Tutuklu bulunduğu Eriha Cezaevi'nden sorularımızı yanıtlayan FHKC Genel Sekreteri, emperyalist ve Siyonist saldırganlığa karsı bölgedeki devrimci örgütlere bir araya gelme çağrısı yapıyor. Irak'taki direnişi de selamlayan Sedat, "Onlar işgalin birinci gününden bütün dünyaya şunu ispatladılar; ABD'nin dünyadaki herhangi bir ülkeyi işgal etme gücü vardır, ama asla bu ülkenin geleceğini tayin edemez." yorumunu yapıyor. Komünist örgütlerin içinde bulunduğu ideolojik ve örgütsel krize ilişkin sorularımızı da yanıtlayan FHKC Genel Sekreteri, Marksizm'in teorisinde değil, yorumlanmasında ve uygulanmasında sorunlar yaşandığını vurguluyor.
Sayın Genel Sekreter, öncelikle hukuki durumunuz ve tutsaklık koşullarınızdan söz eder misiniz?
Sorunuzu yanıtlamadan önce, sizin aracılığınızla Türkiye’deki emekçi sınıflan, ezilen halkları ve onların emperyalizme karşı yürüttükleri mücadeleyi en içten duygularımla selamlıyorum. Ayrıca tutsak durumdaki lider yoldaşım Abdullah Öcalan’a özel saygı ve sevgilerimi gönderiyorum. Çünkü O, kendi halkının direniş sembolü haline geldi.
Sorunuza gelince... Dünyanın hiçbir yerinde vatanını, milletini savunan ve onların haklan için mücadele eden insanları tutuklayacak herhangi yasal bir düzenleme yok. Ayrıca BM, işgal edilen ülkelerin kurtuluş ve mücadele hakkını yerinde görüyor. Cenevre Anlaşması da bizlere mücadele ve devrim hakkını vermiştir. Ve en önemlisi, Filistin Anayasası ve yasaları da bize bu konuda hak veriyor. Bizim yasalarımıza göre, hiçbir Filistinli mücadelesinden dolayı yargılanamaz, tutuklanamaz. Durum böyleyken, niye tutuklandık? Bizim tutuklanmamız, İsrail hükümeti, ABD ve bazı Arap ülkelerinin baskısı ve talebi üzerine gerçekleşti. Ayrıca İsrail hükümetiyle Filistin yönetimi arasındaki anlaşmalar gereği tutuklandık. Filistin yönetimi üzerindeki tutuklanmamız yönündeki baskı, Filistin Halk Kurtuluş Cephesinin Turizm Bakanı Rehavam Zeevi’ye yönelik suikastından sonra gerçekleşti. Halk Cephesi ise bu suikastı düzenleme kararını, genel başkanımız Ebu Ali Mustafa’nın İsrail jetleri tarafından şehit edilmesinden sonra aldı.
Zeevi’nin geçmişi katliamlarla, sivil insanların öldürülmesiyle, suikastlarla dolu. O, Siyonist yönetimin en gerici, saldırgan ve faşist adamlarından biri. Filistin direnişi boyunca, Filistinlilere yönelik birçok saldın ve katliamın ya planlayıcısı ya da uygulayıcısı oldu. Ulusal yöneticilerin, etkili kadroların öldürülmesi operasyonlarında bizzat yer aldı. 1973 yılındaki Arap-lsrail savaşında esir düşen Mısır askerlerinin öldürülmesi emrini verdi, bununla da yetinmedi, bilfiil bu katliamın içinde yer aldı. Bu, görüntülerle de ispatlanmıştır. Ayrıca, Ebu Ali Mustafa’nın katledilmesi kararını alan üç bakandan biri Zeevi’dir. Bu durumda, hiçbir Filistin yasasında bizi tutuklamalarını gerektirecek tek bir madde bile yoktur. Ancak, Filistin yönetimi, ABD ve İsrail’in baskısına “gönüllü” boyun eğerek, bizi tutukladı.
İsrail’in Gazze’den çekilme oyunundan sonra Filistin yönetimi neden sizi ve beş arkadaşınızı serbest bırakmıyor?
Bizim tutuklanmamızın dayanağı Eriha Anlaşmasıdır. Bize göre, İsrail ile Filistin yönetiminin yaptıkları pazarlıklar sonucu ulaştıkları Eriha ittifakıdır. Bu ittifaka dayanarak hem Amerikan, hem İngiliz, hem Filistin yönetimi denetiminde tutuklandık. Tutuklanan 6 kişiyi, iki kısma ayırabiliriz. Bir kısmının, tutuklanması için hiçbir gerekçe yok. Serbest bırakılması gerekiyor. Örneğin, Filistin Yüksek Mahkemesi kararına göre, benim tutuklanmam yasadışı ve hemen serbest bırakılmam gerekiyor. Ayrıca, benim gibi, eski bakan ve devrimci Fuat El Şobaki ile El Fetih Yüksek Devrim Komitesi Üyesi’nin de serbest bırakılması yönünde mahkeme karan var. Üstelik bu kararların çıkalı, neredeyse üç yıl oldu. Yoldaş Ahid Ebu Yulmi, Büyükşehir binasının 2002 yılında kuşatılması sırasında tutuklandı ve bir yıl ceza aldı. Ancak hala benimle aynı tutsak evinde. Üstelik bizim yasalarımıza göre, bir kişi, cezası kesinleşmemişse eğer, en fazla 8 ay cezaevinde tutulabilir. Yani, biz burada hiçbir yasal dayanak bulunmadan tutuluyoruz. Filistin yönetimi ya üzerindeki baskıdan dolayı ya da istediği için bizi bırakmıyor. Çünkü 2002 yılında İsrail ile imzaladığı Eriha İttifakı hala yürürlükte. Kalan üç arkadaşımıza ise 18, 12 ve 8’er yıl hapis cezalan verildi. Onların yargılanması sırasında savunma mekanizması işletilmedi. Bir tiyatro kurdular ve İsrail’in isteklerini yerine getirdiler. Onlar, 35 günlük Mukataa kuşatmasını* kırmak istiyorlardı. Ancak direniş devam etti.
İlk başta da belirttiğim gibi, hiçbir Filistin yasası, bizi ve direnişçileri yargılayamaz. Bundan sonra biz, bizimle ilgili yeni ittifakların içeriği nasıl olursa olsun karşıyız. Bizi, Gazze’ye nakletmek istiyorlar. Ancak bunu kabul edersek ABD ve İsrail’in yeni baskılarına boğun eğmiş olacağız. Onlar, direnişi, Eriha’dan söküp atmak istiyor. Gazze de Filistin’in bir parçası. Ancak hiçbir şekilde, Siyonist yönetimin ve emperyalizmin güvenlikle ilgili çıkarları için Gazze’nin sürgün yerine çevrilmesini kabul edemeyiz. Beytüllahim maskaralığının** tekrarlanmasını istemiyoruz. Hatırlayacaksınız, o direnişçilerin bir bölümü yurtdışma, bir bölümü de Gazze’ye gönderildi.
İsrail’in Gazze’den çekilmesine gelirsek. Bu planın Filistin halkının direniş çizgisi üzerindeki etkileri nasıl oldu? Ve genel olarak Ebu Ali Mustafa Tugayları ve İntifada’nın geleceği bakımından nasıl bir süreç öngörüyorsunuz?
Filistin direnişinin varlığı ve meşruiyeti, Filistin topraklarının Siyonist işgal altında olmasından geliyor. Mademki Siyonist işgal sürüyor, bizim de direniş hakkımız vardır, devam edecektir. İsrail’in Gazze’nin bütün yerleşim bölgelerinden ve Batı Şeria’nın bazı bölgelerinden çekilmesi, aynı zamanda Filistin halkının direnişinin dayatması sonucunda olmuştur. Ancak bu çekilme tek taraflıdır. Siyonist yönetim, Gazze’deki şanlı direniş karşısında çaresiz kalmıştır. Şimdi de işgal cephesini bütünüyle Batı Şeria’ya kaydırarak, denetimi eline almak istiyor. Bir yandan utanç duvarını inşa ediyor, bir yandan yeni yerleşim yerleri açıyor. Böylece Batı Şeria’yı parçalayarak denetlemek istiyor. Onlar, bize, Batı Şeria’nın yüzde 42’si ve Gazze’nin tamamından oluşan, ancak parçalanmış topraklar üzerine kurulmuş bir Filistin devletini dayatıyor. Bu durumda, bizlerin direnmesi için bütün gerekçeler vardır. Çünkü işgal bütün acımasız yöntemleriyle halkımız üzerinde sürmektedir.
Gazze’deki direnişin yeni konumu ve işlevinin, genel Filistin direnişinin bir parçası olarak yeniden yapılandırılması bir ihtiyaçtır. Bundan sonra da Filistin direnişi, bütün Filistin topraklarında sürecektir.
Çünkü bizim ve bütün ulusal devrimcilerin hedefi, bağımsız-özgür bir Filistin devletini kurmak. Ve onun sınırlan,
1967’deki sınırlardır, başkenti de Kudüs’tür. Bunu gerçekleştiremediğimiz sürece direnişimiz bütün şekilleriyle devam edecek.
Filistinlilerin direnişten başka seçenekleri yoktur
Sayın Genel Sekreter, Mahmut Abbas’ın yürüttüğü siyaseti, Filistin ulusal davasının temel hedeflerine ulaşması sorunu bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef yönetimin ve Mahmut Abbas’ın yürüttüğü siyasetin, özellikle şu kritik dönemde, Filistin ulusal sorununa olumsuz etkisi oluyor. İntifada da 4 yılı geride bıraktık. Bu süreçte, direnişin gerçekçi ve somut kazançlarının olması gerekiyor. İntifada, Filistin devletinin kurulmasını, BM’nin çıkardığı kararlarla da teyit edildiği gibi, devletin müzakere masalarından çıkarılıp fiili hale getirilmesini sağladı.
İntifada’nın ikinci başarısı, Cenevre’deki uluslararası insan hakları mahkemesinin çıkardığı karardır. Bu kararda, Siyonist yönetimin ördüğü utanç duvarı yasadışı ve dayanaksız bulunuyor. Ayrıca İsrail işgal güçlerinin bütün uygulamaları yasadışı ve insanlık dışı bulunurken, 1967’de sınırlan çizilen topraklar “işgal edilmiş topraklar” olarak kabul ediliyor, bu sınırlar içinde başkenti Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması hakkı tanınıyor.
Şimdi Filistin yönetimi ve FKÖ önderliğinin uyguladıkları politika, Oslo anlaşmasına dayanıyor. Oslo anlaşması, Filistin sorununu bir “güvenlik sorunu” olarak ele almıştı. Ve dayatılan anlaşmanın tabanı, İsrail’in güvenliğidir. Oslo Anlaşması, ABD ve İsrail karşısında Filistinlilere hiç bir manevra şansı bırakmıyor. Eğer net olarak konuşmak istiyorsak, Filistinlilerin direnişten başka seçenekleri yoktur. Ve bize başka adlar altında dayatılan projelerin -örneğin yol haritası kaynağı da Oslo anlaşmasıdır. Müzakerelerin gidişinde bütün kozlar İsrail yönetimine verilmiştir ve onlar için Filistin sorunu, hala bir güvenlik sorunudur. O yüzden, yeni başlatılan süreçler de, Oslo’nun girdiği çıkmaza gidiyor ve Filistin sorununu çözmek için adım atmıyor. Bu politikalara prim vermek, Filistin halkının direnişinin ve mücadelesinin boşa gitmesi ve yeniden sıfırdan başlaması demektir. Yani, 27 Eylül 2000 tarihinde başlayan intifadanın boşa gitmesi demektir.
Filistin özerk yönetimi sizin için özetle ne anlam ifade ediyor?
Tek cümleyle şunu söylemek istiyorum, Oslo Anlaşmasıyla oluşturulan özerk yönetimin özü Filistin halkının, direnişinin ve mücadelesinin bir bölgede sömürge haline getirilmesidir.
Sayın Genel Sekreter, son güncel gelişmeler değerlendirildiğinde, Filistin ulusal cephesini oluşturan sosyalist, İslami ve demokratik güçlerin ilişkilerinde ne yönde bir değişim bekliyorsunuz? Ulusal birliğin çözülmesi gibi bir tehlike var mı?
Filistin’deki bütün ulusal direniş örgütleri birkaç nokta üzerinde anlaşma sağladı. Bunlardan birincisi, Filistin bir kriz içindedir. Ve biz bu krizi aşmak zorundayız. Bir krizin birden çok nedeni var. Birincisi, yönetim, Filistin direnişinin ve mücadelesinin yönünü başka bir kanala çekmek istiyor. Ayrıca, Filistin halkını doğru bir şekilde yönetmiyor.
Ulusal güçlerin üzerinde anlaşmaya vardığı ikinci noktaysa şu; bu krizi ancak uygar yöntemlerle ve seçimle çözebiliriz. Filistin Kurtuluş Örgütünün yeniden yapılandırılması, nispi temsilin uygulanması, FKÖ iç tüzüğünün uygulanması da yapılması gerekenlerin başında geliyor. Filistin ulusal birliğini, ancak demokratik seçimlerle sağlayabiliriz. O yüzden gelecek olan seçimleri, örgütlerin sunduğu programların referandumu olarak değerlendiriyoruz. Seçimlerle siyasi harita yeniden çizilecek. Eğer demokratik bir seçim olursa, Filistin’i oluşturan bütün siyasi dinamikler, siyasi haritanın oluşturulmasında rol alacaklardır. O zaman, Filistin’le ilgili siyasi kararlar bir zümrenin tekelinden alınıp, halkın temsilcisinin eline geçecektir. Böylece bu yönetimden tek taraflı kararlar da çıkmayacaktır. Böylesi bir ortamı gerçekleştirecek ortamın sağlanmasını ümit ediyorum. Çünkü ancak bu yöntemle demokrasi anlayışını sağlamlaştırabiliriz.
Değişim için ya iç savaş, ya seçim
Hamas ile Filistin polisi arasında yaşanan çatışmaların kaynağı nedir? Bir iç savaş olasılığı mı gelişiyor? Yoksa iç iktidar kavgasının olağan bir parçası mı?
Hem direniş alanındaki çekişme, hem de siyasi çekişmenin bu çatışmanın nedeni olduğunu kimse göz ardı edemez. Bu çatışma, birkaç yerde ve biçimde karşımıza çıkıyor. Bu çatışmanın gerçek nedeni, direniş alanındaki çekişmedir. Şunu kesin olarak belirtmeliyim ki, bütün ulusal güçler, bu çatışmaların büyümemesi için ellerinden geleni yaptılar. Ayrıca, ulusal birlik komitesi iki tarafın arasındaki anlaşmazlığa bir anlaşma imzalayarak son vermiştir ve Gazze Şeridindeki iç çatışmaları bir daha yaşanmayacak şekilde sona erdirmiştir. Özellikle gösteriş amacıyla yapılan silahlı yürüyüşlerin yasaklanması, tansiyonun düşürülmesini sağlamıştır. Bunun dışında, herkes seçimleri, sonuç belirleyici olarak kabul etti. Bu da belli bir bilinç düzeyini gösteriyor.
Şu anda Filistin’in konumunda kökten bir değişimin gerektiği konusunda herkes hemfikir ve biz bu değişimi ancak seçimlerle sağlayabiliriz. Tabii ki dünyada değişim için iki yol var. Biri, iç savaş ve diğeri seçim.
Herkes biliyor ki, iç savaşın tek kazananı, düşman güçleridir. Herkes şu bilince varmıştır; düşman ve düşmanın uzantıları bir iç savaş havası yaratmaya çalışıyor. Çünkü iç savaşın amacı, Filistin-İsrail anlaşmazlığını, Filistin-Filistin anlaşmazlığına çevirmektir. Bu durumda, İsrail üzerindeki uluslararası baskı azalmış olur, direnişin yönü işgal karşıtlığından sapar ve Filistinli örgütler arasındaki savaşa dönüşür. Bunun sonucu da, Filistin ulusal birliğinin parçalanmasıdır. Her ne kadar direnişi oluşturan örgütler bir bilinç düzeyine varmışlarsa bile, sürtüşmeler de yaşanmıyor değil.
Bundan sonrası açısından, seçimlerin belirlenen zamanda yapılması için yönetim üstüne baskı uygulamalıyız. Seçimler belirlenen zamanda yapılmazsa, ortaya çıkacak sonuçlardan da kendileri sorumlu olacaklardır. Seçimlerin ertelenmesi gerginliği artırır ve çatışmalara yol açar. Herkes bunun bilincinde olmalı, sorumluluğunu yerine getirmeli.
İsrail, işgal ettiği toprakların bir kısmından çekilmiş olsa bile; uluslararası yasalara göre, Filistin toprakları kuşatıldığı için hala işgal altında kabul ediliyor. Gazze şu an kuşatma altındadır. Çünkü Gazze’nin bütün giriş ve çıkışlarını işgal güçleri denetliyor, havaalanının inşaatını kendisine göre yapıyor, limanımızın dahi inşaatının sürmesini kabul etmiyor. Ayrıca İsrail yetkilileri, “Gazze’yi yeniden işgal edeceğiz” diye sürekli tehdit ediyorlar. Filistinliler, Gazze’de halen işgalin sürdüğünü düşünüyor.
Herkesin dikkatini çekmek istediğim bir nokta var, birbirimize karşı güç kullanarak hiçbir şey elde etmiyoruz, ama demokratik uygar yöntemlerle bütün sorunların üstesinden gelebiliriz. Bizim toplumumuz, inanç alanından siyasi alanına kadar çok sayıda çelişkinin olduğu bir toplum. Ve bu çelişkiler ancak demokrasiyle çözülebilir. Demokratik yöntemlerin temeli seçimdir. Seçimle gelen insanlar bir halkın, bir ulusun gelecekteki siyasi konumuna ilişkin karar veriyor, geleceği tayin etme hakkına sahip oluyor. Ancak, kendi aramızda demokrasi yöntemini uygularsak, özgür ve bağımsız devleti kurabiliriz ve başkenti Kudüs olur.
Filistin solu birleşmeli
Filistin Halk Kurtuluş Cephesinin Filistin Demokratik Halk Cephesiyle birleşmesinin Filistin intifadasına etkisi nasıl olacaktır?
Biz Halk Cephesi olarak hem iki cephenin, hem de Filistin solunun tek çatı altında toplanması gerektiğini düşünüyoruz ve birlikte çalışmayı hedefliyoruz. Çünkü hepimizin ideolojik olarak birleştiği nokta; bilimsel bir teoridir. Ve hepimizin hedeflediği; tek siyasi ve ideolojik programı çıkartmaktır. Hedeflediğimiz budur, hepimiz için gereklidir ve zorunludur. Bu kişisel bir istek değildir, Demokratik Cephe ve Halk Cephesi başta olmak üzere solun isteğidir. Halk Cephesi ve Demokratik Cephe, aynı ideolojik-politik yapıdan geliyor. Muhakkak ki, onların birleşmesi hem Filistin solu, hem Arap devrimcileri, hem bölgedeki bütün solcular için önemlidir ve onların mücadelesine aktif destek sunar. Çünkü Filistin direnişi, hem bölgedeki hem de dünyadaki ulusal hareketlerin bir dinamiğidir. Şu anda yalnızca Demokratik Cephe’yle değil, bütün sol oluşumlarla diyalog içindeyiz. Birleşme olmasa bile, bir siyasi programın üzerinde bir araya gelmeyi ümit ediyoruz, hedefliyoruz. Filistin solu birleşirse, özellikle bölgedeki ve Arap ülkelerindeki solun ABD emperyalizminin projesine karşı mücadelesini olumlu yönde etkileyecek, onları daha aktif, daha sert mücadele içine çekebilecektir. Bu birliği, ayrıca, Arap solunun birleşmesinin bir adımı olarak nitelendiriyoruz. Bölgedeki ve dünyadaki bütün sol ve antiemperyalist güçlerin, devrimcilerin birleşmesi, emperyalistlerin ve müttefiklerinin dünya halklarının geleceğiyle oynamasını ve halkların sömürülmesini, köleleştirilmesini durduracaktır.
Şöyle diyebilir miyiz; gelecekteki seçimlerde Filistin solu, tek çatı altında seçimlere girecek mi?
Kesin olarak şunu söyleyeyim ki, solun mücadelesi birleşiktir. Ama şu anda sol örgütler arasındaki müzakerelerden birleşmeye doğru bir sonuç çıkmamıştır. 16 seçim bölgesi var. Şimdi yeni anayasaya göre meclisin 132 üyesi olacak. Bunların 66’sı nispi temsile dayanarak, kalan 66’sı örgütler arasında nispi temsile göre dağıtılacaktır. O yüzden eğer sol birleşmezse, merkez seçimlerinde temsil oranlarında yenilgi olur, onun için mecbur olarak bütün sol bir çatı altında birleşmelidir. Buna bağlı olarak Filistin solunun yeni parlamentoda büyük ağırlığı olacaktır. Özellikle birleştiğimiz ve anlaşmaya vardığımız noktalar varken, Filistin solu çok kolay bir arada olabilir. Ben üçüncü akım ile ilgili konuşmak istemiyorum, Avrupalı liberal demokratlardan bahsetmiyorum, gerçek sol demokratlardan bahsediyorum.
Biz de Filistin solunu hem seçimde, hem de mecliste birlikte hareket ederken görmek istiyoruz. Sayın Genel Sekreter, FHKC’nin intifadanın mevcut, somut koşullarına yanıt olarak geliştirilmiş belirli politik programı nedir?
İsrail’in Gazze’den tek taraflı çekilmesi, yerleşim bölgelerinin sökülmesi, işgalin sona erdirilmesi anlamına gelmiyor. Aslında İsrail askerlerinin, yeniden Gazze çevresinde konuşlandırılması demektir. Uluslararası normlara göre, Gazze’de işgal sona ermemiştir. Halk Cephesi olarak, stratejimizi değiştireceğimiz politik bir durum oluşmamıştır. Eğer direnişin stratejisini ve temel programını değiştireceksek, somut gelişmelerin olması gerekiyor. Ama böyle olmadı. Çünkü Siyonizmin programı hala devrede. Mademki Siyonist politikada hiçbir değişiklik olmadığına göre ve onları destekleyen ABD emperyalizminde bir değişiklik olmadığına göre, bizim için de değişen bir durum yok.
Ayrıca Şaron’un tekrarlanmış ABD ziyaretlerinde, Şaron’a Batı Şeria’daki büyük yerleşim bölgelerinde kalması için ABD yönetimi garantileri vermiştir. Örneğin Kudüs konusu askıdadır, en son tartışılacak bir konudur. Örneğin, Filistinli mültecilerin dönüş hakkının tartışılmayacağının garantisini vermiştir ABD.
Mademki, Siyonist yönetimin işgal altındaki toprakların yönetiminde bir politika değişikliği olmamıştır, —olmayacaktır da— o zaman halk cephesinin silahlı direnişi konusunda bir değişiklik yapacağına inanmıyorum ve olmayacaktır. Çünkü biz genel olarak, Yol Haritasını, Oslo Anlaşmasını ve Filistin yönetiminin İsrail ile uzlaşma politikasını reddediyoruz. Ve hedefimiz direnişin sağlamlaştırılması ve yaygınlaşmasıdır.
Biz, aydınlatıcı, ilerletici bir programı bütün Filistin halkına yaymak istiyoruz. Çünkü bu programla halkın direnişinin gücünü artırırız. Buna bağlı olarak halk cephesinin bir siyasi programı var. Biz, bir çözüme karşı değiliz ama bu çözüm, Filistin halkı haklarından taviz vermeden olmalıdır. Ve bu çözümler uluslararası yasalara ve Birleşmiş Milletlerin Filistinlilerin haklan için çıkarılan kararlarla bağdaşacak şekilde olmalıdır. Özellikle 194 sayılı dönüş hakkı karan uygulanmalıdır. Ve tam egemen bağımsız bir Filistin devleti garanti altına alınmalıdır.
Amacımız yalnız Filistin’i Siyonist yönetim egemenliğinden kurtarmak değil, bölgeyi ABD emperyalizminin hegemonyasının altından çıkartmaktır. Filistin sorununu çözmeden bölgede hiçbir ilerleme olmaz, hiçbir devrimci oluşum başarıya ulaşamaz. Bu bir gerçektir ve kabul etmek zorundayız.
Biz bölgedeki halkların konuşan sesi olarak, işgal güçlerinin estirdiği teröre karşı mücadelemizi sürdüreceğimizi ilan ediyoruz. İstediğimiz, BM şemsiyesi altında ve uluslararası güç odakları denetiminde bir Ortadoğu barış konferansının düzenlenmesi, bu konferansta bütün tarafların eşit bir şekilde kendi görüşlerini savunması. Meşru müdafaa hakkının kullanılarak, bölgede barışın sağlanmasını istiyoruz. Bu gerçekleşmezse, bizi ne adlarla adlandıracaklarsa adlandırsınlar, haklı mücadelemiz devam edecek.
Biz, Filistin’in lehine çıkan uluslararası kararları müzakere etmek değil, uygulamak istiyoruz. İsrail, sorunu “toprak sorunu” tartışmasına yönlendirmek istiyor. Sanki Israil-Filistin sorununu bir toprak anlaşmazlığıymış gibi göstermeye çalışıyor. Filistin sorunu, bir “işgal sorunu”dur ve biz bu işgalin bitmesini istiyoruz, Bu konuda uluslararası toplum bize tam yetki vermiştir.
Bizimle tartışmak istedikleri ikinci konu şu; dönüş hakkı. Onlar dönüş hakkını, kişilerin dönüş hakkı olarak algılıyorlar. Ve bu dönüş hakkını sadece belirledikleri kişilere veriyorlar. Ancak asıl dönüş hakkı, herkesin terk etmek zorunda kaldığı topraklara -bu topraklar gerek 1948, gerekse 1967’de işgal edilen topraklar olsun dönüş hakkıdır. Bize bu şekilde dayatılmak istenen bütün siyasi çözümlere karşıyız. Çünkü bu çözümler Filistin sorununu bir güvenlik sorunu olarak dayatıyor.
Filistin kadını, intifadanın dinamikleri açısından nerede duruyor?
İntifada da kadının rolü, aktif ve küçümsenmeyecek derecededir. Ayrıca yalnız intifadada değil, Filistin kadını, ulusal mücadelenin bütün alanlarında önemli bir rol oynadı ve oynamaktadır. Bugün küçümsenmeyecek sayıda şehit ve tutuklu Filistinli kadın mevcuttur. Şu anda sizinle konuştuğum saate kadar, Siyonist hapishanelerinde 168 tutuklu kadın bulunuyor. Filistin kadınları toplumsal yaşamın her alanında. Onlar, demokratik kurumlann en önemli yerlerinde. O kurumlan hareket ettiren kadınlar. Her ne kadar yönetim ve işgalciler bu sivil toplum örgütlerini devre dışı bırakmak istese bile, işçi sendikaları, öğrenci dernekleri ve halk eğitim kursları hep kadınlar tarafından kuruldu, çalıştırılıyor. Ancak şunu da belirtmeliyim, İkinci İntifadada Filistin kadınını rolü, Birinci İntifadaya göre, biraz daha azaldı.
Irak direnişini selamlıyorum
Bugün açısından Filistin davasının zafere ulaşmasının olanakları, imkânları, yolu nedir?
Emperyalizm dünyayı yeniden şekillendiriyor, daha çok maddi çıkar sağlamak için dünya ülkelerini, bölgeleri birbirine düşürerek, planlarını devreye sokmaya çalışıyor. Bu projelerin en önemlisi Büyük Ortadoğu Projesi’dir. BOP’un tek hedefi, Ortadoğu’daki petrol kaynaklarını elinde tutup, dünyaya hâkim olmak ve bölge halklarına kendi sistemini dayatmaktır. Filistin ulusal politikasını bu programa göre belirlersek, yani, ağırlığı müzakerelere ve siyasete verirsek, Filistin’e hiç bir şey kazandıramayız. Tam aksine, Filistin sorunu yerinde sayar. Benim korktuğum nokta şu, her müzakereden sonra, Filistin meşru haklarından -dönüş hakkı, egemen ve bağımsız, demokratik devlet geriye düşüş söz konusu oluyor. Diyorum ki; yalnız ulusal programınız yetmiyor. Çünkü BOP’un programı bütün bölgeyi, dünyanın büyük parçasını ilgilendiriyor, tabii ki, Filistin ve Ortadoğu merkezlidir. Yalnız Arapları değil, bölgedeki bütün ulusları ilgilendiriyor. O yüzden birlikte çalışmazsak, birlikte yeni tezler, yeni siyasi programlar üretmezsek, ABD isteğini bize dayatır.
Bu yüzden sadece Filistinliler değil, Filistinli, Ürdünlü, Suriyeli, Lübnanlı ve bölgedeki ezilen halkların birleşmesi şart. Artık ulusal mücadeleyi herkesin tek başına yürütmesi imkânsız hale geldi. Yani bu birliği sağlayamazsak, acımasız emperyalizmin ve Siyonizmin emellerine hizmet etmiş olacağız.
Eğer somut olayları konuşmak istiyorsak, Irak direnişini ele alalım. Ben öncelikle Iraklı direnişçileri, selamlıyorum, onların önünde saygıyla eğiliyorum. Meşru direniş haklarını kullanıyorlar. Çünkü orada ABD işgali var. Irak direnişinin zafere ulaşması için beklememeliyiz, biz de bunun için çaba sarf etmeliyiz. Artık Arap ülkelerinde devrimci demokrat mekanizmaların devreye girmesi gerekiyor ve ancak onlar girdiği zaman, Irak’ın direnişine tam anlamıyla destek vermiş olacağız.
Irak devrimi maddi, manevi, gerilla bakımından kendi kendilerine yetiniyor, onların kimseye ihtiyacı yok. Ancak onların ihtiyaç duyduğu, bölge ülkelerindeki devrimci-demokratik dinamikler. Eğer bu dinamikler devreye girerse, yalnız Irak direnişi değil, Filistin’deki direniş ve Lübnan’daki antiemperyalist bütün ilerici güçlere hem manevi hem, de maddi olarak güç katar. Çünkü şu anda bahsettiğimiz üç nokta, Irak, Filistin, Lübnan Ortadoğu’nun, emperyalizme karşı en ilerici odak noktalarıdır.
Biz yeni bir dünya, yeni bir toplum yaratmak istiyoruz
Peki, o mekanizmalar nasıl devreye girebilir?
Bunu, bulunduğumuz yerlerde,
Arap ülkelerinde halkın güçlerini devreye sokarak ve emperyalizmin taşeronlarını sınırlandırarak, onların etki alanlarını daraltarak gerçekleştirebiliriz. O zaman gerici yönetimlerin bulunduğu ülkeler, bu kadar işbirliği ve vatan hainliği yapamazlar.
Arap yönetimleri Irak’ın işgaline göz yumarak ABD’ye en büyük hizmeti verdiler. Arap halkları, işgale karşıdır, ancak demokratik hakkını kullanarak bunu ifade edememiştir. Çünkü bunun bedeli ağırdır. O yüzden biz ilk önce bu yönetimlerden başlamak zorundayız.
Ayrıca, ulusal mücadele, uluslararası antiemperyalist ve devrimci örgütlerden kopuk olmamalı. Yani, bu mücadeleyi bütün ilerici antiemperyalist, işgal karşıtı insanlarla birlikte yürütmemiz gerekiyor.
Biz halklar arasında diyalog ve eşit ilişkiler olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunu da ancak ilerici devrimci iktidarlar yapabilir. Biz yeni bir dünya, yeni bir toplum yaratmak istiyoruz. Bu toplumun esas temelleri insanlara eşit davranmak, insanları ırkı, dini, diline göre sınıflandırmamak olacak. Ve bir halkın başka bir halk üzerinde politik, ekonomik sömürüsü olmayacak.
Şu anda ezilen halkların, dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleştirdikleri başarı, dünyadaki bütün ezilen halkların başarısıdır. Yani Latin Amerika’daki Venezüella’da Chavez hükümetinin direnmesi ve başarısı, dünyadaki bütün ezilen halklarını başarısıdır, bizim başarımızdır. Aynı şekilde Brezilya’daki sosyalistlerin direnmesi, şanlı Küba’nın direnişi, bizim direnişimizdir. Yani, Latin Amerika’daki ilerici, sosyalist örgütlerin emperyalizme karşı başarısı, bütün dünyayı direkt etkiliyor.
Amerika şu anda ekonomik sistemi değil, savaşı küreselleştiriyor. İşbirlikçilerle yalnız bölgedeki halklan değil, kendi sınırları içindeki halkları da sömürüyorlar. Bu global savaşı, ancak dünyaya yayılacak büyük bir cepheyle durdurabiliriz. Şu anda bazı örgütler bölgesel kazanç sağlayabilirler, ancak bu uluslararası emperyalizmin programına karşı değilse; büyük cepheyle dayanışma içinde değilse, o zaman bu başarı nihai zafer olmayacaktır. Ancak mücadele ortaklaştırılabilirse daha güçlü olacağız, o başarı daha uzun yaşayacak ve yaydıkça da güçlenecektir. O zaman da ABD emperyalizmi, kültürel ve siyasi hegemonyasını silah zoruyla dayatamaz.
Önce, bir ülke içindeki ulusal, devrimci antiemperyalist güçlerin bir araya gelmesi gerekiyor. Ondan sonra bölge için bir araya gelmeliler. Örneğin Filistin direnişinde önce ulusal güçler bir araya geldiler. Onlar bölgedeki Arap devriminin ayrılmaz ve aktif parçası oldukları için, Arap devrimci örgütleriyle birlik içinde olmalılar. Ondan sonra bölgedeki devrimci, halkın gerçek temsilcileriyle bir araya gelmeliler. Ve buradan da dünyaya açılarak, devrimci örgütlerle büyük bir cephe oluşturabilirler. İşte o zaman, Angola’daki ya da Afrika’nın bir yerindeki başarı hem o halkın, hem de Latin Amerika halklarının, Filistin halkının başarısı olacaktır.
Ortadoğu’da siyasi İslami direniş hareketleri önemli bir dinamik olarak gözüküyor. Sosyalistler, siyasi İslami direniş hareketleriyle nasıl ilişkilenmeli? Ve bu direnişin yükselme eğilimi gösterdiği Ortadoğu coğrafyasında sosyalistler kendilerine nasıl bir kanal bulacak?
Genel olarak son dönemlerde siyasi İslami direniş hareketleri, devrimcilerle aynı cephede emperyalizme karşı savaşmaya başladılar. Ve bu güçlerin zaten Ortadoğu bölgesindeki etkileri küçümsenecek ya da göz artı edilecek bir düzeyde değil. Bunların yanında bazı ulusalcı örgütler de bu ABD karşıtı cepheye katıldılar. Arap ülkelerine baktığımız zaman, ABD’nin Irak’a saldırısından sonra ulusal ve milliyetçi hareketlerin zayıfladığını görüyoruz. Ama demokrat ve ilerici hareketler yükselişte. Bu durumdan dolayı güçlerimizi birleştirmek zorundayız. Ve geniş Arap ilerici-demokrat cepheyi oluşturmak zorundayız. Fikir olarak herkes bunu kabul ediyor, ama nasıl yapmalıyız?
Siyasi İslamcılarla ideolojik olarak bir araya gelmemiz imkânsız. Ancak ABD emperyalizme karşı duruşları, bizi onlarla işbirliği yapmaya zorluyor. Çünkü bölgenin şu anda maruz kaldığı bir saldın söz konusu. Ve bu saldın sadece askeri değil, kültürel bir saldırı aynı zamanda. İslamcı örgütler de bu saldırıya karşı oldukları için onlarla bu noktada hem fikiriz. Ancak tabii ki, toplumsal yaşamın örgütlenmesi konusunda tamamen farklı düşünüyoruz.
Şu anda yapacağımız, asgari anlaştığımız konular üzerinde bir araya gelmek olacaktır. Bu da tabi ki, onların, Siyonizme ve ABD emperyalizmine karşı bakışları ve duruşlarına bağlıdır. Ancak bu birlik asıl olarak, insanların düşüncelerine saygı gösterildiği zaman hayata geçer.
Bir de, seçimden sonra sandıktan çıkanların söylemleri değil, iktidar olduktan sonra yaptıkları, gerçek durumlarını gözler önüne serer ve birliğin geleceğinin nasıl gelişeceği de o zaman netleşir. Bu deneyim, yakın bir zamanda Filistin’de gerçekleştirilecek.
Kürt direnişini selamlıyorum
Filistin intifadası, Lübnan’daki direniş, Irak direnişi, Kürt ulusal özgürlük hareketi. Ortadoğu’da bölgesel bir devrimin olanakları nelerdir?
Bu hareketlerin bölgede şanlı bir geçmişi bulunuyor. Onlar her zaman ABD emperyalizmine karşı duruşları ve savaşlarıyla önemli bir yerde duruyorlar. Ama eğer gerçekleştirdikleri başarıları sürdürmek istiyorlarsa, tek çatı altında toplanmak zorundalar. Ancak bu şekilde ABD emperyalizminin bölgedeki dayatmalarına karşı çıkabilirler. Emperyalizme karşı mücadele ana temel olmalıdır.
Şimdi devrimci Kürt hareketine gelince... Ben eskiden beri bu harekete hem saygı, hem de sevgi beslemiş bir insanım. Çünkü bu hareket, ezilen ve sömürülen Kürt halkının haklarını elde etmek için savaşıyor. Ve kendimi onlarla birlikte aynı cephede hissediyorum ve yaşıyorum. Kürt halkının çektiği, Filistin halkının çektiğiyle aynıdır. Ama Irak Kürdistan’ındaki Kürt devrimcilerinin şimdiki bulundukları durumu, işgal güçleriyle yaptıkları işbirliğini doğru bulmuyorum. Devrimci Kürt gerillası ABD emperyalizminin nasıl işbirlikçisi haline gelir, aklım almıyor. Bu soruya kimse mantıklı bir cevap bulamaz ya da uyduramaz. Buradan sizin aracılığınızla ulusalcı, ilerici, devrimci, sosyalist, bütün Kürt güçlerini, ABD emperyalizmiyle işbirliği geliştirmeyen Kürt güçlerini, selamlıyoruz. Özellikle, Kürdistan İşçi Partisindeki yoldaşlarımızı ve onların başındaki büyük liderleri Abdullah Öcalan’ı selamlıyorum, desteklerimi sunuyorum.
Emperyalizm Irak'ta yenilecektir
ABD işgalinden sonra Irak’ta gelişen direniş, Filistin intifadasını nasıl etkiliyor?
Öncelikle Irak’ta direnen herkese saygılarımı gönderiyorum. Çünkü onlar işgalin birinci gününden bütün dünyaya şunu ispatladılar; ABD’nin dünyadaki herhangi bir ülkeyi işgal etme gücü vardır ama asla bu ülkenin geleceğini tayin edemez.
Dünyadaki bütün onurlu insanlar, Irak’taki direnişin hem maddi, hem manevi olarak yanında olmalıdır. Dünyadaki bütün onurlu halklar, hep ABD tarafından düşman olarak gösterildi. O yüzden halklar, direnişin yanında olmalıdırlar. Çünkü orada direnenler, onurlu insanlar.
Irak’taki direnişçiler tek çatı olmalıdırlar, birleşmelidirler, mezhep-din ayrımı yapmamalılar, milliyetçilikten uzak durmalılar, özellikle Arap, Kürt, Türkmen, Asurî, ayrımından vazgeçmeliler. Iraklılara şunu söylemek istiyorum, BOP’un amacı parçalanmış ülkeleri parçalamaktır. O yüzden, ayrılıkları bir kenara bırakıp bu projeye karşı birleşmeliler. Onlar Irak’ta milliyet, mezhep temeli üzerinden yönetimler oluşturmak istiyorlar. Bu ayrımcı projeyi başarısızlığa uğratmak zorundasınız; laik, demokratik, bağımsız bir Irak kurmak için elbirliği içinde olmalısınız. Çünkü Irak direnişinin başarısı bölgeyi derinden değiştirecek.
Irak direnişi, Filistin direnişini yakından ilgilendiriyor ve Filistinliler, Irak direnişinden etkileniyor. Irak direnişinin her başarısı, Filistinli bütün siyasi, toplumsal örgütleri, insanları coşturuyor. Manevi olarak, insanları direnişe teşvik ediyor. Irak direnişi yalnız Filistin’i değil, Lübnan’daki direnişi de etkiliyor. Iraklılar,
Filistinliler, Lübnanlılar emperyalizmin ve Siyonizmin işgalinin, yıkımının, ölümünün, esaretinin, tutsaklığının ceremesini çektiler. O yüzden onların mücadelesi ortaktır. Biz burada işbirlikçi gerici Arap yönetimlerine ümit bağlamıyoruz, ümit bağladığımız şey halklardır. Çünkü yönetimler, işbirlikçiler hem Irak’ın işgaline göz yumdular, hem bilfiil savaşa katıldılar. Irak işgalinin ardından Lübnan’daki direnişçiler ve Filistinliler üzerindeki baskı artırılmıştır.
Bizim amacımız, büyük Arap devrimini gerçekleştirmek. Bu Arap devrimini salonlardan çıkarıp sokaklara taşımak. Artık hamasi hitapların zamanı geçti. Edebiyatçılar ve yazarlar bu işi, bilene bırakmalıdır. Bu direnişin başarısı, dünyadaki devrimlere etkisi nasıl olur? Emperyalizmin programı Irak’ta yenilirse —ki yenilecektir— dünyamızda halkların sözünün geçmesi için önemli bir adım atılmış olacaktır.
Alternatif sosyalizmdir
20. yüzyılın kapanış koşullarından hareketle, uluslararası komünist hareketin içinde bulunduğu ideolojik ve örgütsel krize vurgu yapılıyor. Sizce Latin Amerika ve Ortadoğu’daki devrimci gelişmeler bu anlamda neye işaret ediyor? Marksizm’in geleceği nasıl şekillenecek, bir öngörünüz var mı?
Çok önemli bir soru sordunuz.
Çünkü uluslararası devrim cephesi kurmaktan bahsettiğimiz zaman, bu soru kendiliğinden karşımıza çıkıyor.
Halk Cephesi olarak bizce, ABD’nin Sovyetler Birliği ve sosyalist bloka karşı kazandığı zafer, kapitalizmin zaferi değildir. Ve bu, kapitalizmin doğruluğunu ve haklılığını ispatlayamaz. Kapitalist sistemin tek seçenek olduğu anlamına da gelmez. Kapitalizm, SB’ndeki sosyalist sistemi alaşağı etti, fiili olarak sosyalist bloğun parçalanması ve dağılmasını sağladı. Buna bağlı olarak, Marksist ve sosyalist örgütlere, partilere şu soru soruldu; Bu durumda Marksizm’in ve Leninizm’in geçerliliği ve haklılığını nasıl açıklayacaksınız? Soru bu. Bizce bu soruya başka bir soruyla yanıt verebiliriz; sosyalist blok çöktükten sonra dünya halklarının yaşamında iyi bir şeyler mi oldu? Örneğin savaşlar, işgaller sona mı erdi? Sömürü ortadan mı kalktı? Emperyalist ülkelerin tekellerin çıkarları için ezilen halklar üzerindeki sömürüsü mü bitti? Kapitalist ülkelerde işçi ve emekçilerin yaşadıkları sorunlar tamamen ortadan mı kalktı? Bu ülkelerde ideolojik ayrışmalar tamamen mi bitti? Özellikle ABD’de yönetenlerle halk arasındaki uçurum mu kapandı, adaletsizlik ortadan mı kalktı? Zengin bir azınlık ABD’nin yer altı ve yer üstü kaynaklarını, ekonomik kaynaklarını denetliyor. Yani ABD emperyalizmi kazandı ama ABD çelişkileri, çatışmaları kendi ülkesinde bile sona erdiremedi. Eğer bir sorundan bahsetmek istiyorsak, bir gerçek var ki, SB dağıldıktan sonra dünyadaki bütün sosyalistler kriz içine girdi. Ve şu soruyu sorduk; acaba hata, Marksizm’in teorisinde mi yoksa uygulanmasında mı? Bize göre, SB’deki bir sürü sorun, teorinin yanlış yorumlanmasından kaynaklandı. Bu sonuçtansa, teorinin yanlış olduğu kanaatine varıldı. Çünkü bu uygulamanın sahipleri, SB’deki sosyalizmin kazandığım ilan edip, yeni bir aşamaya, yani komünist topluma geçme hazırlığında olduklarını düşünüyorlardı. Ama gerçekte, onların yanlış yolda oldukları, teoriyi yanlış yorumladıkları ortaya çıktı. Ayrıca dünyadaki komünist örgütler, ideolojik politik düşünceler toplumdan dışlanmaya çalışıldı. Gramsci’nin ortaya attığı teori, ayrıca Troçki’nin yazdıkları ve çizdikleri ve bunlardan sonraki akımlar, okullar, komünistler arasında okul oluşturdular. Bunlardan dolayı, Marksizm Leninizm teorisi, bir din haline getirildi. Veya bir partinin inanç meselesi haline getirdiler. Ve gerçek Marksizm Leninizm ruhundan uzaklaştırıldı. Ama şöyle diyebiliriz, Avrupa ve Asya’daki solun etkisinin azalması, Latin Amerika’ya yansımadı. Tam tersine Latin Amerika’daki sol sürekli yükselişte oldu. Bu da, benim söylediklerimi destekliyor, bir çıkmaz var. Ancak bu çıkmazın sorumlusu, ML’nin teorisi değil, uygulanmasıdır. Zaten bunların uygulayıcıları, ML teorisini derin bir şekilde yaraladılar. Şöyle diyebilirim neden acaba, bu kriz, Latin Amerika’ya yansımadı? Yoksa Latin Amerika başka bir gezegende mi bulunuyor? Venezüella’daki sol, demokrat, ilerici ve ulusalcı güçler acaba nasıl ABD’nin ve onların taşeronlarına, işbirlikçilerine karşı durabildiler? El Salvador’da halkın faşist yönetime karşı direnişi gün gittikçe artıyor, bunu nasıl açıklayabiliriz? Küba’nın ABD’nin burnunun dibinde direnmesini nasıl açıklarız? Büyük devletler, ABD emperyalizminin rüzgârı karşısında eğilirken, küçük bir ada ülkesi olan Küba yıllardır nasıl dayandı?
Şunu da belirtmeliyim ki, bugün için, emperyalist küreselleşmeye ve savaşa karşı gelişen güçlerin merkezi ve dinamikleri kapitalist ülkelerde bulunuyor. Çünkü bunlar emperyalist-kapitalist sistemin gerçek yüzüyle uzun yıllardan beri yaşıyorlar. Irak işgaline karşı gelişen hareketler, küreselleşme karşıtı hareketler, Bush karşıtı akımlar hep emperyalist kapitalist ülkelerde gelişti. Bu da kapitalist sistemin başarısızlığını gösteriyor. Çünkü onlar da, kapitalizm saflarından ayrılıyor. Ve artık onlar emperyalizme alternatif olarak çıkıyorlar. Tabii ki alternatif sosyalizmdir. Şu anda işçi hareketinin ve devrimci hareketin yaşadığı koşullar, I. Enternasyonalin hemen öncesindeki koşullara benziyor. Ancak küçük bir farkla. Birinci Enternasyonal içinde her sol kesimden insanlar ve örgütler vardı. Ve her ne kadar bu insanlar ideolojik ve politik olarak birbirinden farklı olsa da, I. Enternasyonal onları bir çatı altında toplamayı başardı. Ve kapitalizme karşı kazançlar elde etmeye başladılar. Bu gelişmelere bağlı olarak İkinci Enternasyonalin temeli atıldı. Ve ikincisinden, üçüncüye geçildi.
Biz, dünyadaki solcuların çok ufak bir parçasıyız. Bizim ortaya attığımız şey, devrimcilerin yüzde kaçını temsil ediyor... Ama şunu diyebilirim; ezilen halklar, kapitalizmin bir çözüm olmadığına inanıyor. Ve tek çözüm, bilimsel Marksizm Leninizm teorisidir. Yine tekrarlıyorum, kapitalizm bir çözüm değildir. Her ne kadar onlar kendilerine yeni isimler, yeni deyimler üretiyorlarsa, -örneğin sanayi ötesi toplumu, ya da globalleşme, küreselleşme hepsi kapitalizmin başka bir ismidir ve kendisidir. Ve tek çözüm bunları alaşağı etmek ve sosyalizmi inşa etmektir. Dünyadaki bütün komünistlerin bir araya daha çok gelmeleri ve ortak bir politika üzerinde çalışmaları gerekiyor. Ve şu anda bazı yoldaşlarla da diyalog içinde olup, uluslararası devrim merkezini oluşturmalıyız. Bunun çatısı altında bütün Marksist Leninist görüşleri toplamalıyız.
Geleceğimiz enternasyonal dayanışmadadır
Filistin davasına sempati duyan halklara, parti ve örgütlere nasıl bir çağrınız var?
İlk başta gerek maddi gerek manevi olarak bizi destekleyen bütün devrimci, sosyalist örgütlere gönülden teşekkür ederiz. Ayrıca, Filistin’le dayanışmak için dernekler oluşturan tüm halklar karşısında saygıyla eğiliyorum. Ayrıca, işgal edilen topraklara gelen ve bizi destekleyen on binlerce gönüllüleri selamlıyorum. Bu gönüllülerin bazıları yaralandı, bazıları tutuklandı ve Rachel Corie gibi şehit düştü. Neden bunlar bir araya geldiler? Çünkü bunlar, bizim inandıklarımıza inanıyorlar.
Filistin davası, uluslararası devrimcilerin sorunudur, davasıdır. Filistin, İsrail’in bütün faşist ırkçı uygulamalarının bir örneğidir. Biz Filistinliler olarak bu halklarla birlikteyiz, yan yanayız, bizi destekledikleri için değil, bizim yaşadığımız sıkıntıların benzerlerini yaşadıkları için. Sömürü, açlık, antidemokratik uygulamalar, baskı... Onlar da görüyorlar. Onlarla birlikte aynı cephede savaşırız. Çünkü dünyadaki kapitalist sömürü, Filistin’de, Güney Kore’de, Arjantin’de ya da Avrupa’nın en gelişmiş ülkesinde aynıdır, o yüzden biz bu halkların ayrılmaz bir parçasıyız. Koşullar bizi tek cephe, tek orduyla emperyalizme karşı savaşmaya zorluyor. Çünkü onlar, savaş mekanizmalarının en gelişmişine sahiptir.
Karl Marks’ın attığı “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganı, Avrupa’daki bütün işçileri coşturup ayaklandırdı. Ama Lenin bu sloganı tamamladı ve dedi ki, “Bütün dünya işçileri ve ezilen halkları birleşin.” Bugün biz bunu uygulamak zorundayız. Çünkü bu slogan, hala geçerliliğini ve canlılığını sürdürüyor. Bizim geleceğimiz dünyanın geleceğiyle birlikte ve enternasyonal dayanışmayla sağlanabilir.
*2002 yılında İsrail, Ramallah’taki Mukataa’yı (Arafat’ın karargahı) kuşattı. Kuşatmaya karşı 35 gün direniş sürdü.
**Beytüllahim’deki Yeniden Doğuş Kilisesi’ne El Fetih üyesi direnişçiler girerek, orada birkaç hafta İsrail askerlerine direndiler. Sonuçta direnişçilerin can güvenliği, sürgün edilmeleri zemininde sağlandı.