Siyasal İslam’ın Kıblesi Ya Da Büyük Ortadoğu Projesi

Siyasal İslamcıların kıblesi neresidir? Bu soruya yekpare bir yanıt vermek aşırı bir genelleme olsa da AKP ve etrafında toplanan eğilim açısından her hangi bir zorlamaya girmeksizin ABD cevabını verebiliriz. Hele de Erdoğan’ın ‘ABD çıkarması’ ve sonrasında kamuoyu gündemine taşınan Büyük Ortadoğu Projesi’yle siyasal İslamcı çevrelerin ilişkilenişi üzerinden. Türkiye’deki siyasal İslamcıların ABD sevdası AKP ekseniyle sınırlı da değildir. Biz Müslümanların Kıblesini Kabe olarak bilirdik. Eminiz ki İslamiyet’in vecibelerine inanan ve bu doğrultuda bir hayat sürdüren geniş Müslüman nüfusun kıblesi hala Kabe’dir. Fakat siyasal İslamcı AKP hükümeti ve menfaatini bu hükümetle birleştirmiş İslamcı çevreler, Müslümanların kıblesini Washington’a çevirmekte pek kararlılar.

Tartışmasız ABD’ci reflekse sahip AKP’nin hükümete gelmesiyle, Türkiye’de siyasal İslam’ın çıkar ve menfaatlerini, ABD emperyalizminin bölgesel ve küresel stratejisiyle birleştirmelerine temel teşkil eden zemin kurulmuş oldu. Erdoğan’ın ABD ziyareti bu zeminde üstlenilecek siyasal misyonun somutlanmasında önemli bir kilometre taşı özelliği taşıyor. ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik uzun süredir geliştirdiği politika en son ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ (BOP) ismiyle somutluk kazandı. Elbette bu proje içerisinde, 50 yıldır bölgede ABD çıkarlarının bekçiliğini yapan Türk devletine de önemli roller düşecekti. Projenin ve Türkiye’nin üstleneceği misyonun esası ortaya çıkmış olsa da, proje kadar Türkiye’nin misyonunda henüz tam olarak somutlanmış değil. Erdoğan’ın ABD ziyareti bu bakımdan ‘tarihseldir’. Beyaz Saray’da ‘ağır misafir’ ağırlama görünümü ve bunu güçlendiren gerekli jestlerden de kaçınılmamış olması bu tarihselliğin kanıtı niteliğindedir. Bu sefer gezinin reklamını yapma işi de yüz kızartıcı bir şekilde diğer medyanın yanında esas olarak İslamcı basına düştü. Ne de olsa devir onların devri, süreçte en fazla onları ön plana çıkarıyor.

Uğur Ziyal’in söylemiyle ziyaretin ‘başarı’sının sonuçları esas olarak 6 ay sonra görülecektir! Tezkere kriziyle oluşan ‘en derin güven bunalımı’ daha bir yıl dolmadan aşılmış, yeni bir sayfa açılmış, ilişkiler yeni bir zeminde tesis edilmiştir. Ne ki, işbirlikçilikte sağlanan ‘başarı’nın anlaşılması için 6 ay geçmesine bile gerek kalmadan, Erdoğan’ın daha ABD’de Ortadoğu’ya ‘model ülke’,

Kafkaslar ve Hazar havzasına açılmada da ‘köprü’ rolü üstlenme yönlü açıklamaları, açılan yeni sayfanın içeriği kadar, işbirlikçiler açısından başarının ne anlama geldiğini de göstermiştir.

ABD gezisi, siyasal İslam ve Erdoğan hükümetine içeride asker-sivil bürokrasiyle iktidar mücadelesinde avantaj ve meşruiyet sağlaması bakımından da önemlidir. 3 Kasım seçimleri sonrası Özkök’le görüşebilmek için Wolfowitz’den mektupla yardım isteyen Erdoğan’ın meşruiyeti, ABD nezdinde aramasında şaşılacak bir şey yoktur. Kaldı ki bu sadece Erdoğan’a özgü bir durum da değildir. Kurulan bütün hükümetler, ABD desteğini meşruiyetin ön şartı olarak kabul etmişlerdir. Tezkere krizi sürecinde ABD’nin “gerekli önderlik rolünü oynamadı” diyerek generalleri işaret etmesi, Türkiye ve bölgeye dönük projeleri bakımından ‘ılımlı İslam’cı AKP’yi daha rantabl bir araç olarak görmesi, dahası ilişki zeminini geleneksel asker ekseninden AKP eksenine doğru kaydırması; AKP’nin iktidar mücadelesi ve meşruiyetinde çok önemli bir avantaj sağlaması anlamına geliyor.

İslamcı AKP hükümeti ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) cansiperane savunuyor. Bunu herhangi bir şekilde gizleme ihtiyacı duymaksızın ifade ediyor, projede rol üstlenmek istiyor, kendi projesi olarak benimsiyor. Konuyla ilgili yazı yazan bütün yazarlar, hükümetin bu projeyi sahiplendiği ve önemli bir aktörü olmayı istediği konusunda hemfikirler. Erdoğan, “BOP kapsamında Diyarbakır’ın Ortadoğu’nun yıldızı” olacağını müjdeliyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ‘ılımlı İslam’ ve ‘Türkiye modeli’ kapsamında ABD’nin ulusal Güvenlik Konseyi ile görüşmeler yapmaya hazır olduklarını belirtiyor. Yine Erdoğan Cidde’de Arap-İslam toplumuna BOP’u anlatıyor, bu eksende ‘değişim’ çağrısı yapıyor ve kendilerinin proje kapsamında önemli rol üstleneceklerini ifade ediyor. Öncesinde de A. Gül ve Sezer tarafından Tahran ve Malezya konuşmalarında benzer değişim çağrıları yapıyor. E. Edelman yüzlerce İslamcı vakıf ve derneği bir arada tutan Gönüllü Kültür Teşekkülleri ile BOP kapsamında görüşmeler yapıyor, Ankara’da ‘Hizbul Tahrin ve Hilafet’ toplantıları düzenleniyor vs.

Bütün bunlar Türk burjuva devleti ve siyasal İslamcıların proje kapsamında hazırlanması, rolünün netleştirilmesinde önemli mesafeler kat edildiğini gösteren olgulardır. Kaldı ki bu hazırlık Erdoğan’ın ABD gezisiyle başlayan bir şey de değildir. Daha çok öncelerden ABD’nin “ılımlı İslam” modeli dahilinde AKP’nin “ılımlı İslamcı kimliğinin önemi”, deyim uygunsa cuk oturduğu tespitleri yaygınca yapılmaktaydı. Birkaç ay önce ise ABD’nin İstanbul Büyükelçiliği’nde medyanın etkin yazar ve başyazarlarına “Yeni Osmanlıcılık” üzerine seminer verilmişti. Katılan yazarların kimler olduğu tam netleşmese de önemli bir kısmını İslamcı cenahta yer alan, geri kalanını da Amerikan misyonerliğinin gönüllü elçisi olan yazarlar olduğu kesindir. Yeni Osmanlıcılık teori ve misyonunun ABD’liler tarafından anlatılmasının tuhaflığı (!) bir tarafa bu seminerin projeyi anlatma ve gündeme taşımada temel bir halka olduğu belirtilmelidir. Yeni Osmanlıcılık Türkiye’nin projeye dahil olma çerçevesidir. Keza yakın dönemde hemen bütün ABD’li yetkililerin “Müslüman, laik, demokrat” kimliği ile “Türkiye modeli”ni övmeleri örnek göstermeleri tesadüf değildir. Gerçi Bush bunu ‘cehpe ülkesi’ olarak tanımlıyor ya, olsun.

Belirtilenlerden ABD’nin Ortadoğu’yu dönüştürme projesinde ‘ılımlı İslamcı’ kimliğiyle Türkiye’nin ‘model ülke’ olarak sürece dahil edileceği, yeni-Osmanlılığı ‘Osmanlı misyonu’nun da bu stratejinin Türkiye kapsamının ideolojik-siyasal arka planı olacağı anlaşılıyor. Tabii bu arada ‘model’in de biraz değiştirilmesi, daha amaca uygun hale getirilmesi gerekecek. Osmanlı misyonu boyutu, hem Türk burjuva egemen sınıflarının yayılmacı militarist yönelimlerini karşılayan ve kışkırtan özellikleriyle sürece dahil edilmelerini kolaylaştıran, hem de BOP’a angaje olmalarını sağlayan ideolojik şemsiye özelliği taşıyan, ayrıca Osmanlı misyonu, AKP ve egemen sınıflara, Türkiye’nin kendi projesi izlenimi vererek kamuoyunun sahiplenmesi ve iknasında da kolaylık sağlıyor. ABD Türkiye ilişkilerinde oluşturulan bu yeni zeminin ön plana çıkan aktörleri İslamcılardır.

‘Ilımlı İslam modeli’ ve ‘Osmanlı misyonu’ İslamcı cenahın sürece angaje olmasını sağlayan unsurlardır. Haliyle BOP’un bayraktarlığını yapma misyonunu da siyasal İslamcı basın, medya, yazar ve düşünürleri üstlendi. AKP’nin yarı-resmi yayın organı özelliğindeki Yeni Şafak gazetesi bu rolü tanımlama ve tartışmada en ön planda olanıdır. BOP, “Amerikan’ın yeni projesi ABD’nin Türkiye Merkezli Ortadoğu Planı” haberiyle gazetenin manşetine taşındı. Sonrasında ise başta Y. Şafak yazarları olmak üzere İslamcı bütün basın, yayın organlarında hararetli bir tartışma başladı. Gazetenin manşet haberinde planın üçayağının bulunduğu belirtilmişti. Bunlar;

“1) Müslüman toplumlarda demokrasinin yaygınlaştırılması,

Serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesi, devlet kontrolündeki kaynakların özel teşebbüslere açılması,

Radikal dini grupların önlenerek, daha ılımlı bir İslam fikrinin yaygınlaştırılması.”

Bu kapsamda diğer şeylerin yanında Türk din adamlarının, imam, vaiz, hatip vs. bölgedeki Müslüman ülkelere gönderilerek, radikal İslama karşı ılımlı İslam’ın taşınması, propagandası ve bu doğrultuda dönüşümün sağlanmasına hizmet edecekleri belirtiliyor. Proje kapsamında gazetenin rahatsızlığını duyduğu tek konu ise, projenin fikir babasının İsrail olması!

“Ilımlı İslam” olarak tabir edilen, ABD karşıtı olmayan, ABD çıkarlarıyla uyumlu bir İslam projesidir. ABD’ye karşıt konumlanan radikal İslam ve dinamiklerin tasfiyesi hedeflenmektedir. Bunun ‘medeniyetler çatışması’ ırkçı ideolojinin bölge izdüşümü olarak, İslam toplumu içinde bir iç savaş geliştirme projesi olduğu da kolayca anlaşılabilir. ABD’ci ılımlı İslamın İslam coğrafyasındaki misyonerliğini de Türk devleti ve siyasal İslamcıları yapacaktır. AKP’nin İslamcı ideolojisi ve Türkiye’deki siyasal İslamcı güçler, ABD’ci misyoner keklik rolünü üstlenmede adeta biçilmiş kaftandır. Türkiye ‘model ülke’ olarak sunulacak, ‘İslamiyetler demokrasinin uyumlulaştırılmasına’ çalışılacak, din adamları, imamlar, vaizlerle bölge devletlerinin iç işlerine müdahale edilerek misyoner rolü üstlenilecek. Ne için, bölge liberal ekonomiyle küresel emperyalist sisteme entegre olsun, ABD için dikensiz gül bahçesine dönüşsün diye. Projenin arkasında İsrail siyonizminin bulunması ise o kadarı da İslamcılar açısından katlanılacak bir şeydir!

İslamcı basında çıkan diğer yazı ve tartışmalara geçmeden önce küçük bir parantez açarak, rol biçme, rol isteme meselesine kısa bir vurgu yapalım. ABD emperyalizminin geliştirdiği projede Türkiye’ye önemli rol biçtiği tartışmasızdır. Fakat bir o kadar tartışmasız olan bir diğer olgu ise, Erdoğan ve hükümetin rol isteme/üstlenmede taşıdığı tarifsiz coşkunluktur. Hatta bu bakımdan teklif yapan, açık çek sunan pozisyonundadırlar. “Köprü rolü üstlenmek istendiği” beyanatları bunun ifadesidir. İşbirlikçilikle İslamcı AKP kendinden öncekilere rahmet okutmaktadır. Menderes, Özal örnekleriyle kıyaslanacak, hatta daha derin ve kapsamlı bir işbirlikçilik yaklaşımıdır. İşbirlikçi zihniyet Türk burjuva egemen sınıflarının geleneksel tavrıdır. Üstlenilen rolün son derece şaşalı, abartılı sunumu da bu işbirlikçi coşkunlukla ilgilidir.

Türk burjuvazisi kendisini ancak ABD ve diğer emperyalistlerin değişik versiyonlardaki taşeronluğu üzerinden tanımlayabilmektedir.

Biz tekrar konumuza dönelim. BOP kapsamında Y.

Şafak ve diğer İslamcı basında çok sayıda yazı yazıldı, yazılmaktadır. Yazıların ortaklaşan özelliği projenin sahiplenilmesi eksenindedir.

ABD işbirlikçiliğini gizlemek için BOP’u yerli malı bir proje haline getirme, böyle sunma gayretkeşliği ön planda tutuluyor. ABD’de nereden çıktı, bu zaten bizim projemizdir, havası egemen. Hatta kısmen ABD emperyalizminin -ve Israil’inişin içinde olmasından rahatsızlanmış izlenimi verilmeye çalışılıyor. İslamcı çevrelerin etkin ve kulağı delik yazarlarından F. Koru’nun “Ne yani, ABD BOP’tan söz etti diye, kendi Ortadoğu projemizden vaz mı geçeceğiz? Bu bizim 20 yıldır savunduğumuz bir projedir” ifadesi bu yönlü yerlileştirme yaklaşımını da özetler niteliktedir.

Burada projeye karşıt yazılar yazan kimi İslamcı yazarların da hakkını teslim etmek gerek. Örneğin, 1. Karagül, gazetenin yayın çizgisine ters, son derece dengeli yazılarla BOP’a karşı çıkmaktadır. Fakat bu ve diğer kimi tekil örnekler (A. Emre vs.) gazetenin ve siyasal İslamcıların genel çizgisini yansıtmıyor.

İslamcı yazarların ortaklaştıkları ve ön plana çıkardıkları bir diğer payda ise ‘Osmanlı misyonu’. Siyasal İslamcı çevreleri Osmanlı misyonuna/mirasına geleneksel ilgisi biliniyor. 1990’lar sonrasının “Adriyetik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” sözleri daha çok milliyetçi kesimlerin sahiplendiği bir proje olmuştu. Osmanlı misyonu/yeni Osmanlıcılık ise daha çok siyasal İslamcıların sahiplendiği bir proje oluyor. Türk-İslam ideolojisi, öncelik sıralamasını değiştirse de, milliyetçi, İslamcı çevrelerin ortak paydasıdır. MHP ve diğer ırkçı/şoven çevrelerin Kürt hassasiyeti nedeniyle güncel olarak ABD’ye karşı kayıt düşseler de, Osmanlı misyonu üzerinden projeye yedeklenmeleri beklenmelidir. Bir farkla, İslamcıların önceliğini kabullenerek.

Yeni-Osmanlıcı çerçevede ideolojik kılıf özelliğindeki, ağırlıklı olarak nostaljik, fantastik söylemi bir tarafa bırakırsak, projeyle Islami reel politik üzerinden ilişkilenenler de vardır. Belirleyici olan da bu tavırdır. BOP’la ilgili çok sayıda İslamcı yazarın görüşlerini tek tek incelemek gereksizdir. Bunun yerine, İslami reel politiğin ortak yaklaşımını yansıtan Ahmet Taşgetiren’in 19 Şubat tarihli yazısı üzerinden değerlendirme yapmak yeterli olacaktır. Y. Şafak başyazarı A. Taşgetiren İslami çevredeki ağırlı hükümetle de yakın ilişkileri bilinen bir yazardır.

Yazar A. Taşgetiren makalesine “Kanunun bugün ABD tarafından gündeme getiriliyor olması, bizim ilgimizi azaltacak bir unsur değil, aksine belki hem ilgimizi, hem hassasiyetlerimizi yoğunlaştırmamıza yol açacak bir gelişme” şeklinde giriş yaptıktan sonra, “ABD gibi bir süper güç odağı, böyle bir proje ile meşgulse, Türkiye’nin, onun bu işle ilgilenmesini engelleyecek bir konum alması Türkiye açısından gerçekçi bir tutum olmaz” diyerek ABD’nin yanında yer almanın nedenini, zorunluluğunu ifade ediyor. Ne de olsa ABD gibi bir ‘süper güç’ devrede...

Fakat Taşgetiren’in ABD stratejisine “bütünüyle eklemleşmesine” de itirazı var! Bunu hem Türkiye açısından “beklenen, istenen” bir şey olarak görmüyor, hem de daha önemli olarak “bölge insanının ABD politikalarına bakışı açısından tutarlı” görmüyor. İtiraz ve ihtiyat, ABD emperyalizminin politikasına değil, bu politikanın bölgeye nasıl kabul ettirilebileceği üzerinedir. Çünkü ABD’nin bölgeyi “demokratikleştirme” projesini “gündeme getirdiği en olumlu inisiyatif” olarak görüyor. Bu yüzden de “‘demokrasi ihracı’nın bir ‘yeni sömürgecilik biçimi’ne dönüşmesinin veya böyle algılanmasının nasıl önleneceği” üzerine yoğunlaştırılması gerektiğini söylüyor. Yani demek istiyor ki, bu proje iyi de, biz bu projeyi bölge insanına nasıl yutturacağız?! Hem de ABD misyoneri gibi görünmeden, yerli malı bir proje olarak nasıl ambalajlayacağız?

Taşgetiren, bu çelişkiyi çözme çabasının daha ilk adımında baltayı taşa vuruyor: O, “ABD ile çatışmayan -çünkü bu projeyi Türkiye’nin taşıması mümkün değildir, o politika reel de değildirama Türkiye’nin özgün inisiyatifini koruyan bir Büyük Ortadoğu ilişkisi tasavvur edilebilir” diyor. Bizim İslamcıların duyarlılıkları da ilginç, doğrusu. “Süper güçle ilişkileri, bu coğrafyanın çıkarlarına ve sağlıklı gelecek inşasına doğru yönelten bir duyarlılıkla”. Duyarlılığın böylesine şapka çıkarmak gerek.

Yazar, projeyi bölge halkına yutturabilme konusunda kendisini henüz ikna edebilmiş değil. Bu yüzden birkaç satır arayla dil yine yaralı dişe gidiyor. Önce ABD’yi bir kenara bırakarak “Türkiye’nin Büyük Ortadoğu vizyonu”na vurgu yapıyor. Bu vizyonun ABD ile böyle farklar taşımasının tabi olduğuna değiniyor. Türkiye’nin Büyük Ortadoğu vizyonu söylemi, iç kamuoyunu iknaya ve burjuva egemen kesimlerin iradi birliğini sağlamaya yönelik. Nasrettin Hoca’nın “ya tutarsa” hesabı gibi olması bir tarafa, yazar bir adım sonra tekrar başa, aynı noktaya geliyor. Şöyle diyor; “Bu fark her halükarda korunmalıdır, çünkü bölge insanı nezdinde bu projenin meşruiyeti, ‘ABD damgalı’ olmamasına bağlıdır. Ne var ki, ‘ABD’ye rağmen’ niteliğinde bir projeyi hayata geçirmenin güçlüğü de belli. Yani bölgede hiç bir ülke, bu süper güçle boğuşmayı göze alarak bir projeyi inşa etme iktidarında değildir. Bu durumda Amerikan projesi ile yan yana... bir politika inşa etme noktasında gibi görünüyor”.

Her şeyden önce İslamcılar açısından ABD emperyalizmi kadir-i mutlak bir güçtür. Onun karşısına çıkılamaz, karşı irade oluşturulamaz. Ancak onun politikasına uyum sağlanabilir, belki bazı çıkarlarda ortaklaştırılabilir. Reel politikacılığın ve çıkarları korumanın tek yolu budur. “Süper güç”ün iradesi karşısında teslimiyetin, onun eteklerine tutunarak menfaatlerini koruma işbirlikçi arsızlığının bundan daha açık bir ifadesi olamadı. Bu işbirlikçiliğin Türkiye misyonu ‘ABD damgalı’ projeyi, ABD damgalı değil gibi göstermek, yani eşeği boyayarak pazara çıkarmak. Böyle bir misyon ‘olmamalı’ denilen misyonerlik, taşeronluk, uşaklık, işbirlikçilik adını her ne koyarsanız tam da o değil de nedir? Hadi buna bir tanımda biz ekleyelim; bu tam bir keklik rolüdür. Keklik avcıları, av için keklik kullanırlar. İslamcı AKP, İslamcı yazarlar, imamları, vaizleri, din adamları vs. ile ABD adına İslam coğrafyasını dize getirecekler, ABD adına terbiye edecekler. Öyle ya ABD kadiri mutlak olduğuna göre, ABD’nin karşısında bir İslamiyet, Müslümanlıkta tasavvur edilemez.

Yazar sonucu da şöyle bağlıyor: “Büyük Ortadoğu gündemi, belki bizim inisiyatifimiz dışında oluştu. Ama ona bigane kalamayız, mümkün olan en kısa zamanda ve en etkin biçimde inisiyatif sağlayacak bir hamlenin içinde olmak zarureti vardır” diyor. Bize de işbirlikçi, uşak ruhlu siyasal İslamcılara size kolay gelsin demek kalıyor.

Taşgetiren’in yazısını fazlasıyla uzattığımızın farkındayız, fakat bu siyasal İslamcıların işbirlikçiliğini göstermek bakımından gerekliydi. ABD emperyalizmi soğuk savaş döneminde Sovyetleri kuşatma ekseninde ‘yeşil kuşak’ projesiyle siyasal İslam’ı geliştirmiş, siyasal İslamcıları kullanmıştı. Bin Ladinler, Talibanlar bu politikanın sonucu, ABD’nin İslamcı mücahitleri olarak türediler. Türkiye’deki siyasal İslamcıların bu bakımlardan kanlı ve kirli sicilleri de biliniyor. Kanlı Pazarlar, Maraş katliamları, Sivas katliamı vs. unutulmuş değil. Kürt ulusal hareketine karşı ‘Hizbullah vahşeti’ ise daha yakın bir örnek, fakat bugün bölgede siyasal İslamcı güçlerin önemli bir kısmı ABD karşıtı bir konumlanış içerisine girdiler. Dini ideolojiyle de olsa ezilenlerin tepkisini yansıtıyorlar. Irak halkı ABD emperyalizmine karşı direniyor, Filistin halkı İsrail Siyonizm’ine karşı varlık yokluk savaşı sürdürüyor. Bölgede, genel anlamda da İslam coğrafyasında, geniş anlamda ABD emperyalizmine karşı Islami bir direniş yaşanıyor. ABD emperyalizmi İslami terörizm’ söylemiyle ırkçı medeniyetler çatışması düşüncesini arkalayarak, Ortadoğu ve bütün İslam coğrafyasına ‘demokrasi’ adına yıkım, ölüm, açlık ve sefalet dayatıyor. Dahası egemenliğine ve iradesine itaate zorluyor, Müslümanlar arasında iç savaşı geliştirmeye çalışıyor.

Bölgenin Müslüman halkları bütün bunların bilincinde olarak direniyorlar. Türkiye’nin siyasal İslamcıları açısından ise tarih tekerrürden ibarettir. Yeşil kuşak eksenli uşaklık siyaseti, günümüzde ABD’ci ılımlı İslam rolüyle uşaklığa dönüşüyor. Değişen zaman ve politikalardır, baki olan ise ABD işbirlikçiğidir.

Siyasal İslam 28 Şubat süreciyle yeniden yapılandırıldı. AKP bu yeniden yapılandırmanın ABD’ci ürünüdür. Geniş anlamda siyasal İslamcı güçler de öyle. Şimdi köprünün altından çok sular geçti. Siyasal İslamcı güçler hükümetteler ve rejimin geleneksel yapısı ve asker-sivil bürokrasiyle iktidar mücadelesi sürdürüyorlar. ABD’nin ılımlı İslam projesi bu iktidar mücadelesinde de ABD’nin etkinliğini İslamcı güçler lehine koyması anlamına geliyor. Bu, İslamcıların BOP’u coşkunlukla savunmasının temel nedenlerinden de birisidir. Proje yürürlükte olduğu sürece, siyasal İslamcılar kendisini güvencede hissedecekler. Bu arada rejim de ılımlı İslam çizgisinde değişim geçirecek. Projenin taşeronluğu sürecinin bu pozisyonun ikamesi ve yeniden üretimini de sağlayacağını hesaplıyorlar. Daha şimdiden çeşitli sonuçlar elde ettikleri de söylenmelidir. Genelkurmay çevrelerinde rejimin laik karakteriyle AKP’nin temsil ettiği İslamcı kimliğin uyumlulaştırılabileceği haberleri bunun sonuçlarındandır.

Yazı kapsamında ABD’nin BOP’le geliştirdiği stratejinin ayrıntısına girmek gereksizdir. Bu ayrı bir yazı konusudur. ABD bölgeyi coğrafi ve siyasi olarak yeniden tanımlayarak, emperyalist stratejisi doğrultusunda biçimlendirmeye çalışıyor. Projenin askeri, ekonomik ve siyasi boyutları vardır. ABD’nin neocon’ları ile, Türkiye’nin siyasal İslamcı ‘condemokrat’ları bu projede hemfikirdirler.

Bölge halkları ve ülkeleri, Türkiye modeli üzerinden taşınacak politikanın ABD çıkarları olduğunun ayırtındadır. Tarihsel olarak da bunun deneyimine sahipler. Politikanın taşeronunun İslamcı kimliği taşıyan güçler olması bölge halklarını aldatamaz. ‘Osmanlı misyonu’nun ise bölge halkları nezdinde beş paralık bir değeri yoktur. Osmanlı misyonunda ancak sömürgeciliği görebilirler. Ayrıca işbirlikçiliğin Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı A. Davutoğlu’nun ifadesiyle ‘çok yönlü ve etkin politika’, ‘küresel aktör olma’ gibi şaşalı, abartılı söylemlere büründürülmesi ise deyim uygunsa komedidir. Türk egemenleri ABD’nin onayı olmadan komşularını ziyarete gidecek bir iradeye bile sahip olmadıklarını gösterdikleri gibi, ‘yüksek politikalarını da ancak ABD kanatları altında ifa edebilirler. Bu yüksek politikacı “Adriyetik’ten Çin Seddi’ne” versiyonunun nasıl sonuçlandığı, Türk işbirlikçiliğinin ne kazandığı, kimin çıkarlarının taşıyıcısı olduğu vs. biliniyor.

Şimdi siyasal İslamcı yazar ve güçlerin, İslamcı AKP hükümetinin yüksek politika katında Büyük Ortadoğu’da Türk misyonundan söz etmeleri de bunun gibidir. Bu politikanın ancak ABD stratejisiyle uyumlu olduğu oranda bir ağırlığının olabileceğinin siyasal İslamcılar da bilincindedir. Siyasal İslamcılar çıkarlarını ABD çıkarlarıyla birleştirmiş durumdalar. Yeni süreçte bu işbirliğini derinleştirerek sürdüreceklerdir. Siyasal İslamcıların ve hükümetin ABD işbirlikçiliğini, BOP ekseninde kötü ünlü misyonerlik rollerini teşhir etmek temel bir görevdir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi