Chavez kimdir? Venezüella’da, onun başkanlığı altında geçen son 6 yılda ne yaşanmıştır? Bu sorular üzerinde, gerek Venezüella’da, gerekse de dünyada üzerinde büyük bir tartışma sürüyor.
Venezüella’da onun ismi, toplumun bir kesiminde büyük bir nefret, kızgınlık ve hoşgörüyle; diğer kesiminde ise aynı büyüklükte bir sevgi, sempati ve saygıyla anılmaktadır.
Gazeteci Micheal Parenti’nin Venezüella seyahatinde uçakta karşılaştığı iyi giyimli, varsıl kadına soracak olursanız; Chavez, tek kelimeyle “Berbat”tır. O “bir yalancı”dır, “halkı kandırıyor”, “ülkeyi felakete sürüklüyor”. Bu bayan, bir moda tasarım firmasının sahibidir. Parenti’nin, “Chavez işinizi nasıl etkiledi” sorusuna, “pek etkilemedi” diye yanıt veriyor. Ama, bildiği başka insanların işlerinin zarar gördüğünü ekliyor.(1)
Başkent Karakas’ın varoşlarından San Augustin’den 40 yaşında bir ev emekçisi kadına, Carmen Guerrero’ya göre ise, Chavez yoksulların başkamdir. “Bu mahallede hepimiz Chavez’le birlikteyiz. Altı aile dışında tümümüz.” Guerrero, Chavez’in aktif destekçilerinden birisi. Hükümetin mali desteğiyle işleyen “Misyonlarda, yani sosyal programlarda komşularıyla birlikte aktif olarak yer alıyorlar. Guerrero, başından beri Chavez’i desteklediğini, ama Nisan 2002’deki darbeye kadar aktif olarak hareketin içinde yer almadığını belirtiyor. “Darbe olduğunda ya dahil olacağımızı, ya da herşeyi kaybedeceğimizi anladık” diyor.
Karakas’ın tarihten bugüne en devrimci mahallesinde, 23 Ocak Mahallesi’nde; Simon Bolivar Koordinasyonu’nun (CSB) bürosunda bir gazeteciyle röportaj yapan Juan Contreras ise başka bir tablo çiziyor. Röportajı yapan gazetecinin deyişiyle, “başka tipte bir Chavez’ci” o. Devrimci bir örgüt olan CSB’nin temsilcilerinden Contreras, eski bir gerilla. Politik eğitimini gençliğinde katıldığı gösteriler, polisle sokak çatışmaları, paramiliterlerle silahlı vuruşmalar içinde edinmiş. "Hareketleri yaratan Chavez değildi -biz Chavez’i yarattık” diyor, “Bize çok büyük yardımları oldu, ama bu ülkede olanlar sadece Chavez’e atfedilemez.” 23 Ocak’m başka bir sakini ise, “Bu süreç halkı onore etti, bize ne düşündüğümüzü utanmadan söyleme şansı verdi” diyor.
Ülkenin en büyük özel bankalarından birinin, Venezüella Kredi Bankasının Başkam Oscar Garcia Mendoza da tahmin edilebileceği üzere, Chavez’i yerden yere vuruyor: “Bu hükümet tümüyle yetersiz. Ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yok. Düşünebiliyor musunuz, Carlos Lanz adlı bir komünisti, geçmişte adam kaçırmış eski bir teröristi, en büyük alüminyum şirketimiz olan Alcasa’nın başına getirdiler!” Garcia, Venezüella’nın 2004’te yakaladığı yüzde 17’lik ekonomik büyümenin de petrol fiyatlarından kaynaklanan bir hayal olduğunu düşünüyor. Petrol gelirine dayalı bu büyümenin ve petrol gelirlerinin sosyal programlara yatırılmasının sürdürülemez olduğu fikrinde. “Ne yapıyorlar tüm bu parayla? Yatırım yapmıyorlar. Hepsini yiyecek ve ilaca harcıyorlar. Petrol geliri düştüğü anda bu oyun da bitecektir.” Peki, hükümet bundan kaçınmak için ne yapmalıdır? Garcia’nm yanıtı tanıdık: “Her şeyi özelleştirmeleri gerekir.”(2)
Biz de bu makalade, yerimizin sınırları ölçüsünde, Chavez ve hükümeti hakkındaki bu ‘bilmecenin çözümüne girişeceğiz.
Kısa Tarihçe
“Asla eskiye geri dönmeyeceğiz”
(23 Ocak Mahallesi’nin duvarlarında bir yazılama)
Her şey Karakazo’yla başladı...
Her şey, Karakas ayaklanmasıyla, yani halkın deyişiyle “Karakazo” ile başladı... 27 Şubat 1989’da, Andres Perez hükümetinin neoliberal politikalarının ezdiği, soyduğu, dışladığı, yoksulluğa sürüklediği yüzbinlerce emekçi, bir yanardağ gibi patladı. Varoşlarda patlayan bu yanardağın lavları Karakas merkezine aktı. Kent merkezini basan emekçi kitleleri otobüsleri ateşe verdi, ticaret merkezlerini yağmaladı, süpermarketleri ve büyük dükkanları tahrip etti. Fitili ateşleyen, benzin fiyatlarına ve bunun sonucu olarak otobüs ücretlerine yapılan zamdı. Ama kitleler bu ayaklanmayla sadece otobüs zamlarını değil, Perez hükümetinin neoliberal saldırı programının bütününü hedefliyordu. Perez, halkın ayaklanmasına yanıt olarak orduyu sınırsız yetkiyle Karakas sokaklarına saldı. Kent sokakları şehit emekçilerin cesetleriyle dolarken, ayaklanma bastırıldı. Gerçek ölü sayısı hiç bilinemedi. Hükümetin resmi açıklamasına göre 387, insan hakları örgütlerine göre ise 5 bin emekçi katledildi.
Karakazo, tüm halkı sarstı. Devlete ve orduya karşı büyük bir nefrete yol açtı. Emekçi kitlelerinin siyasi düzenden kopmasında ve politikleşmelerinde sıçrama noktası oldu.
Karakazo, ordu içinde de saflaşmalara yol açtı. Özellikle yoksul ailelerden gelen subaylar, ordunun işlemiş olduğu bu büyük suçla sarsıldılar. Egemen sınıfların çıkarları için kendileriyle aynı sosyal kökenden gelen yüzlerce insanın canına kıyıldığını gördüler.
Chavez, 1992’de girişeceği darbenin kararını Karakazo’dan sonra aldı. Ordu içinde 1982’de kurmuş olduğu “MBR 200” (Bolivarcı Devrimci Hareket 200) adlı örgüt, Karakazo’yla birlikte fiili olarak bir askeri darbe örgütlemeye girişti. Bu örgütün ideolojik pozisyonu, kendisini “yoksullardan yana” tarif eden bulanık bir burjuva milliyetçiliğinden ibaretti. Amacı, Peres’i devirip bir Kurucu Meclis’i göreve çağırmaktı. Darbeciler, “Karakazo da göstermiştir ki, artık politik sistem halka hizmet etmiyor” diyorlardı.
MBR 200’ün darbesi başarısız oldu. Chavez, darbenin ardından çıktığı televizyonda başarısızlığın tüm sorumluluğunu üstlenerek, “şimdilik amaçlarımıza ulaşamadık” dedi ve cezaevine konuldu. Ancak, içerde olduğu iki yıl boyunca dışardaki taraftarları büyüdü. TV konuşmasında geçen “şimdilik” (porahora) ibaresi, büyük kitlelerin dilinde bir siyasi parolaya dönüştü, varoşların duvarlarına yazıldı. Mart 1994’te, kitlelerin mücadelesinin sonucunda çıkarılan bir afla serbest bırakıldı. Cezaevinden çıktıktan sonra, bu büyük kitle sempatisini arkalayarak 5. Cumhuriyet Partisi’ni (MVR) kurdu ve seçilirse anayasayı değiştireceğini, yozlaşmaya ve yoksulluğa son vereceğini ilan etti. 1998 seçimlerinde medyanın büyük anti propagandasına ve ülkenin geleneksel iki büyük burjuva partisinin (sosyal demokrat AD ve hıristiyan demokrat COPEI) ona karşı birleşmiş olmasına karşın, yüzde 56 oy alarak başkan seçildi.
Karakazo’yu yaratan çıkışsız ve umutsuz halk öfkesi, onun şahsında bir umuda ve alternatife sahip oldu. Onun başkanlığı altında geçen altı yıl boyunca Venezüella’nın emekçi sınıflarının her biri,
Chavez’i kendi talepleri doğrultusunda iterek politikaya katıldı.
Halk bir yandan burjuvazinin gerici “muhalefetini” ezmek için her seferde hiç duraksamadan büyük kitleler halinde eyleme geçti, ama öbür yandan da talepleri, eylemleri ve sloganlarıyla Chavez’i kendi sorunlarını çözmeye doğru itti.
Bir halk cephesi hükümeti
Chavez, şahsında bir halk cephesi hükümetini temsil etmektedir. Chavez hükümeti, bir yandan Komünist Parti, Anavatan Herkes İçin Partisi (PPT), Yapabiliriz (PODEMOS) vb. sol partileri birleştiren cephesel bir hükümettir; fakat aynı zamanda daha derinde, Venezüella toplumu katında işçi sınıfı, kent ve kır yoksulları (yarı-proletarya), topraksız köylüler, küçük toprak sahibi emekçi köylülük, orta sınıfların yıkıma uğrayan kesimi, emekçi kadınlar, küçük işletme sahipleri bu hükümetin etrafında birleşen bir halk cephesi oluştururlar.
1998 seçimlerinde Chavez’i destekleyen “Yurtsever Blok” içinde MVR’den sonra ikinci gücü oluşturan Sosyalizme Doğru Hareket (MAS), tam da küreselleşme ve neoliberalizm sonucunda yıkıma uğrayan orta burjuva kesimleri temsil ediyordu. Orta burjuva ulusal kapitalist çizgi, bizzat MAS ve lideri Luis Miquilena’nın hükümetteki varlığı ve ortaya koyduğu politik platform ile temsil olunuyordu. Ancak Miquilena, 2001 Ekim’inde, toprak reformunun ve kentsel arazi reformunun aralarında bulunduğu, -hükümetin verdiği adla“49 devrimci yasa’yı gerekçe göstererek hükümetten çekildi, muhalefete katıldı.
Miquilena’nın ve MAS’ın muhalefet saflarına geçmesi, orta burjuvazinin ve üst orta sınıfların Chavez hükümetinden desteğini çekişinin politik yansımasıdır. Ekim 2001 tarihi aynı zamanda, sermaye oligarşisinin ve medyanın orta sınıf kitlelerini yedekleyen “muhalefet hareketi” için düğmeye bastıkları tarihtir. Bu hareketin de gerekçesi, “49 yasa’dır.
Orta sınıfların özellikle eğitimli ve varlıklı kesimleri, doktorlar, avukatlar, mühendisler, muhasebeciler, hakimler vb. ile birlikte, orta ölçekli sanayiinin ve hizmet sektörünün patronları da aktif biçimde muhalefet cephesinde yer aldılar. Özellikle en büyük mücadelelerin yaşandığı 2001 Ekim-2004 Ağustos arasında Chavez’in başlangıçtaki destekçilerinin önemli bir kısmı bu biçimde onu terk etti.
Chavez halk cephesi hükümetinin karşısında oligarşi cephesi bulunmaktadır. Venezüella’nın iki geleneksel burjuva partisi, AC ve COPEI, burjuva sendika CTV, patronlar örgütü Fedecameras ve burjuva medya, bu cephenin temel bileşenleridir. Sınıfsal olarak ise bu cephe, tekelci sermayeyi, orta burjuvazinin en geniş kesimlerini, kentli orta sınıfların üst tabakalarını, işçi sınıfının ‘beyaz yakalı’ ve yüksek ücretli kesimlerini, sendikal bürokrasi kastını, kırda ise büyük toprak sahiplerini ve zengin köylülüğü kapsamaktadır.
Chavez’in hükümete gelişiyle birlikte sermaye oligarşisiyle ilk politik mücadelesi, siyasal sistemin çerçevesi üzerinde koptu. ABD’nin sivil darbe olarak nitelediği bir hamleyle Chavez, mevcut Meclis’i by-pass ederek bir Kurucu Meclis oluşturulmasını halkoyuna sundu. Oluşturulan Kurucu Meclis’e yeni bir anayasa hazırlattı ve 1999’da bunu halkoyuna sundu. Halkın yüzde 70’le kabul ettiği bu anayasa, burjuva demokratik bir içerik taşıyordu. Anayasa, kadınla erkek arasında tam biçimsel eşitlik sağladı ve devleti, fiili eşitsizlikleri de önlemekle yükümlü kıldı. Kızılderili yerli nüfusa kendi kültürlerini geliştirme, Ulusal Meclis’te üç milletvekiliyle temsil edilme gibi haklar tanıyarak, yerli sorununu çözdü. Emekçilere söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğü tanıdı.
Devletin adını “Venezüella Bolivarcı Cumhuriyeti” olarak değiştirdi. Bu, Venezüella’nın kendisini, gelecekte oluşturulacak bir Bolivarcı federasyonun parçası ilan etmesi anlamına geliyordu.
Hükümetin iktidarı ele geçirişi: Bir politik devrim
Bolivarcı anayasa ile birlikte Venezüella’nın emekçi sınıfları geniş bir politik hareket sahası kazandılar. Ve Lenin’in, “Demokrasiye doğru atılan her adım, iç savaşa doğru atılmış adımdır” sözünü doğrularcasına, yeni anayasanın sağladığı politik çerçeve zemininde Venezüella’da sınıf mücadelesi muazzam bir düzeye sıçradı.
Ancak, devlet aygıtı hala büyük oranda sermaye oligarşisinin elindeydi. Valilerin, bölge ve şehir hükümetlerinin yüzde 99’u merkezi hükümete düşmandı. Devlet sanayi işletmelerinin yönetimleri tekelci sermayenin denetimindeydi. Başta dev petrol işletmesi PdVSA (Venezüella Petrolleri A. Ş.) gelmek üzere, bu işletmelerin kaynakları yasal ve yasadışı sayısız yoldan tekeller tarafından yağmalanıyordu. Hükümetin elinde eyleme geçmek için hemen hiçbir mali kaynak bulunmuyordu ve memur maaşlarını dahi ödeyemeyecek durumdaydı. Chavez hükümeti, bu koşullarda birkaç yıl boyunca sosyal programlarını uygulamak için orduya dayandı. Özellikle küçük rütbeli subayları köylere ve varoşlara, yoksul halkın arasına, halkın sorunlarını çözmeye yolladı.
yılının ikinci yarısında ‘49 devrimci yasa’ kabul edildi ve bu, İçişleri Bakanı Luis Miquilena’nın istifa edip Chavez karşıtlarının arasına katılmasına yol açtı. Bu “49 yasa’nın en temel ikisi; devlet topraklarının köylülere dağıtılmasını öngören bir toprak reformu yasası ile kent arazilerinin gecekondu sahiplerine dağıtılmasını öngören bir kentsel toprak reformu yasası, burjuva ‘muhalefet’i çileden çıkarmaya yetmişti. Sokaklar gerici yığın hareketleriyle dolup taşmaya başladı. Emekçi halk ise, her seferinde daha büyük kitlelerle sokağa çıkarak hükümeti savundu.
Martında hükümetin devlet petrol tekeli PdVSA’nın çürümüş, yolsuzlukları ayyuka çıkmış yönetimini değiştirmesi ve bu işletmeyi kendi inisiyatifi altına alacak yeni bir yönetim ataması üzerine, ‘muhalefet’ gösterileri yeni bir düzeye çıktı. “Patronların grevi” taktiği ilk kez uygulandı, sokaklarda Chavez destekçileri ile ‘muhalifler’ arasında çatışmalar yaşandı.
2002 Nisan darbesi, bu hareketin bir devamı olarak geldi. 2002 darbesi, ABD’nin ve sermaye oligarşisinin halkı iktidardan tümüyle tasfiye etme ve oluşan iktidar ikiliğini ortadan kaldırma hamlesiydi. Büyük yığınların mücadelesi ve ordunun-subayların çoğunluğunun karşı koyuşları sayesinde bu darbe püskürtüldü.
Cunta, sınıfsal niteliğini gizleme gereği duymuyordu: Ülkenin en büyük patron örgütü Fedecameras’ın başkam Carmona yeni devlet başkam ilan edildi. Carmona, TV’ye çıkarak, Bolivarcı Anayasanın lağvedildiğini, Ulusal Meclis’in ve Yargıtay’ın lağvedildiğini, ülkenin adının yeniden Venezüella Cumhuriyeti yapıldığını ilan etti. Carmona’nın alelacele ilan ettiği kararlardan bir diğeri de, PdVSA’nın başına eski yönetimin getirildiğiydi.
Bu dönemeç noktasında, belirleyici güç, halk yığınları, tarih sahnesine çıktı ve Chavez’i geri istedi. Darbenin hüküm sürdüğü üç gün boyunca ülke çapında toplam 8 milyon insan sokağa çıktı. Başkanlık Sarayı Miraflores’in önünde biriken yüzbinlere, kentlerinde bulunan kışlalara yürüyen ve “Asker, harekete geç, başkanım bul” sloganını haykıran yüzbinler eşlik etti. Sadece başkentteki darbe karargahı “Fort Tiuna” kışlasının önünde 300 bin kişi toplandı.
Polis, varoşlarda yeniden şiddet gösterisine girişti ve 100’ü aşkın Chavez destekçisi emekçi katledildi.
Halkın ortaya koyduğu büyük inisiyatif, burjuva ordusunu böldü, askeri hiyerarşiyi çözdü. Toplam 8000 subaydan sadece 200’ü cuntayı destekledi. Kışlaların birbiri ardına Genelkurmay Başkanı’nın ve darbecilerin emirlerini dinlemeyi reddetmesi ve Başkanlık Sarayının Muhafız Birliği’nce ele geçirilmesi sonucunda darbeciler püskürtüldü, Chavez, halkın sevinç çığlıkları arasında Saray’a döndü.
Darbenin ardından orduda ve devlet aygıtında darbecilerin temizlenmesi ve halk zaferinin sağladığı inisiyatif, sermaye oligarşisinin iktidar alanını daralttı. Bu kez devlet, sınıfsal çizgilerle ortasından ikiye bölündü: Chavez yanlısı ve “muhalif.” Bunlardan birincisi halk cephesinin, ikincisi oligarşinin iktidar gücünü gösteriyordu.
Chavez, PdVSA’yı sermaye oligarşisinin inisiyatifinden çıkaran stratejik hamleyi sürdürdü. Bu kez oligarşi bunu, iki aylık “patronların grevi”yle yanıtladı. Özel sektör işletmelerinde patronlar kapıları kapatıp, fiilen lokavt ilan ettiler. Devlet sektöründe ise, burjuva sendika CTV, yaptığı grevle üretimi fiilen durdurdu. 2002 Aralık’ından 2003 Ocak’ına kadar süren bu ekonomik sabotaj, ulusal ekonominin yüzde 7 küçülmesine neden oldu. PdVSA’nın yönetici, uzman ve kalifiye işçilerinden oluşan 19 bin çalışanı da greve gitti. (PdVSA’nın 45 bin kişilik işgücünün neredeyse yarısı). Ancak PdVSA’nın işçileri işletmeyi yeniden işler hale getirdiler. Ülke çapında işçi sınıfı, patronların grevini adım adım kırdı. Bir yandan da sabotaj süreci boyunca emekçiler sokaklarda büyük kitle gösterileri yaptılar, “muhalefet” unsurlarıyla çatışmalara girdiler.
İşçi sınıfının bu desteği olmaksızın Chavez hükümetinin ayakta kalması mümkün olamazdı.
Böylece, sonuçta PdVSA halk cephesi hükümetinin tasarrufu altına girdi. Ulusal gelirin yüzde 25’ini ve devlet bütçesinin yarısını tek başına sağlayan bu işletmenin kimin tasarrufunda olacağı sorunu, böylece bir yıllık sert bir sınıf savaşıyla belirlenmiş oldu. 2002’de yürürlüğe giren yeni Hidrokarbon Yasası, tüm petrol çıkarımı, işlenmesi ve ihracatı işlerini devlet tekeli ya da denetimi altına sokarak, PdVSA’nın gücünü büyüttü.
Böylece “muhalefet” ya da oligarşi, temel bir stratejik yenilgi daha aldı. Giderek tüm devlet sanayi işletmelerinde oligarşinin denetimi ve tasarrufu kırıldı. Halk cephesinin tasarrufuna giren bu işletmeler üzerinde, işçi denetimi gelişti. Devlet sektörünün ulusal gelirin yarısını ürettiği Venezüella’da, devlet sektörünün ele geçirilmesi, halk cephesi hükümetinin istikrarlı bir ekonomik temel kazanması anlamına geliyordu. (IMF’nin 2002 yılı verilerine göre ulusal gelirin yüzde 49.26’sı devlet sektörü kaynaklıdır).
