Yeni yıl, süreç değerlendirmeleri için bir vesile olarak görülür. Ne var ki, bunun bir önceki yıla dair takvimsel bir öyküye dönüştürülmesinin yararlılık düzeyi tartışılır. O nedenle; 2006 'panoraması' yerine, geride kalan dönemde açığa çıkan olguların, dinamiklerin mayaladığı olasılıklara dair analiz ve öngörülere girişmenin, şu an bulunduğumuz zaman diliminden ve koşullardan geleceğe bakmanın daha isabetli olacağı öngörülmelidir.
Egemenler Cephesi
Egemenler cephesi; ABD'ye stratejik uşaklık, IMF programlarının katı bir biçimde uygulanması, emperyalist küreselleşme koşullarına uyarlanma, AB'ye giriş, işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci başkaldırışı tehlikesinin (öncü güçlerin ezilmesi şahsında) önlenmesi ve ulusal demokratik hareketin askeri güçlerinin tasfiyesi konularında genel bir mutabakat içindedir. Bu çerçevede en önemi mesele; rejim krizini çözecek programın ve AB'ye giriş sürecinin kimi politik gereklerinin rejimin yarı askeri karakteri ile bu taş çekildiğinde anayasa, yasal kurumsal açıdan yapılabilecek değişikliklerin burjuva diktatörlüğün faşist biçimi ile generaller partisinin rejim içindeki konumunu hangi ölçüde etkileyeceği sorunudur. Tek tek konular üzerinden kopan fırtınalar, bu gerçekliğin parçaları olarak ele alınmazlarsa doğru biçimde anlaşılmazlar.
Herkesin görebileceği kadar açıktır ki, rejim krizi sürmektedir. Ne ulusal demokratik hareketin 7 yıllık yeni stratejisi ve devletin AB'ye yöneliş sürecinin (iç dinamikleri yatıştırmayı amaçlayan) biçimsel düzenlemeleri, ne de AKP'nin en geri sınırlara çekilmiş politik İslamcılığı, herhangi bir düğümü çözebilmiştir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin özgürlük talebi ise bir kördüğüm durumundadır. Sömürgeci ve inkarcı faşist diktatörlük, kendini yaşatmayı sürdürmede arzuladığı “siyasal ve toplumsal istikrarı” elde edememekte, bunun için kitle rızasını sağlayamamaktadır. Bu durum kaçınılmaz biçimde düzenin egemen güçleri ve kurumlan arasında bir irade bölünmesi ve çatışmasına yol açmakta, söz konusu gerçeklik değişik gelişmeler şahsında kendini farklı görünümlerde tekrar tekrar ortaya koymaktadır.
Çankaya seçimi, Kıbrıs, 301. madde ve ateşkes karşısındaki tutum, bunun güncel yansımaları ya da alanlarıdır. Anayasal, yasal, kurumsal, kadrosal yapının 'özsel', 'esasa dair' bir değişime uğratılmaksızın törpülenmesine ve rötuşlanmasına dayalı biçimde militarist çarka bağlı ve rejimin sürdürülmesi programı ile; rejim krizinden kurtulmak ve AB'ye giriş için anayasal, yasal, kurumsal, kadrosal temelde geniş ölçekli bir değişimin göze alınması programı mücadele halindedir.
Bugün bu saflaşma kendisini generaller partisi, CHP, MHP, YÖK, üniversite yönetimleri, yüksek dereceli yargı kurumlan vb. bloku ile TÜSİAD, AKP bloğu şeklinde ortaya koymaktadır. Kuşkusuz her iki blokun belirtilenler dışında değişik parti, dernek, sendikalar içindeki bağlaşıkları mevcuttur. Birinciler “güvenlik, üniter ve laik yapının korunmasını”, İkinciler “demokrasi” bayrağını yükselterek, işçileri ve ezilenleri kendi programlarına kazanmaya ve yedeklemeye çalışıyorlar.
Geçtiğimiz ay general Yaşar Büyükanıt'ın dolaysız biçimde ortaya koyduğu gibi; hükümet politikaları olabilir, ancak hükümet temel konularda devlet politikalarını esas almak zorundadır. “Devlet politikaları” ise MGK'da saptanır. Hükümetin imzaladığı Ankara Protokolü'nün AB ile ilişkilerde yer alabileceği ve yarattığı gerilimlere rağmen uygulanmaması bunun sonucudur. Aynı nedenle 301. maddede de
TÜSİAD ve hükümetin arzusu değil, generaller partisinin istekleri esas alınmıştır. Ateşkes ilanı karşısında Tayyip Erdoğan’ın, “Durduk yerde operasyon olmaz” açıklamalarına beş kuruşluk bir değer verilmemesi ve saldırıların kesintisiz sürdürülmesi aynı kapsamdaki bir gelişmedir.
Yakın dönemde ipin en fazla gerileceği konu, Çankaya seçimidir. Bu konuda generaller partisi ve bağlaşıkları sıkı bir blokken, TÜSİAD-AKP bloku iç gerilim taşımaktadır.
Bilindiği gibi generaller partisi, Tayyip Erdoğan'ın veya onunla aynı kumaştan sayacağı birinin (Arınç, Gül, Şener vb.) Çankaya'ya seçilmesine karşıdır. Hükümet olmasına bir yere kadar katlanabileceğim, ama Çankaya'yı bir rejim sorunu olarak gördüğünü, AKP'nin bu konuda anayasal-yasal prosedürü uygulama hak ve yetkisini bir tarafa bırakmasını ve “devlet iradesi’ne teslim olmasını istiyor. Aksi bir tutuma karşı darbe dahil her yola başvuracağım, burjuva basındaki sözcüleri ve yanı sıra pek çok 'sivil' zevat aracılığıyla ifade ediyor.
AKP, yakaladığı fırsatı değerlendirme arzusu temelinde hem iç hem uluslararası dayanaklarının tavrını hem de olası riskleri ölçmekle meşguldür. “Nisan'a kadar sessizlik” politikasının anlamı budur.
TÜSİAD, generaller partisinin taktiklerini ciddiye almakta, cepheden bir mücadeleyi istememekte ve AKP'ye uzlaşma öğütlemektedir. Bu, Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç vb. AKP'lilerin aday olmaması, generallerin kabullenemeseler bile, sineye çekmek zorunda kalacakları bir adayın tercih edilmesi biçimde somutlanıyor. Burada generallerle arasına koyduğu mesafe ise gerek AB'ye giriş sürecinde gerekli yasalar, gerekse de uluslararası tekellerin ve IMF'nin bazı istekleri karşısında veto/Anayasa Mahkemesine götürme yöntemlerini devreye sokmayacak birinin tercih edilmesidir. (Burada dikkate alınması gereken bir gerçek de şudur: TÜSİAD, “laik yapı ve yaşam tarzı’nın dinsel bir başkalaşıma uğratılmasına katı biçimde karşıdır ve gerektiği her durumda AKP ile bu konuda kavgaya tutuşmaktadır, tutuşacaktır.)
ABD yüksek askeri bürokrasi-hükümet geriliminin ordunun kuvvet kullanması yönünde gelişmesine karşıdır, ancak AKP'ye bildiğini yapmasını, önüne gelen fırsatlardan yararlanmasını değil, uzlaşmayı önermektedir. Bu tablo içinde generaller partisinin merkezinde durduğu blokun önemli hamlelerinden biri, barajın yüzde 7-8'e çekilerek bir erken seçime gidilmesidir. (Barajın hangi rakamdan kurulacağının, Kürt ulusal demokratik güçlerinin hangi düzeye ulaşamayacağının güvenceli olduğu tahminine göre belirleneceği malum.) Erken seçim için gözle görülen bir psikolojik savaş yürütülmekte, daha önceki darbelerin erken seçim imkanının değerlendirilmemesinden kaynaklandığı burjuva basının 'güvenilir kaynaklardan bilgi alan' kimi köşe yazarları tarafından açıkça yazılmaktadır.
Peki Bunlar Bir İşe Yarayacak Mı?
Erken seçim kararı alabilecek yegane çoğunluğa sahip parti olan AKP, buna kararlılıkla karşı durmaktadır. Keza TÜSİAD, erken seçimi, çıkarlarına uygun görmemektedir. ABD'nin, faşist Bush yönetiminin bir erken seçim eğilimi söz konusu değildir. Bu koşullarda generaller partisi ve bağlaşıklarının, Çankaya riskini erken seçimle önleme taktikleri, girişimleri boşa çıkmaya mahkumdur. Bir başka ifadeyle Çankaya meselesi çözülmeden erken seçim yapılması olasılığı yüzde on bile değildir. (Seçimlerin Kasım'dan birkaç ay önce çekilmesi ihtimalini yok sayamayız, fakat bunun Çankaya'ya bağlı erken seçim istek ve zorlamasından apayrı bir anlam taşıyacağı gözler önündedir.)
Egemenler cephesinde güçlü bir psikolojik savaş eşliğinde sürecek gerilimlere, teşhirlere, tehditlere, çelmelemelere sahne olacak dört-beş aylık dönem sonunda, TÜSİAD ve ABD'nin isteği doğrultusunda bir Çankaya uzlaşması başta gelen olasılıktır. AKP, Genel Başkanını ya da aynı nitelikte görülecek Arınç, Gül vb. bir aday göstermeyecek, TÜSİAD'ın desteğini alabilecek, ABD ve AB'yi hoşnut edecek bir tercih yapacaktır. Bu aynı zamanda, AKP'nin, 2007 genel seçiminde gerekli iç ve uluslararası desteği sağlama yatırımı olacaktır. Tayyip Erdoğan'ın Çankaya hevesini, (sürenin beş yıla indirilmesi, seçimin genel oyla yapılması gibi yöntemlere de açık tarzda) sonraki döneme saklayacağı beklenebilir.
AKP'nin, veto/Anayasa Mahkemesi araçlarını daha az kullanarak, hükümetle uyumlu fakat kurmayları arasında yer almayan birini (elbette ki eşinin başı açık, geçmişi politik İslamcılık bakımından fazla sivri olmayan biri) Çankaya'ya çıkarması, generaller partisinde bir hazım sorunu yaratacaktır. Fakat AKP'nin TÜSİAD ve ABD'nin desteğini almış böyle bir manevrası, generaller partisinin zor araçlarıyla durumu değiştirmek imkanlarını muazzam ölçüde zayıflatacaktır.
Gelişmelerin bu minvalde seyretmesi halinde generallerin, rejimin yan-askeri karakterini bütünüyle askeri hale getirmek yolunda harekete geçmesi olasılığı, olasılık olmaktan öteye bir anlam taşımayacaktır. Ne var ki, vurgulandığı gibi, Tayyip Erdoğan'ın ya da AKP'li kurmaylardan birinin Çankaya'ya çıkması karşısında darbeye başvurmaları büyük bir sürpriz olmayacaktır.
Çankaya'ya, hükümet kararlan karşısında generaller partisinin filtresi gibi çalışacak birinin değil de, esasen TÜSİAD'ın arzularına uygun birinin çıkması halinde egemenlerin iç gerilimleri yeni bir noktadan derinleşecektir.
Bunun dışında, “iki limana iki liman” önerisinin AB ile ilişkilerin normal seyrinden sapmasını önleyecek bir kurtarıcıya dönüşememesi, Kıbrıs krizinin geleceğe taşınmasını koşulladı. Kıbrıs, TÜSİAD-AKP bloku ile generaller partisi-CHP bloku arasındaki mücadelenin bir alanı olmaya devam edecektir. TÜSİAD, askı kararının yarattığı duraklama devresinin en kısa zamanda atlatılması için Ankara Protokolü'nün şu ya da bu şekilde uygulanabileceği koşulların yaratılması yolunda AKP'yi yüreklendirirken, generaller partisi mevcut durumun sürmesi için çaba harcayacaktır. ABD ve İngiltere'nin girişimleri ile kimi AB devletlerinin kolaylaştırıcı tutumları temelinde Ankara Protokolü'nün uygulanma koşullarının oluşturulacağını bekleyebiliriz. Ancak AB ile ilişkileri düzeltse de bu gelişme kendi başına Kıbrıs'taki düğümün çözülmesini sağlayamayacak, sorun hiç değilse bir sonraki yıla taşacaktır.
Egemenler cephesinin proletarya ve ezilenler karşısındaki konumlanışları bakımından ise 2007'nin sert bir yıl olacağına dair çok fazla belirti mevcuttur.
Geniş kitleler açısından ele alınırsa, emperyalist küreselleşme politikalarının veya sosyal yıkım programının hiçbir engele takılmaksızın uygulanması çizgisi sürdürülecek, direniş imkanları tahrip edilmeye çalışılacaktır, işçilerin, emekçi memurların, öğrencilerin, esnafların, emekçi köylülerin daha büyük kitlesi düşük ücret, yüksek vergi, paralı eğitim, paralı sağlık, evsizlik-evinden edilmek, iflas, tarımsal yıkım-köyden göç zemininde yoksulluk sınırının altında bir yaşama itilmekle yüz yüzedir. Kitlesel yoksulluk, kitlesel işsizlik yadsınamaz bir olguya dönüşüyor. Yükselebilecek kitle protestolarına karşı biber gazı, cop, gözaltı ve tutuklama metotlarının öne geçeceği görülmektedir. Kısa bir ifadeyle; bir seçim yılı olmasına karşın, politik ve iktisadi terör burjuvazi ve hükümetin başta gelen yöntemi olacaktır.
Sömürgeci faşist diktatörlüğün işçi sınıfı ve ezilenlerin öncülerine, devrimci yapılara ve ulusal demokratik hareketlere karşı tutumu, 'umut kırma konseptine' bağlanmış (son birkaç aydır kimi örnekleri görülen) çizgide sürecektir. Hatta bunun Kuzey Kürdistan özgülünde çok daha şiddetli biçimlere bürüneceği görülmektedir.
Gelişmenin yönünü anlamak için, Hilmi Özkök'ün “sözde vatandaşlar”, Yaşar Büyükanıt'ın “silahsız terör”, “anayasaya bağlı olmayanlar, onun tanıdığı haklardan yararlanamazlar” ve son olarak da generaller partisinin sözcülüğüne soyunan Baykal'ın “dağdakiler de ovadakiler de aynı proje için çalışıyorlar” sözleri dikkatle gözetilmeli, şu an geçerli olan TMY'nin çıkarılması için militarist kurumlarının yürüttüğü mücadele hatırlanmalıdır. Bunlar, olası saldırıların yönünü de, kapsamını da gözler önüne sermektedir.
Son Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne (MGSB) üç 'öncelikli tehdit'ten biri olarak kaydedilen devrimci hareket, politikayı aynı zamanda askeri araçlarla ve kitle şiddetine dayalı biçimlerle yürüten bölükleri başta olmak üzere, saldırı hedefine oturtulmuş bulunuyor. Onlardan iki şey isteniyor: Birincisi, politikayı askeri araçlara ve devrimci kitle şiddetine dayalı biçimlerde yürütmekten, bunun filizlendiği zihniyetten, hazırlıktan vb. tümüyle vazgeçin. İkincisi, devrimci çizgideki mücadele düzeyini rahatsız edici ölçüde yükseltmeyin, bir toplumsal muhalefet grubu olma çerçevesini kırmayın ve kendinizi hem mücadele araç ve biçimleri sorununda, hem de yapısal olarak burjuva legaliteye uydurun. Aksi halde denmektedir, takip, gözaltı ve tutuklama terörünü yoğunlaştırmak dışında çalışmalarınızda yasal demokratik mevzileri kullanmanıza izin vermeyeceğiz. “Hizaya getirme”, irade kırma harekatları düzenleyeceğiz. Politik ve örgütsel önderlik gücünüzü, düzey, birikim, sınanmışlık, kararlılık ve enerji imkanlarınızı şu veya bu yolla en alt düzeye indireceğiz.
Ateşkes ilanına rağmen hızından fazla bir şey kaybetmeyen imha ve esaret seferlerinin, İran’la, Suriye'yle kotarılmaya çalışılan “birlikte ezme” projelerinin ABD ile girişilen koordinatörlük yolunun, seçim barajının sıkıca korunmasının ve “bağımsız adaylar” için seçilmesini zorlaştırılmasının ortaya koyduğu gibi; ulusal demokratik harekete ve Kürt halkımıza yönelik sömürgeci, inkarcı, faşist saldırılar durmak bir yana daha da şiddetlenecek ve yeni boyutlara ulaşacaktır.
Güney sınırlarındaki yığınak (kış koşulları nedeniyle sınrlansa da) biliniyor. Bu ikili bir amacın ürünüdür, ilki: Ulusal demokratik hareketin 2004 Haziranı sonrası elde ettiği politik ve moral üstünlüğü yok etmek, bu amaçla Kuzey kırında ve Güney'in 15-20 km içlerinde bulunduğu varsayılan kampları ezme hedefli saldırılar düzenlemektir. Diğer amaç ise 2007 Aralık'ına değin yapılması kararlaştırılmış Kerkük referandumunun -en azından- ertelenmesi için Güney yönetimine baskı yapmaktır. O nedenle, ateşkese devlet cephesinden yanıt verilmesi beklentisinin herhangi bir karşılığı yoktur. Tersine, Çankaya meselesinin de bir etken olduğu koşullarda generaller partisi bahardan itibaren 'yetkilerini' en geniş biçimde kullanarak ve kontrgerillayı etkinleştirerek, halen sıkıca bağlı olduğu geleneksel “ez ve çöz” politikası doğrultusunda sömürgeci saldırıları yoğunlaştırarak ve yurtsever halk kitleleri üzerindeki baskıları, sömürgeci-faşist terörü arttıracaktır.
İşçi Sınıfı Ve Ezilenler Cephesi
Emperyalist küreselleşme politikaları, işçileri, kent ve kır emekçilerini, öğrencileri, emeklileri daha kötü yaşam ve çalışma koşullarına itmeye devam ediyor. Sömürünün yoğunlaşması, yoksulluk ve işsizliğin kitleselleşmesi, esnafların iflasa sürüklenmesi, küçük ve orta köylülerin topraktan geçinemez duruma düşüp çaresizce kentlere göç etmesi, öğrencilerin paralı eğitim yükü altında bunalmaları, paralı sağlığın kötüleşen yaşam koşullarıyla da birleşerek yoksulları bedensel acılarla ve tahribatla yüz yüze bırakması, emeklilerin, kimsesiz yaşlıların, özürlülerin, geçinme, barınma ve bakım sorunlarıyla baş edemez duruma gelmeleri, “Kentsel Dönüşüm” demagojileriyle evleri yıkılan, eski ve yeni gecekondu mahallelerindeki işçi ve emekçilerin esasen politik ve toplumsal nedenlerle sürülüp dağıtılmaları yaşana giden gerçeklerdir. Tüm bunlara karşın uluslararası tekellerin ve işbirlikçi sermaye oligarşisinin karları misliyle artmaya devam ediyor. Bir kutupta servetin, bir kutupta sefaletin birikmesi, daha geniş kesimlerce görülebilen bir olguya dönüşüyor.
İşçi sınıfı ve ezilenlerin politik istem ve umutları da kilit altında. Dar bir çerçevedeki demokratik hak ve özgürlükler bile emperyalist küreselleşmenin ücret, çalışma koşulları, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, tarım vb. politikalarının en sorunsuz biçimde uygulanmasını sağlayacak faşist bir cenderede tutuluyor. Bu anayasal ve yasal çerçeveye dayanmak kadar militarist zorbalık ve fiili yasaklarla gerçekleştiriliyor.
En kabadayısından 600-700 bin işçinin örgütlü olduğu işçi sendikaları, vurgulanan koşullar ve keskin sınıf çelişkilerine rağmen faşist, gerici burjuva reformist sendika ağa ve bürokrasisi marifetiyle bir iskelete dönüştürüldüler. Küçük burjuva reformizminin 'hak bekleme', 'aşırılıklara kapılmama' çizgisi KESK'i güçten düşürdü, demoralize etti ve etkisizleştirdi. Esnaf örgütleri, faşist ve gerici burjuva grupların arpalığı durumunda ve şu ya da bu düzen partisinin destek gücü olmayı aşamıyor. Geniş köylü yığınları ise örgütlenme yolunda bir kanal bulmuş veya yaratmış değil.
Onmilyonları girdabına çeken bu işsizlik, yoksulluk, umutsuzluk koşullarında toplumsal çürüme hızla yayılıyor. Uyuşturucu ve kadın bedeni ticaretinden başlayarak, çek-senet tahsilatı, haraç toplama, kumar, hırsızlık, kapkaç, dolandırıcılık gibi işlerle geçinmeyi meslek edinmiş çetelerin ve bireylerin niceliği kitlesel ölçeklere vardı. Giderek daha büyük bir kitle, bu toplumsal yozlaşma çarkının birer dişlisine, kurbanına dönüşüyor. Resmi faşist güçler, politik bakımdan tehlikeli veya düşman gördükleri emekçi semtlerinde keza Kuzey Kürdistan'daki kimi kent ve ilçelerde uyuşturucu, kadın bedeni ticareti gibi çürütücüleri bizatihi örgütlüyor. 'Çete' adı verilen bu toplumsal çürüme ve çürütme organizasyonlarının en fazla dal budak salmış olanlarında sivil faşist elebaşılar bir yana, resmi militarist kurumlarda çalışan veya çalışmış binlerinin bulunması artık neredeyse kimseyi şaşırtmıyor.
Toplumsal nesnelliğin ortaya konulan görünümleri dışında 2007’yi önceleyen ayların tanığı olduğu başkaca gerçekler ve birikimler-dinamikler de mevcut. Bunlar 2007’nin şekillenmesinde işsizlik, yoksulluk, umutsuzluk, örgütsüzlük koşullarının yarattığı toplumsal yıkım ve çürümeden daha fazla etkili olacaktır. Bu, belirli toplumsal maddi koşullarda işçi ve ezilenleri çürümeye itildiği, toprakla yine onların tohumunu oluşturduğu fideliklerin yeşermesinden ibaret bir hakikattir.
İşçi sınıfının işten atma, işsizlik kırbacına rağmen iş ve yaşam koşullarını düzeltme mücadelesini geliştirme ve sendikal örgütlülük isteğini yansıtan direnişler, sendikalaşma çabaları bu konuda yıllarca sessiz kalmış şehir ve ilçelerde bile dışa vurdu. İrili ufaklı değişik fabrika direnişleri birbirleriyle dayanışma köprüleri kurmaya çalıştılar. İşçi aileleri değişik mücadelelerde sürecin bir parçası haline geldi. Binbir engele karşın ikinci yıla taşınabilen direniş örnekleri yaratıldı. Memnuniyetsizlik, durumu değiştirme arzusu, için için büyüyen bir öfke işçi sınıfı saflarına belirli patlama öğeleri yığmış bulunuyor. İşçiler, sınıfın yarattığı gelenekleri ve başvurdukları mücadele biçimlerini hafızalarına kaydediyor. Gerekli durumlarda pratikleştirmeye yöneliyorlar. Bir toplumsal öfke dalgasının sokağa yansıması halinde bunun başında işçilerin, asıl olarak da genç bölüklerinin yürümesi gelişmenin ruhuna tamamen uygun olacaktır. O nedenle de sendikasız-sigortasız çalıştırılan 7-8 milyonluk işçi kitlesine büyük bir dikkat göstermek gerekir. Dün sınırlı ürünler vermiş çalışmaların, emeklerin, mücadelelerin mevcut toplumsal nesnellik, keskinleşmiş çelişkiler zemininde “Artık Yeter” duygusuyla birleşerek çok daha ileri sonuçlara yol açması tümüyle olanaklıdır.
İşçi sınıfı gençliğinin komünist ve devrimci safları güçlendirmeye devem etmesi, emekçi semtlerdeki politik mücadelelere ilgi ve katılımı da dikkate değerdir. Yıllardır burjuva sendikal yönetimlerin sakatladığı savunma mücadelesi içinde en geri noktaya savrulan ve çıkış arayışlarına dair işaret fişekleri yakan işçi sınıfının kendisini, ezilenleri, yoksulları ateşleme süreci belirli bir olgunluğa erişmektedir.
KESK çatısı altında birleşmiş emekçi memurlar nezdinde ‘irade beyanı’ ve ’hak bekleme’ çizgisi, tarzı inandırıcılığını yitirmiş bulunuyor. Buna rağmen küçük burjuva reformist önderliğin, koltuğunu yitirmese bile, anlayışlarının pratikte bir kenara itilememesi, umutsuzluğu ve bezginliği körüklemekte. Ne var ki, işçi sınıfı saflarında genelde olduğu gibi emekçi memurlar kitlesinde de böyle gidilemeyeceği, ’bir şeyler yapmak gerektiği’ duygusunun güçlendiği görülüyor. Grev ve toplu sözleşme hakkından yoksunluk, ücretler ve sosyal haklar tablosunun giderek kötüleşmesi, sürgünler ve maruz kalınan değişik baskılar uyarıcı maddelerin birikimine yol açmış bulunuyor. Şu rahatlıkla söylenebilir ki; KESK’li emekçi memurların ateşleyeceği hareket, Kamu-Sen’in ardından yürüyen emekçi memurların ana gövdesini de sürükleyecektir. Bu, 'emekçi memurların haklarını koruyan ve geliştirilen sendika' olabildiği ölçüde KESK'e katılım biçimi de alacaktır.
Gençlik hareketinde son iki yıldır, soruşturma ve okuldan atma terörü ile tutuklamaların başat rol oynadığı, keza devrimci ve antifaşist gençlik güçlerinin birleşik mücadeleden iyice uzaklaşmalarının, üniversiteli gençliğin geniş kitlelerini ilgilendiren tek tek sorunlarda kazanımlar elde etme iddiası, ağırlığı taşıyan etkili bir mücadele geliştirilememesinin ciddi pay sahibi olduğu bir gerileme yaşandığı gözler önündedir. Bunun yer yer demoralizasyon ve umutsuzluk yaydığı da bir gerçektir. Sonbahardan itibaren YÖK'e, soruşturma ve okuldan atma terörüne, kimi ekonomik koşullara ve son olarak da sivil faşist saldırılara karşı geliştirilen birleşik antifaşist mücadele örnekleri ise yeni bir canlanma sürecine girildiğinin müjdecisi oldu. 2007'ye damgasını vuracak olan da budur. Dikkatle gözetilmesi gereken durum, gerek üniversiteli gerek liseli gençlik saflarında; eğitim koşullarının, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın keskinleşen sınıfsal, toplumsal çelişkilerinin ve dünyadaki mücadele dinamiklerinin beslediği bir mayalanmanın oluşmaya başladığıdır. Bundan ayrı olarak öğrenci gençliğin devrimci, komünist ve ulusal demokratik safları takviye etme, dinamizm katma potansiyel ve yeteneğini 2007'de de sergileyeceği şüphesizdir.
Emekçi semtlerde, faşist diktatörlüğün çeteleştirme, yozlaştırma ve çürütme politikalarına, devrimci hareketin son üç dört yıllık gelişmesinin faşist gözaltı ve tutuklama kampanyalarıyla durdurulmaya, geriletilmeye çalışılmasına, devrimci güçler ve ulusal demokratik hareket etrafında, hazır dinamikler kadar potansiyel kuvvetleri de harekete geçirecek bir eylem birliği tarzının ve güven ilişkisinin hakim kılınamamasına karşın önemli deneyimlere ve birikimlere yol açan mücadeleler geliştirilebildi. Varoşlar, değişik süreçlerde bir ağırlık noktası olabildi. Düzenin, siyasal rejimin ve sömürgeciliğin işçi ve ezilenlerin yaşamında yarattığı tüm ağır sonuçların billûrlaştığı emekçi semtlerinde 2007, geniş kitlelerin öfkeli protesto ve mücadelelere girebileceği, gerilimlerle yüklü bir süreç olacaktır. Meseleye militarist çözüm yöntemleriyle yaklaşan faşist rejim geçici başarılar sağlasa bile, gerçekte rüzgar ekmekten başka bir şey yapamayacaktır. Eğer, çetelere ve toplumsal çürütmeye karşı mücadele dar bir paranteze (tek tek kişiler, olaylar) sıkıştırılmaz, faaliyet konuları daraltılmaz, kitle çalışması kesintisizce sürdürülür, halk toplantıları, platformları gibi biçimler işlevli kılınırsa işçilerin, işsizlerin, yoksulların, öğrencilerin, emekçi kadınların, esnafların ve ezilen değişik toplulukların yıkıcı enerjisinin harekete geçeceği kanalların büyüyeceği ve sağlamlaşacağı bir yıl olacaktır 2007.
İşçi sınıfı ve ezilenlerdeki memnuniyetsizliğin, arayışların öfke ve mücadele arzusunu mayaladığı ve 2007'de bunların bir enerjiye dönüştürülmesi imkanlarının büyüyeceği, emekçi köylü hareketi şahsında da görülebilir. Ordu'da, Manisa'da, Bursa'da, Mersin'de gözler önüne serilen öfke, emperyalist küreselleşmenin tarım politikalarının yarattığı tahribatın artacağı-yayılacağı yeni yılda daha geniş kesimlerin ortak duygusuna dönüşecektir.
Dikkat çekici bir faktör de işçi sınıfı, emekçi memur, öğrenci gençlik ve kent yoksulları saflarında birleşik mücadele arzusunun büyümesidir. Bu, son birkaç ayın gelişmelerinde hem bir eğilim, hem de pratik bir durum olarak kendini ortaya koydu. 2007'de bu doğrultuda yeni kanalların açılmasının nesnel olanakları güçlenecek ve yine gerek olaylar, gerekse de sonuç alma, kazanımlarla ilerleme, daha etkili mücadeleler yürütme açlığı hareketi bu yönde zorlayacaktır.
Kürt ulusal demokratik kitle hareketi bakımından da 2007, yeni bir kabarış yılı olmaya adaydır. “Barış” arzusu ile dopdolu olsa da, sömürgeci, inkarcı, faşist rejim koşullarında ortaya konulan talepler temelinde bir gelişme sağlanmasının olanaklı olmadığı sezilmiş, anlaşılmış ve kitle bilinci haline gelmiştir. “Barış” talepli eylemlere ve “seçilmişlerin diplomatik girişimi”ne coşkulu kitle desteğinin sağlanamaması bunun ifadesidir. Faşist sömürgeciliğin 2007'deki politik pratiği ile, kendini, boyun eğme veya mücadeleyi yükseltme yol ayrımında bulacak ulusal demokratik kitle hareketi, ikinci seçeneğe hayat verecektir.
Bütün bunların yanı sıra, egemenlerin Çankaya dalaşı ve genel seçim atmosferinin on milyonlarca işçi ve ezilenin politik sorunlara ilgi ve dikkatini yoğunlaştıracağı da sürecin göz önünde tutulması gereken bir başka gerçeği olacaktır.
2007'de egemen kliklerin demokrasi ve refah vaatleri, ırkçı ve şovenist demagojileri, AB hayalleri gerçeklere, sert iktisadi ve toplumsal çelişkilere çarparak sarsıntılar ve aşınmalar yaşarken, özgürlük, adalet, halklara eşitlik talebi işçi sınıfı ve ezilenlerin yeni bölüklerine yayılma imkanına sahip olacaktır. Antifaşist, antişovenist, antiemperyalist etkilerin büyümesinin nesnel koşullan güçlenmektedir. Devrimci çalışmalar güven verici özellikler sergilediği ve bu imkanlara kilitlendiği oranda yürüyüşünü sürdürecektir.
Komünist devrimciler, 2007'de sömürülen ve ezilen tüm sınıf ve tabakaların, ulusal toplulukların, inanç-kültür topluluklarının, sömürgeci boyunduruk ve zulüm altındaki Kürt halkının bağrında biriken özlemlere, arayışlara, öfkelere, mücadele arzusuna dayanan; potansiyel imkanları enerjiye dönüştürecek çeşitli türden araç ve yöntemlerle, inatçı, umutlu, canlı ve iddialı bir politik çalışma sergileyeceklerdir. Böylelikle, aynı zamanda 2007 sonunda yapılması kararlaştırılan genel seçimlerin ajitasyon, propaganda, eylem ve örgütlenme düzeyinde alınan mesafeyi gözler önüne serecek bir kitle çalışması ve kitle seferberliği olanağı haline getirilmesi de başarılacaktır.
Toprak sürülmeye hazır ve bereketli, politik iklim uygun. Sağlıklı tohumlara ve fidelere sahibiz. Zor mevsimlerden ve zor yıllardan geçerek gelmenin tüm avantajlarını taşıyoruz. Deneyimlerin maddi bir güce dönüşmesini sağlar, inanç, moral ve yaratıcı emekle çalışırsak 2007'yi kazanmamız engellenemez.