İstanbul; ışıl ışıl sokaklar, eğlence ve alışveriş merkezleri, lüks yalılar, boğaz... İstanbul’un görünen yüzü bunlar. Kentin dışına doğru çıktıkça İstanbul’un öteki yüzü karşılıyor bizi. Kentin dışında ve kentin dışladığı bu mekanlar ezilenlere ev sahipliği yapıyor. Ve ezilenlerin mekanları bu kenti çevreliyor dört bir yanından. Tıpkı Ayazma gibi.
Tepenin üstüne gelişi güzel kurulu derme çatma evlerden oluşuyor Ayazma. Yoksulluğun tüm izlerini taşıyan bu evlerin öyküsü 1985’lere uzanıyor. Kürdistan’dan zorla göç ettirilen Kürt emekçileri, iki odalı gecekondularıyla, “merhaba” diyorlar bu kente. Kendi topraklarından binlerce kilometre ötede... Kiminin evi yakılmış, kimi koruculuğa zorlanmış, kimi de ardında şehitler bırakarak göç etmiş buraya. Ne ışıl ışıl caddelerinden geçmişler, ne de alışveriş ve eğlence mekanlarına uğramışlar. Onlar, İstanbul’un dışında, tüm dışlanmışlıklarıyla, açlıktan, işsizlikten, yoksulluktan en fazla payı almışlar. İstanbul gibi bir yerde sosyal hayatın uzağında yaşam savaşma katılmışlar.
Yoksulluğun Hikayesi
Küçükçekmece Belediyesi'ne bağlı 10 bin nüfuslu Ayazma, görüntüsüyle bir köyü andırıyor adeta. Proleter kentte görmeye alışık olduğumuz sefalet manzaralarını, Ayazma’da bütün çıplaklığıyla buluyoruz. Ne bir okul, ne bir kanalizasyon, ne bir sağlık ocağı, ne de asfaltlı yolları var Ayazmanın. Yol dedikleri, çamurdan patikalar. Kışlarını çamur, yazlarını ise toz toprak içinde geçiriyor Ayazmalı emekçiler. 20 yıla yakındır Ayazmada oturan emekçiler, kimi zaman elektriksiz, kimi zaman susuz yaşamışlar. İstanbul’un “kabullenemediği” Ayazma, yerel yönetimin en temel hizmetlerinden bile mahrum bırakılmış. Ayazmanın dibine kurulu, 10 yıllık bir geçmişi bile olmayan Başakşehir, zengin kentle emekçi kent gerçekliğinin çarpıcı bir resmini sunuyor görenlere. İstanbul’un iki ayrı kenti cisimleşiyor burada. Birinde düzgün yollar, alt yapı hizmetleri, spor tesisleri, parklar, bahçeler, doğal gaz; ötekinde ise sefaletin bütün izleri.
Bu yoksul kentin tam ortasından geçen dere, hastalıkların pençesine itiyor Ayazmalıları. Başakşehir’in kanalizasyonu ve çevredeki fabrikaların kimyasal atıklarıyla dolan dere, emekçilerin yaşamını hiçe sayan kapitalist zihniyetin bir görüntüsü. Dere ne ıslah ediliyor ne de üzeri kapatılıyor. Buna Ayazmanın arka tarafına boşaltılan çöpler eklenince sefalet ve yoksullukla boğuşan Ayazma halkının yaşamı çekilmez oluyor. Dere ve çöplerden dolayı yazın mahallede sineklerden geçilmiyor.
Bu derenin ve çöplüğün en büyük mağdurları da çocuklar. Oyun parkı olmadığı için derede oynayan çocuklar yakalandıkları hastalıkların pençesinden kurtulamıyor kimi zaman. Zaten işsizliğin had safhada olduğu Ayazma’da, emekçilerin sigortası da yok, parası da. Paraları olmadığı için hastanelere gidemeyen halk, ölümle yüz yüze bırakılıyor. İlaç fiyatları ise emekçilerin altından kalkamayacağı büyük bir yüke dönüşüyor. Ayazma emekçileri, eğitim, ulaşım, sağlık hakkından yoksun bırakılıyor.
Evin Yükü Kadının Omuzunda
Ekonomik zorluklar Ayazma’daki evleri birer işliğe dönüştürüyor. Erkeklerin büyük çoğunluğunun işsiz olduğu Ayazma’da, kadınlar eve iş alarak evi geçindirmeye çalışıyorlar. Toplumsal baskı ve çocuk sayısının fazlalığı nedeniyle dışarda çalışamayan kadınlar, mandal yapıyor, boncuk dikiyor, demir takıyor.. Ağır ev işleri altında ezilen kadın, eve aldığı işleri bitirmek için günde ortalama 10 saat çalışmak zorunda kalıyor. Kimi zaman sabaha kadar elindeki işleri bitirmeye çalışıyor.
Sadece kadınlar değil, Ayazmalı çocuklar da bu işlerin bir parçası oluyor. 5 yaşındaki bir çocuğun minicik ellerinde mandal takma makinesini görmek mümkün Ayazma’da. Ailece bir sömürü cenderesi kuşatıyor Ayazmalıları. Bir yandan ev işi, bir yandan çocuk bakımı, bir yandan eve aldıkları işler, kadınları daha fazla yıpratıyor. Zaten çok sayıda yapılan doğum (her evde en az 4-5 çocuk bulmak mümkün), yaşam şartlarının kötü olması, sağlıklı beslenememe gibi bir dizi faktör kadın hastalıklarını tetikleyici bir duruma dönüşüyor. Kadınlar toplumsal yaşamın dışına itiliyor. Birçok kadın Ayazmanın dışına bile çıkamamış. Okuma-yazma bilen kadın sayısı bir elin on parmağını geçmiyor.
Çocukluğunu Bile Yaşamayan Çocuklar
Mahalleye en yakın okul kilometrelerce uzakta. İkitelli Köyiçi’ndeki okula gitmek için çocuklar hergün 2 kilometre yol yürüyor. Kimi zaman aşamadıkları bu yollar onları ölüme götürüyor. Okula gitmek için anayoldan geçmek isterken trafik kazalarıyla yaşamlarını yitiren onlarca çocuk var. Parasızlık yüzünden servis tutamadıkları çocuklarının ölüm haberleriyle sarsılıyor Ayazmalılar. Çocukların büyük bir kısmı parasızlık yüzünden okuyamıyor ya da eğitimlerini yarım bırakmak zorunda kalıyor. Mahallede okuyan genç sayısı çok az. Eğitimin paralı hale getirilmesinin, emekçilerin eğitim hakkını nasıl gasp ettiğini bütün çıplaklığıyla görüyoruz Ayazma’da. Çocuklar ilkokulu bitirir bitirmez Ayazmanın etrafındaki tekstil atölyelerinde buluyorlar kendilerini. Eve katkı yapmak için çocuk yaşta başlıyorlar çalışmaya. Ayazma’da çocuk düşleri iş makineleri arasında sıkışıp kalıyor.
Ayazmalılar, kışın soğuğundan korunabilmek için eski ayakkabı, naylon, poşet ve tekstil atıkları ile ısınıyor. Kömür parası denkleştiremeden kışa giren aileler, evlerinin önünde sebze-meyve kasaları, tahta parçaları, naylon ve tekstil artıklarından oluşan yakacak yığınları biriktiriyor. Devletin her yıl büyük şovlar yaparak dağıttığı yakacak kömür ise hiç uğramıyor Ayazma’ya. Ayazmayı çevreleyen yüksek apartmanlar, sanayi siteleri ve Atatürk Olimpiyat Stadyumu sınıf çelişkilerini apaçık bir şekilde ortaya seriyor.
Ayazmanın asfaltsız yollarından geçiyoruz. Ulaştığımız bu yer bize birçok gerçekliği de tattırıyor. Yoksulluk ve yoksunluk. Ama umut da yaşıyor Ayazma’da. Gülümseyen gelecek ve isyana bezeli yürekler. Yoksulluğun, yoksunluğun, işsizliğin, açlığın içinde büyüyen kocaman yürekler. İşte İstanbul’un öteki yüzü; Ayazma. Düşleri gelecekte saklananların mekanı.
Çarpık Olan Kapitalizm
Kapitalizm; işçi ve emekçilere insanca yaşam hakkı tanımadığı gibi, barınma haklarını da gasp ediyor. Gecekondu yıkımları kent yoksulları ve emekçilerin yakıcı bir sorunu olarak varlığını koruyor. Köyden kente akan göç sonucu, kentin dışına yapılmış bu yerleşim alanlarının zamanla kentin içine doğru kayması, zenginliğin ve yoksulluğun, sınıf çelişkilerinin bütün belirginliğini yalın bir şekilde ortaya seriyor. İlkel ve kötü koşullardaki bu yerleşim bölgeleri apartmanlar ve büyük sanayi siteleri içine hapsoluyor. Bu hapsoluş burjuvazinin de korkulu rüyası haline geliyor.
Meclis gündeminde olan “Kentsel Dönüşüm Yasa Tasarısı”, emekçilerin evlerini başlarına yıkan, sermayeye rant alanları açan bir yasadan başka bir şey değil. AKP’nin Kentsel Dönüşüm Yasası da ezenler lehine hayata geçirilmeye çalışılıyor. Çarpık kentleşmeyi bahane ederek yıkım gerçekleştirmeye kalkışan belediyeler, söz konusu sermaye babaları olunca yerlerinde oturuyorlar. Bir yandan patronların kaçak yapılarına, kent dokusunu tahrip eden lüks villalara ve hatta gökdelenlere dokunulmazken, “çarpık” oldukları, “görüntü kirliliği” yarattıkları gerekçesiyle yoksul mahalleler yıkılmak isteniyor. Ayazmayı 10’arlık 15’erlik ev gruplan halinde yıkmaya hazırlanan Büyükşehir Belediyesi, emekçilerin birlikte hareket etmelerini, direnişi parçalamayı hedefliyor.
Yerel seçimler öncesi burjuva politikacıların dilinden düşmeyen gecekondu afları, hükümete geldiklerinde yerini gecekondu yıkımlarına bırakıyor. Ayazmalı emekçiler de bu yıkımdan payını alıyor. Bir yandan AKP’nin Kentsel Dönüşüm Projesi, diğer yandan Atatürk Olimpiyat Stadyumu ile değerlenen topraklar. Atatürk Olimpiyat Stadyumundan dolayı Ayazma toprakları sermayeye peşkeş çekilmeye çalışılıyor. Kürdistan’da yaşanan kirli savaşla birlikte, köyleri yakılan, kendi topraklarında yaşam hakkı tanınmayan, yurtlarından göç ettirilmiş yoksul Kürt emekçileri, şimdi evlerinden edilmeye çalışılıyor. “Köyümüzü yakıp yıktılar. Bir evimiz var, şimdi onu da yıkmak istiyorlar”. Ayazmalı Kürt kadını, iki cümleyle özetliyor pek çok şeyi.
Trilyonlar Harcanan Stadyumun Komşuları
Ayazma halkının büyük bir çoğunluğu Kürt ve DEHAP’lı. Yani devletin ‘potansiyel suçlu’ları. Ayazma’yı 5 bin nüfusu ile “İstanbullu” saymayan kapitalist devlet, Kürt olmanın bedelini ödetiyor adeta.
Ayazma halkı yıllarca emek vererek yaptıkları evlerinden çıkarılmaya çalışılıyor. Çarpık kentleşmenin, yoksulluğun, işsizliğin nedeni olarak gösteriliyor Ayazmalılar.
Yıllardır insanca yaşayabileceği bir yerleşim yeri isteyen halkı görmezden gelen devlet, Ayazmanın dibine dünyanın en büyük Olimpiyat Stadyumlarından birini yaptı. Hiçbir yatırım yapılmayan bu mahalle, trilyonlar harcanan stadyuma komşuluk yapıyor. Bu komşuluğunun bedeli ise, Ayazmalılara yıkım olarak dönüyor. Ayazma halkı, evlerini terk etmeleri için her türlü baskıya maruz kalıyor, yaşadıkları yerden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Stadyumda maç yapılırken elektrikleri kesiliyor, mahalle ablukaya alınıyor.
İstanbul’da yıkım içine alman 90 bin ev, binlerce ezilenin aynı sorunla karşı karşıya kalacağını gösteriyor. AKP Hükümeti, ‘Kira öder gibi ev sahibi olunacak’ demogojileriyle emekçileri kandırmaya hazırlanıyor. Mortgage emekçilere umut olarak sunuluyor. Oysa Mortgage ile eve sahip olmanın koşullan emekçilerin gerçekliğiyle örtüşmüyor. Ev için gerekli olan paranın yüzde 75’ini taksitlendirilmiş kredi yoluyla emekçilere verilmesi öngörülüyor. Geri kalan yüzde 25’ini ise emekçilerin nereden bulacağı belli değil. AKP, yıkım içine aldığı bölgedeki emekçilere ev vermiyor, parası olana ev veriyor. Kredilerin düzenli ödenmemesi halindeyse emekçileri bekleyen tek bir şey var, kapının dışına konulmak. Zaten işsizliğin en büyük mağdurları emekçilerin bu parayı ödeyemeyeceği de açık. Bunun son örneğini Ayazmalı emekçiler alt taraflarında bulanan Hamamdere’de yıkılan 5 evle gördü. “Ev vereceğiz” yalanıyla kandırılan emekçiler şimdi çadırda yaşıyor.
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da ezilenler aynı sorunu paylaşıyor. Ezilenlerin yaşadığı sorunların dünya çapındaki ortaklığı Ayazma’da somutlanıyor. Nasıl ki Yunan devleti Yunanistan Olimpiyatlarında Romanların evlerini yıktıysa, burjuva Türk devleti de Atatürk Olimpiyat Stadından dolayı Ayazmalıların evlerini yıkmaya çalışıyor. Yıkım sermayenin emekçilere karşı uluslararası bir saldırısı oluyor.
Ayazma'ya İlk Adım
Ayazma bu kadar yoksulluğun kıskacında ezilenlerin büyük öfkesinin de içinde saklıyor. Biriken öfke sosyalist çalışmanın olanaklarını da barındırıyor. Ulusal kimliklerinden kaynaklı yabancısı olmadıkları mücadelenin canlı bir dinamiği olmaya devam ediyor Ayazmalılar.
Ayazma halkı direnişe de yabancı değil.
Elektrik ve su hakkını verdikleri mücadeleler sonucu kazanıyorlar.
Yolları kesiyorlar, ISKİ’ye gidiyorlar, eylem yapıyorlar... Ayazmanın çevresel faktörleri de bu eylem biçimlerini belirliyor. Ayazmanın kıyısından geçen anayol bir çok kez elektrik ve su için kesiliyor. Tıpkı, Arjantin’de anayolların kenarındaki varoşlarda oturan işsizlerin, fabrikaya giden anayolları kesmeleri gibi. Bu eylemler, ezilenlerin potansiyelini de açığa çıkarıyor. İstanbul’u kuşatacak bu bakir alanlar, yeni mücadele deneyimlerinin de kıvılcımını oluşturuyor.
Ayazmalı emekçilerin açığa çıkan bu potansiyelinden 8 Mart’a yürümek için Ayazma’ya gitmeye karar veriyoruz. 6 Mart mitingine 1,5 hafta kala aldığımız bu karar bizim için ezilenlere ve kendi gücümüze güvenin sınandığı bir pratik oluyor.
Biraz heyecanlı, biraz meraklı ve coşkulu adımlarla Ayazma’ya varıyoruz. Mitinge az bir zaman kalması nedeniyle, hızlı bir çalışma yürütmenin telaşını taşıyoruz üzerimizde. “Acaba Ayazmalı kadınlar nasıl karşılayacak bizi, kadınları mitinge nasıl katabiliriz” soruları Ayazma’daki çalışmanın içinde yanıt buluyor. Hiç “tanımadığımız” Ayazmalı kadınlar bizi emekçi sıcaklığıyla karşılıyorlar. Ne onlar bize yabancı, ne de biz onlara. Kim olduğumuzu, niçin geldiğimizi anlatmaya başlıyoruz. Kadınlarla yaşadıkları sorunlar üzerine sohbet ediyoruz. Yaptığımız sohbetler sonucunda 8 Mart çalışmasını hangi halkalardan yakalayacağımız açığa çıkıyor; Yoksulluk ve yıkım.
Bazı kadınlar bizimle birlikte evleri dolaşırken, bazıları da duyarlı olan kadınların evlerini gösteriyor. Çocuklar ise yol boyunca eşlik ediyor bize. Ulaşabildiğimiz bütün kadınlara ulaşmak için kapıları çalıyoruz tek tek. Kadınların okuma-yazma bilmemesi elimizdeki EKB bildirilerinin yanı sıra onlarla uzun sohbetleri koşulluyor. Bildiri verip geçmekten öte, kadınlarla oturup uzun sohbet etmenin, ortak bir dil yakalamanın çalışmanın geliştirici bir faktörü olduğunu görüyoruz. Evleri yakın olan kadınları biraraya getirerek ev toplantıları yapıyoruz. Temel bir vurgu olarak sohbetlerde öne çıkan yıkımları, miting alanına taşımalarını istiyoruz. 6 Mart mitingine kadar 5 kez gidebildiğimiz Ayazma’dan 6 kadınla birlikte Kadıköy’de emekçi kadınlarla buluşuyoruz. Mitingde Ayazmalı kadının yükselen çiğliği belleklerimize damgasını vuruyor.
8 Mart çalışması Ayazmanın devrimci çalışmaya açıklığını gösteriyor bize. Bu çalışmanın gösterdiği diğer bir unsur da; ezilenlerin özgün sorunlarından hareketle yakalanacak pratik hattın başarıyla sonuçlanacağı.
Yıkım Karşıtı Mücadele
Ayazma’da kadınlarla buluşarak ilk adımı attık. 8 Mart’tan aldığımız güçle yıkım karşıtı mücadelenin startını verdik. Ayazma’daki yıkım sorunu önümüzdeki sürecin mücadele dinamiğini oluşturuyordu. Mutlaka ki, bu mücadele; halkın iradesine dayanan, birleştirici, kapsayıcı ve doğal önderleri açığa çıkaracak bir mücadele olmalıydı. Ayazma emekçileri, en temel ve yakıcı gündemleri üzerinden örgütlenebilir, savaşabilirdi. Bu temelde, Ayazma’da ESP olarak yıkıma karşı halk toplantısı çağrısı yaptık. Bu toplantı, Ayazmanın geniş emekçi kesimleriyle buluşmanın bir basamağıydı. Ve öyle de oldu. Ayazmalıları en temel gündemleri olan yıkım etrafında bir araya getirerek toplantılar yaptık.
Toplantılarda söz Ayazmalı emekçilerindi. Kimi düşüncelerini söyledi, kimi deneyimlerini anlattı, kimi de neler yapılabileceğini. Toplantılara yön veren temel düşünce, yıkımı durdurmaktı.
Her yeni toplantıda, sayısal olarak bir artış, nitelik olarak bir derinlik göze çarpıyordu. Kararlar ortak ve demokratik bir anlayış zemininde almıyordu. Belki de Ayazmalı emekçiler ilk defa kendileri üzerinde bu kadar doğrudan söz sahibiydi. Emekçiler mahallelerine dair kararlar alıyor, fikir geliştiriyor, bu fikri paylaşıyor ve bunun için hep birlikte çalışıyordu. Evleri için mücadele ediyorlardı.
Toplantıların en temel özelliği birleştirici olmasıydı. Ayazma Orta Karadeniz’den göçle gelen emekçileri de barındırıyor. Yıllardır devletin şovenist politikalarıyla yaratmaya çalıştığı Kürt-Türk ayrımı Ayazma’da da kendisini gösteriyor. Ama emekçiler sorunlarının ortak olduğu, yıkıma karşı birleşik bir direniş örgütleme zorunluluğu bu ayrıma bir darbe vurdu. Ayazma’da bu birliktelik, yıkım karşıtı mücadelede atılan ileri bir adımdı. Ayazmalı bir emekçinin dediği gibi; “Belediye yıkım yaparken Kürt’ü de, Türk’ü de dinlemiyor”.
Toplantıların işleyiş biçimi olarak, kararların demokratik bir temelde alınması, geniş halk toplantıları sonucu bir dizi yeni kararın ortaya çıkması, emekçi demokrasisinin bir örneğiydi aynı zamanda. Toplantıya katılan herkesin söz alması, yıkım sorununa karşı değişik mücadele biçimleri önermesi çalışmayı zenginleştirici bir yerde duruyordu.
Birlik, toplantıların temel gündemlerinden biriydi. Ayazma’da en geniş kesime ulaşmak, onları da yıkım karşıtı mücadelenin bir parçası yapmak düşüncesi Ayazmalı emekçilerin çalışmalarına yön veriyordu. Bir Ayazmalı emekçi bunu şu sözlerle ifade ediyordu; “Hepimizin evi yıkılacak. Herkes bu toplantılara katılmalı”. Mücadelenin meşruluğunu ve kapsayıcılığını ortaya seriyor bu sözler.
Yeni Bir Mevzi; Yıkıma Karşı Halk Komitesi
Toplantılar sonucunda Yıkıma Karşı Halk Komitesi kuruldu. Ayazma’da bulunan 2 camiden toplantıya çağrı duyuruları yapıldı. Cuma namazında camiden yıkımla ilgili hutbe okundu. Ev gezmeleri yapıldı, el ilanları dağıtıldı. Çalışmalara yukarı ve aşağı mahallelerdeki insanları katmak için bu alanlarda ayrı ayrı toplantılar yapıldı. Belediyeye gidildi, Yıkımlara Karşı Emekçi Halk Kurultayına katılım sağlandı.
Ayazma’da bu çalışmanın merkezinde, Yıkıma Karşı Halk Komitesi duruyordu. Halk komitesi deneyimi gösterdi ki, bir araç işlevine uygun tarzda kullanıldığı zaman, kitlelere önderlik edecek, halkı yönlendirecek, mücadeleyi ivmelendirecek muazzam bir olanak demektir. Yıkıma Karşı Halk Komitesi, emekçilerin içinden çıkan öz örgütlenmedir. Halkın kendi kendisini yönetmesinin bir biçimi olan komiteye, emekçiler kendisini önererek katılıyor.
Halk komitesi çalışmayı koordine ederek örgütlüyor. En temel özelliği ise, birleştiriciliği, hareketi, yani eylemi. Üst bir örgütlenme modeli olan komite, harekette önemli bir yer tutuyor. Çünkü komitenin alacağı kararlar, yönlendirme gücü, yöneticiliği ve önderliği, hareketin geleceğini belirlemede tayin edici bir yerde duruyor. Bir şekilde, örgütlenme ve örgütleme aracı olan komite, mücadelenin önünü açan bir dizi pratiği hayata geçiriyor. Yanı sıra, mahalledeki doğal önderleri de açığa çıkarıyor. Komite, tabandan kopuk bir örgütlenme değil. Komite, kararlan emekçilerle birlikte alıyor.
Öte yandan komite bileşim olarak, Ayazmada oturan tüm kesimleri kapsıyor. Komitede, Karadenizliler de var, cami hocası da. Bu komitenin hareket alanını genişletirken, kardeşleşme bilincini de geliştiriyor. Aynı zamanda daha renkli, daha canlı, daha yaratıcı çalışma biçimlerini ortaya çıkarıyor.
Yaygınlaşan Hareket Ve Komisyonlaşma
Komitenin hayat damarlarını komisyonlar oluşturuyor. Tabanla güçlü bağlar örmenin, yaygınlaşmanın ve örgütlülüğü geliştirmenin en canlı örneğini oluşturuyor komisyonlar. Özellikle mücadelenin en canlı, en militan, en kararlı, en mücadeleci kesimi olan kadın ve gençleri aktifleştirmenin bir biçimi. Ayazmada’ki kadın ve gençlik komisyonları kendisini buradan anlamlandırıyor. Komisyonlar aracılığıyla daha geniş bir kesime hareket ve söz alanı yaratılıyor.
Ayazma’da kadın komisyonu, hareketin en önemli birimi. Şimdiye kadar yaptığımız çalışmanın en temel eksikliği, kadınları yıkım karşıtı toplantılara ve komiteye katamamamız olmuştu. Kadınların erkek egemenliği altında ezildiği Ayazma’da kadın iradesini açığa çıkarmak için kadın komisyonu kurma kararını önümüze koyduk. Bu Yıkıma Karşı Halk Komitesi’ne kadın rengini katmanın bir koşuluydu. Belediyenin önüne en fazla gelendi kadınlar, en militan eylemleri öneren de onlardı. Ama kadınlar, toplantıya gelmede, komitede yer almada aynı kararlılığı gösteremiyordu. Bizim kadınlara gitmede ısrarcı olmamız, bu mücadelenin kadınlarla birlikte kazanılacağını anlatmamız, kadın komisyonu kurmamızın adımlarını da hızlandırdı. Kadınlarla buluşarak Ayazma’da ilk adımı atmıştık, yıkım karşıtı çalışmada da kadınlarla buluşarak yürüyebilirdik. Nitekim, öyle de oldu.
Öte yandan gençlik komisyonu da, Ayazma’daki gençleri, yıkım gündemi etrafında biraraya getirmemizde önemli bir rol oynadı. Gençliğin dinamizmi, hareketi ve mücadeleci ruhu yıkım karşıtı harekete yansıdı. Gençlerin önerisiyle yıkıma karşı mahallede basın açıklaması yapıldı.
Yıkım karşıtı mücadelede belirli bir düzey yakaladık. Fakat bu düzeyi 1 Mayıs’a taşımada eksik kaldık. Ayazma’da yaptığımız bu çalışmanın üzerine basarak, 1 Mayıs’a yürüyebilirdik. Kararların alındığı halk komitesinde, “yıkıma karşı 1 Mayıs’a katılma”yı önermememiz nedeniyle Ayazmalı emekçileri 1 Mayıs’a taşıyamadık. Bu çarpıcı bir örnek aslında. Aynı zamanda bu, bizim için politik bir yanlışlık ve kitleleri ileriye çekmedeki tutukluluğumuzun bir göstergesi oldu. Emekçiler ancak, yıkım gündemi etrafında 1 Mayıs’a taşınabilirdi. Bizim mücadele araçlarımız da emekçilere yabancı değildi. Eylemler, yol kesmeler, yürüyüşler, mitingler, kurultaylar... Ama biz emekçileri kendimize, kendimizi de emekçilere yabancı gördüğümüz zaman, çalışmada tutukluk ve tıkanıklık kaçınılmaz oluyor.
Gülümseyen Geleceğimiz
Ayazma’da çalışmanın kalıcılığı halkla kaynaşmanın ve bütünleşmenin düzeyiyle ilintiliydi. Aileleri örgütlemek ve oradan hareketle mücadeleye itilim kazandırmak kalıcılaşmanın ön koşuluydu. Bu nedenle ailelerin mücadeleye katılması için özel çaba gösterdik. Ayazma’da babanın komitede, annenin kadın komisyonunda, çocuğun gençlik komisyonunda yer aldığı aileler var. Bu, çalışmanın gelişkinliğinin ve yerelliğinin önemli bir örneği olarak duruyor karşımızda.
Yürüttüğümüz çalışma yerelleşmeye deneyimi bakımından verimli bir örnek oldu. Halkın en yaşamsal sorunlarını ve ivedi taleplerini sahiplenme üzerinden politika yapma ve onları buradan harekete geçirebilme iradesi ve yeteneği belirleyici bir yerde duruyor. Ve tabi ki onlardan biri gibi olabilmenin sadeliği ve bunun kazandıracağı güven de. Artık halk bizi Ayazmalı olarak görüyordu. “Siz söyleyin biz yapalım” diyen emekçilerin bize olan güveni bu sözlerde somutlanıyor. Ayazmalı bir emekçinin, “Siz hep bizim yanımızda oldunuz. Gelip bildiri dağıtıp gitmediniz, halkın sorunlarıyla ilgilendiniz. Nerede ne sorun yaşarsak sizi bulduk yanımızda” demesi, ezilenlerle ilişkilenişte hangi düzeyi tutturmamız gerektiğini özetliyor. Öncü gücün kitlelerle ilişkilenmesi, kitleler üzerinde güven yaratması, çalışmada doğal bir inisiyatif alanı da açıyor.
Ayazma halkı bizi bağrına bastı. Artık biz Ayazmalıydık. Birkaç gün gitmediğimizde, “nerdesiniz?” sorularını sıkça duyuyoruz. Mahalleye girer girmez çocukların koşturarak yanımıza gelmesi, “kağıt dağıtan ablalar geldi, toplantı geldi toplantı” diye bağırması çocuk gözüyle tanımlıyor bizi. Bu çalışma Ayazmalıların öncü gücü, bizimde Ayazmalıları tanımamızın bir aracı oldu. Öncü güç, emekçilerin bağrından kuşatacak bu kenti. Suyunu emekçilerin isyanından ve haklı mücadelesinden alıyor çünkü. Mücadelinin asıl siperlerinden yükselen sesi duyumsuyoruz burada. Evet, Ayazma bugündeki yarınımız olarak selamlıyor bizi.