Sayın yargıçlar,
Yargılandığım davayla ilgili hazırlanan savcılık iddianamesi elime geçti ve inceledim. İddianame “görevli memura mukavemet ve kamu malına zarar verme” suçlamalarıyla, benim de içerisinde bulunduğum 200’ü aşkın politik tutsağın cezalandırılmasını istemektedir.
İddianame üzerinde genişçe duracağım. Fakat önce bu davanın niteliği üzerinde durmak istiyorum. Savcılık iddianamesi, davayı basit bir hukuk olayı/davası derekesinde göstererek, daha baştan gerçekleri çarpıtıyor ve davayı asıl niteliğinden saptırıyor.
İddianameyi hazırlayan zihniyet, bu coğrafyanın politik tarihine kan ve ateşle yazılmış olayları, tümüyle siyasal bir davayı basit bir hukuk davası olarak gösteriyor ve hiç de yabancısı olmadığımız bir devlet klasiği oyununu oynuyor. Halkımızın amiyane tabiriyle bunun adı ‘hem suçlu, hem güçlü olmak’tır. Sayısız benzer örneğinde gördüğümüz gibi, bu tür davalarda, devletin savcıları ‘devletin âli menfaatleri’ için her türlü devlet suçunun üstünü örtmede olağanüstü bir çaba gösteriyorlar. Devleti aklamak için bütün titizliği ve mahareti göstermekten asla geri durmuyorlar. Devletin suçlarını aklama cengaverliğinde birbiriyle yarışıyorlar.
Bu iddianamenin altında imzası bulunan savcı Eren Yenice’nin bundan daha fazlasını yaptığını biliyoruz. Çünkü onu iyi tanıyoruz. Eren Yenice, herhangi bir devlet savcısı değil, 19 Aralık ‘Hayata Dönüş’ saldırılarının içinde bizzat yer almış biridir. Hukuki bir terimle söyleyecek olursak, bu davanın karşı tarafıdır, davalılardan biridir. Ama dedik ya: Bu hem suçlu, hem güçlü, yani zorba olanın adaletidir.
Egemen zorbaların her çağdaki adaleti de bundan başka bir şey olmamıştır.
Eren Yenice’nin iddianamesi bir kez daha zorbalığın adalet anlayışını pratikleştirmeyi amaçlıyor.
Ve bize şunu söylüyor: Seni hem katlederim, hem de devletin katletme özgürlüğüne direndiğin için suçlu diye yargılarım. Esasında sadece bu da değil.
Gerçeklerle istediğim gibi oynar, ters yüz eder ve yüce devletimin suçlarını aklarım, diyor.
Savcının iddianamesi neyi gizliyor? Elbette ki gerçekleri! Bu davanın siyasi bir dava olduğunu... Peki, neyin üstünü örtüyor? Bir katliamın üstünü örtüyor. Bir vahşetin ve bu suçları işleyen büyük suçlular güruhunun. O halde, savcının gizlediği gerçekleri ortaya sermek, yargılayanları yargılamak da tarih ve emekçi insanlık değerleri ve adaleti açısından bize düşüyor. Savcı Eren Yenice, 19 Aralık saldırısını bu iddianamesiyle sürdürdüğüne göre, bizim de tümüyle meşru ve sonuna kadar haklı olan direnişimizi, sözümüzü gerçek yaşamın diliyle haykırmamızdan daha doğal bir şey olamaz.
19 Aralık “Hayata Dönüş Operasyonu” Faşist Bir Katliamdır
19 Aralık “Hayata Dönüş Operasyonu” pek çok görünümüyle, değişik boyutlarıyla tanımlanabilir. Her şeyden önce 19 Aralık bir katliamın adı ve tarihidir. Bu ülke tarihinin en büyük hapishane katliamı olarak, tarihe, kan, ateş ve ölümle yazılmıştır. 19 Aralık, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından örgütlenmiş, bilinçli ve kasıtlı bir katliamdır. Adının Nazilerden aşırılmış olması, yasal bir operasyon kılıfıyla yapılması, asla katliam gerçeğini değiştirmez. 20 hapishanede eş zamanlı olarak yürütülen ve her türlü silahın pervasızca kullanıldığı vahşi bir terör eylemidir, “Hayata Dönüş Operasyonu”.
Faşist rejimin devrimci harekete karşı stratejik ve kapsamlı saldırı dalgasının; vahşet, dehşet, yalan ve imhaya dayalı ilk vuruş eylemidir. “Hayata Dönüş” katliamının amacı, devrimci hareketi faşist terör yoluyla ezip dağıtmak ve bir bütün olarak teslim almaktı. Faşist rejim, tarihin en derin ve kapsamlı iktisadi ve politik krizini yaşıyordu. Kriz batağında debelendikçe daha derine batan işbirlikçi faşist düzen, çareyi emperyalizmin ipine daha fazla sarılmakta buluyordu. Krizden kurtulmak ve kurulu düzenin istikrarını yeniden sağlamak için IMF, ABD ve AB reçeteleri işbirlikçi Türk egemen sınıflarının elinde kurtuluşun yol haritaları olarak dalgalandırılıyordu. Emperyalizmin “yeniden yapılandırma” projesi kapsamında işbirlikçi Türk egemenlik sistemi de kendini yeniden yapılandırmak zorundaydı.
1996 yılında işbirlikçi Türk egemen sınıflarına emperyalist küreselleşmenin büyük patronları tarafından dayatılan yeniden yapılandırma planı, öncelikle kurulu düzenin yeniden istikrarını amaçlıyordu. ABD ve AB’nin gücünü ortalayan işbirlikçi faşist rejim, politik krizini çözmeye girişiyordu. Bunun anlamı, rejimi sorgulayan ve rejimle sorunu olan politik güçlerin tasfiye edilmesi, düzen sınırlarına çekilerek kontrol edilebilir düzeye indirilmesiydi. Başka bir anlatımla ezenlerin, ezilenlerin tüm muhalefetini tankla topla, şiddetle bastırmasıydı. Politik İslam, Kürt ulusal hareketi ve devrimci-komünist hareket rejim düşmanı ya da rejimle sorunu olan başlıca politik güçlerdi. Bu güçlerin tasfiye edilerek düzen içine çekilmesi, politik krizin çözümü ve yeniden yapılandırma programının kendisi oluyordu. Süreç, politik İslam’ın tasfiyesi operasyonuyla başladı. 28 Şubat darbesi ve konseptiyle, politik İslam berhava edildi, ‘iş’i bitirildi. Hiçbir anlamlı direniş geliştiremeyen politik İslam, dağılıp parçalanarak, düzenle buruk köprüden geçerek, rejimle uzlaştı, teslim oldu. Politik İslam’ı etkisizleştiren rejim ardından, Kürt ulusal hareketine stratejik darbeyi vurdu. ABD emperyalizminin özel desteğini arkalayan işbirlikçi Türk egemenlik sistemi, PKK lideri Abdullah Öcalan’ı uluslararası bir komployla esir alarak, 15 Şubat darbesiyle Kürt ulusal hareketini tasfiyecilik koridoruna soktu. İmralı manifestosu, tasfiyeciliğin ve uzlaşmanın kabul edildiğini ilan etti. Sıra faşist rejimin karşısında dik duran üçüncü politik güç olarak devrimci harekete gelmişti. İlk iki büyük politik gücün direnişçi geri çekilişi ve rejimle uzlaşma yolunu seçmesi, faşist rejimi politik zafer sarhoşluğuna sürüklüyor, devrimci harekete var gücüyle ve acımasızca saldırmasının bütün pratik-politik ve psikolojik koşullarını olgunlaştırıyordu. 19 Aralık’ta dizginlerinden boşalan faşist terör dalgasının arkasında bu zafer sarhoşluğunun, bu ‘herkese boyun eğdiririm, teslim alırım’ havasının olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.
19 Aralık “Hayata Dönüş” katliamı faşist diktatörlüğün devrimci harekete karşı başlattığı bir topyekün savaş saldırısı konseptidir ve bir darbedir. “Hayata Dönüş” katliamının hedefi, devrimci hareketin tüm örgütlü direnişçi güçleriydi. Hedefin merkezinde, devrimci tutsakların en sert terör yöntemleriyle ezilmesi ve pasifize edilmesi konulmuştu. Devrimci hareketin en büyük ve önemli gücü hapishanelerde tutsaktı. Sır olmayan bu gerçeği, işbirlikçi egemen sınıflar ve onların faşist devleti de biliyordu. Bunun için, faşist rejim stratejik darbesinin merkezine/menziline devrimci tutsakları koyuyordu. 19 Aralık darbesi, devrimci hareketi tasfiye planı olarak, iki temel imha yöntemini kapsıyordu. İlki vahşi bir katliam, ikincisi F tipi tecrit. “Hayata Dönüş Operasyonu” zulmün şiddet kataloğundaki bu iki biçiminin bir arada uygulanmasının adıdır.
19 Aralık Emperyalizm Ve Faşizmin Ortak Saldırısıdır. Devrimcileri Ve Halklarımızı Teslim Alma Saldırısıdır!
19 Aralık katliamına salt devrimci hareketin ezilip tasfiye edilmesi olarak bakılamaz, bakılmamalıdır. 19 Aralık katliamı, tüm ezilen ve sömürülen, baskı ve zulüm altında tutulan emekçi halklarımıza karşı da bir topyekün savaş ilanıydı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, 19 Aralık ve F tipi saldırısının gerekçesini açıklarken, aynı zamanda Hayata Dönüş Katliamı ve F tipi tecrit terörünün amacı ve kapsamını da ortaya koyuyordu. “IMF programını uygulamak için, cezaevleri sorununu çözmeliyiz, cezaevlerinde devlet otoritesini yeniden sağlamalıyız” diyordu Ecevit. 19 Aralık katliamı ve F tipi terörün kapsamında ise işçiler, emekçi memurlar, ezilen-horlanan baskı altında tutulan Kürt ulusu ve toplumun tüm ezilenleri bulunuyordu. Dolayısıyla 19 Aralık katliamı ve F tipi halklarımıza karşı da açık bir savaştı. IMF programının temel bir maddesi de, IMF’nin ekonomik programının uygulanmasında ortaya çıkacak halkların muhalefeti ve direnişlerini ezmek için askeri darbe de dahil, her türlü terörün kullanılmasını emretmektedir. Ecevit’in dile getirdiği de budur.
19 Aralık katliamı ve F tipi saldırısı IMF’nin olduğu kadar, ABD’nin, ABD’nin olduğu kadar AB emperyalizminin de saldırı konseptidir. F tipi hapishaneler emperyalizmin icadıdır. F tipi tecrit emperyalist zorbalığın dünya halklarına dayattığı terörist saldırı araçlarından biridir. İşbirlikçi Türk egemen sınıfları tecrit tipi hapishane modelini, bu ölüm ve zulüm makinasını reform adı altında ağababaları ABD ve AB emperyalizminden ithal ettiler.
F tipi, emperyalizm ve faşizmin ortak saldırı programıdır. 19 Aralık, “Hayata Dönüş” katliamı, emperyalist gericilik ve işbirlikçi egemenlerin ortak katletme operasyonudur. F tipi hapishanelerin projesini de, politik aklını da, kurşun ve bombasını da, parasını da veren emperyalist egemenlerdir. F tipi hapishanelerin AB parasıyla finanse edildiği bir sır değildir. AB’nin ‘Adalet Reformu’ adı altında, işbirlikçi Türk egemen sınıflarına 600 milyon Euro para verdiğini biliyoruz. AB emperyalizmi de, ABD de F tipi terörün patronlarıdır. Emperyalist zorbaların “demokrasi”, “insan hakları” vb. bayraktarlığı tümüyle sahtedir, ikiyüzlücedir ve halkları aldatan aşağılık bir demagojiden başka bir şey değildir. AB’nin insan hakları F tipi hapishanedir, tecrittir. ABD’ninki ise Guantanamo’dur, Irak’tır. AB’ye bağlı sözde insan hakları kuruluşları, en başta da Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi, F tiplerin deki zulmü örten, meşrulaştıran açıklamalarıyla, işbirlikçi Türk rejimine yardım ve yataklık etmekten geri durmamıştır. F tipi terörün uluslararası planda meşrulaşması için faşist zulme destek ve suç ortağı olmuştur. İşte emperyalizmin ‘insan hakları’ budur.
Faşist Zulme, Katliama, Tecrite Direnmek, Haktır, Görevdir Ve Onurdur
19 Aralık katliamına, işbirlikçi egemen sınıflar kan döke döke, can ala ala geldiler. Ulucanlar Hapishanesi’nde 10 teslim olmaz devrimciyi katlederek, onlarcasını işkencelerden geçirip sürgün ederek başladılar. Burdur Hapishanesi’nde kol kopararak, tecavüz ederek, duvarları yıkarak hazırlandılar. Bergama Hapishanesi’nde prova yaparak geldiler.
Egemen sınıflar, tüm bölükleri ve klikleriyle birleşerek geldiler. MGK’sı, hükümeti, ordusu, polisi, partileri ve medyasıyla saldırdılar. F tiplerine karşı meydanlarda yükselen on binlerin sesine kulaklarını tıkayarak geldiler. Anaların çığlıklarını boğarak geldiler. Kamuoyunu aldatarak geldiler. Kana ve ölüme susamışçasına geldiler. Ve kalleşçe saldırdılar. Kurşunlarla, bombalarla, keskin nişancılarıyla saldırdılar. Kimyasal silahları, buldozerleri, kameralarıyla geldiler. Faşist terörü doruğuna çıkardılar. Bütün kinlerini, şiddetlerini vahşice kustular. Kan içip, ölüm saçtılar. Öldürdüler, diri diri yaktılar, yıktılar ve talan ettiler.
“Sahte oruç kanlı iftar” manşetleriyle kan sarhoşu vampirler gibi hayvani sevinç çığlıkları attılar. Zulmü ve vahşeti yalanla örtmeye çalıştılar. Mutlak yok etmenin, can kıyımının adını utanmazca “Hayata Dönüş” koydular. Egemenliğin, zorbalığın aşağılık kibriyle insanlıkla alay ettiler, insanlığı aşağıladılar. Bayramda analarımıza kanlı tabutlar gönderdi eli kanlı faşistler. Ve sürekli yalan üzerine yalan kustular. Zulmü yalanla beslediler, vahşeti büyüttüler. Zulüm ve vahşetle halklarımızı yok etmeye çalıştılar. 19 Aralık katliamıyla F tipi tecrit cehenneminin kapısını böyle açtılar.
19 Aralık, halklarımızı teslim almak için vahşi bir gözdağı, yıldırma ve korku yayma hareketiydi. 19-22 Aralık’ta 20 hapishaneye aynı anda yapılan katliamcı saldırılarda 28 devrimci katledildi. Yüzlercesi yaralandı. Onlarcası ağır yaralandı ve sakat kaldı. F tiplerine zorla sevk edilen tüm tutsaklar işkenceden geçirildi, içlerinden coplu tecavüze uğrayanlar oldu.
Sadece 19 Aralık 2000 ile 19 Aralık 2001 arası bir yıllık dönemde 5000 bin insan F tiplerini protesto gösterileri nedeniyle sokaklarda dövüldü, gözaltına alındı, işkenceden geçirildi. Ve onlarcası tutuklandı. Bugün 19 Aralık’ta katledilen ve F tiplerindeki Ölüm Oruçları’nda yaşamını yitirenlerin sayısı 107’yi buldu. F tiplerindeki ölüm oruçlarında yaklaşık 500 devrimci arkadaşımız kalıcı beyinsel ve fiziksel rahatsızlıklara uğradı ve sakat kaldı.
Aydınlar, gazeteciler, sanatçılar, salt devleti F tipi hapishaneler konusunda eleştirdikleri, yazıp konuştukları için soruşturmalara uğradılar, haklarında örgütlere yardım etmek suçlamalarıyla davalar açıldı. Kimileri ağır cezalar aldı. İlerici parti, sendika, dernek, kitle örgütleri hakkında davalar açıldı. Tüm Yargı-Sen yöneticileri F tipi hapishaneler konusunda rapor hazırlayıp basma açıklama yaptıkları için terör örgütlerine yardım ve yataklıkla suçlanıp yargılandılar. Ceza aldılar. TSİP Genel Başkanı ve iki yöneticisi yine örgüte yardım ve yataklık etmekle yargılanıp, cezalandırıldılar.
Faşist rejim, toplumsal muhalefetin tüm güçlerini F tipi saldırısıyla ezmek için elinden geleni ardına koymadı. F tiplerine karşı çıkan, eleştiren, protesto eden herkes teröristlerin ve terör örgütlerinin yanında olmakla, terör örgütlerine yardım etmekle damgalandı ve rejimin acımasız gadrine uğradı.
19 Aralık katliamının bir yüzü vahşet ise, diğer yüzü devrimci direniş ve onurdur. F tipi tecrit terörünün bir yüzü ölüm ve zulüm ise, diğer yüzü teslim olmazlıktır, feda bilinciyle direnmektir. Devrim inancını ve davasını her koşul altında sürdürmektir. 19 Aralık faşizme karşı büyük bir kahramanlık destanıdır. Topla, tüfekle, bombayla gelenler devrimci direnişin barikatına çarptılar. Devrimci tutsakları teslim alamadılar. Barikatlarda bedenlerimizi parçaladılar. Ama haklı ve onurlu direnişimizi kıramadılar. Ve ancak cesetlerimizi çiğneyerek F tipi hücreleri açabildiler. Çiğnenen yalnızca ölü ve yaralı bedenlerimiz oldu. Onurumuz ise dimdik ayakta ve daha yükseklerdedir. Ve asla yere düşürülmeyecektir.
19 Aralık ve F tipiyle devrimci tutsakları teslim alacaklarını sanan egemen sınıflar bir kez daha hüsrana uğradılar ve yenildiler.
Devrimci irade karşısında çaresizleştiler, acizleştiler.
Ölüm Orucu’nda ölümsüzleşen her feda savaşçının iradesiyle faşizmin kadr-i mutlak sandığı iradesi yerle bir edildi, paçavraya dönüştürüldü. İdeolojik ve siyasi bakımdan kaybeden faşizm, imha ettiği her devrimcinin cesediyle kendine sevinç tesellisi buluyor.
19 Aralık’ın bir yüzü aşağılık yalan ve demagoji ise, diğeri gerçeğin yalanın perdesini yırtmasıdır. Faşist zulmün baş yalancısı ve 19 Aralık Hayata Dönüş katliamının sorumlusu Hikmet Sami Türk, söylediği yalanlar ve başvurduğu demagojilerle yalanın ve soysuzlaşmasının tarihine geçti. “Amacımız kan dökülmesini engellemekti, onun için operasyon uzun sürdü, isteseydik bir kaç saatte bitirebilirdik” diyen Sami Türk’ün her cümlesi bir başka yalandı. Kamuoyunun mutabakatı olmadan F tiplerini açmayacağız dediler, kan dökerek açtılar; örgüt liderlerinin baskısıyla, örgütün zoruyla Ölüm Oruçları yapılıyor yalanını kustular. F tiplerinde tek başına sürdürülen Ölüm Orucu eylemleri karşısında ‘ideolojik korku var, koşullanmışlık var’ diye cart-curt etmeye, demagoji üretmeye giriştiler. F tipinde tecrit yok diyenler, tecritin acı meyveleri olan ölümler ve diğer vakalar karşısında, ‘kendi kendilerini tecrit ediyorlar’ demagojisine ve yalanına sarıldılar.
19 Aralık kapsamlı bir saldırı konseptidir, bir süreçtir ve bugün de tüm hızı ve acımasızlığıyla sürmektedir. Bugün 19 Aralık yalnızca F tipi tabutluklarda değil, hayatın bütün kollarında ezilen ve sömürülen milyonların yaşamının hücreleştirilmesi, baskının, zulmün, sömürü ve sefaletin derinleştirilmesi olarak devam etmektedir. 19 Aralık ve F tipi, IMF programının şiddet sopasıyla uygulanmasıdır. 1475 sayılı kölelik yasasıdır. Esnek üretim sömürüsüne geçilmesidir. Hükümetin sıfır zam dayatmalarıdır. Büyüyen sefalettir. Emekçi memurların 15 yıllık mücadeleyle kazandıklarının budanmasıdır. Grevsiz toplu sözleşmesiz sendikanın dayatılıp kabul ettirilmesi ve hareketin yenilgiyle geriletilmesidir. Kürt ulusuna yönelik inkar ve saldırı siyasetinin kesintisizce sürdürülmesidir. En kıytırık burjuva demokratik talepli eylem ve gösterilerin bile jop, gaz bombası ve işkenceyle ezilmesidir. Gözaltında tecavüz ve işkencenin devam etmesidir. F tipi tecrit ve izolasyonda sonuna kadar ısrardır. Tecridi ağırlaştıracak yeni yasal ve fiili hazırlıkların hızla geliştirilmesidir.
Öte yandan bugün 19 Aralık Hayata Dönüş katliamı, pişmanlık, itirafçılık saldırısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tecrit ve izolasyonla şiddet potasında tutularak tava gelindiği düşünülen devrimci tutsaklara yeniden teslimiyet dayatılmaktadır.
“Topluma Kazandırma Yasası” ya da “Eve Dönüş” operasyonu, Hayata Dönüş operasyonunun izini sürüyor. Bu faşizmin, egemen zorbaların egemenlik ve yönetim tarzının özüdür. Şiddetle boyun eğdirmek, kendisine benzetmek ve teslim almak egemenlerin asli karakteridir, varolma koşuludur/biçimidir. Hayata Dönüş katliamının gerekçesini açıklayan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit “biz onları kendi terörlerinden kurtarmak istiyoruz, teröristleri, terörizmlerinden kurtarmak istiyoruz” diyordu. Ve bizi kendi terörümüzden kurtarmak için diri diri F tipi tabutluklara gömüyordu. Ecevit’in bu açıklaması tipik ortaçağ egemenlik zihniyetidir. Ortaçağların egemenlik zihniyeti, yani çıplak zorbalık, çağdaş burjuva devletin özü ve bunun ifadesi olan faşizm olarak açığa çıkıyor. Bu anlamıyla Ecevit’in söyledikleri kesinlikle bir dil sürçmesi değildir. Egemen sınıfların ne denli gericileşip zorbalaştıklarının evrensel planda da giderek açık-seçik bir biçimde ifade bulmasıdır.
İtirafçılık kişiye kimliğinin kusturulmasıdır.
İtirafçılık, kimliğin kusturularak kişiyi ‘içindeki şeytandan’, kafadaki zararlı düşünceden vs. arındırmak ve kişiyi egemen olanın düşünce ve kimliğiyle donatmaktır. Ortaçağ’da engizisyon kişiyi döndürmek, itirafçı yapmak için şiddet ve işkenceyi yasal bir araç olarak kullanıyordu. Bugün de egemen zorbalar aynı şeyi talep ediyorlar. Ortaçağdan burjuva egemenlere tevarüz eden bu asli egemenlik anlayışını giderek daha fazla ve tek araç olarak pratikleştir- meye çalışıyorlar. Hayata Dönüş’ün mantığı, “sizlere demokrasi, uygarlık, insan hakları, özgürlük getiriyoruz” diyen emperyalist zorbalığın her şeye mutlak hükmetme ve ele geçirme mantığının aynısıdır/kendisidir. Kaynağını zorbalığın mutlak egemenlik tutkusundan, güç hırsı ve sarhoşluğundan almaktadır. Hayata Döndürmek, Eve Döndürmek dedikleri esasında teslim almak ve kendi kimlikleriyle donatılmış birer köle yaratmaktan başka bir şey değildir.
Bu bizi çağırdıkları hayat nasıl bir hayattır? Hikmet Samilerin, Ecevitlerin, Ertosunların, Yılmazların, Bahçelilerin, Tayyip Erdoğanların, Susurlukçuların ve onların tepeden tırnağa her tarafı çürümüş kokuşmuş bir ceset olan; gözeneklerinden kan, irin, pislik akan şu kahrolası sömürü ve zulüm düzenleri değil midir? Bizleri yanlarına çağırıyorlar. Gelin diyorlar. Size kendi kuvvetimizi verelim, siz de katledin, sömürün, rüşvet alın, mafyacı olun, her türlü çürüme ve yozluğu doruğuna kadar yaşayın, diyorlar. Sömürüye, zulme, katliama, talana, yalana, rüşvete, yolsuzluğa, ahlaksızlığa, çürümeye, soysuzlaşmaya ve insan posası köleliğe çağırıyorlar. İşte tam da bunun için F tipi tecrit ve izolasyonu, şiddeti dayatıyorlar. Her türlü şiddet ve kuşatmayla devrimcileri teslim almak istiyorlar, alamadıklarını yok etmek istiyorlar.
Zulmün tiranları olanlar, terörün kralı-padişahı olanlar devrimcilerin ve halkların her direnişini terör yaygarası kopararak karalıyorlar. Aşağılıkça gerçeği tersyüz etmeye çalışıyorlar. Şiddetin, terörün kaynağı devlettir ve onu elinde bulunduran egemen azınlık sınıflardır. Terör tekelini elinde tutan ve en örgütlü terör şebekesi devletin kendisidir. Ve her zaman şiddet tekelini, terör gücünü elinde tutanlar, güçsüzlere saldırır, onları ezer. Brezilyalı düşünür ve eğitimci Paulo Freire’den birkaç ödünç cümle alarak söyleyecek olursak; “Şiddet ezen, sömüren, ötekileri kişi saymayanlarca başlatılır; yoksa ezilen, sömürülen, kişi sayılmayanlarca değil. Terörü başlatan; çaresizler, teröre maruz kalanlar değil, iktidarları sayesinde ‘hayatın reddedilmişleri’ni ortaya çıkaran somut durumu yaratan tedhişçilerdir. Nefreti başlatanlar kendilerine insan hakkı tanınmayanlar değil, onlardan insanlığı esirgeyenlerdir.” Hayata Dönüş katliamı bu gerçeği tüm çıplaklığıyla anlatmıyor mu? İnsan hakları gününde İstanbul sokaklarında polisi yürüterek, “Kahrolsun insan hakları” diye böğür- tenler terörün kaynağı olduklarını ilan etmiş olmuyorlar mı? “Bana teröristleri nasıl konuşturacağınızı söyleyin, işkence olmasın” diyen bir zamanların başbakanı Tansu Çiller, ezilenlere, devrimcilere nefretini kusup şiddeti başlatmıyor mu? Teröristin insan hakkı olmaz, terörist insan değildir mantalitesi bütün faşist devlet erkanının taptıkları ortak düşünce ilkesi değil mi? F tipi tecrit ve izolasyon, bu nefretin, şiddetin ve yok etmenin makinası değil mi? Eve dönüş itirafçılığa, insan posalığına davettir.
19 Aralık’ta, Ölüm Oruçlarında haykırdığımız gibi, bir kez daha tüm devrimci kararlılığımızla haykırıyoruz: Asla teslim olmayacağız. Faşist rejiminizden nefret ediyoruz, sizden nefret ediyoruz. Sizin hayatınıza dönmeyeceğiz, lanetli ve pislik evinize gelmeyeceğiz. Direneceğiz ve faşizmi yeneceğiz.
Hayata Dönüş Katliamının Sorumluları Ve Suçlularını Unutmayacağız, Hesabını Soracağız
19 Aralık Hayata Dönüş katliamının hazırlayıcı ve uygulayıcı tüm unsurlarını kuşkusuz bilmiyoruz. Tarihin adaleti ve ilerici insanlığın mücadelesi er ya da geç bütün boyutlarıyla açığa çıkacaktır. Ama hangi siyasi iradenin katliamın sorumlusu olduğunu, bizzat kimlerin “Hayata Dönüş” katliamını yönettiğini biliyoruz. 19 Aralık vahşetinin failleri bellidir. Katliamın fermanını çıkaran faşist MGK’dır. Katliamın fermanını icra eden dönemin hükümetidir. Katliamın siyasi sorumluları ve baş suçluları dönemin başbakanı Bülent Ecevit’tir, yardımcıları Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz’dır. “Hayata Dönüş” katliamını Kriz Yönetim Merkezi karargahlarından bizzat yönetenler ise, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, Jandarma Harekat Daire Başkanı Osman Özbek ile Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’dur. Kriz Yönetim Merkezi ile hükümetin koordinasyonunu sağlayan devlet bakanı Hüsamettin Özkan ve Faruk Bal’dır. Katliamın borazanı ve suç ortağı apoletli medyadır. Ertuğrul Özkök’tür, Oktay Ekşi’dir ve katliamı alkışlayan ve insanlıkla büsbütün bağını kesmiş soysuzlar sürüsüdür. Ne tarih, ne halklarımız ve ne de biz devrimciler bu katliamı, katliamı yapanları unutmayacağız. Er ya da geç hesabı sorulacaktır.
Eren Yenice’nin İddianamesine Sorular Ve Cevaplar
Önce 19 Aralık gününü kısaca anlatayım. Gebze Özel Tip Hapishanesi’nde 9. koğuşta kalıyordum. Sabah saat 6.00 civarında kurşun ve slogan sesiyle uyandım. Ve doğruca koridora koştum. Bir kısım arkadaş ana malta ve koridorlarda barikat kuruyordu. Ben de barikat kurmaya yardım etmeye giriştim. Gelenlerin kim olduğu ve ne için geldikleri belliydi. Ana maltadaki barikatın ötesindeki askerler de barikatı zorlamaya çalışıyordu. Maltaya ve koridorumuza kendimizi savunacağımız barikatları kurduk. Bu sırada TV’lerden devletin 20 hapishaneye aynı anda operasyon başlattığını öğrendik. Barikatları kurup sağlamlaştırırken bu katliamcı operasyona karşı, devrimci sloganlarımızı haykırdık. Barikatları koğuşlarımızda bulunan eşyalarla kurduk. Barikat kurup direneceğimizi, F tipi tabutluklara gitmeyeceğimizi daha önce kamuoyuna ilan etmiştik. Saat 7 sularında operasyondan sorumlu İzmit Alay komutanı Albay Aydın Kurudal, Gebze Kaymakamı, Gebze başsavcısı Ahmet Kılıç ve Yüzbaşı Selçuk Yıldırım’la barikat arkasında görüştük. Albay, Yüzbaşı ve Başsavcı, Ölüm Orucu direnişçilerini almak için geldiklerini ve Ölüm Orucu direnişçilerinin kendilerine teslim edilmesini istediler. Ve operasyonun sadece Ölüm Oruççularının hastaneye kaldırılması amacıyla olduğunu söylediler. Kuşkusuz bu gerçeği yansıtmıyordu. Ölüm Orucu direnişindeki arkadaşlarımızı vermemiz düşünülmezdi, vermedik, vermeyeceğimizi bildirdik. Böyle bir iki görüşme daha oldu. Sürekli barikatları açmamızı istediler. Öte yandan hapishanenin her tarafından koğuşlara, koridorlara saldırı sürüyordu. Çatılardan, koridorlardan koğuşlara gaz bombası yağdırmaya çalıştılar. Bu arada 10. Koğuş’ta Nurettin Peker arkadaşın, askerin maltaya girişi sırasında açtığı yaylım ateşiyle ayağından vurulduğunu öğrendim. Keza yine bu sıralarda maltada yakaladıkları Metin Güney arkadaşın fena halde dövüldüğünü, yüzünün yaralandığını gördüm. Metin arkadaşı PKK davasından arkadaşların kaldığı koğuş koridorunda tutuyorlardı.
Sürekli gaz bombaları atılıyordu. Koğuş ve koridorlar iş makinalarıyla delinerek gaz bombaları atılıyordu. Bu bombalardan biri Muhammet Akyol arkadaşın elini parçaladı. Diğer biri Bilal Şimşek’in bacağında patladı ve bacağını yakarak yaraladı. Öğle sularına doğru Kenan Taybora adlı arkadaş keskin nişancıların çatıdan attıkları kurşun veya gaz bombalarıyla kafasından vuruldu. Ve komaya girdi. Kenan Taybora’yı hastaneye göndermek için askere teslim etmek istedik. Almadılar. Ancak barikatı açarsanız alırız diyerek, Kenan Taybora’yı ölüme terk ettiler. Yüzbaşı Selçuk’la Kenan Taybora’nın hastaneye götürülmesi konusunda en az beş kez konuştuk. Ama arkadaşımızı kasıtlı olarak ölüme terk ettiler. İçimizde bir doktor arkadaş olmasaydı, Kenan Taybora bugün hayatta olmayacaktı.
Akşama doğru, askerler zorla barikatları açarak, yıkarak koğuşlarımıza kadar geldiler. Bizleri zorla ve gaz bombalarıyla havalandırmaya çıkardılar. Ölüm Orucu direnişçileri zorla ve dövülerek hastaneye götürüldüler. Bu sırada Müslüm Elma ve Alişan Yılmaz adlı arkadaşlarımız cop ve dipçik darbeleriyle ciddi bir biçimde yaralandılar. Ölüm Orucu direnişçisi arkadaşlar zorla hastaneye götürüldükten sonra, koğuşlarımız ‘arama’ adı altıda tahrip ve talan edildi. Eşyalar kırıldı, döküldü ve bir kısmı gasp edilerek götürüldü. 9. 10. ve 12. koğuşlarda kalan değişik devrimci örgüt davalarına mensup devrimciler olarak, 19 Aralık katliamcı saldırısına karşı birlikte direndik. Bizim koğuşumuzda TKP(ML), şimdiki adıyla MKP davasından Ali Rıza Dermanlı ile Çetin Can arkadaş Ölüm Orucu eyleminde bulunuyordu. Hadise özetle böyle gelişti.
Savcı Eren Yenice bir iddianame hazırladığına göre bir dava dosyası da vardır. Bu dava dosyası bize verilmediği için dosyada ne tür delil ve bilgilerin olduğunu bilmiyoruz. Bu anlamda soruyorum: Kurşunla bombayla hem de hayati tehlike geçirecek düzeyde yaralı insanlarımız bu dosyada yer alıyor mu? Raporlar dosyaya konulmuş mu?
İddianameye devlet malına zarar-ziyan faturası koyan savcı neden tek cümleyle bile yaralanan insanlarımızdan söz etmiyor? Niye gizliyor, es geçiyor? Kendisi de sorumlu olduğu için mi? Bu devlet malına zarar faturası nasıl, kimler tarafından çıkarılmış? Hangi bilirkişi veya kurum tarafından tespit edilmiş? Bu faturanın içinde bize sıkılan kurşunların maliyeti var mıdır? Kurşun ve gaz bombası maliyeti ne kadar tutuyor? İş makinalarıyla delik deşik edilen koğuş ve koridorların parası da bu faturanın kalemleri içinde yer alıyor mu? Toplayıp savcıya verdiğimiz patlamamış gaz bombalarının karşılığı faturadan düşürülmüş müdür? Koğuşlarımızdan gasp edilerek götürülen kişisel eşyalarımız, kitap, daktilo, radyo vs. konusunda yazdığımız dilekçelerimize hiç bir cevap vermeyen savcı bizim zararlarımızın da bir faturasını hazırlamış mı? Bütün bu sorulara ek olarak son bir soru sorarak mahkemeden taleplerimle ifademi sonlandırıyorum.
Savcı Eren Yenice 19 Aralık operasyonunun sorumluluğunu kabul ediyor mu? Kendisiyle birlikte tüm sorumluların, operasyonlara katılanları listesini mahkemeye sunmayı düşünüyor mu?
Taleplerim
19 Aralık Hayata Dönüş Operasyonu’nun tüm sorumluları ve operasyonu yürüten tüm güçler hakkında katliam yapmak, adam öldürmek ve yaralamaktan, işkence yapmaktan dolayı dava açılmasını ve yargılanmasını talep ediyorum. Mahkemenin aracılığıyla suç duyurusunda bulunuyorum.
19 Aralık’ta bulunduğumuz hapishaneye operasyon düzenleyen başta Yüzbaşı Selçuk Yıldırım, Albay Aydın Karabal, Savcı Eren Yenice olmak üzere tüm sorumlu olanlar ve operasyona katılanlar hakkında adam öldürmeye kasten teşebbüs, ölümcül yaralama ve kötü muameleden dava açılmasını istiyorum. Mahkeme aracılığıyla suç duyurusunda bulunuyorum.
Dosyaya yaralanan arkadaşlarımızın raporlarının konulmasını ve dosyanın avukatıma verilmesini talep ediyorum.
Davanın tüm duruşmalarına katılmak istiyorum.
Mütalaa verildikten sonra gerekirse ek ve son savunma yapacağımı bildiriyorum, mahkemenin son savunma hakkımı saklı tutmasını istiyorum.
19 Aralık operasyonu sırasında benim ve diğer tüm tutsak arkadaşların gasp edilen kitap, daktilo ve diğer kişisel eşyalarının geri verilmesini ya da zararlarının tazmin edilmesini talep ediyorum.
Operasyon sırasında çekilen kamera görüntülerinin dosyaya belge ve delil olarak konulmasını istiyorum.
Bu davada belirtilen suçlamalardan dolayı Eren Yenice’nin hazırladığı dava dosyasının düşmesini talep ediyorum.
Bizi öldürmeye gelenlere karşı can güvenliğimizi barikat kurarak savunmak ve direnmek meşru ve doğal bir haktır. Bu nedenle beraatımı istiyorum.
*19 Aralık katliamında faşizmin saldırısına karşı direndikleri için yargılanan Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) dava tutsağı Hasan Polat’ın Gebze Asliye Ceza Mahkemesi’ne verdiği ifadedir. Başlık tarafımızdan konulmuştur. Ara başlıklar Hasan Polat’a aittir.