Kadınların Kurtuluşu Mücadelesinin Gelişimi Ve Komünistlerin Soruna Yoğunlaşma Görevi

1. Bölüm: Kadınların Kurtuluş Hareketinde 1. Dönem

Kapitalist üretim tarzının artan etkinliği, makineli üretimin gelişmeye başlaması mülk edinme biçiminde ve buna koşut olarak toplumsal ilişkilerde köklü değişiklikler yarattı. Toprağa dayalı mülkiyet rejimi yerini sermaye mülkiyetine bıraktı. Yerlerinden, yurtlarından sökülüp atılan serfler yığınlar halinde kapitalist gelişmenin merkezlerine, şehirlere akın etti ya da sürüldü. Feodal bağımlılık ve angaryadan kurtulan dünün köylüleri işgüçlerinden başka satacak, şeyleri olmayan “özgür” insanlar, işçiler haline dönüştü. Şehrin feodal sanayisi, lonca ekonomisi yıkıldı. Meta üretimi geliştiği ölçüde kendi kendine yeterli, kapalı toplumsal ilişkiler pazarının çarkları arasında yok olmaya yüz tuttu.

Eski tip ev ekonomisi kapitalist meta üretiminin gelişmesine paralel olarak etkinliğini yitirmeye başladı. Gıda, dokuma, tekstil gibi ev işi kullanım değerleri fabrika üretimiyle birer pazar metası haline gelerek değişim değerlerine dönüştü. Feodal sanayinin temel öğesi olan ustalık, tahtını makinaya kaptırdı. İşgücünün niteliği düştü, basitleşti. Ustalık gerektiren küçük sanayi yerini, makineli üretim yapan fabrikalara bıraktı. Kitlesel, yaygın ve çok çeşitli meta üretimi başat hale geldi. Bu koşullarla birlikte kadın ve çocuk işgücü sanayiye hızla aktarıldı. Öyle ki, makineleşmenin ilk döneminde üretim alanında kadınlar erkeklerden daha çok yer tutuyordu.

Kapitalizm kadınları evden zorla çekip çıkardı. Kadın, meta üretiminin vazgeçilmez unsurlarından biri oldu. Bu gelişme kadının toplumsal yaşamında ve ilişki biçimlerinde temel dönüşümlere yol açtı. Özel mülkiyetin ortaya çıkışı ve tek eşli evlilikle birlikte kadın dış dünyadan bütünüyle soyutlanmış ev denen hapishanenin dört duvarı arasına kıstırılmıştı. Clara Zetkin’in deyimiyle “dünya erkeğin evi, ev kadının dünyası” olmuştu. Kadın, ev içi üretim yapan evin ve çocukların bakım ve eğitimi ile uğraşan, kocanın cinsel ihtiyaçlarını karşılayan ve onun hizmetini gören, erkek çocuk doğurup soyu devam ettirmekle yükümlü ikinci sınıf bir insandı. Üretim, ticaret, mülkiyet eğitim erkeğin denetimindeydi. Erkek evin reisi, daha doğrusu kadın ve çocuklar üzerinde reddedilemez söz hakkına sahipti. Kapitalizm, bu ikiye bölünmüş dünyanın nesnel zeminini yerle bir etti. Meta ekonomisi ev içi üretimi gereksizleştirdiği gibi makine, kadınla erkeği eşitlemişti. Aynı işi yapan aynı makineyi kullanan, aynı zamanda aynı malı üreten kadın ve erkek arasında üretim süreci içinde oluşan bir eşitsizlikten söz edilemezdi.

Kadının dış dünyaya açılması, dün yalnızca erkeğe ait alanlarda boy vermesi, ona yeni ufuklar açarken yükünü ağırlaştırdı. Kadın ucuz işgücü olmakla kalmıyor, kocasının hizmetçisi, ailenin bakıcısı olmaya devam ediyordu. Hem işyerinde azgın ve acımasız bir sömürüye tabi kılınıyor, hem de evde karşılıksız çalışmak zorunda kalıyordu. Bunun dışında dünden daha yaygın çeşitli ve ağır bir cinsel baskı ve sömürüye mecbur ediliyordu. Feodal dönemde, rızası alınmadan evlendirilen kadın, kimi yerlerde feodal beyin ilk gece hakkı denen tecavüzüne mecbur bırakılıyordu. Kapitalizmle birlikte ilk gece hakkı tarihe karıştı; rızası olmadan evlendirilme süreç içinde etkinliğini yitirdi; bireysel cinsel aşka dayalı evlilik yaygınlaştı. Geniş aile dağıtıldı; çekirdek aile oluştu. Kuşkusuz bunlar kadının sosyal yaşamında büyük ilerlemelerin yolunu açtı. Ne var ki, özellikle proleter kadınlar için yeni sorunlara kapı araladı. Feodal beyin ve ailedeki erkeklerin baskısına dayalı egemenlik biçimi yeni koşullarda yeni işyerlerindeki erkeklerin cinsel saldırganlığı ve tacizi başlamıştı. Yoksulluk ve sefaletin diz boyu olduğu bir dönemde özgür aşk evlilikleri bir mecburiyetin, özgürce bir sefaleti ve köleliği seçmenin dışında bir anlam taşımıyordu. Her şey bununla bitmiyordu. Kapitalist gelişmenin ilk yıllarında şehirlerdeki kadın nüfusunun büyük bölümü hizmetçilik yapıyordu. Örneğin Paris, Londra gibi gelişmiş şehirlerde kadınların üçte biri hizmetçiliğe gidiyordu. Ve bu kadınlar aynı zamanda fuhuşa zorlanıyordu. İşçi ailelerin kızları daha çocuk yaşlarda fuhuşa itiliyordu. Kadın işgücü ucuz meta haline gelirken kadın bedeni de kapitalist para babalarının ortak zevk aracına dönüşüyordu. Kadın işgücü gibi kadın bedeni de alınıp satılan bir metaydı artık.

Emekçi kadınların yanı sıra burjuvazinin çeşitli katmanlarına mensup kadınlar da, erkek egemenliğinin kapitalist biçiminin yarattığı sorunlarla karşı karşıyaydılar. Onlar da kadının ikincil konumda olmasının acısını çekiyordu. Burjuva kadınlar, erkek egemenliğinin baskısı altında eşitsiz ilişkilere mahkûm edilmişti. Mülkiyet, meslek edinme, seçme, seçilme ve eğitim hakkından mahrumdular. Aynı mahrumiyet emekçi kadınlar için de söz konusuydu. Fakat emekçi kadınlar için iş ve yaşam koşullarını düzeltmek birincil derece önemliydi. Günlük hayatı idame ettirme, iş ve ekmek, çalışma saatlerinin yüksekliği başlıca sorunlardı. Örneğin, kapitalist gelişmenin ilk yıllarında kadınlar 16-18 saat arası çalıştırılıyor, evden uzak, bütün sağlık koşullarından yoksun barakalarda yatıp kalkıyor, buna karşın ücretlerinin yarısından çoğu ancak ekmek parasını karşılamaya yetiyordu; 18. yüzyıl sonlarında Parisli kadın işçilerin aldığı ücretin yüzde yetmişbeşi günlük ekmek için harcanıyordu.

Böyle olduğu için kadınların kurtuluş mücadelesi daha baştan iki ayrı koldan gelişmeye başlamıştı. Burjuva kadın hareketi, burjuva devrimlerin ortaya çıkması ve burjuvazinin bir sınıf olarak egemenliğini tescil etmesiyle birlikte egemen sınıfa mensup kadınların temel talepleri etrafında oluştu. Burjuva katmanlara mensup kadınlar harekete katıldı. Burjuva kadın hareketinin toplumsal tabanı genişledi. Denebilir ki, burjuva devrimlerin temel talebi olan özgürlük, eşitlik, kardeşlik şiarının cinsler arasında da gerçekleşmesi mücadelesi gündemleşti. Bir bakıma eksik kalan bir yanın tamamlanması amaçlanıyordu. Fakat tarihin en eski eşitsizlik biçimini aşmak kolay değildi. Sert ve çetin bir kavga gerekliydi. Burjuva kadınlar burjuva erkeklerle eşitlik istiyordu. Fakat bu eşitlik talebi yalnızca burjuva kadınları ilgilendirmiyordu. Mülkiyet eğitim, oy, meslek edinme hakkı bütün kadınlar için gerekliydi. Aynı dönem emekçi kadınlar da politika sahnesinde etkin olmaya başladı. Yukarıda da belirtildiği gibi emekçi kadın hareketi daha çok iş ve yaşam koşullarının düzeltilmesi ve bu alanda ortaya çıkan eşitsiz ilişkilere son verilmesi temel talepleri ekseninde mücadele ediyordu.

Kadınların kurtuluş mücadelesinin kuramsal içeriği, önceleri burjuva kadınlar ve burjuva aydınlarca belirlendi. Fransız devrimi ve başka ülkelerdeki burjuva devrimsel hareketler bir dizi burjuva kadın hakları savunucusunu ortaya çıkardı. Fransız devriminin kadın simgelerinden biri olan Olympe de Goues, ABD’de Elizabet Cady Stanton, İngiltere’de bir burjuva erkek aydın olan Stuart Mill bunlardan bazılarıdır. Bunlar düşünüşleri nedeniyle eşitsizliğin gerçek kökenlerine inmekte acizdiler. Buna karşın konunun gündeme girmesi, erkek egemenliğini sorgulaması bakımından ön açıcı oldular. Emekçi kadın hareketinin ilk kuramsal öncüleri ise, ütopik sosyalistlerdi. Bunlardan en derinlikli açılımı yapan Fransız ütopiklerinden Fourier idi. Bilimsel sosyalist dünya görüşü kadın erkek arasındaki tarihsel eşitsizliğin gerçek nedenlerini bilimsel bir berraklıkla ortaya koydu. Bir zamanlar eşit olan ilişkilerin özel mülkiyetle birlikte açıklandı. Engels, Bebel, Zetkin gibi bilimsel sosyalist önderler kadın kurtuluşu hareketinin kuramsal içeriğini yerli yerine oturttu. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren ve özellikle kadın hareketinin taleplerini sahiplenmeye ve bu talepler uğruna mücadeleyi toplumsal kurtuluş mücadelesiyle birleştirmeye başladı.

Burjuva devrimlerle başlayan kadınların kurtuluş mücadelesi, 1920’lerin sonlarında bu dönem ortaya atılan temel taleplerin elde edilmesi ve Ekim Devrimi’nin yarattığı sonuçlar nedeniyle sönümlendi. Bu süreç birinci dalga kadın hareketi olarak adlandırıldı. Tanımlama doğru ve yerindedir. Biz de bu tanımlamaya bağlı olarak I. Dalga Kadın Hareketinin iki yönünü ayrı ayrı ele alacağız.

1. Dalga Burjuva Kadın Hareketi

Burjuva devrimler çağı, burjuva kadın özgürlüğü hareketinin ortaya çıkmasını sağladı. Fransız Devrimi bu konuda buzkıran rolünü oynadı. Kadın hakları savunuculuğunun kuramsal çerçevesi ilk kez burada çizildi. Birçok kadın, devrim içerisinde ünlendi. Olympe de Gouges bunların tipik temsilcilerinden biriydi. Burjuvazi “kadınların giyotine gitme hakkı varsa, kürsüye çıkma hakkı da var" diyen Gouges’i giyotine gönderdi fakat fikirlerini yok edemedi.

1790'da İnsan Hakları Deklarasyonu’nun yayınlanması üzerine Olympe de Gouges, Kraliçeye hitaben Kadın Hakları Deklarasyonu'nu kaleme alır. Deklarasyon sonraki süreçte kadın hakları mücadelesi için bir program gibidir. "Ulusal bir meclise ulusun kadın temsilcilerinin de seçilmesi gerektiği" belirtilen deklarasyonun l. maddesi şöyleydi:

"Bütün kadınlar hür doğar ve erkeklerle eşit haklara sahiptir. Bütün politik kurumların amacı, kadınların ve erkeklerin doğal ve vazgeçilmez haklarını korumaktır... Ulus, kadın ve erkeklerden oluşur. Yasa genel iradenin ifadesidir. Kadın ve erkek tüm yurttaşların kişisel olarak ya da temsilcileri aracılığıyla onun oluşumuna katılma hakkı vardır."

Diğer maddelerde de "cinslerin yasa önünde, özel yaşamlarında ve toplumdaki her durumda tam ve kesin eşitliği" üzerinde durulur.

Yasa önünde eşitlik, mülkiyet edinme, oy ve kız çocuklarının eşit eğitim hakkı burjuva kadınlarının bu dönem temel talepleriydi.

Amerikan burjuva kadın hareketinin ortaya çıkışı ve istemleri de farklı değildi. Amerikan kadın hareketinin en önemli liderlerinden Elizabeth Cady Stanton'un, 1848'de yayınladığı bildiri Kadın Hakları Deklarasyonu’nda belirtilenlerden çok farklı sayılmazdı.

"Apaçık bir gerçeği anladık; erkekler ve kadınlar eşit varlıklardır. Yaratıcı tarafından verilmiş belirli vazgeçilmez hakları vardır. Yaşama, özgürlük ve mutlu olma hakları bunlar arasındadır…

İnsanlık tarihi, kadın üzerinde kurduğu tiranlığın doğrudan sonucu olarak erkeğin kadının haklarını zorla gasp etmesinin ve sürekli tekrarlanan haksız, ezici davranışlarının tarihidir.

Bu ülkede yaşayan kadınların görevi, kutsal seçme haklarını güvence altına almaktır."

Kadın hakları mücadelesinin en etkili kampanyası "oy hakkı" talebi üzerinde yükseldi. Oy hakkını elde etmek burjuva kadın hareketi için bir milat niteliğindeydi. Bu talep, bu dönem feministlerine göre sonal amaçtı. Bunun gerçekleşmesinin kadının eşitlik mücadelesinin zaferi olacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle I. Dalga feministler kendilerini Sufrajet olarak adlandırıyorlardı.

Oy hakkı talebi bütün kadınları kapsamıyordu. Önceleri bütün erkeklerin de oy hakkı yoktu. Belirli bir gelir ve mülk sahibi burjuva erkeklerin oy hakkı tanınıyordu. Kadınların eşit oy hakkı talebi, mülk sahibi kadınlara oy hakkı talebinden başka bir anlama gelmiyordu. Burjuva özgürlüğün kapsamı genişleyip bütün erkeklere eşit oy hakkı tanındığında kadın hakları savunucuları ikiye bölündü. Bir yanda, herkese eşit oy hakkını savunanlar, diğer yanda da yalnızca mülk sahibi kadınlara oy hakkını savunanlar. Birinciler, ikincileri 'hanımefendilerine oy hakkı’ savunmakla eleştirdiler.

Kapitalizm geliştikçe kadınlara yönelik eğitim ve iş olanakları hızla genişledi. Eğitilmiş kadınların sayısı arttıkça geleneksel kadın rolüne uygun işlerde kadınların sayısı hızla büyüdü. Öğretmenlik, hemşirelik gibi meslekler kadınların yoğunlaştığı alanlar haline geldi. Toplumsal yaşamdaki etkinlikleri bu denli artınca kadınların sesleri de daha güçlü çıkmaya başladı. Peş peşe yüz binlerce kişilik mitingler, gösteriler düzenlendi. Gelişmiş kapitalist ülkelerin hemen hepsinde on binlerce üyeye sahip ulusal kadın hakları dernekleri boy verdi. Burjuva kadın hareketini oluşturan bu derneklerin temel talepleri şunlardı:

Evliliğin kurulması, biçimlendirilmesi ve sona erdirilmesinde eşit hak,

Kadın ve erkeğin çocuklar üzerinde söz hakkı,

Her iki cinsiyet için bir tek cinsel ahlâk,

Kadının kendi mülkiyeti, geliri ve kazancı üzerinde özgür kullanma hakkı,

Meslek öğrenimi ve mesleki çalışma özgürlüğünün garantilenmesi,

Toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadına erkekle eşit hareket ve çalışma özgürlüğü hakkı,

Devlette ve onun organlarında tam politik eşitlik.

Birinci emperyalist paylaşım savaşı, burjuva kadın hareketinin toplumsal tabanını daha da büyüttü. Erkek nüfusun çoğunun savaşa çağrılması, üretim ve yönetim işlerinde kadınlara olan ihtiyacı daha da artırdı. Milyonlarca kadın çalışma yaşamına katılması için teşvik edildi.

Savaşın bitmesi ile kadınlara "eve dönüş" yolu gösterildi. O bir anne, kutsal bir varlık, çocukların ve ülkenin geleceği ellerinde olan, toplumun temel direği aile evine, yuvasına dönmeliydi. Savaştan dönen erkeklerin işlerine dönmesi için kadınların işlerine son vermek gerekiyordu. Evin reisi ve koruyucusu erkekti. Kadının yeri eviydi. O halde kadın emaneti erkeğe bırakmalıydı. Bir yandan, bu yoğun ideolojik propagandayla kadınlar baskı altında tutulurken, diğer yandan, "kadınlara oy hakkı" birçok ülkede yasalara giriyordu. Kadınların büyüyen mücadelesi ve Rus devrimi bu talebin yasalaşmasını hızlandıran faktörlerdi.

Birinci dalga burjuva kadın hareketi yükseköğrenim, üretime katılma, profesyonel meslek, özel mülk edinme ve oy hakkı gibi talepler üzerinde yükseldi. Bu taleplerin hemen birçoğu kazanıldı. Betti Freidan'ın belirttiği gibi bu "reformlar, kadınların daha önceki köleliklerine bakıldığında büyük ilerlemelerdi ve tam bir insan kişiliği ve itibarı kazanma yolunda bir basamak oluşturulabilirdi."

Oy hakkı ekseninde gelişen mücadelenin başarıya ulaşması(1) bu amaçla yola çıkmış kadın hareketinin sönmesine, giderek bitmesine yol açtı. Burjuva kadın örgütleri ve tanınmış feministler "artık erkeklerle eşit konuma geldiklerini" düşünüyorlardı. Mülk edinebiliyor, eğitim görebiliyor, oy kullanabiliyorlardı. Kadınların kurtuluş mücadelesi gerekli değildi. Şimdi yapılması gereken, kazanılmış bu hakların en iyi biçimde kullanılmasını sağlamaktı.

Bu hareketin kadın önderleri, talepler karşılandığında, ayrımsız, tüm kadınların kurtarılacağını iddia ediyorlardı. Tüm toplumsal veya insanal özgürlük için belirleyici olguyu görmüyorlardı. Oysa kadınların erkeklerle yasal olarak eşit hale gelmesi, ezilen sınıfın kadınları için belirleyici bir anlam taşımaz. Tıpkı yasal eşitlik söz konusu olduğunda burjuva erkeklerle, proleter erkeklerin arasında uçurumlar olması gibi. Burjuva kadın hareketlerinin talepleri, bütün kadınları tüm yasal haklarına ve tam insanlığa kavuşturmaktan acizdir. Kaldı ki, elde edilen yasal haklarla burjuva yasal eşitlik bütünüyle sağlanmış değildi. Temel bazı haklar kazanılsa da yasalarda eşitsizlik sürüyordu. Fakat elde edildiği kadarıyla bile burjuva toplumu ve devletinde kadın cinsiyetinin daha değersiz olduğuna dair eski önyargının önemli ölçüde ortadan kaldırılması ve kadına kimi eşit haklar tanınması bakımından kazanımlar büyük bir ilerlemeyi ifade ediyordu.

1. Dalga Emekçi Kadın Hareketi

Fransız Devrimi'nin hemen öncesinde ve devrim yıllarında emekçi kadınların bağımsız hareketinin ilk biçimleri ortaya çıktı. İşçi kadınlar, ekonomik sıkıntılardan özelde ekmek fiyatlarının yüksek olmasından dolayı sürekli gösteriler düzenliyorlardı. Bu derneklerin ilki "kuduruklar" adıyla kurulmuştu. Marks "devrimci hareketin asıl temsilcileri" olarak niteliyordu bunları. Derneklerden bir başkası da "Devrimci Kadınlar Derneği" idi. Üyelerinin tamamı yoksul ve mülksüz sınıftan geliyordu. 1793 Mayıs sonunda yapılan kitle gösterilerinde dernek liderlerinden biri şöyle haykırıyordu: "siz önyargı zincirlerindeki halkalardan birini kırdınız. Kadınları, evlerinin dört duvarı arasında hapseden insanların yarısını pasif ve tecrit olmuş bir konuma sokan bu önyargı artık sizin için geçerli değil. Sosyal düzen içinde yerinizi almanız gerekiyor. Buna kayıtsız kalmanız sizi incitir ve küçük düşürür."

Konvansiyon devrimci kadınların arasına fahişelerin katıldığını ima ederek kadınların yönetici olamayacaklarını, politik toplantıların "doğanın onlara verdiği daha önemli görevleri yerine getirmekten alıkoyduğu" gerekçesiyle kadın derneklerinin kapatılmasını istedi. Kadın kulüplerinin (derneklerin) kapatılmasının ardından bütün halk dernekleri kapatıldı.

İngiltere'de emekçi kadınlar Fransız kadınların taleplerine benzer taleplerle ortaya çıktılar. 1812 yılında un fiyatlarının saptanması sırasında patlak veren Nothingam eylemlerini kadınlar başlatmıştı. İngiliz kadınlar çartist hareket içinde de vardılar. 1830'lardan başlayarak sendikalarda önderlik yaptılar. 1843-‘44 grevlerinin başını çektiler. Bütün önyargılara rağmen 1888’de de kadınlar grevlerin kazanılmasında en öndeydiler. 1888'de kibrit fabrikasında başlanan ve “kibritçi kızlar grevi” olarak adlandırılan grev bunların en önemlilerindendi.

Amerika'da durum farklı değildi. Yaşam koşulları kadınlar için çok sertti. Haftada 70-80 saat çalışıyorlardı. Ve karşılığında çok az ücret alıyorlardı. Çalışma saatlerini düşürmek en temel talepleriydi. Amerika'da kadınların en önemli eylemi, 1857'deki New York dokuma işçisi kadınların direnişidir. 8 Mart'ta haklı talepleri için greve gittiler. Temel talepleri ise iş saatlerinin kısaltılması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerin arttırılmasıydı. Grev, kitlesel ve örgütlüydü. Kapitalistler fabrikayı ateşe verdiler. 129 kadın yakılarak vahşice katledildi. 1866'da Amerika'da Ulusal Emek Birliği kuruldu. Bu örgüt eşit işe eşit ücreti savundu. Varlığı 1873'e kadar süren örgüt, siyahları da üye alan ilk örgütlenmeydi.

IWW kurucularından Jones Ana'nın sözleri o dönem burjuva kadın hareketi ile emekçi kadın hareketi arasındaki farkı özetliyordu: "Kıyameti koparmak için oya ihtiyacınız yok sizin inanca ve bir ideale ihtiyacınız var."

Emekçi kadınlar yalnızca ekonomik talepler ekseninde mücadele etmediler. Siyasal çalkantılar ve devrimsel dönemlerde de öne çıktılar. 1848 Haziran günlerinde barikat direnişlerindeki tutumlarıyla bayraklaştılar. 1871 Paris Komünü’nde kadın savaşçılar kahramanlıklarıyla anılır.

Paris Komünü’nün en önemli kadın örgütlerinden biri "Paris'i Savunma ve Yaralılara Yardım için Kadınlar Birliği" idi. Elizabeth Dimitrieff tarafından kurulmuştu. Bütün kadın meslekleri temsil ediliyordu. Birlik "Komün”ü, devrimi ve halkın davasını savunmaya ve desteklemeye kararlı yurttaşlarını örgütlemekle sorumluydu.

Kadınlar, komünün savunması için gerekli silahların üretiminde önemli görevler üstlendiler. Yaralıların yardımına koşmak için ambulanslarda sürücülük yaptılar. Yoksullara yardım ve seyyar mutfakların düzenlenmesi ise tamamen onların sorumluluğundaydı. Kız okullarının kurulması için kadınlardan oluşan özel komisyonlar örgütlendi. İşçi kadınlara yardım amacıyla fabrikalarda kreşler kurulmaya başlandı.

10 Nisan’da komün "halkın davasını savunurken öldürülen bütün yurttaşların" meşru çocuklarına ve eşlerine aylık bağlanmasını kararlaştırdı. Bu karar, pratikte Parisli işçilerin eşit koşullarda serbest birliktelikler kurabilmelerine izin verilmesi anlamına geliyordu. Kadınlar komün savunmasında olağanüstü bir cesaret gösterdiler. İki askeri öldürmekle suçlanan bir kadın bu suçlamaya "Tanrı beni daha fazlasını öldürmediğim için cezalandırsın. İssy'de iki oğlum vardı, ikisi de öldürüldü. İki oğlum da Neully'de. Kocam bu barikatta öldü. Şimdi bana istediğinizi yapabilirsiniz" diye meydan okudu. Elbiseler çıkarıldı ve kurşuna dizildi.

Komün, "düzenin adamları" için çalıştırılan fahişeleri kölelikten kurtardı. Komünarların kadın liderlerinden Louise Michel, komün savunmasına katılan fahişeleri ahlâksızlıkla suçlamayı reddetti. "Kim yaşamlarını yeni bir dünya için feda eden eski dünyanın bu zavallı kurbanlarından daha fazla namusludur" diyordu.

Almanya'da,1892'de Alman Sosyal Demokrat Partisi'ne bağlı Hür Sendikalar’daki kadınların toplam sayısı 4335'di. Bu, toplam sendikalı işçi sayısının sadece yüzde l.8'ini oluşturuyordu. Kadınların erkeklerle aynı sendikalarda örgütlenmeleri yasaktı. 1890'dan sonra SPD (Alman Sosyal Demokrat Parti) politik ve sendikal kollarında kadın sorunlarıyla ilgilenecek komiteleri kurmalarını istedi.

Zetkin, kadınların sendikalaşmasında önemli bir rol oynadı. Stuttgart Çiftçiler Sendikası’nın üyeliğini yaptı. Kongrelerin birçoğuna katıldı. Terziler ve Dikişçiler Sendikası’nda aktif bir rol oynadı. 2. Enternasyonal'in 1896 Londra Kongresi'nde Alman Terziler ve Dikişçiler Sendikası’nın temsilcilerinden biriydi. Ve sendikanın geçici enternasyonal üyeliğine seçilmişti. 2. Enternasyonal'in 1899 Kongresi'nde yaptığı konuşmada, kadının erkeğe bağımlılığı gerçeğini vurguladı. "İşçi nasıl kapitaliste bağımlı ise, kadın da erkeğe bağımlıdır ve ekonomik bağımsızlığının vazgeçilmez koşulu ise çalışmaktır" dedi.

1891'de işçi kadınlara yönelik "işçi kadın", 1892 'de "Eşitlik" gazetesini çıkardı. Eşitlik gazetesi, sosyalist kadın hareketinin oluşumunda temel bir rol oynadı. Clara Zetkin bu gazetenin 15 günlük periyodla yıllarca ve son derece nitelikli bir yayın yaşamı sürdürmesinde önemli bir rol oynadı.

1907'de Stuttgart’da, 15 ülkeden gelen 59 kadının katıldığı ilk uluslararası sosyalist kadınlar kongresinin toplanmasına önderlik etti. Kongre, bütün sosyalist kadın örgütlerini birleştiren uluslararası bir örgüt kurma kararı aldı.

1913'te gazetenin ilk on yılını değerlendiren Zetkin, eskiden "Eşitlik" sadece seçkin kadın proleterlerin temsilcisi olan ve kısmen genel hareket içinde nispeten eğitilmiş durumdaki kadın yoldaşların organıydı, diyordu. Seçkin kadın proleterlerin eğitimini pekiştirmek ve bir bütünde perçinlemek "Eşitlik"in en soylu görevi buydu.

Bu politika meyvelerini verdi ve savaştan önce kitleselleşen harekete son derece yetkin ve deneyimli bir yönetici kadro sağladı.

"Bu hareketin yalnızca ve yalnızca pratikte var olabildiği için gelişebildiğini ve tavır belirleyebildiğini belirtmek gerekir" diyordu Clara.

1910'da, 8 Mart'ın Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi Clara ve kabul edildi.

Rusya'da ise 1895'te "Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği" kurulduğunda örgütün yönetiminde Krupskaya dahil dört kadın yer almaktaydı.

1905'te devrimin bütün cephelerinde kadınlar yerlerini aldılar. Devrimin yenilgisinden sonra, 1907'de Kollontai'nin öncülüğünde Petersburg'da “Kadın İşçileri Yardımlaşma Derneği” adıyla legal bir dernek kuruldu. Bu dernek içerisinde hem Bolşevikler hem de Menşevikler çalışıyorlardı. Stoplin gericiliği tarafından kapatılan bu derneğin faaliyetini Kollontai şöyle değerlendiriyordu: "Bu dernek ile Rusya'nın geniş kadın proletarya kitlesi arasında sınıfsal propagandanın temeli atılmış oldu."

1908'de burjuva kadın hakları girişimcilerinin Petersburg'da 1. Tüm Rusya Kadınlar Kongresi düzenlendi. 700 Kadet Parti'li kadının dışında 45 kadın delege vardı. Kadın işçi delegelerin baskısıyla kadın ve çocuk emeğinin korunması ve köylü kadınların durumuna ilişkin vs. kararlar kabul edildi. Ayrıca kadın işçiler, genel eşit doğrudan seçim hakkını talep eden bir karar önerdiler. Başkanlık bu karar tasarılarını okumayı reddettiğinde kadın işçiler grubu, protesto olarak kongreyi terk etti.

RSDİP, 8 Mart 1913’de Petersburg’da ilk defa Uluslararası Kadınlar Günü'nü kitle gösterileri ile kutlama kararı aldı. Daha sonraki yıllarda 8 Mart gösterileri Petersburg'u aştı. Moskova, Saratov ve diğer şehirlerde Uluslararası Kadınlar Günü gösterilerle kutlandı.

8 Mart 1914'te Petersburg'da Bolşeviklerin kadın işçilere yönelik ilk gazetesi "Robotnitsa"nın (İşçi Kadın) birinci sayısı çıktı.

1917 yılının 8 Mart'ı (eski Rus takviminde 23 Şubat) çarlığın yıkılmasına yol açan Şubat Devrimi'nin başlangıcıdır. Burada kadın tekstil işçileri öncü bir rol oynadılar. Bolşeviklerin çağrısıyla açlığa, savaşa ve çarlığa karşı gösteri yapmak üzere sokağa dökülen kadın işçiler, tüm Petrograd'da uygulanan genel grev eylemiyle erkek işçileri destekledi.

Bu hareket çarlığa karşı siyasi bir gösteri ve mücadeleye dönüştü.

l Mayıs 1917'de Petrograd'da büyük çamaşırhane grevi patlak verdi. 5000 kadının katıldığı bu grev, partinin kadınlar arasındaki kitle çalışması açısından büyük öneme sahipti. Kadın işçilerin talepleri 8 saatlik işgünü, asgari ücret tespiti, ücretlerin artırılmasıydı.

Savaş patlak verdiğinde yasaklanan Robotnitsa çamaşırhane grevinin başladığı günlerde yeniden çıkmaya başladı. Proleter enternasyonalist bir ruhla savaşa karşı mücadelede, kadın işçilerin bir kampanya örgütlemesi kararı aldı.

11 Haziran’da yapılan bu toplantıların ilkine 10.000 kişi katıldı.

Komünist partisinin yasaklandığı ve illegaliteye çekildiği Temmuz ayında Robotnitsa Bolşeviklerin legal olarak yayınlanan tek gazetesi idi. Ayda üç defa çıkıyordu. Tirajı 40.000'e varıyordu.

Ekim Devrimi'yle gelen "politik, ekonomik, medeni, hukuk ve aile" yasaları bir darbede yüzyıllardır süregelen eşitsizlikleri silip atmayı amaçlıyordu.

*Kadınlara tam oy hakkı verildi.

*Evlilik, gönüllü bir ilişki haline getirildi.

*Meşru ve gayrimeşru çocuklar arasında ayrım kaldırıldı.

*Kadınlara erkeklerle eşit iş bulma olanağı sağlayan yasalar çıkarıldı.

*Eşit işe eşit ücret yasallaştı.

*Ücretli annelik izni kabul edildi.

*Boşanma ve medeni hukuk yasaları yeniden düzenlendi.

*Zina, ensest ve homoseksüellik ceza yasasından çıkarıldı.

*Devrimden altı hafta sonra kilise evliliğinin yerini medeni nikah aldı ve bir yıl dolmadan eşlere eşit haklar veren, babası " belli olan ve olmayan" çocuk ayırımını kaldıran evlilik yasası çıkarıldı.

*Boşanma işlemi kolaylaştırıldı. Tarafların evliliğin çözülmesi istemiyle müracaatı boşanma için yeterli oluyordu. Devletin görevi, bu işlemin gerçekleştirilmesinde kişilerin ve özellikle de çocukların kişisel ve mülkiyet haklarını korumakla sınırlıyordu.

Ekim 1918’de yürürlüğe giren "Nüfus, Evlilik, Aile ve Vesayet Yasası" esas olarak Rusya için geçerlidir. Bu yasaların önemlileri;

*Evli taraflardan birinin ikamet bölgesini değiştirmesi durumunda diğeri onu takip etmek zorunda değildi.

*Eşlerin evlilik öncesi ve evlilik süresince edindikleri mülkiyete mal ayrılığı ilkesi getirildi.

*Velayet hakkı anne-baba tarafından birlikte kullanılacaktı. 1918 yasası l Ocak 1927'ye kadar yürürlükte kalmıştır. Bu dönem içinde 1921'de çıkan kararname ile evlilikte özgür soyadı seçimi hakkı tanındı.

Ekim 1920'de kararnameyle kürtaj yasağı kaldırıldı. Sosyalist SSCB 1930'larda bir yanda sosyalizmin maddi teknik temelini geliştirmeye, sosyalist inşayı büyütmeye, toplumsal yaşamda sosyalist ilişkiler yerleştirmeye ve Sovyet insanının maddi ve kültürel düzeyini yükseltmeye çalışıyor, diğer yandan yaklaşan savaş tehlikesine karşı hazırlanmaya ve sosyalist devleti bu temelde yeniden düzenlemeye uğraşıyordu. Kadınlar muazzam derecede kazanımlar elde etti. Yasalar karşısında tam eşitlik sağlanmış, kadınla erkek arasında eşitsizliğin kaynağı miras hukuku lağvedilmiş, boşanmanın önündeki engeller kaldırılmış, kadınlar üretim içinde erkeklerle bütünüyle eşitlenmiş, eşit işe eşit ücret yasallaşmış, kadınların okuma- yazma oranında büyük ilerlemeler sağlanmış, mesleki ve yüksek eğitim alanında kadınlar teşvik edilmiş, yalnızca kadınlara yönelik özel meslek okulları açılmış, doğum öncesi ve sonrası izin hakkı tanınmış, kreşler, toplu çamaşırhaneler açılarak kadının ev içi emeği toplumsallaştırılmış, eğitim parasız hale getirilerek çocukların okutulmasının önündeki engeller kaldırılmış, kadınların kültürel aktivitelere katılımını sağlamak için özel olanaklar geliştirilmiş, partide devlet bürokrasisinde ve üretim birimlerinde kadının yönetsel görevler üstlenmesi için büyük çaba gösterilmiş, dinin ve geleneklerin kadın cinsi üzerindeki deolojik ve psikolojik baskısına karşı sürekli ve sistemli ajitasyon geliştirilmiş, basın yayın alanında kadınların bilinçlendirilmesine yönelik özel programlar uygulanmıştır.

Emperyalist metropollerde ise burjuvazi farklı bir rotada ilerliyordu. 1929 büyük ekonomik bunalım korkunç bir yıkım yaratmış, bundan en çok da kadınlar zarar görmüştü. Faşizm İtalya'dan sonra Almanya, İspanya ve Japonya'da da devleti ele geçirmişti. Kapitalizmin faşist devlet biçimi Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan gibi ülkelerde monarko faşizmi olarak boy veriyordu. Birçok kapitalist ülkede de ırkçı faşist partiler güçleniyor, kapitalist dünya büyük bir hızla gericileşiyordu. Bu gericileşmenin en büyük acısını kadınlar çekiyordu. Geleneksel değerler hortlatılıyor, kadınlar "kutsal birer varlık" olarak kutsanarak gericiliğin ve faşizmin aile kurumundaki bekçisi haline getiriliyordu. Yüz binlerce kadın faşist kurumlarda örgütleniyor, "vatana ve millete hayırlı evlatlar yetiştiren" faşizmin döl yatağı ve eğitim ocağı haline dönüştürülmeye çalışılıyordu. Kapitalistler hızla savaşa hazırlanırken en çok kadınları kullanıyorlardı. Faşist ülkelerde kadın özgürlüğüne yönelik müthiş bir saldırganlık vardı.

Kamu işlerinde çalışan evli kadınları bir kararnameyle işten çıkaran ilk ülke Almanya oldu. Kadınların hekimlik mesleğini icra etmeleri yasaklandı. Nazilere göre kadın bir hayvandı. Aile onun içinde yaşayabileceği tek doğal ortamdı. Cinsel yönden özgürlüğünü talep eden bir kadın, bir Yahudi, siyah ve eşcinsel kadar soysuz bir yaratıktı.

İspanya’da kadınlar, Franco döneminde, cumhuriyet rejimi altında onlara tanınan tüm hakları (1931'de kazanılan oy hakkı, Katalonya'da kürtaj hakkı) yitirdiler.

Faşistler, kadınlara ve kazanılmış haklarına bu denli azgınca saldırırken, diğer yandan, onları birlik ve derneklerde örgütlemekten geri kalmıyordu. Bunlardan, Alman Kızlar Birliği ve Alman Milli Kadınlar Derneği, birlikte 8 milyon kadını kapsıyordu,

İtalya'da faşist erkek örgütlerinin olduğu her yerde, kadın seksiyonları da kurulmaktaydı. 1934'de 273.229 kadını kapsayan 6000 faşist kadın seksiyonu vardı. Ünlü feministlerden Simone de Beavoier gibi, Bety Frieden de bu dönemi kadın hakları mücadelesi bakımından "karşıdevrim" olarak niteliyordu. Halbuki birinci dalga feminist liderler, kadınlar için oy hakkının elde edilmesiyle her şeyin bittiğini söylemişlerdi. Onları tekzip etmek, sonraki kuşak feministlere düştü.

  1. Emperyalist Paylaşım Savaşı, kadınlar için büyük acılara ve onulmaz yaralara neden olduysa da aynı zamanda kadınlar için büyük dönüşümlere yol açtı. Erkeklerin cepheye sürülürken l . Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan daha kitlesel olarak kadınlar, üretim ve yönetsel alanda doğan boşluğu doldurmak için fabrikalara ve idari işlere çekildi. Örneğin İngiltere'de çalışan kadınların sayısı, savaş öncesine göre iki milyon artarak 7.600.000'e ulaşmıştı. 1942'de kadın işgücüne artan talep nedeniyle kızların üniversiteye girişi sınırlandı. Keza, ABD'de çalışan kadınların sayısı 1941'de on milyondan 1944 Ağustos'unda 18 milyona yükseldi.

Antifaşist mücadelenin yükseldiği ülkelerde kadınlar kitleler halinde antifaşist savaşıma katıldı. İspanya iç savaşında, Fransa ve diğer ülkelere yönelik faşist işgal sırasında kadınlar devrimci savaşım içinde büyük yararlılıklar gösterdiler, antifaşist savaşımın ana öğelerinden biri oldular, kendilerini eğittiler. 1941'de, Sovyet Kadınları Antifaşist Komitesi kuruldu. İşgal altındaki Sovyet topraklarında kadınların da önemli oranda yer tuttukları partizan birlikleri kuruldu. Yugoslav partizanlar cephesi ve kurtuluş ordusunda 100 bin kadın savaşçı vardı. İtalya'da 35.000 direnişçi kadın silahlı mücadele içindeydi.

Savaşın ertesinde kapitalist ülkelerde kadına yönelik gerici ideolojik propaganda ayyuka çıktı. Kadınlar işlerini savaştan dönen erkeklere terk etmeli, yıkılmış aile bağlarını yeniden kurmalıydı. Bu, kadının toplumsal göreviydi. Kadının dünyası evdi, onun görevi bu evi güzelleştirmek, mutlu bir yuva kurmaktı. Bu propagandaların etkisi ile milyonlarca kadın işini bıraktı. "Karşı-devrim" devam ediyordu. İngiltere ve Amerika'da kadınların çalışmasını kolaylaştırmak üzere kurulan kreş ve yuva gibi ortak tesisler de bu yıllarda kapatıldı.

Fakat hiçbir şey eskisi gibi olmadı, olamazdı da. Önemli bir kadın kitlesi işini bırakıp gitse de çalışan kadınların sayısı savaş öncesinden çok daha fazlaydı. SSCB iç ve dış birçok saldırının ardından, faşist Hitler ordularını da bozguna uğratmış, dünya halkları ve ezilenlerin gönlünde taht kurmuştu. Dünyanın bütün mazlumlarının gözü SSCB'deydi. O yıllarda ABD'de yapılan bir ankete göre SSCB'yi destekleyenlerin oranı yüzde 87, karşıtların oranı ise sadece yüzde 13 idi. Orada oluşturulan yeni toplumsal düzene gıpta ile bakıyorlardı. Kadınlar içinde, kapitalist ülkelerle kıyaslanamayacak bir yaşam kurulmuştu. En gelişmiş kapitalist ülkede dahi faal nüfus içinde kadınların oranı yüzde 35 sınırındayken, SSCB'de bu oran çok yüksek bir düzeye, yüzde 47'ye ulaşmıştı. SSCB'de kadınlar hemen her meslekte etkindi. Doktorların yüzde 80'i, mühendislerin yüzde 33'ü kadındı. 1936'da yasaklanan kürtaj, 1955'te yeniden yasallaştırıldı. Gebe kadınlar çalışmadıkları süre içinde ücretlerinin tamamını alıyorlardı. Gebelik nedeniyle işten çıkarmak yasaktı.

Kapitalist ülkelerde savaşla birlikte dış dünya ile çok daha etkin bir ilişkiye giren milyonlarca kadının bilincinde değişiklikler oldu. Sosyal yaşam ve ilişkilerinde farklılıklar meydana geldi. Daha çok kadın, çalışma yaşamına katılıyor, eskisinden çok daha büyük bir kadın kitlesi okula gidiyor ve çeşitli mesleklerde konumlanıyordu.

Sosyalist Ekim Devrimi’nin yarattığı özgürlük ortamı, kapitalist gelişmenin daha çok kadını endüstri alanına çekmesi, iki büyük dünya savaşı sırasında daha çok kadının idari görevlerde rol alması, işçi ve emekçi çocuklarının okullaşma oranında artış, dinin ve geleneklerin toplumsal yaşam üzerindeki baskının tavsaması, antifaşist mücadeleye kitlesel kadın katılımının gerçekleşmesi, kadının kişisel özgürleşmesinde davranış ve ilişkilerinde yeni ufuklara zemin hazırladı.

Yine bu dönemde kadınlar cinsel bağlarda eski konumlarını açmaya başladılar.

  1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen ardından sömürge halkların ulusal kurtuluş mücadeleleri yükseldi. Bu mücadeleler içinde on binlerce kadın görev aldı. Sömürge ülkelerde büyüyen ulusal kurtuluş mücadeleleri yalnızca bu ülkelerdeki kadınlar arasında değil, emperyalist ülke halkları ve kadınlarında uyanışını derinleştirdi. Anti-militarizm kitlesel bir hal aldı. Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı Fransa'da,

Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı ABD'de derin ettiler yarattı. Ulusal kurtuluş savaşları dışında ırk ayrımına karşı mücadele de dönemin karakteristik özelliği olarak ortaya çıktı. ABD’de siyah toplum içinde artan hareketlilik ve uyanış, özellikle gençlik ve kadınları ırk ayrımına karşı mücadelede aktifleştirdi.

Ulusal kurtuluş mücadelelerini destekleme, anti-militarizm, ırk ayrımcılığına son verilmesi, barış, kapitalist ülkelerde belli başlı mücadele konularıydı. Kapitalizm içinde özgürlüklerin genişletilmesi ekseninde büyüyen bu hareketlilik, gençliği ve kadınları derinden etkiledi; genel olarak özgürlük mücadelesini ivmelendirdi.

Bütün bu koşullar, kadınların toplumsal yaşam içindeki yerlerinde ve bilinçlerinde muazzam değişikler yaratırken, kadınları ikinci cins sayan burjuva yasalar, kadınlara karşı dar kafalı erkek egemen önyargılar sürüp gidiyordu. Örneğin 1960'ların Fransa'sında Napolyon Yasaları yürürlükteydi. Fransa'da, evli kadın, karı kocanın mal varlığında söz sahibi değildi. Çocuklar üzerinde velayet hakkı da yalnızca babaya aitti. Gelişmiş kapitalist ülkelerde birçok meslek kadınlara hâlâ kapalıydı. Kürtaj yasaktı. Kadın çalışanlara erkeklere göre daha düşük ücret ödeniyordu. İşsizlik oranı kadınlar arasında daha yüksekti. Çalışan kadınların çocukları için kreş, gebelik izni, gebelik izninin ücretlendirilmesi gibi haklar ya hiç yoktu ya da var olduğu kadarıyla çok yetersizdi.

‘60 Sonrası Feminist Hareket

1960'lı yıllarda burjuva kadın hareketinin temel gündemlerinden biri, kürtaj hakkı için mücadeleydi. Kürtaj hakkını elde etmek için iki büyük engeli aşmak gerekiyordu: Gerici burjuva yasaları, dinsel önyargılar ve kilise. Geleneksel değer yargıları, kadınları aşağılayan cinsel ahlâk anlayışı sorgu tahtasına çivilenmişti. İtalya'da kürtaj hakkı için, İspanya’da zina yasalarının iptali için büyük yürüyüşler yapıldı. Özellikle üniversiteli genç kadınlar arasında kadınların kurtuluş mücadelesine büyük ilgi vardı.

ABD'de Betty Freidan, 1966'da NOW (Ulusal Kadın Örgütü)nü kurdu. 1963'te Kadınlığın Gizemi' adlı kitabı yayınlayan Freidan, NOW’da özellikle evli ve çocuklu kadınları bir araya getirdi. Kendini belli hedeflere ulaşmak için bir baskı grubu olarak tanımlıyordu. 1971'de 10 bin üyeye ulaşan örgüt hedeflerini şöyle sıralıyordu: Ev kadınlarının sürekli eğitim yoluyla çalışma hayatına yeniden girmelerinin sağlanması, çalışma hakkı. Kadın ve erkek çalışanlar arasında ücret eşitliği. Aile hukukunun eşitlikçi temelde gözden geçirilmesi. Cinsiyetçi reklamlara son verilmesi.

1967'de genç ve evli olmayan kadınlar NOW’dan ayrılarak daha ‘radikal’ olan Kadınların Kurtuluş Hareketi'ni kurdular. Feminizmin en temel zaaflarından birisi de, örgütlenme anlayışından ortaya çıkıyordu. Kendilerini örgüt, yapılanmış bir grup olarak değil, bir hareket olarak tanımladılar. Onlara göre örgüt demek hiyerarşi, hiyerarşi de erkek egemenliği demekti. Bunun içindir ki, kadın bilinçlendirme grupları, otonom birliktelikler dışında bir örgütlenmeye başvurmadılar. "Küçük grup" hareketin temel felsefesi, hatta amacıydı.

NOW ve Kadınların Kurtuluş Hareketi, talepleri için eylemler gerçekleştirdi. 1TT gibi büyük şirketlere açtıkları davalar sonucunda kadın işçilere geçmişteki ücret farklılıkları nedeniyle alamadıkları milyonlarca doların ödenmesini sağladılar.

1968'de Fransa'da Anne Tristan "Kadın-Erkek Gelecek" grubunu kurdu. Bu, önceleri o dönemin Sosyalist Partisi militanlarınca kurulan Demokratik kadın hareketinin resmi bir kuruluşuydu. Bir süre sonra Anne Tristan ve çevresi, gruptan ayrılarak, "Partisons" dergisinin özel sayısını çıkarmaya başladı. Bu özel sayıda görünmez ev işine dayanan patriyarkal sistem eleştiriliyordu. 1970’te Meçhul Asker Anıtı’na, savaştan korkunç acılar çeken eşleri, yani kadınlar için çelenk bıraktılar. 1971'de 343'ler Bildirisi’ni yayınladılar. Bu bildiri, o dönem sanat ve edebiyatta ünlü olan kadınların kürtaj yaptıklarını açıklıyordu.

1974'te Simone de Beauvoir Kadın Hakları Derneği'ni kurdu. Bu girişimler çok sayıda feminist grubun kurulmasını teşvik etti. Serbest ilişkiler, tek ebeveynli aileler, lezbiyenlik feministlerin geleneksel evliliğe başlıca alternatifleriydi. Kültür alanında kadını ikinci cins olarak gösteren ve aşağılayan imgelerdeki cinsiyetçiliğe karşı savaştılar. Yayınevleri kurdular, okul kitapları bastılar. Belçika, İsrail Japonya'da siyasi partiler kurdular.

"Kişisel olan politiktir" tespitini yapıyor, "kamusal ve özel alan” ayrımından hareketle, kadınların her iki alanda da sömürüldüklerini ileri sürüyorlardı. Çocuk yapmamak, evlenmemek, evli ise boşanmak, bilinç geliştirme gruplarında bir araya gelerek özel sorunları diğer kadınlarla paylaşmak, sokakta cinsel tacize hayır kampanyaları düzenlemek gibi faaliyetler içindeydiler. Bu süreç içinde kadın sığınma evleri kurdular. Irza geçmenin ağır suç sayılması, porno yayınların yasaklanması, kadınlara uygulanan şiddete cezai yaptırımların artırılması yönünde çalışmalar yaptılar. Kimi feminist gruplar ise, ev kadınları için ev işi karşılığında ücret talebini yükselttiler.

1970'li yılların ilk yarısında harekette bölünmeler derinleşti. Radikal feministler eski dönem feministleri liberal olmakla suçluyorlardı. Liberal feministlerin mevcut sistemde değişiklikler yapılmasıyla her şeyin çözüleceğine inandıkları, fakat oy hakkının elde edilmesinden sonra ağırlaşan sorunların bu görüşün yanlışlığını açığa çıkardığını ileri sürüyorlardı. Onlara göre mücadele, evdeki erkeklere karşı başlamalı ve oradan bütün erkeklere yönelmeliydi. Çünkü aile, ev içi ilişkiler, erkek egemenliğinin çekirdeksel üretim merkezleridir. Yıkıma buradan başlanmalıdır. Her şeyden önce özel yaşamları tümüyle dönüştürmek gerekir. İş yaşamı, politika, sanat- kültür dünyası yapısal olarak erkek egemendir. "Kamusal" alanlarda kadınlara yönelik ayrımcılık vardır, fakat, aslolan "özel" alandır. "Özel alan"da devrim gerçekleşmedikçe kadınlar ikinci cins olmaktan kurtulamayacaklardır. Erkek egemenliğinin en has kalesi ikili ilişkiler ve ailedir. Bunun için her günkü ilişkiler içinde erkeklere karşı savaş verilmeli, geleneksel yaşama biçimi değiştirilmelidir. Bütün kadınlar erkeklere karşı ezilen kızkardeşlik duyguları içinde birleşmelidir. Sosyalist feministler ise radikalleri kadın ezilmişliğinin maddi temelini kavramamakla eleştiriyorlardı. Onlara göre karşılığı ödenmeyen ev işi, kadın ezilmişliğinin temelidir. Erkek işçi, ev kadını olan karısının emeğine karşılıksız el koyar. İşçi sınıfı kadına rağmen onun sırtında ayakta durur. Kadın ücretli kölenin kölesidir. Kendi köleliği erkeğin köleliğinin sürdürülmesini sağlar. Sosyalist feministler eylemden çok teoriyle ilgilendiler.

‘80'li Yıllardan Günümüze Feminist Hareket

‘60'lı-‘70'li yıllarda şöyle ya da böyle kadının ezilmişliğini sorgulayan, geleneksel değer yargılarından, din ve ahlâk anlayışından kopuşmaya çalışan, her türlü hiyerarşik yapılanmayı reddeden feministler, '80'li yıllarda bütün bu iddialarından uzaklaşarak, çıkmaz içine girdiler.

Feminizmin eski liderlerinden Rosalin Coward'ın söyledikleri gerçeği anlamak bakımından yeterince açıktır: "Kadınların çoğunluğunu hiçbir zaman saflarına katmamış olan örgütçü feminizm çözülmüştü... Feminizm dışarıdan olduğu kadar içeriden de göçertildi. Feminizm basının kötülüğü yüzünden değil, iç ayrışmalar, görüş birliğinin olmaması, suçluluk krizleri ve hareket içindeki siyasal ümitsizlikten dolayı yıkıldı."

Buradaki üç saptama önemlidir. Birincisi; feminist hareketin kadınların çoğunluğunu saflarına hiçbir zaman katmamış olduğunun teslim edilmesidir. Bu da feminizmin, geniş kadın yığınları içinde marjinal bir akım olmaktan hiçbir zaman kurtulmadığını gösterir. Aslında bu durum bile tek başına feminist hareketin, kadınların yüzde doksanından fazlasını oluşturan emekçi kadınlarla kurduğu köprülerin ne denli zayıf olduğunu ortaya koyar. İkincisi; feminizmin çözüldüğü ve ardından yıkıldığına ilişkin saptamadır. Çözülme ve ardından yıkılma... Feminizmin '70'lerin ortasında başlayarak günümüze akan serüveninin kısa özetidir. Üçüncüsü; yıkımın siyasal ümitsizlikten dolayı meydana geldiğinin kabulüdür. Ki bu da feminizmdeki burjuva özün ve burjuva sınırlandırılmışlığın itirafıdır.

Feminizmdeki çözülme daha ‘80’li yılların başında doruk noktasına ulaşmıştı. Hareketin en hararetli temsilcilerinin bulunduğu ABD'de, feminizm, ruhunu çoktan düzene teslim etmişti bile. Bir zamanların düzen dışı iddiasındaki radikal/sosyalist feminist hareketler, bulundukları ülkelerin burjuva partilerinde yer edinme uğraşına girişmişlerdi. ABD’li feministler Demokrat Parti’ye, İngilizler İşçi Partisi’ne, Fransızlar Sosyalist Parti’ye ve diğer ülkelerdeki feministler de Sosyal Demokrat ve sosyalist partilere iltihak ettiler. Dahası kimi ünlü feministlere bakanlık bile bahşedildi. Kimileri ise bürokratik kademelerde yer buldu.

Bir başka feminist Ginia Bellafonte ise günümüz feministlerin durumunu şu sözlerle tarif ediyor: "Eski radikal/sosyalist vb. genelde kurtuluşçu feminizm öldü, yerini, sürekli cinsel sorunlardan konuşan itiraf hastası, narsist, stil ve görüntü meraklısı garip bir şeye bıraktı"

Bir zamanların ünlü feminist kuramcısı ve pratisyenlerinden Kate Milett’in durduğu yer, feminizmin düştüğü durum hakkında yeterli fikir verir. Kate Milett, feminizmin siyasal bir akım olarak varlığını yitirdiğini kabul ediyor, bunun nedenlerini tartışırken ilginç bir saptamada bulunuyor: Sınıf gerçeğini yeterince dikkate almamak...

Feminist hareketin çözülmesi ve tükeniş içine girmesinin asıl nedeni feminist yazarlarca da belirtildiği gibi bu hareketin kadın sorununun asıl kökenine inmekte gösterdiği başarısızlıktı. Kuşkusuz ki, 1960'ların ortasında yükselişe geçen ikinci dönem feminist hareketin etkisi ile kapitalist ülkelerde önemli kazanımlar elde edildi. Her şeyden önce kadının ikinci cins haline getirilmesi, kadın olmaktan dolayı özel bir baskı ve sömürüye tabi tutulması çok daha geniş çevrelerce tartışıldı. Gerici ahlâki ve dinsel yargılar ve kurallar sorgulanarak reddedildi. Burjuva yasalardaki kadınların aleyhine birçok yasa maddesi değiştirildi. Örneğin kürtaj hakkı İngiltere’de 1967'de, ABD'de 1973'te, Fransa'da 1975'te, İtalya'da 1978'de tanındı. Evliliklerde mal ayrımı ilkesi getirildi. Meslek seçme konusundaki ayrımcılığın ortadan kaldırılması yolunda önemli ilerlemeler kaydedildi. "Eşit işe eşit ücret" hemen birçok ülkede yasalara geçti. Fabrikalarda kreş ve emzirme odaları açılması, doğum öncesi ve sonrası izin ve bu iznin bir bölümünün ücretlendirilmesi gibi alanlarda da ilerlemeler sağlandı. Bütün bu belirtilen hakların çok daha geniş kapsamlı olarak daha yüzyılın başında Ekim Devrimi'nin hemen ertesinde Sovyet ülkesinde gerçekleştiğini yukarıda belirtmiştik. Buna karşın kapitalist ülkelerde bu hakların yasal düzeyde de olsa elde edilmesi için; kadınların dişe diş mücadelesini ve elli yıldan fazla süre geçmesini beklemek gerekti.

1980’e gelindiğinde, feminist çevrelerin kadınları harekete geçirmesine neden olan birçok sorun giderilmişti. Böyle olduğu içindir ki, son kuşak feministler de ilk kuşakla aynı kaderi paylaştı. 1980'den sonra kazanımlar için mücadele yerini kazanımları koruma ve uygulamak için konumlanmaya bıraktı.

İkinci kuşak feministler de, birincileri gibi başlangıçta ilerici bir rol oynadı. Her ikisi de başlangıçta düzen ve onun kurumlarıyla şöyle ya da böyle sınırlı bir çatışmaya girdi. Ve, her ikisi de belli bir aşamadan sonra, ilerici barutunu yitirip düzenin basit bir eklentisi oldu. Bunda şaşılacak bir yan yok. C. Zetkin'in belirttiği gibi "Kadın cinsiyetinin erkek cinsiyetiyle kanun metinlerinde formel eşitliği sonuç olarak, sömürülen ve ezilen sınıfın kadınları için -tıpkı bu sınıfa ait erkeklerle, burjuvazinin erkekleri ile cinsiyet birliğine rağmen tam toplumsal ve insanal özgürlük vermemesi gibi- tam gerçek toplumsal ve insanal özgürlüğü sağlamaz." Sorun tam da buradadır. Bugün gelinen nokta çok açıktır ki bu fikirleri' doğrulamaktadır. Burjuva kadın hareketi doğduğu andan itibaren burjuva dünyanın duvarları ile sınırlanmıştı. Onun bütün ileri hamleleri burjuva düzenin sınırlarına çarpacaktı. Böyle olmasına karşın "burjuva kadın hakları savunucularının çabaları hem iktisadi bakımdan hem de zihinsel-ahlâki bakımdan tamamıyla haklıdır" (C. Zetkin)

Bugüne değin kadın haklarının elde edilmesi ve kadınların kurtuluş mücadelesinde ortaya çıkmış belli başlı üç ana damardan söz edilebilir.

Birincisi: Burjuvazinin egemen kesimine mensup kadınların öncülük ettiği burjuva kadın hareketi. Bu hareket, burjuva devrimlerle ortaya çıkmış ve esasen mülk edinme ve oy hakkı talebi üzerinde yükselmiştir. "Bu özel mülkiyetin özgürleşmesinin son basamağıdır." Birinci dönem burjuva kadın hareketinin dinamosudur. Giderek karşıdevrimci bir konuma kaydılar ve 1920'lerde sahneden çekildiler.

İkincisi: Küçük ve orta burjuva kadın hareketi. Meslek eğitiminde ve mesleki çalışmada eşitlik, ailede ve ikili ilişkilerde eşitlik, yasalarda eşitsizliği koruyan maddelerin değiştirilmesi, cinsel özgürlük, kürtaj hakkı gibi talepler etrafında gelişti. Erkek egemenliğinin kökenlerini sorgulamaya yöneldi. Birinci dönemde egemen kesim kadınlarının peşine takıldı. 1960'lar sonrası gelişen burjuva kadın hareketinin ise öncülüğünü yaptı. Harekete damgasını vurdu. Onun da barutu, ’80'lerin ikinci yarısından itibaren bütünüyle tükendi.

Üçüncüsü: Emekçi kadın hareketi. Kadınların kurtuluşu için kapitalizm ve onunla birlikte sömürünün ortadan kaldırılması gerektiği gerçeğini esas aldı. Sovyet devrimi de gösterdi ki, kadınlarla erkeklerin gerçek eşitliği sosyalizmde gerçekleşebilir. Fakat o, bugün içinden geçilen süreçte kadınlara yönelik ayrımcılığa baskı ve şiddete karşı mücadeleyi ertelemek bir yana tam aksine söz konusu demokratik istemlerin etrafında kadınların bağımsız demokratik hareketini örmeye çalışır. Emekçi kadın hareketi, burjuva kadın hareketinin taleplerine de sahip çıkar. Çünkü bu talepler, doğrudan emekçi, kadınları da ilgilendirmektedir. Emekçi kadınlar, bu talepler uğruna mücadeleyi devrimci eylem ve ajitasyonun konusu haline getirir. Emekçi kadın hareketi ya da onların öncüsü konumundaki komünist kadınlar bugüne değin bu alanda yetersiz kaldılar. 1900'lü yılların ilk çeyreğinde Almanya ve Rusya'da ve Ekim Devrimi'nin hemen ardından büyüyen etkinlik bir süre sonra zayıfladı. Kadın hakları mücadelesinde birinci dönem burjuva feminist hareket, ayrı kollardan ve ayrı talepler etrafında örgütlendi. Faşizm yıllarında komünist kadınlar, 1920'li yıllarda geçerli olan bakış açısını terk ettiler. Burjuva kadın hakları savunucularıyla komünistler arasına kalın çizgiler çeken, onları bütünüyle karşıdevrimci, düşman kampta sayan fikirlerden vazgeçtiler. Faşizme karşı bütün kadın gruplarını birleştirmeye ve ortak mücadeleye sevk etmeye çalıştılar. Fakat bu yıllarda da faşizmin kadınlara yönelik aşağılayıcı uygulamalarını yeterince gündemleştiremediler ve kadınların kitleler halinde faşist örgütlere akışını engelleyemediler. İkinci dönem kadın hakları mücadelesinin yükseldiği yıllarda da etkisizdiler. Daha çok erteleyici, beklemeci, seyirci ve bütün bunlarla birlikte pasif bir pozisyonda kaldılar. Feminizmin burjuva düzen sınırları içinde kalarak burjuva pasifizmine saplandığı yolunda doğru değerlendirmeler yaptılar, buna karşın kendileri de, hareketin öncülüğünü yapacak ataklara girişmediler. Birinci dönemde devrimci harekete feministlerden bir akış vardı. Feminizme bulaşan kadınlar, bir müddet sonra devrimciliğe yöneliyorlardı. Rus Sosyalist Devrimcilerinin ünlü kadın liderlerinin hemen hepsi feminist gruplardan gelmişti. İkinci dönemde ise komünist ve devrimci olma iddiasındaki partilerden feminist gruplara kaymalar oldu. İkinci dönem feminist hareketin birçok kadın militanı, bu tip partilerden gelmedir. Emekçi kadınlar bu dönemde ya burjuva kadın hareketinin peşine takıldı ya da bütünüyle onlardan uzak durdu.

Burjuva kadın hareketinin gelişmiş kapitalist ülkelerde bir daha dirilmemecesine söndüğü, buna karşın kadınların sorunlarının daha da arttığı günümüzde emekçi kadınlar, yeni bir kadınların kurtuluş hareketi dalgasının kuramsal ve eylemsel öncülüğünü yapabilirler. Kaba bir genellemeyle vurgularsak denilebilir ki, birinci dalgada mülkiyet ve oy hakkı için mücadele belirleyici olandı. Bu mücadeleye burjuvazinin egemen kesiminden kadınlar öncülük ettiler. Meslek seçiminde, yasalarda tam eşitlik ve kürtaj hakkı ikinci dönem kadın hareketinin temel talepleriydi. Bu döneme küçük ve orta burjuva kadınlar önderlik ettiler. Bugün kadınların kurtuluş mücadelesinde bütün sahne emekçi kadınlara kalmıştır. Kuşkusuz bu, her türden feminist fraksiyonun artık yok olduğu anlamına gelmez. Böyle fraksiyonlar var olmaya devam edecektir. Eski fikirlere saplanıp kaldıkları müddetçe ilerleme şansları yoktur. Olsa olsa küçük ve politik olarak etkisiz çevreler olarak kalacaklardır. Çünkü gelişmiş kapitalist ülkelerde kadın hakları için mücadele arenasına çıkan her politik grup, bütün taleplerini bir tek ana sloganın altında sıralayabilir: "Kapitalizme Ölüm". Bu gerçeğin üzerinden atlayan hiçbir hareket başarılı olamaz.

Yeni sömürge ülkelerde formel eşitlik alanında dahi, aşılması gereken önemli sorunlar var. Bu ülke emekçi kadınları yasal eşitlik uğruna mücadeleyi omuzlamalı, bu alanda mücadele yürüten kadın hakları savunucularını faşizme ve gericiliğe karşı siyasal özgürlük mücadelesinin bileşenleri haline getirmelidir. Yeni sömürge ülkelerde kadın hakları mücadelesi kendi kulvarında akan, siyasal özgürlükler mücadelesinin parçasıdır. Bununla birlikte gelişmiş kapitalist ülkelerde gelinen düzey kapitalizm sınırları aşılmadıkça, kadın köleliğinin yeni biçimler altında artarak süreceğini kanıtlamaktadır. Bu nedenle yeni sömürge ülkelerde de kadınların kurtuluş mücadelesi, aynı zamanda antikapitalist ve sosyalizm perspektifli olmak zorundadır.

2. Bölüm: Yüzyılda Meydana Gelen Değişim

Kapitalizmin en gelişkin olduğu ülkelerde, kadınlar erkeklerle hiçbir bakımdan eşit değildi. Geleneksel ilişkiler, ahlâki ve dinsel değer yargıları bir yana, yasalar bütünüyle erkekler lehine düzenlenmişti. Bir asır önce, Fransa'da bir kadın pantolon giyince "kıyamet kopmuştu." Yüzyıl öncesi ile bugün gelinen aşama kıyaslandığında kadın erkek eşitliği mücadelesinde katedilen mesafe daha iyi anlaşılır.

Bir asır önce,

*Eğitim hakkı yoktu.

*Bazı gelişmiş kapitalist ülkelerde, "iyi" bir eş, anne ve ev kadın olmayı öğreten, yaşam koşulları itibarıyla sadece burjuvaziye mensup kadınların gidebildiği okullar vardı.

*Seçme seçilme hakkı yoktu.

*Mirastan pay alma hakkı yoktu.

*Kürtaj yaptıran kadınlar ağır cezalara çarptırılıyordu.

*Fabrikalarda ağır çalışma koşulları altında, 16 saatten fazla çalışıyorlardı.

*Kadınlar, kapitalizmle birlikte üretime katıldılar. Ama kadınların sanayide en yoğun olduğu alanlar, ücretlerin en düşük ve çalışma koşullarının en ağır olduğu tekstil ve konfeksiyon endüstrisi idi.

Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde ise, kadın haklarından söz etmek bile mümkün değildi. Kadınlar, evden dışarı çıkmaya bile "cesaret edemiyorlar"dı.

Her şey artık çok farklı. Yüzyılın ilk çeyreğinde SSCB'nin yarattığı muazzam kazanımlar ve yüzyılın üçüncü çeyreğinde Batı'da burjuva kadın hareketinin yürüttüğü kısmi mücadele, kadın-erkek ilişkilerinde eski yargıların kırılıp parçalanmasında büyük rol oynadı.

Bugün gelişmiş kapitalist ülkelerde kadın-erkek eşitliği yasalar nezdinde önemli ölçüde sağlanmış görünüyor. Kadınlar da erkekler gibi eğitim görüyor, istediği mesleği seçebiliyor, istediği partiye oy verip, düzen parlamentolarına adaylıklarını koyabiliyorlar vb. Çocuk eğitimi ana okul düzeyine inmiş bulunuyor. Bu da kadının çocuk eğitme görevini önemli ölçüde ortadan kaldırmış görünüyor. Özel kreşler ve çocuk bakım yuvaları, parası olan herkese açık. Boşanmayı zorlaştıran bir dizi yasa maddesi artık yürürlükte yok. Doğum kontrol yöntemleri ve kürtajın yasallaşması nedeniyle cinsellikle doğurganlık önemli ölçüde birbirinden ayrılmış durumda. Ev içi hizmet neredeyse tamamen makineleşmiş. Gelişkin çamaşır ve bulaşık makineleri, temizlik robotları, yapımı kolay dondurulmuş gıdalar ev işini önemli ölçüde hafifletiyor.

Bütün bunlar kadın-erkek eşitliği yolunda çok önemli ve ileri adımlar. Ne var ki madalyonun bir başka yüzü var.

"Demokrasi sınıf baskısını ortadan kaldırmaz" diyor Lenin, "ama yalnızca sınıf savaşına daha yalın, geniş, açık, kesin bir biçim verir... Boşanma özgürlüğü ne kadar tamsa, kadın için ev köleliğinin kaynağının kapitalizm olduğu ve hak yoksunluğu olmadığı o kadar bellidir. Devlet düzeni, ne kadar demokratikse, işçiler için kötülüklerin kökünün kapitalizm olduğu ve hak yoksunluğu olmadığı o kadar bellidir. Ulusal hak eşitliği ne kadar tamsa (ki ayrılma özgürlüğü olmaksızın tam değildir) ezilen ulusların işçileri için başlıca kötülüğün kapitalizm olduğu ve hak yoksunluğu olmadığı o kadar bellidir."

Kadın erkek arasındaki her türden yasal eşitsizlik ortadan kalktıkça kadın erkek arasındaki eşitsizliğin örtüsü de o oranda aralanır. Ve bu eşitsizliğin kaynağının kapitalizm olduğu en çıplak haliyle görünmeye başlanır.

1975 yılından beri toplanan BM kadın konferansları da bu gerçeği teyit ediyor. "Dünya Kadın Zirvesi" olarak adlandırılan söz konusu konferanslara, BM'ye üye devletler ve çeşitli kadın çevreleri katılıyor.

1995 Pekin Konferansı'nda "Kadın erkek eşitliğini gerçekleştirmek için, her şeyden önce, kadınların yoksulluğunu yenmek gerekir" kararı alınmış. 169 ülke bu kararın altına imza atmıştı. Beş yıl sonra, 2000 New York zirvesinde kadın yoksullaşmasının bırakın azalmasını, aksine, giderek daha da derinleştiği görülüyor. New York'ta sunulan rapora göre: Dünya üzerinde yoksulların yüzde 70'i kadın, 828 milyon kadın çalışma yaşamı içinde. Bu da faal nüfusun yüzde 38'i demek. Fakat, sıra ücrete gelince, kadın erkeğe göre, "eşit değer"deki işin yüzde 20 ile 40 eksiği oranında ücret alıyor. Örneğin kadın işçilere, aynı iş için erkek işçilere ödenen ücretin, Almanya'da yüzde 22, Fransa'da yüzde 24, İspanya'da yüzde 26, Hollanda'da yüzde 30, Yunanistan'da yüzde 32 eksiği veriliyor. Kadın işgücü, gelişmiş kapitalist ülkelerde, sanayi üretimi dışında ve düşük ücretli hizmet sektöründe yoğunlaşıyor. Örneğin, kadın işgücünün Belçika’da yüzde 84.6’sı, ABD'de yüzde 83.7'si, Danimarka'da yüzde 80.4'ü, Fransa'da yüzde 78'i hizmet sektöründe toplanmış durumda. Sanayi üretimi alanında kullanılan kadın işgücü ise giderek daha büyük oranda yeni-sömürge ülkelerden karşılanıyor. Tekeller, ucuz kadın işgücü için ülke ülke dolaşıyorlar. Dünyada kadın emeğinin en ucuz olduğu yerler Asya'nın birçok ülkesi, Malezya ve Türkiye.

Kadınların yarım-zamanlı işlerde yoğunlaşması, gelişmiş kapitalist ülkelerde her geçen gün daha da artıyor. Kadının tüm yarım-zamanlı çalışanlar arasında oranı ABD'de yüzde 70.3, Kanada'da yüzde 72, İsveç’te yüzde 84.5, Fransa'da yüzde 84.6, Almanya'da yüzde 93.8, İngiltere’de ise yüzde 94,3 olarak bildirilmektedir. Örneğin Sony tekeli, kadının evine zaman ayırması adı altında, hazırladığı esnek çalışma ile kadın 10 ile 15 saatleri arasında çalıştırıyor ve ücretlerin de yarısını veriyor.

Kadın emeğinin ucuz işgücü metası olarak değerlendirildiği bir diğer alan, ev eksenli çalışma ya da eve iş vermesidir. Kapitalizmin ilk yıllarında yaygın olan eve iş verme, günümüzde yeniden yaygınlaşma eğilimindedir. Her türlü sosyal güvenceden yoksun, örgütsüz ve bütünüyle bireysel ilişki biçiminde gelişen eve iş verme kapitalistler için bir tercih nedenidir. Her yerde özellikle yoksul yeni sömürge ülkelerde hızla büyümektedir. Örneğin Türkiye’de 1988 yılında evde çalışanların sayısı 145 bin iken, 1994 yılında 400 bine yaklaşmaktadır. Çalışanların yüzde 96’sı kadındır.

Kadın erkek arasındaki eşitsizliğin bir başka göstergesi milli gelir hesapları. Satın alma gücü tarifesine göre kadında kişi başına milli gelirin, erkeğin gelirine oranı İsveç’te yüzde 81.8, Norveç’te 78.8, Avustralya’da 66.6, Pakistan’da 29.9, Ekvator’da 23.2, Suudi Arabistan’da 16.5. Bir başka anlatımla ABD’de kişi başına düşen milli gelir 29.605 dolarken, kadın başına milli gelir bundan düşük 22.565 dolardır. Aynı rakamlar Fransa’da 21.175’e karşılık 16.437, Hollanda’da 22.176’ya karşılık 14.902, Japonya’da 23.257’e karşı 14.091 dolardır.

Tarım üretimi de dikkate alındığında dünyadaki toplam üretimin üçte ikisini kadınların gerçekleştirdiği, buna karşın toplam gelirin yalnızca yirmide birini elde ettikleri tespit edilmiştir.

Kadın cinsinin yaşadığı sömürünün boyutunu kapitalizmin gelişmesiyle daha da derinleştiği, kurulan köle pazarlarındaki bellidir. Köle pazarlarında satılığa çıkartılanlar ise kadın ve çocuklardır. CIA raporuna göre "Avrupa’dan ABD’ye kaçırılan kadın ve çocuklar zorla hizmetçi ya da fahişe olarak çalıştırılıyor. Son iki yılda kendi istekleri dışında çalıştırılmak üzere ABD’ye getirilenlerin sayısı 100.000.” Fabrikalarda ya da evlerde çalıştırılmak için kaçırılan kadınlar, yasalarında kadınlara eşitlik hakkını kabul etmiş ABD ya da başka emperyalist ülkelerde, hiçbir güvenliğin olmadığı, sağlıksız, her türlü eğitimden yoksun, sadece karın tokluğuna bir yaşam sürdürmeye zorlanıyor.

Tekeller, kadın emeğine yalnızca ucuz işgücü olduğu için değil, fakat aynı zamanda, kadınların işten atılması çok daha kolay olduğu için yöneliyorlar. İşgücüne katılmaya hazır kadın sayısı arttıkça yedek sanayi ordusu genişliyor, ücretlerin genel seviyesinde düşme yaşanıyor. Kadınların daha ucuza çalışması, erkek işçilerle kadın işçiler arasındaki rekabeti kızıştırıyor.

BM Dünya Gıda Programı sözcüsüne göre, "kriz durumlarında açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalanların çoğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor.”

Yoksullaşmanın kadın üzerindeki dolaysız etkileri, eğitim ve sağlık alanında da ortaya çıkıyor. Dünyada okuma-yazma bilmeyen 960 milyon kişinin üçte ikisi kadın. Her yıl yarım milyonu aşkın kadın doğum sırasında yaşamını kaybediyor.

2000 New York toplantısında açılış konuşması yapan Kofi Annan; "Kadına karşı şiddet artık tüm ülkelerde yasadışı ilan edilmiştir" diyor. Bu açıklama, yaşamın gerçekliğine bir saniye bile dayanmıyor. Hiçbir inandırıcılığı olmuyor; olamaz da. Çünkü kadınlar, yaşamın her alanında şiddetle yüz yüze. UNICEF'in 30 Mayıs 2000 tarihli bir raporuna göre; aile içi ve ekonomik şiddet sebebiyle, 60 milyon kadın istatistiklerden "kayboluyor". Fiili dayağın yanı sıra, cinsiyeti nedeniyle şiddete maruz kalan kadınların hiçbir güvencesi yok. Af Örgütü raporuna göre "kadınlar tacize uğruyor, tecavüze maruz kalıyor, dövüle dövüle öldürülüyor, diri diri yakılıyor, satılıyor, hem de dünyanın her yerinde."

*Dünyadaki her beş kadından biri, yaşam sürelerince en az bir kez tecavüze uğruyor. *Fransa'daki şiddet, kurbanlarının yüzde 95'i kadın. Bunların yüzde 55'i eşlerinin saldırısıyla yüz yüze geliyor.

*Dünya üzerinde 85 ile 114 milyon arası kadın ve kız çocuğu cinsel şiddete maruz kalıyor.

*Özgürlükler ülkesi olarak sunulan ABD'de, her 8 saniyede bir kadın şiddetle karşı karşıya kalıyor. Her 6 dakikada bir kadın tecavüze uğruyor, kadınların yüzde 87'si sokakta tanımadıkları erkekler tarafından cinsel tacize maruz kalıyor.

*ABD'de öldürülen 10 kadından 9'unun katili erkek.

*İngiltere’de her 7 kadından biri kocasının tecavüzüne uğruyor.

*Ürdün'de tecavüze uğrayan kadınlar cezaevine konuyor. Bu kadınların cezaevine konmasının nedenini devlet "kadınların yaşamını güvence altına almak" olarak açıklıyor.

Farklı dini inanç ve değişik kültürlerde, kadın, erkeğin namusu kabul edildiği için, kadın, erkeğin "namus" makinesinde kıyıma uğramaktadır. Örneğin;

*1999'da Pakistan'da 600 kadın "namusu kirlendiği" için öldürüldü.

*Bangladeş'te kocaları tarafından öldürülen kadın sayısı, ülkedeki tüm cinayet kurbanlarının yüzde 50'sini oluşturuyor.

*Ürdün'de, "namus cinayeti" nedeniyle öldürülen kadınların yüzde 90'ı adli tıpta bakire çıkmakta.

*Fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı ABD’de yüzde 22.1, Hollanda'da 20, İsviçre'de 12.6, İngiltere'de 20.5, Kanada'da yüzde 23'tür.

Kadınların yoksulluğunu yenmenin "eşitlik" için zorunlu olduğuna karar veren Pekin toplantısından sonra, sermaye sahiplerinin zenginliklerine zenginlik kattığı en önemli sektörlerden biri fuhuştur. Kadının cinsel meta haline getirilmesinin en çıplak örneği olan fuhuş, kapitalist üretimin krizde olduğu dönemlerde en hızlı gelişen sektördür. ABD'de, fuhuş sektöründe çalışan kadın sayısı 100 bin, Japonya'da fuhuşa zorlanan Taylandlı kadın sayısı 40-50 bindir. AB üyesi ülkelerde bu rakam 200 bine tırmanıyor. Endonezya, Malezya, Filipinler ve Tayland'da yapılan incelemelerde, "seks sektörünün", bu ülkelerin gayri safi milli hasılalarında yüzde 2'si ile yüzde 14'ü arasında pay sahibi olduğu tespit edilmiş. Her yıl, en az l trilyon kız çocuğu fuhuş cehennemine itiliyor. İnternet siteleri, manken ajansları, güzellik yarışması organizasyonları ve daha birçok yolla kadınlar fuhuş sektörüne çekiliyor. Sexshop'lar, pornografik dergi ve filmler kadının cinsel meta haline getirilmesinin ve cinsel aşağılanmaya tabi tutulmasının diğer araçları.

Hemen her ülkede seçme ve seçilme hakkı yasallaşmasına rağmen burjuva parlamentolarda yer alan kadınların oranı oldukça az. Kapitalist ülkelerde oranın en yüksek olduğu yer İsveç: Yüzde 42.7. Buna karşın bu oran; Belçika'da yüzde 23.3, Lüksemburg’da yüzde 20, İngiltere’de yüzde 18.4, İtalya’da yüzde 11.1, Fransa'da yüzde 10.9, Yunanistan'da yüzde 6.3. Türkiye'de ise sadece yüzde 2.4.

Sermaye dolaşımının önündeki her türlü engelin kaldırılması ve sermaye birikimi yetersizliğini gidermek için, artıdeğer sömürüsünü koşullar içinde maksimum düzeye çıkarmaktan başka bir şey olmayan sermayenin küreselleşme saldırısı, kadınlarıda etkiliyor. Emperyalist tekeller ucuz işgücü ve özellikle, daha da ucuz olan kadın işgücünden azami ölçüde yararlanmak için yeni yöntemler uyguluyorlar. Dünyanın her yerinde sosyal güvenlik kazanımlarına ağır saldırılar yöneltiliyor. Esnek üretim ve taşeronlaştırma yoluyla örgütsüzleştirme, düşük ücret uygulamasıyla artıdeğer oranının yükseltilmesi hedefleniyor. Bunun dışında, eve iş verme, tıpkı kapitalizmin ilk yıllarında olduğu gibi hızla yaygınlaşıyor. Ev işi yapanların neredeyse tamamını kadınlar oluşturuyor.

BM'nin Dünya Kadın Konferansları, kadın hakları savunucularının mücadelesinin bir ürünüyken, emperyalist devletler ve onların uzantıları durumundaki Sivil Toplum Kuruluşları (STK) olarak adlandırılan kuruluşlar, bu toplantıları kendi gerici amaçları için değerlendiriyor. Örneğin, dünyada kadınlara karşı şiddetin en fazla uygulandığı ülke emperyalist ABD olmasına karşın, kadınlara karşı şiddete ağır cezalar getiren uluslararası sözleşmeyi imzalamayan birkaç ülkeden biri de ABD. Aynı ABD, yeni sömürge ülkelerde, özellikle İslam toplumunda kadınlara yönelik cins ayrımcılığı uygulamalarına sözümona en fazla karşı çıkan ülke. Emperyalistlerin kadın sorununa olan bu ilgisinin gerçek nedeni, daha çok kadını ev cenderesinden çıkarıp ucuz işgücü piyasasına çekmektir. Emperyalist sermayedarlar ve onların "sivil toplum" sözcüleri, sözde kadın ayrımcılığına karşı şiddetli tepkiler gösteriyor ve tıpkı feodal dönemde köylülerin köylerden şehirlere sürülmesi gibi, kadınları evlerinden iş sahalarına çekmeye çalışıyorlar. Ne kadar kadın işgücü piyasasına çekilirse, işgücü o kadar ucuzlar. Ama aynı zamanda daha çok sayıda kadının dış dünyaya açılması, sermayedarlar için yeni yatırım olanaklarının doğması demektir, Örneğin asıl olarak kadınlara yönelik olan moda, kozmetik sanayi, ziynet eşya ticareti burjuvazi için önemli yatırım alanlarıdır.

1700’lü yılların sonunda başlayan, kadınların erkeklerle eşitliği mücadelesi, birçok dönemlerden geçti ve birçok kazanımları yarattı. Bugün tablo çok başkadır. Ama yukarıda da belirtildiği gibi, kapitalizmin gelişmesi ile kadın ve erkek arasında biçimsel eşitsizlik giderildiği ölçüde, gerçek ayrım; kadının çok daha ağır koşullarda kapitalizm çarkları arasında ezildiği, kadın üzerindeki baskısının çok daha çıplak hale geldiği görüldü. Bütün eşitlik yasalarına rağmen sömürüye, baskıya ve şiddete en çok maruz kalanlar kadınlar oluyor. Kadın cinselliğinin kullanılmadığı tek bir alan kalmadı. Kapitalistler, tıpkı bir hayvanı etinden, sütünden, derisinden, kılından, boynuzundan vb. her uzvundan nasıl yararlanıyorlarsa, kadınları da aynı biçimde "değerlendiriyorlar". Onları hem ucuz işgücü metası, hem de cinsel meta olarak kullanıyor, reklam aracı haline getiriyor, kozmetiğe özendiriyor, hatta duygusallığını bile bir sömürü konusu olarak kullanıyorlar. Televizyon pembe dizileri, Hollywood dramları, ‘bestseller’ olan "aşk" romanları duyguların metalaştırıldığı birkaç alan.

Kadın Sorununa Yeniden Ve Yeni Bir Düzeyde İlgi

1920’lerde Lenin, "Batı Avrupa’daki bütün kurutuluş hareketlerinde yer alanlar, on yıldır değil, yüzyıllardır eskimiş konumlarının iptalini ve kadınlarla erkeklerin kanun tarafından eşit kılınmalarım ileri sürmüşlerdir. Ama hiçbir demokratik Avrupa devleti, hiçbir ileri cumhuriyet bu isteği gerçekleştiremedi. Çünkü kapitalizmin bulunduğu toprakta ve fabrikada özel mülkiyetin olduğu sermaye gücünün korunduğu yerde erkek, ayrıcalıklarını elde bırakmaz" diyordu.

Bugün hangi aşamadayız? Burjuva demokratik Avrupa devletleri ve ileri kapitalist ülkeler ne denli ayak diretirse diretsinler, kadın erkek eşitsizliğine neden olan eskimiş kanunlar bir bir iptal edildi ve kadınlarla erkeklerin kanun tarafından eşit kılınmaları hemen hemen gerçekleşti. Erkek, birçok alanda ayrıcalıklarını elden bırakmak zorunda kaldı. Buna karşın, kapitalizmin yarattığı aşırı sömürü, şiddet ve aşağılanma çok daha yaygın ve çok daha derin bir hal aldı. Yasalar önünde kadın erkek eşitliği sağlanınca kadınlarla kapitalistler karşı karşıya kaldı. Bir yanda kadın olmaktan dolayı, onu prangalayan, çocuk büyütme, eğitme, ev işleri parası olan herkes için ulaşılabilir toplumsal hizmetler haline gelmiş, nesnel olarak toplumsallaşmış, kadını iş ve toplumsal yaşam içinde ikincil kılan her türlü yasal engel ortadan kalkmışken, diğer yandan, vahşi kapitalizm canavarının yaşayabilmesi için kadının ucuz işgücüne duyduğu ihtiyaç daha da artmıştır. Kaldı ki dünün kol gücü gerektiren "erkek meslekleri" bugün, yeni makineler sayesinde tarihe karışmaktadır. Bu da, kadın işgücünün daha yaygın kullanım imkânlarını artırmaktadır. Ayrıca, toplumsallaşmış ev işleri ile çocuk bakımının pahalılığı nedeniyle, milyonlarca kadın bu mekanlardan yararlanamamaktadır. Kadının kurtuluşunun gelip dayandığı nokta budur. Kapitalizmin eşiği aşılmadan kurtuluştan söz edilemez. Bu demek değildir ki, erkek egemenliği bütünüyle ortadan kalkmıştır. Tam aksine, kapitalistler kadının ucuz emeğinden faydalanabilmek için erkek egemenliğini yeni biçimlerde, yeni kılıklar altında çok daha pervasızca kullanmak durumundadırlar. Erkek egemenliği olmadan, kadın emeğinin ucuz işgücü metası olarak kalması mümkün değildir.

Bunun içindir ki, kadınlar kurtuluşları için kapitalizme karşı sosyalizm için mücadele ederken, kapitalizmin kadınları sömürme, aşağılama, cinsel meta olarak kullanma, kadın vücudunu ve duygularını birer sermaye yatırım alanı olarak değerlendirme aracı olan erkek egemenliğine ve onun ürünlerden birini ifade eden çarpık kadın bilincine karşı mücadele etmelidirler.

Erkek egemenliğine ve onun kadınlar için tersten yansıması olan çarpık kadınlık bilincine karşı savaşım, tek başına kadının kurtuluşunu gerçekleştirmez. Ama kadınlar bu cendereyi kırma mücadelesine girişmeden, bu mücadele içinde eğitilmeden yığınlar halinde sosyalizme kazanılamazlar.

"Yasa önünde eşitlik, henüz yaşamda eşitlik değildir. Emekçi kadın yalnızca yasa önünde değil, bilakis yaşamda da erkekle hak eşitliğini kazanmalıdır" diyor Lenin.

Görülüyor ve anlaşılıyor ki, yasada eşitlik ne denli sağlanırsa sağlansın, yaşamda erkekle hak eşitliği sağlamak için, kapitalizmin yerle bir edilmesi gerekiyor. Yalnızca yasada değil, yaşamda da erkekle hak eşitliği, emekçi kadınların parolası bu olmalıdır. Bu, çok sert ve çetin bir mücadeleyle başarılabilir. İnsan ile insan arasındaki en eski eşitsizlik biçiminin, özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla oluşmuş bu insanlık kamburunun kadın-erkek ilişkilerinde yarattığı, yüzyıllardır süregelen tahribatı, toplumsal dokuda meydana gelen zehirlenmeyi, kadınlar aleyhine oluşmuş değerleri, erkek egemenliğini "doğal"laştıran alışkanlıkları bir çırpıda yok etmek mümkün değildir. Nasıl ki, kölelik, serflik ya da kapitalizmde değişen yalnızca sömürü biçimidir, sömürü, ortak özelliktir; aynı şekilde özel mülkiyetin ortaya çıkmasından bu yana bütün toplumsal sistemlerde de biçimi değişse de ataerkil karakteristik yandır. Bu tarihsel sürecin sonudur ki kadın, eve ve kendine kapatılmış, geri bıraktırılmış, yalnızca maddi ilişkiler alanında değil, manevi dünyasında da ezilmiş, horlanmış, ruhsal olarak sakatlanmıştır. Bu nedenle, yaşamda eşitlik mücadelesi temel bir sorundur ve yalnızca kapitalizme karşı, kadının istismar edilmesine karşı mücadeleyle sınırlandırılamaz. Ama yaşamda eşitliğin toplumsal olarak sağlanmasının ön şartı, üretim aletleri üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması, artıdeğer sömürüsü üzerine yükselen kapitalist sistemin yıkılmasıdır.

Kadınların sorunları her geçen gün ağırlaşıyor. Bu saldırıya karşı yeni bir başkaldırı hamlesi gerekiyor. Bu hamlenin biricik toplumsal dayanağı emekçi kadınlardır. Öncü sınıfın kömünist öncüsünün organik bir parçası olarak komünist kadınlar kadınlara karşı bir aşağılama makinesi haline gelen kapitalizme karşı, ezilen, horlanan, baskı altına alınan bütün kadınları saflarında birleştirmeli, kapitalizmin maddi ve manevi ??? Uğrayan tüm kadınların kurtuluşuna önderlik etmelidir. Kendisinden başka hiçbir kadın kesimi bunu başaramaz. Çünkü ancak işçi ve emekçi kadınlar, bu şekilde örgütlenip savaşırlarsa, gerçek kurtuluşun kapısını aralayabilir, sosyalizme ulaşabilirler. O halde yeni bir kadınların kurutuluş hareketi dalgasını yaratmak, komünist kadınların omuzlarındadır. Devrimin ve devrimci mücadelenin, dört duvar arasına sıkıştırılmış kadınlığı nasıl aydınlığa çıkardığı son yarım yüzyıldaki ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinden de bellidir. Çok uzağa gitmeye gerek yok: Onbeş yıl süren Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nde binlerce yıldır geri-feodal ilişkilerin baskısı altında bütünüyle kişiliksizleştirilen Kürt kadınlarının nasıl da ayağa kalkıp, büyük bir savaş azmi ile öne atıldıkları görüldü. Komünistler kadın sorunuyla her zamankinden çok daha yoğun ve sistemli bir tarzda ilgilenmelidirler. Bu, hem kuramsal, hem de pratik bir ilgi olmalıdır. Kadın hareketinin günümüzdeki seyrine ilişkin kuramsal bir çerçeve çizerek, potansiyel kadın hareketini açığa çıkarmak ve bu hareketi kendi kanallarından devrim okyanusuna akıtmak komünistlerin omuzlarındadır. Konuyla ilgili genel geçer doğruları tekrarlamak, lafazanlıktan başka bir anlam taşımaz. Hareket planı içermeyen genellemeler bir milim bile ilerletmez. Kabul etmek gerekir ki, soruna yoğunlaşma görevi herkesten çok kadın komünistlere düşüyor. Eğer komünistler kadın çalışmasında istenilen noktada değillerse bunun en önemli nedeni, kadınların sorunu yeterince sahiplenmemeleri ve gerekli inisiyatifi göstermemeleridir. Biliniyor ki, komünistlerin saflarında da, kadınlara karşı dar kafalı, küçük burjuvaca, küçümseyici bir tutumun kalıntıları hâlâ şu ya da bu ölçüde bir etkiye sahiptir. Bunun için bayrağı herkesten önde kadınlar dalgalandırmalıdır. Clara Zetkin'in dediği gibi "komünist kadınlar, nerede kadınlar acı çekiyor, nerede kadın, hakları ve özgürlükleri uğruna mücadele etmek zorunda kalıyorsa" ellerinde "bilgi meşalesi ve irade ve eylem kılıcıyla orada olmalı "dırlar.

Dipnotlar

1- Kadınlara oy hakkı ilk kez Finlandiya'da 1903'te gerçekleşti. 1. emperyalist paylaşım savaşından sonra kadınlara oy hakkı 21 ülkede tanındı. Fakat birçok gelişmiş kapitalist ülkede bu talebin yasallaşması için birkaç on yıl daha beklemek gerekmiştir. Oy hakkı Fransa'da 1944'te, İtalya'da 1945'te, Kanada'da 1948'de tanınmıştır. Sömürge ülkelerde ise bu hakkın yasallaşması, emperyalist boyunduruktan kurtuluş sonrasına denk gelir. Kadınlar oy hakkı için Mısır'da 1956, Pakistan'da 1956, Libya'da 1963 tarihlerini beklemek zorunda kalmışlardır. Oy hakkı elde edildiğinde bile bu erkeklerle eşit oy hakkı anlamına gelmiyordu. Örneğin İngiltere'de 1918'de kadınlara oy hakkı tanındı. Fakat oy kullanma yaşı erkekler için 21, kadınlar için ise 30 olarak belirlenmişti. İngiltere'de eşitlik 1928'de gerçekleşti.

Kaynakça

1- Komünist Manifesto, Marx-Engels, Sol Yayınları

2- Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Engels, Sol Yayınları

3- Kadın ve Sosyalizm, A. Bebel, Sol Yayınları

4- Kadın ve Aile, Marx- Engels-Lenin, Sol Yayınları

5- Kadınların Kurtuluşu, Lenin, Honca Yayıncılık

6- Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar, Clara Zetkin, İnter Yayınları

7- Kadın Sorunu Üzerine, Marx, Engels, Lenin Stalin, Komintern İnter Yayınları

8- Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu, Gül Özgür 2. Cilt, Dönüşüm Yayınları

9- Kadınların Özgürlügü ve Sınıf Mücadelesi, Tony Cliff, Ataol Yayınları

10- Kadınlar ve İşçi Hareketi, Yazın Yayıncılık

11- Feminizm, Andree Michel, Kadın Çevresi Yayınları

12- İkinci Cins, Simone de Beavoier, Payel Yayınları

13- Kadınlığın Gizemi, Bety Feriden, E Yayınları

14- Cinsel Politika, Kate Milett, Payel Yayınları

15- Şu Hain Kalplerimiz, Rosalind Coward, Ayrıntı Yayınları

16- Biz Devrimci Kadınlar, Elif Karatekin, Varyos Yayıncılık

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi