İmralı Devrim Ve Teslimiyet

Genel olarak tarih, özel olarak da sınıflar mücadelesi tarihi düz bir çizgide gelişmiyor. Tarihin, toplumların, sınıflar mücadelesinin gelişimi sarmal karakterdedir. Orada büyük sıçramalar, tarihin akışını hızlandıran devsel atılım ve dönüşümler, devrimler ve karşıdevrimler, duraklamalar, yenilgiler, büyük tarihi geri çekilişler ve yengiler vardır. Tarih tekerrür etmez. Büyük çıkışlar, sıçramalar, devrimler, buluşlar tarihin akışını hızlandırır. Büyük geri çekilişler, yenilgiler, karşıdevrimler tarihin akışını yavaşlatır. Ama tarih kendini tekrarlamaz; diyalektiğin, toplumsal gelişmenin tarihsel yasalarına uygun, helezonik bir tarzda hep ileriye doğru akar, gider.

Sınıflar, partiler, liderler yaptıklarıyla, tarih ananın hükmünden kendilerini kurtaramazlar. Tarih, sınıfları, ulusları, partileri ve liderleri kendilerini ortaya koyuş tarzlarıyla tarihin adalet terazisinde yargılar, hükmünü verir. Kimileri tarih okulunda sınıfta kalır, kimileri ikmale kalır, kimileri de yüz akıyla çıkarlar bu büyük sınavdan. Tarihin hükmünde oportünizme, sübjektivizme, keyfi tarih yazıcılığına, tarih çarpıtıcılı-ğına yer yoktur. Tarih ananın kriterleri objektiftir, bilimseldir. Tarihin yaprakları eğriyi eğri, doğruyu doğru yazar...

Bugün Kürdistan ve Türkiye devrimi tarihsel bir eşikten geçiyor. Soru şudur: Devrimci tarzda ileriye mi, teslimiyetçi tarzda geriye mi? İçerisinden geçtiğimiz tarihsel ve politik an'da sorunun bu şekilde sorulmasına yol açan ana etken, PKK lideri A. Öcalan'ın İmranlı’da olgunlaşarak dibe vuran ya da yeni bir başlangıcın doruğunu oluşturan ideolojik ve politik çizgisidir.

PKK’nin Gidişi ve Partimizin Duruşu

PKK, ideolojik planda ezilen ulus milliyetçisi, sınıfsal alanda küçük burjuva, politik arenada yurtsever devrimci-demokrat karaktere sahip bir akım olarak bir büyük tarihsel ve politik atılıma önderlik etti. A. Öcalan, işte böyle bir akımın önderiydi. Antiemperyalist demokratik halk devrimimiz, PKK önderliğinde Kuzey Kürdistan'da ulusal kurtuluşçu Kürt devrimi olarak patlak vermişti. Amerikancı faşist diktatörlüğün, bölge gericiliğinin, emperyalizmin binbir manevra, komplo, baskı ve ezme girişimlerine karşın, tüm dezavantajlarına rağmen direnmeyi, ağır bir yenilgi almadan uzun yıllar ayakta kalmayı başardı. Gerçek şu ki, Kürt ulusal devrimi '80'li yılların sonundan bugüne dek küresel arenada en önemli devrimci odaklardan biri olarak yerini koruyageldi. İçerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel konjonktürde coğrafyamızda, bölgemizde, yerküremizde bu, çok önemli bir olguydu.

Ancak ne var ki, PKK ve önderi A. Öcalan'ın devrimciliği, ezilen ulus milliyetçiliğiyle, devrimci-demokrasiyle, küçük burjuva sınıfsal nitelikle, önemli tutarsızlıklarla şekillenmişti: Marksizm-Leninizmden sınırlı ölçekte etkilenmiş bir sınırlı devrimcilikti. Ve bu, nesnel bir olguydu.

Sınıfsal, ideolojik, politik kimliğinin içsel olgusu olan nesnel zaafiyetleri, 1993 yılı dönemeciyle birlikte PKK’ yi, reformcu bir yönelime doğru evriltmeye başladı. Kuşkusuz ki, Rus sosyal emperyalizminin başını çektiği sosyal-emperyalist kampın dağılışının yarattığı tablo, coğrafyamızın batısında güçlü bir devrimci atılımın gündemleş-memesi gibi son derece önemli olguların da PKK'nin yurtsever devrimci çizgiden ulusal reformist doğrultuya dümen kırmasında önemli rolü bulunmaktadır. Ama sözkonusu eğilimin ana kaynağını PKK'nin sınıfsal, ideolojik, politik karakteri oluşturuyordu. Söz konusu vb. faktörler bu temel üzerinde etkili olmuştur.

Partimiz, öteki küçük burjuva devrimci-demokratik akımlardan farklı olarak, olabildiğince her cephede ulusal kurtuluşçu devrimle ve önderi PKK ile dayanışma, eylem birliği, ittifak ilişkisi içerisinde militan devrimci tarzda kendisini ortaya koydu, koymaya çalıştı. Politik sekterizme, dar grupçuluğa, sosyal şovenizme karşı da savaşım yürüttü. Önemli eksikliklerine, yetmezliklerine karşın sözde değil, yalnızca propaganda ve ajitasyon düzeyinde değil, eylemli bir tarzda birleşik devrim esprisine bağlı olarak tarihsel ve politik sorumluluk ve görevlerini yerine getirdi, getirmeye çalıştı.

Partimiz, PKK'nin reformist yönelimini kaygıyla karşıladı. Dostça ve yapıcı bir tarzda eleştirdi. PKK'nin Türkiye devrimci hareketine karşı tavrını, barış, politik çözüm tezlerini, legal reformist harekete yaklaşımını, bazı eylem biçimlerini, emperyalist, gerici güç odakları ve Türk burjuvazisi ve egemen sınıfları ya da onların değişik klik ve sözcülerinden umut bekleyen, hayali, gerçekçi olmayan beklenti, talep ve ilişkilerini, vb. eleştiri ve tartışma konusu yaptı.

Ancak, olgular, PKK'nin söz konusu dostça eleştirilerden öğrenme çabası içerisinde olmadığını ortaya çıkardı. PKK'nin ulusal devrimci çizgiden ulusal reformist çizgiye doğru hızlanan tarihsel-politik evrimi bunu gösteriyor.

Partimiz bir yandan sınıfsal-enternasyonalist karakterine bağlı politik-pratik olarak kendini ortaya koyarken, öte yandan PKK'ye karşı belli ölçülerde ideolojik savaşım da yürüttü. Fakat ne var ki, ideolojik savaşım cephesinde belirgin tutukluk sergiledi. Teoriye, tarihsel deneyime, program ve stratejisine bağlı olarak PKK ile ayrım çizgilerini yeterince ortaya koyamadı. PKK'nin zaaşarına karşı etkin bir savaşım yürütemedi. Önemli oranda da ezilen ulus milliyetçiliğinden etkilendi. Yer yer yedektendi, sürüklendi. Bu etkilenme en fazla politik kitle ajitasyonu aracında yansıdı.

Kuşkusuz ki, bu bir zaafiyetti. Partimizin ideolojisi ve siyasi çizgisi ile bir çelişki oluşturuyordu. Önemli bir liberalizmi yansıtıyordu. Ki, Partimiz, bir dönemden beri bu zaafiyetini aşmaya yönelmişti. Bu zaafiyet-te, merkeziyetçilik zayışığının da önemli bir rolü olmuştur.

Ağustos 1998 tarihinde, Merkez Komitesi Genişletilmiş Toplantımızın (MKGT'mizin) aldığı kararı (konuyu ilgilendirdiği oranda aktarıyoruz) şöyledir:

" Parti yayınlarımızı ve yayın politikamızı yeniden tanışan MKmız, şunları belirledi:

Kitle ajitasyon aracımız ve daha az olarak da teori aracımızda önemli içerik hataları, Parti çizgisinden önemli savrulma örnekleri görülmektedir. Ulusal harekete karşı uzlaşıcı davranılmakta, ulusalcı hareketin derinleşmekte olan reformcu eğilimi deşifre edilememekte, yer yer kuyrukçu pozisyonlara sürüklenilmekte, ulusalcı söylemlerden ciddi bir etkilenme görülmekte, proleter sosyalist sınıfsal bakış açısında ısrarlı davranılmamak-tadır. Yine halkçılık, popülizm yönünde ciddi etkiler sürüyor. Kimi yazılarda liberal, küçük burjuva reformist söylemler tahlilleri etkiliyor. Devrimci-demokratik ve komünist hareket arasındaki kalın çizgiler kimi zaman belirsizleşiyor. Sosyalist perspektifimiz zayıf kalıyor, yazılara yeterince sindirilemiyor. Bu durum, Partinin ideolojik-siyasal yönü ve doğrultusunda bir bozulmayı ifade ettiği gibi, savrulmalara açık bir zemin de yaratıyor, oportünizmi besliyor."

Aralık 1998 tarihinde aldığı bir başka kararda ise, MK'mız, şu saptamada bulunuyordu:

" PKK Hakkında:

PKK'deki son gelişmeleri de değerlendiren MK'mız, özetle, şu değerlendirmeyi yaptı:

PKK Genel Başkanı A. Öcalan'ın İtalya'ya gidişiyle ulusal kurtuluşçu Kürt devrimi ve PKK, yeni bir evreye girmiştir. Bu evre, bir yandan PKK'nin '93 birinci ateşkes ilanından bu yana içerisine girdiği 'siyasi çözüm' olarak ifade ettiği ulusal reformist karakterdeki düzen içi çözüm yöneliminin daha da derinleşerek geliştiği, öte yandan da Kürt ulusal devriminin ve PKK'nin emperyalizmin sistemli ve yoğun kuşatma, teslim alma, baskı, komplo ve müdahalelerle daha açık yüz yüze geldiği ve geleceği bir evredir.

En genel hatlarıyla, Kürt devrimini boğma, PKK'yi ulusal devrimci özünden koparma; Türk burjuva cumhuriyeti üzerinde, Ortadoğu, Ortaasya ve Kafkaslar'da bütün şiddetiyle süren emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin elinde politik bir koz olarak kullanmada somutlaşan emperyalist politikalar, açık ve kesin bir duruşla red ve mahkum edilmelidir

Kürt halkının, Kürt ulusal devriminin çıkarları emperyalizmle, Batı Avrupalı emperyalist devletlerle uzlaşma, anlaşma, işbirliği ve emperyalist 'siyasi çözüm' ve 'barış'ta değildir.

Kürt halkının öz çıkarları, başta Türk işçi sınıfı ve halkı olmak üzere Ortadoğu halkları ve dünya halklarıyla devrimci bir ittifak ve devrimci mücadele çizgisindeki ısrarda yatmaktadır. Kürt halkının ve ulusal kurtuluşçu Kürt devriminin biricik dostu Türk halkı, Ortadoğu halkları ve dünya işçi sınıfı ve halklarıdır.

Bu olguyu temel almamak, emperyalizm, Türk egemen sınıfları ve sömürgeci faşist diktatörlükle düzen içi anlaşmalar yoluyla Kürt Ulusal Sorunu'nun çözümü yolunda yürümek, Kürt halkının kahramanca mücadelesiyle ve ödediği ağır bedellerle de bağdaşmaz ve kabul edilemez. Ve söz konusu çözüm, Kürt Ulusal Soru-nu'nun gerçek bir çözümü de olmayacak. Türkiye, Ortadoğu ve dünya devrimi bakımından da açık bir kayıp olacaktır.

İster otonomi, ister özerklik veya federasyon olarak tanımlansın, söz konusu çözüm önerileri Kürt halkını avlamak, Kürt devrimini boğmak, PKK'yi ehlileştirmek amacıyla bağlıdır. PKK'nin 'siyasi çözüm, 'barış'politikası ve yöneliminin geldiği aşama ve ulaştığı düzey Kürt Devrimini açık ve kesin bir tehlikeyle karşı karşıya bırakmıştır.

Bu somut ve açık tehlikeye karşı ilkeli devrimci tavır almak; emperyalizmin, burjuvazinin, sömürgeci faşist diktatörlüğün PKK, Kürt halkı ve ulusal kurtuluşçu devrim üzerindeki her türlü gerici baskı ve saldırısına karşı ideolojik, politik ve eylemsel tavır almak partimizin komünist ve enter-nasyonalist karakterinin doğal, kaçınılmaz, zorunlu bir gereği ve görevidir.

Partimiz dün olduğu gibi, bugün ve gelecekte de Kürt halkının gerçek devrimci dostu olarak mücadelesini yürütmeye devam edecektir."

Her aşamada durum değerlendirmesi yapan MK'mız, alçakça bir komployla tutsak edilen A. Öcalan'ın İmralı duruşunu da inceleyerek, şu sonuca ulaşmıştır:

"MK'mız, A. Öcalan'ın sömürgeci faşist diktatörlüğün mahkemesindeki duruşunu değerlendirerek oybirliğiyle şu sonuca ulaşmıştır.

PKK Genel Başkanı A. Öcalan, sömürgeci faşist rejimin mahkemesinde bir dava adamı gibi davranamayarak, Kürdistan devrimini ve kazanımlarını savunmadı. O, teslimiyetçi bir çizgide 'kendisini' savunmayı esas aldı. Apo'nun 'savunma stratejisi' tam bir teslimiyettir. '93'ten beri derinleşerek süregelen reformcu eğilim Apo'nun şahsında artık bir teslimiyete..... dönüşmüştür.

Bugün Kürdistan devrimi en kritik anını yaşıyor. Faşist diktatörlük Apocu teslimiyet üzerinden sonuca gitmeye, Kürdistan devrimini boğmaya, PKK'yi bitirmek için her zamankinden daha çok çabalarını artırmış bulunmaktadır. İki yol vardır: Ya, berbat ve kötü bir uzlaşmayla Apocu teslimiyete uyum gösterilecek ve Kürdistan devriminin yenilgi sürecine girilmesine göz yumulacak; ya da bu teslimiyet ve imha çizgisi red ve mahkum edilecek ve devrimin kazanımlar/ korunacaktır. PKK ve Kürdistan devrimi, geleneksel uzlaşıcı ve teslimiyetçi politikaların tekrarı olan bu trajediye son vermek ve devrimci ulusal kurt ulusçu bir yolda kendisini yeniden var etmek gibi bir tarihsel görev ve sorumlulukla karşı karşıyadır. Tam bir teslimiyet demek olan Apocu 'savunma stratejisi' red ve mahkum edilmelidir.

Partimiz bir yandan kendi sınıfsal, en-ternasyonalist, öncü kimliğiyle ulusal kurtuluşçu Kürt devrimine, Kürt halkına, PKK'ye yönelen her türden gerici, faşist saldırıya karşı militan devrimci duruşunu sürdürecek, öte yandan tasfiyeciliğin, teslimiyetin her biçimine karşı ilkeli bir ideolojik-siyasal duruş sergileyecektir. "

PKK Başkanlık Konseyi'nin ve öteki yetkili kurumlarının İmralı çizgisine katıldıklarını ve PKK'yi bağlayacağı açıklamalarını üzüntüyle karşıladığımızı ve kabul edilemez bulduğumuzu vurgulamak isteriz.

Gerçek devrimci dostları olarak PKK'ye çağrımız, '93'ten beri içerisine girdikleri reformcu yönelim de içerisinde olmak üzere İmralı çizgisini özeleştirel bir tarzda reddetmeleri, tutarlı ulusal devrimci çizgiye dönerek savaşımı halklarla birlikte büyütmeleridir. Dilek ve temennimiz budur.

Yenilmemiş ve tüm zorluklarına karşın direnen bir Kürt devrimi gerçeği var. Büyük bedellerle yaratılmış ulusal devrimci gelenekler var. Elde büyük politik ve askeri kozlar ve güçler var. Kahramanca savaşmış ve savaşmaya, daha ağır bedeller ödemeye hazır Kürt halk, gerçeği var. Tüm zayışıklarına karşın savaşan bir Türkiye komünist ve devrimci-demokrat hareketi var. Tüm zaafiyetlerine ve içerik ve düzey düşüklüğüne karşın mücadele eden, öfke ve kini gitgide büyüyen, mücadele isteği artan coğrafyamız halkları ve işçi sınıfı gerçeği var. Bölgede ve uluslararası arenada ulusal kurtuluşça Kürt devrimine sempati duyan, destekleyen vb uluslararası demokratik kamuoyunun, ezilen halkların gerçeği var.

Bu vb olgular ve olanaklar, PKK bakımından, birleşik devrimimiz bakımından büyük imkanlardır. İçte ve dışta bu devrimci olanaklara dayanarak, doğması kaçınılmaz olan yeni devrimci olanakları ve fırsatları değerlendirerek savaşı büyütmek, birleşik devrim ekseninde ilerlemek tümüyle olanaklıdır. Yeter ki PKK, kendisine devrimci bir tarzda yönetebilsin; İmralı çizgisine tavır alabilsin; '93 yöneliminden de ko-puşabilsin.

Orta yol yoktur, ya teslim olunacak ya da ulusal devrimci tutarlılıkla savaş sürdürülecek! PKK'nin ulusal devrimci niteliğinin yitimi gerçek dostlarını sadece ve sadece üzer, düşmanlarını ise sevince boğar. Kuşkusuz ki gerçek dostları olarak, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının öncü politik kurmayı olan Partimiz, PKK'nin devrimci çizgide savasi ma devam etmesinden yanadır ve yana olacaktır.Eleştiri ve ideolojik-siyasi mücadelemiz bu temelde yükselmektedir; böyle olmaya da devam edecektir.

İmralı Çizgisi Tümüyle Tasfiyeci Karakterdedir

A. Öcalan'ın İmralı'da sömürgeci faşist diktatörlüğün mahkemesinde yaptığı savunma tümüyle tasfiyeci karakterdedir. Savunma, '93 dönemecinde PKK Genel Başkanı A. Öcalan'ın şekillendirmeye başladığı ve PKK'nin yöneliminde ifadesini bulan ve o günden bugüne derinleşerek gelen reformcu eğilimin bir çizgi, ulusal reformcu bir çizgi olarak olgunlaşıp dibe vurmasının ifadesidir. Kuşkusuz ki, İmralı ve yargılama sürecinde söz konusu reformcu eğilim kendi nesnel mantıksal temelleri üzerinde olgunlaşarak, dahası sistemleşerek, daha da ileri biçimler alarak, yeni tarih, politik tarih yorumlamaları ile sözde teorik derinleşmeyle tam bir teslimiyetçiliğe dönüşmüştür. Öcalan'ın mahkeme süreci, sömürgeci faşist diktatörlüğü yargılayan, mahkum eden, gelecek nesillere de devrimci miras bırakan bir süreç değil, devrimcilikten tümden koparak teslimiyetçilik bırakan bir süreç olmuştur.

Eğer deyim uygunsa, A. Öcalan'ın İmralı 'daki duruşu tipik bir ulusal reformist tasfiyeci duruştur. Ulusal kurtuluşçu devrimin kazanımlarını dahi savunmaktan uzaktır. Büyük bedellerle, sonsuz fedakarlıklarla elde edilmiş devrimci kazanımların inkarı ve tasfiyesine, PKK'nin devrimci-demokra-tik yurtsever çizgisiyle kesin, köklü ve kalıcı bir tarzda kopuşmaya; sömürgeci yarı-askeri faşist diktatörlükle işbirliği içerisinde politik rejimin yeniden yapılandırılmasına endekslenmiştir. Hem de sistemden ve diktatörlükten istenen kırıntılar karşılığında.

Öcalan, savunmasını "tarihi uzlaşma", "toplumsal barış" perspektifine ve amacına bağlı olarak yaptığını söylüyor. Savunmasının özünü "demokratik çözüm", "demokratik cumhuriyet" kavramının oluşturduğunu vurguluyor. "Önceleri sınırlı" değindiği "bu yaklaşımı, oldukça açtı"ğını, "bunda tesadüfen eline geçen Laslie Lipson'un 'Demokratik Uygarlık' adlı kitabının da katkısı oldu"ğuna dikkat çekiyor. Ve bu kitaptan bolca alıntılar yapıyor.

Partimiz, böyle bir "tarihi uzlaşma"yı, "toplumsal barış"ı, "demokratik çözümü" kesinkes reddeder. Bu çözümü, devrimci olan her şeyden ikircimsiz bir kopuş, inkar ve tasfiyecilik olarak tanımlar. Öcalan'ın çözüm çizgisi, geçtik devrimci-demokratlı-ğı tutarlı demokratlıkla bile bağdaşmaz görünüyor.

Öcalan, mahkemede, öncelikle, kendisine işkence yapılmadığını, kaba davranıl-madığını, devletin kendisine saygılı yaklaştığını, kendisinin de bu tavrı "saygı ve şükranla" karşıladığını ve Türk devletinin hizmetinde çalışmaya hazır olduğunu açıkladı.

Sömürgeci faşist diktatörlük, Öcalan'ın bu açıklamasını dizginsizce kullandı. Öcalan, bu açıklamasıyla da faşist karşıdevrimin ve Türk burjuvazisinin eline güçlü bir koz verdi.

Oysa gerçek şudur: İşkence, sistematik bir uygulama olarak faşist diktatörlüğün karakteristik özelliklerinden birisidir. Türk burjuva devleti, uluslararası demokratik kamuoyu nezdinde de sicili bozuk işkenceci bir devlet olarak biliniyor. Başta Kürdistan olmak üzere coğrafyamız devrimcileri ve halkları da bunu zaten günlük olarak yaşıyor, biliyor.

Ayrıca Öcalan, uluslararası emperyalist ve gerici bir komployla tutsak alınarak Türk burjuva devletine teslim edildikten sonra yoğun işkencelere maruz kalmıştır. Taktik nedenlerle (ve görüldüğü kadarıyla pek de gerek kalmadığı için) fiziksel işkence yöntemlerinin devlet tarafından kullanılmamış olması, yoğun bir psikolojik işkence sürecini yaşadığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bu olgu, avukatları aracılığıyla da iç ve uluslararası kamuoyuna yansımıştır. Ayrıca yaşadığı tecrit durumu da başlı başına bir işkence değil midir!..

Açık ki, Öcalan bu gerçekleri ifade etme sorumluluğunu göstermemiştir.

Ayrıca, Türk ve Kürt halkının ve ulusal azınlıklardan emekçilerin can düşmanı olan sömürgeci faşist diktatörlüğe "saygı ve şükran" sunmak Öcalan'ın işi olmamalıydı. Ama Öcalan'ın konakladığı nokta ve üstlenmeye hazır olduğu tasfiyeci misyon dikkate alındığında bu tavrı anlaşılır ama elbette ki kabul edilemezdir.

Öcalan, "şehit aileleri"nden de özür diledi.

Kuşkusuz ki, O'nun bu tavrı da yanlış ve kabul edilemez. Bir kere haksız, kirli, sömürgeci savaşta gerillayla çarpışmalarda ölenlere, katledilen gerillaların koparılmış başlarıyla hatıra fotoğraşarı çektirenlere, kesilmiş kulaklarından koleksiyon yapanlara, şehit gerilla kadınlara tecavüz edenlere... "şehit" sıfatı gibi yüce bir erdem bahsedilemez. Çünkü şehit unvanını yalnızca emperyalizme, kapitalizme, faşizme ve gericiliğe karşı mücadelede toprağa düşenler hak eder. Nedeni ne olursa olsun, gericiliğin ve faşist karşıdevrimin çıkarları uğruna kirli savaşı yürütenler, kirli savaşın vurucu gücü veya aracı olanlar, haksız savaş uğruna ölenler (emekçi çocukları da olsalar) şehit sayılamazlar. Şehitlik kavramı bu kadar düşürülemez. O, daima yüceltilmeli ve asla kirletilmemelidir.

Eğer özür dileyecek taraf varsa, hesap sorulacak, hesap verecek bir taraf varsa, o da Türk egemen sınıfları, Türk burjuvazisi ve devletidir.

Öcalan eğer özür dileyecekse, bu da ancak haklı savaşın mantığıyla bağdaşmayan, sıradan emekçiyi ve kitleleri hedef almış PKK eylemleri ve siyasi sorumluluğunu taşıdığı yanlış eylem biçimleriyle ilgili olabilir. Hepsi bu kadar.

Bu bağlamda, "özür dilemek büyüklüktür" gibisinden çarpıtma ve boş sözlerle kimse kandırılmaya çalışılmasın.

Açık ki, Öcalan'ın söz konusu politik tutumu Öcalan'ın derinliğinden değil, teslimiyetçi, tasfiyeci duruşundan kaynaklanıyor. Bu gerçeği örtmenin, oportünistçe düzeltmenin kimseye faydası yoktur...Dolayısıy-la yurtsever aydınların, demokrat küçük burjuva aydınların, bir kısım devrimci örgüt ve çevrenin, "Öcalan anlaşılamıyor", "anla-şılamadığı" iddiası geçersizdir.

İmralı'da Kutsanan ve Ebedi İlan Edilen Kapitalizm ve Burjuva Demokrasisidir

Öcalan, 20. yüzyılın sonunda, 21. yüzyıla girerken "demokrasinin tam ve kesin zaferini ilan ettiğini; "hiçbir sistemin "demokratik sistem" kadar toplumsal ve bireysel doğal yaratıcılığı, zenginliği, gelişme düzeyini geliştiremediğini, ortaya çıkaramadığını, "Gerçekten bu sistemi inançlı, ölçülü ve nasıl uygulandıklarını bilen top-lumlar"m "günümüzün en gelişkin toplum-ları" olduğunu, "Devletleri, dünyada gücünü kabul ettiren devletler olduğunu; bilim ve tekniğin gelişmesi ve ulaştığı düzeyle de bunu sağladıklar"!; "demokratik sistemde" "her ideoloji, inanç, zora başvurmadan" kendini ifade ettiğini, iktidara geldiğini, gelebileceğini; dolayısıyla "zor"a gerek kalmadan, "şiddete en az" başvurarak "veya bu süreçte bile hemen barışçıl yöntemini devreye koyma gücünde" olduğunu; "demokratik sistemin kurum ve uygulama zenginliği bu tarihi, toplumsal, bilimsel ve teknik gelişmenin üzerinde yükseliyor ve hangi soruna el atıyorsa, belli bir çözümü ortaya" koyduğunu, "bizzat çözüm ol"du-ğunu; demokrasinin de kendisini savunma hakkı olduğu, siyasi düşüncelerin, partilerin, ulusların, etnik ve dini ve toplumsal grupların "devletin yapısını dağıtma ve parçalama" gibi yaklaşımları olmadıktan sonra, "devletin demokratik sistemini esas aldıkları", "onun ölçütlerine uymayı da bil"dikleri, söz konusu "devletin sınırlarını zorlamadıkları" için zorun (şiddetin) gereksizliğini, "zaten çözüm olanakları" nın "sistemin içinde" olduğunu, "Batı uygarlığı"nın "demokratik uygarlık" olduğunu, "demokratik sistemin", "demokratik uygarlığın" "harikulade" bir sistem ve uygarlık olduğunu bıktırırcasına tekrarlayarak, ateşli bir tarzda savunuyor.

Açık ki, Öcalan, kapitalizmi ve burjuva demokrasisini kutsuyor. Emperyalizmi "demokratik uygarlık" olarak lanse ediyor. Sınıflar mücadelesini, devrim(ler)i, devrimci zoru red ve mahkum ediyor. Sınıflar arası barışı, işbirliğini savunuyor. Sömüren sömürülen, ezen ezilen nesnel gerçeğini yadsıyor. Emperyalizmin kapitalizmin son aşaması, dünya siyasi gericiliğinin merkezi, iç ve dış politikada demokrasinin yadsınması olduğunu reddediyor. Çağımızın emperyalizm ve proleter devrimler çağı olduğunu, emperyalizmin yerini sosyalizme bırakmak zorunda olduğunu inkar ediyor. Emperyalist kapitalizmi tarihin sonu ilan ediyor. Kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin (burjuva diktatörlüğünün) sosyalizm karşısında nihai zafer kazandığını, Marksizm-Leninizmin, proletarya devrimlerinin, genel olarak devrimlerin, proletarya diktatörlüğü, sosyalizm ve komünizmin bilim dışı bir ütopya olduğunu ileri sürüyor. Kapitalizmin, emperyalizmin "harika" bir sistem olarak tüm sorunların "çözüm gücü" olduğunu, kendisini yenilediğini iddia ediyor. Burjuva demokrasisinin burjuvazi için demokrasi, proletarya ve emekçi milyonlar için diktatörlük olduğu gerçeğini gizliyor.

Kuşkusuz ki, bu teori ve tezler yeni değildir. Kapitalizmin doğuşu, yükselişi, olgunlaşarak çürüyen ve çöken; tarihsel ve toplumsal gelişmenin önünde devrimle tasfiye edilmesi gereken bir sistem olduğundan, baştan bu yana, burjuvazinin gizli ve açık ideologlarınca, politik sözcülerince, diplomatik uşaklarınca savunulagelen ideolojik, siyasal tezler ve düşüncelerdir.

Bu savunularda ne özgün ne de yeni olan hiçbir şey yoktur. Özgün olan, ulusal kurtuluşçu devrimin, Kürt halkının, PKK'nin bedel, kazanım ve kavgasının söz konusu çürümüş, posası meydana çıkmış oportünist - liberal düşüncelere dayanarak red ve mahkum edilmesidir.

PKK ve lideri, Marksizm-Leninizmden zayıf da olsa etkilenmiş bir akımdı. Revizyonist/kapitalist sistemin ve kampın dağılmasından sonra bu zayıf etkilenme daha da zayışadı. İmralı süreciyle Öcalan, bu etkilerden iyice arındı. Bir Amerikan büyük elçisine yıllar önce söylediği "biz klasik komünist bir parti değiliz" saptaması, İmra-lı'yla birlikte tipik bir burjuva demokratik reformist çizgi olarak olgunlaşıp tarihin ve sınıflar mücadelesinin karşısında yerini aldı.

PKK ve lideri Öcalan, dün de marksist-leninist değildi. O'nun teorisi özel mülkiyetin tüm biçimlerine karşı olmadığı gibi, politik ufku da antikapitalist değildi. Ulusal devrimci bir akım olarak PKK'nin dün azami ufku demokratik kapitalist sistemle, Kürt ulusal burjuvazisinin diktatörlüğüyle sınırlıydı. Ulusal kapitalist gelişme yolunu öngörüyordu. O, dün bu hedefe, ulusal devrimci çizgide ulaşmayı hedeşiyordu. Bugün ise devrimi de yadsıyarak, devrimci olan her şeyden kopuşarak Türk egemen sınıflarıyla "tarihsel uzlaşma", "toplumsal barış", "demokratik çözüm" yoluyla, geri kapitalist sistemin sınırları içinde kalmayı öngörüyor. Öcalan, PKK'yi de komple bu noktaya çekmeyi asli görevi görüyor.

Bu olgu, tarihsel deneyim tarafından kanıtlanmıştır ve proletaryanın bilimsel teorisi tarafından açıklanmıştır. Küçük burjuva devrimciliği tarihsel (ve politik) olarak göreli, geçici, tutarsız, kapitalizmin iki temel sınıfı olan proletarya ve burjuvazi arasında yalpalayan istikrarsız bir devrimciliktir. Bir kısmı Çin, Küba, Nikaragua vb. gibi örneklerde olduğu gibi demokratik devrim ve demokratik diktatörlükte çakılarak burjuva diktatörlüğe dönüşür, emperyalist dünya sistemine bir biçimde bağlanır. Bir kısmı ise Filistin'de, El-Salvador’da, G. Afrika'da vb. olduğu gibi yarı yolda devrimci özelliklerinden arınarak sisteme ve egemen sınıflara erken teslim olur. '93 yönelimi ile İmralı çizgisi, bu ikincilere benzer bir yolda ilerliyor; O, PKK'yi de bu noktaya çekmeye çalışıyor.

Öcalan'ın yukarıda özetlediğimiz "düşünceleri" konjonktüre! olarak kaynağını '80'li yıllarla birlikte coğrafyamızda ve küresel ölçekte içerisine girilen, "reel sosyalizm" dediği revizyonist/kapitalist sistem ve kampın açık kapitalist biçimler alarak dağılmasından sonra daha da belirginleşen ve bugün içerisinden geçtiğimiz tarihsel kesitte etkisini, tahribatını hâlâ köklü tarzda aşamadığımız yenilgi ve gericilik döneminin yükselen değerleri olarak lanse edilen burjuva liberal gerici ideolojik-siyasi akımdan almaktadır. Ki, "tarihin sonu" tezlerinin fikir babalığına soyunan yazarlardan biri olan Fukuyama'nın bu tezlerinin "özeleştiri"sini verdiği, "yanıldığını" vb. söylediği bir dönemde benzer ya da aynı içerikteki "Yeni Dünya Düzen"ci tezleri İmralı'da Öcalan savunmaya başlamıştır. Ne trajik bir son!..

Burjuva Devlet Ebedi İlan Ediliyor

"Demokratik sistemi" ve "demokratik rejimi" "harika" bir rejim ve sistem ilan eden, "demokrasinin nihai zafer kazandığını fütursuzca savunan Öcalan; "Tüm gücümle yapmaya çalıştığım sorunun asla bir daha şiddetin diline başvurmadan çözüme götürülmesidir... çünkü hiç ölmeyen, topluma ve onun yüceltilmiş ifadesi olan devlete, saygı ve bağlılığımın gereği budur", diyor. O, savunmasının bir başka yerinde, "Biz başlangıçta devlet ne kadar bizimdir, değildir düşüncesine ulaşmadan bir kişiye, bir gruba bakıp en sert suçlama yöneltmekle dogmatizme düştük. Bu siyasi düşünce ve eylemimizi de etkiledi."diyor. Devlete karşı çıkmak, parçalamak, yıkmak gibi teori ve pratiklerle yanlış yaptıklarını, "Türkiye'de solda zayıf olan , çok yanlışlık içeren vatan ve devlet kavramları" olduğuna dikkat çekerek, egemen sınıflara bunu "yoğunlaşarak aştığını", ıslah olduğunu anlatıyor. "Özellikle gerek solun, gerekse de Kürt milliyetçiliğinde mevcut bu yönlü yüzeysel ve yanlışlık içeren yaklaşımlar aşılmadığında sadece sorunları ağırlaştıracakları, dolayısıyla alternatif oluşturamayacakları kanısında" olduğunu, "zaten gittikçe marjinalleşmeleri de bunu göstermektedir savını ileri sürüyor.

Bu düşünce ve değerlendirmeler, dipten doruğa burjuva reformist- liberal niteliktedir.

Açık ki, Öcalan, devlet olgusuna sınıfsal bakmıyor. Devletin sınıflı toplumların ürünü, egemen olan sınıfın egemenlik aracı olduğunu, sınıfların ortadan kalkmasına bağlı olarak sönerek yok olacağını yadsıyor.

O, Türk egemen sınıfların egemenlik aracı olan burjuva devleti ölümsüz, yenilmez ilan ediyor. Faşist diktatörlüğü (ve genel olarak burjuva devleti) tüm toplumun, tüm sınıfların, Türk, Kürt ve ulusal azınlıkların ortak devleti olduğunu ileri sürüyor. Sömürgeci katil devlete saygı ve bağlılığını bir kez daha ifade ediyor. Eskiden savunduğu devleti yıkma teorik ve siyasi değerlendirmelerini ve eylemlerini mahkum ediyor. Kendisini ve PKK'yi bilimsel olmamakla, dogmatizmle suçluyor, pişmanlık belirtiyor. Bu devlet, bizim devletimizdir diyor.

O, bununla yetinmiyor. Türkiye devrimci hareketine, Kürt milliyetçisi akımlara da kendi yolunda yürümesi çağrısı, Amerikancı Türk burjuva devletiyle barışma, işbirliği yapma çağrısını yapıyor. Sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı haklı, meşru olan ulusal kurtuluşçu devrimci çizgide büyük devrimci kazanımlar elde ettiğini, milyonların destek, katkı, sempatisini, büyük bir siyasi, askeri, kitlesel güç olmasını devletle savaşarak kazandığını unutarak, unutturarak, red ve mahkum ederek, marjinallikten kurtulmak istiyorsanız gelin devletle anlaşın, şu devleti yıkma sevdasından vazgeçin, diyor. Üstelik kendi pratik tarihi bir yana, dünya deneyleri bir yana, coğrafyamızdaki devletçi reformist akımların tarihi ve güncel gerçekleri de ortadayken, tüm bunlar bile yokmuş gibi bu değerlendirmeleri yapabiliyor.

Kuşkusuz, Partimiz bu ilkesiz, tasfiyeci, teslimiyetçi yolu ikircimsiz red ve mahkum ediyor. Taktik olarak güçlü ama stratejik olarak zayıf, iliklerine kadar çürümüş olan, sömürü ve zulmün, toplumsal adaletsizliğin temsilcisi Türk egemen sınıflarının devleti, ergeç proletaryanın önderliğinde ezilen, horlanan, sömürülen milyonların demir yumruğu altında paramparça edilecek, ondan taş üstüne taş bırakılmayacak; sovyetik tipte işçi-emekçi halk devleti kurulacak ve kesintisiz sosyalist devlete dönüşecek, proletarya diktatörlüğü aracılığıyla komünizme doğru gidilecektir.

Devrim Mi Evrim Mi?

Öcalan, politik tercihini ikincisinden, evrimden yana koyuyor.

O, şöyle diyor: "Varılan en önemli sonuç artık tarihi olarak isyanlar dönemi sona ermiştir veya ermek zorundadır. Ama bunun için, Türkiye Cumhuriyetinin tarihi demokratik hareketlenmesi başarıya gitmek zorundadır. Demokratik Cumhuriyet sisteminde şiddete yer olmaz. Sorunların çözüm dili isyan veya devrim olamaz. Barış içinde anayasal evrim yolu geçerlidir. Yirminci yüzyılın sonu bunu böyle emretmektedir. "

Devrimden vazgeçerek, "anayasal evrim yol"unda karar kılan Öcalan, bu saptamasına 20. yüzyılı tanık gösteriyor. Oysa biliniyor ki, 20. yüzyıl büyük devrimler (an-tiemperyalist halk devrimleri, sosyalist devrimler, ulusal kurtuluşçu devrimler) çağıdır. Kapitalizmin serbest rekabetçi aşamadan geçerek emperyalizme (tekelci kapitalizme) dönüştüğü, yerini sosyalizme bıraktığı ve bırakacağı bir çağdır. Sosyalizmin geçici yenilgisi (restorasyon) bu gerçeği değiştirmiyor. Bu geçici yenilgi, yenilgi okulunun büyük tarihi deneyimleri ve dersleriyle silahlanacak proletaryanın ve enter-nasyonalist komünist hareketin geçmişten gelecek için dersler çıkararak daha donanımlı yeniden kazanacağı bir tarihi muştu-luyor. Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. 21. asır da yeni Ekimlerin yüzyılı olacaktır. 20. asrın olguları Öca-lan'a, tezlerine değil, çağımızın emperyalizm ve proleter devrimler çağı olduğuna tanıklık ediyor.

Kapitalizmin bütün açık ve gizli yandaşlarının, çağdaş oportünistlerin büyük bir arzuyla istedikleri, devrimlerin ölümü, kapitalizmin ebediliği iddiası çağımızın, tarihin ve toplumların nesnel gelişme yasalarının ve toplum biliminin çelikten kalesine kafasını vurmuştur, vurmaya devam edecektir. Gelecek kapitalizmin, burjuvazinin değil, proletarya ve sosyalizmin, halkların olacaktır.

Burjuvazi için demokrasi, proletarya ve halk için diktatörlük olan burjuva demokrasisi ve kapitalizmde sorunların çözüm dili barış, sınıf işbirliği, teslimiyet, evrim değil, her renk ve tondan oportünistlerin çok korktukları isyan ve devrimin dilidir; hep böyle olmuştur, böyle de olacaktır.

Öcalan'ın kapitalizmin, burjuva demokrasisinin nihai zaferi üzerine dizginsiz savunu ve övgülerine ve tarihin hükmünün artık devrimsiz, isyansız, şiddetsiz bir gelişme olduğu iddiasına karşın, tarihin ve toplumsal gelişmenin tarihsel yasası ve motoru sınıf mücadelesidir; ve zor, her yeni toplumun ebesidir. Emperyalist gericiliğin odağında durduğu dünya gericiliği proleter devrimler yoluyla, proleter devrimlere bağlanmış devrimler yoluyla yıkılacak, sosyalizm (ve komünizm) zafer tacı giyecektir. Bugün ezilmeye, boğazlanmaya, ehlileştirerek tasfiyeye zorlanan ulusal kurtuluşçu Kürt devrimi tarihsel pratiği ve deneyimi de Öcalan'ın tasfiyeci çizgisine devrimci bir yanıttır...

Kürt Ulusunun Ayrı Bir Devlet Kurma Hakkı Red ve Mahkum Ediliyor

Öcalan, "PKK programının, 70'ler döneminin dar, ağır ideolojik yaklaşımlı ve politik yapısını, '90'lar dünyasında ve Türkiye'sinde aşılma gereğini ortaya koy"uyor. "Büyük bir deneyimin arkasından, ilke ve programının gözden geçirilmesini ve güncelleştirilmesi ihtiyacını vurguluyor. Bu yaklaşımım bu yıllarda artarak devam" etmiştir diyor. "Aynı husus şiddet için de geçerlidir" diyerek ekliyor. "Yetmişlerde moda olan ve uygulandığında sadece, ayrı devlet anlamında yorumlanan 'ulusların kaderini tayin hakkı' gerçekten, bu yorumuyla tam bir çıkmazdı", "bunu fiilen belirttiğim tarzda aşmaya çalıştım." "Demokratik çözüm yolunun zenginliği karşısında ayrı devlet, federasyon, otonomi ve benzen yaklaşımları bile geri ve bazen çözümsüzlüğe pratikte yol açtığını görünce... demokratik sistem üzerinde yoğunlaşmak bana çok önemli geldi" diyor. "Demokratik cumhuriyet, demokratik çözüm"ün kendisine "bir ilaç gibi geldi"ğini vurguluyor, "Demokratik çözüm seçeneği genelde olduğu gibi, Kürt Sorunu'nda da tek seçenek durumundadır. Ayrılma ne mümkün ne de gereklidir. Kürtlerin çıkarı, kesinlikle tüm Türkiye ile demokratik birliğinden geçmektedir. Demokratik çözüm, hakkıyla uygulanırsa otonomi ve federasyondan bile daha başarılı ve gerçekçi bir model olma yolundadır. Pratik daha şimdiden bu yolda ilerlemektedir" iddiasında bulunuyor. Çözümün "ortak vatan ve ortak devlet politikasından geçtiğini vurguluyor. Son 25 yılın büyük tarihi olaylarının kendilerini etkilediğini, 70'li yıllarda "sola hakim olan sorunların slo-ganvari ütopik, dogmatik" tarzda ele alındığını, ayrı devlet kurma yaklaşımının o dönemden etkilenmeyi ifade ettiğini, '93'ten sonra fiilen bunu aşmaya yöneldiğini, "reel sosyalizmin çözülüşünden, demokratik çözüm tarzını çıkarı Tarak "UKKTH ilkesinin artık geçerliliğini yitirdiğinin saptanması gerektiğini, "sınırlara hiç dokunmadan", "aynı sınırlar dahilinde demokrasiyi geliştirerek çözümün daha gerçekçi olduğunu" görmek gerektiğini, "70'ler programını bırakıp yeni programa" "reel sosyalizmin çö-zülüşüyle geçmek gerektiğini söylüyor. O, ısrarla PKK'nin "ayrılıkçı" bir hareket olmadığını vurguluyor. "Bu toplumsal yapıdan (Kürdistan kastediliyor-PSn) devlet doğmaz. Ne fikri düzey, ne coğrafi ne ekonomik düzey buna imkan ver" mez, "ayrı devlet sadece ideolojik bir söylemdir" diyor. "PKK önderliğinde her ne kadar 'sosyalist bir devletten' bahsetse her örgüt kendine göre ayrı bir devlet anlayışından bahsetse de bunlar ütopik olmaktan öteye gidemeyen mezhep düzeyinde anlayışlardı"diye-rek tekrar tekrar vurguluyor. Geç de olsa '90'lı yıllarla birlikte şahsen yoğun değerlendirmelerle demokratik birlik arayışına" girerek "seslendirdiğini söylüyor.

Burada vurgulanması gereken şudur: Öcalan, burjuva demokratik bir ilke olan ezilen, bağımlı, sömürge ulusların ayrı devlet kurma hakkı olan UKKTH ilkesini açıkça dünyadaki büyük değişimler adına red ve mahkum ediyor. Genel olarak da geçersiz sayıyor.

İkincisi, Öcalan, Kürt ulusunun hakkı olan ve kayıtsız-şartsız savunulması gereken ayrı devlet kurma hakkı ve bu temeldeki mücadelesini red ve mahkum ediyor. Böylece, Türk şovenisti bir duruş sergiliyor.

Üçüncüsü, Öcalan, "bağımsız, birleşik Kürdistan" temel talebinden '93 dönemeciyle fiilen vazgeçildiğini, yöneliminin bu doğrultuda olduğunu vurguluyor. "Kişisel düzeyde yine dikkate alınması gereken temel bir çalişmam, PKK'nin yetmişler dünyasında kalma program ve propaganda tarzını, doksanlı yıllardan itibaren değiştirmeye ve aşmaya ilişkin çabalarımdı r. Resmi olmasa da fiili olarak Türkiye genelinde demokratikleşmeyle bağlantılı...demokratik birlik çözümüne yaptığım vurgulardır. Bunu, ilgili devlet kuruluşları gayet iyi bilmektedir. Kürtler açısından en iyi özgürlük ve bağımsızlığın ancak demokratik cumhuriyet koşullarında söz konusu olabileceği çok kapsamlı olarak dile getirilmiştir. "Nitekim 1. Ateşkes çağrısı il© başlayan ve gelişen sürecin hiçbir evresinde "Bağımsız, Birleşik Kürdistan" talebi dile getirilmemiş, aksine tüm vurgular TC devleti çatısı altında "siyasi çözüm" üzerinde yoğunlaşmıştır. Başsavcılığın iddianamesinde "bu hususun basit bir taktik manevra olarak görülmesini, bu çok önemli dönüşümü görüp değerlendirememe-sini büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Demokratik cumhuriyetle demokratik birlik yaklaşımı; stratejik olduğu kadar, bizzat mücadelenin bize gösterdiği, dayattığı en doğru çözüm yolu olarak anlaşılmalıdır", diyor. PKK, "Demokratik Cumhuriyetin temel çerçevesinde, ortak vatan anlayışında, ütopik dönemin ve artık özgürlük için tek biçim olmayan ve zaten fiilen işlemeyen, bırakılan" ama resmen değiştirilmeyen ayrı devlet programı yerine, "en yakın bir konferansla" fiilen zaten terkedilmiş olan program yerine yeni ve demokratik bir program ilan edilmeli, diyor.

Dördüncüsü, Öcalan, bağımsız Kürdis-tan devletinden federasyona, bursan otonomiye (Roma sürecinde açıklanan talepler hatırlansın), otonomiden de tek devlet, tek ulus ('kültür milliyetçiliği') fikrine, çözümüne kadar gerilemiştir.

Partimiz, Kürt ulusunun başta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere, silahlı direnme, ayaklanma ve devrim hakkını kullanarak tüm ulusal demokratik haklarını kazanma kavgasının şartsız yanındadır. Partimiz, Öcalan'ın savunduğu sömürgeci faşist diktatörlükle ortak çatı altında Kürt Ulusal Sorunu'nun sözde "demokratik çözümü" çizgisi ve projesine de ikircimsiz karşıdır.

Kürt Sorunu Anayasal Bir Sorun Değil Devrim Sorunudur

Öcalan, ayaklanmalar ve devrimler döneminin bittiğini, Kürt Sorunu'nun anayasal bir sorun olduğunu ileri sürüyor. Sorunun anayasal ve yasal düzenlemelerle Kürt kimliğinin, dil ve kültür özgürlüğünün tanınmasıyla çözülebileceğini savunuyor. Devlet sınırlarının ("Misak-ı Milli") değişmezli-ğine sahip çıkıyor.

O, Kürt Sorunu'nun dil ve kültür sorunu olduğunu savunuyor. "Ortak vatan, ortak devlet" esprisine dayalı olarak sorunun "rahatlıkla" çözüleceğini iddia ediyor. Üni-ter devlet yapısı altında anayasal vatan-daşlık, birinci sınıf vatandaş, üst kimlik olarak Türk, alt kimlik olarak ve köken olarak Kürt çözümünü öteden beri dile getiren Türk burjuvazisinin pek çok kanadının politikalarına hararetle "demokratik birlik", "demokratik Cumhuriyet" söylemiyle sahip çıkıyor.

Partimiz, bu Kemalist yaklaşımı reddediyor; Kürt Sorunu, anayasal bir sorun değil bir devrim sorunudur. Siyasal demokrasinin temel taleplerinden biri olan Kürt ulusunun ulusal özgürlüğünü kazanması sorunu, yarı-sömürge, geri kapitalist Türkiye sistemi içinde siyasal reformlar yoluyla, anayasal yolla elde edilemez. Yarı-sömür-ge, geri kapitalist yapı sürdükçe, Türk egemen sınıflarının egemenliği devam ettikçe,

Kürt ulusunun sömürge bağımlılığı sürdükçe ister devrimin baskısı altında kalarak, ister devrimi ehlileştirerek boğmak amacıyla olsun, sistemin ve diktatörlüğün bazı sivri uçlarının törpülenmesiyle ya da bazı siyasi reformların yapılmasıyla Kürt Sorunu, çözülmeyecektir. Olsa olsa sömürgeci tahakküm, Türk Ulusu'nun egemen ve ayrıcalıklı konumu inceltilmiş, ulusal baskı göreli olarak hafişemiş tarzda sürecek ve korunacaktır.

Kürt Sorunu, ancak, Kürt ulusunun baş-ta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere tüm ulusal demokratik haklarını özgürce kullanabileceği; ekonomik ve siyasi ilhak ve işgalin son bulduğu koşullarda çözülebilir. Bu da bir devrim ve iktidar sorunudur. Tabii ki, eğer devrimci düşünüyor ve devrimci bir çözüm öneriyorsak!

Öcalan'ın önerdiği çözüm, geri bir ulusal reformist çözümdür. Sosyal demokratik karakterde bir çözümdür. Pek çok sermaye kuruluşunun, partilerinin sözde çözüm önerilerinde bunu görmek mümkündür.

Öcalan çözümünün, çizgisinin karakteri hakkında fikir edinmek bakımından Le-nin'in şu sözlerini hatırlatmanın tam yeridir:

"Reformist bir değişiklik, egemen sınıf iktidarının temellerini sarsmayan, bu sınıfın ödünü olan ve onun tahakkümünü sürdüren bir değişikliktir. Devrimci bir değişiklik ise, bu iktidarı temellerine kadar sarsar. Ulusal programda reformizm, egemen ulusun bütün ayrıcalıklarını ortadan kaldırmaz; reformizm, ulusal baskının tüm biçimlerini yok etmez. 'Özerk' bir ulus, 'egemen' bir ulusla, haklar bakımından eşit durumda değildir."(UKKTH, s. 195)

Kaldı ki, Öcalan, özerkliği de reddetmektedir; daha geri bir duruş sergilemektedir.

Egemen ulusun egemen sınıfının iktidarını yıkmadan, emperyalizme bağımlılık ilişkilerini tasfiye etmeden Kürt Ulusal Sorunu çözülemez.

Stalin'in de vurguladığı gibi, çağımızda ulusal sorun, ülkelerin bir iç sorunu olmaktan çıkarak ezilen, bağımlı, sömürge, yarı-sömürge ulusların ve halkların emperyalizme karşı mücadelesi sorunu, proletarya devrimi genel sorunun tamamlayıcı parçası olan bir sorun haline gelmiştir.

Kürt Ulusal Sorunu, devrimimizin temel sorunlarından, başta gelen sorunlarından birisidir. Kürt ulusal özgürlüğünün kazanılması, devrimimizin en yakıcı sorunu olan genel politik özgürlüklerin kazanılması sorununun temel bileşenlerinden birisidir. Sorunun çözümü de antiemperyalist demokratik halk devrimiyle, dahası kalıcı ve nihai çözümü devrimimizin ilk adımının sosyalist devrime kesintisiz dönüşmesiyle, komünizme doğru ilerleyişiyle olanaklıdır.

Partimizin programatik, stratejik çözüm önerisi, proletarya hegemonyasında ortak, gönüllü, istendiği zaman özgürce ayrılma hakkının güvenceye alındığı, ulusların ve dillerin eşitliğine dayanan sovyetik devrim-ci-demokratik cumhuriyetler birliğidir. Bu adımın ikinci bir adımla, devrimimizin kesintisiz sosyalist devrime dönüştürülmesiy-le sosyalist bir cumhuriyetler birliği politika ve çözümüdür.

Ve biliniyor ki, kapitalizm ulusal sorunun çözümünde işas etmiştir. Ulusal baskının ana kaynağı emperyalizmdir. Ulusal baskı ve tahakkümü ortadan kaldırabilmek için, kapitalizmi ortadan kaldırmak gerekir. Kapitalizmin çerçevesinde ortaya çıkabilecek ulusal çözüm, giderek emperyalizme teslim olmakla sonuçlanmaya mahkumdur. Çağımız buna tanıklık yapmıyor mu!..

Öcalan, Kürt Sorunu'nu dil ve kültür özgürlüğüne, bu anlamda Kürt kimliğinin tanınmasına indirgiyor. Ve bu sorunda da '90'lar sonrası fiilen önemli adımlar atılmış-tır, diyor.

Kuşkusuz, Kürt Sorunu buna indirgenemez, dahası esası buna indirgenemez. Dil ve kültür özgürlüğü ulusal sorunun, ulusal sorunun çözümünün önemli ama sadece bir bileşeni ve bir cephesidir.

Kürt Ulusal Sorunu, en başta ayrı devlet kurma hakkı içinde olmak üzere tüm ulusal demokratik hakların kazanılması, özgürce kullanılması hakkı ve sorunudur. Ekonomik ve siyasi ilhakın son bulması sorunudur.

Açık ki, sorunun dil ve kültür sorununa indirgenmesi, tutarlı demokratlıkla bile bağdaşmaz ve Türk şovenisti bir tutumdur. Coğrafyamızdaki her türüyle reformist akımın şoven, sosyal şoven çizgisi de sorunu dil ve kültür sorunu bağlamında ortaya koyuyor...

Görüldüğü kadarıyla Öcalan, savunmasını, çizgisini Türk egemen sınıflarını, Amerikan emperyalizmini, faşist diktatörlüğü ikna-ya göre şekillendirmiş. Tipik burjuva demokratizm çizgisi. Tipik ve sınırlı bir ulusal reformist çizgi. Kürt Sorunu'nda tutarlı bir demokratizmi bile temsil etmiyor.

Öcalan, PKK ve Kürt Halkını Nereye Çağırıyor?

Öcalan, "bazı sapmalar olsa bile demokratik cumhuriyet" olarak tanımladığı Amerikancı faşist diktatörlüğe inkar ve imhadan vazgeçmesini, PKK'ye ise isyandan, devrimden, silahlı mücadeleden vazgeçmesini öneriyor. İnkar ve ayaklanmalar, şiddet ve baskının artık miadını doldurduğunu, artık yeni bir tarihi aşamaya gelindiğini, kaçınılmaz, zorunlu ve seçeneksiz tek yolun demokratik barış içerisinde bir arada yaşamak olduğunu söylüyor. PKK önderliğindeki isyanın artık son isyan olması gerektiğini, devletin bu amaçla yumu-şaması, çözüme kapı aralaması gerektiğini vurguluyor; "Cumhuriyete, devlete karşı borcun ödenmesinin de başka yolu" yoktur diyor. Türk burjuva devletinin soruna hukuki değil politik yaklaşarak çözmesi gerektiğini vurguluyor.

Öcalan, "bir büyük özgürlük arayışını şahsımda irdelemek bir yöntem haline geldi. Burada (İmralı'da) da denemek beklenen bir husustu" diyerek, bu irdelemenin sonucu olarak "fazlasıyla yeterli olan bir özgürlük isyan kişiliğindin, özgür barış Kimliğine ulaş"tığını, "tek bunun için yaşa-ması" gerektiğini, "yakalanma, sorgu ve daha sonraki süreçte (bunu) esas aldı'ğını, bundan sonraki yaşamını barışa adayacağını ve adadığını, TC'nin 21. asra bir barışla girmesi, 21. asrın bir barış asrı olması gerektiğini, gidişin de bu yönde olduğunu ve olacağını, bunun kaçınılmazlığını vurguluyor. O, eğer bugünkü kavrayışa sahip olsaydım tuttuğum yola 70'li yıllarda girmezdim, yanlışlığını görüyorum, diyor.

Öcalan, PKK'ye '93'ten beri fiilen aşıl-mış eski programını yeni döneme uygun "demokratik birlik" çözümü temelinde "devlete hizmet edecek" bir program haline getirmesini, bir "barış kongresi" toplamasını, "Bir devrimci örgütten, demokrat örgüte dönüşerek" kendini aşması, yenilemesi gerektiğini "devrimcilikte çakılıp kalmak, karşıdevrim kadar tutucu bürokratizme saplanıp kalmak" anlamına geleceğini belirtiyor.

Kürt Sorunu'nun çözümünde "devlette de duyarlılığın geliştiğini gördüm, sistemin çözüm çağrıları yapması bana ilaç gibi geldi" diyen Öcalan, "tutukluluk sürecim boyunca devletin yaklaşımlarını bu umut (ba-rış umudu-PS) uğruna yaşamaya değer buldum. Karşılıklı eleştiri ve suçlamaları derinleştirmeyi anlamlı bulmadım" diyen Öcalan, "bundan sonra fırsat bulursam, çabam silahlı çatışmanın tamamen ortadan kaldırılması ve PKK varlığının yasal siyasal zemine çekilmesi, demokratik sistemle bütünleştirilmesi temelinde olacaktır. Devletin duyarlılığıyla, yaratıcı çabalarıma güvenerek bu rolü başarıyla oynayacağıma inanıyor ve kararlılığımı vurguluyorum" diyor.

Öcalan, devletin çözüm için adım attığı koşullarda "dağdaki insanı indiririm" diyor; "PKK'nin sadece karşıt olmaktan çıkmakla kalmayacağını, devletin en önemli destek gücü olacağını" söyleyen Öcalan, "fırsat verilsin, PKK dağdan inecektir ve vatandaş olarak destek olacaktır" diyor. "PKK uygun bir çözüm yaklaşımıyla demokratik sisteme çekilirse, bu gerçekten kalıcı bir demokrasi zaferi olacaktır" vurgusunu yapıyor. "Çıkarların aşırılıklarını engelleme kadar haklı olan yanlarını da devlet kurumla-rı aracılığıyla realize edilmesi" demokrasinin meziyetidir, diyor. "Aşırı ideolojik ve katı siyasi yaklaşım, bu dönemin demokratik çözüm zorunluluğuna terstir" diyor. PKK'ye ve devlete çağrı yaparak "PKK cumhuriyeti parçalayan iddiasından, onu güçlendiren temel olgulardan birisine dönüşme"li, Kürt halkını, PKK'yi "cumhuriyet karşıtı yapmamak tarihi bir görevdir", eğer "devlet sınırlı olarak bile yol açarsa barış yoluna girmekten, ortak vatan ve demokratik cumhuriyete layık olduğu, değeri gücü vermekten çekinmeyeceği, bu güçte olduğu görülecektir. Aksi halde her iki taraf kaybeder, düş-man kazanır, acı artar, tarih kaybeder" diyor.

O, devletin olumlu yanıt verdiği koşullarda tarihi bir aşamanın yakalanacağını belirttikten sonra "ilk defa bu son isyanın gerçekten son isyan" olacağını, "duygusallığa kapılmadan" sorunu "kardeşler arasındaki haksızlık ve ihmalkarlıktan kaynaklanan çok acı bir çatışma olarak görüp, kar-deşçe, ama realiteye, demokratik cumhuriyet çatısı altında bir barışa gidilmelidir" çağrısı yapıyor. "Demokraside çarenin tükenmeyeceğini" belirten Öcalan, "tarihi bir yargılamadan tarihi bir çözüm" çıkmalı, "bu yargılanmada, bunu cesurca ortaya koymam bu cumhuriyetin, onun gelişen demokratik karakterinin hem bir gereği ve onunla tanışmamızın, dolayısıyla barışma-mızın gereğidir hem de başka tür bilimsel olarak da çaremizin olmadığı ve gerekmediğidir de" vurgusunu yapıyor. "Özellikle Kürtler için en büyük eksiklik gerek kendi doğdukları ana coğrafya, gerekse de bir parçası oldukları tüm Türkiye'yi vatan olarak görme duygu ve düşüncelerinin zayışığıdır. Bu, üzerinde oynamaya müsait bir durum yaratıyor. Ayrı bir Kürdistan kavramı bunun sonucudur. Doğrusu ortaya konulmazsa tehlikelidir" diyerek, bu "tehlikeyi" ortadan kaldırmayı asli görevi olarak görüyor. Tarihi tecrübenin isyan, ayaklanma, devrim yolunun geçersizliğini açığa çıkardığını, devletin de inkar ve bastırmadan vazgeçerek "şimdi yapılması gereken bundan sonra yarayı ilaçlayıp bağlamaktır. Bunun adı da toplumsal barıştır" diyerek "özgürlük temelinde devlet ve toplumla yeniden bağlanma"yı temel görev sayı-yor.Kürt halkına, "Bu çerçevede doğudaki (artık Kürdistan kavramı bile kullanılmıyor-PS) halkımıza, Kürt halkına düşen...devletle yeniden demokratik birlik içinde yürümektir" çağrısını yapıyor.

Öcalan'ın yukarıda özetlenen tezleri, çözüm perspektifi, politik çizgisi devrimci olan her şeyle kopuşmaya, inkara, teslimiyete, tasfiyeciliğe dayanıyor. PKK'nin ve Kürt halkının büyük fedakarlıkla, onbinler-ce şehit vererek yarattığı tüm devrimci değerlerden, geleneklerden arınmayı öneriyor. Devleti tehdit eden bu mücadeleyi ve değerleri sisteme, devlete, Türk egemen sınıflarına endeksleyerek, sistemin devrim ve sosyalizm mücadelesi karşısındaki bir gücü haline getirmeyi amaçlıyor. Kuşku-suz, bu tablo ve sonuçları, işçi sınıfına, halklara, Kürt halkına "büyük kaybettiriyor" ama egemen sınıflara, diktatörlüğe, gericiliğe "büyük kazandırıyor" ya da "büyük ka-zandırma"ya hizmet ediyor.

Partimiz bu tabloyu görüyor, süreç içerisinde çilekeş Kürt halkının da bu gerçeği göreceğine inanıyor.

Barış, Devrim/ Teslimiyet

Öcalan, "demokrasinin", "demokratik uygarlığın" 20. asrın sonunda "tam", "kesin" zaferini ilan ettiğini ve kazandığını iddia ediyor. 21. asrın "barış asrı" olacağını düşünüyor. Türkiye'nin de Kürt sorununu çözerek 21. asra barış içinde girmesini öneriyor, özlüyor ve istiyor. Bu amaçla ırkçı, militarist, inkarcı, soykırımcı, ilhakçı, iş-galci, yayılmacı Türk egemen sınıflarını, sömürgeci faşist diktatörlüğü ikna etmeye çalışıyor. Temel görevini, buradan saptıyor. Yaşamını, yeteneklerini , karizmasını bu yolda kullanacağını ısrarla tekrar tekrar vurguluyor. Buna da "büyük kazandırma" diyor. "Büyük kaybettirme" burada ters yüz edilmiş olarak "büyük kazandırma" olarak proletaryanın, Kürt halkının, halkların kar-şısına çıkarılıyor.

Öcalan'a göre, barış nasıl kazanılacak? Açık ki, sınıf işbirliği temelinde. Yarı-sö-mürge, geri kapitalist yapının, Türk egemen sınıflarının egemenliğinin, Türk Ulusu'nun egemen ve ayrıcalıklı konumunun sürdüğü, Kuzey Kürdistan'ın ve Kürt ulusunun sömürge bağımlılığının devam ettiği ama göreli hafişemiş, inceltilmiş bir tarzda korunduğu koşullarla.

Bu barışın adı, olsa olsa kırıntılar karşılığında, çok büyük kaybetme pahasına elde edilecek oldukça geri bir burjuva barış olacaktır. Ne olursa olsun barış politikası kabul edilemez.

Barışa evet! Ama nasıl? Kuşkusuz ki, özgürlük gibi barış da devrimle gelecek. Sistem, diktatörlük yıkılacak. Türk Ulu-su'nun egemen ve ayrıcalıklı konumu son bulacak. Kürt Ulusu, başta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere tüm ulusal demokratik haklarını özgürce, özgür iradesiyle kullanabileceği koşullarda adil, onurlu, eşit bir barış gelecek.

Bunun yolu da iktidarın devrimci şidde-te dayalı, ayaklanma yoluyla, devrimle yıkılması yoludur. Öcalan'ın burjuva pasifist barış çizgisi ise bu yolun reddine dayanıyor.

Barış, ilkesel olarak, programatik, stratejik olarak böyle kazanılır. Taktik gelişme hattı da buradan belirlenir ve belirlenmelidir.

Ayaklanmanın, devrimci mücadelenin, devrim ve iktidar kavgasının yan ürünü olarak ortaya çıkabilecek reformcu kaza-nımların ifadesi olabilecek siyasal kazanımlar, geçici barış (soluklanma, bu kaza-nımları iktidar sorununun devrimci çözümünün bir aracı olarak kullanma) elbette ki reddedilemez. Ama adı üzerinde, "devrimin yan ürünü" olacaktır eğer gerçekleşe-bilirse. Devrimi, her devrimin temel sorunu olan iktidar sorunu ve kavgasını, devrimci şiddeti, isyan ve ayaklanmayı reddederek, devlete hizmeti temel görev bilerek, devleti tehlikelerden kurtararak, teslimiyetçi, oldukça geri bir içeriğe sahip reformist, tasfiyeci içerikte bir programla, politik stratejiyle, eylemle değil.

Devrimin baskısı, darbeleri altında eğemen sınıfların geri adım atarak ciddi ödünler vermek zorunda kaldığı koşullar-da bile bu kazanımların, ödünlerin kullanılabilmesinin tek güvencesi, yine devrim ve iktidar kavgasına bağlanmış bir militan mücadele çizgisinin; stratejik, programatik çizgi ve amaçlara bağlanmış bir militan taktiksel çizgidir.

Teslimiyetle barış elde edilemez, kazanılamaz, korunamaz ve bir sıçrama tahtası olarak veya bir soluklanma an'ı olarak ana hedeşer doğrultusunda kullanılamaz.

Teslimiyet kaybettirir. Devrim ve sosyalizm kavgasının, Kürt ulusal devriminin karşısına yeni, kabarık, daha ağır ideolojik, politik, örgütsel fatura çıkarır. Bedeli ağır-laştırır. Mekanizm, şematizm, dogmatizm, ütopizm, ideolojik yaklaşılıyor, Başkan an-laşılamıyor, politik ve somut koşullar kavranmıyor motişeriyle kamuşe edilerek bu gerçekler örtülemez. Büyük ulusal devrimci kazanımlar sınıf işbirliğine, kırıntılara, stratejik olarak kaybettiren pazarlık ve pratiklere feda edilemez, edilmemelidir.

Yorgunluk mu var, bir mola mı gerekiyor, diktatörlük inisiyatifi ele geçirmeye mi başlamış, yeni bir devrimci atılım için yeniden derlenmek-toparlanmak mı gerekiyor, ama bu koşullar ilkesel, programatik, stratejik devrimci değerlerden vazgeçmenin, unutmanın, unutturmanın aracı yapılamaz. Aksine bu tehlike daha da büyüyeceği için bunlara daha kıskançlıkla sahip çıkmak gerekiyor. Öngörülecek taktiksel hat, ilke bozmaya tekabül etmeyecek. Kazanımlar, gelenekler, manevra yapmanın, daha güçlü davranmanın aracı olacak. Gelecek an'a feda edilmeyecek, koşullara, gidişata uygun mücadele ve örgüt biçimleriyle, politik, örgütsel inşaa ve manevralarla, propaganda, ajitasyon, eylemle yürünecek. Burjuvazi, kurumları, gericilik hakkında hayaller yaratılmayacak. Silahlar bırakılmayacak.

Barış talebini yükselteceğiz. Ama devrim ve iktidar kavgasına bağlanmış temelde. Devrimci barış stratejisi, barışçıl yola, sınıf işbirliği ve teslimiyet stratejisine dayanmaz. O, devrim, iktidar, ayaklanma hedefine bağlıdır.

Barış talebini taktiksel olarak da yükselteceğiz ve mücadelesini vereceğiz. Ama taktiksel olarak devrimci barış mücadelesi de devlete teslimiyeti reddeden yolda, mücadeleci yolda, en geniş yığınları; kirli, haksız, sömürgeci savaşa karşı doğan, büyüyen tepkileri iktidar kavgasına yönlendirmenin, geniş yığınları özdeneyleriyle devrimci çizgi ve kavga etrafında birleştire-rek savaşa sürmenin, devrimci mücadelenin yan ürünü olacak kazanımları elde etmenin aracı olacaktır bu yol.

Bugün tablo böyle değil ama diyelim ki, sınıf düşmanı devrimin baskısı altında geri adım atmak, ciddi tavizler (örneğin, özerklik gibi) vermek zorunda kaldı. Tamam düşmanla görüşelim, pazarlık yapalım. Ancak hayaller yaymadan, silahları bırakmadan, devrim ve iktidar hedefine sıkı sıkıya bağlanarak büyük kitlelerin gücüne, politik ve askeri kozlara dayanarak yeni ve daha büyük sıçrama ve kesin hedefe ulaşmada bu olanağı mücadeleci bir tarzda kullanalım. Bazı taktik tavizler, taktik geri adımlar bizi stratejik hedeşere yaklaştırıyor, stratejik zaferi hazırlıyorsa, hızlandırıyorsa devrimci bir adım olabilir, tersi değil.

Ama bu farklı bir politikadır, teslimiyet, uzlaşma, işbirliği, devrimi, devrimciliği red, devrimcilikte direnmenin "karşıdevrimcilik" olarak değerlendirilmesi ise bambaşka bir şeydir. Biri diğerini reddeder...

İmralı Çizgisi Haklı ve Haksız Savaş Ayrımını Reddediyor

Öcalan, savunmasında kendilerine başka bir çıkış yolu bırakılmadığı için, inkar, baskı politikası yüzünden başkaldır-mak zorunda kaldıklarını, yürüttükleri sa-vaşın yasal değil ama meşru olduğunu söylüyor. Ama bugün dönüp geri baktığı zaman, 25 yıllık tarihi tecrübenin ardından amatör, ütopik, dogmatik, ideolojik davrandıklarını, bugünkü kavrayışa o gün ulaş-mış olsaydı girdikleri o yola girmeyeceklerini söylüyor.

"Sorunların ağırlaşmasının en temel nedeni, bu çerçevenin (savunma çizgisi kastediliyor-PS) sistem tarafından geliştirmemesi kadar, çözümü arayan sorun sahiplerinin de böyle bir çerçeveyi gündemlerine koymamaları büyük rol oynamıştır. '60'lı,'70'li yıllarda kurulması ve tutarlı temsilinin yapılması gereken bu çerçeveye ’90'lı yıllarda ulaşılabildi." diyor.

Buna rağmen "PKK'nin tüm ütopik ve aşırı siyasi perspektişerine rağmen" ve "eylem yöntemlerindeki yanlışlarına rağmen sorunu ortaya koymada, çözümü zorlamakla tarihi bir rol oynadığı tartışmasız-dır" "Sana ayakbağı olan sorunu gör ve çöz demekle gerçek bir hizmeti yapmıştır", diyor. PKK'nin bölücü, ayrılıkçı değil, 21. asra doğru, acısı ve tatlısıyla, "kuvva -i demokrasi rolünü" oynadığını vurguluyor. Tarihi bir fırsatın doğduğunu, "taraşarı suçlamak yerine, bilimsel değerlendirmeye çalı-şıyorum." "Ya ayrılık, isyan ya bastırma ve inkar! Halbuki iki yaklaşım çok denendiği halde verdiği muazzam kayıpları bir tarafa bırakalım, hiç çözüm gücü olunmadığı gibi, sorunu ve toplumu çok ağır sorunlarla yüz yüze bırakmıştır...yani çözümsüzlüktür. Bunun kader olmadığı, gerçekten demokrasilerde çarenin bitmediğini söylememize rağmen, pratiğe ulaşmamanın tarihi sorumluluğu herkesindir". "Burada artık kim haklı-haksız" ı tartışmaktan çok, "demokratik çözüme" gitmek gerektiğini belirtiyor Öcalan.

Açık ki, Öcalan, devrimci bir duruşla İm-ralı'da kirli, haksız, sömürgeci savaşı mahkum etmedi. Kürt ulusunun, PKK'nin önderliğindeki haklı, meşru savaşını savunamadı. Herkes(l) suçludur politikasını izledi. Devrimci geçmişe reddiye yazarak bırakalım kimin ne kadar haklı haksız olduğunu, bu işi kaderde, tasada, kıvançta birlik ve kaynaşma ruhuyla çözelim, diyor. Sorun, kardeşler arası bir sorundur, kardeşçe çözelim, diyor.

Oysa, genel olarak sınıflı toplumlarda, özel olarak da çağımızda savaş olgusu böyle değerlendirilemez. Tarihsel deneyimin kanıtladığı, teorinin açıkladığı gibi, hangi biçimde olursa olsun gericiliğin halklara, proletaryaya karşı savaşımı, savaşla-rı tümüyle gerici ve haksız; proletarya ve halkların emperyalizme, kapitalizme, gericiliğe, sömürge ve yeni sömürge bağımlılığına, gerici egemen sınıflara karşı savaşımı ve savaşları ise haklı, meşru, ilerici, devrimci savaşlardır.

Kürt halkının sömürgeci faşist karşıdev-rime karşı ulusal özgürlükleri için yürüttüğü savaş, tümüyle haklıdır. Türk egemen sınıflarının ulusal kurtuluş hareketine ve devrime karşı yürüttüğü savaş ise tümüyle haksız, gerici ve sömürgeci bir savaştır.

Tasfiyeci, teslimiyetçi, liberal değerlendirmeler, renksiz, soluk, orta yolcu, reddiye düzen politikalar bu bilimsel, devrimci, nesnel gerçeği ne dün değiştirebildi ne bugün ne de gelecekte değiştirebilecektir.

Amerikancı Faşist Türk Ordusuna Dizilen Övgüler

Öcalan, Türk burjuva ordusunun "tam açık olmasa da, devleti ve toplumu kontrollü demokratik sürece oturtmaya çalış"tığı-nı, ordunun rolünün tam anlaşılamadığı, "toplum, gerçekten demokrasi ve onun sorunları barışçıl çözme sistemiyle, olgunlaş-mış olarak hazırdır" ,"ordu en hazırlıklı kurum olarak bu süreci demokrasi lehine ge-liştirmekten yana, ama denetimi de elden bırakmak niyetinde" olmadığını belirtiyor. "Şiddet, artık cumhuriyetin gündeminden kesin kalkmalıdır. Sanıyorum, Türkiye'de tüm kesimlerin konsensüs sağladıkları en temel konu budur" sübjektif, gerçek dışı saptamasında bulunduktan sonra, devamla, "kimse sorunların şiddetle çözüleceğine inanmıyor. Bunun, açık ve tarihten en büyük dersi çıkarmış görünen ve büyük zor gücüne rağmen, bu gücün etkisini ancak yaratıcı çağdaş bir demokrasiye yönlendirmede kullanan ve açıkça doksan ortalarından beri MGK Konseptleri ile yürütülen, içinden geçmekte olduğumuz tarihi aşamayla da kanıtlanıyor. Ordu darbe yapmıyor. Ordu, en demokratik görünen partilerden bile daha duyarlı, demokrasinin ölçütlerini hatırlatıyor. Günümüzde ordu ve demokrasi ilişkisi irdelenirken, herkes şahsı için alabildiğine demokrasi isterken ordunun gerçekten demokratik normların takipçiliğini üstlenmesi, şüphesiz ülkenin güvenliğiyle bağlantılıdır, ama, sorumlu olduğu gibi bu güvenliğin bile demokrasiyle bağlantılı olduğunun görülmesi de yüksek ve saygı duyulması gereken bir anlayış gereğidir. Bu açıdan da bu aşamanın tarihi, demokratik nitelikte olduğunu görüyoruz... Ordu bugün demokratik aşamanın karşısında bir tehdit değil, tersine sağlıklı aşama yapmasının ve işletilmesinin teminat gücü konumundadır, "şeklinde belirtiyor faşist Türk ordusu hakkındaki düşüncelerini.

Bu tahliller bilimsel, nesnel, devrimci değildir. Türk burjuva ordu gerçeğinin çar-pıtıl-masıdır. Ordunun sınıfsal niteliğinin, askeri ve politik rolünün, halklar ve devrim karşısındaki konumunun ve emperyalizme bağımlılık ilişkileri bağlamında rolünün de açık çarpıt 11-masıdır.

Türk burjuva ordusu, devrim ve sosyalizm, proletarya ve halkların, Kürt halkının en önemli stratejik ve taktik düşmanıdır. Ordu, faşist generaller çetesinin yönetiminde faşist diktatörlüğün en temel vurucu gücüdür. Ordu, yalnızca en önemli vurucu güç, sistemin en örgütlü faşist kurumu değil, aynı zamanda kolektif kapitalist bir askeri klik olarak, Türk egemen sınıflarının bir kesimidir. Ordu, başta ABD olmak üzere emperyalizmin ve egemen sınıfların en önemli sacayağıdır. İç ve dış politikada ipleri elde tutmakta, Amerika patentli sözde "demokratik" 12 Eylülcü yarı-askeri faşist politik rejim kurumlaşmasına dayanarak Türkiye'yi yönetmektedir. Gitgide biçimsel-leşen, işlevsizleşen parlamento, seçimler, partiler gibi burjuva kurumlar yarı-askeri faşist diktatörlüğe demokratik görüntü vermek amacıyla kullanılan iğreti bir maskeden başka bir şey değildir. Türkiye'nin de-mokratikleşememesinin, demokrasinin (politik özgürlük) önündeki en büyük engel ordudur. Ordunun bugün çıplak bir askeri darbeyle (sözde demokratik kurumları bir tarafa itmemiş olması) faşist diktatörlüğü tümden askerileştirerek dolaysız politik iktidar tekelini kurmamış olması, coğrafyamızda, bölgede, küresel çapta bir dizi faktörle vb. ilişkilidir. Ordunun belirlediği" MASK", "MGSB", "28 Şubat Kararlan" "MGES" tarafından çerçevesini çizdiği "yeniden yapılandırma programı" kısıtlı bir burjuva demokrasisine dayanan bir diktatörlük biçimini de yadsıyor. Kürt Soru-nu'nda ise "ez ve çöz" politikasını izliyor. Öcalan'ın yukarıdaki açıklamaları yaptığı günlerde Kuzey Kürdistan da içinde olmak üzere bugün de ordu merkezli faşist şiddet binbir biçimde coğrafyamızın dört bir yanında, Güney Kürdistan'da bütün barbarlığıyla sürüyordu, sürüyor.

Açık ki, Öcalan'ın övgü dizdiği, faşist Türk burjuva ordusu, devrimimizin dağıtacağı, ezeceği en temel kurumdur. Komünistlere ve devrimcilere düşen görev, günlük çalışmada da ısrarla ordu hakkındaki hayallere karşı sistematik mücadele yürütmektir...

Açık ki, Öcalan, orduya sesleniyor. Amerikan emperyalizmini teşhir etmeyerek, aksine ABD ve Türk egemen sınıflarının hedef tahtasında olan devletleri teşhir ederek (oysa Öcalan'a dönük emperyalist komplonun mimarı ABD'dir) ABD'ye sesleniyor. Tasfiyeci -reformist çizgide sorunun çözüm gücü olarak ABD ve askeri kliği görüyor...

Öcalan İmralı'da Tipik Bir Kemalist Duruş Sergiliyor

"Cumhuriyetin kuruluş ve korunmasında emeği geçen tüm şehitleri şehitlerimiz bilmek, kurucusunu minnettarlıkla ve saygıyla anmak, bayrağını gururla selamlamak esastır" diyerek kapitalist Türkiye düzenini, burjuva diktatörlüğünü ve bayrağını "saygıyla selamla"yar\ Öcalan, örneğin sözleriyle "bağımsız Kürdistan" mücadelesi ya da bağımsızlık, politik özgürlük, sosyalizm mücadelesini burjuva cumhuriyete ve diktatörlüğe karşı verenleri ezmek, yok etmek amacıyla savaşa tutuşan, haksız, gerici, faşist savaşta "devlet, cumhuriyet, bayrak için" ölenleri "şehit" sayıyor, halkları, öncülerini katledenleri sahipleniyor.

Bu tavır, Öcalan'ın geldiği üzücü ama ibret verici tabloyu çarpıcı bir tarzda gözler önüne seriyor.

Öcalan, barış çözümünü "saygı ve minnettarlıkla" andığı "Mustafa Kemal Atatürk'e dayanarak güçlendirmeye çalışıyor. "Adil ve onurlu bir barış olmadan ne ülkede ne de dünyada yaşamın hiçbir anlamının olmadığını derin bilinciyle bunu herkesten önce gören ve slogan haline getiren Mustafa Kemal Atatürk 'Yurtta Barış Dünyada Barış' ilkesi de daha çarpıcı yaşam ifademiz oluyor", diye belirtiyor.

Oysa M. Kemal'in resmi devlet ideolojisi de olan ve demagojik "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ilkesi", gerçekte içte işçi, emekçi, Kürt vb. muhalefeti demir yumruk politikasıyla ezme, dış politikada ise yayılmacı, saldırgan, hegemonyacı burjuva politikanın kamuşajı olmuştur. Bu, gerek M. Kemal'in yaşadığı gerekse de M. Kemal sonrası tarihsel kesitte hep böyle olmuştur.

Öcalan'ın M. Kemal'e atfettiği nitelikler gerçekdışıdır. M. Kemal'in söz konusu ilkesini "daha çarpıcı yaşam ifade"si olarak seçmekle daha büyük zaaf gösteriyor.

Öcalan, "Atatürk milliyetçiliği ırk, köken milliyetçiliği olmadığı, esas aldığı tarihten süzülen bir kültür ulusçuluğu olduğunu, bu ulusçuluktan sapma, karşı bir milliyetçiliğe zemin hazırladı" diyor ve "Atatürk"ün 'Ne Mutlu Türküm Diyene' sözlerine sahip çıkarak bu veciz sözün Türk şovenisti, ırkçı karakterini; resmi ideoloji ve söylemin Kürt halkının mücadelesi karşısında sıkışması-nın ürünü olan yorumlara (kültür ulusçuluğu gibi) sahip çıkıyor. "Türkiye'de de ortak bir ulustan bahsetmenin yadırganacak bir yanı da yoktur" diye belirttikten sonra, "Geçirdiğim mücadele tecrübesinin bir sonucu olarak tıpkı çok milliyet kökenli ülkeler, örneğin, ABD, İsviçre vb gibi ister tek bir resmi dil kullanılsın, ister birden çok dil kullanılsın milliyet ayrımına bakmaksızın tek ortak vatan ve ulus kavramına ulaşmak önemlidir", diyor.

Bir kere Öcalan, doğuşundan bu yana ırkçı, şoven, asimilasyoncu, soykırımcı nitelikte olan Kemalizmi, Atatürkçülüğü açıkça revize ederek tarihi gerçekleri saptırıyor.

İkincisi, Öcalan, Türk şovenisti karakterde "kültür ulusçuluğu" safsatasıyla, ulus, dolayısıyla Kürt Ulusu gerçeğini inceltilmiş bir oportünizmle bir biçimiyle yadsıyor.

Kavramlar, objektif gerçeğin bilimsel tanımlanmasını ifade eder. Ulus kavramı, kapitalizmin şafağında belirmiş ve yükselmiş evrensel olgulardan biridir. Ulus, dil birliği, toprak birliği, iktisadi yaşam birliği, ruhi şekillenme birliği temelinde yükselen istikrarlı, tarihsel ve toplumsal bir kategori ve olgudur.

Türkiye çok uluslu bir ülkedir. Kürt Ulusu, ayrı bir ulustur ve tüm ulusal demokratik haklarından yoksundur. "Tek ulus", "kültür ulusçuluğu", "üst kimlik olarak hepimiz Türküz" türünden tezler, teoriler, politika ve propagandalar Türk şovenisti karakterdedir ve inceltilmiş inkarcılıktır.

"Tek vatan, tek devlet, tek ulus" fikri ve çizgisi gerçekleri yansıtmıyor. Tek ulus fikri, Kürt ulusunu yok sayar. Tek devlet, burjuva devletin, egemen ulusun damgasını taşıdığını, egemen ulusun egemen sınıflarının devleti olduğu gerçeğini yadsır. Tek vatana gelince, emperyalist boyunduruk ve Türk egemen sınıfların hakimiyeti yıkıldığı, Kürt Ulusu ulusal haklarını özgürce ve birlikten yana kullandığı ölçüde bir gerçeğe dönüşecektir. Dört parçaya bölün-müş, en büyük parçası Türk egemen sınıflarınca sömürgeleştirilmiş, işgal ve ilhak edilmiş ve Türk burjuva sömürgeciliğinin postalları altında ezilen Kürt Ülkesi gerçeğini yadsıyarak, dil özgürlüğü gibi bir kırıntıyla "Misak-ı Milli"yi ortak vatan, Türk devletini ortak devlet ilan etmek, kabul edilemez bir tablodur.

Ortak vatan, ortak devlet, devrimimizin zaferinin ürünü olacak işçi-emekçi sovyet cumhuriyetler birliğiyle, giderek sosyalist cumhuriyetler birliğiyle bir gerçek olacaktır. Demokratik ve sosyalist cumhuriyetler birliğinde yine de "tek ulus", "kültür ulusçuluğu" olmayacak, eşit, özgür, gönüllü iki ulusun, Türk ve Kürt ulusunun özgürce bir arada yaşadığı bir uluslar gerçeği olacaktır.

Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti'nin "devrimci tarzda ulusal kurtuluş temelinde ku-rul'duğunu iddia ediyor.

Oysa, "TC", sınırlı antiemperyalist özelliklere sahip bir ulusal kurtuluş savaşı üzerinde kurulmuştur. "TC"'ye atfedilen devrimci nitelik sadece aşırı bir abartı, resmi tarih ve Kemalizm yorumlarının ifadesidir.

O, cumhuriyetin iç ve dış nedenlerle demokratik boyutunun eksik kaldığını, M. Kemal'in "pratik ustalığının çok güçlü olmasına rağmen derin teorik ve siyasi yaşamının olmamasının, gerçekten cumhuriyetin daha ileri açılımını özelikle demokrasi boyutunu sınırlandır"dığını ileri sürüyor.

Oysa sorun, nesneldir. Türk ticaret burjuvazisinin nesnel çıkarları, o tarihsel konjonktür içinde tek parti diktatörlüğünün kurulmasını gerektiriyordu.

Peki Öcalan'a göre "Atatürk" cumhuriyeti neden demokrasiyle tamamlayamamış? O'na göre bunun nedeni cumhuriyet karşıtı Kürt isyanlarıdır, dinsel gericiliğin hakimiyetidir, toplumsal bünyenin demokratik akımdan uzaklığıdır, dış güçlerin kışkırtıcılığıdır, dünya çapında da faşist ve sosyalist otoriter diktatörlüklerin varlığı ve yükselişi ve bunların yoğun baskısıdır. Bu durum da istenmeden erken bir "otoriter" cumhuriyete yol açmış.

Öcalan'ın saptamalarında üzerinde asıl durmak istediğimiz, Kürt tarih yorumudur.

Öcalan, tarihte, özellikle de cumhuriyet tarihinde Kürt isyanlarını değerlendirirken bir çırpıda bu isyanları toptan reddediyor, ileri olanla geri olan, olumlu yanlarıyla olumsuz yanlarını ortaya koymadan saptamalar yapıyor; "İnsanın 'keşke bu isyanlar, bunların tarihi olmasaydı' diyesi geliyor", "bu isyanları ileri, geri veya siyasi, milli saymak bile abartıdır" diye reddiye diziyor. Bu isyanların milli yanını, PKK önderliğinde yeni bir gerilla ve serhıldan çıkışma tarihsel bir temel oluşturduğunu inkar ediyor. Resmi devlet ideolojisine uygun olarak bu isyanları toptan "dış güçlerle" ilişkili, cumhuriyet karşıtı, ağa-şeyh-bey-reis çıkarları için patlak vermiş, çıkmazı derinleştirmiş isyanlar olarak, M. Kemal'in de demokrasi-ye(l) geçişini önleyen hareketler olarak mahkum ediyor. O, M. Kemalde "ne özel demokrasi karşıtlığı, ne de Kürt aleyhtarlığı söz konusudur" diyerek "TC Devletinin" ideolojisinin daha baştan beri sacayaklarından birisinin Kürt düşmanlığı ve ırkçılık ve demokrasi karşıtlığı olduğunu gizliyor. "Cumhuriyeti korumak için" bu ayaklanmaların bastırılmasını zorunlu sayarak, Kemalist burjuva diktatörlüğün soykırımcılığı-nı adeta onaylıyor, haklı çıkarıyor. Sorunu, soykırımın yükünü "hep cumhuriyete ve Atatürk'e yıkmak büyük yanlılık ve haksızlık kadar beraberinde birçok yaklaşım hatası getiriyor, aşırı uç değerlendirmelere götürüyor." uyarısını yaparak "Atatürk" e kalkan oluyor. İsyan değil "TC"yi "tartışmasız" "ortak vatan ve devlet" anlayışıyla destekleyerek, "Misak-ı Milli esaslarına bağlı kalarak cumhuriyet devrimciliğini demokratik evrimle" ilerleterek "demokratik cumhuriyete götürmekti" görev, diye belirtiyor.

Bu değerlendirmeler Kemalist değerlendirmelerdir.

Öcalan, "ulusal kurtuluş ve cumhuriyetin kuruluş yıllarında, aslında, çözüme yakın yaklaşımlar var" diyerek bu savını Atatürk'ten alıntılarla pekiştirmeye çalışıyor. "Hiç olmazsa Atatürk'ün bu sözlerinde anlaşmak çözüm şansını herkesçe en makul konumda tutacaktır" diye belirterek Kürt Sorunu'na bir dönemin Kemalist burjuvazisinin taktiksel manevra kabiliyetini yansıtan "bir nevi otonomi, mahalli özerklik", "TC hem Kürtlerin hem Türklerin ortak devletidir" türünden sözlerini çözüm diye sunuyor. "Avrupa ülkelerinin en önemli ulusal, dil, din vb. sorunlarını çözdüklerini ve bugünkü güçlü demokrasilerini kurduklarını, bu anlamda Avrupalılaşmak daha cumhuriyetin ilk yıllarında da bir hedefti. Atatürk'ün görev olarak bıraktığı 'çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak ve hatta üstüne çıkmak' deyişi kadar; 'cumhuriyeti biz kurduk onu siz ilerleteceksiniz' sözünün de ancak cumhuriyetin demokratikleştirmesiyle mümkün olacağı"r\\ söyleyerek, "Atatürk'ün gösterdiği yola bağlılığını ifade ediyor. "Atatürk'ün çözüm niyetini ortaya koymasına rağmen isyanların bilinen özellikleri bunu gündemden kaldırmıştır", diyor.

"Tutarlı Atatürkçülüğün" "demokratik birlik çözümü"nü gerektirdiğini söyleyerek egemen sınıfları yeterince Atatürkçü olmamakla suçluyor. "Atatürk'ün İzmit basın toplantısında "bugün bile pratik değeri olan bu konuşmada da Kürt ve benzeri sorunların ancak demokratik tarzın oturtulmasıyla çözüleceğini açıkça dile getirdiğini...aslın-da bugün dünya çapında tüm demokratik sistemlerde uygulanan bu yolu M. Kemal önermekte, bu sorunda en doğruyu söylemekte" derken, bugün de "Anayasa Mahkemesi ve diğer temel hukuk kurumlarıyla birlikte, birçok önde gelen devlet ve parti yetkililerinin dile getirdikleri, hukuk reformları ve özgürlükler önündeki engeller kalktığında" cumhuriyetin ve demokrasinin "bir siyasi zafer kazanacağını", Anayasa Mahkemesi Başkanı, Terörle Mücadele Şube-si'nin rapor ve değerlendirmelerinde doğru çözümü ortaya koyduklarını söylüyor.

Açık ki, Öcalan, İmralı'da "Atatürk"ün çizdiği yolda ilerlemeyi öneriyor; çözüm önerisinin temelini resmi tarih değerlendirmelerine göre şekillendiriyor, kabul edilebilir bir çerçeve çizmeye çalışıyor.

Öcalan Nasıl Bir Sosyalist?

21. asra girerken demokrasinin tam ve kesin zaferini ilan ettiğini ileri süren Öca-lan, geçmişte de zaten zayıf etkilendiği Marksizm-Leninizmle, komünizmle bağlarını İmralı'yla tümden koparıyor. Revizyonist/kapitalist sistemin çöküşü ve kampın dağılışıyla zaten zayışayan (örneğin orak-çekiç ambleminden vazgeçiş) bu etki bugün iyice dibe vurmuş bulunuyor. Öcalan, dün de gerçek sosyalist değildi. Örneğin O, emekli bir ABD büyükelçisinin kendisiyle yaptığı bir röportajda, klasik komünist partilerden farklı olduklarının altını çiziyordu. Örneğin O, Alman ARD televizyonunun yaptığı bir röportajda "Anladığınız gibi PKK, ne marksist-leninist olmuştur, ne de marksist-leninist çizgiden vazgeçmiştir. PKK, insanlığını, soylu hareketidir...Hiçbir zaman alışageldiği marksist-leninist formüller temelinde gelişen bir hareket olmamıştır. ...etkilenme olmuştur. Fakat biz bu etkilenmeyi, kendi tarihi, sosyal, ulusal kimliğimiz kadar, insanlığın temel özgürlük ihtiyaçlarını göz önüne getirerek yorumladık. Bize göre olmayanı bir tarafa bıraktık, uygun olan bazı yaklaşımları da aldık. İnsanı ilgilendiren diğer tüm düşüncelerden etkilendiğimiz kadar etkilendik. Sosyalist anlayışımız özgündür, ulusaldır, insan gerçeğine son derece yakındır. ..Avrupa'da uydurulan resmi bir görüş var: Katı ortodoks, marksist-leninist, hatta Stalinist' diye değerlendiriliyor. Bunlar yakıştırmadır. Kendi önyargılarını bize mal ediyorlar", diyordu. Öcalan'ın sosyalizmi bir tür burjuva, küçük burjuva sosyalizmi anlayışıydı.

O, bugün de gerçek bir sosyalist değildir. Dün bağımsız devlet mücadelesini veren ezilen ulus milliyetçisi bir küçük burjuva devrimci sosyalistiydi, bugün ise devrimci geçmişe reddiye yazan, teslimiyet ilan etmiş, kapitalizm, burjuva demokrasisi hayranı tipik bir ulusal reformist olarak "demokratik sosyalisttir. Öcalan gerek küresel çapta, gerekse de coğrafyamızda "demokratik sosyalizm"e kapitalist sömürü sistemi içinde düzen solculuğu işleviyle sömürü dünyasının yedek lastiği, emniyet sigortası, devrimin yangın söndürücü misyonunu biçiyor ve üstleniyor.

Öcalan, savunmasında üstüne basa basa ve defalarca Hitler faşizmiyle Lenin ve Stalin'in sosyalizmini aynı kefeye koyarak anıyor. 17. yüzyılda gelişen, 19. yüzyılda hız kazanan, demokrasinin "20. yüzyılda ise, faşizmin total amansız diktatörlüğüyle, zıt yöndeki reel -sosyalizmin, totaliter rejimlerine karşı direnerek, yüzyılın sonunda kesin zaferini ilan etmiştir"; "Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet etkilense bile ne Hitler Almanyası, ne Stalin Rusya'sı gibi, cumhuriyeti aşırı totaliter kılmak istedi" diyerek Stalin'in önderliğindeki sosyalist demokrasiyi Hitler faşizmi ile aynı kategoriye dahil ettiği gibi, tek parti diktatörlüğü döneminde Hitler hayranı ve güçlü faşist eğilimler gösteren gerici ve eli kanlı Kemalist diktatörlüğü Stalin'in sosyalist cumhuriyetler birliğinden de ileri gösterme cüretini gösteriyor.

Bu tezlerin, bu demagojik propaganda ve iddiaların, emperyalist ve gerici dünyaya, onların yedeğindeki reformist, revizyonist, oportünist, troçkist akımların geleneksel tezleri ve kara çalmalarının basit bir tekrarından öte bir anlamı yoktur.

O'nun "reel sosyalizmin çöküşü" olarak lanse ettiği, öteden beri emperyalist dünyanın ve bağlaşıklarının Kruşçev'le başla-yan sonrasında sosyalizm maskeli kapitalist bir kamp haline gelen kızıl maskeli beyaz karşıdevrimin ve bürokratik burjuvazinin yönettiği revizyonist kamptı. Bu çöküş, sosyalizmin çöküşü, nihai yenilgisi değil, kapitalist bürokratik burjuva sistemin çökü-şüydü. Öcalan, geleneksel burjuva ideolojik saldırılara katıldığı gibi (ki bu yeni değildir), bu demagojik söylemin temsilciliğini de yapıyor. "Atatürk'ün daha o günden "döneminde iki büyük iktidar biçimi olan Hitler Almanyası'nın Nazi totalitarizmiyle, Stalin'in Sovyet diktatörlüğünü görmesi ve 'bu sistemler çözülecektir' öngörüsünde bulun"arak "demokrasinin üstünlüğünü o günlerde bile" gördüğünü vurgulayarak M. Kemal'e hayranlığını vurguluyor, proletarya sosyalizmi karşıtlığını çarpıcı bir şekilde dile getiriyor.

Türk Burjuva Diktatörlüğüne Atfedilen Demokratlık

Öcalan, gerek duruşma öncesi kamuoyuna yaptığı açıklamalarda gerekse de mahkeme sürecinde sunduğu belge ve açıklamalarında, yarı-askeri faşist rejimi, "demokratik cumhuriyet sistemi" olarak ilan etti. "Türkiye'nin derinden" "demokratik hareketlenme" yaşadığını "ve onun, cumhuriyetin temel bir niteliği halini al-ma"ya başladığını vurguluyor. '90'larda fiilen Kürt dil ve kültürünün göreli ve fiili serbest bırakılmasına, ana dil yasağının kaldırılmasına da dikkat çekerek, HADEP de içinde olmak üzere 20'yi aşkın "her düşünce ve toplumsal gruptan partinin seçimlere katıldığı, herkesin oy kullanabildiği de bir gerçektir ve demokrasi açısından küçümsenemez bir gelişmedir", "siyasi özgürlükler de var, düşünce özgürlüğü de, var olan şeyi neden isteyeyim ki" diyor. Türkiye'de "anlamlı bir demokratikleşmeden kaçınan kesimin olma"dığını iddia ediyor. Sorun, Kürt dil ve kültürünün yasal güvencelere kavuşturulması, PKK'nin "devlet bünyesi içine çekilerek", "devlete yönelen tehlikenin ortadan kaldı n iması "y la bu "son is-yan"ın son bulmasıyla ("taviz istemeyeceğiz") eksiklikleri olan demokrasinin de tamamlanacağını söylüyor.

Gerçek şu ki, Türkiye'de faşist bir cumhuriyet, faşist bir diktatörlük var. Faşist cumhuriyet, ordunun merkezinde durduğu yeniden yapılandırma programı ile tahkim edilerek yetkinleştiriliyor.

Politik özgürlük, tüm ezilen, sömürülen sınıf ve tabakaların, baskı altında tutulan mezhep, ulusal azınlık ve Kürt ulusunun temel talebidir, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının ise asgari temel talebi ve özlemidir. Ve politik özgürlüğün elde edilmesi devrimimizin zaferi ile olanaklıdır. Türk egemen sınıfları ve emperyalizm, politik özgürlüğün (demokrasinin) baş düş-manıdır. Politik özgürlük ancak bu düş-manlarla birlikte değil, onlara rağmen kazanılacak ve güvence altına alınacaktır. Türk egemen sınıflarının ve burjuvazisinin demokrat olduğunu, eksik demokrat olduğunu (bunu Demirel de söylüyor), bunu da tamamlayarak olgun demokratlar haline geleceğini iddia etmek nesnel, bilimsel, devrimci bir değerlendirme değildir. Aksine tümüyle sübjektif, tipik reformist bir değerlendirmedir.

"Bölgede Lider Türkiye" Politikası Neyi Temsil Ediyor?

Öcalan, "demokratik barış" temelinde, Türkiye Kürt Sorunu'nu çözerse, Türk egemen sınıflarının ve devletinin Ortadoğu'da, Balkanlar'da, Kafkasya'da güçlü, zengin, lider bir ülke konumuna geleceğini söylüyor; kendi hedeşerinden birisinin de bu olduğunu söylüyor. Ayrıca, O, TC'nin böyle-ce Ortadoğu'da Kürtlerin hamiliğini yapacak konuma da geleceğini vurguluyor.

Öcalan'ın bu değerlendirmeleri, 21. asra kendisini çevreleyen bölgede "lider ülke" olma program ve stratejisiyle girmeye hazırlanan Türk egemen sınıflarının ve faşist diktatörlüğün politik ve pratik yönelimleriyle çakışıyor.

Aynı değerlendirme, faşist diktatörlüğe bölgede Amerikan emperyalizmi tarafından biçilen jandarma, sıçrama tahtası, ileri karakol, taşeron rolüyle de tam birlik içindedir.

Öcalan'ın bu değerlendirmesi, Amerikan emperyalizminin ve Türk burjuva devletinin yayılmacı, hegemonyacı politikasını ifade ediyor.

Bu politikayı desteklemek, bu nedenle de ABD ve İsrail siyonizmini teşhir etmemek, geçtik devrimciliği, az çok tutarlı bir demokratın görevi bile olamaz.

Görev, Türk burjuva devletini bölgede emperyalizmin "lider" ülkesi, Türk egemen sınıflarının "lider" ülkesi haline getirmek değil, bu eli kanlı devleti devrimle toprağa gömmektir. Bölgede, halkların ve uluslararası proleter devrimin üssü ve lideri olacak, demokratik ve sosyalist bir devlet kurmaktır...

İmralı Duruşunun Tarihsel ve İdeolojik Kaynakları

İmralı çizgisi, devrimcilikle bağların tümden kesildiği, burjuva demokratik çizgide, biraz soldan burjuva liberalizmine en-dekslendiği, geri bir içeriğe sahip küçük burjuva ulusal reformist bir çizgidir. Bu çizgi, tutarlı demokratik bir karaktere bile sahip değildir. Bu çizgi, Kürt halkına, Türkiye halklarına, proletaryaya, komünist partisine, küçük burjuva devrimci-demokratik harekete devrimcilikten kopmayı, arınmayı; sisteme endekslenmeyi; devrimin, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinin karşısında itfaiyecilik rolü oynamaya çağırıyor.

Bu olgu, içte ve dışta burjuvazi, gericilik, reformist, legalist, parlamentarist akım, burjuvazinin gizli ve açık savunucuları tarafından sevinçle, Partimiz ve devrimci hareket tarafından üzüntüyle, acıyla karşılanmıştır.

İmralı duruşu ideolojik tarihsel kaynağını, Bernstein revizyonizminden II. Enternasyonal oportünizmine, modern revizyo-nizmden Euro Komünizmine, '80'li y ı Harda küresel çapta başlayan ve sosyal emperyalist sistemin ve kampın çökmesi ve dağılmasıyla "yükselen değerler" olarak lanse edilen yeni dünya düzenci burjuva liberal dalgadan almaktadır.

İmralı duruşu, coğrafyamızda ise ideolojik kaynağını, "uygar" (aştırılmış kemalist ideolojiden, Osmanlı Sosyalist Fırka-sı'ndan, Ş. Hüsnü TKP'sinden, TİP, Aren-Boran, Belli, Perinçek çizgisine, 12 Eylül yenilgisinin ürünü olan küçük burjuva reformist ÖDP, EMEP, Sİ P gibi parti ve çizgilere uzanan tarihsel kaynak ve çizgiden almaktadır.

Ama bu tabloya şu olgu da mutlaka eklenmelidir: İmralı çizgisi, aynı zamanda Kürt tarihinin isyancı, ayaklanmacı ama nihai ulusal amaçlarına gitmek nitelik ve yeteneğinden uzak çizgisinden ve Kürt ulusal burjuva ve küçük burjuva ulusal reformist akımlarından da beslenmektedir. Gerçekte Kürt damgalı zaaşı mücadele tarihinden kopuşma, zaaşarından arınma yönelimi ve iddiası ile daha modern bir akım olarak şekillenen ve bir büyük ulusal devrimci çıkış düzeyine ulaşan, ulusal kurtuluşçu devrimin önderliğini yapan PKK ve lideri, tarihin ve siyasal pratiğin açığa çıkardığı gibi küçük burjuva devrimci çizgide bile kendi son sınırlarına kadar gidecek tutarlılıktan yoksun olduğunu özellikle '93 dönemeciyle ortaya koymaya başlamış ve ne yazık ki İmralı duruşu ile Öcalan, bu olguyu berrak tarzda ortaya koymuştur. O, PKK'yi de her bakımdan bu çizgiye çekmeye çalışmaktadır. Sonucu hep birlikte göreceğiz.

Öcalan'ın İmralı çizgisinin sınıfsal kaynağını Kürt ulusal burjuvazinin de çıkarlarını aktif bir şekilde savunan Kürt küçük burjuvazisi oluşturmaktadır. Öcalan şahsında, Kürt ulusal burjuvazisinin ulusal reformcu çizgisi, galebe çalmıştır.

Küçük burjuvazi, kapitalizmin gelişimiyle çözülen, dağılan ara bir sınıf ya da tabakadır. Küçük ölçekli meta ekonomisi üzerinde yükselen bu sınıf, küçük mülk sahibi olarak bir burjuvadır, emekçi bir tabaka olması, çözülerek, işas ederek işçi sınıfının saflarına itilen bir sınıf olarak da bir proleterdir. Bu olgu, küçük burjuvazinin ekonomik karakterindeki bu ikili özellik bu sınıfı, politikada da istikrarsız, tutarsız, kararsız, bir uçtan diğer uca savrulan, kimi zaman isyancı, aşırı isyancı, kimi zaman teslimiyetçi, uysal vb. yapar; politikadaki istikrarsızlığının nesnel temelini oluşturur. PKK'nin tarihi evrimi de bunu doğruluyor. PKK'nin 70'li yıllardaki UKO'cu dönemi, '84 sonrası gerilla çıkışı, '93 sonrası yönelimi bu bilimsel ve tarihsel gerçeği doğruluyor. İmralı, Öcalan şahsında dibe vuruşu, sağdan aşırı bir uca savruluşu, Kürt küçük burjuva isyancı kişiliğinin yerini boyun eğişe, teslimiyete bırakışını ifade ediyor. Öcalan, PKK'yi de tümden bu mevziye çekmeye çalışıyor.

Ne Yapılmalı?

Öncelikle İmralı çizgisi, açık ve kesin devrimci duruşla reddedilmelidir. Bu çizgi, en azından devrimci bakımdan "21. yüzyılın manifestosu" olamaz. Eğer "21 .asrı n manifestosu" olarak tanımlanacaksa, bu manifesto tasfiyeci bir manifestodur ve kabul edilemez.

İkincisi, İmralı duruşuna karşı ilkeli, yapıcı, güçlü bir ideolojik-siyasi savaşım yürütülmelidir.

Üçüncüsü, ulusal kurtuluşçu devrime, PKK'ye, Öcalan'a yönelik faşist baskı ve zorbalığın tüm biçimlerine karşı sonuna kadar militan devrimci bir politik duruşla mücadele edilmelidir. Bu mücadele yalnızca propagandayla, yalnızca ajitasyonla değil, eylemsel, pratik-siyasal bir hattan geliştirilmelidir. Bu amaçla sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı birleşik politik mücadele hattında durmaksızın yürünmelidir. Bu doğrultuda harekete geçirilebilecek parti, örgüt, çevre, sendika, aydınlar, kitleler vb. seferber edilmelidir.

Öcalan'ın tasfiyeci duruşundan daha fazla cesaret alan sömürgeci faşist diktatörlük "ez, çöz" politikasında daha da yoğunlaşmış; askeri, politik, psikolojik savaşı tırmandırmış bulunuyor.

Öcalan'ın duruşu gerekçe gösterilerek üçüncü topyekün faşist saldırı dalgası ve bu dalganın öncelikle boğazlamak istediği ulusal kurtuluşçu devrimi ve PKK'yi ezme, Öcalan'ı yağlı ilmikte sallandırma politikası karşısında sessiz ve pasif kalmak suç ortaklığıdır ve asla kabul edilemez. Saldırı Türkiye devriminedir, boğazlanmak istenen Türkiye devrimidir, Türkiye proletaryası ve halkların kavgasıdır.

Gerçek dostluk, zor günlerde belli olur. Bu zor dönemde Kürt halkının yanında olmak daha da zorunludur. Ve daha da devrimci bir tarihsel-politik görevdir.

PKK'nin yetkili kurumlarının yaptıkları kesin açıklamalarla İmralı çizgisine sahip çıkmasını üzüntüyle karşılıyor ve onaylamıyoruz.

PKK, PKK'ye gönül vermiş savaşçıların ve Kürt halkının yürümesi gereken yol, İmralı yolu olmamalıdır.

Doğaldır ki, PKK, kendi yolunu kendi çizecektir. Ama gerçek devrimci dostları olarak PKK'ye çağrımız, dilek ve temennimiz tasfiyeci-reformist yol doğrultusunda olamaz, İmralı çizgisi değil ulusal devrimci yol, devrimci karakterde birleşik mücadele yoludur. Tarihsel ve politik zaafiyetlerinden dersler çıkararak, Türkiye devrimci hareketiyle, Türk halk yığınlarıyla da bağlarını güçlendiren, ulusal devrimci çizgide savaşan bir PKK olacaktır. Aksi düşünülemez bile.

Tarih, kızıl yapraklı sayfalarına Öcalan'la ilgili hükmünü ikili yazacak gibi: Ulusal devrimci lider olarak oynadığı yurtsever devrimci-demokratik rol, ulusal reformist lider olarak oynadığı hiç de hayırlı olmayan rol...

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi