Yeni Emperyal Irkçılık

Dünyanın 21. yüzyıl tarihi, emperyalist barbarlık ve paylaşım savaşlarıyla yazılıyor. Yeni bir emperyalist paylaşım savaşı döneminde, emperyalizmin pandora kutusundaki tüm kötülükler bir bir yeryüzüne saçılıyor. Savaş, işgal, soykırım, göç, ırkçılık, faşizm emperyalist barbarlığın özsel ve başat pratikleri oluyor.

Dünya insanlığı bir kez daha korkunç ve telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi bir yıkımı yaşıyor. Kapitalizm insanlığa sömürü, baskı ve insan soyunu yok etmekten başka bir şey vermiyor. Emperyalizm insanlığı barbarlık içinde yok oluşa sürüklüyor. Ülkeler işgal ediliyor, uluslar ve halklar köleleştiriliyor.

Emperyalist kapitalist sistemin krizine umar olması için dünyanın efendileri, dünyayı yeniden yaratmaya, dizayn etmeye çalışıyor. Yeni tipte sömürgecilik dalgasını yaşadığımız günümüzde, emperyalist barbarlık dizginlerinden boşanmış bir biçimde dünyanın ezilenlerine saldırıyor. Sömürgeci eşkıyalık dünyada kol geziyor. Emperyalizmin dünya ezilenlerine karşı giriştiği bu “haçlı seferi”nde, Emperyal Irkçılık bir kez daha aktüel ve vitrüel planda varlığını güçlüce duyuruyor. Tarih ve insanlık dünyası, Emperyal Irkçılığın yeni bir biçimine ve saldırı dalgasına tanıklık ediyor.

Yeni Emperyal Irkçılık, ABD emperyalizminin küresel imparatorluğu stratejisinde başat bir araç ve pratik haline geliyor. ABD küresel imparatorluğu kurma stratejisinde tarihin tüm karanlık çağlarının kıyıcı ve lanetli araçlarına müracaat ediyor. Bin yılların tarihsel gericiliklerine, en gaddar ve tiranca hükmetme araçlarına başvuruyor. Ortaçağ karanlığının gericiliğini yardıma çağırıyor. İşkenceden dinsel gericiliğe değin pek çok kurum ve aracı emperyal emelleri için devreye sokuyor. Ortaçağ karanlığıyla emperyalist karanlığı ve gericiliği sentezleyerek kullanıyor. Bir kez daha Emperyal Irkçılığa, soykırıma ve faşizme sarılıyor.

Günümüzde ‘yeni tipte ırkçılık’, pratik-politik alanda önemli bir ideo-politik mücadele konusu olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazı, (Yeni) Emperyal Irkçılığın teorik-pratik fotoğrafını çekmek ve göstermek istiyor. Yeni Emperyal Irkçılık olgusunu çözümleme ve teorileştirme çalışmasının temel tezlerinin bir özetini sunmayı amaçlıyor. Konuyu daha kapsamlı teorik araştırma çalışmalarının menziline çekmeye çalışıyor. Yazı, yeni tipte ırkçılığı, Emperyal Irkçılık kavramı ve bağlamı üzerinden tartışıyor; olguyu tarif etmeye çalışıyor ve devrimci bir içerikle kavramı yeniden anlamlandırmayı amaçlıyor. Ve elbette ki, Emperyal Irkçılık kavramını siyasal teorinin ve siyasal mücadelenin konusu haline getirmek, dikkat çekmek istiyor.

Emperyal ırkçılık nedir?

Emperyal Irkçılık, duyulmamış ve ilk kez kullanıma girecek olan bir kavram değildir. Dünya’da ve bilhassa batı toplumlarının siyasi ve akademik çevrelerinin yakın tarih literatüründe nadiren de olsa kullanıla gelen bir kavramdır. Çoğunlukla kolonyalist söylem ve pratikleri eleştirmede bir niteleme/sıfat ve teorik çalışmalarda (kültür teorisi) yine aynı anlamda dekoratif bir kavram olarak kullanılmaktadır. İdeo-kültürel vurgulu ve ‘kültürel ırkçılık’ (kültür emperyalizmi) anlamında yaygın bir kullanıma da rastlıyoruz. Batı merkezci kültürel ırkçılık söylemlerinin eleştirilmesinde bir element/sıfat olarak da kullanıldığını biliyoruz. Keza olgusal içeriğine ve özüne en uygun şekliyle sömürgeci ırkçılık veya emperyalist ırkçılıkla eşanlamlı ve onu ikame eden bir kullanımı da mevcuttur.

Kavramın tüm bu anılan kullanım biçimi ve anlamlarında Emperyal Irkçılık, ‘eşya’nın adı değildir ve karşılık geldiği olguyu “tam” olarak ifade etmemektedir. Bunda, kavramın reformcu (burjuva) teoriysen ve akademisyenler tarafından kullanılmasının ve buna karşın Emperyal Irkçılığın devrimci bir açıklama ve teorileştirmeden yoksun oluşunun belirleyici payı vardır. Bu nedenle, Emperyal Irkçılığın halihazırdaki tüm kullanım biçimleri devrimci bir içerikten ve teorik arka plandan yoksundur. Akademik, siyasal-kültürel metinlerde neredeyse bir süs ve retorik olarak kalması bunun içindir. Ayrıca Emperyal Irkçılığın anavatanı olan batıda devrimci bir anlamdan yoksun kullanımı manidardır. Kültürel arka planının görünür-görünmez bilinç biçimleriyle sakatlanmış olduğu ve batı merkezci düşünce biçimlerinin tahakkümüyle kuşatılmış batılı teoriysen ve düşünürlerden Emperyal Irkçılığın devrimci bir anlam üretimi beklemek, Godot’yu beklemekten farksızdır.

Emperyal Irkçılık kavramının bu devrimci anlam yoksunluğu, emperyalizm kavramının Lenin tarafından devrimci formuna ve anlamına kavuşturulmasından önceki durumuna benzemektedir. Bilindiği gibi, emperyalizm, kavramlaştırması ve ilk kullanımı Lenin’e ait değildir. Lenin, başta İngiliz Reformcusu teoriysen A. J. Hobson olmak üzere pek çok yazar ve düşünürün kullanageldiği emperyalizm kavramını alarak, tarihsel gelişimin diyalektik mantığına uygun bir devrimci teori haline getirmiş, sınıf savaşımının güçlü teorik silahı kılmıştır. Dolayısıyla Emperyal Irkçılık kavramını teorik arka plana devrimci içeriğine/anlamına kavuşturmak, olguyu adıyla çağırmak ve sınıf savaşımı cephesine yeni bir kavram olarak sürmek gerekmektedir.

Kuşkusuz, Emperyal Irkçılık, sömürgeci ırkçılık ya da eşanlamıyla emperyalist ırkçılık anlamı taşır. Sömürgeci bir edimi ve ilişkiyi anlatır. Özsel olan anlamı da budur. Zira sömürgecilik ve emperyalizm, emperyal ırkçılık olgusuna içkindir. Emperyal Irkçılık, yukarıda vurgulanan belirtik anlamlarının tümünü içermekle birlikte, olgusal olarak daha fazlasını ifade eder. Bu yüzden de bir teorik kavram ve sorun olarak ele alınmayı, sistemleştirilmiş bir teorik fikriyat olmayı hak eder.

Sömürgecilik, yayılmacı –emperyal bir egemenlik pratiğidir. Doğası gereği sömürgecilik, ırkçı ve soykırımcı unsurları bünyesinde taşır ve bu unsurlarını kendini gerçekleştirmede kullanır. Sömürgeci ırkçılığın özü, kolonyalist devletin başka ulus ve halkların köleleştirilmesine dayanır. Başka ulus ve halkların ekonomik ve siyasi bakımdan ilhak etmek ve sömürgeci boyunduruk altına almak, ancak savaş ve işgalle gerçekleşebilir. İşte Emperyal Irkçılık, tam da bu sömürgeleştirme ve köleleştirme pratiğinin araçsallaşan siyasal ideolojiyi anlatır.

Ancak buradan tüm sömürgeci güçlerin Emperyal Irkçılığı bir araç ve siyasal ideoloji haline getirdikleri, bunu gönüllerince kullanabildikleri söylenemez. Emperyal Irkçılık, her sömürgeci devletin harcı değildir. Emperyalizm çağında her isteyen devlet, gönlünce sömürgeleştirme pratiğine girişemez ve bir hegemonya düzeninin de aracı olan Emperyal Irkçılığı tesis edip kullanamaz. Zira emperyalist düzende sömürgecilik, dünyanın büyük emperyalist devletlerinin tekelindedir. Emperyalizm, tekeller tarafından paylaşılmış pazarlar, topraklar, zenginlikler, sömürgeci egemenlikler düzenidir. Bu düzen sadece ve yalnızca düzenin egemeni güçlerce veya onların küçük ve bağımla devletlerin kimi sömürgeliklerine göz yummasıyla “bozulabilir.”

Emperyal Irkçılık, büyük emperyal güçlerin küresel hegemonya ve paylaşım savaşlarıyla gündeme gelir ve siyasal varlık/görünüm kazanır. Aynı zamanda bir makro ırkçılık türünü ifade eder. Büyük kolonyalist/emperyalist devletlerin ırkçılığı ve savaş ideolojisini anlatır. Emperyalist güçlere has bir ideo-kültürel ve politik enstrümandır.

Emperyal ırkçılığın karakteristikleri

Her şeyden önce Emperyal Irkçılık, bir siyasal ideoloji formudur ve emperyalist devletlerin alamet-i farikasıdır. Emperyalist/kapitalist düzenin sahibi egemen sınıflarının sömürgeci-yayılmacı ekonomik, siyasi, askeri çıkarlarının bir ifadesidir. Sömürgeciliğin ekonomi-politiği, Emperyal Irkçılığın da arka planındaki ekonomi-politiğidir. Emperyal sömürgeleştirme saldırısının ideolojik pratiği olan Emperyal Irkçılık, kapitalist sömürgeciliğin başından bu yana büyük sömürgeci güçlerin karakteristik özelliğidir. Kapitalist sömürgeleştirmenin ve egemenliğin köşe taşlarından biridir.

Emperyal Irkçılık, asıl olarak büyük/dünyasal paylaşım savaşlarının bir olgusu olarak kurumsal görünüm kazanır. Kapitalist sömürgecilik dönemlerinin ürünü ve sonucu, işgal ve savaşın yol arkadaşıdır. Sömürgeci paylaşım savaşlarının işgal, soykırım ve köleleştirmenin ideolojik pratiği ve tamamlayıcı unsurudur. Paylaşım savaşları dönemlerinde aktifleşen/harekete geçen Emperyal Irkçılık yanardağı, “normal zamanlarda” emperyal hegemonyanın ideo-kültürel aracı rolünü oynar. Kültür emperyalizmi veya kültürel ırkçılık işleviyle faaldir. Yabancı düşmanlığı ve soy ırkçılık türlerini kültürel bakımından besler/emzirir. Bölgesel paylaşım savaşları veya lokal egemenlik alanları üzerindeki hegemonya savaşlarında, esnek bir müdahalecilik işleviyle devreye girer. Bölgesel paylaşım savaşlarında müdahalede kimi zaman “insani yardım”, “soykırımı, katliamları durdurma” söylemleriyle emperyal saldırı pratiğini davet eder; kimi zaman perde arkasında konumlanarak yerel milliyetçilikleri-ırkçılıkları kışkırtır ve ulusal boğazlaşmaları körükler. Kışkırttığı ulusal boğazlaşmalar ve “mikro milliyetçilik”lere, ırkçılıklara karşı emperyal müdahaleyi imdada çağırır.

Yayılmacı ve makro bir ideolojiyi temsil eden Emperyal Irkçılık, sömürgeciliğin kendi pratiğini meşrulaştırmasında bir demagojik söylemler külliyatı üretir ve bu demagojik külliyatı sömürgeci şiddetin emrine sunar. Tam da bu noktada Emperyal Irkçılık vites yükseltir. Genel bir kültürel ırkçılık söylemi olmaktan çıkar ve şiddet içerilmiş ideolojiye terfi eder. Sömürgecilik, kendi eylemini haklılaştırmak ve meşrulaştırmak için ideolojik şiddeti örgütler, kurumlaştırır. Söze içkin şiddete fütursuzca başvurur. Kavramların içeriğini boşaltır, çarpıtır. Yalan, demagoji, maniplasyon ve her türlü enformatik dezenformasyon; Emperyal Irkçılıkta kurumlaşan sömürgeci şiddet ideolojisinin birer unsuru olarak kullanıma girer. Böylece tek bir (veya birkaç) yalana dayanarak bile bir ülke işgal edilebilir. Irak işgali, güncel ve göz çıkaran bir örnektir. Hitler’in Polonya’yı işgal etmek için başvurduğu provokasyon ve yalan, tarihsel örnek olarak hatırlanmaya değerdir.

Emperyal Irkçılık, emperyal saldırının önünü açan keşif kolu gibidir. Her koşulda emperyal saldırı hakkını veya bu hakkın gerekçelerini ve kullanımını üretir. İdeo-kültürel ve politik bakımdan sürekli demagojik söylem, emperyal müdahale hakkı ve gerekçeleri ve yalan üreterek emperyalist şiddet ve egemenliği besler, ayakta tutmaya çalışır. Uluslararası ilişkilere yön kazandırmayı amaçlar ve bunu gücü oranında yapar. Özetle Emperyal Irkçılık, sömürgeciliğin ve yeniden sömürgeleştirmenin temel bir kurumudur. Emperyal sistemin üzerinde yükseldiği ana sütunlarından biridir.

Emperyal Irkçılık, bir imparatorluk(lar) ideolojisidir. Büyük emperyalist devletlerin dünya imparatorluğu veya egemenlik büyütme amacının siyasal-ideolojik aracıdır. İster kapitalist sömürgeciliğin ilk döneminin tarihsel perspektifinden bakalım; isterse emperyalizm çağındaki sömürgecilik dalgalan ve dünya paylaşım savaşları pratiğinin sonuçlarından bakalım, emperyal ırkçılık, büyük sömürgeci güçlerin, büyük imparatorlukların bir edimi olarak karşımıza çıkar. Belki de emperyal ırkçılığın en spesifik karakteri, onun bir imparatorluk ideolojisi olmasıdır. Emperyal ırkçılık olgusu başlı başına bir ideoloji olarak da ele alınabilir, çözümlenebilir.

Sömürge imparatorluğu düzeneği çok faktörlü ve karmaşık bir sistemdir. Farklı bir egemenlik düzenidir. İmparatorluk düzeni, birbirinden farklı ekonomik, siyasi, ulusal-kültürel vs. sömürge ünitelerini tek ve ortak bir egemenlik ve sömürü düzeneğinde birleştirir. İmparatorluk sistemi hiyerarşiler ve ayrımlar üzerine kuruludur. İmparatorluğun hegemon devleti, çok faktörlü ve farklı sömürge sistemini yönetmek için makro ve esnek bir ideolojiye ihtiyaç duyar. Emperyal Irkçılık, burada hegemon devletin inşa ettiği esnek ve kapsayıcı makro ideolojik form olarak işlev görür. Emperyal Irkçılık, ‘evrensellik iddialıdır ve bu yüzden, dünya üzerinde dolaşan, mekanı dünya olan bir ideolojidir. Emperyal Irkçılık, iki dillidir. İmparatorluğun içine/ana kitlesine seslenişiyle, dışarıya/dünyaya seslenişi farklıdır ama birbirini tamamlar.

Emperyal Irkçılık, sömürgeci boyunduruk altındakilere imparatorluk adına yeni ortak değerler ve kimlikler sunar. Kendi değerlerini kabul ettirir, yerleşikleşmesini sağlar. İmparatorluğun ideolojisi hem asimilasyonist, hem de ayrımcı ve dışlayıcıdır. Bu zıtlığın bir arada kullanılması, emperyal ırkçılığın elastikiyetini gösterir. Emperyal ırkçılık, ayrımcılığı ve asimilasyonu birlikte kullanır. Tüm ırkçı ideolojilerin handikapı ve gerilim noktası olan bu noktada, emperyal ırkçılık esnek ve kapsayıcı müdahalelerle kendini var eder.

İmparatorluğun ideolojisi hegemon devletin imal ettiği “ortak değerler sistemi” üzerinde ayakta durur. İmparatorluğu, hegemon gücü sözde “ortak değerler sistemi” etrafında asimilasyonist ve ayrımcı politikaları uygular. Emperyal Irkçılık, imparatorluğun içine hitapta hegemon devletin “uygarlıksal üstünlüğü” vaaz edilir ve sömürgeleştirilen, “uygarlıksal üstünlüğe” ve ortak değerlere, asimilasyona çağrılır. Fakat öte yandan emperyal ırkçılık tarafından sömürgeleştirilenlere asla tam olarak egemen gibi olmayacağı gerçeği hatırlatılarak, dışlayıcı ve ayrımcı pratikle efendi-köle ilişkisi korunur ve “kölesin sen köle kal” denilir, haddi bildirilir. İmparatorluğun normal hallerinde ve zamanlarında “çok kültürlülük”, “kültürel zenginlik” vurguları[1] emperyal hegemonya ve paylaşım savaşları dönemlerinde ters uca konar. Çubuk hegemon devletin ve imparatorluğun kurucu ve sürükleyici kimliğine doğru bükülür. İmparatorluğun birlik ve bütünlüğünden daha çok dem vurulur.

Emperyal Irkçılık, soykırımcı bir ideolojidir. Soykırım, katliam ve her türden köleleştirici şiddet, Emperyal Irkçılığın özsel karakterini oluşturan elementlerdir. Soykırım pratiği, emperyal ırkçılığın kaçınılmaz sonuçlarından biridir. Çünkü emperyal ırkçılık, kıyıcı ve yıkıcı bir zorbalık ideolojisidir. Bu özelliğinin arka planında burjuvazinin, tekellerin büyük sömürgeci çıkarları ve mutlak egemenlik arzuları durur. Emperyal ırkçılık, tüm sömürgeleştirme saldırılarında savaşı ve işgali, sömürgeleştirmede kullanılacak tüm vahşi araçları ve kuralları (kuralsızlıkları) meşrulaştırır, haklılaştırır. Ekonomik ve siyasi ilhakın gerçekleşmesi ve güvenceye alınması için zorla göçertme, kamplarda toplama (temerküz), katliam ve soykırımlara başvurulmasına onay verir. Soykırımlara, katliamlara tüm emperyal saldırı pratiklerine gerekçeler üretir.

Emperyalizm çağında emperyal ırkçılık, faşist ideolojinin bir kurumudur. 1. ve 2. paylaşım savaşlarında ve Nazi (ve faşist troykanın diğerleri İtalya, Japonya) pratiğinde de kanıtlandığı gibi, emperyal ırkçılık faşist sistemin ve ideolojisinin bir uzvudur. Emperyal ırkçılık kaynağını ve kimliğini her durumda, sömürgeci emperyal devletin o günkü yapısından alır. Tarih ve teori, dünya imparatorluğuna girişen her emperyal devletin nitelik değiştirdiğini ve faşistleştiğini göstermektedir. Başka bir deyişle, dünya imparatorluğu ancak faşist bir pratikle kurulabilir. Günümüzde ABD’nin pratiğinde kendini var kılan Yeni Emperyal Irkçılık da faşist bir ideolojidir ve ABD’nin siyasal yapısının negatif bir fotoğrafını gösterir.

Emperyal Irkçılık, misyoner bir ideolojidir. Misyonerlik, emperyal ırkçılığın değişmez, spesifik ve tamamlayıcı karakteristiğidir. “Uygarlık”, “özgürlük”, “insan hakları”, “demokrasi” götürme vb. değerleri taşıma misyonuyla ortaya çıkar. Emperyal ırkçılık kendini uygarlığın, insanlık değerlerinin, vb. en ileri ve eşi bulunmaz üstünlüğün temsilcisi olarak sunar. Dünyayı uygar-uygar olmayan demokratik-demokratik olmayan, özgürlükçü olan-olmayan vb. kategorilere ayırır ve emperyal saldırganlığının gerekçelerini imal eder. Emperyal ırkçılık, iyi-kötü ayrımı ve ikiliği üzerine işleyen bir ideolojik aygıttır. Kendini her zaman iyinin temsilcisi ve taşıyıcısı olarak sunarken, sömürgeleştirilecek olanı kötü ve düşman ilan eder. Esasında tüm ırkçılıkların mantığı bu iyi-kötü/düşman basit ikiliği üzerinden işler.

