NATO'ya Karşı Tek Yumruk Tek Barikat

Amerikan-İngiliz ittifakının Irak işgali, emperyalizmin uluslararası ilişkiler sisteminde ağır ağır ilerleyen krizi hızla doruğa tırmandırmıştı. Amerika’nın, BM ve NATO gibi emperyalist egemenlik kurumlaşmaları bir yana koyma pahasına giriştiği bu hamlenin, uluslararası ilişkiler düzeninde gelip geçici sonuçlara yol açması beklenemezdi elbet. Amerika'nın rakip emperyalist güç merkezlerine dayattığı yol açıktı çünkü; ya benim öncülüğümü kabul eder ve arkamdan yürürsünüz, ya da başınıza geleceklere katlanırsınız. Her ne kadar Washington yönetimi, işgalin bir yılının ardından Irak'ta 'başına gelenleri' öngöremeden bunları dile getirmiş olsa da, stratejisinin ana doğrultusunda bir değişikliğe gitmiş de değil bugün. O, dünyanın sıcak çatışma bölgelerine, özellikle de bölgesel savaş merkezlerine askeri kuvvetlerini yayma ve güçlerini yeniden organize etmeyi sürdürüyor.

Esasen, rakiplerinin toplam silah gücünü bile aştığı bilinen açık askeri üstünlük ve teknik hareket yeteneğine dayanarak ve dayatarak yürütmeye çalıştığı bu hegemonya stratejisi, yine de uluslararası egemenlik kurumlan arasında yeni bir ilişkiler sisteminin düzenlenmesini Amerika için elzem kılıyor. Washington, Irak'ı işgal hazırlığı sürecinde BM-NATO ilişkisi bazında bunun kalıcı temellerini atmayı denedi, ancak istediği sonuca ulaşamadı. Amerika'nın murad ettiği, BM-NATO işbirliğiyle Yugoslavya ve Afganistan'da ilk örnekleri denenen yeni tipte emperyalist sömürgecilik statüsünü Irak işgali üzerinden genel bir yapılanmaya oturtmaktı. Kendi askeri ve siyasi öncülüğündeki NATO'yu dolaysız bir dünya polis gücüne dönüştürmek ve BM'yi de bunun diplomatik-siyasal örtüsü olarak kullanmak biçiminde formüle edilebilecek Amerikan planı, Irak'ta iki temel nedenden dolayı virajı düzgün alamadı. Önce başta AB ve Rusya olmak üzere, diğer emperyalist rakiplerinin diplomatik kuşatmasıyla cebelleşmek zorunda kaldı; sonra da belanın daha büyüğü olan Irak Arap halkının ulusal direnişiyle karşılaştı.

Amerika'nın savaş arabası devrilmekten henüz uzak kuşkusuz, ancak dünya 'imparatorluğu' uğruna düştüğü yollarda hayallerini tarumar eden çıkmaz sokakların sayısı da çok fazla. Irak direnişi ne ilkti, ne de son olacak. Bu artık bellidir. AB ve diğer emperyalist rakiplerinin ellerini kavuşturup, Amerika'nın marifetlerini seyre dalmayacakları da kesinlik kazanmış bulunuyor. Küresel sömürgeleştirme pastasının pişirilmesinde daha çok inisiyatif ve daha çok yağma payı isteyecekleri ve istedikleri de ortada. Gelişmelerin seyri de gösteriyor ki, 'Soğuk Savaş' konseptinin sona ermesiyle bozulan militarist büyük emperyalist güçler arasındaki stratejik dengenin, yeni koşullar altında, yeni bir biçimde ve yeniden kurulmasının yolu, yine militarist hesaplaşmadan geçiyor. Ve tabii ki bu vahşi hesaplaşma, halkların akıtılan kanı, yitirilen canı ve çalınan geleceği üzerinden yürütülüyor.

Sınıflar savaşımı deneyiminin 20. yy boyunca biriken ve bugünde geçerliliğini bütünüyle koruyan temel çıkarımından biliyoruz ki, büyük emperyalist devletlerarasındaki stratejik güç dengeleri, aynı yıkılmalarında olduğu gibi dünyasal bir genel savaş süreci üzerinden yeniden kurulabiliyor. Bu anlamda kurulan her emperyalist yeni denge, bir sonraki dengesizliğin; emperyalist barış, yeni paylaşım savaşlarının hazırlayıcısı oluyor. Genel savaş koşulları, yani devrimci kriz koşulları, işçi sınıfı ve ezilen halkların, toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelesinin dünyasal bir karşı koyuşuyla yanıtlanmadığı sürece, militarizmin çemberi parçalanamıyor. Karşı devrim sarkacının balyozu, insanlığın ve yerküremizin altını üstüne getire getire sallanmaya devam ediyor.

Şimdi Amerikan haydutları, elinde balyozun en büyüğüyle dünyaya 'çeki düzen vermeye' girişiyor. Dünyanın yeni stratejik dengesini sağlama görevi onun ya! Başında da 'tanrı tarafından bu iş için görevlendirildiğini' sanan bir et kafalı katil bulunduğuna göre, bir yandan 'kutsal adalet', sonsuz özgürlük' vb, Hollywood ilahileri eşliğinde bütün dünyayı Amerikan tanrısı adına vaftiz etmeye kalkışmasına, bir yandan da balyozu nereye sallasa olur sanmasına şaşmamak gerek. Ve tabii Irak'ta balyozu kendi ayağına vurmasına da... İşin mizansen kısmı bir yana, Amerika, NATO aracılığıyla dünyanın bütün sıcak bölgelerine yerleşmek, balyozunun gücünü her yerde hissettirmek ve kabul ettirmek için yeni stratejiler geliştiriyor. Dikkat edilirse NATO, bizzat Amerika'nın teşviki ve fiilen örgütlemesiyle giderek artan bir üye bileşimine kavuşuyor. SSCB'nin dağılmasıyla bağımsız kalanlarla birlikte Doğu Avrupa'daki devletlerin neredeyse hepsi bu çerçevede NATO'ya dahil oldu. Rusya artık NATO'yla komşu! Azerbaycan, Gürcistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan Amerika'nın Kafkaslardaki askeri ve siyasi nüfuzunun ileri boyutta artığı ülkelerin başında geliyor. NATO'ya dahil olmak ya da etkin işbirliği çerçevesinde ortaklıklar kurarak ilerlemek halihazırda işletilen bir plan durumunda. Buradan bakıldığında, 'soğuk savaş' saldırganlığının siyasi felsefesine uygun olarak 'sosyalizmi yok etme' amacıyla kurulmuş olan NATO'nun, kuruluş amaçlarıyla görünürde çelişen bir şekilde varlığını sürdürdüğü açığa çıkıyor. Daha da ötesinde, kendisini feshetme yerine, değinildiği gibi abartılı bir genişleme politikası uyguluyor NATO.

Bu kuşkusuz yeni bir durum ve tamamen emperyalist küreselleşmenin ihtiyaçlarıyla örtüşen bir gelişme. Amerika nasıl 2. Dünya Savaşı'nın ardından bir 'bolşevizm düşmanı' yarattıktan sonra onun karşısına 'hür dünya'yı korumak için NATO'yu diktiyse, şimdi de aynı stratejik mantıktan hareket ediyor. Ancak şimdi dünya artık 'küreselleştiğine göre, yeni 'düşmanın' da ona eş büyüklükte olması gerekiyor. Her yerde ve her an karşılaşılabilir, ama her arandığında da kolayca bulunamayabilir bir 'düşman' olmalı bu! Tabi ki bu olsa olsa, 'uluslararası terörizm' olabilir! O halde onunla, her zaman ve her yerde mücadele edebilecek kadar güçlü ve yaygın bir karşı örgütlenme de olmalı. Bu da olsa olsa, 'aşırı' genişleme kapasitesine sahip NATO olabilir. İşte düşman, işte kurtarıcı! Bush, boşuna 'terörizme' karşı 'sonsuz özgürlük' için yola çıktık demiyor. Bunun anlamı çok açık: 'sonsuz özgürlük' için ABD'ye sonsuz genişleme hakkı!

Fakat eğer 'düşman'ın niteliği ve kapsamı değişmişse, NATO'nun da değişmesi gerekiyor. Amerikan emperyalistleri işte şimdi doğrudan bu değişimi örgütleme işine yoğunlaşmış durumdalar. Washington, BM, NATO gibi uluslararası egemenlik kurumlarına (gerçekte bu aynı misyona sahip, İMF, DB, GATT vb. ekonomik-mali yapılanmalar içinde aynen geçerlidir) ya Amerikan çıkarlarına uygun dönüşüme uğrarsınız, ya da işlevsiz kalır ve tasfiye olursunuz diye dayatıyor. Muhakkak ki bu dayatma temelde ABD'nin dünya ekonomisi ve mali-finansal piyasa zincirindeki gücünün yaptırım baskısına dayanıyor, diplomatik lakırdılara değil. Çünkü büyük hayduttun silah ve savaş gücü, ekonomik-mali sisteminin yüksek bir organiklik düzeyde militarist yapılanmaya uydurulmuş durumdadır. Irak işgalinde bu açıkça görüldü; onun, her şeye rağmen böylesine kapsamlı bir işgali askeri -ekonomik açıdan gerçekleştirebilme sorunu yok esasen. Ama uzun vadede sürdürebilme söz konusu olduğunda, iş çok riskli hale geliyor. İdeolojik yanını bir tarafa koyalım, siyasi bakımdan hedeflerden her zamansal sapış, ABD’nin ekonomik-mali(dolayısıyla da askeri) yapısınındaki kırılganlığı artırıyor.

Çünkü Amerikan ekonomik-mali sistemi yapısı gereği, dünya kapitalist sistemi için kötü huylu bir tümör gibi çalışıyor. Çok büyümüş ve sistemin beyninde, yani en merkezi yerine yerleşmiş bir tümör. Ve tabi ki bütün tümörler gibi bütün vücudun, yani kapitalist dünya sisteminin kaynaklarını, enerjisini emerek yaşayabiliyor. Büyüdükçe sistemin diğer bölümleri zayıflıyor, güç kaybediyor, işlev yitimine uğruyor ya da düpedüz felç oluyor. Tümörü amaliyat masasında çıkarıp almak mı? Bu 'çare' sistemi ölümcül bir komaya sokabileceği için, rakiplerinin şimdilik göze alamayacağı bir şeydir. Amerika ise bir tümörün 'düşündüğü' gibi davranmak zorundadır her zaman: kanlanmak, 'sınırsız' büyümek ve yayılmak; büyümek, yayılmak ve sınırsız kanlanmak. Bütün tümörler doğaları gereği benmerkezcidir. Bu nedenle Amerika'nın 'çare' olarak dayattığı şey başka: kanlanmayı hızlandırmak, dünya üzerinde, kaynakları ve enerjisi emilmedik hiçbir sistem hücresi bırakmamak, sistemin hayati önemdeki birkaç yapısını savaşlar aracılığıyla sıksık dopinglemek ve beslemek... Aslolan, daha uzun süre hayatta kalabilmektir diyor Amerika; çürüyen bedeninden yayılan derin ölümcül kokulara aldırmaz görünerek...

Şimdi ortaya attığı Büyük Ortadoğu Projesiyle(BOP) yapmak istediği tam olarak bu. Besleneceği, kanlanmayı kesintisizce sürdürebileceği yeni yaşam alanları açmak. NATO'nun yayılma alanını buraya doğru genişletmek ve rakiplerine bunun elzem olduğuna ikna etmek. Washington'un Irak'taki halk direnişi nedeniyle sapmaya uğrayan siyasal hedeflerinin yarattığı stratejik kırılganlık, bütün emperyalist sistemi tehdit ediyor çünkü. Amerikan stratejisi Ortadoğu'da çökerse, diğer emperyalistlerin onun yerine koyabilecekleri ne bir alternatifleri var şimdiki durumda, ne de güçleri. Bu gerçeğin bütünüyle farkında olan Washington, Irak işini NATO'ya havale etmenin yollarını aramayı sürdürüyor. Bir bakıma işgal öncesi başlattığı, ama yarım kalan işi tamamlamaya çalışıyor. BOP, işte bu tamamlama işinin bir aracı aynı zamanda. Amerika'nın emperyalist rakiplerine bir 'ittifak' daveti. Tabi ki, kendi 'mutlak' gücü ve öncülüğü altında. Şimdilik biçim olarak BM'siz bir NATO değil belki ama, fiilen BM'nin misyonunu da üstlenerek 'gereksiz' krizleri bertaraf edecek bir yeni NATO yapılanmasının peşinde olan Amerika, BOP'la bunu geliştirmeye çalışıyor. Bu çerçeveden bakıldığında, Haziran sonundaki İstanbul-NATO zirvesinin taşıdığı güncel misyonun önemi kendiliğinden açığa çıkıyor. Amerika, Büyük Ortadoğu Projesi'yle yeni NATO ittifakını dayatacak ve belkide uluslararası egemenlik sisteminde işgal sonrası saflaşmanın yeni bir biçim altında, yeni bir aşamasına geçişinin temelleri hazırlanacak.

BOP'un enerji-petrol zenginliği üzerine oturan bir ekonomik coğrafya olduğu kesin. Fakat aynı zamanda ideolojik bir coğrafya BOP. İslam, ABD ve emperyalizm karşıtlığı üretebilen ve bunu finanse edebilen bir ideolojik direnç ve değerler sistemi. Amerika bu nedenle 'İslami Törörizmi' hedef ve düşman haline getirdi. İşte tam da bundan dolayı BOP, ideolojik bir proje aynı zamanda. Amerika'nın kesin olarak farkında olduğu şey; bu ideolojik bataklığı kurutmadan 'İslami terör'ün yenilmiş olmayacağıdır. Amerika'nın BOP çerçevesinde giriştiği kelimenin tam anlamıyla emperyalist çıkarlara tercüme edilmiş, uyarlanmış bir İslam yorumu inşa etme işi büyük önem taşıyor. Düzen değişikliği, demokrasi ve bunun gibi söylemlerle islamın emperyalist sistemle uyumlulaştırılması gerekiyor. Ilımlı İslam denilen bundan başka bir şey değil.

Bu noktada Türkiye'nin pozisyonu ekseninde olup bitenler oldukça önem kazanmış görünüyor. Herşey bir yana NATO zirvesinin İstanbul'da yapılıyor oluşu kendi başına bir gösterge. NATO'nun yeni rolü ve BOP'un gerekliliği konusunda Türk egemen yönetici güçleri arasında herhangi bir temel yaklaşım farkı yok. Hepsi 'üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirmeye hazır'lar. Bu kapsamda, Amerika'nın kuyruğuna yeniden daha sıkı sarılmakta kararlı görünen Türk egemen sınıfları ve AKP hükümeti, emperyalist sömürgeciliğin saldırganlık ve yağma stratejisinin ileri karakollarından biri olarak ön cephede yer almak için can atıyorlar. Emperyalistlerin bu amaçla dikmeye uğraştığı 'model ülke Türkiye' elbisesiyle provalar yapmaya başladılar bile.

Ancak bir de işin halklar cephesi var. Amerika’nın BOP için rakiplerini ikna etmesi yetmiyor. Her ne kadar, despotik rejimlerden kurtulma, demokrasiyle tanışma, ekonomik kalkınma ve refahla buluşma vb. fırsatlar ve nimetler taşıdığı propagandasıyla sunulsa da, Ortadoğu halklarının BOP'u kabul edeceğine ilişkin hiçbir veri de görünmüyor. Tersine, Filistin topraklarında kök salmış yurtsever antiemperyalist, anti siyonist ve anti sömürgeci direniş ve kurtuluş mücadelesi, Irak işgaliyle birlikte başta Arap halkları olmak üzere Müslüman ülkeler coğrafyasında daha derin ve yaygın bir toplumsal tabana kavuşmuş durumda. Savaş silahlarına dayalı zorun gücüne boyun eğmeyen halkların, emperyalistlerin ekonomik, ideolojik, kültürel 'barış' silahlarının gücüne secde edeceklerini düşünmek, gerçeğe karşı durumdan aptalca ve bönce bir çıkarım olur. Bu gerçek, emperyalistlerin bütün planlarından daha güçlü bir silahtır. Ve halklar, onur ve özgürlüklerini savunmak için ezilenlere ait bu silahı emperyalistlere karşı sonuna kadar kullanılacaktır.

Şimdi zamanın hızla Haziran NATO zirvesine doğru aktığı koşullarda coğrafyamızın komünistlerine, devrimcilerine, ilericileri bütün emek güçlerine düşen görev büyüktür. Düşman, ortak düşmanımızdır; NATO halkların katili bir emperyalist egemenlik kurumudur. BOP, emperyalist küreselleşmenin halklarımızı içine tıkmak istediği bir hapishanedir. Gerçek terörizm, Yeni Dünya Düzeni'dir; Amerika en büyük teröristtir. O halde, bu gerçeklerin bilinciyle ve ezilenlerin birleşik gücüyle İstanbul'u emperyalistlere ve işbirlikçilerine dar etmek boynumuzun borcu olsun. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin savaş silahlarının gücü, halkların onur ve özgürlük silahının cüretli gücü karşısında kaybetmeye mahkumdur. İstanbul'da bir kez daha...

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi