Yasalar, sınıf mücadelesi ile şekillenen, sınıflar arası güç dengelerinin bir üst yapı kurumu olarak hukuksal zemindeki yansımalarıdır. Bugün işçi sınıfı ve emekçi halkın sınıf mücadelesinde kan kaybı sürüyor; sosyo-ekonomik, sosyo-politik kurum ve araçları etkisini kaybediyor, kazanılmış haklan birer birer tekrar gasp ediliyor. İşçi-işsiz, köylü, yoksul emekçi tüm halkın içinde bulunduğu koşullardan yararlanmak isteyen egemen sınıflar, bir yandan kendi içindeki hegemonya mücadelesi çerçevesinde toplumu maniple ediyor, kah zina tartışmalarıyla, kah basına getirilen hapis cezaları ile dikkatleri yasaların faşist-gerici, baskıcı içeriğinden kaçırıyorlar. Yapay gündemlerle kitleleri oyalıyor, işçi ve emekçileri yer yer kendi politikalarına yedeklemeyi de başarıyorlar.
Söz konusu yasaların hazırlanmasında güçlü bir devrimci muhalefetin olmayışı, toplumsal muhalefet güçlerinin büyük oranda izleyici pozisyonunda kalmaları, egemen sınıfların en büyük avantajı olmuştur. Her şeye karşın başta devrimci-yurtsever kesimler olmak üzere ilerici demokrat toplumsal muhalefetin mücadelesine de tanık oldu bu süreç. Önemli bazı maddelerin geri çekilmesi ve değiştirilmesi de bu koşullarda ancak mümkün olmuştur.
TCK, CMK ve CİK olarak bu temel yasaların hazırlanması, egemen sınıfların uluslararası sermayeye entegrasyon süreci ile de doğrudan bağlantılıdır. TC’nin AB ile yürütmekte olduğu AB’ye giriş tartışmaları devletin kendini yeniden yapılandırmada temel ihtiyaçlarının yanında, AB ile uyumu da gözettiği açıkça ifade edilmekteydi. Zira her üç yasanın henüz taslak halindeyken AB komisyonunun denetiminden geçmesi, AB’nin müdahale ettiği maddelerin onların isteklerine göre değiştirildiği göz önüne alınırsa, Türk Devletinin 21. yüzyıla başta AB emperyalizmi olmak üzere uluslararası sermaye ile uyumlu/entegre bir halde girmek istediği de görülür.
CİK olarak üzerinde çalıştığımız yasanın F Tiplerinde odaklanan uygulama sahasının proje ve finans sahiplerinin de AB olduğu düşünüldüğünde, yasanın AB perspektifleriyle uyumlu ve onların görüş açılarını dikkate alarak hazırlandığı da bir o kadar açıktır. Dolayısıyla CİK hakkında ileri süreceğimiz eleştirilerin bir muhatabının da AB emperyalistleri olacağı, yasanın geri çekilmesi ve yeniden düzenlenmesi taleplerimizin aynı zamanda TC-AB ilişkilerinin de sorgulanmasını gerektirdiği; TCK, CMK ve CİK merkezli yürütülecek mücadelenin antiemperyalist mücadelenin de bir parçası olarak ele alınmasını gerektirdiği ve siyasal özgürlüklerle antiemperyalist mücadelenin iç içe geçiyor olduğu gerçeğinin farkında ve bilincinde olarak yürüteceğimiz mücadeleyi ikili karakteriyle birlikte sürdürmek zorunda olduğumuz, her türlü tartışmanın ötesindedir.
Sonunda söyleyeceğimizi başında söyleyerek başlayalım çalışmamıza; elimizdeki CİK, evrensel hukuk ilkelerine ve kanunilik ilkesine aykırı, temel insan haklarını gözetmeyen, ürkütücü boyutta antidemokratik yaptırım tehditleriyle dolu, suça ve suçluya göre farklı infaz öngören ayrımcı, izolasyonu/ tecridi yasal hale getiren, otoriter-militarist bir yasadır.
Yasanın tek tek maddelerinde ve bütününde somutlanan zihniyeti gördüğümüzde, amacın insanlık dışı uygulamaların her türlü eziyet ve işkencenin tecrit izolasyonla sessizce zamana yayılmış öldürmenin, ‘yüksek güvenlik’ adı altında uygulanması olduğu anlaşılıyor. Hükümlünün pişman edilmesi, işlediği “suç”un diyeti olarak kişiliğinin, kimliğinin, onurunun yok edilmesi; insanlığından soyundurulması, kendine güvensiz, zavallı, ruhsal ve fiziksel olarak sakatlanmış, apolitik, asosyal “bireyler” olarak toplum içinde yaşayamaz “hastalar haline getirilmesi ile sonuçlanacak bir “yasal” süreç amaçlanmaktadır.
TC’de yasa koyucu olarak kabul edilen TBMM ve bağlı komisyonların gerçekte dikte komisyonları olduğu, yasa çalışmaları aşamasında da görüldü. İktidarı elinde tutan asli güçlerin doğrudan denetimi, talimatı ve yönlendirmesi altında hazırlandı söz konusu yasalar. Ordu bürokrasisi, üst yargı bürokrasisi, dışişleri ve içişlerinde kilit noktalarda görev yapan bürokratlar, askeri istihbarat, MIT ve emniyet istihbaratı yasanın yapılış sürecine doğrudan müdahale etmiş, damgalarını vurmuşlardır. (Örneğin; Alt komisyonda Ali Suat Ertosun, Yargıtay adına katılıyordu.)
CIK, 19 Aralık 2000’de ülke genelinde cezaevlerine düzenlenen kanlı katliam operasyonuyla açılışı yapılan F Tipi cezaevlerinde beş yıldır uygulanmakta olan fiili infaz rejiminin, eksiksiz yasa haline getirilmiş halidir. F Tiplerinin yasadışı-gizli yönetmeliği olan “mastır plan’m genelkurmay tarafından hazırlandığı zaten biliniyordu. CIK, mastır planın yasal halidir.
Yeni Ceza infaz Kanunu’nun içerik ve kapsamı incelendiğinde, siyasi tutsakların beş yıldır F Tiplerinde tutulmalarının, uygulanan infaz rejiminin ve maruz kaldıkları her türlü antidemokratik uygulamanın keyfi ve yasadışı olduğundaki savları ve ısrarlarının doğru olduğu da kanıtlanmaktadır. Adalet Bakanlığının beş yıldan beri “denediği” infaz sistemi, şimdi 5275 nolu kanun olarak yasalaştırılmıştır.
Her düzeyde tecrit ve izolasyon
Madde 9. (1) “Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlan... oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hallerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tabi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir.”
Madde 58. (1) “Hükümlülerin kuruma veya başka bir yere götürülüp getirilmesi sırasında, halkla bir araya gelmelerine ve başkaları tarafından görülmelerine engel olacak tedbirler alınır.”
Madde 59. (3) “Avukatlar, vekaletnameleri olsa da aynı anda birden fazla hükümlü ile görüşme yapamazlar.”
Madde 63. (1) “Tehlikeli hali bulunan hükümlü bir veya üç kişilik odalarda, ... barındırılır.”
Madde 87. (2) “Açık havada çalışmayan veya kapalı ceza infaz kuramlarında bulunan hükümlüye, hava koşullan elverdiği ölçüde, günde en az bir saat açık havada gezinme olanağı verilir. Bu süre içerisinde bireysel spor da yapabilir.”
Madde 25. (1) “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar:
a) Hükümlü tek kişilik odada barındırılır.
b), c), d)....
e) Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hallerde ve on beş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere, süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.
f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoy, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde on beş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.”
Yukarıdaki maddelerle genel hükümler biçiminde yasalaştırılan tecridin genelge ve yönetmeliklerle fiili uygulamada ne düzeye getirildiğini sıralayalım: Revir, açık ve kapalı ziyaret görüşü, avukat görüşü, koli alma, cezaevi idaresi ile herhangi bir sorun nedeniyle görüşme, berber ve diğer nedenlerle hücreden çıkıldığında gerek mekanlarda gerekse koridor boyunca bir başka hükümlü ya da tutukluyla kanşlaşma, selamlaşma, görüşme yapılamaz. Cezaevi dışında hastane, mahkeme, adliye, başka bir cezaevine sevk durumunda da aynı koşullar geçerlidir. Üstelik ring içinde de araç hücrelere bölünmüş, tutuklu ve/veya hükümlüler ring içindeki hücrelerde ayrı ayrı tutulmaktadırlar.
Kapalı görüşlerde aynı hücrede kalan tutuklu ve veya hükümlülerin birbirlerinin aileleriyle konuşması engellenmektedir. Hücrelerde birlikte fotoğraf çektirilmemekte, açık görüşlerde de aynı yasak sürmekte, ayrıca diğer ailelerle birlikte fotoğraf çekilmek de mümkün olmamaktadır.
Toplu olarak kart ya da mektup yollama, ihtiyacı olana kendi hesabından para aktarma ya da kantinden satın alıp iletme, aynı davada yargılananların yan yana gelip ortak savunma hazırlama ya da savunma notlarına birbirlerine ulaştırmaları vb., vs. katı biçimde engellenmektedir. Çatıların üzerinden aşırmak üzere notlaşmak, haberleşmek disiplin cezası ve yaptırım konusu olmaktadır.
Gelinen aşamada F Tiplerinin temel sorunu, fiili uygulanan CIK ile yasal hale getirilen tecrit sorunudur. Tecrit ve yalnızlaştırma amacı yasada özel bir bölüm halinde de düzenlenmiştir. F Tipi karşıtı mücadele, tecrit karşıtı mücadele biçiminde somutlanmakta ve tecride odaklanmaktadır. Yıkıcı sonuçlarıyla tecritten amaçlananın ne olduğu somut örnek ve olgularla apaçık ortadadır. Hiçbir koşulda tecrit kabul edilebilir değildir.
Çifte infaz rejimi: İnfazda ayrımcılık
CIK, ceza veya tedbire dayanarak yapılan suçlama ya da mahkeme kararının türüne-niteliğine göre ayrımcılığa dayanmaktadır. Suç tipine dayanan bu ayrımcılık, farklı infaz rejimine kadar götürülmüş ve birkaç infaz rejimi uygulamasını başlatmıştır. Yasa, çeşitli suç türleri saptamakta ve her birine ayrı infaz rejimi uygulaması öngörmektedir. Bu, açıkça infazda eşitlik ilkesine aykırıdır. Aynı türden, aynı süreli cezaların infazında da ayrımcılığa gidip, birini daha ağır koşullarda infaz edebilmektedir. Cezaların infazında işletilen oranlar da farklılık gösteriyor. Bir suç tipinde cezanın 2/3’ünü tamamladığında koşulla salıverilmeden yararlanabiliyorken, diğer bir suç tipinde verilen süreli cezanın 3/4’ünü tamamlamak gerekiyor. Çarpıcı bir örnek olan “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezasına çarptırılan hükümlülerin suç tipine göre ayrımcılık yapılarak, üç farklı infaz uygulaması getiriliyor.
Yasanın ikinci bölüm Temel ilkeler başlığı altında, infazda temel ilke açıklanıyor:
Madde 2. (1) “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi inanç, milli ve sosyal köken ve siyasi veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumlan yönünden ayrım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.” Sözde ClK’in temel ilkesi böyle tanımlanıyor. Ama aşağıda da görüleceği gibi, yasa tam anlamıyla çoklu infaz anlayışına göre hazırlanmıştır.
Temel ayrım, adli-siyasi biçimindedir. Yasada ilgili her düzenlemede siyasi hükümlüler için nasıl uygulanacağına dair ek hükümler ve ayrımlarla çoklu infaz sistemi oluşturulmuştur. Siyasi hükümlüler çoğu yerde “terör suçluları” olarak tanımlanmakta, ancak “tehlikeli hükümlüler”, “örgütlü suçlar”, “devlete karşı işlenen suçlar” tanım ve başlıkları da siyasi hükümlüleri tarif etmektedir.
Ayrımcılık, F Tipi hapishanelere hangi hükümlülerin koyulacağının tespiti ile başlamaktadır.
Madde 9. (2) “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar ile süresine bakılmaksızın, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan;
a), b), c)…
d) Devletin güvenliğine karşı suçlardan (302, 303, 304, 307, 308),
e) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan (309, 310,311. 312. 313. 314. 315) mahkum olanların cezaları, bu kurumlarda infaz edilir.
(3) Eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli halde bulunan ve gözle gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar (hangi “objektif’, “bilimsel” kriterlerle kim saptayacak bunu?!) ile bulundukları kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usullerine ısrarla karşı koyanlar bu kurumlara gönderilirler.”
(a) ve (b) bendi zaten ağırlaştırılmış müebbet hapsi gerektiren suçlardır, (c) bendi ise uyuşturucu imal ve ticaretini suçun kapsamına alıyor. Siyasi hükümlülerin dışında çok az bir kesimi kapsayan F Tipinde kalacak adli hükümlüler, kısa süre içinde normal bir kapalı cezaevine gönderilebiliyorlar.
(b) (5). Fıkrada “Toplam cezasının 1/3’ünün bu kurumlarda geçirerek iyi hal gösteren hükümlülerin, tutum ve kişiliklerine uygun diğer ceza infaz kurumlarma gönderilmelerine karar verilebilir.” hükmü, yalnızca adli hükümlüler için uygulanmaktadır. Son beş yılda tahliye edilen siyasi hükümlülerin %99’u F Tiplerinden tahliye edilmiştir. Maddede öngörülen üçte birlik süresini dolduran hiçbir siyasi hükümlünün başka bir hapishaneye sevk talebi kabul edilmemiştir.
(c) Madde 66. Telefonla haberleşme hakkı, (1) “... Bu hak, tehlikeli halde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir.”
(d) Madde 67. Radyo Televizyon yayınları ve Internet olanaklarından yararlanma hakkı; (4) “Bu haklar, tehlikeli halde bulunan veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir.”
Madde 68. Mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı; (3) “... Terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilemez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.”
Bu fıkraya dayanılarak dışarıdan gönderilen kart ve mektupların, hükümlüye “moral verme amacı” taşıdığı gerekçesiyle (Edirne F Tipi) verilmediği, F Tiplerindeki hak gaspları, işkence ve ölüme sebebiyet veren tecrit uygulamalarının dışarıya iletilmesinin engellendiğinin örnekleri fazlasıyla yaşanmıştır/yaşanmaktadır.
Ayrımcılığın yanında bu fıkra, aynı zamanda bir tecrit uygulaması ve iletişim ve ifade özgürlüğünün engellenmesi anlamı da taşımaktadır.
Çoklu infaz rejimi ve ayrımcılığın en önemli ve açık biçimi, “koşullu salıverilme” bölümünde göze çarpmaktadır.
Madde 107. (4) “Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmiş olanlar otuz altı yılını (adlilerde otuz yıl), süreli hapis cezasına mahkum edilmiş olanların cezalarının 3/4’ünü (adlilerde 2/3) infaz kurumunda çektikleri taktirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. Ancak, bu süreler;
a) Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde kırk (adlilerde otuz),
b) Birden fazla müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde otuz dört (adlilerde otuz),
c) Bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkumiyet halinde en fazla kırk (adlilerde otuz altı),
d) Bir müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkumiyet halinde en fazla otuz dört (adlilerde otuz).
e) Birden fazla süreli hapis cezasına mahkumiyet halinde en fazla otuz iki (adlilerde yirmi sekiz) yıldır.
(16) .... suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”
Bu maddede siyasi, çete ya da organize suçlar ve normal adli suçlar için üç ayrı infaz biçimi öngörülmektedir.
Ayrıca yasaya geçici 2. Madde olarak eklenen bir hükümle; “... ölüm cezaları, müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olan terör suçluları, koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası, hayatı boyunca devam eder.” denilmektedir. Bu hükmün yalnızca onu kapsamıyor olmasıyla birlikte, esas olarak Abdullah Öcalan için koyulduğu bilinen bir gerçektir. Siyasi tutsaklara ayrımla yetinmeyen iktidar, siyasi önderlere dönük kişiye özel hükümler koymayı hukukla bağdaştırabiliyor. Yine bu madde, yasalar çıktıkları-yürürlüğe girdikleri tarihlerden sonrası için geçerlidir hukuk anlayışına aykırı bir şekilde geriye doğru işletiliyor. Yargılama ve infaz açısından aleyhte olan yasalar geriye doğru işleyemez. Burada yasa geriye doğru işletilerek, hükümlü/tutuklunun yasa ile kazanılmış hak haline gelen lehte hükümlerden yararlanması engellenmek istenmektedir. Ve asıl hedef burada da siyasi tutsaklardır.
Uzun yıllardan beri siyasi tutsaklar yasama, yargı ve infaz sisteminde siyasi tutuklu-hükümlü statüsünün kabul edilmesinin mücadelesini yürütmektedir. Bu yasa ile siyasi tutsaklara farklı bir statü uygulanıyor, ama tam tersi yönde, menfi anlamda özel hükümlerle koşulların ağırlaştırılması biçiminde. Siyasi tutsakların siyasi tutuklu-hükümlü statüsünde kabul edilmeleri bir haktır ve bu hakkın elde edilmesi mücadelesi siyasi tutsakların her zaman gündeminde olacaktır.
Tredman ve rehabilitasyonun yeni adı: "İyileştirme"
Yasasının dördüncü kısmı, “iyileştirme” başlığı altında bireyselleştirme, eğitim, sağlığın korunması ve tıbbi müdahaleler, dışarıyla ilişkiler, beden eğitimi ve boş zaman etkinlikleri, salıverilme için hazırlama, izinler ve infazla ilgili kararlar olmak üzere sekiz bölüm halinde düzenlenmiş. (Sonuncusunun “iyileştirme” ile herhangi bir ilişkisi yok, bölümün bu kısma alınması yasadaki eklektizmin ve savrukluğun göstergesidir.)
Siyasi tutsakların ve tutsak yakınlarıyla demokratik kitle örgütleri ve insan hakları savunucularının F Tiplerinde fiilen uygulanan Tredman dayatması ve rehabilitasyon uygulamasına tepkisi ve gerçekleştirilen protestolara iktidara bazı geri adımlar attırmıştı. Ancak güç dengelerindeki eşitsizlik, bu uygulamaların yasadan çıkartılmasına yetmedi, kaba yanlar törpülenerek ve uygulamanın adı iyileştirme biçiminde Türkçeleştirilerek yasaya ruhunu veren bir bölüm olarak yerleştirildi. Yasada vurgulanan “iyileştirme programları” tecrit uygulamalarıyla uyumlu, aynı anlayış ekseninde hükümlüyü insanlıktan çıkarma hedefine bağlı yabancılaştırıcı, köleleştirici ve hiçleştirici hükümlerle düzenlenmiştir.
Yasanın ikinci bölüm, temel ilkeler, infazda temel amaç söyle açıklanıyor:
Madde 3 (1). “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştıracaktır.”
Gerçeklerden uzak, uygulanmayla ters kutupta, sahtekarca temenni ve açıkça sırıtan bu ifadelerden asıl amacın burada yazılanların tam tersi olduğu, yasanın kapsam ve içeriğinden rahatlıkla anlaşılıyor.
Önce, yukarıdaki amacı siyasi tutsaklar açısından irdeleyelim. Siyasi tutsaklar, ilk olarak kendilerini toplum nezdinde suçlu görmüyorlar, belli amaç ve ilkeler doğrultusunda siyasi hedeflerine ulaşma mücadelesi olarak görüyorlar bütün faaliyet ve eylemlerini. İktidar sahipleri ne kadar inkar ederlerse etsinler, siyasi tutsakların amaç ve hedefleri henüz ezilen emekçi milyonların bütününü kapsamıyor olsa bile, kapsama potansiyelinin farkındadırlar. “Toplumu suça karşı korumak” niyeti siyasi tutsaklar bakımından anlamsızdır, çünkü, siyasi tutsakların suçlandıkları amaç, ilke, hedef ve eylemler öncel olarak toplumun geniş kesimlerinin ve çoğunluğun talep, beklenti ve genel çıkarlarını temsil etmektedir. Siyasi tutsakların “yeniden suç işlemesini önlemek” siyasi düşünce amaç ve hedeflerinden vazgeçmeleri demektir. Tekil olarak vazgeçenler olabilir, ancak tek tek kişilerin şu ya da bu nedenle vazgeçiyor olmaları siyasal çalışmaları durdurmadığı gibi, daha önemlisi, kişilerin vazgeçmesiyle söz konusu düşünce, amaç, ilke ve hedefler ortadan kalkmıyor, yeni siyasi kadrolar ve kuşaklar üzerinden varlığını sürdürüyor.
“Yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek”, yasanın temel maddelerinde tecridin katı biçimde uygulanıyor olmasıyla çelişmektedir. Demek ki amaç ve içerik arasında bir uyumsuzluk söz konusu, bu durumda amaç söylemden öte bir anlam taşımazken, içerik olarak tecrit, uygulamada belirleyici olarak öne çıkıyor. Kaldı ki siyasi tutsakların sosyalleştirilmeye teşvik edilmesi tanımı dahi anlamsızdır. Çünkü toplumun büyük kesimini oluşturan kitlelere dönük siyasal çalışmanın içinden gelen siyasi tutsaklar temel ilke, amaç ve hedeflerini toplumla iç içe, toplumsal yaşam içerisinde gerçekleştirmektedirler.
Yasanın temel amacında “üretken” olmaktan ne kastedildiği belirsizdir. Şayet toplumsal maddi kaynakların üretimi kastediliyorsa, tam bir çarpıtma söz konusudur.
Zira suça itilen insanları profillerin ve neden suç işledikleri incelendiğinde; üretime dahil olmama, yani işsizlik, yoksulluk olduğu görülmektedir. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin yol açtığı çarpıklıklar, suç ortamını doğrudan oluşturan unsurlardır ve siyasal iktidarın bu suç ortamını ortadan kaldırma diye bir sorunu yoktur. Üretkenlik, kişinin genel anlamda insancıl faaliyetini gerçekleştirmesi olarak kullanılıyorsa, yine siyasi tutsaklar bakımından geçersiz ve gereksiz bir vurgudur.
“Kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı” ifadesinde, iki farklı kavram bir cümlede bütünleştiriliyor. Kanunlara saygılı olmakla toplumsal kurallara saygılı olmak farklı kavramlardır. Hiç kimse kanunlara saygı duymak zorunda değildir. Yalnızca siyasi tutsaklar, devrimciler değil sıradan herhangi bir kişinin dahi kanunlara saygı gösterme zorunluluğu yoktur. Olsa olsa kanunlara uymaları beklenebilir. Kanunlara saygılı olmak siyasal rıza göstermek anlamına gelir, bu durumda yasa koyucu kendisine saygı gösterilmesini de bekler, ama bu yasaların meşruiyetinin olmadığını öne süren siyasal muhalefet güçlerinin kanunlara saygı göstermesi beklenemez. Her durumda o kanunları değiştirmeye, işlevsizleştirmeye çalışır. Toplumsal kurallara saygılı olmak ise siyasal iktidarın önemsediği ve gözettiği bir olgu değildir, tersine egemen sınıflar bu temel ahlaki kuralı çiğnemekte, azami kar güdüsüyle, azgın sömürü sistemleriyle hiçbir toplumsal değer, ahlak ölçüsü tanımadan toplumsal zenginlikleri talan etmektedir.
“ Sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak.”, Nedir bunun asgari koşullan? Hangi ölçütlerle ve hangi mekanizmalarla, nasıl uygulanacak? Toplumun hemfikir olduğu ortak bir tanımlamaya başta yasa koyucular uymazken, yasanın amacında sorumluluğa vurgu niye? Çok açık ki kastedilen, resmi devlet ideolojisine tam bir uyum, egemen sınıfların siyasetlerine tam bir sadakat, itaat-riayet-boyun eğmedir sorumluluk taşıyan yaşam biçiminden kasıt. Yoksa siyasi tutsakların sorumluluk duygularının gelişkin olduğu bilinmektedir. Toplumsal insani değer yargılarına, etik değerler, toplumun çoğunluk tabakalarının yararını olana saygı ve sorumluluk duyarlar, bağlılık gösterirler, duyarlı olurlar, uyum sağlarlar; çünkü kendilerini toplumun üstünde değil, içinde, onun organik bir parçası olarak görür, kabul eder ve yaşarlar.
Görülüyor ki, yasanın temel amacı daha formülasyon düzeyindeyken gerçekçi bir uygulama zeminine sahip değil, söylem olarak bile bir anlam taşımıyor, kötü bir makyaj olarak yasanın gerçek yüzünü maskelemeyi başaramıyor. Büyük oranda adli hükümlüler için de geçerliliği olmayan gerekçeler, siyasi tutsaklar için hiçbir biçimde öne sürülemeyecek gerekçelerle etkisizleşmekte; gerçeklikten, yaşamdan, ciddiyetten, tutarlılıktan uzak bir temel amaç formülasyonudur karşımızda olan.
Yasanın bütünü “iyileştirme programları’na bağlanmıştır. Hükümlülerin hiçbir seçeneği yoktur! Her şey şarta bağlanmıştır. “İyileştirme programı’na uymamak, bütün haklarının elinden alınması demektir. Ziyaret hakkı, iletişim ve ifade özgürlüğü, telefon hakkı, radyo televizyon yayını ve internetten yararlanma, izin haklan, koşullu salıverilme hakkı vs., vb. her şey “iyileştirme programlarına”, “uyum yeteneğine” göre tanınmaktadır. “İyileştirme, kendine saygısını yitirmesini ve otorite önünde eğilmesini sağlamaktır.”
Madde 26. (2) “Hükümlü, ceza infaz kurumunun güvenlik ve iyileştirme programlarına tam bir uyum göstermekle yükümlüdür.”
“İnfazda temel amaç” 3. Maddede değil, esas olarak burada sergilenmektedir: Kayıtsız koşulsuz kölece itaat!
Madde 7. İyileştirmede başarı ölçütü başlıklı bu maddede (1); “Hapis cezalarının infazında hükümlülerin iyileştirilmeleri amacını güden programların başarısı, elde ettikleri yeni tutum ve becerilerle orantılı ölçülür. Bunun için iyileştirme çabalarına yönelik olarak hükümlünün istekli bulunması teşvik edilir.” denilmektedir. Burada bahsi geçen “yeni tutum ve beceriler”, yasanın bütününde karşımıza çıkan temel amacın ifadesidir. Hükümlünün nedamet getirip getirmediğine bakılmamaktadır. Cezaevi yönetimine boyun eğip eğmediği, egemen resmi ideolojiye uyum sağlayıp sağlamadığı tespit edilecektir. Burada suç tipine göre yapılan ayrımcılık, temelinde uygulanan tredmana göre iyileştirilmiş tedavi edilmiş suçlu, yani nedamet getirtilmiş, dönüştürülmüş, bu anlamda “yeni tutum ve beceriler” kazanmış suçlu, yani nedamet getirtilmiş, dönüştürülmüş, bu anlamda yeni tutum ve beceriler kazanmış olarak ayrı sınıflandırma yapılmaktadır. Bununla yetinilmeyerek, hükümlünün “istekli bulunması teşvik ediliyor!” Hasta olduğunu kabul edecek, iyileştirmeye, zorla dönüştürmeye, idarenin istediği tutumları davranışları benimsemeye istekli olacaksın! Bu, insanın insanlığından kendi isteğiyle soyunmasını istemek değil midir? Maddenin ikinci fıkrasında da (2); “... iyileştirme araçları hükümlünün sağlığına ve kişiliğine olan saygısını sağlayacak usul ve esaslara göre uygulanır” deniyor. Zorla dönüştürülmüş, iradesi teslim alınmış, nedamet getirtilmiş, karşıtına dönüştürülmüş bir insanın, “kişiliğine olan saygısı’ndan söz edilebilir mi?
Yasada öne sürülen “iyileştirme” kavramı ve hukuk-kanun bağlamında yasaların ihlal edilmesinin bir türlü hastalık olarak görülmesi ve “iyileştirme programlarıyla rehabilite edilmek istenmesi, üstelik bunun yükümlülük olarak tutuklu ve hükümlülere dayatılması, yaptırımlarla mutlaklaştırılması, siyasi tutsaklar bakımından hiçbir biçimde kabul edilemez. İnsanın doğasına aykırı, yabancılaşma ve hiçleşme anlamına gelecek hiçbir koşul, dayatma ya da “program”a siyasi tutsakların uyacağı beklenmemelidir. insan onuruyla bağdaşmayan hiçbir düzenleme, siyasi tutsaklar için bir yükümlülük değeri taşımaz. Aksine, bu tür dayatmalara karşı direnmeyi onurlu bir duruş ve insani bir sorumluluk olarak görür ve kabul ederler.
“ iyileştirme ”nin alt başlıklarından birisi de bireyselleştirme olarak ifade ediliyor.
Madde 73. birinci fıkrada; “... toplumun hukuka uygun hareket eden ve üretken bir üyesi olarak yaşamını sürdürmesini sağlayacak ve bireysel ihtiyaçlarına uygun bir biçimde iyileştirme programları uygulanır.” İkinci fıkrada; “Hükümlü, amaca uygun iyileştirme gereklerini gerçekleştirilebileceği kurumlara veya bölümlere yerleştirilir” deniyor.
Madde 74. (1) Hükümlülerin yerleştirildikleri kurum veya bölümlerde, bireyselleştirmeye mümkün kılacak sayıda bulundurulmalarına özen gösterilir.
(2)…
(3) Tehlikeli halde oldukları saptanan hükümlüler, bireyselleştirilmeleri için yapılacak çalışmalarda on kişiyi aşacak biçimde gruplandırılamaz.”
Yasanın bu maddesindeki amaç başlı başına sorunludur. Hükümlünün topluma yeniden kazandırılması hedefleniyor olsaydı, sosyalleştirme programları uygulanır ve bölüm başlığı da bireyselleştirme değil, sosyalleştirme olurdu. Yasanın kendi içinde tutarlı olabilmesi için hükümlünün ortak yaşam kültürü edinmesi, sosyal ilişki geliştirme yeteneklerinin arttırılması, sosyal yaşam alışkanlıklarının güçlendirilmesi temel amaçlarını güdüyor olmalıydı. İktidarın hükümlüleri topluma uyum sorunu yaşayan hasatlar olarak algılaması -ki bu da sakat bir anlayışı yansıtır, doğal olarak sorunun çözümünü toplumsal uyum programlarıyla gerçekleştirilebilir görmesini getirir. Ama yasanın böyle bir amacı yoktur. Tecridi, yalnızlaştırmayı, izolasyonu; hükümlüyü teslim alma, iradesizleştirme, boyun eğdirme hedeflerini etkili ve başat metodu olarak yasal hale getirip sürdürmektedir.
Tutarsızlık ve çelişkiler yumağı
Madde 24 (1) “Hükümlü, hapis cezasının yerine getirilmesine katlanma ve bu amaçla düzenlenen infaz rejimine uygun tutum ve davranışlar içinde bulunmakla yükümlüdür.
(2) “Hükümlü ceza infaz kurumunun güvenlik ve iyileştirme programlarına tam bir uyum göstermekle yükümlüdür. Her ne amaçla olursa olsun, bilerek kendi yaşamlarını ve bedensel bütünlüklerini tehlikeye düşürecek eylemlere girişmesi, cezanın yerine getirilmesine katlanma yükümlülüğünün ihlali sayılır.”
F Tipi hücrelerde bu maddeye uyarak yaşamak neredeyse imkansızdır. Bu maddenin yasakladığı her şey F Tipi cezaevlerine içkindir. Bir ve üç kişilik hücrelerde tecrit izolasyon, “insanın sadece canlı kalması için gerekli asgari ölçü gözetilerek, ruhsal ve fiziksel açıdan sakatlayacak ya da zamana yayarak öldürecek derinlikte sosyal ve insani ihtiyaçlardan yoksun bırakmaktır.” Tecrit ve izolasyon nedeniyle birçok mahkum psikolojik ruhsal rahatsızlık yaşıyor ve bu nedenle bazen aşırı tepkili olup kendilerine zarar verebiliyorlar. O halde, “cezanın yerine getirmesine katlanma yükümlüğünü” düzenleyen maddeyi ihlal etmiş oluyorlar! Disiplin cezası gereği cezalandırılıyorlar, daha ağır koşullarda infaz ediliyor cezaları. Bu, daha derin psikolojik ruhsal rahatsızlık demektir ve maddeye aykırı davranma potansiyelini artırıyor! Burada hükümlü, hem kendisine zarar verecek rahatsızlıkların oluşmasına yol açan koşullarda (tecritte) tutuluyor hem de kendisine zarar verdiğinden, “...yaşamlarını ve bedensel bütünlüklerini tehlikeye düşürecek eylemlere” kalkışıyor diye cezalandırılıyorlar!
6. Maddenin (c) bedinde, “...cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunilik ve hukuka uygunluk ilkesi esas alınır” diyor, başka bir yerde ise:
Madde 37. (1) “... idarenin gerekli kıldığı davranış ve tutumları kusurlu olarak ihlal ettiğinde” disiplin cezasına çarptırılıyor! İdarenin “asayiş ve düzeni sağlamak için kanunda belirtilmeyen diğer tedbirleri” alacağı belirtiliyor. “Kanunilik”, “hukuka uygunluk” bu olmasa gerek! “Çelişkili” anlak ve maddeler devam ediyor: Yasanın 78. maddesinin 3. fıkrasında “rızası olsa bile hiçbir hükümlü üzerinde tıbbi deney yapılamaz” denilmesine karşın, “gözlem ve sınıflandırma” başlıklı 23. maddesinde tek başına 60 günlük bir gözetiminden söz ediliyor. Bir insanı tek başına kapatıp nesi gözlemlenir? Bu deney değil mi? Sosyal bir ortamda, doğal yaşam koşulları içinde değil de, tek başına, kıstırılmış bir şekilde 60 gün gibi uzun süre tecrit altında idare-otorite karşısındaki davranış, tutum ve psikolojik halini gözlemlemek, bir tür deneydir! Zaten beş yıldır insanların bir ve üç kişilik F Tipi hücrelerde gözlemleniyor, deneye tabi tutuluyor olması “de facto” bir durumdur. 104. Maddenin birinci fıkrasında da hükümlünün dışarıya çıktığında da “Toplum içinde izlenmesi, iyileştirilmesi’nden ve sonra da “yargılanan kişiler hakkında sosyal araştırma raporlarının düzenlemesi”nden bahsediliyor. Bunun anlamı şudur: Yapılan insanlık dışı, zalimane uygulamalar, araçlar işe yaramamış mı? O zaman hükümlüyü toplum içinde de “iyileştirmek” gerekir! “İyileştirmeye” devam.... “İzlemeye” devam.... Kapatılmış hükümlüler üzerindeki çalışmalar için toplum içindeki hükümlüleri araştıracak, inceleyeceksin! Bu araştırmalara göre de daha zalimane uygulamalar geliştireceksin!
Yasanın infazda temel ilke başlıklı 2. madde ikinci fıkrasında; “Ceza, güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulmaz” denilmektedir. Fakat 5 yılık F Tipi örneği göz önündedir; beş yıldır her an “zalimane, onur kırıcı, insanlık dışı” uygulamalarla karşı karşıyayız. Yüksek güvenlik adına çoraplarımız arama, zorla ayakkabılarımızı çıkartma , saçlarımızın içini, ağzımızı zorla açıp aramalar, hatta makatımızı aramaya kadar vardırmaları işi; “zalimane, insanlık dışı onur kırıcı” davranışlar sayılmıyor mu? Hiçbir zaman üzerinden atlanılamayacak olan F Tiplerinin durumu ortadadır. insanlık dışı, zalimane, onur kırıcı davranışı ve uygulamalar zaten bu yasanın bütünündeki zihniyete olduğu gibi, yüksek güvenlikli cezaevleri denilen F Tiplerinde de (mimari yapısı ve fiziki koşullan nedeniyle) içkindir! Bu mekanlar, yukarıda sözü edilen davranış ve uygulamalardan ayrı düşünülemez! Tecrit/izolasyon, F Tiplerinin tredmanla bütünleşen temelidir ve tecrit izolasyonun kendisi, zaten kişilik haklarının ağır ihlali ve insanlık suçudur.
Disiplin cezalarının akıl almaz yaptırımları ve antidemokratik karakteri
Hükümlüleri ıslah etmeyi amaç edinen siyasi iktidar, itaat yerine direnmeyi seçecek olanlar için de ne tür yaptırımlara başvuracağını sıralamış. Ceza İnfaz Kanunu’nun en geniş kapsamlı, detaylı ve en uzun maddeleri, “Disiplin Ceza ve Tedbirleri” bölümüdür. Madde 37’den 52’ye kadar toplam 15 madde 55 fıkra ve 157 bentten oluşmaktadır. Hepsini buraya almak ve tek tek incelemek mümkün değildir, genel bir saptama ile yetinmek zorundayız.
Yasada somutlaşan insanlık dışı faşist zihniyet, olduğu gibi yansımıştır bu maddelere. “Edep ve nezakete aykırı şekilde konuşmak ve davranışlarda bulunmak”, “yatma planına uymamak”, “açlık grevi yapmak”, “işte gerekli özeni... veya işin gereği olan özeni göstermemek”, “işte gerektiği halde çalışmamak” gibi muğlak, yoruma açık, keyfi hallerde uygulanabilecek “suçlar”dan; “protesto amacıyla idarece verilen yemeği topluca almama eylemine katılmak”, “herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye kaşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak”, “gereksiz marş söylemek veya slogan atmak” gibi “dehşetli suç türleri” (!) de sayılmaktadır. Bu belirtilen durumlar, 37. Maddedeki (1) “...idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlal ettiğinde...” disiplin cezası uygulanacağının belirtildiği fıkrayla birlikte düşünüldüğünde tablo netleşiyor: Hükümlü ve tutuklunun hak ve yükümlülükleri yasalarla belirlenir, idarenin keyfine bırakılamaz. Bu yasayla birlikte her türlü keyfilik yasallaşıyor! Yasa, tüzük ve yönetmelikler dışında idareye “emir-yaptırım” yetkisi tanınmaktadır. Amaçlanan, haksız-keyfi yaptırımlara, baskı ve işkencelere, saldırılara karşı hükümlü ve tutukluların hiçbir biçimde tepki göstermemesi, sesini çıkaramamasıdır! Yapılan tüm insanlık dışı zalimane uygulamalar, zorla dönüştürme programlarına karşı hiçbir protestoda bulunmayacak, hiçbir şeye, sessiz de olsa direniş göstermeyecek; “sus” denildiğinde susacak, “konuş” denildiğinde konuşacak, “otur” denildiğinde.... hükümlü tutuklu isteniyor! Gereksiz gürültü yapmayacaksın! Gereksiz marş söylemeyecek, gereksiz slogan atmayacaksın!
Disiplin cezalarının tekrarında her defasında bir üst cezanın uygulaması biçiminde düzenlemeleri, hükümlü için inanılmaz ağır infaz demektir. Bu haliyle tüm siyasi tutsakların “infazının yanması”, yani “koşullu salıverilmeden” yoksun bırakılmaları kesinleştirilmektedir. Basamak basamak yükselen disiplin cezalarını takiben üç kez hücre cezasına ulaştığında, infazın yanmış sayılacak. Çünkü TMK’nın (Terörle Mücadele Kanunu) 17. Maddesinde, “.... disiplin cezası olarak üç defa hücre cezası almış olanlar, bu disiplin cezaları kaldırılmış olsa bile şartlı salıverilmeden yararlanamazlar” denilmektedir. CİK tasarı olarak meclise geldiğinde, “şartla salıverilmeden geri bırakmak” bir disiplin cezası olarak tasarıda yer alıyordu. Yoğun toplumsal muhalefet nedeniyle CİK tasarısından çıkartılmıştı, ama TMK’da muhafaza edilmiş! Osmanlıda oyun çok; ön kapıdan çıkarıyor, arka kapıdan tekrara içeri alıyor!
Yasanın hazırlık sürecinde Tek Tip Elbise ve Zorunlu Çalışma maddeleri de yasa kapsamında düşünülüyordu. Tutsak yakınları, DKÖ’ler ve insan hakları savunucuları ve bazı demokrat ve ilerici yadın ve hukukçuların mücadeleleri, iktidara geri adım attırdı. Ancak daha o süreçte siyasi tutsakların önemli gördükleri bir unsur ihmal edildi: Disiplin cezalarıyla öngörülen yaptırımlar!
TTE ve zorunlu çalışma maddelerine odaklanan ilerci devrimci muhalefet zaman zaman disiplin maddelerine de atıfta bulundu, ama bu diğer iki maddenin gölgesinde kaldı. Halbuki iktidar hiçbir koşulda siyasi tutsaklara TTE giydiremez, zorla da çalıştıramazdı. Siyasi tutsaklar direneceklerine göre her iki, madde yaptırım gücünü disiplin cezalarından alacaktır! Dolayısıyla iktidar, disiplin cezalarını her tür itiraz ve direnmeyi etkisizleştirmek, bastırmak amacıyla katı hükümlerle düzenlemeyi gözetecekti; öyle de yaptı. TTE ve zorunlu çalışmaya karşı geliştirilen tepki kazanımla sonuçlanırken, disiplin cezalarıyla ilgili maddeler ilk haliyle yasalaştırıldı.
Yasa, bütün her tür direnme hakkını gayri meşru ve yasadışı ilan ediyor, tam bir itaati emrediyor, ihlal durumunda disiplin cezalarını öngörüyor. Ancak söz konusu maddelerin detayları incelendiğinde, amacın yalnızca yasanın ihlali durumunda yaptırım uygulamalarla sınırlı olmadığı görülüyor. Siyasi tutuklu ve hükümlüleri hedeflediği bizzat Adalet Bakanı tarafından itiraf edilen düzenleme; siyasi tutsakların nedamet getirmelerini, düşüncelerinden ve inançlarından vazgeçmelerini amaçlamaktadır. Disiplin cezalarıyla ilgili her maddede, bütün fıkra ve bentlerinde gereksiz gibi görünen her detayın disiplin suçu kapsamına alınmasının başka açıklaması yoktur.
Diğer yandan bu maddeler, siyasi iktidarın siyasi tutsaklara olan kinini de yansıtmakta, intikam maksadını da açığa vurmaktadır. Siyasi tutsakların nasıl olsa uymayacağı bilinen yükümlülükler özellikle madde kapsamına alınmış, başta koşullu salıverilme olmak üzere ziyaret hakları, iletişim ve ifade özgürlükleri; mektup, faks, telgraf alma ve gönderme hakları, radyo televizyon yayınları ve internetten yararlanma, açık havaya çıkma, spor yapma ve ortak kullanım alanlarına çıkma haklarının disiplin cezaları ile ellerinden alınması ve kullanılamaz hale getirilmeleri amaçlanmıştır.
Bütün detayları ile düşünülmüş yaptırım ve dayatmalara rağmen yasaya ucu açık tedbirler de koyulmuştur:
Madde 49. (2) “Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddi tehlikeyle karşı karşıya kalması halinde, asayiş ve düzeni sağlamak için kanunda açıkça belirtilmeyen tedbirler de alınır.”
Akla gelebilecek her tür ihlali ceza konusu haline getirerek düzenlenen maddelerin dışında, “açıkça belirtilmeyen ne tür tedbirler” alınacağı bilinmiyor. Siyasi tutsakların direnme haklarına yönelik “tedbiren” hazırlanan ve bütün sıralanan cezai müeyyidelerle yetinilmediği durumda her tür insan hakkını da ihlal etme olanağı tanıyan bir maddedir bu. Özellikle yoruma açık bırakılmış, keyfi uygulama, yaptırım ve hak gasplarına imkan verecek ucu açık bir maddedir.
Disiplin cezaları mevcut haliyle kanunilik ilkesine de aykırı, “zindan içinde zindan”, “ceza üstüne ceza” anlayışıyla düzenlenmiştir. Yasanın komple gözden geçirilmesi ve benzer antidemokratik hükümlerden ayıklanması gerekmektedir. Zira siyasi tutsaklar bu hükümlerin hiçbirine uymayı kabul etmez, direnmeyi onur sayarlar!
Hükümlünün hak ve yükümlülükleri
Bütün yasal düzenlemelerde yasanın emrettiği hükümlere uyma zorunluluğu yanında, yasaya uymakla yükümlü kılınanın hakları da aynı yasal düzenlemeyle güvencelenir. Temel bir hukuk kuraldır bu. Ancak (Türk egemen sınıfları ve Türk burjuva hukuk sistemi) CIK, zorunluluk ve yükümlülüğü temel alırken, hak düzenlemesini hiç gündemine almamıştır. Demokrat, ilerici hukukçuların zorlamaları, uluslararası hukukta tutuklu ve hükümlü haklarının tarif edilmesi, siyasi tutsakların köklü direniş gelenekleri vb. etkilerle siyasi iktidar, yeni ClK’te bir “Hükümlü hakları” tarifi yapmak zorunda kalmıştı.
Ancak ilgili maddelerin içeriğine bakıldığında, hakların yükümlülüklere uyma zorunluluğu ve hakkı olarak düzenlediği anlaşılmaktadır. Yani gerçekte, yine hükümlülere tanınan hak vs. yoktur.
Bunların başında direnme hakkı gelmektedir. Direnme hakkı; bütün insanların kendilerinden uymaları istenen yasa, yasak, baskı, dayatma, zor, zorbalık, işkence vs., vb. uygulamalarına karşı düşünce, inanç, ideal ve insani erdemlerini koruma ve savunma eylemlerinin toplamıdır.
Yasa, temel insan hakkı olarak direnme hakkını hükümlülerin elinden almayı amaçlamakta, gayri meşru ve yasadışı ilan etmektedir. Dolayısıyla yasa, aynı zamanda temel insan haklarını ihlal etmektedir.
Yasada hükümlünün hakları olarak sıralanan bir dizi madde, Ceza infaz Sistemi içinde kanunla hükümlüye bahşedilmiş haklar gibi sunulmakta, oysa bunlar evrensel insan hakları kapsamında temel insan hakkı olarak benimsenmiş, kabul edilmiştir. Bunların başında savunma hakkı gelmektedir. Şimdiye kadar ki uygulamalarda, hükümlülerin yargı süreçleri tamamlanmış ve suçu sabitlenmiş oldukları varsayılarak avukatla görüşmeleri engelleniyordu. Her durumda avukatıyla görüşmesinin engellenmesi, savunma hakkının engellenmesi anlamına geldiğine göre, siyasi iktidar bugüne kadar suç işlemekteydi. Yeni CIK ile birlikte bu ihlale son veriliyor. Ancak söz konusu olan savunma hakkıdır ve evrensel hak olarak benimsenmiştir, yasada lütuf gibi sunulması kabul edilemez. Evrensel insan hakları yasalarla düzenlenerek tanınmaz, ilke olarak yasaların temel insan haklarını ihlal eden maddelerinden ayıklanması gerekir. Oysa CIK ile tersi yapılıyor. Yıllardır insan hakları suçu işleyerek uyguladığı savunma hakkı ihlalini hükümlüye tanınan haklar biçiminde düzenleniyor. Aymazlık, ukalalık ve sahte lütuf, yalancı hak bahşetme, siyasi iktidarın yaptığı tam da budur. Sorunun üzerinde durmamızın bir nedeni, yasadaki bütün hakların kullandırılmasının bir dize yükümlülüklere uymazsanız savunma hakkından da yararlandınlmayabilirsiniz! Kaldı ki yasa, savunma hakkını tam olarak tanımıyor:
Madde 59. (3) “Avukatlar, vekaletnameleri olsa da aynı anda birden fazla hükümlü ile görüşme yapamazlar” hükmünde olduğu gibi, savunma hakkına kısıtlama getiriliyor.
İfade özgürlüğü ve haberleşme, iletişim kapsamındaki süreli süresiz yayınları izleme hakkı da temel insan hakkı kapsamındadır. Yasa, bunları hükümlülere tanınan haklar gibi yansıtırken, bir yandan “terör ve yasadışı örgüt mensupları söz konusu olduğunda bu haklar kısıtlanabilir” hükümleriyle, temel insan haklarına sınır koyma yetkisi bulabilmektedir kendisine.
Yasanın infaz anlayışını, “hak etme” mantığı belirliyor. Hükümlü aldığı cezayı “hak etmiştir”, hapishanede maruz kalacağı her türlü uygulamayı “hak etmiştir”, dolayısıyla hakları da hak etmelidir! Hükümlünün hakları olarak sıralanan maddeleri hak edebilmesi için, uyması gereken yükümlülükler de beraberinde düzenlenmiştir. Bu durumda gerçekte hak kavramı ortadan kalkıyor, idarenin dayatmalarına teslim olduğunuz oranda ödüllendirileceksinizdir! Hakkı hak ettiğinizi kanıtlamak zorundasınız! Oysa haklar, nesnel olarak içinde bulunulan koşullardan kaynaklanır, ama yanı zamanda öznel olarak onlardan bağımsızlaşarak, koşullara bağlanmaksızm vardırlar ve kullanılırlar. Yasanın hükümlülere bir hak kullandırma niyetinde olmadığı bağlanan şartlardan anlaşılmaktadır. Bu sistemin adı, kazanılmış haklarımızın tanınması değil, ödül-ceza sistemidir!
Madde 51. (1) “...iyileştirme etkinliklerine ilgileri ve uyumları, kurum düzenine karşı tutumları, kendilerine verilen işlerdeki gayretleri gibi beklenen davranış ve tutumları gösteren hükümlülere teşvik esaslı ayrıcalıklar tanınır.” Yani iradeni, bedenini istenilen şekilde idareye sunarsan, her söyleneni koşulsuz yerine getirirsen, bunun için istekli de olursan ödül olarak kimi ayrıcalıklar kazanabilirsin. Bu anlayış, yasanın birçok maddesinde kendini gösteriyor. Ödül ceza cenderesine alman tutuklu ve hükümlü terbiye edilmek, iyileştirilmek için cezalarla, ağır infaz koşullarıyla boğuluyor; ama direnmez, nedamet getirir, kendini idareye-otoriteye teslim ederse, bunu için istekli olursa ödül de veriliyor, unutulmuyor.
Barınma, beslenme, sağlık, iletişim, haberleşme, din ve vicdan özgürlüğü, kültürel sanatsal üretim yoluyla kendini gerçekleştirme vb. başlıklarının hepsi, temel insan hakkı olarak evrensel insan haklan kapsamında tanımlanmaktadır. Cezaevi idaresinin yerine getirmek zorunda olduğu asgari yaşam koşullarının sağlanması yükümlülükleri, disiplin cezalarıyla geri alınabilecek şekilde düzenlenerek demoklesin kılıcı haline getirilmiş. Bunların dışında yasada hükümlülerin hapishane içinde yaşamlarını kolaylaştıracak hiçbir insani düzenleme ve gerçek hak yoktur. Yasa, en temel insan haklarına aykırı yasaklar, yükümlülükler, dayatmalar, ceza tehditleri vb. ile şekillenmiş, ceberut devlet geleneğinin sürdürüldüğü bir manzumeler bütünüdür.
Tutuklu hükümlü ayrımının kaldırılması
Yasa, tümüyle hükümlü statüsüne göre düşünülmüş; dil, teknik, içerik ve kapsam bakımından hükümlülerin ceza infaz sistemini düzenliyor. Bu durum, Türk yargı sisteminin tutukluluğu ceza infazının tamamlanması ile eş güdümlü uygulama zihniyetiyle uyumludur. Tutukluluk, kişinin henüz sanık olduğu durumları tarif eden ve tedbir olarak baş vurulan bir yöntem olması gerekirken, suçlandığı ceza süresini tutuklu olarak doldurmak istisna değil, genel bir uygulamadır. Yeni CIK’te, her ne kadar CMK’da yargılama usullerinde tutukluluk süresini sonsuzluktan on yılla sınırlama (!) gibi kısmen kısaltıcı düzenlemeler içeriyor olsa bile, hala tedbir olarak başvurulan geçici bir olgu olarak görülmüyor. Dolayısıyla CIK’in, tutuklu ayrımı gözetmeksizin hükümlülere göre düşünülerek hazırlanmış olduğu anlaşılıyor.
Tutukluların Hakları ve Kısıtlayıcı Önlemler başlığı altında düzenlenen maddelerde dikkat çekici yan, hükümlülere hak tanınmasında olduğu gibi tanındığı varsayılan haklar, esas olarak yükümlülük anlamına geliyor. Ayrıca ilgili maddeye özel fıkralar eklenerek içerik muğlaklaştırılıyor. 114. Madde ile tutuklunun avukat seçmek ve görevlendirmek hakkına sahip olduğu ve avukatı ile haberleşme ve görüşmelerine hiçbir kısıtlama getirilemeyeceği kabul ediliyor. Hükümlülere tanınan haklar bölümünde de ele aldığımız gibi bu, tutuklu ve hükümlülerin savunma haklarının tanıması ile ilgili bu maddeler, temel insan hakkı kapsamında anayasa ve diğer yasaların üstünde yer alan evrensel hukukun vazgeçilmez kuralıdır. Bu hakkın CIK ile tutuklulara da tanınıyor olduğu vurgusu, demagoji amaçlıdır. Maddenin 6. fıkrası bu tespitimiz güçlendirmektedir:
Madde 114. (6) “Özel kanunda yer alan hükümler saklıdır.” Ne anlama geliyor bu? Ucu açık, keyfi uygulamalara olanak tanıyan, yasa dişiliği meşrulaştıran böyle bir düzenlemeye niye ihtiyaç duyuluyor?
Tecrit ve ayrımcılıkla ilgili bölümde vurguladığımız, hükümlülere uygulanan yöntemler tutuklular için de öngörülmekte, üstelik daha katı tecrit uygulaması savunulmaktadır. Henüz suçu sabitleşmemiş, yargılaması süren, sanık durumundaki tutuklunun yargı sistemi dışında sıkı infaz rejimine de tabi tutularak, devletin eline geçmişken militar otorite ile tanıştırılması ve 3. Maddede hükümlüler için hazırlanan infazda temel amacın tutuklulara da uygulanması amaçlanmaktadır.
Madde 115. (1) “Tehlikeli halde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet Savcısı, kovuşturma evresinde hakim veya mahkemesince aşağıdaki tedbirler uygulanabilir:
a) Tutuklunun tek başına, sıkı bir rejim altında muhafaza edilmesi ve kaldığı odanın kamera ile izlenmesi,
b) Belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması,
c) Gerekiyorsa kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyici biçimde hazırlanmış özel bir odada barındırılması ve kaldığı odanın kamera ile izlenmesi,
d) Saldırganlık göstermesi halinde belirli süreyle kelepçelenmesi veya hareketlerinin engellenmesi,
e) Yüksek güvenlikli bir kuruma nakledilmesi.”
Hiçbir yoruma gerek bırakmayacak açıklıkta, kişinin daha tutukluluk evresinde direncinin kırılarak ıslah edilmeye başlanacağının kanıtıdır bu madde. Siyasi tutukluların sorgusuz sualsiz, yargılandığı maddeye bakılmaksızın otomatik olarak F Tiplerine yollanmasının yasal kılıfı da bu madde ile hazırlanmış oluyor. Tecridin en koyu halde tutukluya da nasıl uygulanacağını bu madde ile tahmin etmek zor değildir. 1. fıkradaki koşulların olup olmaması bir önem taşımaz, istendiğinde kolaylıkla bunlar koşullan oluşturabilmektedir çünkü. Tutuklulukta üst sınırın 10 yıl olarak düzenlenmesiyle tamamen bir tedbir olan tutukluluk, ağır tecrit koşularında bir infaz biçimin almıştır. Yasanın 34. maddesinde düzenlenen haller dışında hiçbir şekilde hücrelerin kapıları ve koridor kapılarının açılmadığı tutukevlerinde ve diğer “yüksek güvenlikli” cezaevlerinde sürekli tecrit altında tutulacaktır tutuklular da! Henüz suçluluğu kesinleşmemiş tutukluların bu kadar ağır koşullarda tecrit edilerek, özellikle siyasi davalardan dolayı tutuklanmışlarsa bir ve üç kişilik hücrelerde tutulmaları ne kadar adil ve hukukidir?
116. Madde ile tutukluların yükümlülükleri, buraya kadar hükümlülerle ilgili bölüm başlıklarına ve maddelerine atıfta bulunarak, “...maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk haliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir” denilerek nokta koyuluyor. Kesin bir hükümdür artık, yeni CİK ile birlikte hapishanelerde tutuklu—hükümlü ayrımı fiilen zaten yokken, yasal olarak da ortadan kaldırılmış, sanıkla mahkum eşitlenmiştir. Suçu kanıtlanana kadar sanığın suçsuz olduğu evrensel ilkesi, böylece Türk burjuva hukuk sisteminden çıkartılmıştır.
Açlık grevi ve ölüm orucunda müdahale
82. Madde ile açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinde zorla müdahale öngörülüyor. İnsanların ağır infaz koşullarını protesto etmek ve hak arama alma amacıyla ölüm pahasına böyle bir zor eyleme başvurulan görmezden geliniyor, bu eylemleri doğuran nedenler giderilmesi gerekirken, tutsaklara zorla müdahale yasallaştırılıyor. Siyasi iktidar, tecrit politikalarında ısrarını, ölümlere kayıtsız kalışını bu maddeyle yasalaştınyor. Siyasi tutsakların “kişiliği üzerinde özerkliğini” ihlal ediyor bu madde. Hekime, müdahale zorunluluğu getiriliyor, hekimlik meslek ilke ve etiğine aykırı davranması için baskı yapılıyor. Meslek ilke ve etiğinde ısrar eden, onurlu bir duruş sergileyen bir doktor-hekim olur ve zorla müdahaleye karşı çıkarsa, bunun da önlemi almıyor:
Madde 82. (4) “Bu maddede öngörülen tedbirler, kurum hekiminin tavsiye ve yönetimi altında uygulanır. Ancak kurum hekiminin zamanında müdahale edememesi veya gecikmesi hükümlü için hayati tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere, ikinci fıkradaki şartlar aranmaksızın başvurulur.”
Yani herhangi bir infaz koruma memuru ya da cezaevi personeli, ölüm orucu ve açlık grevindeki tutuklu ve hükümlüye “zorla besleme” uygulamaya kalkabilecek! Bilerek ve kasten, keyfi ve sorumsuz biçimde ölüm ve kalıcı sakatlıklara yol açıldığında, ilgili görevliler sözde bu madde sayesinde soruşturma ve kavuşturmadan kurtulacaklar. Bu madde açık ve net biçimde ölüm orucu, açlık grevi veya başka bir biçimde direnişte olan tutuklu ve hükümlülere herhangi bir biçimde ve niyetle müdahale ederek ölüm ve sakatlıklara yol açan cezaevi personelini koruma amacını taşımaktadır. Yasa neredeyse kasıtlı ve taammüden öldürmeleri yasal hale getirmektedir.
Yasanın tek tek sakıncalı maddeleri incelendiğinde de ortaya ürkütücü bir tablo çıkmaktadır:
Madde 12. (2) “On iki-on sekiz yaş grubu çocuklar, cinsiyetleri ve fiziki gelişim durumları göz önüne alınarak bu kurumların ayrı ayrı bölümlerinde barındırılırlar.
(3)Bu hükümlüler kendilerine özgü kurumun bulunmadığı hallerde kapalı ceza infaz kuramlarının çocuklara ayrılan bölümlerine yerleştirilirler...”
Söz konusu olan, on iki yaşındaki çocuklardır, işlediği suç ne olursa olsun on iki yaşındaki çocukların özel olarak inşa edilmiş olsa bile kapalı cezaevlerine konulmasını savunuyor. Çocuklar için cezaevi kuran bir rejimi tartışıyoruz. Uzun yıllar süregelen ıslahevi uygulaması kaldırılıyor, yerine çocuk cezaevi inşa edilecek! Islahevi uygulaması her tür cinsel istismar, taciz ve tecavüzün yaygın yaşandığı, işkence ve dayağın temel ıslah aracı olarak başvurulduğu kuramlardı. Islahevinin savunulabilecek hiçbir olumlu yanı yoktur, ama bundan daha geriye gidilerek, çocuklar için cezaevi inşa edilmesi kararına yorum ve açıklama getirmek de mümkün değildir.
12. Madde ile on sekiz yaşın altındaki çocukların ve on sekiz-yirmi bir yaş arası gençlerin F Tiplerine konulmalarına yasal dayanak getiriliyor. Maddede tarifi yapılan “Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu” mevcut olmadığına göre:
Madde 12. (2) “Bu hükümlüler için ayrı bir kurum kurulamadığı taktirde, yukarıdaki fıkra kapsamındaki hükümlüler, diğer kapalı ceza infaz kuramlarının gençlere ayrılan bölümlerinde bu maddedeki esaslara göre barındırılırlar.”
Aynı maddenin üçüncü fıkrasında da 9. madde kapsamındaki gençlerin cezalarının da bu kurumlarda infaz edileceği öngörülüyor.
Mevcut durumda F Tiplerinde özellikle siyasi tutsaklar arasındaki yaşı on sekizin altında ve on sekiz-yirmi bir yaş arası tutukluların varlığı, siyasi iktidarın çocuk ve gençlere yaklaşımını kanıtlamaktadır: Ağaç yaşken eğilir! Gerici faşist zihniyet, tutuklu ve hükümlülerin daha çocuk yaşta devlet sopası ile terbiye edilerek hizaya sokulması gerektiğini savunmaktadır. Disiplin cezalarının düzenlendiği maddelerde tutuklu ve hükümler için öngörülen hükümlüler on iki-on sekiz yaş arası çocuklar ve on sekiz-yirmi bir yaş arası gençler için de kısmen hafifletilmiş olarak bile olsa antidemokratik içerikte aynen yer almıştır. On iki yaşında çocuklar için cezaevi inşa eden zihniyet, elbette disiplin cezaları ile terbiye etmeyi de ihmal etmeyecektir.
Madde 46. (9) “Odaya kapatma cezası: Sekizinci fıkrada belirtilen kapalı infaz kurumunda bulunan çocuğun, aynı fıkrada belirtilen eylemlerde bulunması halinde, beş güne kadar açık havaya çıkma hakkı saklı kalmak üzere, gece ve gündüz tek başına bir odada tutulmasıdır.”
Cezaevi idarelerinin oda sistemi olarak isimlendirdiklerinin esasında hücre olduğunu bir an unutmaksızın, on iki yaşında bir çocuğun geceli gündüzlü tek başına beş gün hücreye kapatılması anlamına gelmektedir bu fıkra, disiplin cezaları anlayışının vardığı boyutu göstermesi bakımından bu örnekle yetiniyoruz.
Madde 62. (3) “Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez.”
Herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın bir yayın hakkında engelleyici hüküm, tartışmasız biçimde sansür demektir. Kimin, neye göre, hangi ölçütlerle karar vereceği belirsiz bu yoruma açık maddenin tipik bir uygulaması, Sivas Kapalı cezaevinde Leman dergisinin sakıncalı bulunarak içeri verilmemesidir. Keza bu fıkra, aynı maddenin birinci fıkrası ile de çelişki halindedir.
Madde 62. (1) “Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.”
Tipik Türk devleti demokrasisi, birinci fıkrada yasayla hakkını ver, üçüncü fıkrada idari kararlarla yasaklamak için yoruma açık hüküm koy!
Madde 18. (1) “Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri gönderilenlerin cezaları, belirlenen infaz kurumlarının mahsus bölümlerinde infaz edilir.”
Psikolojik sorunları olanlara erteleme ya da infazı durdurma hakkı olanağı tanınmıyor. Tedavi etme sorumluluğu yüklenilmiyor. F Tiplerinde başta tecrit nedeniyle ağır psikolojik ruhsal sorunlar yaşayan tutuklu ve hükümlüler, idarenin aymazlığı ile adım adım akıl hastalığına ve oradan da intihara sürükleniyorlar. F Tiplerinde otuzu aşkın intihar vakası ve onlarca psikolojik sorunları, ruhsal hastalıkları olan ve yarıca akıl hastası tutuklu ve hükümlünün bulunuyor olması, idarenin sansürüne rağmen açığa çıkmış durumdadır.
23. Madde ile hükümlülerin gözlem ve sınıflandırma esasları düzenleniyor. Hükümlünün hangi tür ceza infaz kurumuna gönderileceği ve infazının nasıl gerçekleştirileceği bu maddede yapılan sınıflandırma ve gözleme göre belirleniyor. Sınıflandırma oldukça detaylandırılmış; kişisel, adli, sosyal ana başlıklardan bunlara bağlı alt başlıklara kadar her nitelik ve özellik sayılıyor. Oysa pratikte biliyoruz ki, sınıflandırma önce adli-siyasi biçiminde yapılmaktadır. Esas olan budur, siyasi tutuklu ve hükümlünün adresi belli: F ve D tipleri! Adli tutuklu ve hükümlüler ise gerçek durumlarına göre değil, sınıfsal ve sosyal statülerine göre sınıflandırılıyorlar. Örneğin, devletin güvenlik kuvvetleri personeli ve bürokratlar İstanbul Metris cezaevine; işadamı, bankacı, şirket yöneticileri vb. Kartal cezaevine yerleştiriliyorlar. Geriye kalanlar, aralarında fazla bir fark olmayan çeşitli kapalı cezaevlerine dağıtılıyorlar.
Çete organizasyonu kapsamında işlendiği savlanan suçlar ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlarından yargılanan ve/veya ceza alan tutuklu ve hükümlüler de bir süreliğine F Tiplerinde tutuluyorlar. Koşul ve süreleri ile ilgili değerlendirmelere diğer bölümlerde değinmiştik.
Madde gözlem süre ve koşullarını da kapsıyor. Tecrit ve her türlü hak mahrumiyeti koşullarında gözlem yapılacağı, sınıflandırmada bu gözlem sonuçlarının rol oynayacağı, ayrıca bazı suçlarda gözlemin ağır tecrit koşullan ve ziyaret kabulü, iletişim ve haberleşme olanaklarının elinden alındığı, açık havaya çıkma imkanı olmayan vb. koşullarda altmış (60) güne kadar uzatılabileceği hükmü de konmuş. Tutuklu ve hükümlülerin yaşam hakkı ve insani haklarını sosyal varlıklarına saygı, insani erdemlerini sürdürecek ve kültürel sosyal açıdan kendilerini gerçekleştirme zorunluluklarının baştan reddedildiği, kavramsal olarak bile sözü edilmeyen, adeta bihaber olunduğu bir infaz uygulaması ile karşı karşıyayız.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı hakkında;
Madde 25. (1) i) “Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir suretle ara verilemez. Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbi tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlannda, mümkün olmadığı taktirde tam teşekküllü devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkum koğuşlarında uygulanır.”
Zindancı geleneğinin yeniden diriltilmesi ve kürek mahkumiyetinin geri getirilmesi demektir bu madde. Kalıcı hastalığı da dahil cezai ehliyetini kaybetmesi durumunda dahi hükümlünün ölüme terk edilmesi, devlet cinayetinin süreye yayılarak uygulanması, üstelik yasa maddesi haline getirilerek savunulabiliyor. Burada yalnızca bir hukuk ihlali değil, yaşam hakkı ihlali söz konusudur. Bu madde ve ona ruhunu veren zihniyetin kendisi hastalıklıdır.
Madde 29. (1) “Kurum hakimi tarafından ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı olduğu belirlenen meslek sahibi olmayan hükümlüler ile meslek sahibi olan istekliler, kurum imkanları ölçüsünde belirlenen ücret karşılığında atölye veya iş yurtlarında çalıştırılabilirler.”
Zorunlu çalışma maddesi kısmen esnetilerek, emek sömürüsü, emek hırsızlığına ve emek gaspına dönüştürülerek yasalaştırılmış. Yasa bununla da yetinmiyor:
Madde 30. (4) “İş alanlarına sahip kuruluşların hükümlü çalıştırmaları teşvik olunur” denilerek, hükümlü ucuz emeği özel sektöre peşkeş çekiliyor. Çok açık ki bu madde ile bir yandan hükümlünün ucuz işgücünden azami yararlanılacak, emek sömürüsü katmerlenecek, diğer yandan kronik işsizlik koşullarında iş ve çalışma imkanı bulan işçiler üzerinde hükümlü işçi çalıştırma baskısı kurulacak.
Devletin eline düşmüş bir kere, hükümlünün koşullu salıverildiği durumda da kurtuluşu yok!
Madde 107. (6) “Hükümlü, denetim süresinde, infaz kurumunda öğrendiği meslek veya sanatı icra etmek üzere, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında, ücret karşılığında çalıştırılabilir.”
Nazi döneminin çalışma kampının benzeri bir uygulamadır bu! Hükümlü, koşullu salıverilme durumundan sonra da zorunlu çalışma ile karşı karşıyadır. Özel işletmelerde hangi işveren her an koşullu salıverilme hakkının elinden alınarak tekrar cezaevine gönderilme korkusu ile kölece çalışmak zorunda olan bir hükümlü işçiyi çalıştırmak istemez?
Hiçbir seçeneği olmayan hükümlü işçilerin, hangi koşullarda çalıştırılacağı sır mıdır? Nazi çalışma kampı yönetmeliğinden farkı var mıdır bu maddenin? Ne yazıyordu ünlü Auschwitz çalışma kampının giriş kapısında: Arbeit macht frei! Yani, “Çalışma özgürleştirir!” Nazi çalışma yasasıdır bu ve başta işçi ve emekçi yığınların bu yasaya karşı ayağa kalkması gerekir.
Madde 36. (2) “Aramalar, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri veya kolluk kuvvetleriyle veya diğer kamu görevlilerince ortaklaşa gerçekleştirilebilir.”
Bu madde polis, MIT, JlTEM başta olmak üzere iyi niyetle olmayacağı açık olan amaçlarla, işkenceli sorgu infaz ve katliam vb. programlamak ve uygulamak üzere farklı resmi/gayrı resmi görevlilerin aramalara katılmak ya da yardımcı olmak gerekçesiyle hapishanelere sokulmalarına olanak vermektedir. Düne kadar fiili ve yasadışı biçimde başvurulan bu yöntem, CIK ile yasal hale getiriliyor. Başta 19 Aralık 2000 cezaevleri katliamı olmak üzere cezaevlerinde yaşanan özellikle toplu katliamlar, dışarıdan getirilen güçler tarafından gerçekleştirilmiştir. Buca, Ümraniye, Ulucanlar, Diyarbakır toplu katliamları ve Burdur katliam girişimi, hangi kuramlardan oldukları ve kimlikleri açıklanmayan çoğu maskeli silahlı görevlilerce uygulanmıştır. Hemen hepsi yargıda olan bu katliamların uygulayıcıları ve gerçek sorumluları ortaya çıkartılıp cezalandırılamıyorken, yasa bu maddeyle yeni katliamlar için yasal kılıf ve katliamcılara korunak yaratmaktadır.
Hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi ile ilgili maddede;
Madde 100. (2) “Ancak, cezanın infazını durdurmak için hükümlü, hastalığına kasten neden olmuşsa bu hükümden yararlanamaz....” denilmektedir. Madde ruhunu, “işkencede kafasını duvara vurarak(!) kendisini yaraladı” gerekçesinden almaktadır. insanlar intihar etmek veya kendilerini yaralamak için ısrarla polis nezarethanelerini seçiyorlar. Aynı mantık CIK ile de sürdürülüyor. Devlete kül yutturamazsınız, infazı durdurmak için kendinizi kasten hastalandırıyorsunuz! Öyleyse, hastanede geçirdiğiniz tedavi süresi infaza sayılmayacak!
Yasada yeni bir uygulama, “Denetimli Serbestlik” başlığıyla getiriliyor. Henüz kuruluş, çalışma yöntem ve esaslarının ne olduğu bilinmiyor, ilgili konuda düzenleneceği belirtiliyor. işlevi ise şöyle tanımlanıyor:
Madde 104. (1) “Cezaları ertelenen, salıverilen veya haklarında hapis cezası dışında herhangi bir tedbire hükmedilen hükümlülerin toplum içinde izlenmesi, iyileştirilmesi, psikososyal problemlerinin düzenlenmesi ve mağdurun korunması gibi görevleri yerine getirmek üzere denetimli serbestlik ve yardım merkezleri kurulur.”
Yani, tahliye olduğunda bir hükümlü kurtulmuş sayılmıyor. Koşullu salıverilme tarihi ile bihakkın tahliye tarihi arasında mahkeme tarafından tayin edilecek bir görevli tarafından aralıksız gözlem altında tutulacak. Görevlinin vereceği üç aylık raporlarda koşullu salıverilme kurallarını ihlal ettiği kanaati oluşursa hükümlü tekrar hapse gönderilecek, kalan cezası infaz edilecek. Bu arada hükümlüden uyması gereken ne tür kurallar isteneceği henüz belli değil. Bir işyerinde zorunlu çalışma, belli bir yerde ikamet zorunluluğu, şehir dışına çıkmama, siyasi kültürel sosyal faaliyetlere katılmama, uygun görülmeyen şahıslarla görüşmeme her gün resmi bir kuruma imza verme vs., vb. bizim ilk aklımıza gelenlerden.
Sonuç:
Anayasada tanınan haklar yasalarla, yasada tanınan haklar yönetmeliklerle, yönetmeliklerle tanınan haklar genelgelerle gasp edilir. TC’nin 80 yıllık kanunsal serüveni ve yönetim zihniyeti bu zincirde ifadesini bulur!
Önümüzdeki dönem CİK doğrultusunda yeni yönetmelikler, yürürlüğe dair esaslar ve genelgeler hazırlanacak. Temel yasada altını çizdiğimiz ve neredeyse tümünü kapsayacak düzeyde hükümlü ve tutukluları hapishanelerde mengeneyle sıkarak nefessiz bırakacak bu yasanın yönetmelik yürürlük esasları ve genelgelerle ne hale geleceğini tahmin etmek zor değildir. Kağıt üstünde bile ağır tecrit ve hak ihlalleri öne çıkarken, yoruma açık maddelerin cezaevleri idareleri tarafından nasıl uygulanacağı da TC zindan politikasının bizzat tanığı biz siyasi tutsaklar için bilinmez değildir.
Bu yasayla ortaya çıkacak telafisi mümkün olmayan ağır sonuçların tek sorumlusu uygulayıcılar olmayacak, yasanın taslak ve kanunlaşma sürecinde payı olan bütün kurum ve kişileri kapsayacaktır. Siyasi tutsaklar ne pahasına olursa olsun direneceklerdir. Tarihimiz ortadadır; yasa koyucular ve uygulayacak olanlar, hiçbir yaptırıma boyun eğmediğimizi, eğmeyeceğimizi bu onurlu tarihten öğrenmiş olmalılardır. Yapılacak tek şey vardır: Gecikmeksizin bu yasa geri çekilmeli ve tarafların görüşmesi doğrultusunda gözden geçirilmeli, sakıncalı bütün maddeler ayıklanmalıdır. Demokratik kitle örgütleri, işçi ve memur sendikaları, insan hakları savunucuları, Barolar, başta TTB ve TMMOB olmak üzere meslek odaları, üniversite hukukçuları taraf olmak zorundadır ve yasanın belirttiğimiz noktalarıyla birlikte, bütünü üzerinden yeni taslaklarla tarihsel, mesleki, aydın ve demokrat sorumluluklarını yerine getirmelidirler...
Talepler:
1-Kısaca Ceza İnfaz Kanunu olarak tanımladığımız “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”, tarafların da görüşleri alınarak yeni kanun hazırlanıncaya kadar geri çekilsin!
2-Tecrit kaldırılsın!
Uluslararası sözleşmelere göre 15 kişiden az olan mekanlar tecrit sayılmaktadır. Hücre tipi, F ve D Tipi Cezaevleri bu esasa uygun olarak yeniden düzenlenmelidir.
Bu düzenlemeler yapılana kadar:
a) F Tiplerindeki tecrit ve izolasyon uygulamalarına derhal son verilmelidir.
b) Hücre kapıları gündüz açık tutulmalıdır.
c) Haberleşme ve iletişim özgürlüğüne hiçbir kısıtlama getirilmemelidir.
d) Spor olanakları ve diğer ortak kullanım alanları herhangi bir tredman ön koşuluna bağlı tutulmaksızın bir hak olarak kabul edilmeli ve hiçbir koşulda bu hakkın kullanımı engellenmemelidir.
e) Komün oluşturma hakkı engellenmemelidir.
f) Ziyarete akrabalık koşulu getirilmemeli, ziyaret gün ve saatleri arttırılmalı, ziyaretçilere yönelik baskılara son verilmelidir.
g) Avukat görüşlerinde her tür kısıtlama kaldırılmalı. Avukatlar birden fazla tutuklu ve hükümlüyle görüşebilmelidir.
h) Televizyon, buzdolabı, radyo-teyp ve genel temizlik maddeleri gibi temel gereksinimler idare tarafından karşılanmalı, kullanılan elektriğin tutuklu ve hükümlülere tahsil edilmesine son verilmelidir.
i) Cezaevlerinde giyecek ve yiyecek almama genelgeleri iptal edilmelidir.
3- Tutuklu ve hükümlülerin temel insani ve demokratik haklan açıkça tanımlanmalıdır. Cezaevlerine ve dönemlere göre değişen keyfi uygulamalara, arama ve nakillerdeki işkence ve onur kırıcı dayatmalara son verilmeli, bunlar cezai yaptırımlara bağlanmalıdır.
4- Siyasi temsilcilik kurumu tanınmalı ve işletilmeli; siyasi tutuklu ve hükümlü statüsü kabul edilmelidir.
5- Cezaevleri, demokratik kitle örgütleri ve ilgili meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan “Bağımsız İzleme Komisyonları”nm düzenli denetimine açılmalıdır.
6- Terörle Mücadele Yasası iptal edilmeli, başta 16. Maddesi olmak üzere infaz ve ceza artırımında siyasi tutuklu ve hükümlülerin aleyhine, ağırlaştırıcı olarak işletilen maddeler ortadan kaldırılmalıdır. İnfaz uygulamasında siyasi tutsaklara uygulanan 3/4 infaz oranı değiştirilmeli, tek bir infaz sistemiyle infazda ayrımcılığa son verilmeli; bugüne kadar kullanılan 2/5 infaz oranı kazanılmış hak olarak bir kereliğine uygulanmalıdır.
7- 19 Aralık operasyonları Barolar, ÇHD, İHD, TTB, aile örgütlenmeleri vb. kurum temsilcilerinin de aralarında bulunduğu bağımsız komisyonlarca soruşturulmak, gerekçeler ortaya çıkartılmalıdır. Tespit edilen suçlular/sorumlular yargılanıp cezalandırılmalı, sonuçlar kamuoyuna açıklanmalıdır.
* Bu yazı, Tekirdağ F Tipinde kalmakta olan değişik davalardan devrimci siyasi tutsakların temsilcileri tarafından kolektif olarak hazırlanmıştır. Biz devrimci tutsaklar kuşkusuz hukukçu değiliz!... Fakat sınıfsal-toplumsal özgürlüklerle doğrudan ilişkili olan bu yasal düzenlemelere karşı, özellikle CİK ve TCK gibi yasaların sonuçlarıyla tecrit hücrelerinde direk yüz yüze geliyor olmamız nedeniyle, bu yasaların ilk elde göze çarpan antidemokratik, baskıcı, insanlık dışı yönlerine dikkat çektiğimiz bu çalışmayı, mücadelenize katkı sağlayacağını düşünerek ilginize sunuyoruz.