Oligarşi, bu kez büyük bir yığın seferberliğiyle geri çağırma referandumu için imza topladı. Chavez’in yüzde 59’la kazandığı 15 Ağustos 2004 referandumu, oligarşik muhalefetin direncini kırdı, birliğini bozdu, onları demoralize etti. Bu sayede ardından Ekim’de yapılan yerel seçimlerde 22 bölgesel hükümetin (valiliğin) 20’si ve 335 şehir hükümetinin yüzde 75’i halk cephesi tarafından ele geçirildi. Böylece oligarşinin iktidar gücü yerel yönetimler düzeyinde de kırıldı.
İktidar yapısı ve bileşimi ile ilgili temel nitelikteki bir diğer gelişme, halkın silahlanması ile ilgilidir. Venezüella’da halk cephesinin tabanını oluşturan milyonların azmsanmayacak bir kesimi silahlıdır. Devrimci varoşlarda silahlı halk, çeteleşmeye ve mafyaya karşı özsavunma biçimleri geliştirmektedir. Bolivarcı Kurtuluş Güçleri-Kurtuluş Ordusu (FBL-EL) adlı devrimci gerilla örgütü giderek güçlenmekte ve ülkenin güneyinde gerilla üsleri bulundurmaktadır. (FBL referandum öncesinde yaptığı açıklamada, hangi biçimde olursa olsun, “Hayır” oyu çıkması halinde bunu halkın iradesine bir müdahale olarak görerek, silahlı müdahale gerçekleştireceğini ilan etmişti).
Chavez, ülkede Kolombiyalı paramiliterlerin varlığı açığa çıktıktan sonra, halk milisleri oluşturma yönünde adımlar atmış ve orduya bağlı 200 bin kişilik bir yedek milis gücü oluşturmuştur. Bu güçler henüz eğitimlerini silahsız biçimde yapsalar da, yarı-askeri bir düzen içinde bulunuyor ve herhangi bir karşıdevrimci müdahale esnasında ülkeyi savunabilecek bir güç olarak eğitiliyorlar. Ülkenin dört bir yanını bir sarmaşık gibi saran sayısız örgüt -kooperatifler, Bolivarcı Çemberler, Seçim Savaşım Birimleri (Ağustos referandumunda doğan ve sonra kalıcılaşan yerel politik komiteler) vb. silahlanmakta olan halk gerçekliğiyle birlikte önemli bir de facto iktidar gücü açığa çıkarmaktadır. (Sadece Bolivarcı Çemberlerin Temmuz 2003 itibariyle 2 milyon 200 bin üyesi olduğunu anımsatalım). Halkın yükselen politik bilinci ise, bu iktidar gücünün büyüdüğü döl yatağı olmaktadır.
Venezüella’nın devrimci sol örgütlenmeleri -Bolivarcı Kurtuluş Güçleri (FBL), Tupamaro Devrimci Hareketi (MRT), Simon Bolivar Koordinasyonu (CSB) gibi Chavez rejimi altında silahlı ve yasal bir varlık göstermektedir. Chavez, halkın silahlanmasını teşvik eder bir tutum içindedir. Darbenin birinci yıldönümünde yaptığı konuşmada, “Her balıkçının, öğrencinin, işçinin ve halktan insanların tüfek kullanmayı öğrenmesi ihtiyacından, silahlı bir halk yaratmaktan” söz ederek, açıktan silahlanma çağrısı yaptı. Diğer yandan, yaşanan iktidar savaşımının doğrudan bir göstergesi ve sonucu olarak, zengin mahallelerindeki insanlar da silahlanmaktadır.
1998’de Chavez’in başkan seçilmesi ve 1999’da yeni bir anayasanın kabulüyle start alan, 2002 darbesinin püskürtülmesi ve 2003 petrol lokavtının kırılması ile bir politik devrimin adımlarına dönüşen gelişmeler, devlet iktidarının sermaye oligarşisinin elinden halk cephesi hükümetinin eline geçişinin de adımları oluyordu aynı zamanda. Bu politik devrimin karakteri anti emperyalist, halkçı ve burjuva demokratiktir. Burjuva demokratik bir anayasanın kabulü, ABD emperyalizmiyle işbirliği ilişkilerinin koparılması, ABD askeri varlığının ülkeden tümüyle kovulması; tekelci sermayenin iktidar gücünün esasen yok edilmesine ve bir halk cephesi iktidarının kurulmasına eşlik etmiştir. Ancak halk devrimi, tamamlanmış ve iktidar sorununu tümüyle çözmüş olmaktan uzaktır. Halihazırda işbirlikçi tekelci burjuvazi hala belli bir devlet gücü parçasını elinde tutmaktadır. Kent polisi, yargı, yerel devlet bürokrasisi aygıtı ve iki eyaletin valiliği, halen onların inisiyatifindedir. Ancak bu mevziler, oligarşinin devlet iktidarına hakim olmasına olanak sağlamamaktadır. Dahası, tekelci burjuvazinin ekonomik gücü henüz yok edilmemiştir. Bu bakımdan, devrimin yüz yüze olduğu en temel sorun, iktidar sorununun kesin ve nihai bir çözüme kavuşturulmasıdır.
Bu devrim, sokaklarda oligarşinin destekçileriyle çatışan yüzbinlerin, askeri darbeyi püskürtmek için illerindeki kışlalara ve Başkanlık Sarayına yürüyen 8 milyon emekçinin, cuntanın iktidarda olduğu günler boyunca sokak gösterilerinde katledilen 100’ü aşkın emekçinin, darbeye kaşı duraksamadan harekete geçen ve cuntanın altını oyan yurtsever subayların, köylere ve varoşlara giderek sosyal programları uygulayan düşük rütbeli subayların ve erlerin, petrol sanayiindeki grevi püskürtmek için işyerlerini yeniden çalışır hale getiren yüzbinlerce işçinin,
CTV’nin altını oyup yeni devrimci sendika UTV’yi yoktan var eden işçi sınıfı kitlelerinin; varoşlarda, köylerde irili ufaklı binlerce örgüt oluşturarak örgütlenen milyonlarca işçi ve köylünün, hükümeti savunmak için halk milisine yazılan ve bunun için sırada bekleyenlerin, mahallelerde silahlanarak karşıdevrimi püskürtmek için hazır bekleyen yüzbinlerin devrimidir. Seçimler ve referandumlar bu devrimci sürecin dış kabuğunu ve resmi biçimini oluşturur. Seçimler, sadece, toplumsal yaşamın her alanında yoğun biçimde yaşanan iktidar mücadelesinin sonuçlarını resmileştirmektedir.
Tüm bunlar olmadan, sadece seçim süreçleriyle bu sonuçların yaratılabileceğini düşünmek, saçmalık olurdu.
Mülkiyet ilişkilerinin ve kapitalist üretim tarzının esasen dokunulmadan sürüyor oluşu, bu politik devrimin toplumsal zemininin sallantılı ve cılız olduğunu ortaya koyar. Devrim, kendi ekonomik iktidarını, devlet sektörüne el koyarak ve bu sektörü oligarşinin tasarrufundan çıkararak oluşturmuştur. Ancak özel sektördeki üretim araçlarına el koyma yönünde yakın zamana kadar adım atılmamıştır. 2005 Ocak’ında ülkenin en büyük özel kağıt fabrikası Venepal’e el konularak ulusallaştırılması, 2005 Nisanında da temel bir valf fabrikası olan CNV’ye el konulması, her iki fabrikanın işçi denetimi altına verilmesi ve Chavez’in “İflas eden tüm fabrikalara bu biçimde el konulacak” açıklaması, bu noktada yeni bir yönelime işaret etmektedir.
Bu özgül denge durumu, Chavez hükümetini “kendi sanayiini” yaratmaya yöneltmiştir. Referandum sonrası dönemde devlet sanayii sektöründe işçi denetiminin hayata geçirilmesinin dışında, “içten kaynaklanan büyüme” olarak adlandırılan bir sanayileşme hedefi formüle edilmiştir. Bu modelle, tüm temel ürünleri Venezüella’da imal etmeyi sağlayacak bir tür entegre sanayii kurulacak. Köylüye toprak dağıtımıyla yeniden başlayan iç pazara yönelik tarım üretimi de bu sanayiye hammadde sağlayacak. “İçten kaynaklı büyüme” stratejisinde halkın ihtiyaçlarının karşılanmasının temel almayacağı belirtilmekte ve sosyal programlar bu sanayi aracılığıyla ekonomik temele kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Hükümet, bu yılın Ağustosunda CNV Telecom adlı yeni bir devlet telekom işletmesi kurdu. Devlete ait bir havaalanı ve hava ulaşım şirketi ise yoldadır. Bu yönelim, sermaye oligarşisinin ekonomik gücünün karşısında durabilme arayışından kaynaklanmaktadır. Hükümet, bu yoldan ilerleyerek ulusal gelirin yansından çoğunu denetleme olanağına kavuşacaktır.
Ya toplumsal devrim ya darbe
Politik üst yapı ile toplumsal alt yapı arasında belirgin bir çelişki mevcuttur. Chavez’i devirmek için fırsat kollayan dev bir ekonomik güç ve Chavez hükümetine kan-can veren, devlet aygıtının belirleyici bölümünü işgal etmiş bir fiili halk cephesi hükümeti.
Chavez’in önündeki gerçek denklem ya toplumsal devrim, ya oligarşik darbedir. Halk devriminin tamamlanması oranında mülkiyet sorunu giderek daha fazla gündeme gelmektedir, gelecektir.
1999-2005 döneminin ardından; Venezüella tekelci sermayesi, ekonomik gücünü ve toplumsal egemenliğini politik iktidara dönüştürecek araç ve aygıtlardan önemli oranda yoksun kalmıştır. Chavez’in halk cephesi hükümeti ise, politik egemenliğinin toplumsal zeminini oluşturacak ekonomik araç ve aygıtlara ancak sınırlı düzeyde sahiptir. Bu özgün tarihsel an, her iki kuvvet bakımından da sürdürülebilir değildir ve yakın gelecekte bozulması kaçınılmazdır. Ya halk cephesi iktidarı, devrimin ekonomik zeminini güçlendirecek ve sermaye oligarşisinin ekonomik iktidarını da ortadan kaldıracak; ya da sermaye oligarşisi dış müdahale, askeri darbe, Kolombiya’nın kışkırtılması vb. bir karşıdevrimci yoldan politik iktidarım restore edecek, devlet petrol sanayiini de yeniden ele geçirecektir.
Sermaye oligarşisi, açık biçimde, Chavez’li herhangi bir seçeneği artık devreden çıkarmıştır.
Marksist devlet teorisi bakımından son derece ilginç ve özgün bir durumun ortaya çıktığını kabul etmek gerekir. Venezüella’nın bir petrol ülkesi olması ve petrol sanayiinin devlet kapitalizmi altında bulunması, bu özgün durumun gerçekleşmesinde belirleyici paya sahiptir. Politik iktidar aygıtı üzerinde esas olarak söz sahibi olan halk cephesi hükümeti petrol, madenler, alüminyum, vb. devlet sanayii sektörünün yarattığı ekonomik iktidar gücüne dayanarak, sermaye oligarşisinin ekonomik iktidar gücüne karşı koymuştur.
Kapitalistlerin ekonomik sabotajlarına karşı devlet kapitalizmi sektörünün gücü, özel televizyonlara karşı devlet televizyonu, özel bankalara karşı devlet bankaları, bu özgül iktidar dengesinin ekonomik zeminini yaratmıştır. Şili’de Allende’yi çökerten ekonomik sabotaj taktiği bu yüzden Venezüella’da tutmamıştır. Dünya petrol piyasasında petrol fiyatlarının son üç yılda önemli oranda yükselmesi de devlet kapitalizmi sektörünün, dolayısıyla da halk cephesi iktidarının gücünü büyüten bir faktör olmuştur.
Sermaye egemenliğini politik iktidara dönüştüren geleneksel aygıt ve araçlar, sermayenin elinden kayıp gitmiştir. Çünkü “iktidar” soyut değil, somut bir olgudur. İktidar gücünü sağlayacak devlet aygıtına sahipseniz iktidardasınızdır, sahip değilseniz iktidar gücünüz yoktur. Ordu, halk cephesi hükümetinin egemenliği altındadır. Özellikle 2002 darbesinden sonraki gelişmelerle birlikte, sermaye oligarşisi, Chavez’e karşı askeri bir hamle yapamamaktadır. Bunun için Kolombiya’dan paramiliter güçler ithal etmektedir. “Muhalefet”in olası bir paramiliter sivil faşist hareket yaratma girişimi ise halkın silahlanması ve halk milislerinin oluşturulması ile dengelenmektedir. Geleneksel burjuva partiler politik arenadan silinmiştir ve halk tarafından —muhalif kanatta yer alanlar dahil lanetle anılmaktadır. Burjuva iktidarının araçlarından birisi olarak sendika ağalığı kurumu da çözülme sürecine girmiştir. Burjuva sendika CTV’nin tabanı erimekte, devrimci konfederasyon UTV sürekli büyümektedir. Eyalet yönetimleri, valilikler, sermaye sınıfının elinden kaymıştır. Ulusal Meclis’in çoğunluğu halk cephesi hükümetinin destekçilerinden oluşuyor. Sermaye egemenliğini politik iktidara dönüştürebilecek dayanak noktaları, yargı, sivil bürokrasi, metropol polisi, özel televizyonlar ve gazeteler biçiminde varlığını korumaktadır. Ancak bu mevziler, devlet iktidarına hakim olmaya yetmemektedir.
Burada özellikle, aşağıdan gelen toplumsal hareketler karşısında burjuva uzmanlarının ve bürokratlarının tarihsel tavrının, sabotaj ve gerici direnç tavrının Venezüella devlet bürokrasisinin tavrında yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Ancak oligarşi ne yaparsa yapsın, ne darbe, ne de seçim yolundan iktidarını restore edememektedir. 2006’daki başkanlık seçimlerini de Chavez’in kazanacağı kesin gibi görünmektedir.
Venezüella devleti, halk cephesi hükümetinin egemenliği altında olmakla birlikte, geleneksel burjuva devlet aygıtının yerle yeksan edilmemiş olması, karşıdevrime hareket sahası sağlamaktadır. Devrim sürecinde oluşan emekçi taban örgütlenmelerinin egemenliği biçiminde yeni bir devlet aygıtının aşağıdan yukarıya inşasına girişmediği oranda politik devrim güdük kalacak, geri dönüşün dinamikleri sürekli canlı ve diri olacaktır. Sorun sadece muhalif unsurların hakim noktalardan tasfiyesi değil, işçi-emekçi inisiyatifini yansıtan organların bizzat iktidar organları haline getirilmesidir. Burjuva uzmanların ve burjuva bürokrasisinin direncinin ezilmesi politik görevi, eski devlet aygıtının berhava edilmesi temelinde ele alınırsa olanaklı ve sonuç alıcı olabilir. Devlet işletmelerinin eski yönetim aygıtı, işçi denetimi mekanizması tarafından adım adım tasfiye ediliyor. Ancak devlet bürokrasisi aygıtı henüz böyle bir devrimci müdahaleye uğramış değil.
Bu politik koşullar altında devrim için önemli bir tehlike, karşıdevrim tehdidinin küçümsenmesi olur. Sermaye oligarşisinin devlet iktidarından henüz bütünüyle tasfiye edilememiş oluşu bir yana, ekonomik iktidar gücünü hala koruyor oluşu ve “karşı kıyıdaki” Yankee emperyalizminin ve “kapı komşusu” Kolombiya’nın müdahaleciliği, karşıdevrim tehdidini canlı tutmaktadır.
Bu noktada, Chavez’in uzlaştırmacı siyasetinin ürünü olarak, karşıdevrime ılımlı yaklaşım sorunu karşımıza çıkmaktadır. 2002 darbesinin sorumluları, sabotajcılar, muhalefetin kitle eylemlerine silah taşırken yakalananlar serbest bırakılmakta, hiçbir ciddi cezai yaptırımla karşılaşmamaktadır. Darbe destekleyicisi şirketlerin mal varlıklarına el konulmamıştır. Karşıdevrim belirleyici ve kesin bir yenilgiye uğratılamamaktadır.
Halk cephesi iktidarı altında devlet mülkiyeti
Venezüella’da iktidarın yapısının ve karakterinin değişmesine bağlı olarak, devlet mülkiyetinin karakteri de değişmektedir.
Chavez halk cephesi hükümetinin, başta PdVSA olmak üzere temel devlet işletmelerini tekelci sermayenin tasarrufundan çıkartıp, kendi egemenliği altına almak için yürüttüğü mücadelenin verilerini yukarıda aktardık.
PdVSA, Alcansa ve diğer belli başlı devlet işletmeleri, 2002’den 2005’e ilerleyen kesitte, halk cephesi hükümeti tarafından sermaye oligarşisinin inisiyatifinden çıkarıldı. Bu işletmelerin başındaki “muhalefet” mensubu kadrolar tasfiye edildi, bunların yerini çeşitli ilerici ve sosyalizm iddialı partilerin kadroları aldı. (2003’te PdVSA’nın başına atanan Ali Rodriguez ve 2004’te Alcasa’nın başına atanan Oscar Lanz, Marksist fikirleri hala savunan eski gerillalardır).
Patronların grevi sürecinde PdVSA’da ve diğer devlet işletmelerinde de burjuva uzmanların ve işçi aristokrasisi tabakasının sabotaj eylemine karşı, sınıf mücadelesinin bir biçimi olarak işçi tabanı işletmeyi yeniden işler hale getirmiştir. İşçiler tam bir emek seferberliğiyle adeta devlet sanayii sektörünü yeni baştan inşa etmiştir. Böylece işçiler, devlet sektörü üzerinde denetim kurdular ve yönetimi kısmen ele geçirdiler. Bu durum, devlet sektörü işletmelerinde gelişen işçi denetimi ve hükümet-işçi ortak yönetiminin temelini oluşturdu.
2003-4’ten itibaren bu işletmeler, bazılarında işçi temsilcilerinin çoğunlukta olduğu, hükümet işçi ortak komiteleri tarafından yönetilmeye başlandı. Bu süreç, işletmelerin mali hesaplarından üretim hedeflerine kadar tümüyle işçi denetimi altına girmesine götürmüştür.
Venezüella’nın devlet kapitalizmi sektörünün oynadığı ekonomik işlev de bu sürece bağlı olarak, değişime uğramıştır. Eskiden sermaye oligarşisi ve ABD tarafından yağmalanan bu sektörün kaynakları, sermaye birikimi sürecinin içine emilmekteydi. Ancak bu kaynaklar, 2003/2004’ten itibaren halkın ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılmaktadır. PdVSA, sadece 2003 yılında devlet yatırımları ve sosyal programlarda kullanılmak üzere 3.7 milyar dolar aktarmıştır.
Bu koşullar altında, Venezüella’daki devlet mülkiyetinin, diğer kapitalist ülkelerdeki devlet mülkiyetinden farklı bir sınıf karakterine sahip olduğu açıktır. Geçiş durumunu yansıtan bir devlet mülkiyetinden söz edebiliriz. İşletmeler, sermaye oligarşisinin tasarrufundan çıkarılmış, halk cephesinin tasarrufuna geçmiştir. Henüz işçi sınıfının hegemonyasından veya sosyalist bir sistemden bahsedemeyeceğimize göre, bu işletmelerin de kamusal mülkiyette olduğunu söyleyemeyiz. Ulusallaştırdıkları ve ulusal mülkiyet altında oldukları ise söylenebilir. İşçi denetimi ve işçilerin yönetime katılması ise, devlet sektörünün bu karakterini güçlendirmekte ve onu güvencelemektedir.
“Cogestion-es la revolucion!”/ “Devrim, ortak yönetimdir!”
Cogestion -ortak yönetim, ya da işçinin yönetime katılması fikri, Chavez’den çok önceleri ortaya çıktı. Elektrik Sanayi İşçileri Sendikası başkam Angel Navas’ın aktardığı gibi, bu fikir, elektrik sanayiinde özelleştirme karşıtı direnişler esnasında, 1990’ların başında ortaya çıktı.
Ancak devlet sektörü işletmelerinde işçi denetimi ve yönetime işçi katılımının ortaya çıkışı, 2002 Aralık-2003 Ocak petrol grevi döneminde oldu. Bu eylem içinde işçi sınıfı, aslında kendisinden yabancılaşmış bir kast olarak müdürlere, yöneticilere, uzmanlara ihtiyaç duymadığını gördü. Bu kitlesel bilinçlenme, ortak yönetim ve işçi denetimi talebini yarattı.
Devlet işletmelerinin sermaye oligarşisinin tasarrufundan alınmasının ardından işçiler, eski yönetim aygıtının yerine işçi denetiminin geçirilmesini talep ettiler. Bu konuda Chavez hükümetiyle mücadele de yürüttüler. Çünkü patronların grevi püskürtüldükten sonra, işletmelerde hemen hemen aynı yönetim biçimine geri dönülmüştü.
Böylece en büyük işletmelerden başlayarak, ortak yönetim ve işçi denetimi uygulamaları gelişti. Ülkenin en büyük alüminyum fabrikası Alcasa, ortak yönetimin bir örneğine dönüştü. Yönetici komite 4 işçi, 2 hükümet ve bir de bölgedeki halk örgütlerinin temsilcisinden oluşuyor. İşçiler, fabrikanın her bölümünde kendi yöneticilerini seçiyorlar. Bu bölüm yöneticilerinden birisi de işletmenin başkanı seçiliyor. İşletme sadece hükümete değil, aynı zamanda bölgedeki halka da hesap veriyor. İşçiler, işletme bencilliğine karşı da uyanık duruyorlar; “Alcasa sadece Alcasa işçilerine değil, tüm halka aittir” diyorlar. PdVSA’da, CADELA ve CADEFE’de (son ikisi elektrik işletmeleri) de benzer işçi denetimi pratikleri ortaya çıktı. İşçi denetimi, sadece üst yönetimde işçi temsilcilerinin bulunmasıyla değil, fabrikalarda oluşturulan işçi meclislerinin denetimi aracılığıyla da sağlanıyor. İşletmelerin maliyesinden üretim planlarına kadar herşey, hükümetle işçiler arasındaki karşılıklı görüşmelerle belirleniyor. Ancak, devlet işletmelerinde hala varlığını koruyan “muhalefet” kadroları, işçi denetimini boşa çıkarmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Venepal işçilerinin mücadelesi ise, işçi sınıfının önüne yeni bir perspektif getirdi. Ülkenin en büyük kağıt fabrikalarından Venepal, 2002-2003 patronlar grevine katıldıktan sonra iflas aşamasına geldi. İşçilere alacaklarını ödemeyen patronlar, fabrikayı kapattılar. Planları, fabrikayı bir çokuluslu şirkete satıp kurtulmaktı. Ancak, işçiler işletmeyi işgal ederek üretimi sürdürdüler. Sloganları, “İşgal et, diren ve üret” idi. Fabrikanın bulunduğu Moron kentinde varoşlardaki halk örgütlerini de harekete geçiren işçiler, büyük bir kampanya örgütlediler.
Chavez hükümeti, işçilerin mücadeleleri üzerine 2005 Ocak ayında Venepal’i ulusallaştırdı. Fabrika, işçi-hükümet ortak yönetimi altına verildi. Böylece Chavez hükümeti altında ilk kez özel mülkiyetteki bir fabrika ulusallaştırılmış oldu.
Bir karşılaştırma yapmak bakımından, iflas ederek işçilerce işgal edilen fabrikaların Venezüella’ya özgü olmadığını belirtelim. Bu, emperyalist küreselleşme döneminde kapitalizmin asalaklaşmasının üst sınırına ulaşmasının bir sonucudur. Arjantin’de 2001 krizinin sonrasında sahiplerince terk edilen 200 fabrika, işçilerce işgal edildi. Brezilya’da birçok fabrika işçi işgali altındadır. Ancak Arjantin’de burjuva milliyetçi Kirchner hükümeti, işçilerin tüm mücadelelerine rağmen fabrikaların bir tanesini bile ulusallaştırmamıştır. Birçoğunda eski sahiplerinin mülkiyet hakları korunarak, işçiler kapı dışarı edilmiştir. Birkaçı, fabrikayı işleten işçi kooperatifine devredilmiş ve bu kooperatifler acımasız pazar güçlerinin insafına terk edilmiştir. Brezilya’da burjuva reformist Lula hükümeti de hiçbir biçimde işgal altındaki fabrikaları ulusallaştırmaya yanaşmamaktadır.
Chavez, ulusallaştırmanın sadece iflas eden veya kapısına patronlarınca kilit vurulan işletmeler için geçerli olacağını açıkladı. Açıklamasında, “kimsenin malını elinden almaya niyetimiz yok” vurgusunu da yaparak burjuvaziyi yatıştırmaya çalıştı.
Diğer yandan Venepal, işçi sınıfı için bir sembol ve örnek oldu. Valf fabrikası CNV’nin işçileri de aynı yoldan yürüdü. Petrol kuyusu valfi üreten bu büyük fabrikanın da kapısına patronlarınca kilit vurulmuştu. CNV işçileri de ulusallaştırma talepli mücadelelerinde zafere ulaştılar ve Nisan 2005’te fabrikaya el konuldu. CNV de ortak yönetim altına verildi.
Şili’deki Unidad Popular (Halk Birliği) hükümeti döneminde, özellikle son yılda, çok sayıda fabrika işçilerce işgal edilmiş ve ulusallaştırma talebi yükseltilmişti. Venezüella’da da giderek özel sektör fabrikalarında böylesi işgaller gelişebilir.
Hükümetin, 2005 başından itibaren ilan ettiği “içten kaynaklı büyüme” stratejisi, işçi sınıfının örgütlenme ve yönetim deneyimini büyüten rol oynayacaktır. Çünkü ulusallaştırılmış sanayiide yeni yönetim aygıtı işçi denetimine dayanmakta, bu yönetim biçimi ise işçi sınıfına yönetmeyi öğretmektedir.
İşçi denetimi ve yönetime katılım talebi, devrimci kriz koşullarının ürünü olarak ortaya çıkmakta ve mülkiyet ilişkilerinin sorgulanmasına yol açmaktadır. İşçi sınıfı, açıkça, tüm fabrikaların özel mülkiyetten çekilip alınmasını, ulusallaştırılmasını ve işçi denetimine verilmesini istemektedir.
Bu, aynı zamanda, Marksist Leninist Komünistlerin, devlet sanayisinde işçi denetiminin kriz koşullarında devrimci bir rol oynayacağı yönündeki tezini de doğrulamaktadır.
Devrimci sendika konfederasyonu UNT, bu 1 Mayıs öncesinde Ulusal Meclis’e sunduğu Ortak Yönetim Yasa Tasarısıyla tüm devlet işletmelerinde ortak yönetim ve işçi denetiminin yasal kurumlara kavuşturulmasını, özel sektör işletmelerinde de yönetim kurulunda bir işçi temsilcisinin yer almasını talep etmektedir. Açık ki, böyle bir uygulama, Venezüella’da bugünkü koşullar altında işçi sınıfını burjuva işletmeler üzerinde denetim kurmaya, ulusallaştırmanın olanaklarını zorlamaya itecektir. Dolayısıyla işçi denetiminin özel işletmelere doğru yayılması, bugünkü koşullarda devrimci bir rol oynayacaktır.
Kapitalist dolaşım sürecine müdahalenin sonuçları ve sınırları
Sosyal kazanımlar
Chavez hükümetinin ekonomik toplumsal yapıya müdahalesi son döneme değin, kapitalist dolaşım sürecine müdahale ile sınırlıydı. Bu müdahale, “sosyal kapitalizm” veya “insani kapitalizm” sloganlarıyla formüle ediliyordu. Venezüella’nın geniş devlet kapitalizmi sektöründen ve vergilerden elde edilen gelir, sermaye oligarşisinin asalak ihtiyaçları için değil; sağlık, eğitim, konut, temel gıda maddeleri vb. için harcandı. Böylece kapitalist dolaşım sürecinde hissedilir bir değişim gerçekleşti. Chavez hükümeti, kapitalist üretim sürecinden kaynaklanan eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, sınıfsal kutuplaşmayı, dolaşım sürecine müdahale ederek çözmeye girişti. Bu, nedenlere dokunmadan sonuçları ortadan kaldırma çabasıydı.
Bu sınırlar dahilinde Chavez hükümeti altında kimi kazanımlar elde edildiğini belirtmek gerekir.
Bu yeniden-dağıtımcı ekonomi politikası, üç milyon kişinin sağlık sistemine erişimini sağlamıştır. Daha önce doktor veya hastane görmemiş varoşlar, köyler ücretsiz sağlık hizmetine kavuşmuştur. Sağlık programlarında özellikle Küba’nın gelişkin sağlık sisteminin kazanımlar! devreye sokulmuştur. Venezüellalı doktorlar varoşlara gidip halka hizmet etmek istemezken, onbinlerce Kübalı doktor ülkenin en ücra dağ köylerinden kentlerin en uzak varoşlarına kadar sağlık hizmetini taşımışlardır.
Eğitim alanında, hükümet kendisinden önce oldukça ilerlemiş olan paralı eğitim uygulamasını sona erdirmiştir. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimde katkı payı ve harçlar kaldırılmıştır. Bütçeden eğitime ayrılan pay, 1996’da GSYlH’nın yüzde 2.8’i düzeyindeyken, 2003’te yüzde 7’si düzeyine çıkarılmıştır. Eğitim harcamalarının bütçeye oranı ise 2004’te yüzde 20’dir (Bizdekinin iki katı).
Hükümet, mevcut eğitim sistemine müdahalesini ise, açtığı yeni Bolivarcı okullarla yapmıştır. Bu okullarda geniş sınıflar, bilgisayar ve internet olanakları ve her sınıfta bir kütüphane var. Bu okullarda çocuklara sabah, öğlen ve akşamüstü olmak üzere üç öğün yemek ve sabahları süt veriliyor -çoğu yoksul çocuğunun evinde sahip olamayacağı bir olanak. Bu uygulama, yalnızca çocukların eğitimi algılama düzeyini hissedilir ölçüde artırmakla kalmıyor, yeni neslin sağlıklı beslenmesini sağlayarak halk sağlığını da düzeltici rol oynuyor.
2003’te, yaklaşık 2800 Bolivarcı okul açılmıştı. Bunların yarısı yeni inşa edilen okullar, diğer yarısı ise eski okulların dönüştürülmesiyle yaratılmıştı. Bu okullar 600 bin çocuğa hizmet veriyorlar, yani okul çağındaki çocukların yüzde 12’sine. Harçların lağvedilmesiyle, eğitimden dışlanan 1.5 milyon çocuk 1999-2002 arasında eğitim sistemine dahil edildi. Böylece Venezüella’da okul çağındaki çocukların okullaşma oranı, 1999’da yüzde 83’ten 2002’de yüzde 90’a yükseldi.
Bolivarcı okulların parçası olarak açılan “Simoncito”lar, 0-6 yaş arasındaki çocuklara kreş ve okul öncesi eğitim hizmeti vermektedir. Bu okullarla birlikte, 1998’de 150 bin olan okul öncesi eğitim alan çocuk sayısı, bugün 300 bine çıkmıştır. Simoncito, kadın sorununun çözümüne ve çocuk bakımının toplumsallaştırılmasına hizmet etmekte, çoğu kez çocuklarını bırakacak kimsesi olmadığı için kadının yıllarca üretimden koptuğu işçi sınıfı ailelerinde, kadının üretime dönmesi için toplumsal bir olanak sunmaktadır.
1998 öncesinde emekçi yığınların üniversiteden dışlanması yönündeki eğilim oldukça hız kazanmıştı. 1984’te yoksul çocuklarının yüzde 70’i üniversite sınavlarında başarılı olurken, 1998’de sadece yüzde 18’i üniversiteye girebildiler. Yeni hükümetin açtığı Venezüella Bolivarcı Üniversitesi, üniversiteden dışlanan yığınları adım adım emmeyi amaçlamaktadır. Üniversite, yoksul ailelerden gelen öğrencilere öncelik tanımaktadır. Şu anda 2 bin 400 öğrenci bu üniversitede eğitim görmekte, 20 bin öğrenci ise sırada beklemektedir.
Hükümetin eğitim politikasının bir diğer ayağı ise “Misyon”lar aracılığıyla kitle eğitimidir. Misyon Robinson ve Misyon Ribas yetişkinlere okuma yazma öğretmekte, onlara ilkokul ve lise düzeyinde eğitim vermekte ve üniversiteye hazırlamaktadır. Misyon Sucre ise, üniversiteye gitmek isteyen emekçi çocuklarına burs sağlamaktadır. Bu programlarla 1 milyon yetişkin okuma yazma öğrenmekte, 629 bin yetişkin ilkokul, 700 bin yetişkin lise düzeyinde eğitim görmektedir. Kasım 2003 verileriyle 100 bin Venezüellalı, aylık 100 dolar eşdeğeri bir üniversite bursu almaya hak kazanmıştır.
Kapitalist dünyanın günümüzdeki eğilimi giderek artan oranda emekçi yığınları eğitim sisteminden dışlamak iken, son 6 yılda Venezüella’da tam tersi bir eğilim vardır.
Hükümetin yeniden dağıtımcı politikası sonucunda Kasım 2003 itibarıyla 225 bin kişiden oluşan 45 bin aile belli bir toprak parçasının tapusunu almış, 65 bin aile ise sırada bekliyordu. 2005 başına gelindiğinde dağıtılan toprak miktarı, 2.2 milyon hektara ulaşıyordu. Bu topraklar esas olarak devlet toprakları olduğundan Chavez’in ılımlı toprak reformu kırdaki sınıf ilişkilerini fazlaca etkilemedi. Yalnız, bazı özel çiftliklerin yasadışı biçimde gasp ettikleri ve işledikleri devlet arazileri onlardan geri alınarak köylülere verildi.
Çok sayıda ev onarıldı, binlerce ucuz konut üretildi, varoşlara kent hizmetleri götürüldü; parklar, çocuk bahçeleri yapıldı. Nüfusun yaklaşık yüzde 40’ının faydalandığı düşük fiyatlı devlet sübvansiyonlu alışveriş marketleri yaratıldı.
Ayrıca Chavez hükümeti, “kentsel toprak reformu” yasası çıkartarak, gecekondu sorununu çözmüştür. Gecekondu bölgelerinin toprak mülkiyeti, mahalle halkının oluşturduğu kolektiflere verilmiş ve bu yoldan tüm gecekondu sakinleri evlerinin tapusuna kavuşmuştur. Ayrıca bu kolektiflere, mahallenin güzelleştirilmesi ve evlerin ıslahı için kredi de açılmıştır.
Sosyal programların kapitalist ekonomiye etkisi
Kapitalist dolaşım sürecine müdahale, ne oranda ve ne biçimde kapitalist üretim sürecini etkilemektedir? Kapitalist üretim süreci ve dolaşım süreci, birbirini bütünleyen iki süreçtir. Meta olarak üretilen ve pazara sokulan bir ürünün bedava olarak sunulmaya başlaması, bu metanın dolaşım alanını sınırlar. Ürünün toplam talebi karşılayacak oranda bedava sağlanması durumunda bu ürünün meta olarak dolaşımı ortadan kalkar ya da kalkmaya yüz tutar. Kuşkusuz, daha kaliteli bir ürün sunarak yine de meta ticareti yapma olanağı vardır ve bedava ürünün getirdiği sınır hiçbir zaman mutlak bir sınır olmaz, görece bir sınır olur. Bir ürünün meta olarak satılamaması ise, bizzat bu ürün üzerinden artı değer üretiminin yapılamayacağı anlamına gelir. Çünkü artı değer üretiminin realize olduğu alan, meta üretimi ve dolaşımıdır. Bir ürünün içindeki artı değerin kapitaliste dönmesi için pazarda alınıp satılabilir olması gerekir.
Chavez hükümeti öncesinde sağlık ve eğitim, hemen tümüyle metalaşmış iki alandı. Chavez’in “misyondan, ücretsiz klinikleri ve Bolivarcı okulları; parasız eğitimi, sağlığı ve diş bakımını toplumun geniş kesimlerine taşıdı. Böylece kapitalist üretimin bu iki alanında meta dolaşımı belli ölçüde sınırlandı.
Özel sağlık şirketlerinin egemenliğindeki tıp kuruluşlarının yaptıkları açıklamalarda, bedava hizmet veren klinikleri ve sağlık alanındaki sosyal programları yerden yere vurması, bunun tıbbi standartları düşürmek ve doktorların ücretlerini azaltmak amaçlı bir “Küba-komünist kampanyası” olduğunu iddia etmesi, bu ekonomik etkinin bir yansımasıdır. Hatta tabipler odası, Kübalı doktorların Venezüella yasalarınca aranan vasıflara sahip olmadıkları iddiasıyla dava açmıştır.
Ancak, nihayetinde toplam sermaye içinde bu iki alanın sermayesinin payı ihmal edilebilirdir. Özel eğitim ve özel sağlık sektörleri de halen orta sınıflar içinden geniş bir müşteri payına sahip olduğu için, bu süreçten gerçekte fazlaca etkilenmemiştir. Ancak yığınlarda bu hizmetlerin bedava da olabileceği bilincinin uyanması, onların altını oymaktadır.
Diğer yandan hükümetin uyguladığı fiyat kontrolleri ve sübvansiyonları ise tekelci kârı sınırlandıran bir rol oynamaktadır. Nüfusun yüzde 40’ının faydalanabildiği düşük fiyatlı marketler, tekellerin ürün dağıtım ağma karşı bir alternatif oluşturmaktadır. Hükümetin hemen tüm varoşlarda açtığı sübvansiyonlu mağazalar, temel ihtiyaç maddelerini düşük fiyata yoksulların hizmetine sunmaktadır. Böylece birkaç kapitalist tekelin bir araya gelerek fiyatları yüksek tutması temelinde elde ettikleri tekel kârının gerçekleşme alanı sınırlanmaktadır. Bu da sermayenin kâr oranını düşürücü bir faktördür ve dolayısıyla üretim alanına da yansır.
Toprak reformu alanında Chavez’in adımları oldukça ürkek ve “ılımlı” olmuştur. 2001’de çıkarttığı toprak kararnamesi, esasen devlet topraklarının dağıtımını öngörüyordu. 2005 başında çıkan yeni toprak reformu yasası ise, işlenmeyen özel toprakların tazminat karşılığı ulusallaştırılmasını ve köylüye dağıtılmasını getirmiştir.
Toprak reformunun ekonomik yapıya etkisi ikilidir. Birincisi, iç pazara yönelik tarımsal üretim geniş ölçekte yeniden başlamıştır. Çünkü verimli tarım arazilerine sahip Venezüella, tarım ürünlerinin yüzde 80’ini dışarıdan ithal ediyordu.
İkincisi ise, kapitalist çiftçilerin fiilen işgal ettiği ve ektiği devlet topraklarının geri alınmasıdır. Bu biçimdeki topraklar, hükümetin kararnamesinden güç alan köylü topluluklarınca işgal edilmiştir. Bu yoldan, Chavez hükümeti, de facto özel mülk konumundaki kimi topraklara el koyarak köylü kooperatiflerine aktarmıştır.
Ancak tekelci sermaye en esaslı darbeyi, devlet sanayii ve petrol çıkarımı sektörü ve devlet bütçesi üzerindeki inisiyatifini yitirerek almıştır. Tüm kapitalist ülkelerde, burjuvazi, devlet kaynaklarını kendi doğal sermayesi olarak görür. Chavez’in devlet bütçesini zenginler lehine değil, yoksullar lehine düzenlemesi, yer altı zenginliklerini yoksulluğu gidermek için kullanması, zenginlerden alman vergileri artırması ve sıkıca denetlemesi, burjuvazinin geleneksel olarak yağmaladığı ve kendisine ait kıldığı, sermaye birikim sürecinin içine emdiği devlet kaynaklarından yoksun kalması anlamına gelir. Bunun yanı sıra, tekelci sermaye tarafından yağmalanan Venezüella Petrol Şirketi (PdVSA) yönetimi değiştirilerek, Chavez hükümetinin inisiyatifine alınmıştır. Bu devlet işletmesinin ürettiği artı değerin hatırı sayılır bir kısmı, yoksulları amaçlayan projelerde kullanılmaktadır.
Devlet bütçesinden, doğal kaynaklardan ve devlet kapitalizmi sektöründen elde edilen gelirlerin bu biçimdeki kullanımı, artı değer üretim sürecine giren toplam sermaye miktarını azaltan bir rol oynar. Çünkü normal kapitalist düzen altında vergi kaçağı, madenler, petrol zenginlikleri, devlet işletmelerinin yağmalanması, bütçe kaynaklarından ve devlet bankalarından alman neredeyse bedava krediler, sermayenin artı değer üretim sürecinin besleme kaynaklarıdır. Bu, özellikle sosyal devletçi modelin tüm kapitalist ülkelerde terk edildiği, neoliberal yağma modelinin temel alındığı günümüzde daha fazla böyledir. 1974/75 dönemecinin ardından tüm kapitalist ülkelerde, hele ki Venezüella gibi ülkelerde sosyal devlet ve emekçi sınıfların faydalandığı kamu harcamaları yok edilmektedir.
Emperyalist küreselleşmenin kamu maliyesi politikasıyla, Chavez halk cephesi hükümetinin kamu maliyesi politikasının birbirine zıt olduğu ortaya çıkmaktadır. Emperyalist kapitalizmin ulaştığı asalaklaşma aşaması ve bunun ekonomik zeminini oluşturan; kâr oranlarının düştüğü geri düzey, yeniden-dağıtımcı kamu maliyesi politikasının tüm kapitalist ülkelerde terk edilmesine yol açtı. Sosyal devletçi dönemde ise bu tür kamu harcamaları, gerek sermaye birikim modelinin, gerekse de devlet bütçesinin temel bir unsuruydu. Bugün, herhangi bir ülkeyle yapılan IMF sözleşmelerinin birincil unsuru budur. Çünkü kâr oranlarının bugünkü düzeyinde, sermaye birikiminin istikrar ve genişlemesi, salt fabrika üretiminden gelen kaynaklarla sürdürülememektedir. Borsa, döviz ticareti gibi spekülatif ticaretin yanı sıra, devlet hazinesinin yağmalanması da bu koşullara karşı sermaye birikiminin yeni modelinin unsurları olmaktadır.
Chavez’in kapitalist üretim sürecinin özüne dokunmayan yeniden-dağıtımcı ekonomik politikasının ve buna bağlı sosyal harcama temelli kamu maliyesinin, kapitalist düzen güçleriyle bu kadar sert biçimde karşı karşıya gelmesinin dayandığı toplumsal gerçek budur. Chavez, daha açık bir ifadeyle, emperyalist küreselleşme dönemine ait sermaye birikim modelinin kendisiyle karşı karşıya gelmiştir. Ama nihayetinde egemen tekelci sermaye de bu modelin üzerinde oturmaktadır.
Sıra üretim sürecine müdahalede
Chavez hükümeti, özel sektör kapitalizmini bir ekonomik temel olarak kullanamayacağı için, nihayetinde, dolaşım sürecine yönelik kapsamlı müdahale, er ya da geç üretim sürecine yönelik bir müdahaleyi gündemleştirecekti. Fakat ondan da önce, böyle bir müdahale, özel mülkiyetten canı yanan işçi sınıfının örgütlenmesi ve ilerlemesi ile gündemleştirilmektedir. Ülkenin en büyük özel bankalarından birinin sahibi Garcia’nın yazımızın başında aktardığımız tespiti doğrudur: Yeni rejim ilelebet elverişli petrol ticaretinin mali temeline dayanarak ilerleyemez. Bankacı Garcia’nın bu soruna sermaye lehine çözüm önerisi, “herşeyin özelleştirilmesi”dir. İşçi sınıfı lehine çözüm önerisi ise kapsamlı bir ulusallaştırma hamlesidir. Planlı bir kamusal sanayileşme atılımıdır. İşçi denetimi altındaki ulusallaştırılmış sektör, belirleyici ekonomik güç olduğu ve üretim araçlarının giderek yarısından çoğu devlet mülkiyeti altına girdiği oranda işçi sınıfının sosyalist devrimi için koşullar oluşacaktır. Özcesi: Kapitalist dolaşım sürecine yönelik devrimci müdahale, ancak üretim sürecine yönelik devrimci müdahaleyle birleştiği oranda kendi toplumsal temellerine kavuşur ve istikrar kazanır.
Kapitalist dolaşım sürecine müdahale, küçük burjuva hegemonyanın nesnel zeminini güçlendiren bir süreçtir. Nihayetinde burada karşımıza çıkan emek-sermaye açık sınıfsal çelişkisinden ziyade, bu çelişkinin bir türevi olan yoksul-zengin çelişkisi olmaktadır. Bu sürece denk düşen örgütlenmeler (Bolivarcı Çemberler) de açık sınıfsal bir kimliğe dayanmaktan ziyade, “yoksul” paydasına dayanmakta ve halk cephesinin unsuru olan kitlelerin küçük burjuvazinin hegemonyası altına girmesini kolaylaştıran bir örgütsel temel yaratmaktaydı.
Chavez’in “sosyal kapitalizm” programı, emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanan yoksul-zengin çelişkisini, nedenlere dokunmaksızın çözme programıydı. Nihayetinde bu gerçekte olanaksız bir programdı ve kendi sınırlarına geldi, dayandı. Kapitalizm koşulları altında yoksul-zengin çelişkisi çözülemez, yalnızca hafifletilebilir. Chavez’in yaptığı da bundan ibaret kaldı. Ancak neoliberal sermaye birikim modeli koşullarında bu kadarı bile emperyalizm ve Venezüella sermaye oligarşisi için katlanılmaz oldu. Diğer yandan dolaşım sürecine müdahale, üretim süreci üzerinde de belli etkiler yarattı. İşçi sınıfının tabandan gelen örgütlenme ve mücadelesi de halk cephesini sürekli daha ileri doğru itti.
Böylece 2002-2003 politik devriminin toplumsal devrime doğru ilerletilebileceği bir zemin ortaya çıktı. Bunu simgeleyen dönüm noktası, Morol kenti halkının işçilerin etrafında birleştiği Venepal işçilerinin başarılı ulusallaştırma direnişidir. Burada “Bolivarcı Çemberler”in aksine, net bir sınıfsal saflaşma vardır. İşçi sınıfının giderek tırmanan “işçi denetimi” ve “ortak yönetim” mücadelesi, kapitalist üretim sürecine müdahalenin dinamo gücü olarak kendini ortaya koymaktadır.
Kapitalist dolaşım sürecine müdahale dönemi, nasıl küçük ve orta burjuva sınıfsal hegemonyanın nesnel zeminini güçlendirdiyse, kapitalist üretim sürecine müdahale dönemi de işçi sınıfının hegemonyasının nesnel zeminini güçlendirecektir. Bu noktada, işçi sınıfının açık sınıf kimliğine sahip bir partiden yoksunluğu, bariz bir zayıflığı olmaktadır. Venezüella Komünist Partisi belli bir devrimci iradeden yoksun kendiliğindenci yapısıyla Chavez’in yanında bir işçi iradesi oluşturamamaktadır. FBL, CSB, MRT gibi devrimci militan örgütler ise açık bir sınıf kimliğinden yoksun, küçük burjuva halkçı örgütlerdir. Bu koşullarda işçi sınıfının devrimci iradesini UTV temsil etmektedir. Bu, bir ölçüde Bolivya’da COB’unkine benzer bir durumdur.
Devrimin geleceği
“Ölmesi gereken henüz ölmedi ve doğması gereken doğumunu tamamlamadı.”
(Chavez, 12 Nisan 2005)
Amerikan emperyalizminin Venezüella’ya dönük yeni stratejisi
Chavez hükümetinin olağan yollardan devrilemeyeceğinin açık biçimde ortaya çıktığı 15 Ağustos referandumunun ardından, ABD emperyalizmiyle Chavez hükümeti arasındaki ilişkiler giderek artan oranda gerilmektedir. Chavez, ABD ile askeri işbirliği anlaşmasına son vererek, tüm ABD subaylarını ülkeden kovdu. ABD ise, en yetkili ağızlardan yaptığı açıklamalarla Chavez’i “ABD’ye ve demokrasiye yönelik bir tehdit” olarak ilan etti.
11 Nisan’da National Review adlı Amerikan dergisinde çıkan Otto Reich imzalı makale, ABD’nin yeni stratejisinin çerçevesini çizmektedir. Kübalı Amerikalı Reich, yakın döneme kadar George Bush’un Latin Amerika danışmanıydı. Makalesinde “Sol-halkçı dalga Güney Amerika’nın büyük kısmını yutuyor” diyen Reich, bu gerçek karşısında ABD’nin en çetin görevinin Küba-Venezüella eksenini etkisizleştirmek olduğunu ifade ediyor. Reich’a göre, bu görevi başarmak için, fiili Başkanı Lagos, Brezilya Başkanı Lula gibi “demokratik solcu”larla, Chavez ve Castro’yu ve onların etkisi altındaki “radikal halkçıları” birbirinden ayırmak gerekiyor. “Castro’nun cani zekası, politik savaşımdaki tecrübesi ve ekonomik çaresizliği ile Chavez’in sınırsız parası ve pervasızlığı birleşirse, bölgedeki barış tehlikeye düşer. Küba ve Venezüella arasında oluşmakta olan yıkıcılık ekseni, Kolombiya’da, Nikaragua’da, Bolivya’da veya başka bir zayıf komşuda demokrasiyi baltalamadan önce boşa çıkarılmalıdır.
Venezüella sermaye oligarşisinin sözcülerinden, eski başkan Carlos Andres Perez, darbeden sonra kaçtığı Miami’den, geçtiğimiz Nisan’da verdiği röportajda, bu yeni stratejinin ilk sinyalini sunmuştu: “Chavez’i iktidardan indirmek için çalışıyorum. Şiddet, onu devirmemizi sağlayacaktır. Chavez bir köpek gibi ölmelidir, çünkü bunu hakediyor.”
Pentagon’un en üst Latin Amerika yetkilisi Rogelio Pardo-Maurer, Miami’de bir konferansta, “Chavez’i çevrelemek için bir stratejiye ihtiyacımız var” diyerek, bu yeni stratejinin adını da koymuş oldu: Çevreleme.
Çevreleme (containment), Soğuk Savaşın ilk döneminde sosyalist SSCB ve Doğu Avrupa halk demokrasilerine uygulanan stratejinin adıydı. Şimdi Pentagon, aynı stratejiyi, demokratik ve antiemperyalist bir cumhuriyete karşı devreye sokma hazırlığı yapılıyor.
Küba-Venezüella ekseni, ABD medya tekellerinin deyişiyle, “Şer ekseninin Batı yarıküre versiyonudur. Bu ittifak, Venezüella’da halk cephesinin politik iktidarı ele geçirdiği devrim sürecinin ürünüdür. Bir yanıyla Küba’daki devrimci halk iktidarının ekonomik ablukayı kırmasını sağlamakta ve ona istikrarlı petrol kaynağı sunmaktadır. Böylece ABD’nin Küba’yı ezmeye yönelik ekonomik saldırganlığını boşa çıkarmaktadır. Diğer yandan ise bu ittifak, Venezüella’yı sola çekmektedir. Venezüella’nın varoşlarına ve ücra köylerine kadar giderek halka hizmet götüren Küba’lı doktorlar ve eğitmenler devrimci, sosyalist fikirlerin taşıyıcıları olmuşlardır. Küba’yla ittifak ve ABD’yle kutuplaşma, Venezüella halkında Küba devriminin yolunu izleme düşüncesini uyandırmaktadır.
Belirleyici mücadeleye doğru...
1992’de darbeci Chavez’in pozisyonu burjuva ulusalcılığı ve muğlak bir toplumsal reformculuktu. 1998’de seçildiğinde Chavez’in pozisyonu, orta burjuva bir toplumsal uzlaşma programının uygulayıcılığıydı. Burjuva demokratik bir siyasal programa ve sosyal liberal bir ekonomik programa sahipti. Kapitalist dolaşım sürecine “yoksul” sınıflar lehine müdahalede bulundu. Chavez’in toplumsal reformculuğu kapitalist düzenin sınırlarına dayandığında, sermaye onu satın almaya veya teslim almaya çalıştı. Chavez, bizzat uzlaşmaya çalıştığı sınıfların hışmına hedef oldu. Chavez’ci “sosyal kapitalizm” hayali, yaşamın gerçekliği karşısında tuzla buz oldu. Burjuva ulusalcı dış politikası, Amerikan emperyalizminin bölgedeki çıkarlarıyla karşı karşıya geldi ve çıkarları, ABD’ye bağlı işbirlikçi tekelci burjuvaziyi kızdırdı. Yeniden-dağıtımcı ekonomik çizgisi, sermayenin ihtiyaçlarını yansıtan neoliberal modelle ters düştü ve sermayenin hışmına uğradı. Burjuva demokratik iç politikası, ezilen emekçi sınıflara geniş bir hareket sahası açarak, bu sınıfların politik girişkenliğini tetikledi ve üst orta sınıflardan tekelci burjuvaziye uzanan bir “muhalefet” cephesinin reaksiyonuna yol açtı.
Darbeyi izleyen yıllarda Chavez, hükümetini destekleyen emekçi sınıfların büyük yığınlar halinde politikaya atılmalarının sonucu olarak sola kaymaya başladı. Karşıdevrimin kamçısının her seferinde devrimi ileri doğru itmesiyle birlikte, Chavez de ileri doğru itildi. Yüzbinlerin içine dahil olduğu büyük toplumsal hareketin gücü, bizzat Chavez’i de değiştirdi.
Oluşan yeni sınıf dengeleri altında Chavez, eski orta burjuva toplumsal reformcu programını terk etmeye, küçük burjuva devrimci demokratik bir programa doğru kaymaya zorlandı.
Mayıs 2004’te 130 Kolombiyalı paramiliterin yakalanmasının ardından, Chavez, “devrimin anti emperyalist aşamaya girdiğini” ilan etti.
1 Mayıs 2005’te ise, Karakas’da devrimci sendika UTV’nin mitinginde toplanan yüzbinlere hitabında Chavez, devrimin “sosyalizme doğru” ilerlediğini ilan etti: “Hedeflerimize kapitalizmle varmamız mümkün değildir, orta bir yol bulmamız da mümkün değildir. Kapitalizm hiçbir toplumsal soruna çözüm olamaz. Yegane çözüm sosyalizmdir. Buradan tüm Venezüella’yı yeni yüzyılın sosyalizminin yolunda yürümeye çağırıyorum. 21. yüzyılın sosyalizmini yaratmalıyız. Amacımız, bu yıl içinde devrimci demokrasiden sosyalizme ilerlemektir.”
Chavez’in bu açıklamaları, içte de halkın milislerde örgütlenmesi, devlet işletmelerinde işçi denetiminin inşa edilmesi, iki büyük fabrikanın ulusallaştırılarak işçi denetimine verilmesi, devlet sanayii sektörünü genişletme yönünde adımlar atılması, yabancı büyük toprak sahiplerine ait toprakların kısmen ulusallaştırılarak köylü koperatiflerine dağıtılması gibi adımlarla örtüştü.
Chavez’in “sosyalizmi”, onun küçük burjuva ideolojik pozisyonunu yansıtır biçimde şekilsiz, bulanık ve muğlaktır. Chavez, çeşitli konuşmalarında Marx’a, Mao’ya, Lenin’e göndermeler yapmakta, sosyalizmini bir açıklamasında eski köylü liderlerinden Ezequel Zamora’ya veya Simon Bolivar’a, bir diğer açıklamasında Isa’ya dayandırmakta, Castro’dan “yoldaş” diye söz etmektedir.
Yine de 1989/90 gerici-karşıdevrimci olaylarından bu yana ilk kez bir devlet başkanının resmi ağızdan “sosyalizmi inşa etmek”ten bahsediyor oluşu, politik bakımdan anlamlı bir gelişmedir. Venezüella devlet başkammn, son altı aydır yaptığı hemen her konuşmada “sosyalizm” vurgusu yapması, rastlantısal bir durum ya da bir göz boyama olarak görülemez. Çünkü dünyada ne güçlü bir sosyalist kamp vardır, ne de sosyalizm yönünde bir rüzgar. Aksine Chavez’in bu açıklamaları, bir ölçüde akıntıya karşı yapılmış açıklamalardır. Chavez’in “sosyalizm” kavramı; bugün açısından, belirli, planlı bir sosyalizm yönelişinden ziyade, ucu açık bir sola yönelimin ifadesidir.
Chavez’in “sosyalizm” söylemi, devrimi ileri doğru iten işçi sınıfının ve emekçi köylülüğün dinamizminin de bir yansımasıdır.
Chavez, halihazırda işçi sınıfının üzerindeki küçük burjuva ideolojik hegemonyanın bir figürü olarak rol oynamaktadır. Uzlaşmacı çizgisini korumakta, sürdürmektedir. Örneğin, özel işletmeleri kamulaştırmak yerine sadece iflas edilenlerin ulusallaştıracağını, bunun dışında “kimsenin malına el konulmayacağını” açıklamaktadır. Toprak reformunda, bu yılın başında çıkardığı ve ABD basının “çok radikal” bulduğu yeni tasarıda bile özel mülklere el koymak yerine, tazminatla almak öngörülmektedir. Kamusal bir sanayi atılımı ihtiyacını, oligarşiye ait işletmelere el koyarak değil, yeni devlet sanayileri inşa ederek çözmeye çalışmaktadır. Devrimi ileriye taşıyacak en temel adımlardan biri olan bankaların ulusallaştırmasından, hiç söz etmemektedir.
Venezüella işçi sınıfı, Chavez’ci uzlaştırıcı ideolojiden sıyrılıp bağımsız bir siyasi güç haline geldiği oranda, devrimin kaderi de değişecektir.
UNT’nin kurucu kongresinde ortaya atılan sloganlar, işçi sınıfının devrime müdahale perspektifini yansıtmakta ve devrimi ileri götürme yeteneğindeki yegane sınıfın işçi sınıfı olduğunu göstermektedir:
“Bankaları ulusallaştırın! Kapanan işletmelere el koyarak işçi yönetimi altına verin! Dış borçları ödemeyi reddedin ve bu kaynağı yeni istihdam yaratmak için kullanın! İş haftasını 36 saate düşürün! İşçi denetimi altında yeni işletmeler inşa edin!”
Marksist Leninist bir proleter partisinin bulunmadığı, devrimci örgütlerin siyasi kuvvetlerinin zayıf olduğu, Venezüella KP’sinin kendiliğindenci ve yarı-reformist bir çizgi izlediği koşullar altında Chavez, devrimci alternatif boşluğunu kendi tarzıyla doldurmaktadır.
Halkın ileriye doğru devrimci atılımının durduğu, söndüğü veya pörsüdüğü koşullarda ise Chavez, geriye düşecek, bir tür Lula’cılığa doğru evrilecektir.
Chavez hükümeti ve Chavez’in partisi MVR, bu tarihsel anda “reformcular” ve “radikaller” biçiminde bir saflaşma yaşamaktadır. “Reformcular”, sürecin “çok ileri” gittiğini ve artık ılımlı bir orta yol bulunması gerektiğini öne sürmektedir. “Radikaller” ise başta işçi denetimi ve halkın silahlandırılması olmak üzere devrimin durmaksızın sürdürülmesi yönünde bastırmaktadır. Chavez, “Devrimi ılımlı bir orta yola sokmaktansa, yeni bir darbe tehdidini göze alırım” diyerek bu tartışmada tavrını “radikaller”den yana koymuştur.
Çünkü Chavez, devrimin kendisinden ibaret olmadığının ve kendisi geriye çark ederse, aşılacağının bilincindedir. Bir röportajında bunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Chavez gidebilir, ama Chavez sadece Chavez değildir. ... İçinde bulunduğumuz durum, çok radikal eğilimleri, duygulan uyandırmıştır. inanıyorum ki, gerçekte bu imkansız bir olasılık ama, eğer ben gericiliğe dönersem, bu kesimler beni ezip geçer ve yeni liderlikler doğar. . Yapısal ve yasal kaygılarım ve hatalarım bir yana, şundan eminim ki, bu sürecin geri dönüşü yoktur. Bu değişim, yeniden yapılanma ve Devrim hareketi durdurulamayacaktır. Başka bir güzergahtan ilerlemesi ise, mümkündür.”(3)
işçi sınıfı, işçi denetiminin özel sektöre yayılması için bastırıyor... Topraksız ve yoksul köylüler, “latifundio”lara (büyük kapitalist çiftlik) el konulması ve köylü kooperatiflerine aktarılması için bastırıyor. Ordunun alt kademelerinde yer alan subaylar, emekçilerin taleplerinin karşılanması ve karşıdevrimcilere karşı daha sert cezai tedbirler alınması için bastırıyor.
Bu iklim altında, dananın kuyruğunun kopacağı mülkiyet sorunu üzerindeki mücadele, kendisini dayatmaktadır.
Venezüella Devrimi’nin ilerleyişini belirleyecek en önemli etkenlerden birisi ise, bölge ülkelerindeki devrimci gelişmelerdir. Latin Amerika halklarının büyüyen mücadeleleri bir ya da birkaç ülkede devrimle taçlandığı oranda, Venezüella’nın ilerleyişi de hızlanacaktır. “İki, üç, daha fazla Venezüella”, ABD emperyalizminin hegemonyasını çözecek ve bölgesel devrimci bir atılımın koşullarını hazırlayacaktır.
Chavez’in son toprak reformu kararnamesine dair açıklama yapan çiftlik sahipleri birliği sözcüsü Betancourt, “Eğer özel mülkiyet haklarını ortadan kaldırırlarsa, Venezüella’da barışı da ortadan kaldırırlar” diyerek, açıkça iç savaş tehdidinde bulunmuştur. Evet, 1989-90 gerici olaylarından ve Fukuyama’nın “tarihin sonunu” ve “sınıflar savaşının bittiğini” ilan edişinden çok değil, 15 yıl sonra, Venezüella’nın burjuvaları yeniden “özel mülk haklarını” tehlike altında görmektedirler.
Yani özcesi, hiçbir teori gerçeği yenemiyor. Tarih, sınıf savaşımlarının çizdiği yolda yürümeye devam ediyor. Latin Amerika’da bir “komünizm hayaleti” dolaşıyor!
DİPNOTLAR:
1) Michael Parenti, Good Things Happen in Venezüella, zmag.org
2) Hugo Chavez and Petro Populism, Christian Parenti, 11 Nisan 2005, The Nation
3) Marta Harnecker, “Devrim ve Karşıdevrimde Ordunun Rolü -Başkan Chavez’le röportaj”, Monthly Review, Ekim 2002 sayısı