Giriş
Emperyalist rekabet, paylaşım ve hegemonya kavgası alabildiğine kızışıyor ve boyutlanıyor. Dünya yeniden paylaşılıyor. Yeryüzü coğrafyasına yeni haritalar çiziliyor. İstenmeyen rejimler/devletler yıkılıyor. Yeni parya devletler kuruluyor.
Balkanları, Afganistan’ı kanlı ve soykırımlı emperyalist savaş yoluyla paylaşan emperyalist akbabalar, şimdilerde Ortadoğu ve Irak’ı parçalamaya, yutmaya hazırlanıyor.
Bu emperyalist paylaşım döneminin genel bilançosu bağlamında öncelikli ve stratejik paylaşım alanlarından biri de Kıbrıs adasıdır. 20. yüzyıl boyunca kesin paylaşımı tamamlanamayan Kıbrıs, 21, yüzyılın paylaşım sürecinde ‘emperyalist kurtlar sofrası’na konulmuş bulunuyor.
Başta ABD olmak üzere, dünyanın emperyalist egemenleri 2002 yılı içinde Kıbrıs’ın paylaşımının tamamlanmasını hedefliyordu. ABD’nin başlattığı Ortadoğu savaş seferi, Kıbrıs paylaşımının tarih saatini kurdu ve süreci ivmelendirdi. Paylaşım, plan ve takvim boyutuyla somutlaştırıldı. 2002, Kıbrıs’ta ‘emperyalist çözüm’ün final yılı ilan edildi. 2002 sonunda Kıbrıs’ta emperyalist paylaşımın ‘mutlu son’la bitmesi amaçlandı. Tüm 2002 yılı boyunca süren emperyalist çözüm/paylaşım maratonu 2003’e uzadı/sarktı. ABD ve AB ortaklığıyla hazırlanan BM (Annan) planın soruna nokta koyacağı düşünüldü. Türk burjuva devleti Kopenhag zirvesinde AB için takvim alınca planı “görüşülebilir” bulduğunu açıkladı. 28 Şubat’a kadar görüşmeler tamamlanacaktı. Olmadı, bu kez karar tarihi olarak 10 Mart ilan edildi.
Bu arada köprülerin altından yeni sular aktı. ABD ila AB’nin iki büyük emperyalist gücü arasındaki çelişkiler daha da belirginleşti. Türk egemen sınıfları Irak’a yönelik saldırı konusunda stratejik bir karar verdiler. ABD’nin yanında yer aldılar. Resmi, gayrı resmi bir dizi antlaşmayla Irak’a emperyalist saldırıda ABD ile ortaklığı tercih ettiler. Bu aynı zamanda AB’yle ilişkilerin rotasından sapmayı göze almak anlamına geliyordu. Sermaye oligarşisi, Genelkurmay ve AKP bu konuda anlaşmış görünüyorlar. Bu yeni yönelimin sonucu olsa gerek ki, daha dün Annan planını destekleyen AKP hükümeti ve TÜSIAD bugün Genelkurmayla görüş birliğindeler. Türk egemen sınıflarının desteğini alan Denktaş 10 Mart görüşmelerinde de uzlaşmaz tutumunu sürdürdü. Böylece Kıbrıs sorunun çözümü için ortaya atılan onlarca plandan sonra Annan Planı da suya düştü. Bundan sonrası yeni ve çok daha derin bir kaos. 16 Nisan’da AB ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında AB üyeliğine ilişkin protokol imzalanacak. 2004 yılının başında da tam üyelik gerçekleşecek. Bu durumda Türk devleti, bir AB ülkesini tanımamış ve dahası, bir AB ülkesinde işgalci bir güç haline gelmiş olacak. Türk burjuva devleti 29 yıldır sürdürdüğü işgali sürdürme niyetinde. Türk egemen sınıflarının bu cesareti ABD’den aldığı açık.
Kıbrıs meselesi artık yeni bir aşamaya evrilmiş bulunuyor. Türk devletinin durumu dünden çok daha zor. ABD-AB gerginliği arttıkça Kıbrıs bu gerilimin merkez üslerinden biri haline gelecek. Türkiye geri adım atmazsa AB-Türkiye ilişkileri hiç olmadık düzeyde bozulabilir. Ama Türk devleti ve Kıbrıs’taki temsilcileri yalnızca AB ile ilişkileri nedeniyle değil, bundan çok daha önemli olarak Kıbrıs Türklerinin nefretini toplayacaklar, onlar tarafından lanetlenecekler. Bu nedenle, çok muhtemeldir ki, tarihte ilk kez Kıbrıs Türkleri Kıbrıs tarihi üzerinde belirleyici bir rol oynayacak; Türk işgalci kuvvetlerini ve Türk sömürgeciliğinin suç ortağı yöneticileri adadan kovacaktır.
Annan Planı’nın kabul edilmemesi emperyalistler arası yeni güç dengelerinin, konjonktürdeki değişimin ifadesidir. Kıbrıs’ın paylaşıma bu yeni duruma uygun olarak yeni planlarla gündemdeki yerini koruyacak; paylaşım, tüm hızıyla, sayısız politik-taktik- diplomatik oyun zenginliğiyle açık-kapalı pazarlıklar serisiyle sürecektir.
Kıbrıs'ın Öyküsü
1571’de Osmanlı İmparatorluğu Kıbrıs’ı ele geçirir. Sömürgeci sistemini kurmaya girişir. İlk etapta 30 bin Anadolu Türk’ü adaya yerleştirilir. İmparatorluk Kıbrıs’ta da yönetimini kurar. Üç asır boyunca Kıbrıs’ı egemenliğinde tutar.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’na yardım etmek karşılığında Kıbrıs’ı ucuz yoldan ele geçirir. Ayastefonos İttifak Antlaşmasıyla İngiltere, Kıbrıs’ı 92 bin altına kiralar. Kıbrıs, savaş giderlerinin ipoteği karşılığı İngiltere’ye teslim edilir ve Kıbrıs’ta yeni bir tarih başlar.
1. Emperyalist paylaşım savaşına Alman emperyalizminin ittifak gücü olarak katılan Osmanlı, İngiltere’yle karşı karşıya gelir. İngiltere daha savaşın başlangıcında yayınladığı bir bildiriyle Kıbrıs’ı ilhak ettiğini ilan eder ve kira ödemesini keser. 27 Kasım 1917’de ‘Krallık Konseyi Emiri’ başlığıyla yayınlanan ikinci bir bildiriyle, İngiltere daha önce ilhak ettiğini duyurduğu Kıbrıs’ta Osmanlı uyruğundaki tüm vatandaşların belirli koşullar çerçevesinde İngiliz uyruğuna geçmelerini talep eder.
1. Emperyalist paylaşım savaşında Osmanlı İmparatorluğu ağır yenilgiye uğrar, sömürgelerini kaybeder. Yeni kurulan Türk devleti, 20 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’yla Kıbrıs’ı resmen ve kesin olarak İngiliz emperyalizmine bırakır.
Adanın ipotek devri sona erer. Lozan Antlaşmasının 20. maddesi gereği Kıbrıs’taki Türk halkına ‘Hakk-ı Hıyar’ (seçme hakkı) haklarını kullanarak İngiliz ve yahut Türk vatandaşlıklarından birini seçmeleri koşulu getirilir. Kıbrıs Türklerinin büyük bölümünün İngiliz uyruklu olmasının nedeni budur.
İngiltere’nin adayı resmen kendi sömürge sistemine katmasıyla birlikte, Kıbrıs’ta yaşayan halkların İngiliz sömürgeciliğine karşı süregelen mücadeleleri de alevlenir, boyutlanır. 1930-40 ve 50’li yıllar Kıbrıs’taki Rum ve Türk halklarının İngiliz sömürgeciliğine karşı ortak ve ayrı mücadeleler yükselttikleri dönemdir. Örneğin, 1930’da yapılan yerel yönetim seçimlerinde Rumlar ile Türkler birlikte hareket eder. Yerel yönetim meclisi Kavanin’de Rum ve Türk temsilcileri birlikte yer alır. 1931 yılında İngiliz sömürgeciliğine karşı Rum halkı içinde örgütlü Kıbrıs Komünist Partisi öncülüğünde bir ayaklanma gerçekleşir. Sömürgeci İngiliz yönetimi ayaklanmayı kanla bastırır. KKP yasaklanır. Ayaklanma sırasında 7 kişi katledilir. 67 kişi yaralanır. İsyanı bastıran İngiliz sömürge yönetimi yerel meclis Kavanin’den Rum ve Türk temsilcilerini uzaklaştırır ve meclisi kapatır. 400 kişi tutuklanır. Sansür ve sürgün yöntemleriyle koyu bir baskı mekanizması devreye sokulur.
‘40’lı, ‘50’lı yıllarda Kıbrıs’ın bağımsızlığı fikri mücadelesi öne çıkar, belirginleşir. İngiliz sömürgeciliğine karşı yükseltilen mücadele ve talep adanın yönetimsel özerkliği çerçevesine denk düşer.
Ana tema adada yaşayan halkların kendi kendilerini özgürce yönetme arzusudur. Bu yerel çerçeve ve tema, kendi içinde ayrı siyasal çizgiler/duruşlar taşır. Kıbrıs’ın özerkliği, bağımsızlığı ve adanın Yunanistan’a iltihakı demek olan Enosis başlıca siyasi eğilimdir. Rum halkı saflarında Enosis fikri güçlü bir eğilimdir ve bu eğilim Kıbrıs’ın bağımsızlığı, özerkliği gibi siyasal gelecek projeksiyonlarıyla iç içe, bulaşık durur. Kıbrıs’ta azınlık halk konumunda olan Türkler, Enosis fikrine hep karşı olagelmişlerdir. Türkler azınlık haklarını korumaya ve geliştirmeye dönük faaliyetlerini İngiliz sömürgeciliğine karşı verilen mücadele sürecinde ilerletir. 1931 yılında Kıbrıs Türkleri Ulusal Kongresi toplanır. 1947’de KATAK (Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu) kurulur. Aynı yıl Dr. Fazıl Küçük, Halkın Sesi adında bir gazete çıkarmaya başlar. Bu süreç Kıbrıs’ın bağımsızlığı fikrini ada halkları saflarında güçlenmesine tanıklık eder.
Dünya Ve Kıbrıs'ta Yeni Dönem: KIBRIS CUMHURİYETİ DOĞUYOR
1. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası dünyada yeni bir egemenlik sistemi tablosu belirir. Dünya iki kutba/kampa ayrılır. Kıbrıs, emperyalist kampın ‘aile fotoğrafı/albümü’ içindedir. Dünyada ve Kıbrıs’ta yeni bir dönemdir bu.
Günümüz Kıbrıs sorunu bu dönemin ürünüdür. Çünkü bu dönemde Kıbrıs emperyalist kampın ve NATO’nun stratejik ihtiyaçları temelinde yeniden paylaşılır. Kıbrıs sorunu bu paylaşımın ifadesinden başka bir şey değildir. Türk burjuva faşist devleti için Kıbrıs sorunu da aynı dönem imal edilir. Kore savaşına giderek emperyalist kampın ağababası ABD’ye rüştünü ispatlayan işbirlikçi Türk egemenlerinin ödülü NATO’ya girmek ve kendini pazarlamak olur. NATO’ya girmek Türk devletinin tarihsel dönüm noktasıdır. ‘Türk devletinin Kıbrıs meselesi’ ve taksimci ilhak hırsı ‘NATO devleti’ olmasıyla açığa vurur. Bu tarihsel dönüm noktasından önce, işbirlikçi Türk egemenlerinin devlet olarak (resmi) tezi; ‘Kıbrıs’ta sorun yoktur’ söyleminde ifade bulur. İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadele eden ada halkları karşısında işbirlikçi Türk devleti, İngiliz sömürgeciliğini destekler. 1954’de Kıbrıs’a “kendi kaderini tayin hakkı” için BM’ye yapılan başvuruda Türkiye adanın İngiltere’ye ait olduğunu öne sürer ve İngiltere’nin yanında saf tutar. Ancak bu yaklaşım birkaç yıl sonra radikal bir değişime uğrar.
İngiliz emperyalizminin II. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası sömürgecilik sistemini yeniden dizayn etme ihtiyacı duyması ve bu bağlamda Kıbrıs’ta da yeni sömürgeci sisteme geçme yönelimi, öteden beri Kıbrıs üzerinde ‘nüfusu’ ve nüfuzu’ açık ve gizli emelleri olan iki rakip/düşman devleti harekete geçirir. Türk ve Yunan devletlerinin Kıbrıs sorun’ları böyle olgunlaşıp gündeme gelir. Yeni dünya koşulları Türk ve Yunan devletlerine fırsatlar sunar. İki devletin de yayılmacı hırslarını gıdıklar, iştahlarını kabartır. Türk devletinin politik parolası TAKSİMdir. Yunan devletinin ise ENOSİS.
Taksim ve Enosis stratejileri etkince devreye sokulur. Kıbrıs’ta bu politikaların izdüşümleri körüklenir ve geliştirilmeye çalışılır. İşbirlikçi Türk devleti, NATO’nun armağanı Özel Harp Dairesi’nin "ilk başarılı operasyonu" olarak övülen 6-7 Eylül Rum ve diğer azınlıklara kanlı saldırısıyla Kıbrıs’ı paylaşma hamlesini yapar. 6-7 Eylül saldırısından iki yıl sonra, Özel Harp Dairesi Kıbrıs seksiyonunu örgütler. 1957’de Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısever öncülüğünde Kıbrıs gladyosu TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurulur. 1953’te kurulan EOKA’nın da misyonu aynıdır. İki düşman/rakip gücün Kıbrıs’a derin stratejik müdahalesi adanın paylaşımından en büyük parçayı koparmak amaçlıdır.
1954-1958 yılları arısında İngiliz emperyalizmi Kıbrıs’ın yeni sömürge statüsü için çok sayıda plan geliştirir. Bu planların özü ve kapsamı, İngiliz sömürgeciliğinin yeni bir formda sürdürülmesini amaçlar. Aynı zamanda Kıbrıs Rum Milliyetçiliği öncülüğünde gelişen ve giderek daha da yükselen Kıbrıs’a bağımsızlık özerklik ve Enosis talepli mücadeleyi de bertaraf etmeyi hedefler. Bu bağlamda geliştirilen planlar(1) serisi istenen sonucu getirmez. ABD’nin devreye girmesiyle Kıbrıs paylaşımı ve statüsü hızla şekillenir. Klasik sömürgeciliğin hegemon devleti İngiliz emperyalizmi ile yeni sömürgecilik çağının hegemon devleti ABD, Kıbrıs’ın paylaşımı denklemini birlikte kurar: 1) Adanın NATO denetiminde olması; 2) İngiltere’nin stratejik çıkarlarının korunması; 3) Türk ve Yunan devletlerinin Kıbrıs stratejik ödülüyle ABD-İngiltere ve NATO’nun bölgesel çıkarlarına bekçi köpeği rolüyle bağlanması.
19 Şubat 1959’da Londra Anlaşması’yla Kıbrıs Cumhuriyeti/devleti kurulur. Kurucu anlaşmaya bağlı olarak 15-16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Anayasası, Garanti ve İttifak Antlaşmaları imzalanarak Kıbrıs adasının "soğuk savaş" damgalı paylaşımı "tamamlanır". Söz konusu anlaşmalarla İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’a ada üzerinde garantörlük hakkı, başka bir deyişle paylaşılmış/ortak egemenlik hakkı tanınır. İngiltere garantörlük hakkının yanı sıra Kıbrıs’ta iki askeri üs (Agratür-Dikelya) hakkına da sahip olur.
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşu, Kıbrıs adası halkları için her bakımdan yepyeni bir dönemi/tarihi ifade eder. Kıbrıs Cumhuriyeti dönemeciyle Kıbrıs, klasik sömürgecilikten yeni sömürgeci bağımlılık düzlemine/sistemine geçer. Ve protektora sömürgeciliğin çok özgün bir örneğini oluşturur. Dünyada bir başka örneği bulunmayan bir devlettir bu. Çok egemenli Kıbrıs Cumhuriyeti bir NATO devleti olarak tesis edilir. "Denge dönemi"nin ürünü olan ve belli iç ve dış dengeler üzerine kurulan Kıbrıs devleti, tümüyle stratejik bir devlettir. SSCB ve Varşova Paktı'na karşı Akdeniz'de güçlü bir üs, Doğu Akdeniz'de NATO karakolu olarak kurgulanmıştır.
Kıbrıs Cumhuriyeti garantör devletlerin vesayetindedir ve egemenliği sınırlandırılmıştır. Uluslararası ilişkilerde garantör/himayeci devletler belirleyici, son söz sahibidir. Ve bu durum garantörlük hakkı olarak Kıbrıs Anayasası'yla güvence altına alınmıştır. Kıbrıs devleti yayılmacı güçlerin Kıbrıs halklarına dışarıdan giydirdikleri/dayattıkları bir devlet modelidir. Kıbrıs halklarını çatışma felaketine sürükleyen ve halkları birbirine düşmanlaştıran emperyalist güçlerin kurdukları bir yapıdır.(2)
1963-1974 Dönemeci: Kıbrıs Cumhuriyeti Yıkılıyor, Ada Bölünüyor
Emperyalist egemenlerin Kıbrıs'ta kurduğu Cumhuriyetin ömrü çok kısa olur. "Emperyalist çözüm" Kıbrıs'a sadece ve sadece düşmanlık, kan ve yıkım getirir. Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen üç, resmen beş yıl yaşar. 1963'ten itibaren çatırdamaya ve hızla çözülmeye başlar. 1963-1964'te patlak veren iç çatışma ve iktidar kavgaları geri döndürülemez bir süreci koşullar. 1974'e kadar iç çatışma ve iktidar kavgaları dönemi yaşanır. Süreç, işgal ve bölünmeyle noktalanır.
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla, Kıbrıs Rum egemenleri bağımlı devletin/yapının bağımsızlaştırılması siyasasını benimser. Bu her şeyden önce Kıbrıs Rum egemenleri ve halk safları içinde yeni bir yol ayrımıdır, bir dönemeçtir. Ve Enosis siyasetinden büyük bir kopuşu ve uzaklaşmayı ifade eder. Enosis siyaseti yerine Kıbrıslılık (Kıbrıs Rum ulusalcılığı) güçlenir ve egemen siyasi çizgi haline gelir. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios bu çizginin temsilcisidir. Makarios'un siyasal projesi Yunanistan'a iltihak etmek değil, Rumların egemenliğinde "üniter" bağımsız Kıbrıs devletinin yaratılmasıdır.
Rum yönetici elitinin bağımsızlaşma ya da egemen ulus devlet olma ve bunun için Bağlantısızlar Hareketine yakınlaşma siyaseti ABD/NATO'nun kurduğu stratejik yapıyı/denklemi temelinden bozmak anlamına gelir. Makarios, "Kızıl Papaz", NATO yörüngesinden çıkmış, haddini aşmaya başlamıştır. Emperyalist egemenler, Makarios'un siyasal yönelimine müdahale eder. Makarios'un Kıbrıslılık ve Bağlantısızlarla ilişkilenme siyasetinin önü kesilmeye çalışılır. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasında rol oynayan başlıca aktörler, cumhuriyetin yıkılması ve adanın etnik temelde bölünmesinin de aktörleridir. Makarios'u terbiye etmek ve siyasi yönelişini durdurmak için, Kıbrıs'ta iç çatışma ve iktidar kavgası körüklenir.(3)
Aynı süreçte Türkiye'deki Rum azınlığa karşı intikamcı tehcir politikası bir kez daha uygulamaya konulur. Tehcir, tüm süreç boyunca acımasızca sürdürülür. Yunan düşmanlığı temelinde milliyetçi-ırkçı bir hareket körüklenir, geliştirilir. Hareketin, dönemin sol hareketini de Türk şovenizmi boyutuyla etkilediği görülür.
21 Nisan 1967 tarihinde Yunanistan'da faşist Albaylar darbe yoluyla iktidarı ele geçirir. Albaylar Cuntası yönetimi Kıbrıs'a daha etkin müdahale eder. ABD, Albaylar Cuntası vasıtasıyla Kıbrıs'ta denetimi kurabileceğini hesaplar. Albaylar Cuntası'nı destekler. Yunanistan'daki iktidar değişikliği Kıbrıs'a da yansır.
1969'dan itibaren Kıbrıs Rum egemenleri ve halkı içindeki çatışma ve politik iktidar kavgası daha da şiddetlenir. Rumlar arasındaki iç çatışma/savaş boyunca toplam iki bin Rum hayatını kaybeder. Rum faşist çeteleri hem Türklere hem de Rumlara saldırır. Kıbrıs'taki iç çatışmalar döneminde büyük insan kaybı Rumların kendi iç çatışmaları sonucu gerçekleşir. Türk-Rum çatışmalarındaki insan kayıpları çok daha azdır ve Türk devletinin resmi söyleminde bu "500'den fazla Türk katledilmiştir" olarak ifade edilmektedir.
1973'te başlayan 4. Arap-Israil savaşı sırasında ABD İsrail'e yardım etmek için Yunan faşist cuntası şefi Papadapulas'tan NATO üslerini kullanıma açmasını ister. Papadapulos ABD'nin isteğini reddeder ve kendi iktidarının ölüm fermanını da imzalamış olur. ABD, Papadapulos cuntasının ipini çeker. 1973'te yeni bir darbe tezgahlar. Yeni gelen faşist cuntayla ABD, İsrail'in güvenliğini ve Kıbrıs'ın denetimini (ki bu iki olgu iç içe ve birbirini koşullar, tümler) güvencelemek amacındadır.
15 Temmuz 1974'te Makarios'u devirmek için faşist EOKA-B örgütü lideri Nikos Sampson saldırıya geçer. Faşist Albaylar Cuntası Nikos Sampson'un arkasındadır. Sampson Kıbrıs'ta iktidarı ele geçirir. Makarios İngilizlerin yardımıyla adadan kaçar. Bu, Türk devleti için bir askeri müdahale/işgal alarmı olur. Nikos Sampson'un iktidarıyla adanın Yunanistan hakimiyetine ya da tümüyle Rum egemenliğine geçmesi olasılığı ve korkusuyla Türk devleti harekete geçer.
ABD, Türk devletinin Kıbrıs'a askeri müdahalesine/işgaline el altından vize tanır. Zira ABD'nin "soğuk savaş" öncelikleriyle Türk devletinin Kıbrıs'ı askeri olarak işgal etmesi örtüşür.(4) Birinci işgal hareketi sırasında Kissinger'den vize alan Türk devleti reel politikerin emrine uyar ve durumdan vazife çıkarır. Stratejik amaçları için ikinci işgal hareketine girişir. 15 Ağustos 1974'te ikinci işgal hareketi gerçekleşir. İkinci işgal tümüyle toprak ele geçirmek içindir. Taksim stratejisi için dev bir hamledir. Bu hamlesiyle Türk devleti Kıbrıs topraklarının yüzde 37'sini ele geçirir. İşgalden önce Kıbrıslı Türklere ait toprak miktarı toplam toprakların yüzde 18-20'sidir. 30 Temmuz 1974'te Türkiye, İngiltere ve Yunanistan devletleri Cenevre Konferansı’yla Kıbrıs'taki mevcut/fiili durumu kabul ettiklerini açıklar. Cenevre Anlaşması'yla 1960'ta kurulan yapıya yeniden dönülmesi vurgulanır. Böylece adanın Kuzey-Güney/Türk-Rum bölünmesi tescillenmiş olur.
BM Genel Kurulu 1 Kasım 1974'te 3212 sayılı kararı alır: "Yabancı askeri birliklerin Kıbrıs'ı terk etmeleri, yabancı müdahalenin durdurulması ve mültecilerin güven içinde evlerine dönmelerinin sağlanmasını öngören bu karara Türk devleti de olumlu oy verir. Ancak adadan işgal güçlerini geri çekmez.
Türk devletinin Kıbrıs topraklarının büyük bir bölümü işgal etmesi, Nikos Sampson darbesinin akim kalmasına yol açar. Nikos Sampson ve arkasındaki Albaylar Cuntası Kıbrıs maceralarında ağır bir yenilgiye uğrar. Kıbrıs yenilgisi Yunanistan'daki faşist cuntanın sonunu getirir. Bu, Kıbrıs'ta bir dönemin kapanmasıdır. Aynı zamanda Yunanistan ve Enosis siyasetinin/stratejisinin esaslı bir yenilgisidir.
1974 Sonrası: İşgalden İlhaka Adım Adım KTFD, KKTC
Türk devleti işgal ettiği Kuzey Kıbrıs parçasını ilhak etmek amacıyla bölünmeyi derinleştirir. Bu amaçla 13 Şubat 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kurulur. Bu birinci adımdır. İkinci adım ise Kıbrıs'taki demografik yapıyı ilhak stratejisine göre değiştirmek/düzenlemektir. 1975'te Güney'deki Rum yönetimiyle nüfus mübadelesi anlaşması yapılır. Kuzeyde yaşayan on binlerce Rum, işgalci Türk devletinin korkusuyla Güneye kaçar. Rumlardan boşalan köylere, yerleşim yerlerine Türkiye'den seçilmiş koloni nüfusu taşınır.(5) 15 Kasım 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilir. KKTC, sömürgeci Türk devletinin ilhak siyasetinin yeni bir hamlesi ve evresidir.. Amaç; KKTC'nin ayrı bir devlet olarak tanınmasını sağlamak ve ardından bu kukla devletle bütünleşmektir. Ancak, Türkiye dışında kukla KKTC'yi tanıyan devlet çıkmaz
3 Temmuz 1990 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti AB'ye tam üyelik başvurusunda bulunur. 6 Ağustos 1997'de Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB'ye tam üyelik görüşmeleri başlar. TC ve KKTC'nin buna cevabı yeni bir ortaklık deklarasyonudur. 23 Nisan 1998 tarihli Ortak Deklarasyon ise siyasi, askeri ve ekonomik entegrasyona gidileceğini vurgular. Sömürgeci Türk burjuva devleti ve Denktaş bu süreçte 1977'den beri savundukları federasyon tezinden vazgeçer. İlhak stratejisine doğru bir adım daha atılır. Federasyon yerine konfederasyon tezi piyasaya sürülür.
3 Aralık 1999'da BM öncülüğünde New York'ta Denktaş-Klerides "dolaylı görüşmeleri" başlatılır. BM, Kıbrıs'ın yeni paylaşımının zeminini olgunlaştırmaya çalışır. 1999 Aralık'ında toplanan AB Helsinki Zirvesi, Kıbrıs'la ilgili aldığı kararda, BM'nin çabalarını destekler. Kıbrıs'ta kapsamlı bir politik çözümün Kıbrıs'ın AB üyeliğini "kolaylaştıracağının altını çizer." Eğer üyelik müzakerelerini tamamlandığında Kıbrıs'ta bir çözüme ulaşılamazsa, AB, üyelik prosedürünü sonuçlandıracağını vurgular. AB üyelik süreci "mecburi istikamet"i gösterir. Bu nedenle Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB üyelik takvimi aynı zamanda Kıbrıs'ta "emperyalist çözüm"ün/paylaşımın takvimi olarak biçimlenir, anlam kazanır.
Kıbrıs'ta "Emperyalist Çözüm"ün Arka Planı: Bölgesel Hegemonya Stratejileri
Bugün Kıbrıs adası emperyalist hegemon güçler ve onların vasalları tarafından bir kez daha paylaşılıyor. 1958-60 Kıbrıs paylaşımının yeni (ve daha kapsamlı ve karmaşık) bir baskısı/kopyası tekrarlanıyor. Ada YDD'nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgesel stratejisine uygun olarak yeniden tanzim ediliyor.
ABD, Kıbrıs'taki paylaşım sürecinin baş mimarıdır. Adanın kaderi II. Paylaşım Savaşı sonrası olduğu gibi yine ABD-İngiliz ittifakı tarafından yazılmak isteniyor. Paylaşımın yeni aktörü ABD emperyalizmidir. Doğu Akdeniz'in stratejik ödülü bu kez ABD ile AB arasında paylaşılıyor.
AB, Kıbrıs'ın yeni protektora gücü olmaya soyunuyor, ABD emperyalizmiyle anlaşıyor. Sömürgeci Türk burjuva devleti ve Yunanistan'ın ada üzerindeki himayeci egemenlikleri sınırlanıp geri çekiliyor. Yerine AB himayesi kuruluyor. Yeni Kıbrıs statüsü AB-ABD arasındaki rekabet ve hegemonya kavgası Kıbrıs'ı dışlamıyor. Fakat Kıbrıs'ta belli dengelerin, ayrıcalıkların/egemenliklerin "kardeşçe/adil" paylaşılmasıyla (Sezar'ın hakkı Sezar'a, ABD'ninki ABD'ye), sorun uzlaşma esprisiyle çözülüyor.
Kıbrıs paylaşımında emperyalist stratejilerin diplomatik kisve altıda çatıştığını ve aktörlerin iki kampta toplandığını görüyoruz. Birinci kampta, ABD, İngiltere, Türkiye ve Denktaş yer alıyor. İkinci kampı, AB-Yunanistan ve KC oluşturuyor. Bu kamplaşmanın salt egemen güçleri/sınıfları değil, Türk ve Rum halkını da siyasal olarak böldüğünü tespit ediyoruz.
Kıbrıs'ın ABD emperyalizmi bakımından stratejik değeri iki ana parametre üzerinde biçimleniyor. İlki, ABD’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki bölgesel çıkarlarının güvenliğidir. Avrasya stratejisinin de ön ayaklarından, anahtarlarından birisidir. İşbirlikçi Türk burjuva devletiyle stratejik ortaklığı, Ortadoğu ve Hazar petrollerinin dünya pazarlarına güvenli ulaşması stratejisinin diğer oluşturucu ögeleridir. İkincisi, siyonist İsrail devletinin güvenliğidir. ABD için İsrail’in güvenliği her şeyden önce ve önde geliyor. İsrail, ABD’nin bölgedeki terör aygıtı ve zaptiyesidir. İsrail olmadan ABD Ortadoğu ve bölge egemenliğini koruyamaz. ABD, İsrail’i koruyup kolluyor. Bu gerçeği bizatihi Kıbrıs’ın kanlı ve trajik yakın tarihinden de biliyoruz. Makarios ve işbirlikçi Yunan burjuvazisine Kıbrıs’ta ödetilen bedel, İsrail’in güvenliği konusunda doğrudan ve dolaylı işledikleri günahların bir kefaretidir. Makarios, Bağlantısızlar Hareketiyle ilişkilenerek ve Kıbrıs’ın bağımsızlığını talep ederek büyük günah işlemiştir ve kefaretini ağır ödemiştir. Faşist Albaylar Cuntası ise, ABD’nin İsrail ile yardım etmesine, ‘üslerini açarak yardım ve yataklık’ etmediği için harcanıp cezalandırılmıştır.
İngiliz emperyalizmi Kıbrıs stratejisinde ABD’yle ortaklaşıyor. Kıbrıs’ın Akdeniz’de ve bölgedeki stratejik üs olmasının değerini en iyi kavrayan İngiliz emperyalizmidir.
ABD’nin Kıbrıs stratejisi İsrail boyutu dışında ABD ve İngiliz emperyalizmiyle aynı amaç ve içeriği taşıyor ve Kıbrıs’a Akdeniz’de stratejik üs olmasına dayanıyor. Kıbrıs’ın jeostratejik konumu üzerine yükselen stratejik değeri, tüm Kıbrıs aktörleri için aynı ve vazgeçilmez temel stratejik unsurdur.
Yunanistan’ın Kıbrıs stratejisi AB’yle ortaklaşıyor. Enosis stratejisinin 1974’te ağır yenilgiye uğraması, Yunan burjuvazisinin Kıbrıs stratejisinde temel değişikliğe yol açtı. Bugün Yunanistan başbakanı Kostas Smitis’in "adada garantörlük zorunlu değildir" açıklaması Yunanistan’ın yeni stratejisini yeterince açıklıyor. Yunanistan, AB angajmanıyla kendini ortak strateji rotasına yatırmış bulunuyor. Kıbrıs’ın birleştirilerek AB’ye alınması Yunan devletinin güncel siyasetini belirliyor.
Önümüzdeki 5-10 yıl içinde Kafkasya, Orta Asya ve Hazar petrolleri ile doğalgazı borularla İskenderun Körfezi'ne gelecek ve buradan da dünyaya pazarlanacaktır, Irak petrolü halen buraya akmaktadır... Kıbrıs bu stratejik bölgeyi kontrol eden bir konumdadır. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, 6 Nisan 1998'de yaptığı açıklamada Doğu Akdeniz'in 2005-2010 yıllarında dünyanın en stratejik bölgesi olacağını söylemiş ve Türkiye'nin ulusal güvenliği ve ulusal çıkarları açısından bu bölgeyi kontrol eden Kıbrıs gibi bir mevziden asla vazgeçmeyeceğini, bunun bedelini de ödemeye hazır olduğunu tüm dünyaya ilan etmiştir.
Görüldüğü gibi, Türk burjuva devletinin Kıbrıs stratejisi "ulusal güvenlik ve ulusal çıkarlar" saikiyle açıklanıyor, temellendiriliyor. Kıbrıs'ın askeri üs olarak batmayan bir uçak gemisi özelliği taşımasına dayanıyor. Türk devletinin kontrgerilla birliklerinin eğitim merkezi olması, kara para vb. bin bir türlü kirli "işlerinin yürütüldüğü bir merkez olması nedeniyle de Kıbrıs stratejik değer kazanıyor ve Türk burjuva devleti için vazgeçilmez oluyor.
İşbirlikçi Türk egemen sınıfları, Kıbrıs konusunu işçilere ve ezilenlere bir "milli dava/mesele" olarak sunuyor. Kıbrıs'ta "milli dava/mesele" dedikleri Türk burjuva devletinin sömürgeci çıkarları ve yayılmacı amaçlarından başka bir şey değildir. Bugün Kemalist sol'cular Türk Burjuva devletinin yayılma amaçlarının, Türk sömürgeciliğinin sözcülüğünü yapıyor, ideolojik argümanlarını üretiyor. Kemalist ‘sol’cularla ülkücü faşistler Kıbrıs’ta ilhakı savunuyor. İşgalle ele geçirdikleri Kuzey Kıbrıs’ı Türk devletinin parçası haline getirmeye çalışıyor. ‘Milli dava’ için Atılla İlhan Devlet Bahçeli’yle yan yana geliyor. Doğu Perinçek, Muhsin Yazıcıoğlu’yla kol kola yürüyor. Türk ordusunun genelkurmay kademesi, kontrgerillacıların pirlerinden R. Denktaş’a omuz veriyor. Denktaş, Kıbrıs için değil, esasen "anavatan için mücadele" ettiğini böğürüp duruyor. Türk sömürgeciliğinin şovenizm ordusu aynı mevzide dövüşüyor. Ecevit’i, Mümtaz Soysal’ı, Demirel’i Mehmet Ağar’ı, Şükrü Sina Gürel’i, Gündüz Aktan’ı Erol Manisalı’sı vd. hepsi Türk şovenizminin bayrağı altında birleşip dövüşüyor. Kıbrıs’ta ilhak’ı talep ediyorlar.
Annan Planı
2002 “çözüm yılı” ilan edilmişti. "Emperyalist çözüm"e ulaşma maratonu hızla başladı. İlk altı ayda 50'ye yakın pazarlık görüşmesi gerçekleşti. Sonraki aylarda Annan Planı olarak anılan BM planı devreye sokuldu. Plan, uluslararası emperyalist ilişkiler ile Kıbrıs’ı parçalara bölmüş garantör devletlerin pastadan pay alma istemlerine göre şekillendirildi. Ada toprağı tek ülke esasına göre değil egemen devletlerin sömürge pazarlığında elde ettikleri paya göre bölüştürülüyor. AB’nin gündemleştirdiği ve BM adına hazırlanan projede İngiliz emperyalistlerinin üslerine dokunulmamaktadır. ABD, NATO üzerinden Kıbrıs’ta konumlanma niyetindedir. Uzlaşma halinde ABD’nin “Kuzey’in kalkındırılması” için yardımlarda bulunacağı teminatı da bu amaçladır. Almanya ve Fransa “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”ni 2004 yılında AB’ye alarak Ortadoğu’ya açılma, Ortadoğu ve Hazar bölgesi petrollerinin Avrupa’ya sevkinde kendisine koridor açmaya çalışmaktadır. Kıbrıs’la ilgili kararlar bu çerçevede gelişmekte ve kararların ana çerçevesi kapalı kapılar ardında emperyalist merkezler tarafından çizilmektedir. Uluslararası emperyalist anlaşma ile geliştirilen Annan Planı’nın çerçevesi budur. Emperyalistlerin demokrasi, insan hakları, halkların kendi özgür iradeleriyle kaderlerini belirleme hakkı sadece birer palavradır.
Yunanistan ya da Türk egemen sınıflarının sorunla ilişkilenmesi de farklı değildir. Burada gözetilen her iki “anavatan” tekelci burjuvazisinin çıkarları, uluslararası emperyalistlerle ilişkileri ve sermayenin yönelimidir.
Şu garipliğe bakın ki, 1 milyon nüfuslu küçük bir adada dünyanın önde gelen belli başlı haydut devletleri tepişmektedir. Bu tepişme bütün sahtekarlıklarla süslenen Kıbrıslıların barış içinde yaşaması için değil Ortadoğu’ya yakın bu Akdeniz adasının denetlenmesi içindir. Bu artık “çözüm için son şans” denilen BM planının 3. belgesinde yer alan düzenlemenin tamamı da yan yana konulmuş parçaların “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak sunulması ve sömürgeciliğin itiraz kabul edilmez netlikte belgelenmesidir. Metnin 3. sayfasında “Elen Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti ve Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Krallığı, Kıbrıs sorununun söz konusu kapsamlı çözümünü kabul eder ve Kıbrıs’ta kurulacak yeni düzenle ilgili hususlara ilişkin ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 102. maddesi uyarınca uluslararası bir anlaşma olarak kayda geçirilecek ekli anlaşmayı Kıbrıs’la birlikte imzalama yükümlülüğü altına girer” diyor. Bu imza yükümlülüğü bile tek başına, Kıbrıs’ın bugünü ve geleceği hakkında karar vericilerin Kıbrıslılar olmadığını göstermektedir. Evet, Annan Planı Kıbrıs’ta 29 yıllık statükonun bozulması demektir. Sunulan “barış” ise yeni bir emperyalist çözümün zorla kendine bağlama yolundan dayatılmasıdır. Elen Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti ve Büyük Britanya’nın altına imza koyacakları belge, Kıbrıs’ta yeni bir kaosun, kirli oyunlarla maskelenen sömürgeci çıkarların Akdeniz sularında yeni bir çatışma zemininin hazırlanmasından başka anlama gelmemektedir. Bundandır ki Denktaş, Annan Planı’na ilişkin “Bazıları için yolun sonu, bizim için başka yolların başlangıcı olabilir” demişti.
Annan belgesinde(6) ilke anlaşmasını içeren ilk bölümün 12 Aralık Kopenhag Zirvesi'ne kadar kabul edilmesi/imzalanması isteniyordu. BM tarafından taraflara 30 Kasım'a kadar süre tanınarak, belgeye itiraz noktalarının belirtilmesi ve "son pazarlık marjlarının vurgulanması istendi. AB ve BM'nin tüm kumpas ve sıkıştırmalarına karşın 12 Aralık Kopenhag Doruğu öncesinde bir ilke/çerçeve anlaşması gerçekleşmedi. Paris ve New York mutfaklarında Kofi Annan/BM tarafından hazırlanan Kıbrıs menüsü Kopenhag paylaşım sofrasında servise sunulamadı.
Kopenhag’da istenen paylaşım kotarılamamıştı. BM ve AB paylaşımı tamamlamak için yeni bir takvim belirledi. Buna göre, 17 Şubat'ta Denktaş- Klerides görüşmesi olacaktı. 10 Şubat'ta Güney Kıbrıs'ta gerçekleşen seçimler, planın ilk unsurunun gerçekleşmesini engelledi. 28 Şubat'ta BM belgesi konusunda tarafların son kararlarını açıklamaları istenmişti. Karar olumlu olur ve 30 Mart'ta bu anlaşma sağlanırsa, adanın iki bölgesinde de Annan planı referanduma sunulacaktı. Hiçbiri olmadı ve 10 Mart’a ertelenen “son” görüşmelerde de sonuç çıkmadı.
Çözümsüzlüğün Yeni Aşaması
Orgeneral Hilmi Özkök Genelkurmayın Kıbrıs sorununa yaklaşımını, “Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden ve güvenlik ihtiyacını sağlamayan bir Kıbrıs çözümüyle ‘Türk’ün Anadolu’ya hapsedilme süreci’ hemen hemen tamamlanmış olacaktır” biçiminde özetlemekteydi.
TÜSİAD ise, Türkiye’nin AB’ye aday üyeliği ile birlikte resmi görüşü terk etme kararı aldı. Dünya kapitalist sisteminde stratejik önem kazanan AB tercihinde yoğunlaşan bu kesim, Kıbrıs’ı “ayakbağı” olmaktan çıkarmak niyetindeydi.
Türkiye’nin 1999’da AB’ye aday üyeliğinin kabul edilmesiyle Kıbrıs stratejisinde değişiklik benimsendi. Genelkurmayın görüşlerinde esaslı bir değişiklik olmamasına karşın merkeze oturan görüş, “çözümsüzlük” politikasından geri adım atılması yönündeydi. 12 Aralık 2002’de gerçekleştirilen AB Kopenhag Zirvesi öncesi 29 Kasım’da toplanan MGK’da bu politika resmen karara dönüştürüldü ve BM Planı’nın müzakere edilebileceği açıklandı.
Ordu karşısında, tekelci burjuvazi ve emperyalist burjuvazinin desteğine ihtiyaç duyan AKP de ilan ettiği “Acil Eylem Planı”yla Amerikancı dış politika ve IMF programının uygulanacağı mesajını vererek güven almaya çalıştı. Kıbrıs sorununda da Tayyip Erdoğan, “Kişiye endeksli politikayla Kıbrıs sorununu çözemeyiz” diyerek Denktaş şahsında statükocuları hedefe yatırdı ve büyük sermayenin ağzından konuşmaya devam etti. Erdoğan, “Çözümsüzlük çözümdür mantığıyla hareket edenler var... Biz statükonun dilini kullanmayacağız. Irak ve Kıbrıs meselesinde statükonun dilini kullanmıyoruz” diyerek TÜSİAD’la aynı cephede saf tuttu.
Irak’ı işgal hazırlıkları, ’74 çözümsüzlüğünü sürdürmek isteyenlerin, dolayısıyla Genelkurmayın elini yeniden güçlendirmektedir. Annan Planı’nın (aslında BM planı) 3. kez revize edilerek müzakerelerde Türk burjuvazisinin görüşlerine hayli yaklaşılmasına karşın Denktaş’ın, “Bize sunulan yeni belgede Türk tarafının beklentilerine yanıt verecek bir sürpriz yoktur. Sadece kandırmaca var” açıklamasında bulunması ve “Türkiye’nin askeri kanadı dahi bu planı kabul etmiyor, ben niye kabul edeyim, hakkım var mı buna” demesi boşuna değildir. Kıbrıs’ta taşlar yerinden oynamasına ve yeni bir sürece girilmesine karşın yine de bu sorun, bütün dünya devletlerinin dikkatlerinin odağına oturan emperyalistlerin Irak’ı işgal savaşma yedeklenmiş durumdadır.
Türk devletinin Amerikancı savaş cephesinde yer alma kararıyla birlikte Kıbrıs politikasında yeni bir aşamaya gelindi. TÜSİAD, AKP Hükümeti ve Genelkurmay Annan Planının reddedilmesi konusunda anlaştı.
Kıbrıs'ın Kaderi Savaşa Bağlandı
Annan Planı’yla Kıbrıs’ta yeni bir emperyalist çözümü dayatan ana güçler şimdilerde Irak’ın yağmalanması savaşma bağlı olarak BM Güvenlik Konseyi, AB ve NATO’da kıyasıya bir diplomatik savaş içerisinde bulunmaktadırlar. Annan’lı Kıbrıs çözümü, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın iç çatışmalarının öne çıkmadığı danışıklı sömürge paylaşımının bir parçası olarak üretilmişti. Bu aynı güçlerin, Ortadoğu gibi emperyalist tekelleri damardan besleyen petrol yataklarının bölüşümünde ortaklığı sağlanamayınca Kıbrıs sorunu şimdilik ertelenmiş gözüküyor. Müzakerelere istemeye istemeye oturan Türk burjuva devleti de “önce Irak’ı halletmemiz lazım” diyerek sorunu kendi cephesinden savaşa endekslediğini hissettirerek kendisine yönelen baskıları savuşturmaya çalışıyor.
Savaşla birlikte bir bakıma AB devletleri karşısında hareket serbestisi sağlayan Türk burjuva devleti de Kıbrıs Valisi Denktaş’ın ağzından Kıbrıs çekincelerini daha net dile getirmektedir. Burjuva devlet AB devletleri bakımından hassas bir dönemden geçildiğinin ve kendisinin öneminin farkında. Bu güvenle Denktaş, “28 Şubat’tan sonra kıyamet kopmaz. Kıbrıs Türklerinin Avrupa Birliği’ne girme şansları da ortadan kalkmaz. Türkiye ile yapılacak çalışmalar neticesinde gün gele bu da tahakkuk eder” demişti. Öyle de oldu. 28 Şubat geçti ve kıyamet de kopmadı. Annan müzakere tarihini 10 Mart’a erteledi. Planda, 30 Mart’ta referandum önerisi de vardı. Militarist devletlerin halkların görüşlerine başvurma diye bir gelenekleri yoktur. Kıbrıs valisi bu konuda da tavrını koydu: Referandum falan zamanı değil!
Evet, öyle ya da böyle sadece halka başvurmak için değil, devleti kendi iç dengelerine başvurmak bakımından da henüz referandum zamanı gelmedi. Kıbrıs konusunda AB’ci politika geri çekildi. Şimdi sırada Irak’ı işgal savaşı var. Emperyalistler, namlunun ucundaki Irak üzerinden gelişebilecek yeni dengeler, ittifaklar ve ihtilaflarla birlikte Kıbrıs’a da yeni bir emperyalist sömürgecilik dayatacaktır. Kıbrıs’ın kaderi ya oluşacak yeni emperyalist düzen tarafından belirlenecek ya da Kıbrıs halklarının özgür iradesiyle…
Bu Memleket Bizim, Kıbrıs Kıbrıs Halklarınındır
Kıbrıs sorunu ada halkları arasında bir sorun değil. Kıbrıs halklarıyla emperyalist ve gerici egemen devletler arasındaki sorundur. Sorunu halklar arası bir soruna, çatışmaya dönüştüren ve bunun üzerinden egemenlik kurmaya çalışan Kıbrıs sömürgecisi güçlerdir.
Bugün, Kıbrıs halklarıyla Kıbrıs sömürgecisi güçler arasında açık ve politik bir mücadele sürüyor. Üstelik bu mücadele Kıbrıs tarihinde şimdiye değin görülmemiş dinamikler taşıyor. Emperyalist güçler Kıbrıs’ın geleceğinin belirlenmesinde Kıbrıs halklarının iradesini dışlıyor, tanımıyor.
Fakat bu kez Kıbrıs halkları kendi kaderleri için ayağa kalkmış bulunuyor. Kendi geleceklerini belirleme konusunda sözü, gücü ve eylemiyle iradesini ortaya koyuyor. Adanın Kuzey ve Güneyinde güçlü demokratik halk hareketi yükseliyor. Adayı ve egemen güçleri sarsan çok farklı sınıf ve kategorilerden, farklı siyasal renklerden bir ‘muhalefet demeti’ olarak görünüm kazanıyor.
Kıbrıs halklarının gelecekleri konusunda tek ve ortak projesinden söz edilemez. Kıbrıs yalnızca coğrafi olarak değil, aynı zamanda siyasal olarak da fazlasıyla bölünmüş bir varlıktır. Adanın bölünmüşlüğü halkların bölünmüşlüğünü ve halkların kendi içinde siyasal bölünmesini ve parçalanmasını yaratmıştır. Halkların birbirinden ulusal-gerici çitlerle ayrılmış, kopartılmış olması, ortak bir gelecek kaynağı altında birleşmelerinin önündeki temel engeldir.
Bugünkü demokratik halk hareketinin kaynağı AB’dir. Özellikle Kuzey Kıbrıs Türk halkı bakımından AB süreci, kelimenin tam anlamıyla ‘kurtarıcı(!)dan kurtulma fırsatı/imkanı alarak görülüyor. 2000 Kasımında ‘Bu memleket bizim’ şiarıyla başlayan hareket, 2002 yılı boyunca bir çığ gibi büyüdü. 2003 başlarında ise devleşerek doruğuna vardı. Kuzey Kıbrıs’ta gerçekleşen üç büyük miting Denktaş rejiminin altının nasıl boşaldığının, Türk burjuva devletinin sömürgeci siyasetinin iflas ettiğinin çarpıcı bir göstergesidir.
Kıbrıs üzerinden gelişen politik çatışmada sol ve devrimci hareket Kuzey Kıbrıs’taki demokratik halk hareketini desteklemede tereddütsüz olmalıdır. Bağımsız Birleşik Kıbrıs talebini yükseltmelidir. Kıbrıs’taki ilerici-devrimci hareketin beklediği ve talep ettiği de böylesi bir enternasyonal mücadeledir. Kıbrıs sosyalist Partisi Genel Sekreteri Mehmet Süleymanoğlu’nun Türkiye sol ve devrimci hareketine çağrısı bunu ifade ediyor. "Çok fazla beklentimiz var. Türkiye sosyalistlerinin kendi burjuvalarının kendi ulusları adına hegemonya sürdüğü, baskı altında tuttuğu bir coğrafyadaki halka ve emek güçlerine karşı kendi burjuvaları karşısında yer alıp, bu yığınlarla emek güçleriyle yoğun bir dayanışma gösterme ve mücadeleye katkı koyma sorumlulukları vardır... Türkiye solunun kavraması gereken bir olgu var. Buraya gelip gözlemleyip belli bir temas kurmadıkları şu resmi göremezler. Kilometreye 22 tane askerin düştüğü bir adadan bahsediyoruz. Tamamıyla bir askeri üstür, burası bir garnizondur. Kıbrıs’ın doğusundan batısına giderseniz bütün köylerde hep asker görürsünüz. Bu coğrafya dünyanın herhangi bir yerine benzemiyor, belki Panama’ya benziyor, belki Cebelitarık’a benziyor. Dolayısıyla buranın koşullarını doğru analiz etmediğiniz sürece doğru adım şansınız yoktur.”
Birleşik Bağımsız Kıbrıs, Sosyalist Kıbrıs’a açılan yoldur. Bağımsız Birleşik Kıbrıs için halkların antiemperyalist ve enternasyonalist hareketini geliştirmek, büyütmek, bugün acil ve ihmal edilmez görevdir. Kıbrıs’ta gerçek ve adil çözüm, halkların kendi eseri olacaktır. Kıbrıs’ta adil ve gerçek bir çözüm için, barış ve kardeşlik için, emperyalist güçlerin ve işgalci Türkiye, Yunan ve İngiliz askeri güçlerinin adadan defedilmesi gerekir. ‘Bağımsız Birleşik Kıbrıs için işgale son, Kıbrıs’ta tüm askeri güçler çekilsin, üsler sökülsün; Türkiye İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüklerine son’ vb. talep ve şiarları yükseltilmelidir. Bunun dışında: Adadaki sınırlar kaldırılsın, sınırsız dolaşım ve yerleşim özgürlüğü sağlansın; Ada, mafya ve istihbarat örgütlerinin tüm uzantılarından arındırılsın istemleri de öne sürülmelidir. Bunlarla birlikte Ada’nın bir kardeşlik yuvası haline gelmesi, halklar arasında her türlü düşmanlığın, güvensizliğin son bulması yalnız ve yalnız sosyalist bir Kıbrıs’la mümkündür. Kıbrıs halkaları yalnızca sosyalist bir yönetim altında onurlu ve insanı bir düzen oluşturabilirler. Aksi takdirde emperyalist paylaşımın giderek keskinleştiği günümüzde Kıbrıs, dün olduğu gibi yarın da lime lime edilmiş bedeninin acısını hissetmeye devam edecekti.
Dipnotlar
1- Lord Vinster Planı(1947), Jackson Planı (1948), 1. Macmillan Planı(1958), Speak Planı(1958)
2- Kıbrıs Cumhuriyeti, iki toplum/halk gerçeği ve emperyalist çıkar dengelerine göre örgütlendirilir. Cumhuriyetin özellikleri ve işleyişi bu gerçeği çarpıcı bir biçimde sergiler. Kıbrıs Anayasası emperyalist paylaşımın matematiksel ve hukuksal metni gibidir. Cumhuriyet, kaynağını bu metinden alır. Buna göre; Kıbrıs Cumhuriyeti Rum ve Türklerin ortak devletidir. iki toplumun/halkın ortak siyasi yönetimi 50 üyeli Temsilciler Meclisi'nde (parlamento) cisimleşir. Temsilciler Meclisi'nde 35 Rum, 15 Türk temsilci bulunur. Temsilciler Meclisi genel ve ortak siyasi yönetimi sağlar. Meclis gibi hükümet de belli oranla paylaşılır. Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk bakandan oluşur. Rum bakanlar, Rum olan Cumhurbaşkanı tarafından, Türk bakanlar ise Türk olan Cumhurbaşkanı yardımcısı tarafından seçilir. Bakanlar kurulu salt çoğunluk yöntemiyle karar alır/uygular. Cumhurbaşkanı ve yardımcısının kararları veto hakkı bulunur.
Parlamento dışında Kıbrıslı Rum ve Türk halklarının Cemaat Meclisleri de vardır. Cemaat Meclisleri'nin vergi, yasama, kültür, eğitim gibi konularda işlev ve yetkileri bulunur. Bir çeşit kantonal yönetim olarak tanımlanabilecek bu yapının yanı sıra, beş büyük şehirde ayrı (Türk ve Rum) belediyelerinin kurulması da öngörülür.
Devlet bürokrasisi ve kamu hizmetlerinin örgütlenmesinde de kaynağını anayasadan alan belli siyasal oranlar uygulanır. Kamu hizmet sektörleri için bu oran 70-30'dur. Ordu ve polis için ise 60-40 olarak belirlenmiştir. Anaya Mahkemesi tüm bu yapı ve dengeleri oluşan siyasi-hukuksal sistemi denetleme ve ihtilafları çözme merci/otoritesi işlevi üstlenir. Sistemin sigortası sayılan Anayasa Mahkemesi'nin başkanının üçüncü bir ülkeden (Almanya) olması öngörülür ve uygulanır.
3- Makarios'un Kıbrıs Anayası'nda 13 maddelik değişiklik yapma önerisiyle başlar. Anayasa değişikliği hamlesi iç ve dış çatışma sürecini tutuşturan fitil gibidir. Emperyalist ve gerici egemen devletler bloku, Kıbrıs'ta kurulu statükonun korunması için gerekli tüm tedbirleri önceden almıştır. Anayasa değişikliği, Kıbrıs statükosunun sigortası olan veto mekanizmasıyla engellenir. Türk olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı tarafından anaya değişikliği veto edilir. 24 Aralık 1963'te milliyetçi-faşist (Enosisçi) Rum çeteleri Agvasıl adlı Türk köyüne saldırır ve 20 kişiyi katleder. 25 Aralık'ta Türk devletinin savaş uçakları Lefkoşe üzerinde alçak uçuş yaparak garantör güç olduğunu gösterir/hatırlatır. 27 Aralık'ta İngiliz bir generalin komutasında ve üç garantör devletin askerlerinden "Barış Koruma Kuvveti" oluşturulur. 30 Aralık'ta ise İngiliz general tarafından Lefkoşe'de Türk ve Rumları iki bölgeye ayıran "Yeşil Hat" çizilir.
1 Ocak 1964'te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios 1960 Anlaşmalarını yani Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantörlüklerini feshettiğini açıklar. Bu tarihi momentten sonra Kıbrıs sömürgecisi güçler tüm kuvvetleriyle Kıbrıs'ı kesin denetimlerine almak ve Rum egemenlerinin Kıbrısçı bölüğünü yola getirmek için her türlü kirli siyaseti, komployu geliştirir. İngiliz kuvvetleri iç çatışmayı körükleyen provokatif eylemler düzenler. Makarios her taraftan kuşatılır. Türk devleti garantörlük hakkının öngördüğü müdahale hakkını kullanmak talebiyle 13 Şubat 1964'te BM Güvenlik Konseyi'ne başvurur. 4 Mart 1964'te BM Güvenlik Konseyi karar alarak, BM Barış Gücü'nü Kıbrıs'a yollar. Kıbrıs sömürgecisi egemen devletler grubu, BM'nin bu kararından hiç memnun olmazlar. Kıbrıs'taki sorunun siyasi ve askeri boyutuyla BM inisiyatifi sahasına koyması, Kıbrıs sömürgecisi güçleri korkutur. Türk ve Yunan devletleri Kıbrıs üzerinde elde ettikleri hakimiyetlerini kaybetme korkusuyla her yolu denemeyi sürdürür. EOKA ve TMT gibi paramiliter çeteler yeniden devreye sokulur.
1964 Haziran'ında Türkiye Başbakanı ismet İnönü, ABD başkanı Johnson'a bir mektup yazarak Kıbrıs'a müdahale etmek istediklerini bildirir ve inisiyatif kullanmak ister. ABD, Türkiye'nin bu fırsatçı yaklaşımını reddeder. Türkiye'ye haddini bildiren sert bir zılgıt çeker ve tehdit eder. Bu durum ABD-Türkiye ilişkilerine diplomatik/siyasi kriz olarak yansır.
4- ABD'li yazar Cristopher Hitchins'in yazdığı ve 2002 yılında Türkiye'de "Kissinger'in Yargılanması" adıyla basılan kitabında, Türk devletinin Kıbrıs'ı işgal etmesinin ABD tarafından desteklendiği açıklanır. Hitchins'in vurguladığı bu realite, 2002 yılı ortalarında Kıbrıs görüşmelerinin sürdüğü koşullarda İngiliz Dışişleri Bakanlığı kanalıyla ilginç bir biçimde deşifre edilerek doğrulandı. Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı İngiltere'nin Türkiye'nin işgal hareketini durdurma girişiminin Kissinger tarafından engellendiğini anıları biçiminde açıkları. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Henry Kissinger, Kıbrıs'ta iki ata/seçeneğe birden oynar. Kissinger, hem faşist Nikos Sampson darbesini destekler, hem de Türkiye'nin adaya asker çıkarmasına ve adayı denetiminde tutmasına onay verir. Kissinger'in amacı ve ABD'nin politikası Moskova/SSCB yanlısı kabul ettikleri Makarios ve çizgisinin tümden etkisiz kılınmasıdır. Kıbrıs'ın öncelikle Yunanistan aracılığıyla, şayet olmazsa Türk devleti vasıtasıyla NATO denetiminde tutulması biricik amaçtır.
5- 1977 yılında Makarios ve Denktaş arasında, adanın siyasal yapı olarak birleştirilmesi görüşmeleri olur. Bu görüşmelerde Denktaş (Türk devleti) iki bölgeli federasyon önerisini sunar. Federasyon önerisi Makarios tarafından kabul edilir. 1979’da Denktaş-Kipriyanu görüşmesi gerçekleşir. Bu görüşme 1977’de üzerine uzlaşmaya varılan federasyon çözümünü teyit eder/benimser. “İki bölgeli iki toplumlu federe devlet” kurma konusunda ilke ve çerçevede uzlaşılmasına karşın bu çözüm gerçekleşmez. Zira gerçekte Türk devleti böyle bir çözümden yana değildir. Türk devletinin amacı Kuzey Kıbrıs’ı ilhak etmektir. İlhak yolundan yürür.
6- Annan Planı, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesinin biraz daha genişletilerek verili durumu bunun içine yerleştirmekten başka bir şey yapmıyor. Denktaş'ın 29 Nisan ve 10 Eylül'de Klerides'e, BM, AB, ABD vd'lerine sunduğu belgede yer alan "üç düzlemli egemenlik" esprisinin Annan planının ana parametrelerinden biri olması bu gerçeğin ifadesidir. Annan planındaki devlet modeli/egemenlik taksimatı, Denktaş tezinin talepleriyle örtüşüyor. Ne deve ne kuş misali ne federasyon ne konfederasyon olan Kıbrıs ortaklık devleti, esnek bir konfederasyon özelliğiyle Denktaş ve sömürgeci Türk devletinin taksim stratejisine açık duruyor, ilhakın ara istasyonu olma özelliğini taşıyor.
Annan'ın sunduğu Kıbrıs Ortaklık Devleti (Common of State Cyprus) üç ayrı devletten oluşuyor. Adada iki "parça devlet" ve iki "parça devlet"in belli yetkilerini ortaklaştırdıkları bir merkezi devlet olarak vurgulanıyor. Buna göre, "parça devlet"ler siyasi bakımdan eşit ve tam egemen olacaklar. Ayrı bayrakları, milli marşları ve polis gücü bulunacak. Ayrı başkanları ve parlamentoları olacak. "Parça devletlerin başka ülkelerle ticaret ve kültür anlaşmaları imzalama hakkı bulanacak.
Merkezi devlet AB ile ilişkileri dış politika, savunma ve ekonomi konularında yetkili olacak. Merkezi devletin başkanlığı dönüşümlü olacak. "Gelelim siyasi karar alma mekanizmasına. Planda öngörülen üç yıllık geçiş sürecinde halihazırda iki toplum lideri cumhurbaşkanlığı makamını paylaşacak (eşbaşkanlık). Dolayısıyla iki lider yürütmeden ortaklaşa sorumlu olacak. Ayrıca bir de altı kişilik bir başkanlık kurulu öneriliyor. Bu kurul icracı organ görevini üstlenecek. Oluşumu nüfus orantılı olacak, ancak bu oran üçte birinin altına düşmeyecek. Bu kurul üyeleri özel çoğunlukla senatoca seçilip temsilciler meclisince onaylanacak. Daha da önemlisi 10 ay üzerinden dönüşümlü olarak yürütülecek ve başkan iki dönemden fazla aynı "parça devlet"ten olmayacak.
Başkanlık kurulu, kararları tercihen oybirliğiyle alacak. Oybirliği sağlanmazsa basit çoğunluk aranacak ama "parça devlet" üyelerinden birinin onayı aranacak... Kurulun üyeleri eşit ve bakanlık sorumluluğunda olacak. Dışişleri ve Avrupa Birliği bakanlıkları farklı 'parça devlet' üyelerinden olacak...
Ve nihayet yasama... Parlamento iki kamaralı: Halkı temsilen Temsilciler Meclisi ile 'parça devlet'leri temsilen Senato. Her iki kamarada da 48'er üyenin bulunması öngörülüyor. Temsilciler meclisinde Türkleri oranı yüzde 25'in altına düşmeyecek. Senato'da ise eşit sayıda yer alınacak. Kararlar basit çoğunlukla alınacak, ancak senato da iki 'parça devlet' senatörlerinin de en az dörtte birinin oyu aranacak. Bazı konularda bu oran beşte ikiye çıkarılabilecek." (Annan Planı 1. Siyasi Eşitlik, Erdal Güven, Radikal, 15 Kasım 2002)
Annan planı garantör devletlerin ada üzerindeki egemenlik ve ayrıcalıklarını koruyor. İngiltere, Türkiye, Yunanistan yalnızca ortak devletin değil, aynı zamanda ayrı ayrı parça devletlerin de toprak bütünlüğü, güvenlik ve anayasa düzeninin savunmasıyla yükümlendiriliyor. Siyasi eşitlik, egemenlik, tek uluslararası kişilik, sosyal adalet ve dış dengeler gibi beş temel parametre üzerinde biçimlenen Annan planının püf noktalarından birini toprak ve nüfus ayarlamaları oluşturuyor. Annan planı, adada sosyal adaleti sağlamak için toprak ve nüfus ayarlamaları (göçmenlerin yurtlarına dönmesi) öngörülüyor. Toprak ayarlamaları iki ayrı haritada somutlaşıyor. Sömürgeci Türk burjuva devletinin '74 işgaliyle ele geçirdiği toprakların bir bölümü sahiplerine geri veriliyor. Türk tarafının elinde tuttuğu yüzde 37'lik toprak miktarı iki ayrı haritayla yüzde 28.5 ve 28.6 sınırına çekiliyor. Diğer önemli bir nokta ise 1974 sonrasında kuzeyden güneye göç etmiş Rum nüfusunun yeniden kuzeye dönmesi ve iskan edilmesi konusudur. Plan geri dönüş hakkını demografik dengenin korunması kaydıyla ve belli ölçülerde tanıyor. Kuzeye gelecek Rum nüfusu yüzde 20 oranıyla sınırlanıyor.