Sömürgeleştirmek istediği alanlara sözümona medeniyet, özgürlük, demokrasi, insan hakları vs. götürmeyi kendine misyon görür. Emperyal bir saldırıyı başlatmak için, emperyal ırkçılığın sadece “medeniyet”; “özgürlük”, “demokrasi” vs. iyi hasletlerden yoksun olanlara bu değerleri götürme “iyi niyeti” yetmez. Aynı zamanda ve öncelikle bir düşmanın, kötünün, şeytanın, diktatörün vs. de yaratılması ve hedef haline getirilmesi gerekir. Sömürgeleştirme pratiği öncesinde emperyal ırkçılık, ilkin bir düşman yaratır. Onu en korkunç ve kötü özelliklerle donatır. Bir iblis imgesi haline getirir ve bu iblisin bir an önce yok edilmesi için emperyal savaş tanrısını ve işgali göreve çağırır. İşgal ve savaşta sömürgeleştirme aşamasında ise savaş ideolojisi olarak devreye girer. Tam bir savaş borazanı söylemi halini alır. Ölüm fermanları yayınlar. Emperyalist vahşeti ‘olağan’ seyirlik bir oyun biçiminde sunar ve izleyenlere kanıksatır.

Böylece “iyinin kötüye karşı savaşı” diye dünyaya sunduğu sömürgeleştirmeyi meşrulaştırmış olur. Öte yandan emperyal ırkçılık, temsilcisi olduğu hegemon devletin din, kültür, değerler, yaşam tarzı ve bir bütün olarak uygarlığını, kapitalist ekonominin kuramlarıyla birlikte ve amaçladığı biçimiyle sömürgeye yerleştirir. Ama önce sömürgeleştirilecek olanın kimliğini ve uygarlığını yok etmekle işe başlar. Uygarlık-kültür, sömürgecilerin ilk hedefidir. Zira uygarlık, tarih, kültür; bir halkın kendini ideolojik olarak üretmesinin ve emperyal ırkçılığa karşı direnişi örgütleyebilmesinin ana kaynağıdır/olmazsa olmaz koşuludur.

Himayeci sömürgeciliğin ikiz kardeşi yeni emperyal ırkçılık

Günümüzde emperyal ırkçılığın yeni bir formuyla yüz yüzeyiz. Yeni Emperyal Irkçılık, kapitalist sömürgeciliğin üçüncü döneminin ürünü olarak emperyalizmin döl yatağında yeni nevzuhur etmektedir. Emperyalist küreselleşme döneminde kapitalist sömürgecilik, yeni tipte sömürgecilik ve dünya sistemi tesis etmektedir. Kolonyalizmin bu üçüncü dönemi, himayeci sömürgecilik ana formuyla karşımıza çıkmaktadır. Yeni sömürgecilik modeli, yerini himayeci sömürgecilik düzeneğine terk etmektedir.

Tanığı olduğumuz gibi himayece sömürgecilik sistemi iki yoldan kurulmaktadır. Birinci yol; emperyalist işgal ve zorbalıkla karakterize olmaktadır. Klasik ve yeni sömürgeciliğin edinilmiş araçları ve politikalarıyla ülkeler yeniden sömürgeleştirilmektedir. Ekonomik Pazar ve onun ayrılmaz parçası ulus-devlet, emperyalist düzenin yeni ihtiyaçları ve yeni uluslararası kapitalist işbölümü temelinde yeni baştan şekillendirilmektedir. Askeri işgal ve ilhak yoluyla himayeci sömürgeciliğin kurulması katliam, soykırım, göçertme vb. emperyal barbarlık yöntemlerinin tümü kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Himayeci sömürgeciliğin bu tip inşa biçimine emperyal karşı devrimci/radikal yol demek mümkündür. Yugoslavya’nın küresel emperyalist güçlerce parçalanarak himayeci sömürgecilik içine dahil edilmesi, Afganistan ve Irak işgalleri emperyal karşı devrimci/radikal yolun örnekleridir. Askeri işgal/fetih yoluyla sömürgeleştirme, klasik sömürgeciliğe dönüşü çağrıştırsa da, daha ileri ve yeni bir durumdur.

Himayeci sömürgeciliğin inşa edilişinin ikinci yolu ise; reformcu ya da dönüşüme uğratma olarak adlandırabileceğimiz bir biçimi temsil etmektedir. ikinci yol, emperyal gücün hedef aldığı ülkede işbirlikçi sınıf kliklerine dayanarak sivil darbeler, orduları satın almalar, tezgahlanmış seçimler ve STK’lar marifetiyle siyasi yönetimin ele geçirilmesi; ulus-devletlerin ekonomik ve siyasi yapısının emperyal gücün ve düzenin ihtiyaçları temelinde yeniden düzenlenmesini içermektedir. ABD’nin sivil darbeler yoluyla Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan yönetimlerini ele geçirmesi, ikinci yolun canlı örnekleridir.

Himayeci sömürgecilikle Yeni Emperyal Irkçılık, bir bütünün ayrılmaz parçaları ve aynı olgunun iki değişik yüzüdür. Emperyalist kapitalist düzenin rahminden doğan ikiz kardeşlerdir. Himayeci sömürgecilik düzeni, sistemin iki inşa biçimine Yeni Emperyal Irkçılık ideolojisi eşlik etmektedir. Himayeci sömürgecilik, aynı zamanda yeni bir sömürge imparatorluğu ve emperyalist paylaşım savaşları dönemini anlatmaktadır. Yeni Emperyal Irkçılık, en başta emperyalist paylaşım savaşlarının ve özel olarak dünya imparatorluğu pratiğine koyulan hegemon devletin siyasal ideolojisi olarak varlık ve anlam kazanmaktadır. Himayeci sömürgecilik sisteminin her iki inşa biçiminde de Yeni Emperyal Irkçılık faal ve işlevli bir enstrüman olmaktadır. Birinci yol için tam bir savaş ideolojisi rolü oynarken; ikinci yol için daha soft olmakta, demokrat, müşfik, şirin ve özgürlükçü pozlara bürünmektedir. Yeni Emperyal Irkçılık, emperyal güçlerin günümüzdeki sömürgeci pratiklerini işgal, savaş, katliam ve soykırım gibi suçlarını meşrulaştırmaktadır. Geleneksel rolünü en gaddar ve kıyıcı bir biçimde oynamaktadır. Özgürlük götürme, medeniyetleştirme, demokratikleştirme, insan hakları demagojileriyle kapitalist kolonyalizm haklılaştırılmakta ve savunulmaktadır. Keza himayeci sömürgeciliğin inşa edilişinin ikinci yolu için de benzer bir meşrulaştırma argümanları üretilmektedir. ABD’ci sivil darbeler emperyal demokrasinin zaferi, özgürleşme vs. olarak sunulmaktadır. Sivil darbelerle yönetimlerin ele geçirilmesi kansız devrimler, gül devrimi, karanfil devrimi, turuncu devrim, çiçek devrimleri vb. gibi emperyal romantizm güzellemeleriyle karşı devrimci müdahale ve egemenliğin el değişimi alkışlanıp kutsanmaktadır. Devrim, özgürlük, demokrasi kavramlarının içerikleri boşaltılmakta, çarpıtılmakta ve salt bir demagojik/boş bir söylem haline getirilmektedir. Yeni Emperyal Irkçılık, himayeci sömürgeciliğin inşa eyleminin biçimine göre bir dil ve söylem geliştirmektedir. Emperyal ırkçılığın iki dilliliği devreye girmektedir ve her halükarda emperyal müdahaleyi kabul edilebilir hale getirmeye, meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

ABD'nin yeni emperyal ırkçılığı

Günümüzde emperyal ırkçılığın üçüncü dönemi yaşanmaktadır. Yeni Emperyal Irkçılığın bayrağını ise ABD’deki ırkçı-faşist yönelim taşımaktadır. Dünyanın süper hegemonu ABD, yeni tipte sömürgeciliği inşa etmektedir ve buradan dünya imparatorluğu amacına varmak istemektedir. Tüm büyük imparatorlukların/emperyalist devletlerin rüyası olan “Bin yıllık Roma”, bir başka anlatımla, dünyanın tek egemeni/efendisi olma tutkusu ABD emperyalizminin “neocon” ırkçı-faşist kliği eliyle yürüttüğü siyasal stratejisi haline gelmiştir. ABD, dünya imparatorluğuna varmak için dünyanın yeniden paylaşımını başlatmış ve tüm gücü ve hızıyla sürdürmektedir.

Aslında bu imparatorluk sergüzeşti ve öyküsü, 20. yüzyılın son döneminde, kısa yirminci yüzyılın bitişini imleyen ‘91 dönemeciyle başlamaktadır. ‘89-’91 dönemeci sadece SSCB ve Doğu Bloku’nun değil, eski dünya düzeninin de sonunu ilan etmiştir. Eski dünya düzeninin emperyalist cepheden bir numaralı süper gücü ABD, kapitalist/emperyalist kampın önderi olması hasebiyle ve mesuliyetiyle yıkılan dünya düzeninin yerine duraksamaksızın Yeni Dünya Düzenini ilan etti. 1. Körfez Savaşı, Yeni Dünya Düzeninin ve yeni sömürge imparatorluğu düzeninin başladığını duyuruyordu.

YDD, ABD emperyalizmini dünyanın merkezine yerleştiriyor ve yeni bir dünya düzeni ABD’nin dünya imparatorluğu imgesinde tasavvur ediyordu. ABD’ci yeni dünya düzeni demek, aynı zamanda yeni bir paylaşım dönemi ve yeni bir sömürgecilik düzeneği demekti.

ABD imparatorluğu fikrinin teorik arka planını güncelleyerek oluşturan temel tezler, 1992’den başlayarak hızla üretilip şekillendirildi. 1997’deki Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi Oğul Bush Doktrini, kurgusal-teorik imparatorluk vizyonunu pratik bir gerçeklik ve uygulanabilir bir projeksiyon haline getirdi.

Bugün ABD emperyalizmi küresel imparatorluk amacına adım adım varmak istemektedir ve ilerlemektedir. Sömürgeci işgal ve sivil darbelerle ülkeleri ve yönetimleri ele geçirerek himayeci sömürgeci bir sistem kurmakta, imparatorluğun yapı taşlarını döşemektedir. Yeni Emperyal Irkçılık tam da burada, ABD’nin dünya imparatorluğu pratiğinde billurlaşmaktadır. ABD imparatorluğunun reel ve müstakbel siyasal/ideolojik kimliği olarak karakterize olmaktadır.

ABD’nin Yeni Emperyal Irkçılık ideolojisinin teorik arka planı, 1993’te Harwardlı profesör Samuel Huntington tarafından Medeniyetler Çatışması teorisiyle konsepleştirildi. ABD’nin emperyal ırkçılığı, medeniyetler çatışması ve neocon faşist ideologların (koşut tezleri) yeni siyasal ve ideolojik argümanlarıyla güncellendi ve yeni formuna kavuştu. Bu aynı zamanda ABD’nin dünya hegemonyası işlevinde ve konumunda yeni ve daha üst duruma geçişe denk gelen; dolayısıyla emperyal ırkçılık ideolojisinin evriminde de yeni bir aşama anlamına       gelmektedir.

ABD’nin ‘eski dünya düzeni’ndeki (iki kutuplu, iki süper güçlü) emperyal ırkçılığıyla günümüzdeki yeni emperyal ırkçılık bir süreklilik taşısa da, iki ayrı düzeyi ve niteliği ifade etmektedir.

ABD’nin dünyaya egemen olma ve yönetme paradigması değişmiştir ve buna bağlı olarak imparatorluğun ideolojisi de kendini yenilemiştir. Huntington’un Medeniyetler Çatışması teorisi, bu yenilenmenin ve Yeni Emperyal Irkçılığın temel metinlerinden, manifestolarından biridir/ilkidir. Medeniyetler Çatışması teorisi, dünya üzerinde bir uygarlıklar tasnifi ve tartısı (derecelendirmesi) yapıyordu ve bir uygarlıklar hiyerarşisi kuruyordu. Elbette ki medeniyetler klasmanında Batı uygarlığı, yani Batı kapitalizmi/emperyalizmi en üstün, en ileri uygarlığı temsil ediyordu. Huntington, Batı uygarlığını tüm uygarlıkların tepesine yerleştiriyor, üstünlüğünü tartışmasız ve kutsal kılıyordu. Üstün Batı uygarlığı dışındaki uygarlıkları açık veya gizli düşman/tehdit ilan ediyordu. Esasında Medeniyetler Çatışması teziyle Huntington, ABD’nin muhtemel küresel rakiplerini işaret ediyor ve daha da önemlisi, ABD imparatorluğu yolundaki düşmanları tespit ediyordu. Medeniyetler Çatışmasında ABD’yi ve Batı uygarlığını tehdit edecek iki büyük uygarlık olarak; İslam ve Çin uygarlıkları tespit ediliyor ve hedef tahtasına çakılıyordu. Nitekim çok geçmeden neoconlar ve Bush doktrini 11 Eylül’le birlikte İslam uygarlığına karşı büyük bir savaş ilan etti.

ABD’nin emperyal ırkçılığının bugünkü hedefinin merkezinde İslam uygarlığı bulunmaktadır. Burada İslam uygarlığıyla kastedilen, aslında Ortadoğu’nun (ve bir bütün olarak Asya’nın, Doğunun) sömürgeleştirilmesi olduğu artık ayan beyandır ve tartışma götürmez bir realitedir. Medeniyetler savaşı özünde büyük sömürgeci güçlerin, ABD’nin emperyalist paylaşım ve sömürgeleştirme savaşından ve bu savaşa teorik-ideolojik bir açıklama getirmekten, bir kostüm giydirmekten başka bir şey değildir. Dolayısıyla Medeniyetler Çatışması teorisi himayeci sömürgeciliği, ABD ve Batı emperyalizmi adına haklılaştırmaya, meşrulaştırmaya çalışan Yeni Emperyal Irkçılığın ideolojisidir. Ne yazık ki bu teori ortaya atıldığından beri yalnızca bir siyasal teori olarak ele alındı/tartışıldı. Onun asıl niteliği olan siyasal ideoloji yanı, emperyal ırkçı özsel niteliği çözümlenip gösterilemedi.

Yeni Emperyal Irkçılık, teorik arka planını ve mirasını, kolonyalizmin tüm tarihi pratiğinin toplamından, birinci ve ikinci sömürgecilik döneminin emperyal ırkçılıklarından, bilhassa emperyalist Batı uygarlığından ve onun oryantalist, Batı merkezci fikri sabitlerinden almaktadır. Yeni Emperyal Irkçılık, Batı uygarlığının en ileri, üstün, biricik, müstesna, eşi bulunmaz biçiminde mitleştirilen ve neredeyse kutsallaştırılan sömürgeci fikirlerine yaslanmaktadır ve geleneksel Batı emperyal ırkçılığını yeniden güncelleştirmektedir. Daha saldırgan bir savaş ideolojisi olarak konumlandırmaktadır.

Emperyal ırkçılığın ilk dönemi klasik sömürgecilik çağında, Batı uygarlığı beyaz adamın, Hıristiyanlığın ve kültürün üstünlüğü mitiyle kendini sunuyordu ve Batı uygarlığı dışında kalan dünyayı uygarlaştırma misyonunu kuşanıyordu. “Tarihsiz halklar”, “kültürsüz halklar/ırklar”, “ilkel ve kültürsüz toplumlar” Batı uygarlığının dışındaydı ve Batı uygarlığı bu toplumları mutlaka uygarlaştırmak için kapitalist sömürgeciliği, kapitalist kurumlan ve değerleri buralara taşımak ve yeni bir dünya yaratmak zorundaydı. Batı uygarlığı kendine böyle bir misyon biçiyordu. Klasik sömürgecilikle halkları köleleştirirken emperyal ırkçılık, uygarlaştırma külliyatlı argümanlara sarıldı. Soykırımlar, zorla göçler, katliamlar ve diğer vahşetler, Batı uygarlığının üstünlüğü ve uygarlaştırma misyonuyla açıklandı. Emperyal Irkçılık, tüm bu haklılaştırma ve meşrulaştırmanın söylemlerini üretmenin ve tarihi galipler adına yazmanı adıydı.

Emperyal ırkçılığın ikinci dönemi 1. ve 2. paylaşım savaşları döneminde, yani emperyalizm çağında yaşandı. İkinci emperyal ırkçılık dalgasının en önemli/baş temsilcisi ve 20. yüzyıldaki bayrak taşıyıcısı faşist Nazi imparatorluğu oldu. Nazilerin emperyal ırkçılığı da dinsel, etnik ve kültürel; ama özellikle de ırk ve ulus temelli bir uygarlıklar tasnifi yapıyordu. Naziler de bir çeşit uygarlıklar savaşı kurguluyor ve buna girişiyordu. Böylece emperyal ırkçılık, Alman faşizmi ve Nazilerin elinde yeni bir form kazanmış oluyordu. Ulusları, halkları, uygarlıkları düşman ilan eden ve tüm dünyayı arı Alman ırkının yönetmesini tahayyül eden Nazi emperyal ırkçılığı, içeride Yahudileri ve dışarıda da SSCB’yi Nazi imparatorluğunun öncelikli iki düşmanı ilan etmişti.

ABD'nin yeni emperyal ırkçılığı ve faşizmi

Günümüzde emperyal ırkçılığın ve imparatorluğun bayrak taşıyıcılığını yapan ABD, Nazi imparatorluğundan kendisine tevarüs eden emperyal ırkçılık ideolojisini daha da genişletmektedir. ABD’nin yerleşik değerleri ve imparatorluk modeliyle uyumlu daha esnek ve küresel bir emperyal ırkçılık ideolojisi kurgulamaktadır. Dahası pratik gerçekliği içinde biçimlemektedir. ABD’nin halihazırdaki Yeni Emperyal Irkçılık ideolojisinin kapsamı, Nazilerin emperyal ırkçı-faşist ideolojisini de geride bırakmaktadır. Hitler Yahudileri ve ayrı bir uygarlık olarak SSCB’yi hedef haline getirmişti. ABD ise işe İslam uygarlığıyla başlamıştır. İslam’a karşı bir ‘haçlı seferi’ yürütmektedir. Fakat çok iyi biliyoruz ki, İslam uygarlığı ve Ortadoğu’nun sömürgeleştirilmesi, ABD’nin ilk hedefidir. İmparatorluğun sömürgecilik ajandasında sıraya dizilmiş başkaca uygarlıklar ve ülkeler, hatta tüm bir dünya bulunmaktadır. Çünkü ABD “ya benden yanasın, ya düşmansın” denklemiyle tüm dünyaya meydan okumaktadır ve tüm dünyadan ABD imparatorluğuna biat etmelerini istemektedir.

11 Eylül ikiz Kuleler’e saldırı eylemi, ABD tarihi ve emperyal ırkçılık için kesin dönüm noktasıdır. 11 Eylül, ABD’nin küresel imparatorluk devletini örgütlemeye giriştiği tarihi başlangıç rotasını ifade eder. ABD 11 Eylül saldırısından sonra devletin yapısında radikal değişikliklere gitmiş, imparatorluğun yeni hukukunu dünyaya dayatmıştır. ABD tekelci emperyalist burjuvazisi küresel imparatorluk hegemonyası için uluslar arası ilişkiler düzenine nasıl radikal biçimde müdahale ettiyse, aynı stratejinin bir uzantısı biçiminde kendi mevcut rejimine de zorunlu olarak müdahale etmiştir. Başka türlü de olamazdı; dışa dönük tekelci emperyalist küresel hegemonya saldırganlığının içe dönük siyasal tekelciliğin pekiştirilmesini koşulladığı/zorunlu kıldığı dünya-tarihsel deneyimlerin kanıtladığı bir eğilimdir. Bu anlamda 11 Eylül, Amerikan tekelci emperyalist burjuvazisinin siyasal üst yapıdan başlayarak faşist karşı devrimi planlayıp harekete geçmesinin de eşiğidir aynı zamanda. Bu eğilim toplumsal yapıyı da hristiyan-ırkçı ideolojik temelde hazırlayan ve dönüştüren derin ve kapsamlı bir propaganda kampanyasıyla paralel olarak kendini örgütlemektedir. Devletin esasen mevcut geleneksel burjuva demokratik kurallar ve işleyiş mekanizmasıyla biçimlenmiş yapısı ve ona dayalı oluşmuş toplumsal kültürün( gerçekte bu yapı ‘idealize’ edilmiş soyut haliyle zaten hiç olmadığı/olamayacağı gibi, tekelciliğin doğası gereği zaman içinde iğdiş edile edile somut bir karakter kazanmış bulunmaktadır) Amerikan tekelci emperyalist burjuvazisine giderek dar gelen bir elbiseye dönüştüğü söylenebilir. Haliyle faşistlerinin ABD rejimi için de, demokrasinin yokedilmesi, siyasi gericiliğin pekiştirilmesi biçiminde yaşanmaktadır.

11 Eylül’de yediği ağır darbenin öfkesiyle haykırdığı “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” şiarı, en başta ABD emperyalizminin kendisi için geçerliydi. Bir realiteyi ifade ediyordu. Gerçekten de bu gün hiçbir şey eskisi gibi değildir. Ne ABD için, ne de dünya için... ABD “global köy”de eli değnekli gezmektedir. Tam bir eşkıya gibi dolaşmaktadır ve önüne gelene diş geçirmeye çalışmaktadır.

Kabul edilmelidir ki, 11 Eylül’ün ardından ABD yeni bir devlet örgütlenmesine yönelmiştir. Oğul Bush ve neoconlar tarafından Yeni Amerikan Yüzyılı Projesiyle birlikte, Önleyici Saldırı Doktrini, ABD’nin resmi devlet doktrini haline getirildi. Bush yönetimi Önleyici Saldırı Doktriniyle aynı zamanda dünyada bir “olağanüstü hal rejimi” de ilan etmiştir. Yeni üs ve karakolların yanında, tüm açık denizlerde dünya jandarması gibi denetlemeler başlatmıştır. Bu yeni bir durumdur ve ABD’nin siyasal, belirleyen bir doktrindir. ABD, rejimini “olağanüstü hale” göre örgütlemektedir. Olağanüstü hali olağanlaştırmanın ve kabalaştırmanın bir diğer adı faşizmdir. Ülkeleri işgal, katliam, temerküz kampları (Guantanamo ve açıklanmayan diğerleri) olağanüstü hal rejiminin başka bir deyişle ABD faşizminin yeni niteliğidir, yüzüdür. Guantanamo ve Ebu Garip pratikleri, Yeni Emperyal Irkçılığı ve ABD faşizmini simgelemektedir ve düpedüz ABD’nin imparatorluk hukukunu temsil etmektedir.

İmparatorluk hukuku kaynağını yalnızca ve yalnızca kendinden alır. Dünyada olağanüstü hal ilan eder, dünyayı istediği gibi ve demir yumrukla yönetmeye başlar. Düşman yaratır ve savaş açar. Hiçbir kurala uymayacağını ve imparatorluğun yalnızca kendisinin inşa ettiği yeni normlara göre hareket edeceğini bildirir. Başka bir deyişle, kuralsızlığı kural haline getirir, imparatorluğun orman kanununu uygular.

Önleyici Saldırı Doktrini, imparatorluğun ve faşizmin doktrinidir. İlk kez Naziler tarafından kullanılan önleyici saldırı doktrini, olağanüstü hal rejimini olağanlaştıran ve devleti olağanüstü hale göre örgütlemeyi koşullayan, dolayısıyla devlete yeni bir biçim ve nitelik kazandıran bir öğretidir, ilkedir.[2] Toplama kamplarının, Yahudi ve Çingene soykırımlarının, işkencenin vs., vb. temelini, Önleyici Saldırı Doktrinine göre örgütlendirilen devlet ve hukuk oluşturuyordu. Bugün işgallerin, işkencenin ve Guantanamo’nun hukukunu da ABD’nin Önleyici Saldın Doktrini belirlemektedir.

ABD’nin yeni güvenlik stratejisinin adı olan ‘Önleyici Saldırı Doktrini’, “terörist istihbarat ve önceden önlem”, “yeni müdahale hukuku”, “asimetrik tehdit”, “önceden önlem ve önleyici saldın” vb. pek çok yeni kavram/söylem üreterek, tüm bu kavramlara denk gelen yasal değişiklikler ve devleti tahkim eden unsurların arka planını oluşturdu. İmparatorluğun ideolojisinin yeni diline göre “ABD uluslararası terörizmin baş hedefidir”, “Batı uygarlığı tehlikededir” ve tüm yerkürede uluslararası terörizme karşı mücadele yürütmek için ABD dünyanın her yerine gitmelidir, düşmanı vurmalıdır. ABD’nin uluslararası terörizme ve iblise karşı savaşması ve başarılı olması için de, ABD’nin içeride ve dışarıda her türlü imkan ve aracı özgürce kullanması lazımdır. Emperyal ırkçılık askeri bir dille konuşmaya faşizmi meşrulaştırıp kurumsallaştırmaya girişiyordu. ABD’de başta Patriot Yasası (Yurttaşlık Yasası) gelmek üzere pek çok savaş yasası yapıldı ve buna ek bir dizi yasa, yeni güvenlik stratejisinin özü ve ruhuna uygun bir biçimde faşistleştirildi.

İmparatorluk, sıkı bir güvenlik rejimiyle yönetilmeye başlandı. 11 Eylül sonrasında ABD’deki Müslümanlar iç düşman ilan edildi. İç düşmana karşı ırkçı faşist önlemler duraksamaksızın devreye sokuldu. Dışarıdaki ve içerideki tehdit sıralamasının başına İslam halkları yerleştirildi. Bu sıralama, Medeniyetler Çatışması tezinde ABD’ye meydan okuyacak iki büyük medeniyet olarak işaret edilen İslam ve Çin medeniyeti hedefleriyle birebir örtüşüyordu.

ABD’ye girişler sıkı bir yasal rejime bağlandı. Ortadoğu ve Asya’dan gelip ABD’ye girecek olanlara potansiyel terörist/düşman muamelesi olağan bir uygulama haline getirildi. Dünyada ABD muhalifi olan aydınlar, siyasetçiler tehlikeli ve sakıncalı, teröristlerle işbirliği vs. ettikleri gerekçesiyle imparatorluğun içerisine sokulmadılar. Göçmenlere karşı yeni yasal ve pratik “önlemler” alındı. ABD, dünyadaki tüm göç hareketlerini de denetlemeye ve denetim altına almaya yönelik pratik bir yönelime girdi. İmparatorluğun içinde Müslümanlar ve rejim muhalifleri sıkı bir şekilde izlendi ve baskı altına alındı. Telefon, internet vs. yollarla Müslümanların ve rejim muhaliflerinin izlenmesi, “önleyici gözetim” konsepti mucibince yasal hale getirildi.

Biliyoruz. ABD, ırkçılığın anavatanlarından biridir ve belki de en önde geleni sayılmaktadır. ABD kuruluşunda kolonyalizm, soykırım, ırkçılık ve göç temel pratiklerdir. ABD daha kuruluşu sırasında ırk ayrımcılığını kurumsallaştırmış ve bunu 20. yüzyılın ikinci yarısına değin yasal ve pratik olarak sürdüregelmiş bir ülkedir.

Irkçı linç kurumu Klu Klux Klan ve WASP(White Anglo Sakson Protestan) ideolojisi ABD apartheidinin temel özellikleridir. ABD’nin hem kurucusu, hem de hegemonik ideolojisi WASP ideolojidir. Beyaz Anglosakson Protestan üstünlüğünü vaaz eden bu ideoloji, ABD’nin resmi ideolojisinin özü ve çekirdeğidir. Afganistan ve Irak işgalleri Yeni Emperyal Irkçılık pratiğinin açık laboratuvarıdır. İmparatorluğun ırkçılık ideolojisi, tüm karakteristikleriyle Afganistan ve Irak işgallerinde kendini resmetmektedir. Bunu ilk örneklerini Irak’ın tarihsel-kültürel birikiminin sistematik olarak yok edilmesinde görebiliriz. Hatırlanacağı gibi, özellikle işgal saldırısının ilk zamanlarında tarihi değer taşıyan yapıların yerle bir edilmesi, müzelerin yağmalanması, üniversite öğretim üyelerinin peş peşe katledilmesi, vb. saldırılar yoğun biçimde sürdürülmüştü. Binlerce yılın birikimlerine dönük bu ırkçı yok edicilik, halkları köklerinden koparmak, belleksizleştirmek ve geleceksizlik duygusu yaratmak için seçilmiş çok bilinçli bir uygulamaydı.

Aynı amaçlı ikinci bir boyut, müslüman halkların dinsel-kültürel kutsallıkları(özellikle cinsel yaşam alışkanlıkları burada önemli bir yer tutuyor), ulusal ve insani değerler sisteminin sistematik aşağılanmasına dayalı ırkçı stratejinin, çok çarpıcı yöntem ve biçimlerle sürdürülmekte oluşudur. Bunların en sarsıcı örneklerinden biri olan Ebu Garip işkencehanesinden yansıyan fotoğraflar, dünya halklarının emperyal ırkçılık gerçeğiyle yüzleşmesi bakımından mükemmel bir rol oynamıştır. Ebu Garip işkencehanesi, emperyalist sömürgeciliğin bir halkın direncini kırmak için ne kadar ‘ince ve derin’ düşünebildiğini, ırkçı üstünlük ideolojisinin nasıl kural tanımaz bir insani yıkım politikası inşa ettiğini bütün çıplaklığıyla bir kez daha gözler önüne sermiştir. Görülmüştür ki, ‘kurtarıcılar’, ‘kurtardıklarını’ önce insanlıktan çıkarıp sonra ‘uygarlaştırıyorlar! İnsanlıktan çıkarma; yani bir halkın onur duygularını iğdiş ede ede direnme gücünü kırma, kimliksizleştirme ve değersizleştirme. Uygarlaştırma; yani bir halkı köpek sadakatiyle eğitmeye alıştırdıktan sonra ona değer verme ve ödüllendirme! Ebu Garib’in, Amerikan Özel Harp okullarında bu iş için özel olarak yetiştirilmiş ‘uygar’laştırıcı işkenceci, sorgucu ve istihbaratcıyla doldurulmuş olması bundandır.

Emperyal ırkçılığın kendi suretinde bir dünya yaratma amacı açısından bakıldığında İslam, ‘çeki düzen verilmesi’ gereken öncelikli ideolojik-kültürel alanlardan biri olmaktadır. Çünkü başta Ortadoğu olmak üzere, müslüman halkların emperyalizm ve sömürgecilik karşıtı direnişinin tarihsel ve toplumsal arka planında İslam inanışından beslenen değerler sisteminin de güçlü bir radikal dinamiği vardır. Emperyalistler bilmektedirler ki, bu dinamik kurutulmadıkça imparatorluklarını tehtid eden savaşçılar ve savaşlar üretmeye devam edecektir. İmparatorluk ideologlarının İslam’a müdahale edilmesi gerektiğini bu denli açıktan dile getirebilme fütursuzluğu bundandır. Afganistan ve Irak işgali bu bakımdan da tam bir laboratuvar olmuştur. Sömürge ordusu askerlerinin Kur’an sayfalarını tuvalet kağıdı olarak kullanmalarından, esirlere Kuranın üzerine işetmek ve küfrettirmekten tutalım da, açık hristiyanlık misyonerliğine soyunup tankların üzerine Incil’den ayetler yazılarak operasyonlara çıkılması gibi rezalet boyutuna varan uygulamalar, bu fütursuzluğun yanlızca birkaç görünümüdür. Bu fütursuzluk, imparatorluk ideolojisinin İslam’dan da rıza alma genel amacıyla paradoksluk arzediyor görünebilir. Çünkü ilan edildiği gibi asıl istenen müslüman halklar dünyasında ‘Ilımlı İslam’ kültürünün yerleştirilmesidir. Yani, anti emperyalist radikal dinamiklerinden koparılmış, yüzünü kapitalist kültürünün burjuva değerler sistemine dönmüş Amerikan İslam’ının yerleştirilmesidir.

Ancak yukarıda da vurguladığımız gibi, önce halkların değerler sistemini soysuzlaştırmak, sonra ‘uygarlaştırmak gerekiyor. Onlar da bunu yapmaya çalışıyorlar.

Ilımlı İslam yaratma amaçlarının ‘soyluluğuyla, kullandıkları araç ve yöntemlerin soysuzluğu arasında biçimsel bir paradoks oluşuyorsa da bunun onları pek de ilgilendirmiyor besbelli.

İşkence, katliam, soykırım, temerküz kampları ve uygarlık değerlerinin (tarih-kültür) yok edilmesi pratiğinde imparatorluğun ideolojisi demagoji, yalan ve “haklı gerekçeler” argümanıyla emperyal ırkçı bir işlev oynamaktadır. “Uluslararası terörizme karşı savaş”, “diktatörlerden kurtarma”, “demokratikleştirme”, “Ortadoğu’yu özgürleştirme”, “kadınları özgürleştirme”, “insan hakları” vs. kavramları yeni emperyal ırkçılık tarafından sürekli tekrarlanmaktadır. Demagoji ve yalanla işgaller, sömürgeleştirmeler meşru kılınmaya çalışılmaktadır.

Bush’un 11 Eylül sonrası “haçlı seferi” lafzıyla Batı toplumlarındaki gizli ve açık kültürel ırkçılık damarına ve bilinç altına seslenişi, Yeni Emperyal Irkçılığın siyasal ve toplumsal kapsama alanını da göstermektedir. Keza Irak’ın işgal kararının alındığı Azor Adaları zirvesinin 4. Haçlı seferlerinin de kararlarının alındığı mekan olması, emperyal ırkçılığın ideolojik hegemonya savaşında sembollere ve bilinç altına değin etkinleştiğini açıklamaktadır. Öte yandan 11 Eylül’ün ardından “Hepimiz Amerikalıyız” sloganıyla Batı toplumlarında örgütlenen tavır, dosdoğru İslam medeniyetini düşman hedef imasını taşıyordu. ABD, 11 Eylül saldırısını, ABD şahsında tüm Batı kapitalizmine yöneltilmiş bir saldırı ve Batı uygarlığına açılmış savaş olarak lanse etti. Böylece emperyal Batının desteğini arkalamaya çalıştı. Sürekli Batının ortak değerlerine vurgu yapan imparatorluğun sözcüleri, emperyal ırkçılığın etkinliğini büyütmek istemektedirler. SSCB ve Doğu Blokuna karşı emperyalist kampı birleştiren ABD, dünya imparatorluğu stratejisinde Medeniyetler Çatışması teziyle ve reel politika olarak dayattığı “uluslararası terörizm tehdidi” konseptiyle İslam’a karşı yürüttüğü sömürgeci savaşta aynı güçleri kendi savaş arabasına koşmaya çalışmaktadır.

Emperyalist Batı toplumlarında da emperyal ırkçılık gelişmekte ve etkinleşmektedir. Emperyal Irkçılık, Batıdaki diğer ırkçılık biçimlerinin bir şemsiyesi olmaktadır. Kültürel ırkçılık, oryantalizm vs. biçimleri ve boyutuyla Batı toplumlarına içkin bulunan Emperyal Irkçılık, dünyanın yeniden dizayn edilmesi ve paylaşım süreçlerinde faaliyete geçen bir yanardağ olmaktadır. Irkçılık yanardağı dünyayı Pompei gibi tehdit etmektedir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi