“Proletaryanın iktidar mücadelesinde örgütten başka silahı yoktur” (Stalin)
“Devrimci kuvvetlerin taktik başarısı girdikleri taktik çarpışmadan devrimci ve politik etkilerini büyüterek çıkmaları anlamına gelir. Hedefler ve vuruş gücü, politik etkinin büyümesine, yayılıp derinleşmesine bağlı olarak büyür, büyümelidir. Düşe kalka, sendeleyerek ilerlemek istemiyorsanız, ikinci aşamada büyüyen siyasi etkinizi ve büyüyen devrimi örgütlemeyi başarmalısınız. Büyüyen politik etkinizi örgüt gücüne dönüştürmelisiniz. Politik etkiyi kalıcılaştırıp derinleştiren budur. Daha ileri politik çıkışlar, bir önceki aşamanın kazanımlarının maddi örgütsel güce dönüştürülmesine dayandırılabilir. Politik hedefinizi ve vuruş gücünüzü, ancak genişleyen, derinleşen, yayılan politik etkinizi örgütleyerek büyütebilirsiniz.” (MLKP ll. KB)
İşçi sınıfı ve ezilen halkların faşizm ve sermayeye karşı mücadelesinin devrimci önderliğini üstlenmek ve proletaryanın devrimci iktidarını kurma hedefi ve iddiasını gerçekleştirmenin biricik yolu; emekçi kitleleri bir ağ gibi saran örgüt, örgüt ve yine örgüttür.
Örgüt ve örgütlü güçler -tabi ki ezilen ve sömürülen güçlerin- öteden beri egemen sınıfların korkulu rüyası olmuştur. Bu yüzden egemen sınıflar en büyük “cezaları” saltanatlarını yıkmaya yönelik örgütlü eylemlere, güçlere ve bireylere verirler.
Böylece örgüt fikrinin kitleler içinde yaygınlaşmasını tehlikeli bir “şey” olarak gösterip yasaklamaya, engellemeye çalışırlar.
Temel üretim araçlarına sahip bir azınlığı oluşturan sömürücü sınıflar, geniş emekçi yığınlar üzerindeki siyasal ve ideolojik egemenliklerini bir baskı ve zor aygıtı olan devlet aracılığıyla kurarlar. Devlet ise, tepeden tırnağa silahlı ve örgütlü bir güçtür. Bütün yasalar, kurallar; gelenek ve görenekler; din-ahlak ve kültür bu sömürücü ve kan emici azınlığın sınıf çıkarlarını korur ve güvenceler. Bunu başta toplumsal yaşamın en küçük birimi olan aile olmak üzere; okul, ordu, cezaevleri, işyerleri, dernek, vakıf ve dini kurumlarla yaparlar. Siyasal zor ve baskının aracı burjuva devleti, tepeden tırnağa örgütlü yapısı, siyasal egemenliği ve ideolojik hegemonyasıyla ayakta durur. İşçi sınıfı ve emekçilerin iktidarını kurmak, bu örgütlü zor aygıtının yıkılmasını getirecek daha etkin ve yetkin bir örgütlülük ve savaşımı öngörür. Örgütlü silahlı savaşım, bunun başlıca yoludur.
Birlik Devrimiyle birlikte sınıflar mücadelesindeki onurlu yerini alan partimiz MLKP, gruplar dünyasına ait dar çalışma tarzını aşıp yeni tarzı, parti tarzını kuşandı. Ve daha ilk kavga yılında bu tarzın farklılığını, en geniş işçi, emekçi ve gençlik yığınlarının hareketine öncü-iradi müdahalede bulunarak dosta ve düşmana gösterdi. Partimiz, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri devrimin siyasal ordusu olarak örgütlemek, onların demokratik ve sosyalist savaşımına önderlik etmek için strateji ve taktiğine uygun siyasal ve örgütsel alanda pratik adımlar attı. Birlik devriminin sağladığı muazzam pozitif enerjiyle, düşman saldırılarına karşı ateş altında devrim ve iktidar yürüyüşünü sürdürdü. Devrimci savaşımıyla önemli bir politik etkinlik sağladı.
