Osmanlı’dan bu yana, Türk burjuvazisinin tarihsel kimlik genetiğinde kodlanmış siyasal-kültürel yapı taşlarından biri de ‘sonradan görmelik’tir. imparatorluk geleneğindeki radikal kırılmanın ve çöküşün yarattığı sınıfsal-psikolojik travmadan sonra doğan bu özürlü durumundan, geri dönüş şansı da yok. Hasarın yarattığı mutasyonel değişim, burjuva siyaset sınıfı üzerinden nesilden nesile aktarılıyor. Cumhuriyetin ‘sıcak’ geçen ilk çocukluk yıllarında çok da göze batmayan bu ‘sonradan görmelik’ özürü, ‘Batı medeniyetine’ doğru hızlı adımlarla yürünmeye başlandığı ergenlik döneminde gözle görünür durumdaydı artık. ‘El alemin içine’ çıkmak zorunda kalınınca elden ne gelir!
Avrupa’yı fethe çıkıp Viyana kapılarına kadar dayanmaktan, Misak-ı Milli’ye sıkışıp kalmanın dayanılmaz ezikliği... imparatorluk hayallerinin depreşmesiyle Hitlerin kuyruğuna takılmaktan son anda kurtarılıp, Amerikan emperyalizminin NATO’sunda daimi nöbetçi olmak zorunda kalmanın bunaltısı... Yıkılan Berlin duvarının ardından kapıların ‘Adriyatik’ten Çin seddine’ kadar önüne açıldığını sanırken, Musul-Kerkük yollarında başına Amerikan çuvalı geçirilip Brüksel koridorlarında AB emperyalistlerinin ‘Çin işkencesi’ne kobay olmak kaderine boyun eğilmesi... Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) ‘küçük Osmanlı’sı, Avrupa Birliği’nin ‘küçük Amerika’sı olmanın hevesiyle 21. yüzyıla yelken açmak...
Yola, M. Kemal’in ‘jakoben’liğiyle çıkıp, İnönü işgüzarlığıyla durumu idare etmek. Taşra kırması sivil ‘Bonapart’ heveslisi Menderes’le medeniyete açılıp, ithal malı çoban Demirel’le ‘demokrasiyi gütmeyi sürdürmek. Yerli malı (An)Karaoğlan Ecevit’le ‘sol’ şeridi kapıp halkı rolantiye alırken, yeni ‘Amerikan çağının’ yerli prensi Özal’la liberalizmin sağ otobanında hız sınırını zorlamak. Erbakancı Milli Görüşün ‘ümmeti’n den, Türkeşçi milliyetçiliğin ‘hareketinden her daim faydalanıp, toplumu ‘sapık ideolojilere’ karşı şerbetlemek.Içişlerini kontrgerilla marifetlerine, dışişlerini Polyana diplomasisine, ekonomiyi tüccar muhasebesine, maneviyatı nakşi efendiye, hükümeti de yeni yetme Kasımpaşa kabadayısına teslim edip yola devam etmek.
***
Beyninden hiç uzaklaştıramadığı Osmanlı’nın mirasına -hiç olmazsa bir kısmına dahayeniden konma düşüncesi ve hırsı. Başından hiç çıkarmadığı ‘cumhuriyetin sömürgeci kar maskesi. Ayağından hiç çıkarmadığı asker postalı. Dilinden hiç düşürmediği devlet-lu laikliği.. Elinden hiç bırakmadığı terbiye sopası. Çebinde hiç eksik olmayan ‘gavur’ parasıyla geleceğini arayan frankeştayn sentezi bir sınıfsal kimlik! Kafası tilki, vücudu koyun, gagası kartal, kanatları tavuk; görüntüsü yırtıcı, ruhu evcilleştirilmiş. Bir tek, burnuna takılı halkanın ucundaki ip Batı’ya uzanıyor, gerisi Asyalı. iki kelimeyi hatasız telaffuz etmeyi öğrenmiş; ‘köprü’ ve ‘dayı.’
Türk burjuvazisinin tarihsel-sınıfsal sicili böyle olunca, ‘bayram’ sevdaları da sonradan görmeliğin siyasetine uygun oluyor. Bir ara 3 Kasım’ın ‘bayram’ ilan edilmesi gerektiğini söylemişlerdi, ‘mevzuat’ izin vermedi. Şimdi, 17 Aralık’ı ‘bayram’ olarak kutlamak istediler, buna da ‘hakikat’ izin vermiyor. Ama havanın bozulmasına da tahammülleri yok; o yüzden kendileri çalıp kendileri söylemeye devam ediyorlar. Maksat görüntüyü kurtarmak, imajı çizdirmemek; eşeğe sağlam kazık bulunamasa da olur! Boyayıp tekrar çayıra salarsın. Nasıl olsa şimdilik ona AB’de ‘serbest dolaşım hakkı’ yok! Denktaş’m Kıbrıs çiftliğine çekip anırtılarıyla mı vakit geçirtirsin, Kürdistan’ın mayınlı topraklarında kadrolu eleman olarak gezdirip ‘vatana hizmet ettirmeye devam mı edersin, IMF borçlarının, özelleştirme yağmasının, vergi soygunlarının, borsa vurgunlarının, banka dolandırıcılığının ganimet yükünü taşıttırma işine mi koşturursun...
AB için bunların önü açık, ‘deregerasyona’ falan tabi değil, ‘kısıtlama’ yok; yani çayır serbest! Eşeği ‘yavru vatan’ edebiyatına boya, şovenizm zehriyle otlat. Kürt inkarcılığına ve imhacılığıyla boya, bölücülük öcüsüyle otlat.. .Siyasi tutsakların tecridiyle boya, ‘terörizmle mücadele’ korkuluğuyla otlat. Sokağa çıkan herkese biber gazı sıkmaya boya, ‘işkenceye sıfır tolerans’ ninnisiyle otlat. Grev ve direniş yasaklarına boya, ‘milli güvenliği ve kamu sağlığını tehdit’ yalanıyla otlat. Sendikal örgütlenme özgürlüğü yasaklarına boya, ‘çalışma yaşamını sabote etme’ palavrasıyla otlat. Yabancı sermaye yatırımlarını çekmekle boya, işsizlik için istihdam yaratma masallarıyla otlat, vs. vs.
Üstelik ‘Türk demokrasisi’n deki ‘çare’lere sıkışıp kalmak da yok artık. AB demokrasisinde çareler hiç tükenmiyor, görüldüğü gibi! 17 Aralık 2004’ten 3 Ekim 2005’e “koca” bir yıl daha var. Bu arada, hukuksal mevzuatta ‘taramalar’, siyasi uygulamada ‘aramalar’, ekonomide IMF’yle ‘ayarlamalar var. Yani, Kıbrıs’ta ‘soğuk kanlı’ bir emperyalist ‘barış’ın kotarılması uğruna atılması gereken ateşli nutuklar için zamana ihtiyaçları var daha. Onurlu ve adil bir barış isteyen Kürt halkına ise inkar ve imhanın ateşiyle karşılık verirken, sömürgeciliğin soğuk diliyle konuşmaya devam edebilmek için de zaman gerek. Karın tokluğuna çalışacak iş, bulmanın bile ‘ayrıcalık’ haline getirildiği ‘çalışma yaşamının’ huzurunu bozma potansiyeli taşıyan öfkeli işçi ve işsiz kitleleri, ‘serbest piyasanın adaletine ‘ikna’ edecek sopanın bir süre daha inip kalkması için zaman çok önemli. Elinde kalan son kırıntıları da aldıktan sonra ‘Memleketin efendisi’ olma ‘ayrıcalığına!’ tamamen son verilen emekçi köylülüğü, ücretli emek sömürüsünün kölesi işçilerin/işsizlerin yanına sürmenin yeni masallarını uydurmak için de ihtiyaçları var zamana. Yani 2015’e daha çok zaman var!
Lakin bu sonradan görme burjuvaların umutları yok! Çünkü onlarda olmayan, onur, adalet, insani ve özgür bir gelecek idealidir. Değil on yıl, yüz yıl daha zamanları da olsa, kapitalistlerin kazanamayacakları erdemlerdir bunlar. Çünkü, bu insanlık değerlerinin kapitalizmin piyasasında ‘serbest dolaşım hakları’ yoktur, para etmezler! 17 Aralıkta olduğu gibi, ezilenlerin gerçek özlem ve talepleri, emperyalistlerin ve faşistlerin oturduğu müzakere masalarında durmadan tükettikleri demagojik ‘çerez’ olarak kullanılır yalnızca. Kalan kırıntılarını, ölümün ve acının, yoksulluğun ve sefaletin, işsizliğin ve açlığın dipsiz çukuruna itilen ezilenlerin üzerine ölü toprağı olarak boca ederler. Zamana daha çok ihtiyaçları olmasının nedeni; işçileri, emekçileri ve tüm ezilenleri altından kalkamayacakları kadar çaresizliğe ve umutsuzluğa gömmek istemelerindendir. Ezilenleri, kapitalist/emperyalist sömürünün ve savaşın değiştirilemez kurbanlık koyunları olarak beslemek için o toprağa ihtiyaçları var. Çünkü o toprakta boy veriyor, işçilerin sınıf dayanışmasını, halkların kardeşliğini, ezilenlerin örgütlü birliğini yok eden zehirli otlar. AB; ‘demokrasi’, ‘özgürlük’ ‘toplumsal barış’, ‘insan hakları’, ‘refah’ gibi sahte çiçeklerin tek tük kondurulduğu, her tarafı zehirli otlarla dolu bir sömürü çayırdır. AKP hükümeti ve onun başı R.T. Erdoğan, bu çayırın gerçek sahibi sermaye sınıfı tarafından Ankara’dan kiraladıkları çobanlardan biridir. Çayırın ortasında da, 9. senfoninin ince ezgileri eşliğinde işçi sınıfı ve emekçiler için kurban ayinleri düzenlenen kocaman heybetiyle Brüksel mezbahası durmaktadır. Alelacele ilan ettikleri ‘bayram’, çekmeyi düşündükleri ziyafet için duydukları kudurgan telaştan kaynaklanmaktadır. Ankara-Brüksel hattı işte budur: ‘Her koyun kendi bacağından asılır’, ama, sermaye tarafından ‘Birlik’te yenir.
Ama, ezilenlerin de öfkesi ve umudu var. işçi sınıfı ve ezilen kitlelerin, onların komünist, devrimci ve ilerci öncü kuvvetlerinin ölü toprağını üzerinden atıp yürüyen iradesi de var. Ankara-Brüksel hattının sömürgeci-emperyalist emellerini açığa çıkaracak, halklarımızı aydınlatacak kafa açıklığı ve siyasi kararlılığa sahip olanlar da var. işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesinin bağrında onur, adalet, özgür ve insani bir dünya ideali için savaşma erdemiyle yaşayanların iradesi mayalanıyor ve büyüyor. Çayırlarınızı kurutacak, ziyafetlerinizi basacak, mezbahalarınızı başınıza yıkacak olanların da günü gelecek. Bayram neymiş o zaman göreceksiniz! 2015’e daha çok var...Bizden hatırlatması!
***
Eleştiri yoksa ilerleme, risk yoksa eylem yoktur
Teoride Doğrultu‘ da yayınlanan kimi yazılar; okuyucu tarafından zaman zaman devrimci eleştiriye tutuluyor. Olması gereken de bu.
Bilindiği gibi, T. Doğrultu’da bazı yazılar imzalı yayınlanıyor. Yayın Kurulu, kolektif düşünce haline gelmemiş, tartışmaya açık bu tür yazıları fikir zenginliği yaratmak, tartışma kültürünü geliştirmek için yayınlamasında fayda görüyor. Bu, tabii ki, bütün imzalı yazıların “tartışmalı” olduğu anlamına gelmiyor. Bazen konunun ilk kez ele alınması, bazen de farklı fikirlerin ortaya çıkmasına olanak sağlamak bakımından, Yayın Kurulu ilgili yazıdaki görüşlere bütünüyle katılsa bile yazıyı imzalı yayınlayabiliyor. Ama aynı zamanda imzasız yayınlanan her yazının “tartışma dışı” olduğu gibi bir yaklaşım da Marksistler için kabul edilemezdir. Bu marksizmin eleştirel devrimci özüyle de yöntemiyle de bağdaşmaz. Yayın Kurulu'nun imza koymaya gerek görmediği yazılar “tanrı kelamı” olmadığına göre, her devrimci faaliyet gibi, eleştirel devrimci düşünce şiddetine açıktır. Hem teoride, hem pratikte ilerlemenin itici kuvveti, bu eleştirel devrimci düşünce şiddetidir Okuyucunun, üzerinde değişiklik yapılabilen ama kendisi değiştirmeye muktedir olmayan kişi; yazarın, değiştirmeye muktedir ama değiştirilmeye kapalı olduğu bir yerde her şey olmuş bitmiş, donmuştur. Çünkü bu durumda yazarın işi okuyucuyu değiştirmek, okuyucunun işi yazar tarafından değiştirilmeye hazır olmaktır. Bir Marksist için böylesine edilgen, pasif bir ilişki her iki taraf için de asla kabul edilemez.
T. Doğrultu’nun yazarı da okuyucusu da birbirlerini karşılıklı olarak etkilemeye ve birbirlerinden etkilenmeye açık öznelerdir. Okuyucu, sürecin aktif bir unsuru ve etkileyici bir öznesidir.
T. Doğrultu'nun son iki sayısında imzasız olarak yayınlanan, doğal olarak yayın kurulunun sorumlu olduğu iki yazı duyarlı okuyucularımızın kimi zaman sert eleştirilerine maruz kaldı. Eleştirideki “sert”liğin nedeni, her iki yazıda da Marksizm adına kabul edilmez kaba hatalar yapılması idi.
Bir yoldaşın Teoride Doğrultu'ya yazılı olarak ilettiği ‘Kadın Psikolojisi'(sayı 18) yazısıyla ilgili eleştirilerini olduğu gibi yayınlıyoruz. Bu hem duyarlı okuyucularımızın sorumlu tutumlarının hakkını vermek için gerekli, hem de eleştirilerin somut içeriğinin anlaşılması bakımından eğitici ve yararlı olacaktır.
18. sayımızda yer alan ‘Partiyi düşünmek' başlıklı yazı ise, içeriğinde yayın kurulunun paylaşmadığı bazı temel düşünceler olması nedeniyle yazarının imzasıyla yayınlanmasına karar verilen bir çalışmaydı. Ancak çalışma tarzındaki zayıflıklar nedeniyle yazı imzasız yayınlandı. Okurlarımızdan ve yazarımızdan özür dileriz.