"...komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onlar arasında çalışmayı bilmektir”
LENİN
Kötü ünlü Terörle Mücadele Yasası çerçevesinde, 1991'de T.C.K'nın 141, 142. maddelerini değiştirerek reformistlere ve oportünist reformistlere alan açan burjuvazi ve faşist diktatörlük, diğer yandan, komünist ve devrimci önderlik iddiasındaki parti ve örgütlere acımasız saldırı çizgisini sürdüre geldi. “Sosyal patlamalar” tehdidi altında, kitlelerle, sosyal patlamalarla komünist ya da devrimci önderlik iddiasının buluşması, burjuvazi ve diktatörlüğün en büyük kabusu olmaya devam ediyor. Yığılan ekonomik, politik ve sosyal sorunların kronikleşen çözümsüzlüğü ve açık açık artan emperyalist müdahaleler, gündemdeki hemen hiçbir sorunun burjuva çözümlerinin üretilememesi, burjuvazinin yeni umutlar yaratamaması vb., burjuvazinin yönetme yeteneğini kaybettiğinin belirtileridir. Fakat diğer yandan burjuvazi, toplumun ezilen/sömürülen sınıf ve katmanlarından gelen çözüm arayış ve yönelimlerini, ideolojik yozlaştırma ve terörle ezme yöntemleriyle boğma yeteneğini korumaktadır. Yönetme yeteneğini kaybeden burjuvazi ve diktatörlüğün çözümsüzlüğü ve ezilen sömürülen yığınların çözüm arayış ve yönelimlerini bastırma güç ve yeteneğinin sonucu, korkunç bir toplumsal düşkünlük, çürüme ve siniklik biçiminde yaşanmaktadır. Toplumsal çürüme ve düşkünlüğün tek panzehiri kitle inisiyatifinin ve devrimci kitle hareketlerinin gelişimi olabilir. Bir birini tetikleyen krizler hiç kuşkusuz kitleleri uyandırmakta ve kışkırtmaktadır. Kent küçük burjuvazisinin umutsuzluk ve öfke yüklü isyanı bunun çok somut göstergesidir. İşçi sınıfının saflarında da huzursuzluk ve arayışlar artmaktadır. Tam da böyle bir anda öncünün yığınlarla ilişkilenme ve kendini yığınlar içerisinde inşa etme yeteneğinin tayin edici öneminin altı çizilmelidir.
Yönetme yeteneğini kaybeden faşist diktatörlük ve burjuvazi, ideolojik dejenerasyon ve zorbalıkla toplumun alt sınıf ve tabakalarından gelişebilecek çözüm yönelim ve arayışlarını da bastırdığı için, muazzam bir toplumsal çürümenin yaşanmakta olduğunu açıklayan Teoride Doğrultu'nun 3. sayısı, şu sonuca ulaşıyordu:
“Fakat kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyinin düşüklüğü, mecalsizliği ve savaşım yeteneği ve kararlılığının geri düzeyi, bütün bunlarla sıkıca bağlı olan devrimci bir önderlikten yoksunluğu hiç kuşkusuz temel sorunu oluşturuyor."(1)
“Burada ana noktayı ‘öncünün kitlelerle ilişkilenişi’nin oluşturduğu aşikardır. Ve komünist öncünün bütün değişik düzeyleri ve unsurlarıyla, kitlelerle ilişkilenişine bak maya, deneylerini eleştirel devrimci tarzda gözden geçirmeye ihtiyacı vardır. Hatta böyle bir ideolojik-teorik çalışma, ‘önder partiye geçiş ’ ya da kitlelerin yakıcı devrimci önderlik talebini yanıtlama çalışmasının marksist ve devrimci rotada yürütülebilmesinin ideolojik ön koşuludur"(2) Teoride Doğrultu, marksist leninist komünistlerin, “bütün hareketlerinde kitlelerle ilişkilenişlerini gözden geçirmek, denetlemek, ilkesel tutarlılığın sürekliliğini güvenceye almak zorunda" olduklarını da ekliyordu.
Açıkça, mevcut durumda kitlelerle ilişkileniş tarz ve çabası, önderlik iddiası ve rolünün realizasyonu açısından yetersiz bulunmakta ve keza, değişim ve yenilenme ihtiyacı vurgulanmaktadır. Kuşkusuz ihtiyacın belirlenmesi, bir başlangıç ve yönelim olarak önemlidir. Ama burada bırakılırsa boğulacağı da şüphe götürmez. Teorik pratik çabaların bütünlüklü olarak sürekli kılınması, amacına ulaştırılması için gerekli bir koşuldur. İkincisi, komünist öncünün ‘kitlelerle ilişkilenişi' bakımından ihtiyaç duyduğu yenilenme değişim ve yöneliminin başarısı kolektif çabanın ürünü olabilir. O halde, bütün organlar ve kadrolar bu çalışmanın, “sorun”un ve çözümünün tarzı ve muhatabıdırlar. Değişim ve yenilenme teorik-ideolojik ve pratik/politik boyutuyla koparılamaz bir bütündür ve itici gücünü marksist devrimci eleştiri oluşturur. Öncü, ‘kitlelerle ilişkilenişi' ekseninde marksist devrimci eleştiriden, enerjik, sorgulayıcı ve aydınlatıcı tartışmalardan güç alacaktır.
İşçi sınıfı ve emekçilerin geri bilinç ve örgütlülük düzeyini, burjuvazinin uşağı sendika patronlarının arkasına takılmasını, burjuva partilere yedeklenmesini haklı olarak eleştiriyoruz. Ağlayıp sızlayan, kitlelere kızıp köpüren devrimcilere hiç de az rastlanmıyor. Hatta devrimci saflarda kitlelerden yakınma bir salgın hastalık halini alırken, kitlelere güvensizlik mayalanıyor. Özellikle son yıllarda belirginleşen kitlelere güven kaybının yaratacağı ve yaratmakta olduğu tehlikeleri görmemek ya da küçümsemek politik körlük olur. Çünkü bu, her şeyden önce kitlelere gitme isteğini ve kitleleri anlama çabasını kırıyor; kitlelere yabancılaşmayı üretip, koşullandırıyor.
Kitlelere güvenin erozyona uğraması, öncünün rolünü çarpıtan karamsarlık ve aydın umutsuzluğu eğilimini beslediğine göre, “kendiliğindencilik”le mücadele ve devrimci iradenin rolünün açık bilinçle ve kesin bir kararlılıkla realizasyonu, komünist öncünün kitlelerle devrimci ilişkilenişi ve keza kendini kitle hareketi içerisinde inşa etme devrimci görevlerinin başarısının temel koşuludur.
Yasalcı EMEP reformistlerinin özellikle günümüzde en geri noktaya çekilerek, varlık nedeni sınıf işbirliği çizgisi olan Emek Platformu'nun arkasına takılmaları kitlelere güvensizliğin ve sendika bürokrasisi ve ağalarına güvenin çarpıcı ve ibret verici bir göstergesidir. Yasalcı oportünist reformizm, kendiliğinden işçi hareketini ve tabii işçi sınıfının burjuva bilinç düzeyini göklere çıkartıyor, kendiliğinden harekete ve önderlerine kuyruk sallayıp yaltaklanmayı devrimci komünist politika olarak yutturmaya çalışıyor. Bütün ufku, ekonomizm ve sendikalizm ufuk çizgilerinin sınırlarını gösteriyor. İşçi sınıfına bir adım ötesini gösterecek ufuktan, sosyalist sınıf bilincinin ve mücadelesinin gelişmesine hizmet edebilecek devrimci iddia, güç ve enerjiden yoksunlar. Ekonomizm, bürokratizm, sıradanlık ve devrimci enerji yoksunluğu, kitle kuyrukçuluğu ve kendiliğinden harekete yedeklenme biçiminde somutlanıyor.
Öyle çok uzağa gitmeye gerek yok, Emek Platformu ve EP program ve eylemleriyle ilişkilenişlerine bakarak, okur söylediklerimizi denetleyebilir. İşçi sınıfı ve kitlelerle böyle bir ilişkileniş ne sosyalist ve devrimcidir ne de öncü. EMEP'inki, artçılığın en berbat ve en sıradan biçimidir.
Diğer yandan, öncünün kendini kitlelerin yerine koyan, kitlelerden uzak, kitleler olmaksızın, kitleler için ve kitleler adına savaşması-mücadelenin hangi savaşım biçimleriyle yürütüldüğünden ayrı olarak-kendiliğindenciliğin devrimci hareketteki en yaygın ve hatta egemen biçimidir. Kendiliğindencilikten, kitle kuyrukçuluğundan sakınmak gibi devrimci saikler, politik savaşımda kitlelere dayanma ilkesel tutarlılığı ile birleşemediği için, bu türden bir kendiliğindenciliği hem örtmekte ve hem de beslemektedir. Bir bütün olarak düşünüldüğünde, esasen burada, kitlelere yabancılaşmayı üreten, devrimci önderliğin rolünün sol sekter, bürokratik çarpıtılmasıdır. Kitlelere tepeden bakan, durmadan emirler yağdıran, dayatmacı, kibirli ve bürokratik önderlik anlayışı devrimci harekette hayli yerleşiktir ve kitlelerle ilişkilenişini ilkesel olarak bozmaktadır.
Komünist öncü, baştan itibaren devrimci önderliğin rolünü çarpıtan sağ oportünist ya da sol sekter ve doktriner anlayış ve pratikler ile kendi arasına kalın bir sınır çekmeye teorik ve pratik olarak özen göstermiştir. Ve kuşkusuz, ekonomizm ve sendikalizme batan, kendiliğinden işçi hareketine övgüler dizerek arkasından sürüklenen sağ oportünist, liberal işçi siyaseti ile arasındaki kesin ve net ayrım çizgisini, düşünsel ve pratik olarak daima korumuştur. Öte yandan komünist öncü, kendini kitlelerin yerine koyan mücadele ve önderlik anlayışından pratik olarak etkilenmiştir. İşçi sınıfı ve emekçi milyonlara gitmede kararsızlığı, tereddütü yansıtan bu yaklaşım, partiyi ve kadroları kitlelerden uzaklaştırıp, yabancılaştırarak devrimci önderliğin rolünün marksist devrimci kavranışının tasfiyeci bozulmasını getirmiştir. Kitlelere yabancılaşma, kitlelere gitmede çekingenlik, tutukluk, kitlelere güvenin aşınmasıyla el ele gitmiş, önderlik iddiası ve özgüven zayıflamasına yol açmıştır. Marksist teoriye ilginin aynı süreçte zayıflaması ise ilginç diğer bir gerçektir. Demek ki, bir çözülme ve sıradanlaşma eğilimi, öncünün rolünün marksist devrimci kavranışının erozyonunu getirmiştir. Özelikle vurgulanmalıdır ki, devrimci irade erozyonu, antifaşist hareketin geriye çekilme zemininden ve diktatörlüğün marjinalleştirme ve ideolojik siyasi tasfiyecilik kuşatmasından beslenmiştir.
Kendiliğinden kitle hareketi nispeten uzun bir dönem bakımından dalgalanan bir geri çekilme yaşamaktadır. Ama durgunluk ya da hareketsizlikten söz edilemez. Daha önemlisi ise devrimci yapıların kendiliğinden hareketin dışında ve gerisinde kalmaları gerekliğidir. Örneğin ‘99 yazında yüz binlerce işçi ve emekçi memur sokaklara, meydanlara dökülmüş ama, devrimci önderlik iddiası adına ciddi, kapsamlı ve etkin bir müdahale açığa çıkmamıştır. 2000 Aralık eylemleri, 2001 Nisan eylemleri de benzer örneklerdir. Başarıya ulaşan BAGFAŞ direnişi ise, devrimcilerin kitlelerle ilişkilenişinde tabloda aykırı duran istisnai olumlu bir örnektir. Ama öncünün doğru müdahalesinin etkili ve sonuç alıcı olduğunu da göstermektedir. Elbette ki, kendiliğinden kitle hareketinin, kitle bilincinin eleştirel devrimci çözümlenmesi önemlidir ama, kendiliğinden hareketin küçümsenmesini, önemsenmemesini getirmemelidir. Burada özel olarak işaret edilen yön bakımından sorunun kitlelerde olmadığının anlaşılmasının yaşamsal önemine dikkatleri çekmek istiyoruz. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, kitlelerden kopukluğun, kitlelere yabancılaşmanın, kitlelere gitmede açığa çıkan çekingenlik ve tutukluğun, enerji yoksunluğunun, kitlelere güven erozyonunun nedenlerini kitlelerde değil, önderlik iddiasının sahibi yapılarda ve devrimci kadrolarda aramak yegane gerçekçi ve devrimci tutumdur.
Üzerinde durulması gereken ilk soruna değinmiş bulunuyoruz. Kadrolarda açığa çıkan kitlelere yabancılaşma, kitlelere gitmede tutukluk, çekingenlik eğilimiyle ve kitlelere güven erozyonuyla ideolojik savaşımda bir an olsun duraksanamaz. İdeolojik savaşım kadrolar şahsında da yürütülebilir ve yürütülmelidir, ama esasen bu kolektif bir sorundur.
Bütünde halledilmesi, yenilgiye uğratılması gerekir. Diğer bir anlatımla daha da önemli olan, önderlik ve politik mücadele anlayışındaki bozulmanın kolektif irade düzeyinde ideolojik olarak düzeltilmesi ve bütünde görüş açısı berraklığının sağlanmasıdır.
Lenin'in ‘Sol' Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı adlı yapıtı, öncünün kitlelerle devrimci marksist ilişkilenişi, kitleleri kazanma ve oportünizmi yenilgiye uğratma mücadelesinde, keza öncünün taktik yeteneği bakımından önemini ve güncelliğini koruyan mükemmel bir kaynaktır. “Öncüyle hasmı yenmek mümkün değildir", der Lenin. “Bütün sınıf, büyük yığınlar, öncüyü doğrudan doğruya desteklemek durumuna gelmedikçe ya da öncüye karşı hayırhah bir tarafsızlık tutumunu benimseyerek karşı tarafı desteklemek olasılığı kesin olarak ortadan kalkmadıkça, öncüyü kesin savaşa sürmek sadece bir ahmaklık olmakla kalmaz, bir cinayet olur. Oysa bütün sınıfın, sermayenin ezdiği geniş emekçi yığınların, gerçek ten böyle bir tutumu benimseyebilmeleri için sadece propaganda, sadece ajitasyon yetmez. Bunun için bu yığınların kendi öz siyasal deneyimleri gereklidir. "(3)
Evet yığınların öz politik deneyimleri gerekir, ama buradan yığınların özdeneyim kazanmasında öncünün rolünün önemsiz olduğu, öncünün yığınların böyle bir duruma gelişini elini kolunu bağlayarak bekleyeceği sonucu çıkartılamaz. Ancak öncü işçi sınıfı ve emekçi milyonları sermaye dünyasına karşı aydınlatma ve örgütlemede, keza oportünizme karşı savaşta kendi rolünü başarıyla oynadığı takdirde yığınların özdeneyim kazanması bakımından da sorumluluklarını yerine getirmiş olur.
Burada bilinçli unsurun, öznenin iki düzeyi arasındaki ilişki sorununa geliriz. “Bilinçli unsurun” iki düzeyi derken, ilkin öncü örgüt ve ikinci olarak da kitle düzeyini ve bu ikisi arasındaki karşılıklı ilişkileri söz konusu yapıyoruz. “Bilinçli unsur”un kitle düzeyinin, kitle bilinci ve iradesinin önemsiz görülmesi, küçümsenerek ihmal edilmesi her halükarda öncünün kitlelerle ilişkilenmesi bakımından temel bir soruna işaret etmektedir. Soyut olarak doğru bir kısım genellemelerin klişeleşmesi, somut çözümlemeler yapmayı gereksizleştiriyor. Kimi formüllerin basma kalıp tekrarı, düşünce tembelliğinin hem bir sonucu oluyor ve hem de düşünce tembelliğini besliyor. Oysa, Lenin'in dikkat çektiği gibi, “kendiliğindenlik vardır, kendiliğindenlik vardır.”(4) Bundan şu sonuç çıkar ki, her durumda kendiliğinden hareketin yansıttığı kitle bilinci, istenç ve iradesi somut olarak çözümlenmelidir. Öncü (bilinçli unsurun birinci düzeyi), bilinçli unsurun ikinci düzeyi üzerinde etkin, dönüştürücü, yönlendirici etkide bulunarak kendi rolünü realize edebilmek için kitleleri anlamak, kitle bilinci ve iradesi düzeyini çözümlemekle yükümlüdür. Çünkü, kitle bilinci düzeyi, strateji ve taktiğin etkinlik alanına girer. J. Stalin, strateji ve taktik bahsinde bu soruna açıklıkla dikkat çekmiştir: “Ancak hareketin bir de subjektif, bilinçli yanı vardır. Hareketin subjektif yanını, hareketin kendiliğinden süreçlerinin işçilerin düşüncelerinde yansıması oluşturur, proletaryanın belirli bir hedefe doğru bilinçli ve sistematik hareketi oluşturur. Bizi ilgilendiren, hareketin tam da bu yanıdır, çünkü objektif yanın tersine, bu tamamen strateji ve taktiğin doğrudan yönetici etkisine tabidir."(5)
O halde devrimci öncü kitleleri anlamalı ve doğru çözümlemelidir. “Kitleleri anlamak”, asla hoş görmek, geri kitle bilinci düzeyine boyun eğmek, seyirci kalmak, arkasına takılmak vb., değildir. Anlamak, kitlelerin somut durumunu dinamik biçimde ve aslına uygun olarak çözümlemek demektir. Çünkü çözümlemek, değiştirme eyleminin başlangıcı ve temelidir. “Dinamik biçimde” kaydı, kitle bilincinin donuk, ölü, hareketsiz değil, sürekli değişim halinde olduğunu ve hareket halinde kavranması gerektiğini vurgulamaktadır. Örneğin ‘80 öncesinde, kendiliğinden işçi hareketi ve muhalif toplumsal hareketler içerisinde, kendiliğinden biçimde sosyalizme ve sosyalist, devrimci önderlik iddiasındaki parti ve örgütlere yönelik bir eğilim doğuyordu. Bunun en başta dünya çapında sosyalizmin ve marksizmin saygınlığı ve prestiji olmak üzere birçok nedeni vardır. Ve keza, bu eğilim önemli ölçüde yine kendiliğinden biçimde sosyalist, devrimci vb. önderlik iddiasındaki parti ve örgütlerle buluşuyordu. Marksist leninist komünistler bu durumu “devrimci kendiliğindencilik” olarak kavramlaştırdılar. Fakat işçi sınıfının ‘89 bahar atılımı, ‘90-91 kitle grevi dalgası ve keza ‘90'lı yıllarda gelişen emekçi memur kitle hareketleri bu bakımdan yeni bir durumu ortaya çıkarttı. Kendiliğinden işçi ve emekçi memur hareketi, ‘80 öncesinde olduğu gibi, kendiliğinden sosyalizme, devrimci, sosyalist vb., önderlik iddiası taşıyan parti ve örgütlere belirgin bir yönelimi açığa çıkarmadı. Sosyalizmin dünya çapında yaşadığı kuvvet, saygınlık ve prestij kaybının burada önemli bir rol oynadığı kuşku götürmez. Fakat sorunun bundan ibaret olmadığı da açıktır. Çünkü evet, işçi ve emekçilerin kitle hareketi eski kitle hareketi değildi. Önce 12 Eylül gericiliği döneminde ve hemen arkasından, 90’larda ikinci kez sert biçimde sınıf bilinci kırılması yaşandı. Oysa sosyalist, devrimci vb., önderlik iddiası adına hareket eden kuvvetler esasen ‘80 öncesinde oluştukları ve önderlik iddiaları bakımından 80-90 döneminde başarılı bir gelişme çizgisi izleyemedikleri gibi, önderlik ve politik mücadele anlayışları bakımından kitle hareketini yenilenerek karşılayamamışlardı. Bu bakımdan TDKP'nin yaşadığı tasfiyeci ideolojik kırılma oldukça tipiktir. ‘87'den sonra işçi sınıfına umutla, ama önderlik ve mücadele anlayış ve tarzında ‘80 öncesinin “devrimci kendiliğindenciliği”ni koruyarak yönelen TDKP, işçi hareketinin yeni durumu nedeniyle aradığını bulamayınca kırılarak, “devrimci kendiliğindencilik” pozisyonunu da kaybetmiştir. İdeolojik kırılmanın yarattığı devrimci önderlik iddiası yitimi onu, sıradan ekonomist/sendikalist, sol liberal işçi siyaseti izleyen yasalcı, oportünist reformist bir partiye dönüşme yoluna sokmuş ve bu çizgide derinleşerek Emek Platformu kuyrukçuluğuna kadar geriletmiştir.
‘90'lar sonrasında işçi ve emekçi hareketlerinde ortaya çıkan bu “yeni gerçeklik” komünist önderliğin rolünü azaltmak şurada kalsın, daha da yaşamsal hale getirmiş ve kuşkusuz işini de oldukça zorlaştırmıştır. Kitle hareketinde açığa çıkan bu “yeni durum”u öncü, ancak daha yüksek bir ideolojik donanım, temel meselelerde sarsılmaz bir sağlamlık açıklık ve devrimci iradenin daha etkin, enerjik ve sistametik kullanımıyla göğüsleyebilir. Tam da bu nedenlerledir ki, komünist öncü marksit leninist temelini sağlamlaştırmak için, soyalist aydınlanma ve aydınlatma çalışmasına acil politik görevlerini bir an bile ihmal etmeksizin olağan dönemlerin ötesinde çok büyük ve özel bir önem vermek zorundadır.
Birlik devrimi, süregelen “devrimci kendiliğindenciliğin” aşılması hamlesidir. Devrimci kendiliğindencilik her şeyden önce komünist hareketin kendi durumuna müdahale düzeyinde birlik devrimiyle ideolojik ve pratik olarak aşılır. Fakat bununla sınırlı değildir. Politik mücadele ve önderlik anlayışı devrimci iradenin rolünün kavranışındaki derinleşme temelinde giderek genelleşen bir çizgide yenilenmektedir. Ancak bu gelişme olgunlaşıp tamamlanmadığı gibi, aynı zamanda geride kalan bir kaç yıllık dönemde bir erozyon da yaşamıştır. Erozyonda somutlaşan kanamanın durdurulması elde edilmiş bir kazanımdır. Ama kendimizi bununla sınırlandıramayacağımız da açıktır. İşçi sınıfı ve emekçi memur hareketinin “yeni gerçekliği” öncünün kitlelerle devrimci temelde buluşabilmesi için devrimci iradesine dayanarak kendisine bir yol açması gerektiğini açığa çıkarttığına göre tam da bunu yanıtlamaya yönelmiş olan birlik devriminin başlattığı hamleyi tamamlamak gibi daha kapsamlı ve zor bir görevi başarmayla karşı karşıyayız.
Komünist öncünün devrimci iradesi bugün her şeyden önce kitlelerle ilişkilenişin ateşten sınavından geçmektedir. “Devrimci irade” asla içi boş, rastgele tekrarlanacak, her derdin devası sihirli bir sözcük değildir. Tabii, önce istek, kararlılık ve bağlılık sorunudur. Ama sorun yine de niyetlere indirgenemez. Öncelikle öncünün bakışının tamamen kitlelere yöneltilmesi ve kilitlenmesi gerekir. Bu muhakkak her somut durumu yanıtlayan politik tutumları alma ve yüksek politik duyarlılığın ve kararlılığın yansıması olan seri politik refleks verme gücüyle birlikte yürümelidir. Kitlelerle nasıl ilişkilenilecektir, hangi araç ve yöntemler kullanılacaktır vb. bütün bunlarda açıklık gerekir. İşçi sınıfı ve emekçi milyonların politik lideri olabilmek için, ya da bir başka ifadeyle, sermayenin boyunduruğunu kırmak ve faşist diktatörlüğü yıkmak üzere, onları siyasal bir ordu olarak birleştirip seferber edecek devrimci çalışmada, özellikle kitle ajitasyonunu, en yakıcı sorunlar üzerinden sıcağı sıcağına örgütlemeyi ve yürütmeyi başarabilmek ana noktayı oluşturur. Çünkü, ancak bu temelde kitlelerle canlı ilişkiler kurulabilir.
İşçi sınıfı ve emekçi halk hareketine bağlanmak dendiğinde genellikle ilk akla gelen, onlar arasında taraftar sayısı oluyor. Bu esasen doğru değildir. Öncüyle dolaysız biçimde ilişki içindeki işçi ve emekçilerin sayısı elbette ki önemsiz değildir. Ama öncünün kitlelerle devrimci ilişkilenişi başka bir şeydir. İşçi sınıfı ve emekçiler arasında binlerce ve on binlerce taraftarının olması, sosyalizm adına hareket eden bir partinin sınıfla ilişkilenişinin devrimci marksizm bakımından ilkesel olarak “doğru” olduğu anlamına gelmez. Örneğin pek ala ekonomist/sendikalist, kitle kuyrukçusu bir çizgi izleniyor da olabilir. Komünist öncünün sınıfla ve ezilen milyonlarla ilişkilenişi dinamik, canlı ve sürekli yenilenen/değişen bir nitelik gösterir. Diğer bir anlatımla komünist öncü ekonomik, toplumsal ve politik olayların durmadan akan seyri içerisinde, her sorunda ve her gün (iletişimin mevcut gelişkinlik düzeyi ile bir çok durumda abartmaksızın saat be saat) devrimci önder olmayı başarabilmelidir. O halde komünist öncü, işçi sınıfı ve ezilen milyonların sınıf bilincini ve örgütlenmesini geliştirebilmek için, hangi sınıfları ilgilendiriyor olursa olsun ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşama ilişkin tüm sorunlarda, ‘an'ında onları tutarlı sosyalist görüş açısından aydınlatabilmeli ve gerekli politik refleksi gösterebilmelidir. Çünkü kitlelerle ancak ve ancak somut, canlı sorunlar üzerinden devrimci bağlar kurulabilir ve kitlelere sınıf bilinci ancak bu yoldan götürülebilir. Politik kitle ajitasyonun örgütlenmesindeki yetmezliklerimiz, yetersizliklerimiz sorunun en önemli yanını oluşturmaktadır. Sorunun bir boyutu da araçlardır. Bundan önce gelen ise politik önderlik ve mücadele tarz ve anlayışıdır. O halde, öncünün bütün kademelerinde az çok yansıyan politik edilgenlik, politik duyarlılık erozyonu ve politik refleks paslanması, ideolojik olarak yenilgiye uğratılması gereken ilk hedeftir.
Politik duyarlılığın yükselmesi kuşkusuz ki, önderlik iddiasının büyütülmesi ve hatta tutku düzeyine yükseltilmesiyle paralel gelişebilir. Sahip olduğu bilinç düzeyi ve kitle bilinci düzeyi arasındaki devrimci elektiriklenmeyi, etkileşimi sağlamakla öncünün sorumlu olduğu aşikardır. Öncü bunu ilkin, ancak ve ancak her somut durumu yanıtlayan süregen, yüksek politik etkinliği ile sağlayabilir. İkinci olarak, yalnızca politik etkinliğinin yüksek ve süregen olması yetmez, aynı zamanda her somut durumda kitle bilinci düzeyini somut olarak çözümlemeyi ve çözümlediği somut durumlardan hareketle kitleleri kendi düzeyine nasıl çıkartabileceğini sıkı sıkıya hesaplayabilmelidir. Üçüncüsü ise, her durumda uygun araçlar ve yöntemlerin kullanımıdır. Kullanılan araçlar ve yöntemler pratikte sürekli sınanmalı, elde edilen sonuçların ışığında, işlevsizleşenlerin terk edilmesi, verimli ve sonuç alıcı olanların duraksamadan daha etkin kullanımının örgütlemesi yolu tutulmalıdır.
Öncü ancak bu yoldan kitle bilinci ve iradesi üzerinde belirleyici, değiştirici ve dönüştürücü etkilerde bulunabilir. Burada yeniden öncünün kendi rolünü kavrayışı sorununa geliriz. Lenin bu sorunu defalarca mükemmel biçimde açıklamıştır:
“Marksistler, örgütlenmemiş (ve uzun süre, bazen on yıllar boyu örgütlenemeyecek) yığının, parti ile, örgütle olan ilişkisini il ke bakımından başka türlü görüyorlar. Ancak bu yoldan belli bir sınıfın yığını, kendi çıkarlarını, kendi durumunu kavramayı, kendi politikasını yürütmeyi öğrenebilir, asıl bunun için sınıfın en ileri unsurlarının örgütü mutlaka ve her şeye karşın, bu unsurlar başlangıçta sınıfın çok küçük bir parçasını mey dana getirseler bile, zorunludur. Öncü, yığına hizmet etmek ve onun doğru olarak anlaşılmış çıkarlarını dile getirmek için, örgüt, tüm çalışmasını yığına yöneltmeli ve bu ara da ondaki tüm iyi güçleri sonuna kadar kendine çekmeli, yığınlarla bağıntının korunup korunmadığını, canlı olup olmadığını her adımda, dikkatle ve nesnel olarak gözden geçirmelidir. Böyle ve yalnız böyle, öncü, yığını eğitir ve öğretir, onun kendi çıkarlarını dile getirerek, ona örgütlenmeyi öğretir ve yığının tüm etkinliğini bilinçli sınıf politikası çizgisine yöneltir.”(6) Ve devamla Lenin şunu ekler:
“Eğer tüm yığının siyasal etkinliğinin sonucu olarak, yığının dolaysız ya da dolaylı olarak seçimlere yaklaştırılması ya da sokulması sonucu, seçilen tüm işçi temsilcilerinin illegaliteden ve böyle bir siyasi çizgiden yana, partiden yana oldukları orta ya çıkarsa, böylece yığınlarla bağların canlılığını kanıtlayan, bu örgütün, yığınların sınıf çıkarlarının tek temsilcisi olma ve böyle nitelendirilme hak kını kanıtlayan nesnel bir gerçek elde etmiş oluruz.... eğer tasfiyecilerin alay ettiği, kötü sözler yönelttiği, küçümseyerek baktığı örgüt, yığınlara önderlik edebilmişse, bu demektir ki, partimizin yığınlara karşı tutumu ilkesel bakımdan doğrudur, marksist bir tutumdur.”(7)
Komünist öncünün tarihinde yığınlarla devrimci ilişkilenişin oldukça başarılı örnekleri vardır. Devletin kaybetme politikasına karşı, keza gözaltında taciz ve tecavüze karşı mücadele kampanyaları ilk akla gelen çarpıcı örneklerdir. Yine bir sanayi havzasında yürütülen sigorta ve sendika kampanyası, iş cinayetlerine karşı geliştirilen işçi kitle tepki ve protestosu, gençlik hareketinde harçlara ve paralı eğitime karşı ve yine, IMF'ye karşı kampanyalar çarpıcı başarılı örnekler olarak hatırlatılabilir. Bütün bu durumlarda kitlelerle ilişkiler canlıdır. Çünkü suçluyu suçüstü yakalayan somut sorunlardan yola çıkılmış ve öncünün kuvvet seferberliği ile politik bir kampanyaya dönüştürülebilmiştir. Öncü hem kitlelerin en duyarlı kesimlerinde ve hem de daha geniş kesimlerinde olumlu yanıt bulmuştur. Fakat diğer yandan komünist öncünün tüm çalışmalarını yığınlara yöneltmede her zaman aynı tutarlılığı gösteremediği ve yine yığınlarla bağıntısını koruyup korumadığını her zaman dikkatlice ve nesnel olarak gözden geçiremediği de reddedilemez gerçeklerdir. Hatta bir ölçüde içe kapanma ve kendine dönme yaşanmıştır.
Öncü bütün çalışmasını kitlelere yöneltmek zorundadır. Kabul edilemez aksi bir durum, öncünün kendini inkarı anlamına gelir. Çünkü öncünün varlık nedeni işçi sınıfı ve ezilen milyonları aydınlatmak ve örgütlemek, sermaye egemenliğine ve faşist diktatörlüğe karşı politik özgürlük ve sosyalizm savaşımına seferber etmektir. Buradan uzaklaştığı oranda ve ölçüde varlık hakkını ve önderlik iddiasını kaybeder. Komünist öncü fiziki varlığı ile kitlelerin içerisinde olmalıdır. O halde örgütler ve kadroları yığınlar içerisinde konumlanmaktan uzaklaştıran örgüt ve ilişki biçimleri düzeltilmelidir. Fakat kitleler içerisinde konumlanmak da yetmez. Çünkü kitlelerin içerisinde olup da kitlelere yabancılaşmış kadro ve örgütlenme biçimleri az rastlanır bir durum değildir. İşçi sendikaları çarpıcı örneklerdir. Komünist ve devrimci harekette de örnekleri vardır bunların. Asıl ve temel olan, devrimci öncü olarak propaganda, ajitasyon ve örgütlendirme çalışmasında kitlelere “hizmet etme”yi kesintisiz ve canlı biçimde başarabilmek, karşılaşılabilecek tüm zorlukları ve engelleri aşabilecek ideolojik sağlamlık ve pratik devrimci kararlılığa ve yeteneğe sahip olmaktır.
Fakat öncünün kendini kolektif irade düzeyinde yönetimi ana noktayı oluşturmaktadır. Yukarıda vurgulandığı gibi, öncünün politik önderlik ve politik mücadele, anlayış ve tarzı, deneyim ve yeteneği tayin edicidir. Komünist öncünün bir dönem belirginleşen kitleleri kazanma hedefine kilitlenmemiş “adeta kendi güçleri ile savaşır” hale gelme gerçekliği önderlik iddiası erozyonudur. Kuşkusuz ki, komünist öncü, sıkı sıkıya hesaplanmış belli durumlarda hazır kuvvetleriyle mücadeleye tutuşabilir ve tutuşmalıdır da. Fakat bu, hem süreğen hale getirilemez ve hem de bu durumlarda bile öncünün dikkatinin odağında kitleler bulunur. Yani öncünün kendi hazır kuvvetleriyle giriştiği çarpışmaların dolaysız hedefi de kitleleri kazanmaktır. O halde bu tür hareketler planlanırken “kitleleri kazanma” amacı, kuvvetlerin hangi biçimlerde ve hangi alanlarda nasıl kullanılacağından, propaganda ve ajitasyon araç ve yöntemlerinin seçimine değin, bir bütün olarak öncü, kuvvetlerini yönetmelidir. Yukarıda örnek olarak hatırlatılan başarılı politik kampanyaların hemen tümünde komünist öncü, başlangıçta hazır güçleriyle mücadeleye tutuşmuştur, ama bunlar baştan itibaren kitlelere ulaşmak, kitlelerle devrimci biçimde ilişkilenmek ve kitleleri harekete geçirmek hedefiyle planlanmış hareketlerdir. Öncünün devrimci iradesinin rolünün anlaşılması bakımından “yeni tarzın” parti tarzının çarpıcı ve öğretici örneklerdir.
Antifaşist kitle hareketinin ‘96 1 Mayıs katliamıyla radikal yöneliminin kırılarak ılımlı bir çizgiye yöneltildiği, keza kendiliğinden kitle hareketinin dalgalı, gelgitli geri çekilişi ve daha sonra bunun üzerine binen Kürt ulusal devriminin yaşadığı trajedi koşulları altında, faşist diktatörlüğün uyguladığı marjinalleştirme ve ideolojik siyasi tasfiyecilik, devrimci saflarda hem öz güven kaybını ve hem de kitlelere güvenin erozyona uğramasını getirmiştir. Keza, işçi sınıfı ve emekçi milyonlara ve halkalarımıza karşı sevgide dikkat çekici garip bir durum çok belirgin biçimde açığa çıkmıştır. Evet devrimciler bir yandan “halk için” ölebilecek kadar halklarımıza bağlı ve sevgi doludur. Ama kitlelere gitmede aynı kararlılığın görülemediği de bir gerçek değil mi? Keza, devrimci basında apaçık yansıyan halka tepeden ve kibirle bakan, emirler yağdıran yaklaşımlar kabul edilebilir mi? Bunlar kuşkusuz devrimci önderlik adına yapılmaktadır. Ama bu nasıl bir önderlik anlayışıdır? Nasıl bir halk sevgisi ve bağlılığıdır?
Halka bağlılık ve halk sevgisi, yurtseverlik ve bağımsızlıkçılık adına devrimci saflarda Vatan çevresinin halkın geri bilinç düzeyini benimsemesi ya da daha doğrusu peşine takılınması gibi de anlaşılamaz. Bu ideolojik kırılma ve kötü bir kuyrukçuluk, kitleselleşme adına sıradanlaşma ve kitle içinde ideolojik olarak erimeden başka bir şey değildir.
Öyle görünüyor ki, devrimcilerin ölümüne bağlı oldukları halk ve taşıdıkları derin halk sevgisi somut, sıradan günlük ilişkiler içerisindeki “gerçek halk”a değil, kendi kavramlarındaki “soyut halk”adır. “Soyut halk” sevgisi ve bağlılığı somut, günlük ilişkiler içerisindeki “gerçek halka”, sevgi ve bağlılığın yerini almıştır. Bu, “gerçek halk”a yabancılaşmanın hem sonucudur ve hem de ulaştığı düzeyi göstermektedir. Geri bilinç ve örgütlülük düzeyleriyle, günlük yaşam içerisindeki güzellik ve çirkinlikleriyle, yiğitlik ve düşkünlükleriyle yani, bütün bir gerçeklikleriyle işçi ve emekçilere bağlılığın geliştirilmesi için, güven erozyonuyla ideolojik savaşım bu zeminde de yürütülmelidir. İşçi ve emekçilere bağlılığın ve güvenin sınanacağı denek taşı, devrimci öncü olarak onlara hizmet etme kararlılığıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin, halklarımızın bereketli toprağı amaca uygun yürütülen devrimci ve sosyalist çalışmaları daima bire on-yüzbin verimle ödüllendirerek yanıtlamıştır. Kendi eksikliklerimizi, yetmezliklerimizi işçi sınıfı ve emekçilere fatura etme anlayışını ve hakkını kimden ve nereden alıyoruz?
Oportünizm ve reformizmle savaşım bakımından da öncünün kitlelerle ilişkilenmesi “yeni biçimde” ele alınmak zorundadır. Yığınların kazanılabilmesi için, oportünizmin ve reformizmin deşifrasyonu, ideolojik ve siyasi olarak yenilgiye uğratılması devrimci strateji ve taktiğin temel bir sorunudur. Ama bu mücadele alışıla gelmiş klişelerin tekrarıyla, boş sözlerle başarıyla yürütülemez. Nasıl ki, politik mücadele somut sorunlar üzerinde sıcağı sıcağına örgütlenerek, suçluyu suç üstü yakalayan politik kitle ajitasyonu temeline dayandırılmak zorundaysa, oportünizme ve reformizme karşı savaşım da benzer şekilde somut ve dinamik olmalıdır. Faşist rejimin işçi sınıfı içerisindeki yedekleri ve burjuvazinin kahyaları sendika bürokrat ve ağalarını, en genel ve kesin sıfatlarla mahkum etmek yetmiyor. Önemli olan yığınların sendika patronlarının işçi sınıfına ihanetini anlamalarını sağlayacak aydınlatma çalışmasının ve taktiklerin geliştirilebilmesidir. İhanet somut bilgileri ve belgeleri ile suçüstü edilebilmeli, burjuva ideolojisine kölece bağlılıkları, burjuva yaşam ve düşünüş tarzları somut olarak sergilenebilmelidir. Keza aynı şey oportünist ve reformist politik önderler ve partiler için de geçerlidir. Oportünizme ve reformizme karşı savaşımın kitleleri aydınlatma ve kazanma amacı, oportünizme ve reformizme karşı savaşımı sürekli aydınlatmalı ve yönetmelidir.
İşçi sınıfı ve emekçi yığınların, kitlelerin politik inisiyatif ve enerjisinin uyandırılması, politik bilincinin geliştirilmesi yalnızca öncünün propaganda, ajitasyon ve eyleminin sorunu değildir. Komünist öncü, aynı zamanda kitlelerin etkin katılımını, kendi davalarını sahiplenmelerini örgütleyebilmelidir. Kitlelerle ilişkileniş sorununun bu boyutunun altı özellikle çizilmelidir. Birlik Kongresi, “Bugünkü koşullarda her durumda somut anlatımını bulabilecek şekilde, ileri işçilerin birliğinin, temel bir politika tarzı olarak değerlendirilmesi ve gözetilmesi”(8) direktifini verirken kitlelerle ilişkilenişin bu boyutuna dikkat çekmiştir.
Marksist leninist komünistler esasen daha baştan öncünün kitlelerle devrimci ilişkilenişi sorunlarını somut biçimlerde ele almışlardır. Birlik Kongresi'nin talimatları açıktır: “Komünistler geniş işçi yığınlarıyla kendi aralarına suni çitler ören her türlü tavır ve yaklaşımdan kaçınmalıdırlar. Her durumda, komünistler gibi düşünmeyen ileri işçiler, do ğal işçi önderleri ve sınıfın geniş kesimleri ile somut sorunlar ve sınıfın yakıcı talep ve çı karları zemininde canlı ve mücadeleyi geliş tiren, ileri götüren birliktelikler oluşturulmalı, yığınları mücadele içinde dönüştürüp, kaza nacak mücadele tarzını geliştirmelidirler.”(9) Bize ışık tutan aynı temel düşünceyi Lenin sosyalist inşa döneminde de güçlü içimde savunmuştur:
“Komünistlerin (ve genellikle büyük bir devrimin başlangıcını başarılı bir sonuca ulaştırmış olan bütün devrimcilerin) en büyük ve en tehlikeli yanılgılarından biri, devrimin salt devrimciler eliyle gerçekleştirilebileceğini sanmalarıdır. Oysa, her ciddi devrimci eylemin başarısını sağlamak için, devrimcilerin ancak gerçekten ilerici ve yaşayabilir sınıfın öncüsü, avangardı olarak etkin bir rol oynayabileceklerini anlamak, bu fikri iyice kafamıza yerleştirmek ve uygulamak zorundayız. Öncü ise ancak yönettiği yığından kopmamasını ve tüm yığını ileri doğru götürmesini bildiği ölçüde görevini yerine getirebilir. Çeşitli faaliyet alanlarında komünist olmayanlarla ittifak edilmedikçe, komünist toplumun kurulması konusunda hiçbir kalıcı başarı elde edilemez.”(10)
Çok açıktır ki, “yığınları mücadele içinde dönüştürüp kazanacak mücadele tarzı” yığınları eyleme çağırmaktan ibaret olamaz. Hatta öncünün yığınları aydınlatma çalışmasının alışıla gelen biçim ve yöntemleri ile de sınırlı değildir. Kitle inisiyatifini geliştirmek komünistlerin görevidir. Bu bakımdan özellikle işçi ve emekçi kitle toplantılarının önemine dikkat çekmek istiyoruz. Mali ve sonra da onu izleyen ticari ve ekonomik krizin en şiddetli biçimde yaşandığı günlerde, büyük ve orta burjuvazinin onlarca toplantıda sorunları tartıştığına, taleplerini ve mücadele tarzını belirlediğine tanık olduk. Bu, her komünisti ve her ileri işçiyi düşündürmelidir. Neden onlarca ve yüzlerce işçi, emekçi toplantısı örgütleyerek işçi ve emekçi yığınların yaşanan krizi, taleplerini ve mücadele tarzını tartışmasını örgütleyemedik? Burjuvazinin işçi uşakları ve ajanları sendika patronlarının her şeyi işçi kitlelerinin dışında, kendi aralarında kotarmalarını haklı ve doğru olarak sergiliyoruz. Fakat krizi, ve sonuçlarını, işçi sınıfının tavrı vb. soru ve sonuçlarının tartışılması onlarca ve yüzlerce işçi kitle toplantısını sıcağı sıcağına neden ve niçin örgütleyemiyoruz? Neden bir kriz “program” platformu kurulup kriz ve beraberinde getirdiği sorunları talepleştirmiyoruz? Hatta inanılmaz bir aymazlıkla örgütlemeye yönelmiyoruz bile. Hani devrimci irade? Komünist basının açıklama ve çağırılan yanıtsız kalabiliyor! Kendimizden başka kimi suçlayabiliriz ki? Oysa, işçi ve emekçi kitle toplantılarının kitle politizasyonu ve kitlelerin nabız atışlarının açığa çıkartılmasında keza, öncü ile kitleler arasında canlı bağların kurulmasında taşıdığı büyük önemi kim reddedebilir ki?
Kaynakça
1) Teoride Dogrultu, sayı 3, S.12
2) Agy. S.13
3) V. İ. LENİN, S. E, Ne Yapmalı, S.159
4) V. İ. LENİN, ‘Sol' Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, S.159
5) J. STALİN, Eserler C. 5, S.141
6) V. İ. LENİN, V Zasuliç Tasfiyeciliğin işini Nasıl Bitiriyor, İSPÜ, S.271
7) Agy. S.271-272
8) Birlik Kongresi Belgeleri, S.128
9) Age. S.133
10) V.İ. Lenin, Militan Metaryalizmin Kapsamı, Karl Marx Ve Doktrini, s.137/138