20. yüzyıl sonu, ABD emperyalizmi için dünya egemenliğinin görece elverişli koşullarını yarattı. Varşova Paktının çözülmesi, Almanya, Fransa, Rusya gibi emperyalist rakiplerinin ABD ile ciddi bir paylaşım mücadelesine girişecek güce sahip olmaması, dünya ezilen halklarının devrimci-ilerici hareketlerinin parçalı ve öncüden yoksun oluşu, ABD’nin emperyalist egemenlik çaba ve isteğini güçlendiren etkenler oldu. Dahası soğuk savaşın bir numaralı galibi olmanın bilinci ile dünyanın yeniden paylaşımım, dünyanın siyasal haritasının çizimini belirlemek istiyordu.
Bu yeni koşullarda ABD emperyalizminin Ortadoğu’dan Asya önlerine, Balkanlar’dan Kafkasya’ya kadar sömürgeleştirme saldırısı sürüyor. Dünya enerji kaynaklarının toplandığı bölgede, ABD emperyalizmi, askeri işgallerden klasik yeni sömürgeleştirmeye ve Kafkaslar’da gördüğümüz şekli ile, sivil darbelere dayanarak işbirlikçi iktidarlar kurmaya kadar uzanan yeni-eski birçok biçimi kullanarak ilerliyor. Her ne kadar emperyalist saldırı, bölge halklarının direnişi ve emperyalist rakiplerinin karşı tavırları ile sekteye uğrasa da, ABD’nin bölgede üstünlüğü ele geçirmesini engelleyecek düzeye varamıyor. Bu görece uygun koşullarda ABD emperyalistleri, gezegenin paylaşılmaz egemenliğini ele geçirme stratejileri geliştiriyor.
Uzun bir dönemdir ABD’ye, Avrasya Stratejisi olarak ifade edilen emperyalist planın “Avrasya’yı kontrol eden, gezegeni de kontrol eder” bakış açısı yön veriyor. Nihai hedefi, bölgenin enerji kaynakları üzerinde tam bir egemenlik kurmak olan emperyalist planın başarısı; genel olarak bölgenin güç dengelerinin, özel olarak da bölge ülkelerinin rejimlerinin ve bu ülke halklarının toplumsal-kültürel yapısının yeniden düzenlenmesi-yapılandırılmasını koşullandırıyor.
Bölgeyi düzenlemenin kapsamı şöyle özetlenebilir: Birincisi; bölgede emperyalist rakipleri geriletmek, etkisizleştirmek, bölge ülkelerinde işbirlikçi rejimler kurmak. İkincisi; bölgedeki ilerici-devrimci ve her türden radikal alternatifi yenilgiye uğratmak. Ve üçüncüsü, bölge halklarının ABD karşıtı eğilimlerini körükleyen ideolojik/kültürel dokuyu değiştirmek. (Ilımlı İslam projesi, eski SSCB ülkelerinde Batının tüketimci kültürünün geliştirilmesi). Kültürel dokunun değiştirilmesi isteği, ABD emperyalizminin bölgede uzun süre kalma çabalarını göstermektedir. Sadece yönetimlerin ABD yanlısı olması, pazar için elverişli koşullan yaratmaya yetmiyor. Bu yüzden bölge halklarının ABD düşmanlığını besleyen ideolojik/kültürel yapısının değiştirilmesi, emperyalist planda önemli bir yere oturtulmuştur.
George Soros gibi spekülatörler de bu sivil darbelere büyük mali kaynaklar hasrediyorlar. Spekülatif sermayenin önünü açan politik düzenlemeleri parayla satın alıyorlar. Her türlü ulusal korumacılığın, devlet kapitalizmi politikalarının geriletilmesiyle oluşan alanda yağmalarını daha “özgürce” gerçekleştiriyorlar. Bu bakımdan “kadife devrimler”, spekülatif sermayenin darbeleri olarak da görülebilir ve okunabilir.
ABD’nin bölgenin bütünündeki hedeflerinin detaylı analizi yazımızın başlı başına konusu değil. Ancak ABD emperyalizminin her bir ülkeye müdahalesi analiz edilirken, her hamlenin arkasında ekonomik çıkar ön koşulu arayan indirgemeci analiz yönteminin yanlışlığına değinmekte yarar görüyoruz. Emperyalizmin bölge planının nihai olarak; enerji kaynaklarını denetlemek olduğu sır değil. Ancak bu hedefe ulaşıncaya kadar müdahaleye uğrayan her ülkenin, kazanılan her mevzinin ekonomik amaçlarla ele geçirildiğini düşünmek, politik perspektif bakımından yanıltıcı olmaktadır. Bu yüzden ABD’nin; bölgede, tek tek mevzilerin kazanılmasıyla daha çok somut askeri, politik ve kültürel amaçlar güttüğü görülmelidir. Açık ki, ABD’nin bölgedeki nihai ekonomik çıkarlarına ulaşması; askeri, politik ve kültürel başarılarına sıkıca bağlıdır.
Emperyalizmin yeni sömürgeleştirme yöntemi: Sivil darbeler
ABD’nin strateji üretme büroları/laboratuvarlarında detaylandırılan “kadife devrim”, ilk olarak 2000’de Sırbistan’da denendi ve başarıya ulaştı. Bugün Kafkasya’da ve eski SSCB ülkelerinde cesaretle uygulanmasının nedeni, Sırbistan’daki başarı mıdır bilinmez ama, açık ki bu ülkelerin toplumsal/siyasal koşullarının bu tip müdahalelere uygunluğu konusunda yeterli analiz ve çalışmalar ABD stratejistleri tarafından yapılmıştır. Bu uygun koşullara değinmeden önce, Sırbistan’dan başlayan ve en sonuncusu Kırgızistan’da yaşanan ‘devrim’ maskeli ABD güdümlü sivil darbelere bir göz atalım.
İlk örnek Sırbistan
1991’de ‘sosyalist’ sisteme son verdiğini ilan eden Yugoslavya Federasyonu, bu süreçten sonra emperyalist paylaşımın hedefi oldu. Önce Federasyon’da yer alan farklı uluslardan halklar, emperyalist kışkırtmalarla birbirine düşürüldü, ulusal boğazlaşmaların içine itildiler. Oluşturulan ortam ve iç savaş bahane edilerek, uluslararası emperyalist güçlerin müdahalesinin koşullan hazırlandı. Balkanlar’daki iç savaş ve emperyalist saldırıda onbinlerce insan öldü, yine on binlercesi göç etmek zorunda kaldı. Sırbistan’a emperyalist müdahalenin bahanesi Miloseviç’ti. ‘Büyük Sırbistan’ uğruna Kosova’ya savaş açan Sırp burjuvazisinin temsilcisi Miloseviç, ABD müdahalesinin hedef tahtasına oturtuldu. Haftalarca süren NATO bombardımanı sonrasında, Sırp milliyetçileri teslim oldular. Bundan sonra Kosova’ya (kurtarma bahanesi) ile 42 bin BM askeri yerleştirildi. Kosova’ya karşı savaşı durduran Miloseviç, uluslararası alanda yalnızlaştırılmayan kurtulamadı. Savaşın tahribatları, ekonomik çöküş ve yoksullaşma, halkın yönetime karşı tepki ve öfke biriktirmesine neden oldu. ABD bu zemin üzerinden, “kitle muhalefeti”ni geliştirmenin yöntemlerini devreye soktu.
Miloseviç, Yugoslavya’da güven tazelemek ve kitlelerin desteği ile iktidarını güçlendirmek için; 24 Eylül 2000’de seçim yapmak üzere karar aldı. ABD emperyalistleri, Sırp Demokratik Muhalefeti’ni (DOS’u) örgütledi. Sivil toplum örgütleri(STÖ), kitlelerin diktatörlüğe karşı ‘demokratik’ mücadelesi için canla başla çalışmaya girişti. Bu STÖ’lerin en bilineni, Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’dür. ABD’nin Belgrat Büyükelçisi Richard Miles, muhalefetin organizasyonuyla bizzat ilgilenir. ABD’nin adayı Vojislav Kostuniça’dır. Uluslararası emperyalistler, Kostuniça’ya destek verdiklerini ilan ederler. Henüz seçimler yapılmadan, Miloseviç’in seçimlere hile karıştırabileceği propagandası yapılır. 24 Eylül akşamı, henüz seçim sonuçları belirsizken, Miloseviç’in hile yaparak seçimleri kazanacağı uluslararası medya aracılığıyla yayılır. Miloseviç, bu atmosferin baskısı altında, çekine çekine de olsa seçimleri kazandığını ilan eder. Ancak 27 Eylül’de ikinci tur seçimlere gidileceğini ilan eder. DOS bir kriz ‘merkezi kurar’ ve sivil itaatsizlik çağrısı yapar. Bu çağrı üzerine 7 bin 500 maden işçisi greve gider. Yığınsal protestolar artar. ABD’nin adayı Kostuniça’nın grev çağrısının ardından, halk parlamentoyu işgal eder. Aynı zamanda TV ve radyoevi ele geçirilir, Clinton canlı yayına bağlanır. ‘Ülkelerini isteyen Sırplar’ adına mesaj yayınlanır. ‘Devrim’in ABD’ye maliyeti 40 milyon dolardır! Sırbistan’daki ‘devrim’den 10 ay sonra, Belarus (Beyaz Rusya) da benzer bir girişime sahne olur. Devlet Başkanı Lukaçenko, çok önceden, 1997’de Soros Vakfının Minsk’teki temsilciliğini kapatmış ve yöneticilerini ülkeden çıkarmıştır. Bu tedbir, ABD güdümlü sivil darbenin Beyaz Rusya’da başarıya ulaşmasını engeller.
Gürcistan'da 'Gül' darbesi
ABD’nin Kafkaslardaki hedefleri bakımından özgün bir konumda olan (askeri, siyasi ve ekonomik) Gürcistan, bölgede art arda gelen ‘devrim’lerin ilk örneği oldu. ABD’nin daha önceden Gürcistan’da konumlandırılmış askeri üsleri mevcuttu. Gürcistan aynı zamanda, Rus nüfuzunun olduğu ülkelerden biridir. Rusya’ya karşı inisiyatifi tümden ele geçirme isteği ABD’ye, Gürcistan’da bir sivil darbe tezgahlattırdı. Rusya ile bir süre yürütülen emperyalist kapışma, ABD’nin zaferi ile sonuçlanmıştı, şimdilik.
Gürcistan, 11 yıldır Rusya Federasyonu’ndan ayrılmış ‘bağımsız’ ülkelerden biridir. Aslında tüm bu sürede bölgedeki emperyalist paylaşım dalaşı nedeniyle müdahaleden kurtulamamış, işbirlikçi yönetimleri aracılığı ile ülke, emperyalistlerin askeri üssü haline getirilmiştir. (Hem ABD, hem Rus askeri üsleri aynı anda Gürcistan’da uzun süre konumlandırılmıştır). Gelinen nokta, Kafkasların ABD’nin bugünkü çıkarlarına en uygun hale getirilmesi çerçevesinde sivil darbe organizatörleri buraya da el atar. Bu organizatörlerden biri Richard Miles’tir. Bu süreçte Tiflis’te görevlidir. (Ne tesadüf!) ABD, Eduard Şevardnadze’ye karşı Mihail Saakaşvili’yi destekler. Nihayetinde Şevardnadze eski Sovyet bürokrasisinden gelmektedir. 1991 gerici olaylarında Yeltsin gibi o da başat bir rol oynamış olsa da, bugünkü Rus-yandaşı pozisyonu, ABD’nin onu devirme girişimlerine neden olmuştur.
Soros Vakfı, Freedom House gibi STÖ’leri büyük çabalarının sonuçlarını görmek için iş başındaydı. Kmara (Yeter) adında örgütün bütün şehirlerde kurulması, örgütlenmesi sağlanır. Rustavi2 adlı TV kanalı, muhalefeti destekleyecek biçimde yapılandırılır. Bunun yanında, Saakaşvili ve yandaşlan bir önceki yaz yine Soros Vakfı tarafından Belgrat’a götürülerek eğitilirler. 2003 Ekim ayında seçimler yapılır. Seçimlerde Şevardnadze’yi destekleyen partilerin önde olduğu açıklanınca, gözlemcilerini seçimleri izlemeye gönderen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı(AGİT), seçimlerde usulsüzlük yapıldığını açıklar. Amerikan Global Strateji Grup, ülke çapında sandık çıkış anketleri yapar, sonuçları açıklar. Şaakaşvili önderliğindeki Ulusal Parti %20,8’lik oranla birinci, Şevardnadze’nin Yeni Gürcistan Partisi %12,9’luk destekle ikinci sıradadır. “Halkın sokağa dökülmesi” ve Başkanlık Sarayı’nı işgal etmesiyle, içte ve uluslararası alanda yalnızlaşan Şevardnadze istifa eder. 2004’te Saakaşvili artık devlet başkanıdır.
Ukrayna'da darbenin rengi 'turuncu'
Her ne kadar seçimler darbeler için en uygun an olarak belirlense de, ABD kaynaklı STÖ’ler çok daha öncesinden iş başındadır. Ukrayna’da da Soros Vakfı ve Soros’un Açık Toplum Enstitüsü yoğun bir faaliyet yürütür. Başta Kiev olmak üzere gençlik örgütü kurulur ve tüm şehirlere yayılır. Sırbistan’da adı Otpor (Direniş) olan gençlik örgütlenmesinin, Ukrayna’da adı Pora’dır ve Otpor üyelerince eğitimden geçirilirler. 21 Kasım 2004’te yapılan seçimlerin Rus yanlısı olarak bilinen Viktor Yanokoviç’in kazandığı ilan edilir. ABD yanlısı Yuşçenko taraftarları sokağa dökülür. Uluslararası emperyalist kuruluşlar seçimlerde hile olduğunu ilan eder ve yine uluslararası emperyalist yetkililer seçim sonuçlarını kabul etmeyeceklerini açıklarlar. Kiev’de halk kitlesel protestolara girişir. Ardından parlamento (Turuncu giysili ve ellerinde güller olan insanlarca) kuşatılır. Yüksek mahkeme ve adı yolsuzluğa karışmış Devlet Başkanı Kuçma, seçimlerde usulsüzlük olduğunu onaylar. 26 Aralık’ta yeniden yapılan seçimlerle Viktor Yuşçenko’nun zaferi ilan edilir. Gerçekte zafer ABD’nindir!
Kırgızistan'da halk öfkesi ABD'ye yedeklendi
Orta Asya ülkelerinden biri olan Kırgızistan, SSCB’nin dağılması ile federasyondan ayrıldı. Kırgızistan halkı, Akayev’in başkanlık yaptığı sürede ekonomik-politik baskı ve sömürü altında yaşadı. Ukrayna’daki ‘Lale Devrimi’nden kısa süre önce Soros bir konuşmasında, “Orta Asya ülkeleri de Ukrayna ve Gürcistan örneklerini izleyerek değişmelidir” biçiminde bir değerlendirme yaptı. Akayev’in buna karşı, “Kırgızistan’da asla bir kadife devrim olmayacak” demesinin ardından çok geçmeden, ABD güdümlü sivil darbe ile alaşağı edildi.
Beş milyon nüfuslu Kırgızistan’da Freedom House, NDI (National Democratic Institute), IRI (International Republican Institute), meşhur Açık Toplum Enstitüsü 1990’larm ortalarından itibaren halk arasında çeşitli projeler örgütlemeye başlamışlardı. Özellikle gençlik çalışmasına özel bir ağırlık veriliyordu. “Kel Kel” gençlik örgütü, sadece gençlik içinde çalışmak üzere kurulmuştu. Bunlar dışında halkın içinde kadın, yönetim, ekoloji, demokratikleşme, sağlık, HIV yayılımı, yozlaşma vb. sorunlarına karşı projeler geliştirilip uygulanıyordu.
Kırgızistan’ı Asya’nın İsviçre’si yapacağı vaadiyle işe başlayan Akayev, ülke zenginliklerini kendine ve yandaşlarına akıtır. 2000’e gelindiğinde Akayev, kitlelerin nezdinde oldukça yıpranmış ve teşhir olmuştu. Geçen sürede iktidarını koruyabilmek için daha fazla baskıya başvurdu. Ekonomik olarak giderek yoksullaşan ve politik baskılardan bunalan halkın, her geçen gün öfkesi artıyordu. 2005 seçimlerinde Akayev aday olmayacağını açıkladı ancak, parlamento seçimlerine muhaliflerin girmesini engelledi, kendi yakınlarını (oğlu ve kızı) ve yandaşlarını parlamentoya doldurdu.
Mart ayında, seçim sonuçlarına karşı gösteriler kısa sürede ülkenin her yanına yayıldı. Kitlelerin sokağa dökülmesinde, emperyalistlerin kuruluşları olan STÖ’lerin payını tahmin etmek artık güç değil. Ülkenin dört bir yanından yığınlar başkente geldi. 21 Mart’ta Bişkek’te yapılan küçük bir gösteri, ertesi gün büyük kitlesel bir protestoya dönüştü. Bu gösteri sonrasında, binlerce gösterici Başkanlık Sarayı’nı ele geçirdi. Ardından Akayev ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Kurmanbek Bakiyev,
ABD’nin yeni hizmetçisi olarak başkanlığa getirildi.
Kırgızistan’daki sivil darbe, diğerlerinden kısmen farklı olarak, bir seçim düzleminde gerçekleşmedi. Burada “baldırı çıplakların”, ülkenin ezilenlerinin öfke ve ayağa kalkışı belli bir rol oynadı.
Ancak ezilenlere ait bir siyasi odağın bulunmadığı koşullarda, örgütsüz yığınlar ABD’nin siyasal hamlesine yedeklendiler.
Özbekistan: ABD karşıtı olunca 'devrim' değil 'terör'
Tüm bunların ardından Özbekistan’ın Andican kentinde de halk hareketlenmeye ve hükümete karşı ayağa kalkmaya başladığında zihinlerde “yeni bir kadife darbesi mi?” sorusu uyandı. Ancak bu kez hareketin rengi siyasal İslamcı, hedefi ise Amerikan egemenliği idi. Böyle olduğu için de, ABD tarafından “devrim” olarak değil, yıkıcı bir isyan ve terör hareketi olarak görüldü ve yorumlandı. Andican bölgesini ele geçiren kitlelerin hareketi, devlet terörü ile bastırıldı. Türk burjuva devletinin verdiği polis araçları da bu katliamda kullanıldı. ABD, resmi belgelerinde “otoriter bir polis devleti” olarak nitelediği Özbekistan egemen sınıflarının bu katliamını esasen görmezlikten geldi. Beylik kınama açıklamalarıyla yetindi. Özbekistan’daki ayaklanma ABD emperyalizmi için iki ucunu da tutamadığı bir değnek gibiydi adeta. Ne Moskova yanlısı ‘diktatör/despot’ Kerimov iktidarının arkasında durabiliyordu, ne de ona karşı ayaklanan güçlerin açık ABD karşıtı İslamcı kimliğiyle uzlaşma olanakları vardı. Ne var ki, sınıf çıkarlarının katı mantığı emperyalist ABD burjuvazisine doğru yolu da gösteriyordu: kendi kontrolünde olmayan bir halk ayaklanmasının, kendi kontrolünde olmasa da gerici bir iktidar tarafından kanla bastırılması her durumda iyidir!
Yoksulluğun halkı bunalttığı bu Orta Asya kentinde, halkın düzene yönelik tepkisi siyasal İslamcı bir biçime bürünüyordu. Hemen her aileden bir kişinin “İslamcı” olduğu gerekçesiyle tutuklu bulunduğu Andican’da, ayaklanma “İslamcı kökten dinci” olmakla suçlanan 23 kişinin davasının ardından patlak verdi. Aynı gece silahlı bir grup cezaevini basarak 2 bin siyasi tutsağı özgürlüğüne kavuşturdu. Eylemler ertesi gün tüm kente yayıldı. Kent merkezinde 50 bin kişilik büyük bir kitle toplandı. Çatılardan ateş açan polis kitle kıyımına girişti. İsyancılar Andican’ı ele geçirdilerse de devletin karşı saldırısıyla ezildiler. Kazakistan ve Tacikistan sınırlarını kapatarak katliamda Kerimov’un işini kolaylaştırdılar.
Halklar kendine ait bir irade geliştirene değin...
Görüldüğü gibi yaşananlar dünya halklarına “halk devrimi” diye yutturulmaya çalışılan, ama gerçekte ABD’nin strateji laboratuvarlarında hazırlanan ve spekülatör Soros eliyle uygulanan sivil darbelerden başka bir şey değildir. Ortada devrim falan yoktur! Kitlelerin eğilimi örgütlenmiş ve yine onların gücüne dayanarak hizmette kusur eden eski hükümetler devrilmiş, yerine ABD yanlısı işbirlikçi hükümetler getirilmiştir. Böylece ABD’nin sömürgeleştirme planlarına mevzi kazandırılmıştır. Hatta daha tam olarak ifade etmek gerekirse, ABD güdümlü sivil darbeler, himayeci sömürgeciliğin kuruluşunun temel bir yolu olarak ön plana çıktı.
“Uygulanan yöntemin temel felsefesi Gene Sharp’a dayanmakta. ‘Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası’ ve ‘Diktatörlükten Demokrasiye’ adlı kitapların yazarı Sharp’a göre; iktidar monoliktir ve diktatörün kredisi azaldıkça, ona itaatsizlik edecek olan bürokratların ve güvenlik güçlerinin sayısı da artar. Bu kitle, kritik bir seviyeye ulaştığında ise diktatör iktidarı kaybeder. Muhalif güçler işte bu anlayışa uygun bir program uygulamalıdırlar.” (Cumhuriyet Gazetesi Strateji Eki, 11 Nisan 2005, S.10)
ABD patentli “ devrim”lerin siyaset felsefesinin özeti bundan ibarettir.
Halk içinde planlı ve kasıtlı bir örgütlenme faaliyeti yürütülür. Gençlik örgütlerinin kurulması, hedef kitle olarak gençlerin seçilmesi etkin bir taktiktir. Psikolojik argümanlar —örneğin devrim sözcüğünün Sovyet halklarının bilincindeki yeri— özenle seçilmiştir. Kızıl bir devrim yerine; turuncu, kadife, gül ya da lâle devrimi isimleri ise, sosyalist gelenekle herhangi bir güncel bağın oluşmasını engellemek için tercih edilmiştir. Semboller yine kitle psikolojisi hesaplanıp -örneğin, turuncu giysiler, gül eksik edilmemiştir. Sembol, birleştirici bir araçtır; ortaklık duygusunu, aynı amaca kilitlenmeyi pekiştirir. Anketler, kararsız kitleleri yönlendirmenin güçlü araçlarındandır.
Yığınların hoşnutsuzlukları, tepki ve öfkeleri, ABD ve spekülatif sermaye grupları tarafından kurulan STK’lar aracılığıyla yedeklenmekte ve yönlendirilmekte, sivil darbelerin vurucu gücüne dönüştürülmektedir.
Soyut ve sınıflar üstü bir demokrasinin yüceltilmesi, Amerikan güdümlü darbelerin ideolojisi olmaktadır. Burjuva demokrasisinin yüceltilmesi, günümüz emperyalist küreselleşme saldırısının temel bir aracı olmaktadır. Demokrasinin idealize edilmesi, kapitalizmin toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliklerinin ve tabii ki emperyalist yağma ve talanın üstünü örtmekte kullanılmaktadır. Fakat diğer yandan bu sivil darbeler, bu ülkelerdeki politik özgürlüğün düzeyinde anlamlı hiçbir değişime yol açmamaktadır.
Sivil darbelerle devrimleri ayıran en temel, tipik ve karakteristik özellik, ABD güdümlü darbelerde halkların, emekçilerin kendilerine ait bir iradesinin olmamasıdır. Gerçekten burjuva medyanın “devrim” olarak nitelediği bu sivil darbelerden hiçbirisi, kitlelerin toplumsal talep ve istemleri yönünde zırnık kadar bir mesafe kat etmelerini sağlamamaktadır. Tersine yığınlar, ABD emperyalizminin, yerli sermayenin ve egemen sınıfın belli bir kanadının iradesini temsil eden bir seçeneğe yedeklenmekte, bu iradeye ve onların çıkarlarına tabi kılınmaktadır. ABD ve işbirlikçisi sermaye kanadı, yığınları kullanarak politik iktidara darbe yapmakta, kendi iktidarını kurumlaştırmaktadır.
