Burjuva partiler 3 Kasım seçimlerinin öngününde İş Kanunu’nu değiştirmeyi göze alamadıkları gibi, esasen işçi sınıfına fazlaca bir şey getirmeyen “işsizlik sigortası”nı yasallaştırarak da sermaye sahiplerini kızdırmışlardı.
Seçimlerden sonra hükümeti kuran AKP, zaman geçirmeksizin 1475 sayılı İş Kanunu’nu burjuvazinin istek ve çıkarları doğrultusunda değiştirmeyi gündeme getirdi. Geniş işçi yığınları yapılmak istenilen değişikliklerin içerik ve anlamının bilincinde değildi, kendisine ne getirip ne götürdüğünden habersizdi.
Konfederasyon ve sendika merkezlerinin ise her şeyden önce burjuvazinin karşısına çıkmaya niyeti yoktu. Sınıf işbirlikçi sendika ağaları, her zaman olduğu gibi, bu kritik anda da burjuvazinin yanında ve hizmetinde olduklarını gösterdiler. Diğer yandan işçi sınıfını aydınlatmak ve harekete geçirmek adına komünist öncünün ve ilerici güçlerin harcadığı çabalar sonuç alıcı olamadı. İşçi sınıfının saflarında zayıf bir muhalefet eğilimi doğdu. İstanbul Sendikalar Birliği (ÎSB), bu eğilimi yansıtır. Bu zayıf direniş eğilimi 4857 sayılı İş Yasası’nın Meclis’ten geçirilmesini durduramadı. Sermaye ve onun AKP hükümeti sendikal örgütlenmesi geriletilmiş ve parçalanmış işçi sınıfı hareketine en ağır saldırıyı 4857 sayılı İş Yasası’nı hukukileştirip yürürlüğe sokarak yaptı. Fakat tabii ki, İş Yasası üzerine mücadele kapanmış sayılamaz. Beklendiği gibi, daha şimdiden yasanın sonuçlarıyla yüz yüze gelmeye başlayan işçiler, patronlarına karşı direnebilmek için, İş Yasası ile de mücadeleye tutuşuyorlar.
İşçi sınıfı, sermayenin özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, esnek üretim vb, saldırıları karşısında sergilediğine benzer bir tavrı İş Yasası’nın değiştirilmesi karşısında da gösterdi. Dövüşerek geri çekildi.
İş Yasası’nın değiştirilmesi talebi ve bu yolda burjuvazinin hazırlıkları nedeniyle komünist öncü, 2002 ilkyazında aydınlatma çalışmalarına başladı. 3 Kasım seçimleri sürecinde de işçi ve emekçileri uyarma çabalarını sürdüren öncü, seçimlerin ardından dikkatini,
AKP atına binen sermayenin hemen gündeme getirdiği İş Yasası saldırısını göğüsleme çalışması üzerine yoğunlaştırdı. Yukarıda işaret edildiği gibi, işçi sınıfı, AKP Hükümeti ve sermayenin saldırısını püskürtemedi; zayıf bir direngenlikle dövüşerek geri çekildi. İşçi sendikaları ve kendini emeğin temsilcileri gören, TKP vb. yasalcı, reformist partiler durumu kabullenip suskunluğa girerken komünist öncünün işçi sınıfı, emekçi memurlar ve ezilenlerin dikkatini “kölelik yasaları”na çekmesi nedensiz değildir. Tırmanan işsizlik ve katmerleşen yoksulluğun ve kölelik yasalarının yarattığı hoşnutsuzluğun üzerine 2003 yazında gündeme giren yarım milyona yakın işçinin toplusözleşme görüşmeleri, TEKEL ve Sümerbank’ın özelleştirilmesi, Personel Rejimi Yasa tasarısı ve keza emekçi memurların “toplu görüşmeleri” vb. sorunlar eklenmiştir. Komünist öncü, bütün bunların yaratmakta olduğu durumu değerlendirerek faşizmin ve sermayenin saldırılarını birleşik bir işçi, memur, işsiz hareketini yükselterek yanıtlamanın olanaklarını realize etmek amacıyla “kölelik yasalarına karşı” yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasını planlamış ve yürütmüştür.
Kampanyanın Bazı Özgün Çizgileri
Komünist öncü yanlış anlaşılmaya herhangi biçimde fırsat tanımamak için kölelik yasalarına karşı 2003 yazı boyunca yürüttüğü özel olarak örgütlenmiş mücadeleyi “kampanya” kavramıyla tanımlamaktan kaçınmıştır. Çünkü işsizlik ve yoksullukla mücadele sorunu gibi, kölelik yasalarına karşı mücadele de dönem politikaları alanına girer. Kölelik yasalarına karşı mücadele, içinden geçmekte olduğumuz dönemin başlıca mücadele konularından birisi olduğu içindir ki öncü, safları arasında kölelik yasalarına karşı mücadele görevlerini bu kampanyaya indirgeyerek sınırlayabilecek yaklaşımların oluşması tehlikesinin önünü daha baştan kesmeye çalışmıştır.
Kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması, kuşkusuz merkezi bir karara dayanır. Kullanılan birçok araç da geneldir, merkezidir. Bununla birlikte çalışmanın her alanda yerel düzeyde planlanması ve özellikle hareketin yaygınlığı/çapı ve keza süresi vb. tercihen yerel önderliklere oldukça geniş bir inisiyatif alanının bırakılması, yerel merkezlerin politik ve örgütsel önderlik düzeylerinin yükseltilmesi amacıyla bağlıdır.
Kuşkusuz her alanda parti çalışmasının imkanları ve koşulları farklılıklar göstermektedir. Gelişmenin eşitsiz olmasının anlaşılmaz bir yanı da yoktur. Fakat acaba her alan kendi güç ve olanaklarını “layıkıyla”; yani, hakkını vererek değerlendirebildi mi? Acaba her alanda yerel merkezlerimiz politik ve örgütsel önderlik yeteneklerini hangi düzeyde ortaya koyabildiler? Devrimci eylemimizde ondan güç almak istiyorsak özeleştiriyi geleceğe bırakmamalıyız.
Kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması biçimindeki kampanya genelde kuşkusuz ki, başarılı bir kitle ajitasyonu faaliyetidir. Fakat ilerlemek için devrimci eleştiriden daha iyi bir danışman bulunmadığını da biliyoruz.
Önder partiye geçiş, bir bakıma bütün örgütlerin ve kadroların önderleşmesi sorunu olarak da anlaşılabilir ve anlaşılmalıdır. Günlük çalışmaların hem bu görüş açısıyla örgütlenmesi, yönetilmesi ve hem de yürütülen çalışmaların aynı bakış korunarak devrimci eleştirel tarzda değerlendirilerek denetlenmesi gerekir. “Bayrak yürüyüşü” olarak da tarihimize geçen bu çalışmada yerel merkezlerin politik ufuk sınırlılığı kendini göstermiştir. Esasen bu bilinmeyen bir şey de değildir. Denetlenebilir bir gerçeklik olarak kendini kadro ve örgütlerin önüne koymaktadır. Kölelik yasalarına karşı mücadelenin radikal bir perspektif ve kapsamlı bir pratik plan olarak önlerine konduğunu kavrayamayan kadro ve örgütlerin, politik önderliği niçin anlayamadıklarını veya yanlış “okuduklarını” herhalde sorunlaştırmaları gerekir. Kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasının görevlerini oldukça dar, sınırlı kavrayan, on beş-yirmi günlük bir iş gibi gören kadro ve örgütler, bu gerçekleriyle muhakkak yüzleşmek durumundadırlar. Çünkü bu, en başta ilgili örgüt ve kadroların; ama aynı zamanda partinin önderleşme iddia ve yöneliminin büyütülmesi sorunudur. Politik ufuk sınırlılığı, politik mücadelede ya da parti çalışmasında görevlerin dar, sınırlı kavranışı, hücum edilebilir bir somutluk olarak yerel merkezlerin önünde durmaktadır.
Hedef Kitlesi
Esasen kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasının hedef kitlesi özel bir sorun oluşturmaz. Komünist öncü, bu konuyu daha baştan gerek teorisi ve ideolojik duruşu gerekse de siyasal ve örgüt stratejisi düzeylerinde zaten çözümlemiştir. Fakat günlük çalışmanın yönetimi düzeyinde sorunların varlığı da görmezden gelinemeyecek bir gerçekliktir. Özellikle “Bayrak yürüyüşü” olarak da tanımlanan ve bütüne damgasını vuran İstanbul pratiği, parti çalışmasının “hedef kitlesi” konusunda bir pratik düzeltmeyi çarpıcı biçimde gerçekleştirmeye yönelmiştir. Yeni Atılım gazetesinden aktaracağımız pasajdaki çözümleme ve çıkarsamalar durumu aydınlatmaktadır:
Aydınlatma çalışmasının işçi sınıfı (“hedef kitle”) merkezli yürütülüyor olması ise bir bakıma bu faaliyetin özgül karakterini belirliyor. İşçi sınıfı merkezli yürümesi, her şeyden önce, aydınlatma çalışmasının kölelik yasalarını konu ediniyor olması gerçekliği nedeniyledir; ama aynı zamanda işçi sınıfı hareketinde mayalanmakta olan güncel duruma öncü müdahale yönelim ve yaklaşımımızla bağlıdır. Aydınlatma çalışmasının işçi sınıfı merkezli olması, çalışma alanlarının seçiminde kendini somutlaştırıyor. Bayrak, fabrika önlerinde, sanayi sitelerinde, işçi havzalarında ve tabii işçi semtleri varoşlarda dalgalanıyor. Varoşlar ise oralara yığılmış olan, işçi sınıfının en yakın dostları ve hatta uzantıları işsizler, emekçiler ve yoksulların da aydınlatma çalışmasının “hedef kitlesi”nin alanında olduğu anlamına geliyor. Komünist öncü, tüm politik faaliyetinin gündemi ve konusu ne olursa olsun “üzerine çalışılan” “hedef kitle” bakımından da istikrar ve süreklilik muhakkak sağlamalıdır.
Başka şekilde sonuç almanın imkanı yoktur.
Çünkü, bu alanda devrimci kendiliğindencilik asla küçümsenmemesi gereken etkilere sahiptir.
Devrimci iradenin tahkim edilerek güçlendirilmesi ihtiyacı vardır. Komünist öncünün politik çalışmalarına süreklilik kazandırması ancak hedef kitle sürekliliğinin sağlanması bağlamında gerçekten anlamlı ve sonuç alıcı olur. Politik çalışmanın gündemi elbette ki değişecektir; ama yeni gündemler, yeni öncelikler ne olursa olsun gidilecek, “üzerine çalışılan” “kitle” bu aynı kitle olacaktır. (Yeni Atılım, s. 45, “Bu Düzey Rutinimiz Olmalı” başlıklı makale)
İşçi ve emekçilerle dolaysız temaslarda, yani kitle ajitasyonu çalışmasında sıkça karşılaşılan “Neredesiniz?”, “Bir daha gelecek misiniz?”, “Yine gelin”, “Niçin gelmiyorsunuz?”, “Yalnızca işiniz düştüğünde geliyorsunuz” vb. serzeniş, eleştiri ve şikayetler, komünist öncünün politik çalışmalarının sürekliliğini sağlamanın, yalnızca öncünün kendisine ait değil, aynı zamanda, kitlelerin de çözümünü istediği, talep ettiği bir sorun olduğunu yansıtıyor, açığa çıkartıyor. Bunlar kitlelerin devrimci önderlik talep ve arayışından başka bir şey değildir. Önder partiye geçiş hedefine kilitlenmiş komünist öncü “sorunu” tam da burada, kitleleri anlayıp yanıtlayarak çözebilir. “Kitle”leri anlamanın ise politik çalışmaların istikrar ve sürekliliğini sağlayacak bir örgüt ve kadro temeli yaratmaktan başka yolu yoktur.
Gerçekleştirilmiş pratiğin durduğu noktadan bakıldığında “hedef kitle”ye yönelimde bir darlıktan söz etmek gerekir. “Finalde” emekçi memur hareketiyle buluşulması oldukça anlamlı olmasına karşın, kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması, emekçi memurlara yeterince yöneltilememiş olduğu gerçeğinin altını çizme gereğini duyuyoruz. Diğer yandan finalin emekçi memurların Ankara eylemiyle ilişkilendirilmesinin yerindeliği ve Ankara eylemine katılımın örgütlenmesinin başarısı burada vurgulanmalıdır.
Komünist öncünün iradesinin sınanacağı alanlardan birisi “üzerine çalışılan”, komünist ajitasyonun muhatabı olan, yüz yüze gelinen “kitle”nin sürekliliğinin sağlanmasıdır. Bu ise politik çalışmada süreklilik ve örgütsel istikrar demektir. Komünist öncü “bayrak yürüyüşünün çiğnediği yollardan, geçtiği sanayi sitelerinden, fabrika önlerinden vb. kesintisiz ve sistematik biçimde devam edecek politik çalışmalarıyla geçmeyi süreğenleştirebilecek mi? Öncünün iradesi işte burada sınavdan geçecektir.
Politik Çalışmanın Sürekliliği
Marksist Leninist komünistler kitle ajitasyonunu örgütlendirmede ileri adımlar atarak politik çalışmalarını geliştirirlerken kitle ajitasyonunun güç ve önemini tekrar tekrar keşfediyorlar. Bu tıpkı Amerika’nın yeniden keşfedilmesi gibi bir şeydir. Ama bunun yaşanması gerekmiştir. Halen de kitle ajitasyonunun önemini anlayamayan, ajitasyon çalışmasına “daha ne kadar” devam edeceğiz diye düşünen, tepki veren komünistler olduğu gibi, ajitasyon çalışması ile örgütleme çalışmasını karşı karşıya koyarak, “İyi de hep ajitasyon mu yapacağız? İzin verin de biraz da örgütleyelim”, “Siyasal bir etki yarattık bu siyasal etkiyi ne zaman örgütleyeceğiz?” diyen yoldaşlarımız var. Ama dahası kimi yoldaşlarımız hâlâ kampanyacılık eleştirisi yapmaya çalışabiliyorlar! Hiç uzağa gitmeye de gerek yok, Marksist Leninist komünistlerin son bir yıllık pratiğine doğru bakılması yeter de artar. Kitle ajitasyonu politik çalışmanın, parti çalışmasının motorudur. Bu motorun ara sıra yahut da zaman zaman çalıştırılması gerektiği düşüncesini (açıkça ya da gizli) taşıyanlar, kendilerini politik çalışmanın sürekliliğini sağlama yetenek ve enerjisinden yoksun bırakırlar.
Yakın zamanın deneyimleri, emekçi kadınlar arasında çalışmaların geliştirilmesine yönelik çabalar ve keza “Üç Kapı Üç Kilit” kampanyası dahil, burjuvaziyle 3 Kasım seçim mücadelesi, işsizliğe yoksulluğa karşı ve keza daha da çarpıcı biçimde emperyalist saldırganlığa karşı mücadele, 2002 ve 2003 1 Mayıs çalışmaları ve nihayet kölelik yasalarına karşı mücadele, bütün bu deneyimlerde kitle ajitasyonu ayrı ayrı her birinin sürükleyici motorudur. Şu anda Irak’a asker gönderilmesine, emperyalist uşaklığına ve işgale suç ortaklığına karşı mücadele için de geçerlidir bu. Eğer emekçi milyonların işgale karşı bilinç ve duyguları eyleme, etkin bir karşı çıkışa ve örgütlenmeye dönüşemiyorsa bunun en önemli ve ilk nedeninin kitle ajitasyonunun güçlü ve sarsıcı biçimde örgütlenememesi olduğu gerçeğinin muhakkak bilinmesi gerekir.
Yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması, örgütsel etkiyi büyütmenin, politik etkiyi örgütlemenin bir aracı görülmezse, kitle ajitasyonu çalışması teknik bir sorun gibi düşünülürse bu sınırlı kavrayışın amaca hizmet edemeyeceği açıktır. Ajitasyon sürekli olacağına göre biçimsel bir bakış pekala kendini tekrar ettiğini düşünebilir! Asıl sorun ajitasyonun örgütleyici etkisinin kavranışındaki darlıkta ve sınırlılıkta aranmazsa, ajitasyonunun geliştirici, alan açıcı ve örgütleyici etkisi kavranamazsa süreklileştirilen kitle ajitasyonu çalışması yürütücülerinde bizzat bahse konu bakış açıları nedeniyle yorgunluk, bıkkınlık üretebilir. Karamsarlığa izin vermeyecek olan örgütçünün kitle ajitasyonunu ve onun yaydığı ışığın aydınlattığı, uyandırdığı kitleleri örgütleme yeteneğidir. Sorunu sistematik ajitasyon çalışması yürütmekte aramak yerine, örgütçülerimizin örgütleme yeteneğinde aramak daha gerçekçi değil midir?
Şu açıklıkla saptanmalıdır; politik savaşımda devrimci kendiliğindenciliğin egemen olduğu bir dönemin pratiğini izah etme, meşrulaştırma ihtiyacından doğmuş bir yanlış bilinci yansıtan klişelerden, formüllerden kurtulma ihtiyacı var. “Siyasi bir etki yarattık bu siyasi etkiyi ne zaman örgütleyeceğiz” sorusu ya da “siyasi etkiyi örgütsel güce dönüştüremiyoruz” saptaması daha doğrusu saplantısı bunlardan bazılarıdır. Kampanyacılık korkuluğu da öyle!
Marksist Leninist komünistleri şimdiye kadar pek haklı olarak siyasal çalışmayı, politik ajitasyonu belli günlerle, belli takvimlerle sınırlandırmayı devrimci eleştiriye konu etmişlerdir. Geliştirilen çalışma aynı zamanda pratik özeleştiri yolundan söz ve eylem tutarlılığının kurulması olarak da görülmelidir. Lenin’in 20. yüzyılın başında kitle ajitasyonunun önemine ‘Ne Yapmalı’ adlı eserinde yaptığı vurgu bugün de geçerliliğini korumaktadır:
“Siyasal ajitasyonun zorunlu olarak genişlemesinin temel bir koşulu, siyasal teşhirlerin kapsamlı bir biçimde örgütlendirilmesidir. Ancak, böyle bir teşhir aracılığıyladır ki, yığınlar siyasal bilinç ve devrimci eylemi eğitebilirler. İşte bunun içindir ki, bu eylem, bütün uluslararası sosyal-demokrasinin en önemli işlevlerinden birisidir, çünkü siyasal özgürlük bile bu teşhirleri ortadan kaldırmaz, olsa olsa onun doğrultusunu birazcık değiştirir. Nitekim Alman Partisi, özellikle siyasal teşhir kampanyasını yorulmak bilmez bir enerjiyle yürütüyor olması sayesinde durumunu güçlendirmekte ve etki alanını genişletmektedir. Eğer işçiler, hangi sınıflan etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suiistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse ve işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil de, sosyal demokrat açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz. Eğer işçiler, öteki toplumsal sınıfların her birini, entelektüel, manevi ve siyasal yaşamlarının bütün belirtilerinde gözleyebilmek için somut ve her şeyden önce güncel siyasal olgular ve olaylardan yararlanmasını öğrenmezlerse; eğer materyalist tahlil ve ölçütleri, nüfusun bütün sınıflarının, tabakalarının ve gruplarının yaşam ve eylemlerinin bütün yönlerine pratik olarak uygulamayı öğrenmezlerse, çalışan yığınların bilinci, gerçek bir sınıf bilinci olamaz. Kim, işçi sınıfının dikkatini, gözlemini ve bilincini, tamamıyla ya da hatta esas olarak işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırıyorsa, böylesi, sosyal demokrat değildir; çünkü, kendini iyi tanıyabilmesi için, işçi sınıfının, modern toplumun bütün sınıflan arasında karşılıklı ilişkiler konusunda tam bir bilgi, sadece teorik bilgisi değil, hatta daha doğru olarak ifade edelim; (s. 89) teorik olmaktan çok, siyasal yaşam deneyimine dayanan pratik bilgisi olması gerekir” (s. 41) demektedir, Lenin.
Kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması, daha doğrusu kampanyası komünist öncünün işçi sınıfını ve emekçileri politik bakımdan uyandırmasında kitle ajitasyonunun sarsıcı güç ve önemini çarpıcı biçimde göstermiştir. Şimdi bu kampanyanın diliyle konuşalım.
1) Komünist öncüyü emekçi yığınlara götüren ve kitlelerle buluşturan her şeyden önde gelen temel çalışma biçimi ajitasyondur.
2) Kitle ajitasyonunun etki gücü, suçluyu suçüstü yakalama yeteneği, yayıldığı alanın genişliği ve yoğunluğu ile doğru orantılıdır. Aynı şey araç ve yöntemlerin çokluğu ve ye- rindeliği için de geçerlidir.
3) Öncünün politik bakımdan etkin ve duyarlı, sürekli hareket halinde olmasını sağlamanın yegane yolu kitle ajitasyonu çalışmasının sürekliliğidir.
4) Kitle ajitasyonu ancak uygun yoğunluk düzey veya derecesine ulaşırsa sarsıcı ve uyandırıcı rolünü oynayabilir ki, bunun da bilinen biricik yolu zulmün, sömürünün, haksızlıkların vb. en sıcak ve en çarpıcı örnekleri üzerinden sıcağı sıcağına suçluyu suçüstü yakalayan politik kampanyalar biçiminde yapılmasıdır.
5) Parti kadrolarının politik eğitiminin ilk ve temel okuludur, kitle ajitasyonu çalışması. “Ulusal” çapta bu okulu kurmayan bir politik çalışmanın gerçek bir parti çalışması olarak kabul edilip edilemeyeceği bir yana; ama kadro üretiminin sürekliliğini güvenceye alamayacağı açıktır.
Çalışmanın en önde yürüyen bir sembolü vardı. Üzerinde “Kölelik Yasalarına ve Özelleştirmeye Hayır” sloganını taşıyan işçi mavisi bayrak. Taleplerin yazılı olduğu mavi önlükler gidilen her yerde umudu taşıyordu. Bazı yerlerde 40-50 kişiye varan işçi gruplarıyla yapılan ajitasyon sokak gösterisine dönüştü. Bayrak, fabrika önlerinde, işçi havzalarında, sanayi sitelerinde, işçi servis ve duraklarında, semt pazarlarında, özelleştirmeye karşı mücadele eden Tekel ve Petkim işçilerinin eylemlerinde, yoksul emekçi evlerinde, trenlerde, sokaklarda, meydanlarda, sendika kongrelerinde, dalgalandı. Coşku ve kararlılık! Çalışmaya damgasını vuran buydu...
Bildiriler, afişler, duvar gazeteleri, imza metinleri, gazete satışları, iş çıkışlarında ajitasyon konuşmaları, işçilerle sohbetler, ayak üstü alınan randevular, verilen adresler, görüşme istek ve taleplerinin sürekliliği gidilen yerlerde bir “çekicilik” yarattı. Bütün bunların, çalışmanın oluşturucu parçalarının toplamı etrafında bir ışık, bir güç, bir enerji yaratıldı, açığa çıktı. “Üç kapı Üç Kilit” kampanyasından bugüne kitle ajitasyonunu örgütlemede öncünün ulaştığı düzeyi gösterir. Ve tabidir ki, elde edilen kazanımların birikimi üzerine yükselir.
Kuşkusuz kullanılan araçlar yeni değildi. İlk defa bildiri dağıtılmıyordu. Aynı şey afişle- me ve kahve konuşmaları, sokaklarda, semt pazarlarında, fabrika önlerinde sözlü ajitasyon vb. için de geçerlidir. Burada asıl önemli olan ve altı çizilmesi gereken araçların çeşitliliği ve hareket içerisinde birleştirilmelerinin meydana getirdiği kombinasyon; keza araçların kullanım biçimi ve yöntemleridir. Kitle ajitasyonu ancak belli bir yoğunluk düzeyine ulaşılabildiğinde sarsıcı, uyandırıcı ve aydınlatıcı rolünü oynayabilir. O halde önderlik iddiası, yalnızca kitle ajitasyonunun sürekliliğini sağlamayı hedeflemek ve yakalamakla yetinemez; aynı zamanda her durumda yeterli yoğunluk düzeyine ulaşmayı da başarmalıdır.
Kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasında kitle ajitasyonunun rolünü oynayabilmesi için gerekli yoğunlaşma düzeyini sağlayacak örgütlenme başarılmıştır. Çalışmaya rengini veren ve ruhunu kazandıran işte bu yoğunluktur. Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Komünist öncü, önderleşebilmek için “yoğunlaşmış aydınlatma” çalışması pratiğini ve ruhunu politik faaliyetinin, kitle çalışmasının rutini haline getirmeyi başarmalıdır. “Kitlelere hücum” anlık, dönemsel bir parola değil, faaliyetin bütün oluşturucu unsurlarını, kadro ve örgütlerini bu “rutin”e geçişe yöneltmekte anlamını bulabilir ve bulmalıdır.
Meşruiyet Bilincinin Gücü
Aydınlanma çalışması sadece gidilen hedef kitle üzerinde değil, aynı zamanda yürütücüleri üzerinde çarpıcı bir etki yarattı.
Fabrika güvenlik görevlilerinin, polisin, jandarmanın müdahaleleri, tekrar tekrar gözaltılar, gözaltında ajitasyon ve bayrak teslimi gösterileri, fiili imza stantları vb. devlet güçlerinin müdahalelerini hiçe sayan bir meşruiyet bilinci ve karşı duruş, bütün bunların sabahtan akşama durmak bilmeyen uslanmaz bir koşu, her birinin bir eylem ve sokak gösterisi biçiminde sürmesi. Öncünün, işçi ve emekçilerin dolaysız çıkarları için ve işçi ve emekçilerin dokunabileceği kadar somut, uygulanabilir ve eylemde somutlaşan cesareti... Öncünün kitleler tarafından tanınması ve yürüttüğü çalışmanın haklı, doğru ve gerekli olduğunun kitleler tarafından kabulü ve onaylanması keza, öznelerinde yarattığı meşruiyet bilinci ve duygusu, kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasının en önemli kazanımıdır.
12 Eylül yenilgisi, devrimci örgütler ile emekçiler arasındaki bağları tasfiye etti. Devrimci hareketin sömürülen ve ezilen yığınlarla ilişkilerini geliştirmesi sorunu henüz çözülememişken modern revizyonist sistemin iflası ve SSCB’nin dağılması, işçi sınıfı ve emekçilerde ikinci defa bir sınıf bilinci kırılması yarattı. Uluslararası burjuvazi, sistematik ideolojik saldırılarıyla ortaya çıkan durumu besledi, kabalaştırmaya çalıştı. Uluslararası komünist hareketin bir ideolojik ve örgütsel kriz içerisinde olduğu bu aynı dönemde, sosyalizm yalnızca saygınlık kaybetmedi, aynı zamanda ortaya yeni bir durum olarak sosyalizm için mücadelenin meşruiyeti sorunu çıktı. Kuşkusuz bu, 20. yüzyılda sosyalistlerin itildiği en geri noktadır. Kendini sosyalist olarak tanımlayan kişi, grup ve partilerin bizzat kendilerinin bu sorunun bir parçası olmaları ise bu “meşruiyet” sorununu ağırlaştıran en önemli etkenlerden birisidir.
Marksist leninist komünistler daha baştan, dönemin temel bir görevi olarak sosyalizmin meşruiyeti için mücadele bilinciyle hareket etmiş olmalarına karşın, öncünün ve militanların devrimci enerjisini boğan meşruiyet sorununun saflarındaki etkileriyle mücadele etmesi de gerekmiştir. Bu ideolojik olduğu kadar, devrimci eylemin çözeceği pratik bir sorundur da. Nitekim kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasına katılan militanlar, yürütmekte oldukları eylemin meşruiyetinin, yani toplumsal haklılığının ve kabul edilebilirliğinin bilinciyle aydınlanmışlardır.
“Biz de değiştik”, çalışmaya katılan militanların hemen hepsinin ortak değerlendirmesidir. Kimisi çalışmaya katıldıkça yaptığı işin önemini bilince çıkardı. Kimisi çarpıcı biçimde özgüven kazandı. Kimisi de işçi, emekçi, halk ve kitle gerçeğine dokundu. Yürütücülerinde sosyalizmin ve devrimciliğin, keza yürütülen aydınlatma çalışması veya “eylem”inin haklı ve gerekli olduğu duygu ve bilinci bu çalışmanın en önemli kazanımıdır. Bu nedenledir ki, öncü kendi eyleminden enerji ve cesaret alarak da yürüyüşünü sürdürmüştür.
“Meşruiyet” mücadelesinin kitlelerin öncüye yaklaşımı, ilişkilenme yönelimi boyutu bakımından da bu çalışma anlamlı veriler çıkartmıştır. Evet yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasında ilişkilenilen emekçiler koşa koşa öncünün saflarında mevzilenmiş değildirler. Ama komünist öncünün yürüttüğü çalışmanın tamamen doğru, haklı ve gerekli olduğu duygu ve düşüncesini birçok biçimde yansıtmışlardır. Öncü, emekçiler tarafından tanınmaktan, sempatiyle karşılanmaktan güç aldığı gibi, bu gerçeklik militanların emekçilere ve kitlelere bakışta, onlarla ilişkilenmede yansıyan yabancılık, güven eksikliği ve bürokratik korkunun yıkılmasında etkili olmuştur. Öncü duruşunun meşruiyetiyle, özgüveniyle yığınlara cesaret aşılamış ve taşımış, yığınların sempatisinden, sevgi ve desteğinden güç ve cesaret almıştır. Evet burada bir başka ruhsal şekillenmedir daha belirgin biçimde açığa çıkan. Yeni değildir; ama mayası yazı kazanacak denli güçlü bir devrimci iradeyle yüklüdür.
Ayrıca şunun da eklenmesi gerekir: Komünist öncünün kölelik yasalarına karşı birleşik bir hareket örgütleme bakış açısıyla İSB’ye ve Emek Barış Demokrasi Bloku’na götürdüğü öneri yanıtsız kalmasına karşın, yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması geniş bir çevrenin ilgi ve sempatisini uyandırmıştır. Burada çalışma biçimlerinin ve tarzının etkisinin yanı sıra hareketin içeriğinin, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar nezdinde kazandığı meşruiyetin rolü büyüktür. Sicilleri grupçulukla lekeli parti ve çevrelerin bile kamuoyu önünde desteğini açıklamaktan kaçınamamaları ilginç olduğu kadar hegemonya mücadelesi bakımından öğreticidir de. Kitleler nezdinde meşruiyetin gelişimi siyasi partiler düzeyinde hegemonya mücadelesinin bir avantajına dönüşmektedir.
Deneylerin Genelleştirilmesi
Yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması değişik merkezlerde belirgin farklılıklar gösterdi. Bayrak yürüyüşü, bayrağın birer haftalık dönemler biçiminde bölgeden bölgeye dolaştırılması, bayrak teslimi gösterileri; sendika, parti, kitle örgütü vb. kuramların desteğinin örgütlenmesi; bir başka alanda imza standı kurulması; bir diğerinde özelleştirmenin gündemde olduğu bir işyerindeki işçilerle kurulan özel bağlar vb. Şu ya da bu alanda hareketin gelişimiyle ortaya çıkan çalışma biçim ve yöntemlerinin komünist basın tarafından zaman kaybetmeksizin genelleştirilmesi ve diğer alanların bu deneyimlerden yararlanması politik mücadelenin itici güçlerinden birisidir. Alanların birbirlerinin deneyimlerinden öğrenme eğilimi yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasında ortaya çıkan yukarıda sıraladığımız örneklerde görülmüştür.
İmza toplama, imza stantları açma hiç de radikal olmayan politik çalışma biçimleridir. Yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması, bunların kitle ajitasyonunun ve emekçilerle dolaysız ilişkiler kurmanın, ajitatör kadro eğitimi ve kadroların emekçilerle dolaysız ilişkiye girme deneyimi kazanmasının oldukça etkili, sonuç alıcı ve yaygın kullanılabilir biçimleri olduğunu göstermiştir. Özellikle kadrolarla emekçileri dolaysız biçimde ilişkiye soktuğu için, kadroların kitlelere hücum görüş açısından eğitim ve devrimci dönüşümleri bakımından etkili olmaktadır.
Örneğin şu çarpıcı bir durumdur:
Çalışmaya katılan militanlarla birebir ilişkiye geçilen emekçiler, pek çok örnekte daha doğrusu yaygın biçimde “sizi bundan sonra sürekli görmek istiyoruz” diyorlar.
Militanların buradan çıkardığı sonuç şudur: “Kitlelere sürekli gitmeliyiz. Bayrak Yürüyüşü çalışmasından daha etkin bir çalışma yürütmeliyiz”. Bu, etkin bir kitle ajitasyonu çalışmasının kadro ve örgülerin önderleşme iddia ve bilincini bilediğini, öncünün önderleşme parolasının doğru kavranışına güç vererek katkı sağladığını göstermektedir. Çalışma kitlelere yabancılaşmanın etkilerine karşı gerçek bir panzehir rolü oynadı. “Kitle tarzını, halklaşma tarzını kuşanarak yürüdük. Kitleler değil aslında biz kitlelerden korkuyoruz” diyen öncü işçiler, militanlar, kendi gerçeğini değiştirme çabası içine girdi. “Kitlelere hücum” parolasının öncünün saflarında tam karşılığını bulduğu bir çalışmaydı bu. “Kitlelerle aramızdaki duvarları aşarak ilerledik”, “Tarzımızı devam ettirmeliyiz” çalışmanın değerlendirmesinde öne çıkan ortak vurgular arasındadır. Bunun için Bayrak Yürüyüşü çalışmasının Ankara ayağı “final değil yeni bir başlangıç” olarak ilan edilmiştir.
Siyasal Etkiyi Örgütlemek
“Siyasi etkiyi örgütsel güce dönüştürmek?” komünist öncünün saflarında dün de bugün de en çok konuşulan, kafa yorulan sorunlardan birisidir. Her başarılı siyasal çalışmanın ardından sorunun “siyasi etkiyi örgütsel güce dönüştürebildik mi?” şeklinde konuluşu genellikle olumsuz yanıtlanmaktadır. Örneğin 1 Mayıs’ta kitle katılımında “emeğimizin karşılığını alamadık” kanaati oldukça yaygındır. Kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması için de benzer şeyler düşünülmektedir. Fakat bahse konu “emeğin karşılığı”nın ne olduğunun bilimsel denebilecek bir ölçüsü var mıdır? Bu toprağın ne zaman bire kaç vereceğini kim biliyor? Biz komünistler gelişmenin analizinde nicelik verilerin zayıf ya da küçük çıkmasından korkuya, güvensizliğe kapılmadan, tüm gücümüzle en mükemmel şekilde işleyerek toprağı ürün için hazırlamaya devam edeceğiz. Çünkü kesintisiz sürecek çalışmalarımızın bire on, yüz, bin verecek bereketli günleri hazırlayacağından eminiz.
Sorunun yukarıda formüle edildiği gibi konuluşunun bir ucu komünist öncünün örgütlenme, gelişme ve büyüme arayışını, arzu ve yönelimini yansıtıyor; fakat örgütlenme gibi oldukça somut bir konuyu belirsizleştirdiği için adeta kronik bir çözümsüzlük ve başarısızlık durumunun yaşandığı yanılgısının, duygu ve görüşünün üremesine zemin oluşturuyor. Çünkü, niceliğin niteliğe dönüşümü politik etkinin gücü ve derinliği bakımından olduğu gibi, politik çalışmaların etkisinin partinin örgütsel gücünün gelişimine yansıması, dönüşmesi bakımından da geçerlidir.
Örgütlenip örgütlenmediği sorusuna yanıt aranan siyasal etki, her durumda somut olarak tarif edilmek durumundadır. Söz konusu olan nasıl bir siyasal etkidir ve hangi biçimde örgütlenecektir? Örneğin, sözlü ajitasyonun akabinde emekçilerden imza almak siyasal etkinin “örgütsel bir güce dönüşmesi”nin bir biçimi olarak kabul edilebilir mi? Ya da sendikaların, kitle örgütlerinin basın toplantısına katılmaları, ilan için imza vermeleri, desteklediklerini açıklamaları siyasi etkinin bir örgütlenme biçimi midir? Yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasının kadro ve örgütlerin bilincinde yarattığı dönüşüm, politik etkinin örgütsel güce dönüşmesinin bir başka biçimi kabul edilebilir mi? Keza, örneğin politik çalışmalarda 5 bin değil de 20 bin afiş yapacak, 50 bin değil de 150 bin bildiri dağıtacak bir duruma ulaşmak, tartışılan konu bakımından neyi ifade eder? Ya da yıllardır gazete satışı örgütlenmeyen alanlarda gazete satışı örgütlemenin bu bakımdan bir anlamı var mıdır? Yanıtlarını da içeren bu sorular, politik etkinin örgütsel güce dönüşümünün pek çok biçiminin olduğunu yeterli açıklıkla gösteriyor. Sorunun hem taze kuvvetlerle ilgili, hem de var olan kuvvetlerle ilgili boyutları vardır. Komünist öncü saflarında yarattığı politik duyarlılık ve kararlılık nedeniyle aynı nicelik kuvvetlerle dün yapamadığını bugün yapabiliyor. Klişeleşmiş formüllerden kurtulmanın öncünün devrimci eylemine güç vereceğinden kuşku duyulamaz. Politik etkinin örgütlenmesi konusu, yürütülen politik çalışmaların her birinde kaç sempatizan kazanıldığı basitliğine indirgenemez.
Kölelik yasalarına karşı yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışması, komünist öncünün kitlelerle ilişkilenişi yaklaşım ve yöneliminde dikkate değer bir keskinleşme yaratmıştır. İdeolojik bakımdan olduğu kadar politik ve örgütsel bakımdan da anlamlıdır bu.
Hiçbir ön eğitimden geçmemiş, politik deneyimden yoksun bir işçi, bir emekçi, dolaylı araçlar bir yana dolaysız biçimde politik çalışmada örgütlenebilir mi?
Sorunun bu tarzda konuşu aslına uygun olduğu kadar, “siyasi etkiyi” örgütlemenin öncelikle bir ideolojik sorun olduğu gerçeğini açığa çıkarması bakımından da oldukça anlamlıdır.
Devrim; kelimenin gerçek anlamıyla sıradan işçi, emekçi, yoksul ve ezilen milyonların kendilerini değiştirme eylemidir ve sıradan emekçilerin eseridir. Buradan tabii ki, ortalama her işçi ve her emekçinin komünist öncünün günlük politik çalışmalarında örgütlenebileceği sonucu çıkar. “Soyut olarak, teorik olarak tamam, doğru, ama…” diyen militanın yalnızca “kitlelere güveni” değil, onların önderi olarak emekçileri örgütleme yeteneği de devrimci eleştirinin hedefi olmalıdır.
Evet her işçi, her emekçi hemen partinin bir propagandacısı, bir parti yöneticisi olamaz; ama her işçi, her emekçi pekala bir ajitatör, bir örgütçü olabilir. Bir bildirinin dağıtımı ve aynı zamanda bildiride yer alan düşüncelerin, bilgilerin sözlü olarak anlatılmasını, şu yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasında çokça yapılanı/yaptıklarımızı, neden her işçi yapamasın? Ya da Atılım’ı okuyup içerisindeki yazılan, spotları anlatarak, işçi evlerini ziyaret edip, dağıtamaz mı?
Ama sorun şu: Biz, bize doğru bir adım atan her işçiye bir ajitatör için gerekli bilgileri vermeye ve bir ajitatör gibi çalıştırmaya hazır mıyız? Dahası, politik görüş açısı, devrimi kavrayışı komünist militana, özelikle de örgütçüye, öncünün binlerce ve on binlerce ajitatöre ihtiyacı olduğunu söylüyor mu?
Örgütleme ve örgütçülük bağlamında da aynı yaklaşım geçerlidir. Her işçi her emekçi bir örgütçü olabilir mi? Yani yarın değil şimdi, öncüye doğru bir adım attığında hemen bir örgütçü olabilir mi? Uzağa gitmeye gerek yok, yoğunlaştırılmış aydınlatma çalışmasının pratik gelişme biçimlerini ve bunların örgütlenişini düşünün! İmza kampanyası güzel ve açıklayıcı bir örnek. Kölelik yasaları konusunda bilgilendirilmiş, elinde imza metni olan her emekçinin imza toplayabileceğine kimin itirazı olabilir ki! Peki, bu aynı emekçi, kendi öğrendiğini, bildiğini anlatıp imza istediği emekçiye neden aynı şeyi kendisinin de yapabileceğini anlatıp, onu imza toplama pratik çalışmasında “görevlendirerek” örgütlemesin, örgütleyemesin ki! Kölelik yasalarına karşı bildiri dağıtan bir işçi, dağıttığı bildiriyi alan semtindeki işçinin evine misafir olup, onun da kendisi gibi bildiri dağıtabileceğini anlatabilir ve bir gün sonraki bildiri dağıtımına çağırabilir pekala! Örgütlemek değil midir bu? Aynı şeyi gazete dağıtan bir işçi de yapabilir! Gazete verdiği işçi arkadaşını örneğin evinin sokağında üç-beş gazete satması/dağıtması için görevlendirebilir vb.
Siyasi etkiyi örgütsel güce dönüştürme şablonu bolca tekrar ediliyor; ama bu etki çok pratik biçimde çözümlenmiyor, düşünülmüyor. İlkin, “siyasi etki” dediğimiz şeyin farklı derecelerinin olduğunun altını çizmeliyiz. “Siyasi etkisi” altında olanların komünist öncüye yakınlık düzeyi farklılıklar gösterir. Örgütçü bu gerçeği açığa çıkartmalı ve uygulamada somutlaştırmalıdır.
Siyasi etkiyi örgütsel güce dönüştürme şablonunu daha az tekrar edelim; ama daha çok pratik biçimde düşünelim. Burada işçi ve emekçilere yaklaşımda, onlarla ilişkilenmede temel bir sorunla karşı karşıyayız. Bunun, kimi zaman güven, kimi zaman yabancılaşma sorunu olduğunu söylüyoruz, eleştiriyoruz. “Kitlelere hücum” parolasında dikte edilen görevlerin en uç veya ileri kavrayış düzeyine geliyoruz; bu, öncüye doğru bir adım atan her işçinin, her emekçinin bir ajitatör, bir örgütçü olarak örgütlenebileceği kavrayış ve inancını geliştirmek ve duraksamaksızın bu yönelime pratik biçimde girmektir. İşte bunun için, kitlelere yabancılaşmanın ideolojik etkilerini bu düzeyde de söküp atmalıyız.
Böyle bir yönelimin sağlam zemini işçi ve emekçileri, yoksulları, ezilenleri “kendinden” görme bilinç ve duygusunun kök salması, öncünün zihniyetinin kimyasal yapısına işlemesidir. İşçi mi, emekçi mi, yoksul mu, ezilen mi, o “bizden”dir, “bize” aittir, “bizim”dir. Şu anki bilinci ne olursa olsun, hangi ulustan, hangi inançtan, hangi cinsten olursa olsun, o “bizi” anlar, “biz” ona anlatırız, ikna ederiz. Öncü, onları temsil ediyor, onlara hizmet ediyor, varlığının bütün kökleriyle onlara bağlı. Onlar adına konuşma hakkını kendinde gördüğü gibi, onlar adına inanılmaz bedeller de ödüyor. O halde hem haklılık ve meşruiyetinden ve hem de inandırma otorite ve yeteneğinden aldığı güçle öncü, kendine doğru bir adım atan her işçi ve emekçiye duraksamaksızın görevler vererek, sorumluluk üstlenmesini isteyerek örgütleyecektir. Bundan daha meşru bir şey olabilir mi?
Yeni Atılım’ın 46. sayısının başyazısından genişçe aktardığımız bu çözümleme ve belirlemeler öncünün bilincindeki keskinleşmenin yansımasıdır. Bütün bunların öncünün bilincinde kök salması ve eyleminde pratikleşmesi gereksinimi vardır.