I. Başka Bir Dünyanın Mümkün Olduğunu Göstermek*
İtalya Taban Sendikaları Konfederasyonu COBAS, klasik sendikal örgütlenmelerin dışına çıkarak mücadeleye politik muhteviyat veriyor. Avrupa Solu'nun yeni yönelimlerinin de parçası olan COBAS'ı, Sözcü Bernocchi anlatıyor.
İtalya taban sendikaları konfederasyonu COBAS sözcüsü Piero Bernocchi 11-12 Ocak 2003 tarihli Die Junge Welt gazetesinde yapılan söyleşide Avrupa yeni sendikal deneyimler açısından umut verici gelişmelere işaret ediyor.
Tabandan Radikal Örgütlenme
*İtalya solu daha çok partinin tasfiyesine kadar İtalya Komünist Partisi’ne (İKP) yakın duran İtalya Genel İşçi Sendikaları Konfederasyonu (CGİL) ile ilişkiliydi. Kendisini taban sendikası olarak tanımlayan COBAS’ın özelliği ne?
COBAS 1986 sonunda kuruldu. O zaman İtalya'da okullarda eğitim sisteminin özelleştirilmesi planına karşı mücadele başlamıştı. COBAS kısaltması önce sadece bu alanda çalışan emekçilerin örgütlü olduğu "okulların taban komitesi" anlamına geliyordu. Daha sonra arka arkaya diğer alan ve işkollarında da benzeri sendikal taban yapılanmaları oluştu ve sonuç olarak ulusal çapta bir konfederasyon kuruldu.
O zamandan beri COBAS sadece "comitati di base" (taban komitesi) anlamına geliyor ve İtalyan lügatına radikal politik talepleri olan sendika taban gurubunun anlamdaşı olarak girdi.
Biz kendimizi kesinlikle, bilinen anlamda ücret mücadelesiyle sınırlayan bir sendika olarak görmüyoruz. COBAS'ın kuruluşundan beri açıklanan hedefi; klasik ekonomik, sendikal mücadeleyi ülkedeki diğer politik ve sosyal mücadelelerle birleştirmektir.
Okullardaki mücadelede örneğin sadece öğretmenleri örgütleyerek bir şeyler elde etmek imkansızdı.
Sorundan etkilenen herkesi örgütlemek ve siyasi bir mücadele yürütmek zorunluydu.
Günümüzde ücret ve iş güvencesi için verilen her mücadele, politik bir mücadeledir. İşyerlerindeki mücadeleyi büyük sosyal ve politik mücadelelerden ayıran bir örgüt başarısızlığa mahkumdur.
Bu nedenle COBAS özellikle de en çok dışlananları örgüte çekmeye çalışıyor. Örneğin işsizleri ya da klasik sendikalar tarafından temsil edilmeyen iş akdi olmadan çalışanları. Dahası, COBAS çalışma alanının da dışına çıkarak; maaşı kısıtlanmak istenen emeklileri, göçmenleri ve marjinalleştirilmişleri de örgütlüyor. Ancak böyle- ce geniş bir sosyal direniş oluşabilir ve tüzüğümüzde yer alan "kar mantığına dayanmayan" bir toplum mücadeleyle kazanılabilir.
Mücadelede Yeni Yönelimler
*İtalya'da kapitalist küreselleşmeye karşı harekete büyük bir akış var. Bu hareketin etkisi altında, sizin talep ettiğiniz sosyal mücadele çoktan birleşmedi mi? Büyük sendika CGİL ilk defa Floransa'daki Avrupa Sosyal Forumu'na yoğun bir biçimde katıldı. Aynı zamanda şu anda Fiat işçilerinin mücadelesi geniş bir sosyal hareket tarafından destekleniyor. Yeni bir sol mu oluşuyor?
Farklı mücadeleler birleşiyor. Sol Katolik "Lilliputt ağı", eski komünist kültür örgütü AR- Cl ya da ekolojiye ağırlık veren guruplar birlikte çalışıyorlar. Bu nedenle İtalya'da artık küreselleşmeyi eleştiren bir hareketten değil, tersine Hareketlerin Hareketi'nden söz ediliyor.
