gerçekten Hizbullah’ın başarısı; toplumdaki farklı potansiyelleri toplayıp roller dağıtan, cemaati birbirine bağlayan, cihat meydanında somut bir tecrübe gerçekleştiren, sağlıklı İslami muhtevayı hayata taşıyan faal bir çerçeve veya platform olmasında gizlidir.” Bu onu, “azlıktan çokluğa, izolasyondan toplumla bütünleşmeye doğru” itmiştir. Nuem Qarsam’ın yaptığı bu değerlendirme durumu özetliyor. Burada ana unsur, “cihat meydanındaki somut tecrübe”, yani işgalcilere karşı sürdürülen direniştir. Bu direnişin sonucudur ki, İsrail orduları Mayıs 2000’de Lübnan’ı terk etmişti. Direnişin belirleyici unsur olmasına karşın Hizbullah salt bir direniş örgütü değildir, ya da onların deyimiyle Hizbullah, “Sadece sınırda mücadele veren askeri timlerden ibaret değildir. Bilakis, insanımızın sosyal, siyasal ve kültürel dokusunun bir parçası olmuştur. (…) Hizbullah için artık mezhep ve bölge sınırları da kalkmıştır.”(13)

Sosyal Hizmet Faaliyetlerinin Politik Mücadeledeki Önemi

Direnişle paralel yürütülen sosyal hizmetler, “Direniş üzerindeki yükü büyük ölçüde hafifletmiş, insanların işgal ve saldırıların sonuçlarını daha rahat aşmalarını sağlamıştır. Bu çalışmalar sayesinde oluşan insancıl sosyal yardımlaşma atmosferi direnişe katkıda bulunan halkı sosyal felaketlerden korumuştur.”(14)

Sosyal hizmetlere verilen bu önemin Hizbullah’la halk kitleleri arasındaki bağları güçlendirdiğinden kuşku yok. Yoksulluğun yarattığı yıkım, İsrail işgal ve saldırılarının yol açtığı korkunç felaketler karşısında halk dayanışmasını örgütlemenin halkın manevi çöküşünü engellediği, ona güç ve savaşma cesareti verdiği açıktır. Hizbullah deneyi bu konuda yeterince veri sunuyor. Sosyal hizmetlerdeki çeşitlilik, halkın her türlü sorunu ile yakın ilgi bunu kanıtlıyor.

Örneğin, inşaat ve imar kurumunun üstlendiği ilk iş, İsrail bombardımanı ardından yıkılan binaların onarılması ya da yeniden yapılmasıdır. Aynı kurum, 1987 yılında yaşanan sel felaketinin yol açtığı zararları gidermiştir. 1991’deki İsrail saldırıları ardından yenilenmeyen ev kalmamıştır.

Yarım milyondan fazla insanın yaşadığı Güney Banliyösü’nün çöp transferini de Hizbullah üstlenmiştir. Günlük ortalama 65 ton çöp transfer edilmektedir. Yine bu banliyöde içme suyu ulaşmayan yerlere bu hizmeti Hizbullah karşılamaktadır. 15 bin ailenin temiz su ihtiyacı temin edilmektedir. Bu hizmetler herhangi bir ücrete tabi değildir.

Sağlık ve eğitime dair hizmetler de verilmektedir. Örneğin; İslami sağlık merkezine bağlı 9 sağlık merkezi, 16 sabit poliklinik ve 3 seyyar poliklinik vardır. Seyyar poliklinikler düzenli olarak köylere sağlık hizmeti götürmektedir. Genel aşı kampanyaları, sigara ve uyuşturucuya karşı bilgilendirme, köylerde ücretsiz ilaç dağıtımı yoksullara yönelik diğer sağlık hizmetleridir. Binlerce öğrencinin (1998’de 17 bin) eğitim giderleri karşılanmakta, binlerce öğrenciye (1998-6500) aylık burs yardımı yapılmakta, yine binlercesinin kitap-defter vb. kırtasiye ihtiyaçları karşılanmaktadır.

Hizbullah, bakıma muhtaç olan yoksullara da yardım ulaştırmaktadır. Binlerce aile (1998-4000) yardım almaktadır. Ev, gıda, eğitim gibi yardımların yanı sıra engelli çocuklar için 3 rehabilitasyon merkezi açılmıştır.

Gazilere ve şehit yakınlarına yönelik özel bir ilgi olduğu söylenebilir. 2307’ si direnişte, diğerleri savaş sırasında yaralanan ve sakat kalan siviller olmak üzere 3000’i aşkın gaziye aylık dağıtılıyor, tedavi masrafları karşılanıyor, sakat kalanlara mesleki eğitim veriliyor, eğitim ve rehabilitasyon ihtiyaçları gideriliyor. Dul, yetim ve ebeveynlerden oluşan bini aşkın şehit yakınına yardım yapılmakta, şehit çocuklarının giyim, eğitim, sağlık vb. ihtiyaçları karşılanmakta, ailelere mesken temin edilmektedir. Ayrıca şehit ailelerine hizmet veren bir hastane ve eğitim kompleksi vardır.(15)

Kimileri, Hizbullah’ın başarısını, yürüttüğü bu sosyal hizmetlere bağlıyor. Bu tip hizmetlerin günümüz koşullarında büyük önemi var. Bu yalnızca işgal altındaki bir ülkede değil, yoksulluk ve sefaletin halkın günlük hayatını perişan ettiği her yerde geçerlidir. Özellikle emperyalizme bağımlı yeni sömürge ülkelerde emperyalist küreselleşmenin bir sonucu olarak devletin toplumsal faydalı işlerden giderek daha fazla elini çekmesi, bu hizmetlerin sermayedarlar için yeni kar alanlarına dönüştürülmesi, yoksullar için dünden çok daha ağır çöküntüye varan sosyal sorunlar yaratmaktadır. Bu koşullar altında halkı perişan eden güncel sosyal sorunlara dair bazı kısmi çözümler için harekete geçmek, toplumsal dayanışma ile bu sorunların hafifletilmesine ön ayak olmak, bu çerçevede örgütler oluşturmak, burjuva devletin çekildiği toplumsal faydalı işleri halk dayanışması yoluyla bir ölçüde de olsa üstlenmek başlı başına önemli bir konudur. Fakat bu can yakıcı önem, salt bu işlerle meşgul olarak halkın örgütlenebileceği gibi bir yanılgıya neden olmamalıdır. Hizbullah’ın başarısı, bütün bu sosyal hizmetleri politik mücadele hedefleri bağıntısı içinde ele almasından gelmektedir. Doğru olan da budur. Aksi takdirde emperyalist burjuva ideologlarının tam da istediği gibi, devletin çekildiği alanlarda yoksulluğa ve sefalete mahkum edilenlere yardım örgütleyen, bu yoldan toplumsal patlama potansiyelinin açığa vurmasını engelleyen “sosyal gruplar” haline gelmek kaçınılmaz olur.

Sosyal hizmetler ancak devrimci mücadelenin devrimin bir unsuru olarak ele alındığında devrimci amaçlara hizmet edebilir. Tersi de geçerlidir elbette. Sosyal hizmetlere yönelik bir çaba içine girilmediğinde, kitle bağları daha zayıf ve güçsüz olacaktır. Günümüz koşullarında devrimci mücadele, bu mücadeleyi sürdürürken halkın can yakıcı sosyal sorunlarına sahip çıkmayı, bu amaçla halk arasında dayanışmayı örmeyi, halkın manevi çöküntüsünü engelleyecek kültürel, eğitsel, sosyal önlemler almayı zorunlu kılmaktadır. Bunun halk yığınlarının, sisteme muhalif olma adına, birbirinden kopuk, kendi içine kapanmış, sisteme yönelik direniş ve örgütlenmeden uzak otonom-anarşist birliklerle ilgisi yoktur. Umudu ayakta tutan sosyal hizmetler değil; düzene, rejime ya da işgale karşı direniştir. Sosyal hizmetler bu direniş içinde, bu direnişi güçlendiren, bu direnişle birlikte halkla devrimin kaynaşmasına hizmet edebilir.

Dipnotlar

1- 34 gün süren bu saldırıda 60 bin ev yıkıldı. 1 milyonun üzerinde Lübnanlı mülteci haline getirildi. Üçte biri 12 yaşın altında olmak üzere yüzlerce cana mal oldu. (Hizbullah-İşgalcilerin Korkusu, Ortadoğu’nun Yeni Ordusu, Birey Yayıncılık, s. 97)

2- age. s. 123

3- Hizbullah-Bir Hareketin Anlatılmamış Öyküsü, Naem Qassam, Kesit Yayınları, s. 263. N. Qassam, Nasrallah’ın sağ kolu ve Hizbullah’ın ikinci adamı olarak biliniyor. Doğaldır ki, bu kitap, Hizbullah’ın resmi tarih kitabı ve resmi tezlerin anlatımı sayılabilir.

4- “Her halükarda son söz Velayet-i Fakih’in olup, onun kararı (kendisine biat eden) bütün Müslümanlar için bağlayıcıdır.” Age. s. 66 (Velayet-i Fakih, Bilgin’in önderliği anlamına gelir.)

5- İç savaş 1975’te başladı. Suriye ordusu, ulusalcı güçlere karşı 14 aydır savaşan Hristiyan gericilerin çağrısı üzerine 1976’da Lübnan’a girdi. (El Fetih ve HAMAS, Yıldırım Boran, s. 216, Mep Kitap)

6- Hizbullah-Bir Hareketin Anlatılmamış Öyküsü, s. 262

7- age. s. 266

8- age. s. 262

9- ABD Beyrut Büyükelçiliği’ne ve yine aynı yıl (1983) ABD Deniz Piyadeleri’ne bombalı kamyonla saldırı ilk etkili eylemleri arasındaydı. (Hizbullah ve HAMAS, Murat Erdin, Sarmal Yayınları s. 47-48)

10- age. s. 154

11- age. s. 68-69

12- age. s. 70

13- age. s. 289

14- age. s. 97

15- age. s. 94, 95, 96

*Oranlar yaklaşık olarak verilmiştir. (Hizbullah-İşgalcilerin Korkusu, Ortadoğu’nun Yeni Ordusu)

** Suriye ve Suudi Arabistan’ın gözetiminde ABD himayesinde varılan anlaşma. Belge daha sonra ülkenin sözleşmesi ve Anayasası olarak kabul edildi. (Hizbullah- Bir Hareketin Anlatılmamış Öyküsü)

*** Başlangıçta yılda bir toplanan Genel Kurul, daha sonra iki yıl, ardından da üç yılda bir toplandı. Genel Kurul’da 9 kişilik -sonra 7- yönetici, bu yöneticiler de kendi aralarında genel sekreteri seçiyor.

**** Hizbullah gerçekten de iç savaşın (Müslümanlar arasında) dışında kalmayı başarmış. Bunun tek istisnası, kısa süren Emel’le olan çatışmadır. Ki bu da Hizbullah’ı silahsızlandırmaya yönelik girişime verilen tepkidir.

***** Bu konu özellikle Taif Anlaşması’ndan sonra dile getirilmiştir.

****** Böyle başlamasa da devrim süreç içinde belirli bir aşamadan sonra politik İslami bir nitelik kazandı.

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi