Günümüzde ulusal sorun, ülkemiz ve dünya devrimci hareketi içinde bir kafa karışıklığı içinde tartışılmaktadır. Bu kafa karışıklığında, bazı burjuva ulusal kurtuluş hareketlerinin emperyalist saldırılara yedeklenmesinin ya da geçen 15 yıllık dönemde şovenist milliyetçi savaşlar yaşanmasının rolü olsa da, asıl etken, sorunun kapsamının değişmesidir. Ki, bu değişiklik şu temel olgu tarafından belirlenmiştir: 20. yüzyıl boyunca, proleter devrimlerin ve açtıkları yoldan çığ gibi yayılan ulusal kurtuluşçu devrimlerin, emperyalist sömürgeci sistemi yıkması!
Emperyalist sömürgeciliğin yıkılışıyla, bu kez de “çok uluslu” yeni sömürgelerde ezilen/sömürge ulusların kurtuluş hareketleri ile Latin Amerika’da yerlilerin hareketleri öne çıktı. Değişik ülkelerde ve bölgelerde politik mücadele gündemine girdiler. Öte yandan ABD emperyalistlerinin 2000’li yıllarda yeniden yoğunlaştırdı yoğunlaştırdığı işgaller, Afganistan, Irak vb. gibi örneklerde bağımsızlık için de mücadeleyi gündeme getirmektedir.
Şovenist Demagoji Ve Nihilist Yanılgı
Ulus, kapitalizmin şafağında ortaya çıktı. Uluslar aynı dili konuşan, belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, ortak ruhi şekillenme birliğine sahip, iktisadi yaşantı birliği içerisinde olan, tarihsel olarak oluşmuş istikrarlı insan topluluklarıdır. Irkçı milliyetçiler, ait oldukları ulusu “kavimsel”, “etnik”, başlangıcından beri ulus olarak nitelemek ve sonsuza değin ulus olarak yaşatmak anlayışını benimserler. Bütün şoven milliyetçilerin, ulusunu sonsuza değin yaşatmak söylemi, burjuvazinin sınıf egemenliğini sonsuza değin yaşatma çıkarının ideolojisidir. Bu söylem, burjuvazinin işçiler ve emekçiler üzerindeki iktidarını yaşatmak için halkı arkasına bağlama işlevini oynar. Başka halkları ezmek ve sömürmek için de, rakip burjuvaziye karşı savaşta da, burjuvazi “kendi” ulusundan halkı arkasına toplamak için de bu söylemi kullanır.
Irkçı ve şoven milliyetçilik, ait olduğu ulusun, ırksal ve uygarlık bakımından üstün olduğunu ileri sürer, diğer halkların ya aşağı ırklara mensup olduklarını ya da uygarlaşmamış olduklarını ileri sürer. Sömürgeci boyunduruğu, üstün ırk ve ulusların yönetme hakkına, uygarlık götürme işlevine dayandırır.
Oysa sermaye ve burjuvazi, yalnızca iç pazarda işçi sınıfını ve emekçileri sömürmekle yetinmez, biriken sermayeyi ve metaları dünya pazarına sürer, diğer uluslardan halkları da sömürür. Diğer halkları sömürgeci boyunduruk altına almak, burjuvazi için yüksek karları güvencelemek, rakiplerine karşı pazarı, hammadde ' kaynaklarını tekeline alarak avantajlı hale gelmektir. Irkçı üstünlük, “uygarlık” götürmek, “barış” sözleri; bu sömürücü amaç uğruna askeri saldırıya “kendi” halkını seferber etmenin aracıdırlar yalnızca.
Uluslar, tarihin belirli bir aşamasında, kapitalizmin şafağında ortaya çıkarlar, ezelden beri var olmadıkları gibi, tarihin ileri bir aşamasında, sınıflar ortadan kalktıktan sonra, sönerek ortadan kalkarlar.
Ulusal hareketler de, kapitalizmin yükseliş döneminde ve yerlerde gelişirler. Ancak, kapitalist gelişme ilerledikçe, işçi sınıfının enternasyonal birliği/kaynaşmasının da maddi temelini geliştirir. Milliyetçiliğin ayakları altındaki toprak kayar.
Öte yandan şovenist milliyetçiliğe ve ulusal dar görüşlülüğe karşı haklı tepkiden hareketle, ulusu, nesnel toplumsal bir olgu olarak değil de, milliyetçiliğin geliştirdiği bir olgu olarak gören bir görüş ortaya çıkıyor. Güncel milliyetçi çatışmalara haklı tepki artıkça, ama daha önemlisi emperyalist küreselleşme koşularında bu türden görüşlerin sol hareket içinde yaygınlaşması olasıdır.
“Uluslar olduğu için ulusçular değil; ulusçular olduğu için uluslar vardır. Ulusları ulusçular yaratır.”(1)
Bu subjektivist tanım, ulusal mücadelenin tarihsel ve güncel rolünü değerlendirmek açısından yapılmakta ve sözüm ona sosyalist stratejide güncelde nasıl tavır alınmasını açıklığa kavuşturmanın teorik başlangıcı olmaktadır. Ulusu milliyetçilerin yarattığı görüş başka bir ifadeyle de izah edilmektedir: "Ulusçuluk, politik olan ile ulusal olanın çakışmasını savunmaktır.” (2 )
Kısaca söylenen şu; ulusçular, politik olanla/devletle ulusal olanı çakıştıran bakış açısına sahip oldukları için, kurulan ulusal devletler, tarihsel olarak başlangıçta ilerici rol oynasalar da, kaçınılmaz olarak gerici rol oynadılar. Sosyalizm adına gerçekleşen devrimler de, politik olanı (devlet kurma hakkını) ulusa göre tanımladıktan için gerici bir ulusçuluğu güçlendirdiler.(3)
Sözde ulusçu olmayan bu subjektivist görüşe göre; burjuva demokratik devrimlerin başlangıcında dile, kültüre vb. göre tanımlanmayan, ulusu da din gibi kişisel bir aidiyet olarak ele alan, demokratik ulus tanımım, yeniden geçici bir çözüm olarak önermek gerekir.
Bu geçici demokratik cumhuriyet çözümü aracılığıyla dil, din, ulusal farklılıkların tümüyle kişisel alana ait olduğu dünya demokratik cumhuriyetine ve işçilerin evrensel birliğine gidilmelidir.
Ulusların Özgürlüğü Niçin Devrimci Rol Oynadı
Proleter sosyalist hareket, Marks ve Engels'in dilinden, emperyalizm öncesi dönemde, feodal gerici imparatorluklara darbe indiren, feodalizmin ekonomik-politik egemenliğine son veren ulus-devletleri amaç edinmiş mücadeleleri, burjuva demokratik nitelikte gördü ve destekledi.
Elbette ulus-devlete yol açan, pazarına hakim olmak isteyen çıkarlarıyla burjuvaziydi. Burjuvazi, yedeğine aldığı köylülere özgürlük ve toprak, işçiler dahil halka yurttaşlık bağıyla demokratik haklar vaadini, onların mücadelelerini iktidarının manivelası yapmak için verdi. Halkın mücadelesi ne denli radikal olduysa bu vaatler o denli gerçekleşebildi.
1789 burjuva devriminde, demokratik dönüşümleri en köklü tarzda gerçekleştiren Jakobenler, küçük burjuvazinin temsilcisiydiler. Ancak, burjuvazi emekçi sınıfların mücadelesinin iktidarı için yaratacağı tehlikeyi gördükçe, “halka bir din gerekir” diyerek dine sarıldığı gibi, şoven bir milliyetçiliği alabildiğine yüceltti ve geliştirdi. Halkı ulusalcılıkla zehirleyen, burjuvazinin çıkarları ve iktidarını koruma ihtiyacıydı.
Esasen, burjuva cumhuriyeti, başlangıçta demokratik devrimci rol oynadığında bile, azınlık halklar için, iddia edilenin aksine, demokratik değildi. Yurttaşlık bağıyla bağlı ulus tanımının yapıldığı Fransız Devrimi'nde, diğer tüm demokratik dönüşümlere karşın, Fransızca'yı tek resmi dil ilan ederek, Bröton'ları, Bask'ları ulusal özgürlükten ve dillerini geliştirme haklarından yoksun bıraktı. Yurttaşlık bağıyla ulus tanımı, diğer halkları zorla/rızası hilafına, Fransızlaştırmanın aracıydı. Çünkü, 'yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkes Fransız'dı.
Fransız ulusunun bir parçasıydı. Kısacası, milliyetçi liderler var olduğu için ulus var değildi. Ekonomik bakımdan kapitalizm ve kapitalist mülk sahibi burjuvazi var olduğu için milliyetçiler de vardı. Ulus oluştuğu için milliyetçilik de oluştu.
Emperyalizm döneminde kapitalizm bir dünya ekonomisi biçimini aldı, sömürgecilik dünya çapında bir olgu haline geldi. Ulusal sorunun kapsamı ve içeriği değişti.
Ulusal sorun, Doğu Avrupa'yla sınırlı bir sorun olmaktan çıkarak dünya çapında bir sorun haline geldi. Emperyalist sömürgeciliğe karşı sömürge ve ezilen ulusların kurtuluşu sorununa dönüştü. Doğu Avrupa'daki ezilen ulusların sorunu da emperyalizme karşı mücadele sorununa bağlandı.
Emperyalist sömürgeciliğe karşı, ezilen ve sömürge ulusların ulusal kaderlerini tayin hakkının devrimci içeriği, bağımsız devletler kurma özgürlüğüydü. Ancak, emperyalist sömürgecilikten kurtuluş mücadelesinin sınıfsal içeriği artık değişmişti. Emperyalist burjuvazi dünya gericiliğinin temel direği haline gelirken, ezilen sömürge uluslarda, kendi pazarına hakim olmak isteyen burjuvazi, kapitalist niteliği işçi köylü devrimi tehlikesinden daha çok korkması nedeniyle, ulusal kurtuluşu kalıcı olarak çözebilme yeteneğini yitirdi. Siyasal bağımsızlık mücadelesine ulusal burjuva gruplar katılsa da, kapitalist niteliği nedeniyle yeniden emperyalist kapitalist dünya sistemiyle bağlanma yoluna girdiler. Daha mücadele içindeyken ulusal kurtuluş devrimcilerini reformla sona erdirme uzlaşıcılığına girdi.
Birinci emperyalist paylaşım savaşı sonucunda Balkanlar'da ve Polonya'da, burjuvaziler, siyasi bakımdan ulusal devletler kurmalarına rağmen, emperyalist sisteme bağımlı hale geldiler. “Kendi” ulusal azınlıkları ve ezilen ulusları üzerinde gerici ulusal baskı uyguladılar. 19. yüzyıl boyunca İspanyol sömürgecilerini kovan Latin Amerika ülkelerinde burjuva devletler, İngiliz kapitalizmine bağımlı hale geldiler. Güneydoğu Asya'da Japon faşist sömürgeciliğine karşı ulusal kurtuluş mücadelesine katılan burjuvaziler, siyasal bakımdan bağımsız devletler kursalar da, emperyalist sisteme ekonomik-toplumsal bakımdan bağımlı hale geldiler. Bu ve benzeri pratikler, aynı zamanda burjuva kurtuluş mücadelesinin, sağlayacağı çözümün emperyalist bağımlılığı ekonomik-toplumsal bakımdan tasfiye edemeyeceğinin kanıtıydı. Emperyalist sömürgeciliğe karşı mücadelenin içeriğinin değiştiği, ancak işçi ve köylülerin devriminin emperyalist sömürgecilikten kalıcı bir kurtuluşu getirebileceğinin kanıtıydı.
Küçük burjuvazi, bu dönemde özellikle 2. emperyalist paylaşım savaşından sonraki pratiklerde yaşandığı gibi, çok sayıda ulusal kurtuluş devrimine önderlik etti, devrimci bir rol oynadı. Onun ulusal kurtuluştaki rolü devrimci ve radikaldi. Sosyalizmin, proletaryanın sosyalizm için mücadelesinin güçlü etkisi, küçük burjuvazinin ulusal devrimci rolünü köktenci tarzda oynamasının başlıca diğer bir etkeni oldu. Küçük burjuva ulusal kurtuluşçular, kendilerini sosyalizmin temsilcisi olarak sundukları ölçüde de proletaryanın toplumsal devrim için bağımsız örgütlülük ve mücadelesini engelleyici oldular.
Ekim Devrimi'nde, Doğu Avrupa ve Balkanlardaki antifaşist devrimlerde ve diğer yerlerde komünistler, ulusal kurtuluş sorununu çözdüler veya doğrudan önderlik ederek kalıcı bir çözüme kavuşturdular. Ekim Devrimi'nde, Bolşeviklerin, uluslara özgürlüğü gerçekleştiren ve ileri doğru ulusal devleti aşmanın biçimi olarak gönüllü birliğe dayanan sovyet cumhuriyetlerinin federatif birliği, ulusal özgürlüğün kalıcı hale gelmesi, emperyalist kapitalizmden kalıcı bir kopuşun gerçekleşmesiydi. Faşist emperyalistlerin sömürgeci işgaline karşı mücadeleye Doğu Avrupa'da, Balkanlar'da komünistlerin önderliği, ulusal kurtuluşu kalıcı hale getirebildi.
Proleter devrime bağlanan ulusal kurtuluşçu devrimler burjuva, küçük burjuva ulusal kurtuluştan farklı olarak, ulusal özgürlüğü emperyalizmden kesin ve kalıcı bir kopuşa ulaştıran tarihsel bir rol oynadılar.
Sosyalizm: Ulusal Devletin Aşılması Süreci
Sovyetler Birliği (SB) deneyi, iki şeyi kanıtladı: Komünistlerin önderliğinde proletarya devrimi sömürge ezilen ulusların özgürlüğünü gerçekleştirdiği gibi, özgür ulusların gönüllü birliği temelinde ulusal devletin aşılması sürecini başlatan, tarihsel biricik devrimidir.
Biçimi sovyetik federasyon olan birlik; özgür ulusların -ayrılma hakkını koruyarak tarihsel eşitsizliklerini giderme görevini önüne koydu. Bu çözüm ve sosyalizmi çok sayıda ulustan proletaryanın birlikte inşa etmesi yolu; büyük çaplı ekonomi aracılığıyla hızlı gelişme olanağını değerlendirmek; emperyalist saldırı ve kuşatmaya karşı ortak askeri güç oluşturmak ve bu yoldan proletaryanın enternasyonalist tek bir devlette birliğini gerçekleştirmek/pekiştirmek amacım güden, ulusal devleti aşma sürecini başlatan tarihsel bir deneyimdi.
Proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm döneminde ulusal sorunun içeriği; tarihten kalan ekonomik-politik-kültürel eşitsizliği gidermektir. Bu görevler, sosyalizmin inşasına bağlanmış bir tarzda ve gelişkin proletaryanın enternasyonalist yardımıyla gerçekleştirilebilir. Sorunun ekonomik görevi bu yolla gerçekleştirilse de, bu yeterli değildir.
Politik ve kültürel eşitsizlikler ancak ulusal özgürlük formu içinde giderilebilir, proletaryanın siyasi birliği bu olmaksızın geliştirilemez, pekiştirilemez. Sosyalist cumhuriyetlerin federatif birliği, toprak temelinde ulusal özgürlüğün korunduğu gönüllü birliğidir. Bu, eski ezilen-sömürge uluslar ve ulusal toplulukların ulusal adalet duygulanın karşılamakla kalmamıştır. Federatif cumhuriyetler, özerk cumhuriyetler, yerel özerk bölgeler, bütün dillerin resmi dil olarak kullanılabilmesi, eski ezilen-sömürge ulusların yönetsel ve kültürel gelişmelerinin aracı olmuştur.
Sosyalist federatif birlik, ekonomik alanda, gelişkin eski ezen ulus proletaryasının karşılıksız ekonomik yardımını seferber ederek, eski ezilen-sömürge ulusların ekonomik eşitsizlik makasını daraltmış, daha hızlı ekonomik gelişme sağlamıştır.
Federatif sosyalist birlik, askeri açıdan iç savaş ve antifaşist savaş döneminde kanıtlandığı gibi, emperyalist askeri saldırıya karşı halkları birleştirmeyi başarmıştır.
Federatif sosyalist birlik, bir yanıyla ulusal özgürlüğün korunması, diğer yanıyla ulusal bağımsızlığın sosyalist amaç doğrultusunda belirli bir düzeyde sınırlanmasıydı. Bu deneyim, değindiğimiz sonuçları üretti.
Peki, bu biçimle, ulus-toprak temelinde ulusal özgürlük korunarak değil de, ulusun yalnızca kişisel alana ait bir özellik ilan edildiği, “üniter” demokratik veya sosyalist cumhuriyetle sürece başlamaydı, sonuçlar nasıl olurdu? Ulusun nesnel geçici tarihsel bir dönemin ürünü olduğunu yadsıyan görüşün bu önermesi ve halkların bu yolla kaynaşacağı iddiası, iddiası açısından spekülatif ve subjektivisttir. Hiçbir tarihsel pratiğe dayanmamaktadır.
Hatta, tarihsel pratik tersini kanıtlamaktadır. Şubat devrimiyle Çarlığın, Ekim devrimiyle Rus burjuvazisinin boyunduruğundan kurtulan ezilen sömürge ulusların halkları, ulusal özlemleri karşılanmasaydı, milliyetçi burjuvalarının arkasından giderlerdi. Nitekim, Polonya halkı, henüz SB kurulmadan, İngilizlerle işbirliğindeki milliyetçi burjuvazisinin arkasından gitmedi mi? Ya da SB'nin kurulması sürecine girerken Fin halkı, Fin burjuvazisinin arkasından giderek ayrı bir devlet olarak örgütlendiyse, ulusal sorunun halkın duyguları üzerindeki etkisinin sanılandan -enternasyonalist birlik savunanların sandığından daha çok etkili olduğunu gösterir. Nesnel toplumsal temeli olmayan bir sorun bu denli etkili olabilir mi?
SB'de Bolşeviklerin çözümü, Orta Asya Türk halklarının ulusal özlemlerini karşılamasaydı, bu halkların, Enver Paşa'nın gericiliği arkasına bağlanma yoluna gitmiş olacakları açık değil mi?
Kafkasya'da, Menşevik milliyetçiler öncülüğünde kurulan İngiliz emperyalistlerine bağımlı sözde bağımsız ulus devletler Kızılordu tarafından yıkılırken, Kafkas halklarının ulusal özlemleri -Bolşeviklerin yaptığının tersine karşılanmamış olsaydı, bu milliyetçi güçlere karşı zafer kazanılabilir miydi?
Ulusal soruna çözüm 1922'de Bolşeviklerce yetiden tartışılırken, program maddesi bölgesel özerklik -ki bu da toprak temelinde uluslara göre politik yapılanmanın bir biçimiydi- değiştirilerek, yerine sosyalist cumhuriyetlerin federatif birliğini benimsendi. Değişikliğin başta gelen nedeni, ulusal sorunun halkın duyguları üzerindeki etkisinin önceden sandıklarından daha güçlü olmasıydı. Başka diğer bir nedeni, federasyonun, değişik uluslardan işçileri ve emekçileri birleştirmeye engel olmayacağıydı.
Federasyon yerine, SB'de lafazan enternasyonalistlerin önerdiği gibi, 'vatandaşlık bağıyla bağlı tek bir merkezi demokratik cumhuriyet', diğer ifadeyle demokratik üniter bir devlet kurulsaydı, işçi sınıfı ve emekçileri birleştirebilir ve milliyetçilik belasını tarihin çöplüğüne geri dönmezcesine atabilir miydi? Milliyetçilik belasını -SB'de- tarihin çöplüğüne atmak bir yana, kurulacak olan devlet Fransız burjuvazisinin yaptığının bir benzeri olur, halkları ancak “zor” kullanarak bir arada tutabilir, sosyalist amaç doğrultusunda kaynaştıramazdı.
Böylesi bir çözüm, ya sosyalizm sosuna batırılmış gerçekte Rus merkezi “üniter” devleti olurdu, ya da en azından eski ezilen-sömürge ulusların işçi ve emekçilerince öyle algılanırdı. Sonucu; milliyetçi ayrılıkçılığa daha o zamandan elverişli bir zemin doğardı. Daha önce olmasa bile, faşist işgal döneminde Alman faşistlerinin himayesinde milliyetçi ayrılıkçılık güçlüce yaşanırdı.
Faşist işgale karşı, SB'nin halkları, kararlı bir birlik içinde savaşarak zafer kazandılarsa, faşistlerin ayrı cumhuriyetler vaadine kanmadılarsa, diğerlerinin yanı sıra, federatif çözümün sunduğu ulusal özgürlüğün başlıca bir rolü olmuştur. Faşist işgalcilerin kurduğu Ukrayna milliyetçi ordusu ve Türk milliyetçi birliklere çok az insan katılmış, geniş kitleler sosyalist yurt savunmasına katılmışlardır.
Antifaşist devrimlerin büyük zaferinden sonra Çin devriminin zaferinin de gerçekleştiği bu süreçte, ulusların enternasyonalist birliği Balkanlar'da pratik bir sorun olarak gündeme gelmiş, ancak gerçekleştirilememiştir. Sosyalist ulusların Balkan Federasyonunun gerçekleşmesini, esasen, Yugoslav yönetiminin kendisinin egemenliği aracı yapma bakış açısı engelledi. Fakat belirtmek gerekir ki, politik-ekonomik zemin de çok elverişli değildi.
Balkan uluslarının tümü, uzun yüzyıllar sömürgeci boyunduruk yaşamış bir tarihsel geçmişten geliyorlardı. 2. emperyalist paylaşım savaşı öncesi de krallık rejimleri altındaydılar. Savaşta Alman ve İtalyan faşist emperyalistlerinin sömürgeci işgaline uğradılar. Bağımsızlık, bu ulusların tümü için büyük bir özlemdi. Federasyon tartışmasında, ulusal eşitsizlik olasılığı, Balkan Federasyonunu program edinmiş Komintern üyesi partilere mensup bu ulusların yeni yöneticilerinin, bağımsız kalmak isteğinin ağır basmasına yetti. Alttan geniş emekçi kitlelerinin birlik yönünde baskısının olmaması anlaşılır, çünkü bu uluslar, büyük ölçüde köylü uluslardı.
Bütün bu zorluklara rağmen sosyalizme yönelmiş halk demokrasili bu ülkeler, Balkan Federasyonu amacını bir yana bırakmamalı ve koşulları olgunlaştırıp kurmalıydılar. Ancak bu birlik başarılsaydı, yine toprak temelinde ulusal devlet yapılanmasını birlik yönünde sınırlayan federatif biçimde olabilirdi. Merkezi üniter demokratik cumhuriyet, birliği somutta engelleyen Yugoslavya'nın egemenliğinde şovenist -diğer küçük uluslar açısından- bir yapılanma olurdu. Milliyetçi ayrılıkçılığa kaynaklık ederdi.
Federasyonu gerçekleştirememelerine rağmen halk demokrasili iktidarlar, yönetimi altındaki ülkelerde, hak eşitliği temelinde çözümler ürettiler, uygulamaya başladılar. Ulusal azınlıklara dillerini ve kültürlerini, ulusal dilde eğitim dahil, geliştirme özgürlüğünü gerçekleştirdiler. Hatta, diğer Balkan ülkelerine karşı şoven egemenlik önerisinde ısrar eden Tito, Yugoslavya'da federatif birlik projesi uygulamaktan geri durmadı. Eğer daha sonra, Bulgaristan'da Türk ulusal topluluğuna karşı Bulgar şoven baskı geliştiyse ve Türk milliyetçiliği refleksi görüldüyse, buna kaynaklık eden şey ulusal hak eşitliği değil, tam tersine bundan vazgeçilmesi olmuştur. Yine Yugoslavya'da Kosova Arnavut milliyetçiliği baştan itibaren canlılığını koruduysa, diğerlerine getirilen çözümden farklı olarak, Kosova'ya federasyon hakkının tanınmaması, bölgesel özerkliğin de çok geç tanınması buna kaynaklık etmiştir. '90'lı yıllardaki milliyetçi boğazlaşmanın nedenleri daha karmaşıktır ama ve uluslara ulusal temelde özgürlüklerin verilmesi değildir.
Lafazan enternasyonalist teorinin çözümü uygulansaydı, ülkeler kendi içinde üniter demokratik cumhuriyet kursalardı veya Balkanlar çapında böylesi bir cumhuriyet kursalardı, '90'lı yıllarda milliyetçi boğazlaşmanın daha azı değil, daha büyük çaplısı gerçekleşirdi.
Sosyalist ülkelerde eleştirilmesi gereken, politik yapılanmada ulusal özgürlüğün gerçekleşmesi değildir. Eleştirilebilecek olan, SB ve diğer sosyalist ülkelerin, ulusal özgürlükleri koruyarak gönüllü birlik yönünde yeterince çabayı göstermemiş, halklarını, işçi sınıfını bu yönde eğitmemiş olmalarıdır. Dahası, SB-Çin, Çin-Vietnam, Vietnam-Kamboçya örneklerinde yansıyan milliyetçi sınır çatışmaları, Vietnam'ın Kamboçya'yı işgali gibi milliyetçiliklere düşmüş olmalarıdır/4’
Ülkeler arasında sosyalist federatif birlik kurmanın birçok bakımdan koşulları zayıftı. Ancak COMECON gibi ekonomik ilişkileri geliştirme aracının kurulması, sosyalist dünya pazarının bütünleşmesi ihtiyacı göstermiştir ki, politik birlik bir ihtiyaçtı ve ekonomik temeli giderek daha elverişli hale geliyor, getirilebiliyordu. Bu yönde yeni girişimler, SB'yle başlayan ulus devleti aşma tarihinin, ileri doğru sıçratılmış deneyi olacaktı.
Günümüzde Ulusal Sorunun Kapsamı Ve İçeriği
Antifaşist devrimlerin büyük zaferi, emperyalist sömürgeciliğin dünya çapında çöküşü sürecini açtı. Vietnam devriminin 1975'teki zaferi, Afrika'da Portekiz sömürgelerinin bu yıllarda kurtuluşlarını kazanmaları, sürecin tamamlandığının kanıtıydı.
Bu aynı süreçte, ABD hegemonyası ve egemenliğinde emperyalist sistem yeni sömürgeciliğe geçti. Proleter devrimlerin arkasından seferber ettiği anti-emperyalist devrimlerin vurduğu darbeler karşısında emperyalizm, kalan yerlerde görünüşte bağımsız, gerçekte ekonomik-mali-askeri bakımdan bağımlı biçimlere geçmek zorunda kaldı. Dönemin egemeni ABD emperyalizminin diğer emperyalistlerin sömürgelerini kendi egemenliğine geçirme politikası da, yeni sömürgeciliğe geçişi hızlandırdı.
1975 sonrası süreç, '90'lı yıllarda emperyalist küreselleşmeyle buluştuğunda, ulusal sorunun kapsamının değiştiğini göstermeye başladı.
Birincisi, bütün haklarından yoksun sömürge ve ezilen uluslar sorunu, büyük ölçüde yeni sömürge çok uluslu ülkelerde kaldı.
Nasıl ki emperyalist sömürgeciliğin dayandığı maddi temel emperyalist tekelci burjuvazinin egemenliğiyse, yeni sömürge çok uluslu ülkelerdeki ilhakçı sömürgeci statünün dayanağı da işbirlikçi tekelci kapitalist egemenliktir. Geçmişin politik ilhakçı mirası/kazancı, bugün işbirlikçi kapitalist egemenlikle birleşmiştir.
Yeni sömürge çok uluslu ülkelerin egemen burjuvazisi, ezilen sömürge ulusları üzerindeki ekonomik, politik ilhakını, emperyalist sistem ilişkileri içinde ve bu ilişkilerin eklentisi olarak korumakta ve sürdürmektedir. Yeni sömürge çok uluslu ülkelerin çoğunluğunda, politik bakımdan egemen olan ulus, boyunduruğu altındaki ulus(lar)a göre, kapitalist bakımdan görece daha gelişkindir. Örneğin, İran'da egemen Fars ulusu ile Doğu Kürdistan, Belucistan; Türkiye/Kuzey Kürdistan'da Türk ulusu ile Kürt ulusu; Etiyopya'da Amhora ulusu ile Tigrey, Ogedon; Sudan'da egemen Arap kökenli ulus ile diğerleri; Çin'de Han ulusu ile Tibet, Uygur; Endonezya'da Malaylar ile -Çin kökenli azınlık hariç- diğer halklar; Filipinler ile Moro arasındaki kapitalist gelişkinlik ilişkisi birinciler lehinedir.
Emperyalizm, geçen yüzyılın tarihi boyunca, bu ülkelerde politik gücü ve ilhakı elinde tutan burjuva-feodal sınıflara dayanarak egemenliğini sürdürdüğü gibi, ekonomik-mali bağımlılığı güçlendirirken de sermaye birikimi olan ve daha hızlı gelişen burjuvaziyi dünya kapitalist sistemiyle bütünleştirdi, bütünleşmesine yol açtı. Ekonomik bakımdan bu, burjuvazinin egemenliğini güçlendirdi, güçlendirir. Bu süreç, aynı zamanda egemen ulus burjuvazisinin diğer ulus(lar) üzerinde ekonomik ilhakı da gerçekleştirme süreci oldu. Güney Afrika bunun tipik bir örneği oldu. Türk burjuvazisi ile Kürdistan ilişkisi diğer tipik örneği oldu.
Ulusal sorunlar içinde bu duruma ters düşen, İspanya-Bask ve Katalonya ilişkisidir. Ya da Güneydoğu Asya ülkelerindeki Çinli azınlığın, politik bakımdan egemen burjuvazilerle ekonomik ilişkisidir.
Demek ki çok uluslu yeni sömürge ülkelerde, egemen burjuvazi (dün burjuva feodal sınıflar, bugün burjuvazi) ezilen-sömürge ulusların üzerindeki ilhakını, emperyalist sistem ilişkilerine eklemlenmiş olarak sürdürüyor, günümüz koşullarında emperyalist kapitalizmle bütünleşerek güçlendiriyor, ona rağmen değil.
Ulusal kurtuluş sorununun var olduğu yerlerden biri bu tip ülkelerdir. Bu ülkelerde, ulusal azınlıklar sorunu da vardır. Ancak bu ulusal özelliği olan bir sorun olsa da, bunlar ulus oluşturmazlar ve hak eşitliği temeli üzerinde dil ve kültürel gelişme özgürlüğü, yerel özerklik çözümü ötesinde, çözümü bağımsızlık, ayrı devlet kurmayı gerektirmeyen düzeyde sorunlardır.
İkincisi, emperyalist işgale uğrayan ulusların ulusal kurtuluşu sorunu vardır. Afganistan, İrak gibi yeni koşullarda emperyalist işgale uğrayan ülkeler/uluslar ile yine yakın tarihte işgale uğramış Filistin gibi ulusların, ulusal kurtuluş sorununun var olduğu, bu sorunun kapsadığı diğer başlıca yerlerdir.
Üçüncüsü, doğrudan ulus teşkil etmeyen ama ırkçı baskı altında tutulan Latin Amerika yerli halkların sorunu vardır. Bu sorun, ulusal kurtuluş devrimini doğrudan koşullandırmıyor. Ancak ırkçı baskının sona erdirilmesi, dil ve kültürlerini geliştirme özgürlüğü, çoğunlukta olduğu bölgelerde yerel özerklik gibi taleplerle mücadelelerini koşullandırıyor. Ulusal hak eşitliğinin gerçekleştirilmesiyle çözümlenebilecek, ırkçı baskı ve eşitsizliğe karşı ulusal özelliği olan bir sorundur.
Çokuluslu yeni sömürge ve yeni emperyalist işgale uğrayan ülkelerde belli başlı kategorilerdeki ulusal sorunlar, ulusal mücadelelere yol açmaktadırlar. Kapitalist gelişmenin girdabına yeni sömürgecilik döneminde daha çok çekilen bu ülkelerde, köylü olmaktan kentli işçi ve yoksullar ile köylü olmaya dönüşen bu ezilen-sömürge halklar ulusal mücadelelerini yükselttiler. '90 sonrası sosyalizm ve devrim mücadelesi gerilediği halde, ulusal mücadeleler sürdü. '90 öncesi, özellikle '60'lı-70'li yıllarda proleter ve halkçı devrimlerin yörüngesinde toplanan bu hareketlerin '90 sonrası geleneksel milliyetçi ideolojilerin hegemonyasına girmesi bir olgudur. Ama bu, söz konusu hareketleri politik bakımdan ilerici, devrimci olmaktan çıkarmaz.
Bu hareketlerin bir bölümünün (SB nüfuz alanında veya ara ülkeler olan Yugoslavya ve Irak'ta, islami rejimin var olduğu Sudan'da, muhtemel bir gelişme olarak İran'da) ABD emperyalistlerine yedeklenmesi, ezilen-sömürge ulusların haklı ulusal taleplerinin nesnel temelini ortadan kaldırmaz. Diğer yandan bir bölümünün bu gerici role kayması bütünün bu rolü oynadığı, oynayacağı anlamına gelmez. Bütünü ABD yedeğinde gerici rol oynamakla değerlendirenler yanılmakla kalmaz, sosyal şovenizme kapılmanın bahanesini bulmuş olurlar.
K. İrlanda, Bask, Katalonya, Korsika, Porto Riko gibi Batı Avrupa ve ABD'deki ulusal hareketler; Tamil, Filistin, K. Kürdistan, Moro, Belucistan (Pakistan), Berberi (Cezayir) ulusal hareketleri ilerici niteliklerini ve devrimci potansiyellerini sürdürdüler; özellikle başlangıç dönemlerinde devrimci rol oynadılar. Hindistan'da devrimci partiler uluslara özgürlük talebini programlarında benimsemekte ve bunun devrimde önemli bir rol oynayacağına vurgu yapmaktadırlar.
Latin Amerika yerli halk hareketleri, örgütlenme ve mücadelelerini bu dönemde daha da yükselterek, sürdürdüler. '90'lı yıllar dahil, özellikle 2000'den başlayarak patlak veren halk ayaklanmalarında önemli rol oynadılar, ayaklanmaların başlıca dinamiklerinden oldular. Meksika'da Chiapas gibi yerli halkların yaşadığı bölgelerde gerilla mücadelesinin başlıca insan kaynağı oldular. Nepal devriminin gerilla mücadelesinin insan kaynağının önemli bölümünü, Nepal'in ezilen halkları oluşturdu.
Yeni sömürge çok uluslu ülkelerdeki ezilen-sömürge uluslar, ulusal azınlıklar ve yerli halklar sorununa ulusal özgürlük ve hak eşitliği çözümünü programı edinmeyen, bu mücadelelere önderlik etmeyen proletarya, devrimini kesin zafere ulaştıramaz.
Proletarya bu devrimci görevini, elbette, sosyalist devrime geçişin, dahası proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşada proletaryanın enternasyonalist sıkı birliğini gerçekleştirmenin aracı yapar. Özgürlükler ve hak eşitliği mücadelesi sosyalizm mücadelesine tabidir. Ancak ulusların hak eşitliğini ve özgürlüğünü gerçekleştirmeyen proletarya, sosyalizm mücadelesinde sıkı, kararlı, savaşçı birliğini gerçekleştiremez.
Hatta, bu özgürlükleri ve hak eşitsizliğini programı edinen ama sosyalizmde federasyona ihtiyaç yok diyerek uygulamayan bir pratik de, ezilen ulusların ve ulusal azınlıkların işçi-emekçilerinin adalet duygusunu zedeler, proletaryanın sosyalizm için savaşçı birliğini gerçekleştiremez. Bu halkları, emperyalist saldırganların sosyalizmi yıkma savaşının yedekliğine iter.
Ulusa göre tanımlanan politik yapılanmayı reddeden, ulusal olanı sözde yalnızca bir kimlik sorunu düzeyine (dil gibi) iten demokratik cumhuriyet anlayışı, ileri çözüm iddiasını taşısa da, gerçekte ya nüfus çoğunluğu, ya da eski politik ilhak mirası veya ekonomik üstünlük gibi etkenler sonucu egemen ulusun şovenist cumhuriyetine yol açmaktan başka bir sonuca yol açmaz. Gerçekte daha ileri olan sosyalist federatif cumhuriyetler birliği mi, yoksa sosyalist, demokratik sosuna batırılmış ama eski ilhakçılığın yeni koşullardaki versiyonu olan demokratik “üniter” cumhuriyet mi milliyetçilikleri sönümlendirme -elbette uzun bir tarihsel süreçte- yeteneğine sahiptir? Tartışmasız birincisi!
SB'nin pratiği üzerinde bu açıdan yaklaşarak yazının önceki bölümlerinde tartışmıştık. Tekrar olmasın diye yinelemiyoruz.
Bunlar, bugünkü mücadeleler açısından da geçerlidir. Türkiye'de devrimin zaferiyle gerçekleştirilecek söz konusu bir demokratik cumhuriyet, Kuzey Kürdistan'daki Kürt emekçilerin (şimdilik ulusal hareketin önderliğini elinde tutanların aynı programa sahip olmasına rağmen) ulusal adaletsizlik duygularını giderebilir mi? Proletaryanın sosyalizm mücadelesi etrafında Kuzey Kürdistan işçi ve yan-proleterleri örgütlenebilir mi? Ya da Irak'ta ABD işgaline karşın bir devrim, Güney Kürdıstan'a federasyondan geri bir demokratik cumhuriyeti program edinerek oradaki emekçileri seferber edebilir mi? Bu sosyalist ve demokratik devrimci amaçların, ileri ve milliyetçilikten annma iddiasındaki ama geri bir programla gerçekleşmeyeceği apaçıktır.
Kapitalist gelişmenin daha ileri, işçilerin enternasyonalist birliği için maddi temelin daha güçlü olduğu İspanya’yı örnek verelim. Demokratik “üniter” cumhuriyet çözümü, Bask ve Katalonya'ya federasyondan daha geri bir statü olarak, bu uluslardan işçi ve yarı proleter emekçileri sosyalizm mücadelesinde birleştiremez. Bu, başarısızlığın yanı sıra, işçilerin küçük burjuva ulusalcıların arkasına bağlanmalarına yol açar.
Demek ki, yan sömürge çok uluslu ülkelerde, ezilen-sömürge ulusların özgürlüğünü gerçekleştirmek ve federatif birlik çözümüyle bütün uluslardan proletaryayı sosyalizm mücadelesinde birleştirmek, komünistlerin vazgeçilmez devrimci programı olmalıdır.
Emperyalist işgale uğrayan ülkelerde -Irak, Afganistan gibi- emperyalist işgale son vermek, öne çıkan devrimci görevdir. Bu, o ülkelerdeki ezilen-sömürge uluslara özgürlük, ulusal azınlıklara hak eşitliği mücadelesiyle iç içe ele alınmalı ve işçi-emekçi iktidarı hedefi altında birleştirilmelidir. Emperyalist işgalin tasfiyesinin salt bağımsızlık sorunu olarak ele alınması, tutarlı antiemperyalizm de olamaz. Çünkü emperyalist işgale karşı mücadele, esasen bütün uluslardan işçi ve emekçi halkın, emperyalist boyunduruk ve sömürüden kurtuluş mücadelesidir. Bu, emperyalist işgale karşı mücadelenin burjuva gericiliğinin bir başka kliğinin iktidarıyla sonuçlanması olasılığına karşı da halkçı bir devrim olmak zorundadır. Ancak bu devrimci perspektifle ve sosyalizm amacına bağlanmış biçimde mücadele edilirse, tüm uluslar ve inançlardan işçi-emekçiler birleştirilebilir, gerici ve milliyetçi boğazlaşmalardan kurtarılabilirler.
Proletarya açısından her ülkedeki devrim, dünya devrimini gerçekleştirmenin bir aracıdır, görevidir. Bu enternasyonalist amaca, tekil ülkelerde devrimci iktidarların, bölgesel devrimci demokratik, sosyalist federasyonlara basamak yapılması yoluyla varılacaktır.
Söz konusu demokratik cumhuriyet anlayışı, bölgesel planda -örneğin Ortadoğu'da bölge çapında ulusal-politik yapılanmadan arınmış Ortadoğu demokratik “üniter” cumhuriyeti merkezi demokratik cumhuriyeti önermektedir.
Ortadoğu'da, geçmiş ilhakçı-sömürgeci mirasın halklarda yarattığı güvensizlik; emperyalist egemenliğin dayattığı otokratik, faşist, gerici, Siyonist, şovenist diktatörlüklerin yarattığı güvensizlik, bölge halklarının tek bir merkezi demokratik cumhuriyette birliğini -bu, sosyalizmi inşa edeceği iddiasıyla yapılsa bile- imkansız kılar. Bölge halkları toprak-ulusal temelde özgürlüğün korunduğu birlik formu olmadan, birliğe güvenmezler. Şovenist, ilhakçı egemenliğin yeni bir kılıf altında sunulması olarak algılar ve reddederler. Ama gerçekten de sosyalist kılıf altında, güçlü ulusların, ekonomik bakımdan gelişkin ulusların diğerleri üzerindeki egemenliğinin yeni bir biçiminden başka bir şey değildir, merkezi “üniter” Ortadoğu demokratik cumhuriyeti. Milliyetçilikten arınma gibi ileri bir iddiayla öne sürülen Ortadoğu demokratik cumhuriyetinin, halklar arasında güvensizliği giderme yeteneğinde olmayacağı açıkken, sonuç olarak varacağı durağın hali pürmelali budur işte.
Kuşkusuz dünyanın her bölgesi için, bölgelerin somut ekonomik bütünleşme derecesine, ulusal özellik ve farklılıklarına göre birlik biçimleri önermek gerekir.
Proletaryanın enternasyonalist birliği için maddi temel, bugün emperyalist küreselleşme koşullarında, düne göre çok daha elverişlidir.
Emperyalist çok uluslu tekeller, tekel gruplarının devletleri, kapitalist entegrasyonu, AB ve NAFTA örneklerinde bölgesel ekonomik bütünleşme yaratarak dünya kapitalizmine egemenlik rekabetinin aracı yapıyorlar. Mali sermayenin serbest dolaşımı, kar transferinin serbestliği için bütün engelleri kaldırıyor, mali sermayenin bütünleştirdiği dünya kapitalist ekonomisindeki hakimiyetini güçlendiriyor, acımasız tekelci rekabetini şiddetlendiriyorlar. Şiddetlenen rekabetle, emperyalist “ulus” devletlerini dünya çapında egemenlik savaşı yürütecek askeri aygıtlar olarak devasa büyütüyor, bağımlı devletleri ise işçi sınıfını hapsettikleri ucuz işçi ve ekonomik sömürge alanlarının askeri-polisiye gücü olarak yeniden yapılandırıyorlar.
Uluslararasılaşma düzeyi artan, kendi ülkesinde de uluslararası tekellerin işçisi haline gelen, ulusal sınırlara hapsedilmeye değil, enternasyonalist birliğe ihtiyacı olan proletarya, tek tek devletler içinde burjuvazinin ve emperyalistlerin iktidarını yıkarak devrimci sınıf iktidarını kurması hedefi, nitelik ve amacından ileri gelmiyor. Buna yalnızca, bölge ve dünya çapında proleter sosyalist amacını gerçekleştirmenin somut aracı ve yolu olarak önem veriyor ve gerçekleştirmek istiyor. Bu yolda bölgesel enternasyonalist birliğin biçimi, bölgelerin somut özelliklerine göre farklı olacaktır.
Dipnotlar
1- Demir Küçükaydın, Ezber Bozmak, BOP ve Sosyalist Strateji İçinde, sf. 135
2- Age, sf. 135
3- Bu görüşün iddiasına göre, proleter sosyalist hareket başlangıçta “demokratik cumhuriyet”i savunurken -zaten ayrılma hakkını da içeriyordu- sonra, dile vb. bağlı ulus tanımı temeli üzerinde “ulusların kaderlerini tayin hakkı”nı savunmaya, sonunda da bizzat kendisi dile, dine, etnisiteye göre tanımlanan uluslar kurmaya başlamış ve tam bir ulusçu olmuştur.” (age, sf. 137) Bu görüş, ulusun nesnel bir toplumsal olgu olduğunu reddettiği gibi, bu tanıma bağlı olarak, ulusların ayrılma hakkını ve ulusal hak eşitliği temeli üzerinde çözüm üretmeyi ulusçulukla suçlamaktadır.
4- Bunun daha çok revizyonist dönemde olması ya da Çin yönetiminin gerçekte sosyalist değil, küçük burjuva olduğu belirtilebilir. Ama, sosyalizm adına halkların enternasyonalist açıdan eğitilemedikleri gerçeğini bu durum ortadan kaldırmıyor.