Diğer yandan halk hareketini ilerleten, sermayenin saldırılarına karşı emekçilerin mevzi kazanmasını sağlayan, neoliberal hükümetleri deviren 2001 Arjantin, 2003 Ekim Bolivya, 2000 ve 2005 Ekvador gibi ayaklanmaları ise tabii ki ABD tarafından “devrim” olarak nitelenmemektedir. Ukrayna’da, Sırbistan’da vb. hükümetler devrildiğinde “devrim”, Arjantin’de, Ekvador’da hükümetler devrildiğinde “kaygı verici gelişme” olarak adlandırılmaktadır. Gerçekte sadece hükümetleri devirmekle yetinen bu ayaklanmalar tabii ki birer devrim değildir, ama kadife darbelere kıyasla daha belirgin toplumsal kazanım ve ilerlemeleri ifade ederler. Gerçek bir halk devriminin üzerinde cereyan edeceği politik zemini hazırlayıcı rol oynamışlardır. Ancak ABD ve onun güdümündeki basın tarafından birer tehdit olarak görülmüşlerdir.
Sivil darbe örgütlenmesi, Venezüella’da da ABD’ci “muhalefet” üzerinden yapılmaya çalışılmış, ancak örgütlü halk gerçeğine çarparak bozguna uğramıştır. “Kadife” darbelerin yaşandığı ülkelerin belirgin bir özelliği de emekçi halk yığınlarının, kendi bağımsız talep ve çıkarları etrafında örgütlenememiş olmasıdır. Bu örgütsüz yığın, burjuva muhalefet odaklarından birisi etrafında sokağa dökülmekte ve Amerikan çıkarları için “değişimim aracı haline getirilmektedir.
Öyleyse gerçek bir halk devrimi ile ABD güdümlü sivil darbeler, taban tabana zıt iki olgudur.
ABD’nin himayeci sömürgecilik programı, sadece açık askeri işgalin söz konusu olduğu Afganistan, Irak, Haiti, Bosna-Hersek, Kosova gibi ülkelerde değil, sivil darbelerin söz konusu olduğu ülkelerde de yürürlüktedir. Gerçi, Irak’ta da ABD, askeri harekattan önce sivil bir darbe seçeneğine uzun zaman oynadı. Hatta denilebilir ki, 1991 Körfez Savaşından sonraki hesabı, Saddam’ın sivil bir darbeyle devrilmesiydi. Ancak 10 yılı aşkın ablukaya rağmen içte bu amacına uygun bir taban yaratamadı. ABD, sivil darbelerle iktidarı kendine bağladığı ülkelerde ekonomiyi üst kurullarla IMF’nin dolaysız yönetimine sokuyor. Devlet aygıtını ve kurumlarını kendi çıkarları için yeniden düzenliyor. Petrol ve başkaca doğal kaynaklarını kendi şirketlerinin yağmasına sunuyor. ABD ‘demokrasisi’ himayeci sömürgeciliğin diğer adı oluyor.
Bu emperyalist programın yön verdiği sivil darbelerin dikkat çeken yanlarından biri, eski Sovyet Bloku ülkelerinde kolayca gerçekleştirilmesidir. Bu durum, iki faktörle açıklanabilir: Birincisi; çözülen bloktan ayrılan ülkelerin devlet yapıları bakımından henüz oluşumunun ilk evresinde olması, güçlü kapitalist devlet bürokrasisi ve burjuvazinin bu tip dış müdahalelere karşı koyacak yetkinliğe erişememiş olmasıdır.
Klasik kapitalist devletlerde görünenin aksine, bu ülkelerde dış müdahaleler karşısında ordu ve bürokrasi adeta sessiz kalmıştır. (Ya da ordu ve bürokrasi ABD tarafından ayartılmıştır!) Görece daha köklü kapitalist devlet gelenekleri olan ülkelerde -Suriye, İran gibi ABD sivil darbelerinin nasıl bir şiddetle karşılandığı düşünüldüğünde söz konusu ‘devrim’lerin yaşandığı ülkelerin devlet yapısı daha iyi anlaşılacaktır. Eski iktidar aygıtının dağıtıldığı, ancak yeni bir iktidar aygıtının henüz yeni yeni kurumlaşmakta, olgunlaşmakta olduğu eski SSCB ülkeleri, bu sivil darbeleri engelleyecek yetenek ve uluslararası destekten yoksundur.
İkinci faktör; bölge halklarının ekonomik, politik koşullarıdır. Sonsuz fırsatlar hayaliyle eski revizyonist yönetimleri deviren halk, yoksulluk ve politik baskılar nedeniyle bunalmıştır. Kapitalizmin fırsatlarından yalnızca küçük bir azınlık ve onların temsilcisi olan yönetimler faydalanmıştır. Ülkenin yeni burjuvalarının varolan zenginlikleri açgözlülükle iç etmesi, halkın yönetimlere karşı büyük öfke biriktirmelerine neden olmuştur. ABD emperyalistleri, bu toplumsal/siyasal koşullarda sivil darbeleri yapabilmenin olanaklarını hazır bulabilmişlerdir.
Ancak diğer yandan, bu coğrafyada 1989/90 gerici olaylarından 15 yıl sonra ortaya çıkan tablo, kapitalizmin emekçi insanlığın hiçbir temel sorununa çare bulamayacağını belirgin biçimde ortaya koymaktadır. Doğu Avrupa ve eski SSCB halklarını “demokrasi”, “refah”, “bolluk”, “tüketim olanakları” gibi kavramların yalancı büyüsüyle cezbeden emperyalizm, bu halklara gerçekte yoksulluk, açlık, işsizlik, mafyatik-despotik iktidarlar ve politik özgürlüklerin gaspından başka bir şey vermemiştir. “Komünist dünya”ya karşı “hür dünya” sloganıyla kendi gerici varlığını yığınların bilincinde meşrulaştıran emperyalizmin gerçekte yalnızca sömürü “hürriyeti”ni getirebileceği tartışmasız biçimde ortaya çıkmıştır.
1989-90 olayları bugünkü kadife darbelerin önceli sayılabilir. O gün de yığınların revizyonist yönetimlerden hoşnutsuzlukları Batı emperyalizminin müdahalesi ve yönlendirmesiyle karşıdevrimci bir yığın hareketine dönüştürülmüştü. Bu coğrafyada ortaya çıkan yeni devletlerde Amerikancı değişimler de bu yöntemin daha yetkin ve örgütlü tarzda uygulanmasıyla sağlanmaktadır. Soros’un STÖ’lere fon akıtarak çeşitli ülkelere müdahale etme siyasetinin 1980’lerde Macaristan Halk Cumhuriyeti’nin kültür hayatına müdahale ile başladığını anımsamakta fayda var.
Tüm bu uygun toplumsal, siyasal koşullarda ABD, emperyalist programını, eski Sovyet halklarını yoğun bir manipülasyon ve dezenformasyona tabi tutarak uygulamıştır. Baştakiler diktatör, yeni seçilecek olanlar ‘demokrat’tır. Kitleler bu diktatörlerden kurtulup ‘demokrasi’ ve ‘refaha’ ulaşacaklardır. Yapılanlar, ABD’nin bölge çıkarlarına hizmet değil, ‘devrim’dir. Soros, asalak bir spekülatör değil, Bakunin gibi bir ‘devrimcidir’ vb... (13 Mayıs 2005 tarihli Milliyet gazetesinde Can Dündar’ın yorumu, “Bazıları Soros’u Bakunin’e Benzetti”)
Başta vurguladığımız gibi, ABD emperyalizminin bölgede egemenlik çabaları, gücünü aynı zamanda ezilenlerin sınırlı ve parçalı direnişinden, öncülerinden yoksun oluşundan alıyor. Tüm gücüne rağmen, bölgemizdeki emperyalist işgal, elbette planlandığı kadar sorunsuz ilerlemeyecektir. Kaldı ki gerçek yaşam, laboratuvarlarda hazırlanan emperyalist programları boşa çıkaracak kadar canlıdır. Irak halkının direnişi, ABD’li haydutların planlarını şimdiden bozmuştur. Eski Sovyet halkları da, çok geçmeden sivil darbelerin ipliğini pazara çıkaracaktır. Emperyalizmin yalan ve manipülasyon yoluyla zehirlediği yığın bilincinin, gerçeklerin sarsıcı etkisiyle yığınların kendine ait bir iradeyi geliştirmeye yönelmesi kaçınılmazdır.