Belirleyici olan; farklı unsurları bir araya getirmek değil, tersine eskiden aktif oldukları sınırlayıcı alanların dışına çıkarmaktır. Şu anki Fiat krizinde ilk defa sosyal hareketlerin büyük bölümü doğrudan işyeri mücadelesine karıştılar. Onlar, bunun aynı zamanda kendi mücadeleleri olduğunu gördüler. İşçiler ise nihayet mücadelelerini fabrikadan sokağa, toplumun içine taşımaya başladılar. Havaalanları ve otobanların işgaliyle, işten çıkarmaların politik bir sorun olduğunu gösterdiler.
Solun yeni kalite düzeyinin en önemli örneği belki de İKP'den doğan yeni komünist parti Rifondazione Comunista'dır. Yeniden Kuruluş şu anda sosyal ve sendikal alana inanılmaz derecede derin etki sahibi olan bir örgüttür. Hareketlerin Hareketi içindeki tek tek partilerin ve gurupların önemi kaybolmuyor. Tersine, giderek daha çok önem kazanıyorlar ve güçleniyorlar.
CGİL sendikasının ise, nasıl bir gelişme göstereceğini beklemek gerekiyor. Avrupa Sosyal Forumu'na katılımı ve savaşa karşı angajmanı, sol için dev bir ilerlemedir. Ancak, tabanın baskısı altında örgütün bütününün sola kayıp kaymayacağı henüz açık değil. CGİL yönetimi, ileri atılmaktansa Berlusconi hükümetiyle masa başında anlaşma arayışında.
*Avrupa'nın her tarafında ekonomik kriz nedeniyle hükümetler açısından toplumsal uzlaşma için oyun alanı kalmamış gibi görünüyor. Bu, sendikaları zorunlu olarak sola kaydırmaz mı?
Bunun, sendikaların ve bütün ılımlı solun radikalleşmesine yol açacağı ortada. Avrupa Sosyal Forumu (ASF) katılımcısı gurup ve örgütlerin sayısıyla, 2001 Cenova'daki Foruma katılımı kıyaslamak yeterli. G-8 Zirvesi'ni protesto ile Floransa'daki ASF arasında bir yıllık bir süre vardır. Ancak Hareket, aradan sanki on yıl geçmiş gibi genişledi. Bu elbette ki, Berlusconi ve dolayısıyla diğer Avrupa ülkeleri hükümetlerinin anti-sosyal politikalarından kaynaklanıyor.
Hükümetlerin sosyal tavize hazır olmamaları, sosyal hareketleri reformizme kaymaktan koruyor. Ancak bu durum aynı zamanda bir tehlikeyi içinde barındırıyor. Zira, giderek güçlenmemize rağmen, Hareketin büyümesine denk düşen bir politik başarı yok. Tersine, ardı ardına yenilgi yaşıyoruz. Özelleştirmeler gönül rahatlığı içinde sürdürülüyor, sosyal yıkım, savaş hazırlıkları... Küçük başarılarla ilerlemedikçe sol, somut değişimler gerçekleştirme iddiasını yitirir. Herkesin bir şekilde sevdiği, ama politik etkisini yitirmiş sempatik bir hareket haline gelebilir. Bunu engellemek için aslında "Başka bir dünya mümkün" sloganının içerdiği esaslı alternatif talebimizi formüle etmek zorundayız.
*Hükümet bu muhalefete artan bir baskıyla karşılık veriyor. Bu vahşi tırmanış sadece Berlusconi’ye yüklenemez; bu diğer Avrupa hükümetlerinin de onayıyla gerçekleşti. Kasım ayındaki başarılı Avrupa Sosyal Forumu’ndan beri İtalya'da Hareketin eylemcileri sürekli tutuklanıyor. Bu baskılar Hareketlerin Hareketi için tehlikeli mi?
Hareket Kriminalize Edilmeye Çalışılıyor
Hareketlerin Hareketi kuruluşundan beri kendisini kriminalize etme denemelerine karşı mücadele ediyor. Burada söz konusu olan hareketin, "kamu güvenliği" sorunu olarak gösterileceği bir alana itilmeye çalışılmasıdır. Bundan sonra da bu hareket ordu tarafından parçalanabilir, Cenova'da denendiği gibi. Zira o zaman yürüyüşçülerin üzerine polisle değil askerle gidildi.
Bu vahşi gerilim politikası ve baskı ilk olarak 1999 yılında Napoli'deki NATO toplantısında belirgin olarak ortaya çıktı. O zamandan beri küreselleşme karşıtı hareketin kapitalizmi hedef alan bir hareket olarak görüldüğü konusunda bir uluslararası uzlaşmanın olduğu açık. İlk olarak Napoli'de polis istasyonlarında şiddet ve işkence uygulandı, bunu Cenova'da daha yoğun yaşadık.
Her baskının iki hedefi var: bölmek ve korkutmak. Kasım ayındaki Avrupa Sosyal Forumundan kısa bir süre sonra eylemcilerin Cosensa Savcılığı tarafından tutuklanmaları da bu amaca yönelikti. Terör guruplarıyla ilişkilendirilecek şekilde kışkırtıcı, yıkıcı bir gurup oluşturmakla suçlanıyorlardı. Geniş ve koşulsuz dayanışma hareketi bu planları boşa çıkardı. Bu eylemcilerin serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra yeni bir tutuklama dalgası geldi.
*Bu tutuklamalar ve şiddet nedeniyle İtalya solunun provoke olma tehlikesi var mı?
Onlar bizim tuzağa düşmemizi ve gerilimi tırmandırıcı araçlarla yanıt vermemizi arzuluyorlar. Bu nedenle ikinci tutuklama dalgasından sonra Cenova'da Polis Genel Müdürlüğü önünde iki bomba patladı. Her şey bu saldırının arkasında Gizli Servisin ya da ona bağlı gurupların olduğuna işaret ediyor.
Böylesi bombalı saldırıların İtalya'da kanlı bir geleneği var ancak geçmişte radikal sola yıkılan bombalı saldırıları gizli servislerin ve faşist gurupların yaptığı kanıtlandı. Cenova'daki bombalar da bu eski şemaya işaret ediyor.
Biz şimdiye kadar bu baskılara doğru yanıt verdik. Kendini böldürmeyen birlik içerisinde tutuklularla yoğun bir dayanışma var. Ayrıca biz yersiz karşılıklarla provokasyona gelmedik. Floransa'da kendi güvenliğimizi oluşturarak provokatörlerin girişimlerini boşa çıkardık.
*Bu yazı BİA 03/05/2003 tarihli yayınından alınmıştır.
II. Arjantin'de İşçiler 150 Fabrikanın Kontrolünü Ele Geçirdi
Arjantin’de nüfusun %57sinin şu anda yoksulluk içinde olması ve resmi işsizlik oranının %30 olmasıyla bu Güney Amerika ülkesinde görülmemiş bir gelişme yaşandı.
İşçiler, iflas etmeleri, kar etmemeleri ya da istikrarsızlık nedeniyle sahipleri tarafından terk edilen fabrikaların kontrolünü ele geçirdiler.
1998’den beri işçiler gıda, metalürji, araba montaj, matbaa, seramik ve tekstil sanayilerinde 150’den fazla fabrikayı ele geçirmiş durumdalar.
50 yıl önce, Arjantin, 3. Dünya ülkeleri içinde en fazla gelişmiş ve sanayileşmiş ekonomilerden biri olarak kabul ediliyordu. Gayri safi milli üretimin %50 kadarı sanayiden geliyordu.
Fakat hemen hemen 30 yıldır Washington tarafından dikte edilen, IMF ve diğer mali kurumlarca uygulanan neoliberal politikalar Arjantin halkına sefalet dışında hiçbir şey getirmemiştir.
Fabrikaların ele geçirilme biçimi birinden diğerine farklılık gösteriyordu.
Kimi yerde işçiler önceki sahiplerinden, hem kira bedelini ödeyerek hem de bütün üretim araçlarını satın alarak fabrikayı çalıştırmaları için izin istediler.
Diğer yerlerde de, işçiler kooperatifler ve sorunlarını tartışmak ve çözüm bulmak için bir araya geldikleri genel toplantılar tarafından doğrudan oylama yönteminin güçlü demokratik yapısı ile eşit ücrete dayalı bir sistem kurdular.
İşçiler tarafından ele geçirilen fabrikalar arasında, iki işletme bu yeni hareketin sembolü haline geldiler: Neuqen’deki Zanon seramik fabrikası ile çalışanlarının çoğu kadın olan Buenos Aires’deki Brukman tekstil fabrikası.
Brukman: “Bu Fabrika İşçilerin Kontrolü Altında”
İşçiler Brukman fabrikasının kontrolünü ilk ele geçirdiklerinde, önceki sahipleriyle görüşmek istediler, ancak fabrikanın sahipleri hiçbir zaman onların çağrılarına cevap vermedi. Yeni gelişmenin bir kanıtı olarak, Zanon fabrikasının girişine “ Bu Fabrika İşçilerin Kontrolü Altında Üretim Yapıyor” yazılı büyük bir tabela asıldı.
Mart ayında, polis Zanon fabrikasının kontrolünü ele geçirmeye çalıştı. İşçilerin direnişi ve halkın dayanışmasının akın etmesiyle geri çekilmek zorunda kaldı. Bu fabrikadaki işçiler fabrikanın devlet tarafından kamulaştırılıp bir kamu işletmesi haline getirilmesini ve yönetiminin de işçilere verilmesini isteyen bir dilekçeyle 50,000 imza toplamak için bir kampanya başlattılar.
İşçiler fabrikayı yönetmeye başladığından beri, daha önce işsiz olanlar için 40 yeni iş meydana getirdiler. Ham maddelerini satın aldılar ve vergilerini, hatta su, elektrik ve hava gazı faturalarını bile ödediler.
Başkanlık seçimlerinin yaklaşmasıyla, 1976 yılındaki askeri diktatörlük günlerinden kalma iki yargıç, askerlere Brukman fabrikasını işgal etmesi için yasal olmayan emirler yayınladı. 18 Nisanda yeni bir çıkarılma tehdidi olduğu için, 5 işçi geceyi fabrikada geçirmeye hazırlandılar.
Ancak ağır silahlı polisler saldırdı ve onları çıkardı.
Binlerce işsiz ve mahalle meclisi üyeleri fabrikanın dışında toplanarak tepki gösterdiler. Onlar da federal polisin baskısına uğradılar.
Pablo Kilberg, 1970lerdeki askeri diktatörlük sırasında çocukları “kaybolmalarından” sonra on yıldır haftada bir gösterilerini devam ettiren yiğit anaların örgütü olan Madres de Plaza de Mayo’nun taraftarı ve düzenleyicisi. Kilberg, polisin 80-90 yaşlarında olan bu kadınlara karşı hiçbir merhameti olmadığını söylüyor. Göz yaşartıcı bombalarıyla etraflarının çevrildiğini ve arabalarla kurtarılmak zorunda kaldığını söylüyor. Kilberg Brukman’da polisin hem plastik mermi hem de gerçek silah kullandığını ve kimsenin ölmemesinin bir mucize olduğunu ekledi. Fabrikadan yirmi blok ileride polis avcılık görevine devam etti. Sonuç olarak 120 kişi tutuklandı ve birçoğu da yaralandı.
Nüfusun diğer kesimleri tarafından gösterilen dayanışma çok büyüktü. Birkaç gün sonra polisin acımasızlığına ve baskısına karşı yapılan bir gösteride Brukman işçilerine 30,000 kişi destek verdi. Destek verenler arasında parlamento ve siyasi parti üyeleri, Plaza de Mayo Anneleri, Plaza de Mayo Linea Funda dora Anneleri, Plaza de Mayo Büyükanneleri, insan hakları örgütleri, yirmi beşten fazla halk meclisi, öğrenciler ve birçok işsiz örgütleri vardı.
Brukman işçileri fabrikalarının kontrollerini yeniden ele geçirene kadar mücadelelerini devam ettireceklerini söylediler. Sonuna kadar savaşacaklarına söz verdiler.
Çalıştıkları iş yerlerinin kontrollerini ele geçiren Arjantin’deki işçiler, hammaddelerini satın alarak, kendi ürünlerini üreterek, kendilerine iyi maaş ödeyerek ve işsizler için yeni işler yaratarak fabrikaları yönetebilme yetenekleri olduğunu gösterdiler. Kapitalistlerin esas kaygılandıkları, işçi sınıfının er geç siyasi iktidarı ele geçireceği ve kendi kaderini kontrol edeceğidir.
*Workers World gazetesinde yayınlanan Alicia Jrapko’nun Bahadır Çetinay tarafından çevrilen bu yazısı www.ozgurradyo.com’dan alınmıştır.