MLKP, kısa sürede gerek politik etki düzeyi, hazırlık ve güç biriktirme konusunda olsun, gerekse de örgütlülük düzeyi bakımından olsun diğer devrimci örgütlere göre birkaç adım öne sıçradı. Bu durum bugün de böyledir... Ancak bizim hedefimiz mevcut devrimci örgütler içinde en önde olmak, en iyisi olmak değildir. PKK’nin de devrimci hattan YDD’ye doğru dümen kırması, ideolojik-politik teslimiyeti ve Kürt devriminin yenilgisi koşullarında, devrimci hareketi saran tasfiyecilik ve reformist kuşatma altında kitlelere dönük politika tarzı yerine içe dönük politikalarla malül devrimci örgütlerden bir kaç adım ileri olmakla politik iktidar hedefimizi gerçekleştirebilir, işçi ve emekçi kitlelere önderlik gibi büyük iddia ve misyonumuzu oynayabilir miyiz? Şüphesiz ki hayır. Biz artık sınıflar savaşımında belli başlı politik güçlerden biri olmanın neresinde olduğumuzu sorgulamalı ve buradan hareketle değerlendirmeler yapabilmeliyiz.
Marksist-Leninist partimiz geniş emekçi yığınları, ezilen halkları ve gençliği aşağılayan ve sefalete sürükleyen vahşi kapitalizme ve emperyalist barbarlığa karşı, kitlelerin bağrında taşıdığı hoşnutsuzluğu, mücadele isteğini uyandırıp, potansiyel enerjilerini ateşleyerek yıkıcı enerjiye dönüştürme, devrim ordusu olarak örgütleyip dövüştürme ve devrimci iktidarı kurma tarihsel ve siyasal göreviyle karşı karşıyadır.
Birçok alanda parti tarzını/yeni tarzı yaşama geçirerek mücadele tarihine yeni devrimci gelenekler armağan eden partimiz; siyasal kazanımları örgütsel kazanımlarla birleştirmek, pekiştirmek ve süreklileştirmek suretiyle kendisini daha üst düzeyde örgütlemek ve üretmek zorundadır. Bu konuda geçmişin, gruplar döneminin üzerimizde kalan ve gelişmemizi, sınıf hareketiyle birleşmemizi frenleyen eski tarza ait kalıntılarını evrimci yoldan değil devrimci yolda ilerleyerek, sıçramalarla tepelemeliyiz. Yoksa geçmişi biraz daha farklı bir düzeyde tekrarlamaktan öteye gidemeyiz.
12 Eylül öncesi devrimci ve komünist grupların iktidar ufkundaki darlıktan kaynaklanan bu alandaki yetmezliklerinin sonuçları çok ağır ödendi. Hala da etkileri sürüyor. Daha çok bölünmüşlük ve grupçulukla anılan, en büyük enerjisini en yakınındaki devrimci gruba yönelten 74-80 döneminde elliyi aşkın devrimci grup, parti ve örgüt binlerce, onbinlerce kitleyi harekete geçirebiliyor, karşıdevrimle savaştırabiliyorken; bu muazzam devrimci gücün/gövdenin örgütlü bölüğü/başı on’larla ifade ediliyordu. 24 saatini devrimci çalışmaya ayıran ve bir kadro gibi çalışan devrimciler yıllarca ileri sempatizan olarak kalabildiler. O nedenle partimiz, 74-80 devrimci yükseliş dönemindeki devrimci çalışmayı devrimci kendiliğindencilikle tanımladı. Nitekim harekete geçen kitlelerle öncü güçlerin önderlik misyonu arasındaki uçurum, 12 Eylül faşist cuntasının kolay başarı kazanmasını; devrimci hareketin, kitle mücadelesinin ağır yenilgi almasını getirdi. Bu örgütsüzlük ve iradesizlik nedeniyledir ki devrimci örgütler, faşist cuntacılar karşısına kendi güçlerini, çeşitli grev ve direnişlere katılan binleri, onbinleri çıkarıp dövüştüremediler. Bu tarihsel deneyde çıkarılması gereken önemli dersler vardır.
Özellikle ‘97’lerde başlayan kitle mücadelesindeki durgunlukla birlikte partimizin politik etkinlik düzeyinde de bir düşüş ve zayıflama yaşandı. Elbette bu politik edilgenlik durumunu sadece bu olguyla izah edemeyiz. Bunun birçok nedeni var: İlki her düzeyde önderlik yetmezliği ise, ikincisi genişliğine gelişmenin, nicel gelişmenin derinliğine gelişmeyle, niteliksel gelişmeyle birlikte yürütülememesi, kadrolarımızın ideolojik-politik düzeylerinin yükseltilememesi; ikinci derece kadrolar ve örgütçü kadrolardaki yetersizlik; üçüncüsü eski tarzın üzerimizdeki etkilerinin yanısıra, sürekli eylem hattında yürüyen partimizin kadro gücündeki kayıplarını telafi edecek komple, bütünlüklü ve kesintisiz bir çalışmanın yürütülmemesidir. Partimiz kuruluşundan itibaren geniş emekçi kitlelere öncülük rolünü yerine getirirken küçümsenmeyecek kadro kaybına uğradı. Bu durum siyasal ve örgütsel faaliyetin düzeyini düşürdü. ll. Kongre Belgeleri şöyle diyordu:
“... Partimiz geçişin hazırlanması ve örgütlenmesine vurgu yapmakla birlikte hemen ve doğrudan saldırı politikası öngörmemiş, politik olarak kuvvet biriktirme, fırsat kollama ve uygun anlarda saldırıya geçişi gerçekleştirme üzerinde durmuştur.
Örgütsel hazırlık ve kuvvet biriktirme, politik olarak pratikte öngörülenin aşılarak, saldırı demesek bile bir coşkuyla ileri atılma çizgisi gelişmiştir. Coşkuyla ileri atılmak şeklinde yaşam bulan politik çizgi, yer yer ihtiyatsızca ileri atılma düzeyine ulaşmıştır. Bu, örgütsel hazırlık ve kuvvet biriktirme çalışmasında derinleşmeyle de birleştirilmeyince, siyasi polisin saldırılarının sonuç alıcı olmasını kolaylaştırmıştır...” (s. 109)
Tüm parti kadro ve örgütleri tarafından bilinen bu durumu yeniden yaşamamak için, devrim ve sosyalizm kavgasını büyütmek; kabarmaya başlayan kitle mücadelesi dalgasına devrimci-tarzda müdahale ederek politik etki düzeyimizi yükseltmek ve sınıfla birleşerek önder partiye ulaşmak perspektifiyle hareket edip, partiyi yeni/taze güçlerle daha üst düzeyde örgütleme görevini gelinen aşamada hiç bir gerekçeyle ihmal etmemeliyiz.
2000 Mart-Mayıs süreci, partimizi, yürüttüğümüz ısrarlı devrimci mücadele ve öncü devrimci çıkışlarla bir kez daha öne çıkardı ve kitlelerin umudu olma yolunda önemli öncü sinyaller vermesini sağladı. Gelişen bu politik etkiyi kalıcılaştırmak ve daha ileri/üst politik sıçramalara dönüştürmek için örgütsel inşa, oluşum ve mevziler alanında hızla başarılar kaydetmek zorundayız.
Strateji ve taktiğimizin öngördüğü hazırlık ve güç biriktirmenin gerçekleşmesi de bu devrimci görevlerin başarılmasına bağlıdır.
Hazırlık, mevcut kuvvetlerimizin örgütlenmesi, yönetilmesi ve planlı bir şekilde hedeflerimize bağlı olarak savaşa sürülmesidir. Başka bir deyişle partiyi, parti güçlerini örgütlemektir. Güç biriktirme ise, politik aktivitelerimiz sonucu eylemlerimize katılan, partiye yaklaşan yeni güçlerin uygun parti örgütlerinde örgütlenmesi ve yönetilmesidir.
Partinin görevleri, hedefleri somut olarak, birkaç adım ötesi görülerek planlanır ve buna uygun güç tasnifi yapılır. Partimizin girişeceği her çarpışma ve muharebeden ulaşacağı sonuç; yenilgi ve zafer, başarı veya başarısızlık tamamen örgütlenme ve hazırlık düzeyine bağlıdır. Hazırlık, eğitim, bilgi-deneyim aktarma, sirkülasyon, ayıklama, motivasyon gibi bir dizi boyutu kapsar. Yüzünü partiye dönmüş yeni güçleri partiye kopmaz bağlarla bağlamak, güç biriktirmenin ana hedefidir. İnsan unsurunun yanında, güç biriktirme, yeni mücadele araçları ve biçimleri, yeni çalışma alanları, teknik donanım ve mali olanakları da kapsar.
Ezilen ve sömürülen kitleleri parti saflarında örgütleme, savaşım yeteneğini yükseltme stratejik ve taktik önderliğin ana görevlerindendir. Aksi taktirde güçlü politik etki kalıcı ve sürekli olamaz. Gerçek anlamda bir politik başarıdan da söz edilemez. Gelinen yerde partimizin devrimciliğini kanıtlama ve varlığını ispat etme; günü kurtarma diye bir sorunu yoktur, olmamalıdır. Bu duruma takılmak geri bir duruştur ve çoktan aşılmıştır. Bugün Partimizin gelişen politik etkisini örgütsel güce dönüştürmeyi başarma ve süreklileştirme görevi önümüzde durmaktadır.
Örgütsel inşa, oluşum ve mevziler sağlama ve geliştirme devrimci çalışmamızın önemli bir parçasıdır. Bu da bir yanıyla örgütlenmede derinleşme ve niteliği geliştirmedir. Ve ilk adımı, uzmanlaşma ve işbölümüdür. Uzmanlaşma ll. Kongre Belgeleri’nde belirtildiği gibi “tecrit” ve “sınırlama” yı gerektirir. Bu tecrit ve sınırlama tabii ki uzmanlaşma alanı dışındaki görevler içindir. Her ‘iş’ten az çok anlayan kadrolar değil, yeteneklerine uygun uzmanlaşmış ve yetkinleşmiş kadrolardır ihtiyacımız olan. Bu yetmez, uzmanlaşma ve yetkinleşme de konsantrasyonu ve yoğunlaşmayı sağlayacak olanak ve koşulların sağlanması bir diğer adımdır.
Niteliği yükseltmede kadrolarımızın ideolojik ve politik donanımı, derinliği ve sağlamlığı zorunludur. Parti politikalarını derinlemesine kavrayacak, özümseyecek ve uygulamada tereddütsüz davranacak kadrolar eğitmek ve yetiştirmek zorundayız. Kadro ve örgütlerin eğitimi, işlevli kılınması ve niteliğinin geliştirilmesi; öncelikle, özel günlere ve dönemlere indirgenerek darlaştırılamaz, aksine komple ve bütünlüklü devrimci çalışmanın bir parçasıdır ve süreklidir. İkincisi, devrimci eğitim devrimci pratik içinde gerçekleşecektir. Eğitimde kastedilen teorik eğitimse, bu da özel eğitim dönemleri, parti okulu, parti örgütleri ve fonksiyonerlerinin “iş”leri ve çalışmalarının konusudur.
Pratik devrimci görevlerimize gösterdiğimiz özeni, ideolojik-politik-örgütsel bakımdan yetkinleşmek için de göstermeliyiz. Yetkin ve bilgili propagandacılar, politik refleksleri gelişmiş, sarsıcı ve etkileyici ajitatörler, yaratıcı ve değiştirici örgütçüler, uygun vuruşlarla politik etkimizi pekiştiren milis-müfrezeler yetiştirmeyi hedeflemeliyiz. Bir çarkın dişlileri gibi her alanda uzman kadrolar görevlerini layıkıyla yerine getirirse devrim çarkını hiç bir güç durduramaz.
Toplumun ezilen, sömürülen, aşağılanan ve geleceksizliğe itilen sınıf ve katmanlarından partimize yönelen işçileri, memurları, gençleri, emekçi kadınları, aydınları, işsizleri, esnafları ve kent yoksullarını, konumlarına göre legal ve illegal parti örgütlerinde (parti komiteleri, hücreleri, çalışma grupları, eğitim-okuma grupları, dağıtım grupları, milis ve çeşitli komisyonlar) veya kitlesel legal ve yarı-legal, esnek ve dolaylı örgütlerde (dernek, kültür merkezi, halkevi, birlikler, sendikalar, platformlar, komiteler, spor kulüpleri vb.) yeteneklerini/enerjilerini açığa çıkaracak tarzda örgütlemeliyiz. Elbette herkesten aynı beklentilerimiz olamaz. Kimisine kadro olabilecek görevler verirken, kimisini okuma gruplarında, kimisini de çalışma alanımız hakkında (alanın özellikleri, alandaki kitlenin özellikleri, ilgi ve yönelimleri, düşmanın durumu, işbirlikçileri açığa çıkarma, vb) bilgi ve istihbaratta görevlendirebiliriz. Kimi yeni ilişkileri çeşitli eylem komitelerinde örgütlerken, kimilerine de sadece pankart hazırlama görevi verebilir veya lojistik destek gruplarında, grevlerle dayanışma birimlerinde örgütleyebiliriz. Partimiz coşkuyla ileri atılma hattından ilerlerken fonksiyonerlerinden düşmana tutsak düşenler, şehit olanlar; yorulanlar ve dökülenler de oldu. Bu durum bir noktaya kadar kaçınılmazdır. Ancak gerek siyasi polise karşı mücadele sanatında yetkinleşme, gerekse güçlerimizi planlı savaşa sürmede kayıplarımızı asgariye indirebiliriz. Doğan boşluğu yeni güçlerle doldurarak ilerleyebiliriz. Yeni/taze güçlerle saflarımızı güçlendiremezsek daha güçlü atılımlar ve kampanyalar örgütlememiz mümkün değildir. Kendimizi azalan ve güçten düşen güçlerimizle tekrar ederiz o kadar!
Sınıf mücadelesi düz bir çizgide ilerlemiyor. Sürekli yükselen bir kitle hareketi olmadığı gibi sürekli hareket/eylem halinde bir devrimci parti de olamaz. Partimiz de sürekli eylem halinde yürüyemez. Her kampanyada bütün kuvvetleriyle bir hedefe yönelemez. Öyle tarihsel/siyasal anlar ve gelişmeler olur ki, (örneğin ölüm hücreleri) elbette tüm parti güçleri devrimle karşıdevrim arasında başlayan o andaki muharebeyi kazanmaya kilitlenir. Ama sürekli bu tarzda ilerleyemeyiz. Büyük, etkili eylemler serisinden sonra daha farklı mücadele biçimleriyle de gelişmelere müdahale edebiliriz. Politik kazanımlarımızı, uygun hedeflere askeri vuruşlar yaparak pekiştirebiliriz. Örneğin, cinsel taciz ve tecavüz kampanyasının siyasal etkisini pekiştirmek ve hesap sormak için tecavüzcü-işkencecilerin cezalandırılması veya işkence merkezilerinin bombalanması gibi... Ölüm hücrelerine karşı geliştirilen kampanyanın etkisini arttırmak için inşa halindeki ölüm hücrelerinin bombalanması gibi... Halkın vicdanında mahkum olan Susurluk çeteleri mensuplarının cezalandırılması gibi...
Sürekli veya kesintisiz olması gereken, partimizin politik-örgütsel faaliyetidir. Bunun için de güçlerimizi “kontrollü” harekete geçirmeliyiz. Parti güçlerimiz -ön açmak, kanal açmak için yapılan öncü çıkışları kastetmiyoruz- kitleler yerine eylem yapan değil, kitleleri harekete geçiren motor rolünü oynamalıdırlar. Çünkü biz düzenli bir ordu olarak cephe savaşı yürütmüyoruz. Gerilla tarzında sınırlı güçlerimizle bir savaş yürütüyoruz. Bazı alanlardaki güçlerimizi nefeslendirmeye, eğitim ve örgütleme faaliyetiyle yenileme ve donanımlarını yükseltmeye çalışırken; başka alanlardaki güçlerimizi savaşa sürebiliriz. Her alanın somut durumunu, ihtiyaçlarını, gelişme olanaklarını gözeterek yeniden ve daha üst düzeyde örgütlemek ve daha büyük kavgalara hazırlamaktır asıl olan. Güçlerimizi, enerjimizi rasyonel kullanarak az enerjiyle çok iş yapmayı başarmak durumundayız.
Kuşkusuz “siyasal etkiyi örgütsel etkiye / kazanıma dönüştürme” sorunu mekanik ve aşamalardan oluşan bir süreç olarak da ele alınamaz. Yaratılan her siyasal etki henüz oluşumu ve yaygınlaşması aşamasında örgütsel etkiye dönüşür. Nitekim örgütçülüğün temel esprilerinden biri de bu dönüşüm esnasındaki müdahaleyi -an’ı kaçırmadan- yapabilmektir. Yoksa partinin siyasi etkisine kapılıp gelenler, çok geçmeden uzaklaşıp giderler. Sözkonusu an’ı yakalamak ve gerekli müdahaleyi gerçekleştirmek ve ardından da hedefli, planlı, programlı, somut yönelimlere girmek yürünecek yolu gösterir. Bu anlamıyla siyasal etkiyi örgütsel kazanımlara dönüştürmek birbirinden ayrı ele alınabilecek, iki ayrı süreçler değil, tersine, iç içe geçen, görevleri ve hedefleriyle birbirini tamamlayan süreçlerdir. Tam da bu noktada siyasal etkiyi örgütsel kazanıma dönüştürememek bir anlamıyla faaliyeti kesintiye uğratmak ya da en iyimser tanımla kendiliğindencilik olarak tanımlanabilir. Sürecin ürünleri toplanamıyorsa, faaliyette yoğunlaşma ve örgütleme girişimlerinde ciddi zayıflamalar var demektir. Çünkü hedefli, kesintisiz bir çalışma, dönemin görev ve ihtiyaçları temelinde yürütüleceği için meyveleri toplayamaması düşünülemez. Nitekim yoğun aktivitelerin ardından organlar da, kadrolar da yaşadıkları sıçrama, ilerleme veya gerilemeye bağlı olarak; ortaya çıkan ihtiyaçlardan hareketle kendilerini gündemleştirir ve daha ileri görevlere önerirler. Süreç, organlar veya kadrolar bakımından olumlu-olumsuz, ileri-geri vb. yanları açığa çıkararak bu alandaki görevleri de belirlemiş olur. Böylece ortaya çıkan sorunlar ve görevler ekseninde yürütülecek iradi, sistemli bir çalışma, eski tarzda ifadesini bulan kendiliğindencilik hastalığının alt edilmesini sağlayarak kesintisiz ve verimli bir çalışmayı; çerçevesi çizilmiş bir hareket planı ve devrimci denetimin gereklerinin yerine getirilmesini güvence altına alır.
Aktivistlerimizi eğitmek, niteliğini yükseltmek ve yeni güçleri örgütlemek dedik. Örneğin, bunu küçük eğitim ve okuma grupları şeklinde yapmak zaman ve mekan bakımdan elverişli değilse, daha geniş toplantılar, seminerler ve panellerle uygun sendika, dernek, lokal veya kültür merkezlerinde Marksizm-Leninizme ve parti politikalarına hakim, konuyu enine boyuna anlatan, gelebilecek soruları anlaşılır, ikna edici ve inandırıcı bir şekilde yanıtlayan, kısacası parti politikalarını ayrıntılandıran yetkin ve bilgili propagandacılar aracılığıyla da yapabiliriz.
Burada da işi sadece propaganda olan kadrolar yetiştirme ve propaganda grupları oluşturma göreviyle karşı karşıya bulunduğumuzu görmeliyiz.
Güncel politik ve örgütsel faaliyetimizi geleceği gözeterek, stratejik hedefimize bağlı olarak yürütmeliyiz. Başarılı ve alanlarına hakim/yetkin kurumlaşmalar için istikrar şarttır. Sık sık yapılan yer değiştirmeler istikrarı sağlamadığı gibi istenen başarıyı da getirmez. Bir çalışma alanına gelen her yeni kadro tam adapte olmuşken başka bir alana kaydırılırsa burada başarı beklenmemelidir. Keza parti çalışmasındaki bellek kaybı ve kesinti vahim sorunların yaşanmasını getirebiliyor. Bu anlamda raporlar, arşiv ve bilgi akışının önemli rol oynayacağı kesindir. Kadro ve sempatizanlarımızı iyi tanıyıp; yeteneklerine, ilgi alanlarına ve gelişme potansiyellerine göre eğitip görevlendirir; başka “iş”lere koşturmazsak istikrarı ve gelişmeyi, alanda etkin ve kalıcı bir güç olmayı yakalayabiliriz.
Kadroların yaşamı ve davranışları emekçi kitlelere güven vermeli, sözü ile eylemi uyumlu olmalıdır. Bir seçim ya da başka siyasal kampanya sonucu kurulan yeni ilişkiler için “bu kadar insanı nasıl örgütleyeceğiz?” diye kara kara düşünen örgütçü veya yönetici kadrolarla ilerleyemeyeceğimiz açıktır. Bu yoldaşlarımıza, kendilerini yenilemelerine yardımcı olup başka görevler vermeli, kitlelerin nabzını tutan, parti politikalarını özümseyen, inisiyatifli, yaratıcı, engellere teslim olmayan, yaşamı ve davranışlarıyla emekçi yığınlara güven veren kadroları öne çıkarabilmeliyiz.
Herhangi bir kampanyada politik kazanımı örgütsel kazanıma dönüştürmek için, iyi bir hazırlıkla kampanyayı başlatmak ilk işimiz olmalıdır. Kendi güçlerimizi siyasal ve örgütsel olarak hazırlamak ve örgütlemek başarının yarısıdır. Propagandistleri, ajitatörleri, dağıtımcıları ve çeşitli komisyonlarıyla (sürekli yeni katılan güçlerle takviye edilerek) politik sahneye çıkarken aynı zamanda sadece işi örgütçülük olan, halk deyimiyle insan sarrafı olan yoldaşlarımızı da örgütleme görevi için kampanyaya katmalıyız. Özellikle yeni katılan insanları izleyecek, gözleyecek ve pratikte deneyerek uygun birimde ya da örgütlerde görevlendirecek örgütçülerin varlığı, örgütler inşa etmenin ve oluşturmanın da garantisidir.
2000 Mart-Mayıs sürecini iyi bir hazırlıkla karşılayan partimiz politik bir atılım gerçekleştirdi. Örgütsel alanda da önceki dönemlere göre görece daha iyi bir gelişme kaydetti. Ancak bu yetmez, ihtiyaç duyulan şey daha üst düzeyde örgütlenmektir. Bu bağlamda Mart-Mayıs sürecinin politik etkisini örgütsel maddi güce dönüştürmek bakış açısıyla hareket etmeliyiz.
Mart Mayıs sürecinde yaratılan siyasal etki, bunu hazırlayan ve örgütleyen örgüt ve kadrolarda önemli sıçrama ve gelişmeler yaratmıştır. Bu noktada bize düşen Mart- Mayıs kazanımlarını arkamıza alarak örgüt ve kadroların başarıları üzerinde niteliğini geliştirmek, önlerini açmak, kalıcılıklarını sağlamak, güçlendirerek yeni görev ve sorumluluklara hazırlamaktır. Bu anlamıyla:
1) Mart-Mayıs süreci parti örgütleri ve kadrolaranının başarı ve başarısızlıklarının ölçüldüğü bir dönem olmuştur. Tüm parti örgütleri ve kadroları bu bakış açısıyla da gözden geçirilmeli, en önemli örgütten en alt düzeydeki örgüte kadar yaşanan ilerleme, sıçrama veya gerileme analiz edilerek değerlendirmeler yapılmalı, geri ve zaaflı yanlarla ideolojik bir mücadele yürütülmeli; bu durum, örgütsel düzenlemelerde karşılığını bulmalıdır.
Sürecin gerisine düşen, başarısız bir pratik sergileyen örgüt ve kadrolar zaman kaybetmeksizin ortaya çıkan dersler ışığında bir eğitim/değişim sürecine tabi kılınmalıdır.
Sürecin örülmesinde kolektivizm, uyum, irade birliği, alan hakimiyeti, inisiyatif ve yaratıcılığın, güçlü reflekslerin başarıyı; tersi durumların ise verimsizliği, geriliği ve başarısızlığı getirdiği usanmadan tekrarlanmalı, kavratılmalıdır.
2) Siyasi faaliyetin ve gündemlerinin yoğun olduğu dönemlerde organ toplantıları ve ikili görüşmelerin yoğunlaşması (bir ölçüde anlaşılır), siyasal faaliyetin görece zayıfladığı dönemlerde organ toplantıları ve görüşmelerin azaltılması biçimindeki çarpık ve yanlış anlayışlar terkedilmelidir. Zira siyasal aktivitenin göreli olarak azaldığı dönemlerde adına layık toplantılar ve analizler yapılmadan siyasal etkinin örgütsel etkiye dönüştürülmesinin iradesi oluşamaz, planları yapılamaz, adımları atılamaz.
3) Ortaya çıkan ders ve deneyimler ışığında yönetici kadroların yönetici yetenekleri ve özelliklerinin geliştirilmesi, eğitenlerin eğitilmesi ihtiyacı kendisini dayatmaktan çıkmamıştır.
4) Yönetici potansiyeli taşıyan genç unsurlara, özel program ve hedefler dahilinde yönelmek zorunlu olmuştur. Parti okulu ya da daha pratik- geçici yöntemler üzerinde düşünülmelidir.
5) Ajitatör, propagandist, örgütçü, vb. özellikleri öne çıkan fonksiyonerler, kadroların uygun seçimi, teşviki ve görevlendirilmesiyle işlevli kılınmalı ve eğitilmelidirler.
6) Bu süreçte harekete geçirilen kitle ile kurulan bağlar güçlendirilmeli, siyasallaştırılmalı ve süreklileştirilmelidir.
7) En geri kitle bağını dahi değerlendirmek, olanaklara hakim olmak ve herkese bir iş vermek, herkesi bir örgüte dahil etmek sloganıyla yürümeliyiz.
8) Süreci örgütlerken kullanılan araç ve yöntemler gözden geçirilerek kalıcı olabilecekler, sağlamlaştırılacaklar vb. ayrıştırılmalıdır. Böyle bir ayrıştırma; yeni mevziler elde etmemizi , varolan mevzileri sağlamlaştırarak işlevli ve kalıcı kılmayı sağlar.
9) Elimizdeki araç ve örgütleri işlevli kılmak için; her araç ve örgüt kendi özgünlüğü, eyleminin muhtevası üzerinde konumlandırılmalı, yoğunluğunu azaltıcı ve dağıtıcı etki ve önerilerden kaçınılmalıdır. Bu bakış açısından sapmadan yerel araçlardan genele yönelik sıçramalar yapabilmenin yol ve yönetmeleri geliştirilmelidir.
10) 1 Mayıs Hazırlık Komiteleri Mart Mayıs sürecinin ortaya çıkardığı araçlardır. Bu araçlar; örgütlerimizin olmadığı yerlerde kalıcılaştırılarak çalışma grupları, eğitim grupları gibi örgütlere dönüştürülmelidir.
Mart-Mayıs sürecinde öne çıkan ileri taraftar ve sempatizan düzeyindeki fonksiyonerlerimiz değerlendirilip özel eğitime tabi tutulmalı, uygun olanlar üye ve üye adayı yapılmalıdır.
Örgütlü insan güçlü insandır. Hele de tarihin akışı yönünde örgütlenmişse.. Eskiyi, çürüyeni, pislik üreteni yıkıp yerine yeniyi, güzeli, insani olanı koymaya çalışan; sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kavgasında militanca öne atılan bir partinin, MLKP’nin saflarında örgütlenmek bir onurdur, ayrıcalıktır. Bir kampanya sırasında; yıllardır bizim çevremizde olan, hemen hemen alanındaki tüm eylemlerimize katılan ama bir türlü örgütlenemeyen bir emekçi memur yoldaşımızın etrafına saldığı coşku dalgası ve gözlerindeki sevinç parıltılarıyla söylediği gibi, “Yoldaş, biliyor musun çok mutluyum. Sanki yeniden doğmuş gibiyim. Çünkü Partinin saflarında örgütlüyüm artık! Bunca zamanımı boşa geçirmişim meğer.!”
O halde, en başta kendimizi örgütlemeye ve yenilemeye, sonra yığınları örgütlemeye ve yine örgütlemeye, partinin çağrıları ve uyarılarına kulak vermeye!