Sendikaların dünya çapında yaşadığı kriz gerçekliği ve yaratmış olduğu sorunlar, işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinde birinci dereceden gündemler arasında yer almaya devam ediyor. Sendikaları her yönüyle etkileyen kriz koşullarında sınıfın komünist, devrimci ve ilerici öncü güçlerinin çözüm arayışlarının merkezinde duran unsurlardan biri, yeni örgütlenme stratejilerinin geliştirilmesi çabasıdır.
Ülkemiz açısından sendikaların altının boşaltılması ve sermaye ve devletin örgütsüzleştirme saldırısı karşısında giderek ‘marjinal’ konuma doğru sürüklenmeye başlamasının mazisi 1980’li yılların başına kadar uzanır. Ancak sorunun yakıcı olarak yaşanmaya başlanması 90’lı yıllarla birlikte gelişir. Bunun temel nedenlerinden biri, bu yılların uluslararası emperyalizmin neoliberal saldırı programının Türkiye’de de kapsamlı boyutta uygulama aşamasına geçildiği dönem olmasıdır. İdeolojik, politik ve örgütsel bütünlüğü içinde ilerleyen bu saldırıya karşı işçi sınıfının örgütlü politik kesimlerinin ve genel olarak sendikaların koordineli ve nitelikli bir direniş çizgisi geliştirememesi nedeniyle, sonuçlarının hızlı ve ağır yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum, neoliberal politikaların uygulanmasında burjuvaziyi cesaretlendirmiş ve fütursuzluğa doğru yöneltmiştir.
Süreç içerisinde adeta varlık-yokluk sorunuyla yüz yüze gelen gerici sendika bürokrasisi ise çözümü, geleneksel tutumlarını sürdürüp, burjuvaziyle daha sıkı uzlaşmada buldular. İşçi sınıfı kitleleri sendikaları birçok biçimler altında sahiplenirken ve örgütlenme talebini dile getirirken, sendika bürokrasisi sırtını işçilere yüzünü de burjuvaziye dönmekte daha da ileri adımlar attı. İşçilerin örgütlenme talebini susturmak, öncü, ilerici sendikacıların ve işçilerin örgütlenme çabalarını baskı ve zorla engellemek burjuvazi adına onlara düşen işlerdendi. Mevcut konumlarını koruma hesabı içinde sınıf uzlaşmacılığı siyasetinin en rezil örneklerini sergileyen sendika gericiliği, kirli hesaplarının altında kalmaktan kurtulamadığı gibi, sınıftan tecrit olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Hak kayıpları açısından 30 yıl gerileyen, asgari ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan, sefaletin batağında her türlü çözümsüzlük ve çürümüşlükle iç içe yaşayan işçi ve emekçi kitlelerin talepleri çözülmeyi bekliyor. Bu durum nesnel olarak tüm işçi ve emekçileri ilgilendirmesine rağmen çözümü işçi sınıfının öncülerinin omuzlarına binmiş bir sorundur. Geniş yığınları kendi hak ve çıkarları için harekete geçirmek, uygun örgütlülüklerde birleştirmek, kriz yaşayan geleneksel örgütlenme modelleri yerine hareketi kapsayacak, ileri taşıyacak yeni örgütlenme modelleri yaratmak sıradan işçinin değil, sınıfın öncülerinin görevleridir.
Sermayenin uluslararası ölçekte başlattığı yeni uygulamalar, işçi sınıfının örgütlülüğünü ve birliğini bozmayı hedeflemiştir. Bu durum sınıfın ekonomik mücadele örgütleri olan sendikaları etkinleştirmiştir. Ayrıca uluslararası sermaye, önünde engel olabilecek her türlü düzenlemeyi ortadan kaldıracak yeni yasalar ve anlaşmalar da hazırlamış ve yatırım yapılacak ülkede buna göre çalışma ve ceza yasalarında düzenleme yapmayı da şart koşmuştur. MAİ, GATTS ve son günlerde eş zamanlı olarak tüm AB ülkelerinde ve ülkemizde gündemleştirilen iş yasası bu yasal düzenlemelerin birer uzantısıdır.
Özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek üretim gibi uygulamalar işçi sınıfına yönelik saldırının yeni biçimleridir. Çünkü bu uygulamalar ile işçilere; yasal olarak kabul edilen asgari ücretin de altında ücret dayatılmakta. Ücretin belirlenmesi tümüyle sermaye sahibiyle yapılacak bireysel sözleşme ile ve patronun keyfine göre tek yanlı belirlenmektedir. Sosyal güvence ve diğer sosyal haklar da aynı biçimde sermaye sınıfının tek yanlı inisiyatifi ile belirlenmektedir. Esnek üretim ile bir işçinin tam gün, haftalık ve aylık çalışma süreleri tümüyle değiştirilerek, süresi, ücreti belirsiz ve sömürüyü gizleyen bir sistemle çalışma dayatılmaktadır. Yüzyıl önce kazanılmış olan 8 saatlik işgünü bu çalışma sistemi ile 12 saate kadar çıkarılmaktadır. Fazla çalışma karşılığı ya da mesai ücreti ödeme zorunluluğu da yeni düzenlemelerle ortadan kalkmıştır.
Bu çalışma sistemi, işçi ve emekçileri sefalet ücreti ile, kölelik koşullarında çalışmaya zorladığı gibi, çalışma süresinin uzunluğu, farklı saatlerde çalışma, eve iş verme gibi uygulamalarla işçilerin birarada bulunma, etkileşim, paylaşım imkanları da ortadan kaldırılmaktadır. Ve tüm bu uygulamalar saldırının son örneği olarak 1475 sayılı iş yasası ile daha da ağırlaştırılarak yasal güvenceye alınmaktadır. Bununla birlikte; sürekli çalışan çekirdek kadro, ustabaşılar, sözleşme ile çalışanlar, kısmi süreli çalışanlar, çağrı ile çalışanlar gibi ücreti, çalışma süresi ve zamanı farklı, birbirinden koparılmış ve kategorilere ayrılarak yabancılaştırılmış geniş bir işçi kesimi yaratılmıştır. Ayrıca, bu çalışma koşullarına bile sahip olmayan ve çalışanlar için tehdit unsuru olan, onların kölelik koşullarında çalışmalarının nedeni sayılan milyonlarca işsiz...
Diğer bir çalışan kesim de, emekçi memurlar. Son on yılda örgütlenme mücadelesinin bir aşaması olarak sendikalı olma hakkını kazanmış olan emekçi memurlar, neoliberal politikaların hedefinde duruyorlar. Eğitim düzeyleri, vasıfları ve sosyal hakları nedeniyle çalışan kesimler içerisinde ayrıcalıklı bir konuma sahipler. Ancak son uygulamalar ile sayısı azaltılarak “devletin asli işlerini yürütenler” dışında kalanların işgüvencesi elinden alınması düşünülüyor. Ortak bir yasaya bağlı olsalar dahi memurlar da kendi içinde “sözleşmeli personel”, “kadrolu personel” olarak ayrılıyor. Bunların da farklı hak ve yükümlülükleri var. Bir bütün olarak çalışma yaşamında; işçi, memur, kadrolu, sözleşmeli, yarı zamanlı, çağrılı gibi birçok isim ile çalışanlar tümüyle çalışma biçiminden, süresinden ya da bağlı olduğu yasadan dolayı birbirinden ayrılarak yabancılaştırılıyor. Bunun dışında; sağlık, iletişim, enerji ve hizmet işkolunda daha belirgin olmakla birlikte birçok işkolunda aynı işi yaptıkları halde; biri 1475 sayılı yasaya bağlı olduğu için işçi, diğeri 657 sayılı yasaya bağlı olduğu için memur statüsünde ve farklı ücret ile çalışmaktadırlar.
Sermaye, sınıfı üretimin yapılanmasında geliştirdiği yeni model/biçimlerle üretim sürecindeki, iş sürecindeki yeni tekniklerle, yasa ile, ücret ve sosyal hak farklılıkları ile işçi ve emekçi memurları bölmektedir. Şimdiye kadar sendikalar geleneksel örgütlenme modelleri ve anlayışları ile işçi sınıfının bu bölünmüşlüğünü koruyan bir politika sürdürdüler. Sermayenin saldırısını boşa çıkaracak bir örgütlenme stratejisi geliştirebilselerdi hem yaşadığı krizi aşacak, hem de saldırıları püskürtebilecek bir güce kavuşabileceklerdi. Ancak onların krize çözüm arayışı, sermayeye daha fazla boyun eğmek oldu.
Sermaye Bölüyor
Sermayenin saldırıları işçi ve memurların yaşam koşullarını giderek yakınlaştırdı, aradaki ayrımları önemli ölçüde ortadan kaldırdı. Aynı saldırının hedefinde duran ve farklı sendikal örgütlerde yer alan işçi ve memurların bu saldırıyı püskürtmesi, mücadeleyi ortaklaştırması ile mümkündür. Ayrı yasalara bağlı çalışan işçi ve memurlar hem yüzyılların getirdiği bu yabancılaşmayı ortadan kaldıracak hem de yasal ve örgütsel parçalanmışlığı kıracak çeşitli tipte örgütsel ortaklıkları yaratmak için adım atmalıdır. Bu, hemen tek bir hamlede çözülecek bir sorun değildir. Hem yüzyılların getirdiği kültürel şekillenme, hem yabancılaşma ve bunları süreklileştiren farklı örgütler sorununu ortadan kaldırmak için; öncelikle olanaklı olan işyerlerinde ortak komiteler oluşturulmalıdır. Bu komiteler hem ortak talepler için ortak mücadeleyi örgütleyecek, hem de işyeri eğitimleri, ortak etkinliklerle yabancılaşmayı kırarak, aşağıdan yukarıya ortak örgütlenme fikrinin yaşam bulması için basınç oluşturacaktır.
Son yıllarda sendikaların öncülüğünde ya da sendikasız işyerlerin- deki sendikalaşma mücadeleleri, direnişler uzun sürmesine rağmen başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Örneğin, hizmet işkolunda, Belediyelerde işçilerin TİS’lerdeki anlaşmazlıktan dolayı başlatmış olduğu bir grev, farklı sendikada örgütlenmiş, aynı odada çalışan bir memur greve giderken diğer bir memurun greve katılmayarak fiili olarak grev kırıcılığı rolünü oynamasına neden olabilmiştir. Ya da, grevdeki işçilerin işi, taşeron firmanın işçileri tarafından yapılarak grev kırıcılığı yapılmaktadır.
İşkolu düzeyinde, lokal olarak başlayan grev ve direnişlerin başarıya ulaşmasının ön koşullarından birisi işkolundaki işçilerin büyük çoğunluğunun direnişte aktif olarak yer almak, desteklemek yada karşıt tutum almaktan uzak durmak haline gelmiş olmasıdır. Memur, taşeron işçisi ya da asıl firmanın farklı statüdeki işçisini kapsamayan bir örgütlülük ortak hareket etmenin, mücadeleyi birleştirmenin önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle ortak örgütlenmenin hedefi; farklı yasalara bağlı, farklı statüdeki işçileri aynı çatı altında birleştirmek olmalıdır. Bunun için tüm kesimleri kapsayan “ortak örgütlenme amaçlı” taban örgütlülükleri oluşturulmalıdır.
Mevcut sendika, grev ve TİS’i düzenleyen yasalar; işçi ve emekçilerin haklarını değil, yasakları tanımlayan maddelerden oluşmaktadır. Sermayenin elindeki bu yasalar ve sendikaların başına çöreklenen sendika patronları ile işçi ve emekçilerin tam bir örgütlenme özgürlüğüne kavuşması olanaksızdır. Sendikal rekabeti körükleyen, grev ve TİS hakkını işlevsiz kılan, işçi ve emekçilerin sendikal rekabet, baraj sorunu gibi meselelerle enerjisini tüketen bu durumu ortadan kaldıracak bir mücadele programı yeni örgütlenme stratejisini uygulayacakların önünde bir görev olarak duruyor. İşçi ve emekçiler; örgütlenme ve ifade özgürlüğü, demokratik sendika hakkı ve çalışma koşulları talebi ile mücadeleye seferber edilmeliler.
İşçi sınıfının ve emekçilerin sefalet koşullarında yaşamaya mahkum olmasının ve sermayenin saldırı için bu kadar rahat hareket etmesinin birçok nedeninin yanında, en önemli nedeni büyüyen işsizliktir. Milyonlarca işsizin fabrika kapısında beklemesi, içeridekilerin sefalete boyun eğmesinin koşullarını yaratıyor. İşsizlerin örgütlenmesini hedeflemeyen bir örgütlenme stratejisinin uzun vadede başarıya ulaşma olasılığı oldukça açıktır. Bu nedenle ortak örgütlenme işsizleri de kapsamak zorundadır. Her iki kesimin ortak talepleri olabileceği gibi, ayrı ayrı talepleri de olacaktır. Çalışanın “zam”, işsizin “iş” talebi olabilir. Ancak her iki talebin de kazanılmasının ortak mücadele ile mümkün olacağı anlayışı hakim kılınmalıdır. Bu durum, her iki kesimin kendi talebi için ayrı, özgün mücadele biçimleri geliştirmesinin önünde engel teşkil etmemelidir.
Bunun yanında, işten atılmış olanların sendikalı “üye” statüsü devam ettirilmeli ve bu durum tüzük güvencesine alınmalıdır. Böylelikle sendikaların işsiz kesim ile teması devam edecek, işsizlerin sorununu gündemleştirerek mücadele konusu haline getirecektir. İşsizler için sendika bünyesinde ayrı bir komisyon oluşturulabilir.
Sermayenin üretim sürecinde yarattığı bir dizi değişiklik ile, işçi sınıfı dayanışma duygusundan yoksun bırakılıyor, örgütsüzleştirilerek silahsızlandırılıyor. Bireycilik geliştiriliyor. Yasalarda mevcut olan örgütlenme hakkı işten atılmanın temel gerekçesi oluyor. Bunun dışında 12-16 saat olan çalışma süreleri, yarım saat süren yemek molaları, işçinin çalışmak dışında bir şey yapmasını, düşünmesini engelliyor. Tüm bu koşullar gözönünde bulundurularak, örgütlenme çalışmasının kapsamı genişletilmelidir. İşçi ve emekçilerin işyeri, fabrika dışındaki yaşam alanlarına uygun örgütlenme modelleri geliştirilmelidir. Mahallelerde kurulacak işçi lokalleri, işçi evleri vb. biçimlerle işyerinde, fabrikada diğer üretim alanlarında örgütlenme olanağı bulamayan işçilerin örgütleneceği ve sendikalar ile ilişkide bulunabileceği mekanizmalarla örgütsüzlük saldırısı yanıtlanabilir.
Aynı işkolundaki farklı sendikaları birleştirmek, ayrı statüdeki çalışanları aynı sendikada buluşturmak, örgütsüz kesimin örgütlenmesini sağlamak, işsizlerin örgütlenip, sendikalar ile ilişkilenmesini sağlamak amacıyla geliştirilen bu yeni örgütlenme stratejisinin adı, ORTAK ÖRGÜTLENME’dir.
Bu stratejinin somut talepler, somut sorunlar üzerinden yaşam bulacağı gözetilerek bir program oluşturulmalıdır.
1475 sayılı iş yasa tasarısının, personel rejimi yasasının, sendika, grev ve TİS yasasının tartışıldığı bu günlerde; Tüm çalışanları kapsayan ORTAK ÇALIŞANLAR YASASI için mücadeleyi gündemleştirmek ve tüm işçi ve emekçileri bu talep etrafında seferber etmek mümkündür.
Bunun dışında örgütlenme özgürlüğü, demokratik çalışma koşulları, insanca yaşam için ücret, özgür grev ve TİS hakkı, herkese iş, işsizlere asgari ücret, herkese sosyal güvence, herkese parasız sağlık ve eğitim, 8 saatlik işgünü talebi ile ortak mücadele örgütlenebilir.
Ortak örgütlenmenin bir yanı bunun için örgütlülükler yaratmak ise, diğer bir yanı da mücadele birliğini sağlamak örgütlenme biçiminin mücadele içinde keşfedilmesine olanak yaratmak, ortak örgütlenme fikrinin yaşam bulmasını sağlamaktır.
Ortak Örgütlenmek Zorunluluktur
Emekçi memur hareketi, işçi sınıfı hareketinin gerilemeye başladığı bir dönemde tarih sahnesine çıktı. Her iki kesim birbirinin sorunlarına yabancı, dayanışma duygusundan yoksun ve kimi zaman da devletin sömürü politikalarında birbirlerine karşı kullanılan birer güç oldular. Tarih her iki kesimin mücadelelerini ayrı ayrı kayıt düştü. Sendikaların yaşadığı krizden her iki kesim de etkileniyor. Örgütlenme sorunu gibi bir dizi başka ortak sorunları bulunuyor.
-Memurlar iş güvencesine sahip, bu hakkını koruyacak olan grev ve TİS hakkında yoksun.
-İş güvencesi olmayan işçilerin grev ve TİS hakkı var, ancak bu hakları yasa ile sınırlanmış. Yasal hakları gasp edilmiş.
-Sendikalaşmanın önünde işverenin işten atma tehdidi, yasal engeller, üretim sürecindeki yeni düzenlemeler var. Sendikal hakların kullanılmasını engelleyen uzlaşmacı, teslimiyetçi sendikal bürokrasi var.
-İşçi sınıfının sendikalara yönelik öfkesi doğru yöne kanalize olmuyor. Sendikal bürokrasiye güvenmediğinden, sendikayı kendi örgütü olarak görmüyor. Ancak işçi denetimini eliyle kaldırarak bürokrasinin gelişmesine olanak yaratıyor.
-Öncelikle işyeri düzeyinde ortak örgütlenme gerekiyor. İşkolunda işçi ve memurların ortak örgütlenmesi ve mücadele etmesinin yaratacağı enerji sendikasız ve işsiz kesimi etkileyip, harekete geçirebilir.
-Ortak bir sınıf bilinci geliştirmek ortak talepler için, birleşik mücadeleyi örgütlemekten geçiyor. Sınıfın öncüleri bu yolda aydınlatma faaliyeti yürütmelidir.
-Ortak talepler için ortak mücadele yasal alanda da ortak çalışanlar yasası talebi ile birleştirilerek mücadele yürütülmeli. Bu konuda her iki kesimin yabancılaşma sorununu aşması ve çözümünde etkin olabilmesi için eğitim faaliyeti yürütülmeli.
Ortak örgütlenmenin hedefi, irade birliğini, mücadele birliğini ortaya çıkarmaktır. Bu hedef, sermayenin olduğu gibi, sendikal bürokrasinin engellemeleriyle, farklı statüde çalışanların da direnci ile karşılaşacaktır. Bu nedenle çalışmaya öncelikle sonuç alınması mümkün olabilecek sektörlerden başlamalıdır. Ortak taleplerin belirleneceği ortak toplantılar örgütlemeli, işyerinde başlayacak komiteler, komisyonlar kurulması yolundan ilerlenmelidir.
Ortak örgütlenmenin ihtiyacı yeni araç ve yöntemler, ortak mücadelenin içinden çıkacaktır. Yan yana gelebilen, iletişim ve etkileşim içerisinde olan sınıfın farklı kesimleri sermayenin yarattığı yabancılaşmayı kırabilir. Ortak örgütlülükler yaratarak güçlü, birleşik mücadelenin önünü açabilir.