I
PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nden itibaren geçerli olmak üzere tek taraflı ve süresiz ateşkes ilan ettiğini açıkladı. Bilindiği gibi, PKK, Mart 1993 ’te ve Aralık 1995 ’te de tek taraflı ateş - kesler ilan etmiş, ancak sömürgeci faşist diktatörlük her seferinde ateşkes ilanlarına demir yumruk ve barut politikasıyla yanıt vermişti.
A. Öcalan’ın ateşkes ilan ederken yaptığı açıklamaları şöyle özetleyebiliriz. Avrupa Parlamentosu ’nun ateşkes çağrısına olumlu yanıt verdik. Bize bazı Türk devlet kurumlarından, Türk yetkililerden dolaylı kanallardan mesajlar geldi. Demokratik kamuoyunun barışa şans tanımak için bizden beklenti ve istekleri vardı. Bu istek ve beklentilere yanıt verdik. Ordu komutanlık kademesi yenilendi. Yeni Genelkurmay Başkanı hakkında bazı olumlu şeyler söyleniyor. Bu adımla yeni kuvvet komutanlarına da bir şans tanımak istedik. Seçim süreci yaşanıyor. Dikkate aldık. Biz cumhuriyete karşı değiliz. 75. yıldönümünde demokratik bir cumhuriyet için, demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşamak istediğimizi göstermek istedik. Kürtlerin kimliği tanındığında, kimlik ve hakları anayasal bir güvenceye kavuşturulduğunda sorun çözülecektir. Kürt sorunu çözüldüğünde Türkiye, ekonomik ve siyasi krizden çıkacak, bölgenin güçlü, zengin ve istikrarlı bir ülkesi haline gelecek. Devleti yıkmak; ülkeyi bölmek politikamız “milli sınırları ““parçalamak gibi bir niyetimiz yoktur.” Sorun askeri değil politik yoldan, barışçıl çözülmeli. Taktik yapmıyoruz, böyle düşünenler yanılıyor, açıklamalarımız samimidir.
Gerilla, anlaştığımızda güvenlik gücüne dönüştürülebilir. Barışa yeni bir şans tanımak için bu adımı atıyoruz. Bir kez daha ilan ettiğimiz ateşkes “siyasi çözüm” için samimiyetimizi ve kararlılığımızı göstermektedir.
Öcalan’ın içerik olarak yukarıda özetlediğimiz düşünce ve açıklamaları yeni değildir. Özü itibarı ile sözkonusu düşüncelerin ana unsurları, 1993’ten beri her fırsatta ısrarla ve defalarca iç ve uluslararası kamuoyu önünde açıklama gelmişti. Yakın dönemde Türk ordusunun Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilen ve bir süre sonra Özgür Gündem Gazetesi’nde yayınlanan Öcalan’ın mektubunu da geçerken hatırlatmak isteriz.
Bilindiği gibi “Bağımsız, Birleşik Kürdistan” hedefi, PKK programında yer almasına rağmen 1993’teki 1. ateşkes ilanından bu yana unutulmuş, “barış “, “politik çözüm” değerlendirme ve hedefi ısrarla vurgulanan bir olguya dönüşmüş, dönüştürülmüştür.
Kuşkusuz ki, sözkonusu değişim rastlantısal değildir. Aksine PKK’nin bir tercihi, somut politik yönelimidir.
PKK, yönelimini “politik çözüm” doğrultusunda kurgulamış bulunuyor. PKK liderinin “bu düşüncelerimizde samimiyiz, yaptığımız taktik değildir” açıklamaları, değerlendirmeleri gerçekten de samimidir. Ama kuşkusuz ki bu, Bağımsız Kürdistan çizgisinden bir geriye düşüş, reformizme doğru bir dönüştür. Sözkonusu yönelimin hangi oranda yaşam bulup bulamayacağı, hangi oranda kemikleşip kemikleşmeyeceği tarihi ve güncel koşullara bağlıdır ki, PKK’nin ateşkes ilanlarını “barış” ve “siyasi çözüm” politikası ve yönelimi ekseninde ele alındığında gerçek bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. PKK’nin ateşkes(ler) ilanını “barış” politikasından, “siyasi çözüm” politikasından yalıtarak yapılacak her değerlendirme nesnel, bilimsel ve devrimci olmayacak, doğal ve kaçınılmaz olarak subjektif değerlendirmelere, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının, Kürt halkının ve coğrafyamız halklarının nesnel olarak yanıltılmasına neden olacağı gibi, devrimci dostluk politikasının ve marksizm leninizm ile oportünizm arasındaki; proletarya enternasyonalizmi ile ezilen ulus milliyetçiliği arasındaki kalınca kurulması gereken sınır çizgilerinin bulunmasına yol açacak ve böylece burjuvazinin ve reformizmin değirmenine su taşıyacaktır.
Bu bağlamda sorunun birçok bakımdan ele alınması, proleter devrimci yaklaşımın vurgulanması, yanlış olanın devrimci eleştirinin konusu yapılması gerekmektedir.
II
PKK’nin tek taraflı ateşkes ilanı, Türk egemen sınıfları ve sömürgeci faşist diktatörlük tarafından daha başından ateş ve barutla, demir yumruk politikasıyla yanıtlandı ve yanıtlanmaya devam etmektedir.
Ateşkes ilanının sömürgeci faşist diktatörlük tarafından sopa politikasıyla yanıtlanacağı açıktı. Çünkü coğrafyamızda, bölgemizde, uluslararası arenadaki gelişmeler, politik güçler dengesi diktatörlüğün PKK’nin ateşkes çağrısına olumlu yanıt vermesini henüz dayatmıyordu ve dayatmıyor. Batı’da devrimci bir yükseliş ve atılım evresine henüz girilmemiştir. Türk burjuvazisi, Türk egemen sınıfları arasında Kürt sorununun çözümünde farklı politik yönelimi ifade eden eğilimlere karşın egemen ve belirleyici politika kirli, haksız, sömürgeci savaşı sürdürme, yoğunlaştırma politikası olmaya devam etmektedir; ki kısa erimde diktatörlüğün bu politikasının değişmesinin olanaklı olmadığının da altının çizilmesi gerekir. Yurtsever devrimci hareket, Amerikancı Türk ordusu karşısında askeri zafer veya üstünlük kazanabilmiş değil. Dahası PKK, ‘93’ten bu yana serhıldanlar dalgasının (yeni bir çıkışın verileri giderek artmasına karşın) geri çekilişi, kırların insansızlaştırılması ve askeri gücünü korumakla birlikte verdiği önemli kayıpların etkisi koşullarında ve uluslararası diplomatik ilişkilere giderek daha fazla yöneldiği ortamda ateşkes ilan etmiş bulunuyor. Bölgede ve uluslararası arenada gerek karşıdevrimci güç odaklarının ilişki ve çelişkisi bakımından gerekse de devrimle karşıdevrim arasındaki güç ilişkileri bakımından koşullar, Türk egemenler sınıflarını ve faşist diktatörlüğü önemli tavizler vermeye zorlayacak düzeyde değil.
Tüm bu olgular, sömürgeci faşist diktatörlüğün neden PKK’nin ateşkes çağrısına olumlu yanıt vermediğinin ve veremeyeceğinin, yaratılan beklentinin aksine, şoven-asimilasyoncu-militarist faşist sömürgeci savaşı tırmandıracağının verilerini de oluşturmaktadır.
Açık ki, faşist karşıdevrim “ez ve çöz” politikasını uygulamaya devam ediyor ve edecektir. MASK, MGSB, 28 Şİbat kararları ve bu kararlara dayalı bütün hızıyla süren 3. topyekün saldırı dalgası “ez ve çöz” politikasının, geleneksel demir yumruk politikasının somut ve çarpıcı kanıtlarıdır. MGSB’sinde ifade edilen “kamusal olana ilişkin olmamak koşuluyla kültürel” kırıntıların verilmesi değerlendirilmesi “ez ve çöz” politikasının ifadesi olduğu gibi, MGK solculuğunu geliştirme (diğer unsurlardan bazıları “Türk milliyetçiliğinin ırkçı” yorumlarına ve “ülkücü mafyaya” karşı “mücadele “, “irticaya” karşı mücadele vb.) ordu hakkında “sol “cu hayaller yaratma, başında sopayı Demokles’in kılıcı gibi sallayarak Kürt ve Türk reformizmini geliştirme, daha fazla denetim altına alarak teşvik etmek gibi hedefleri de içermektedir.
Bu bağlamda PKK’nin ateşkes ilanı taktiği tutmayacak, halklar nezdinde hayali beklentiler; reformist duygu ve düşünceler yaygınlaştıracak, MGK’nın alan açtığı liberal, reformist akıma taze kan taşıyacaktır.
Türkiye jeopolitik konumu itibarıyla emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin en stratejik alanlarından biri. Amerikan emperyalizmi ile başını Almanya’nın çektiği Avrupalı emperyalistler arasında, Türk burjuva devletiyle Avrupa Birliği (AB) arasında önemli çelişkiler ve mücadeleler sözkonusu.
PKK, bu çelişkilerden yararlanmaya çalışıyor; yalnızca Avrupa ve uluslararası demokratik kamuoyunun değil, aynı zamanda Avrupalı emperyalistlerin desteğini artırma ve sömürgeci faşist diktatörlük üzerindeki baskıları büyütmek istiyor. Kuşkusuz ki, Avrupalı emperyalistler Kürt halkına aşık oldukları, PKK’yi sevdikleri için değil, emperyalist ekonomik, siyasi, askeri çıkarları için Kürt kozunu oynamak, giderek PKK’yi dişleri, tırnakları çekilmiş uysal bir arslana çevirmek için belli ölçülerde Kürt halkına yakın duruyorlarmış görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Bu bağlamda bazı siyasi kararlar alıp Türk burjuva devletini sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Yani PKK’nin bu manevrası ve benzer politik manevraları, eğer sağlam bir ilkesel temele ve somut siyasal koşulların nesnel bir değerlendirilmesine dayanmazsa (ki, ateşkesin gerekçeleri ve “barış “, “siyasi çözüm” politikaları, bu bakımdan PKK’nın iç zaafiyetini yansıtıyor) son tahlilde götüreceği yer, reformizmin galebe çalması olacaktır. Bu tehlike mevcuttur. Bunu görmezden gelemeyiz. AP’nin (Avrupa Parlamentosu) taraflara ateşkes çağrılarına AP kararı gerekçe gösterilerek adımın atılması, bu tehlikenin somut verilerinden biridir. Emperyalistler arası çelişkilere ve Avrupalı pekçok emperyalist devlet ile Türk burjuva devleti arasındaki çelişkilere oynama, onlar hakkında hayaller yaymadan, bağımsız politik kişiliği zedelemeden ve ulusal savaşımı geliştirmeye hizmet ettiği oranda (stratejide dolaylı yedeklerden yararlanma) anlamlı ve doğru olur, olacaktır.
Bugün için PKK’nin Avrupalı emperyalist devletlerle olan ilişkisinde esasen bağımsız politik kişiliğini yitirdiğini kuşkusuz ki, ileri sürmüyoruz ve süremeyiz de. Ama onlar hakkında hayaller yayan propaganda ve ajitasyon yapmadığını da söyleyemeyiz. Emperyalizme darbeler indiren bir hareket olmasına karşın Kürt sorununun “barışçıl” ve “politik çözüm” için sık sık emperyalist siyasi ve askeri kuramlara, devletlere yapılan çağrılar ve beklentiler ne yazık ki ulusal kurtuluşçu Kürt devriminin önderliğini yapan PKK’ye ait bir gerçektir.
PKK’nin ateşkes ilanının bir diğer gerekçesini oluşturan el altı haberlere gelince. Diyelim ki, bu doğrudur. Fakat bu neyi değiştirir? Sözkonusu haberlerin amacı ne? PKK’yi nereye yönlendirmeyi hedefliyor?
Açık ki, amaç PKK’yi reformist-liberal batağa çekmektir. Hayali beklentiler yaratmaktır. Bilinçleri bulandırmak, PKK’nin yurtsever devrimci kimliğini törpülemek, reformist damarı geliştirmektir.
Kuşkusuz PKK, ateşkes taktiği ile burjuvazi, egemen sınıflar ve devlet içerisinde çatlaklar yaratmak, büyütmek, siyasal çözüm yanlısı burjuva kliklerin gelişmesini de hedefliyor.
Düşman kampında çatlaklar yaratmak, büyütmek, iç istikrarsızlığını geliştirmek, asıl olarak ulusal savaşımın derinliğine, gelişmişliğine, şiddetine, gücüne, vuruş yeteneğine, Kürt devrim yangınının Batı’ya taşınmasına, Kürdistan’daki ulusal mücadelenin Batı’da devrimci bir dalga ve atılımla birleşmesine bağlıdır. Çatlak yaratmak, düşman kampını istikrarsızlaştırmak ve çelişkilerden yararlanmak bu ilkesel temel görüş açısına ve taktiğine bağlı kullandığı oranda, bu temel tarafından yönlendirildiği oranda anlamlı bir taktik olabilir.
Ama PKK’nin ateşkes politikası, bugün bu gereksinime yanıt veren bir taktik olmadığı gibi, “siyasi çözüm” yanlısı burjuva klikleri güçlendirmek gibi reformist-liberal bir beklenti ve teşvik unsurunu içerdiği için de ayrıca yanlıştır ve reformizmi körüklemektedir.
Ne olduğu, muhatabın somut olarak kimler olduğu belli olmayan ve üstelik devlet politikasının Kürt devimini ezme ve marjinalleştirme çizgisinde bir iç kararlılığın olduğu, yeni bir topyekün saldırı dalgasının bütün şiddetiyle sürdüğü, TÜSİAD ve askeri kliğin ve Amerikan emperyalizminin yeniden yapılandırma faşist programının ekonomik, politik, toplumsal, ideolojik ve askeri planda yaşama geçirme ekseninde kararlılıkla yürüdüğü bir dönemde el altı haberleriyle bir ateşkesin ilanı ya da ilanının bir gerekçesi yapılması elbette ki, doğru, devrimci bir politika değildir ve olamaz da.
Öcalan’ın yenilenen ordu kuvvet kademesine bir şans tanıma gerekçesi üzerinde de durulması gerekiyor. Belli ki, PKK lideri, ateşkesle orduya Kürt sorununun “siyasal çözüm “ü için hazır olduğu mesajını vermek istediği gibi, ordunun yeni şeflerinden bazı beklentileri de var.
Türk burjuva ordusunun politik yaşamdaki yerine, haksız, kirli, sömürgeci savaştaki rolüne, “ez ve çöz” politikasındaki kararlılığına vb. girmeye gerek yok.
Yanısıra, PKK’nin yürüttüğü savaşımda Türk ordusunun gerçeklerini ne kadar canlı ve yakından tanıdığını belirtmeye de gerek yok.
Bunlar bilinen gerçeklerdir.
Ama tüm bu gerçeklere karşın PKK’nin Amerikancı faşist Türk ordusunun yeni askeri şeflerine “şans tanıma” ve beklenti içerisinde olmasına ne demeli? Ordu hakkındaki pekçok gerçekçi değerlendirmelerine karşın sık sık ordu hakkında hayaller ve beklentiler yayan açıklama, düşünce ve tavırlarının izahı ne olabilir?
Bu izahın temelinde PKK’nin “siyasal çözüm “, “barış” politikası ve yönelimi durmaktadır. Bu politik yönelim, doğası gereği reformist karakterdedir. Bu olgu, PKK’nin orduya ateşkes gibi taktik manevralarla mesaj vermesine ve yeni şeflerden (ki, ordunun, devletin temel politikası net olduğu ve geleneksel politika ve iradede güçlü çözülme ve dağılma olmadığı halde) ütopik, liberal beklentiler içerisine girmesine yol açmaktadır.
Ama PKK’nin 1. ve 2. ateşkesi her döneminde olduğu gibi, Özal’dan vb.’lerinden beklentiler döneminde olduğu gibi, 3. ateşkes çağrısı da bir kez daha gerçeklerin yakıcılığıyla yüz yüze gelecektir.
Kuşkusuz ki, sözkonusu düşünceler, beklentiler coğrafyamızda MGK’nın bilinçli olarak alan açtığı, kışkırttığı reformizmi beslemekte ve güçlendirmektedir. Başta Kürt ulusal mücadelesi içerisinde belirleyici olmasa da önemli bir yeri olan Kürt orta burjuvazisinin güçlenmesi için açıkça bir olanak sunmaktadır. Bu olanağın hangi oranda Kürt ulusal reformizminin elinde yıkıcı bir somut olanağa dönüşüp dönüşmeyeceğini savaşımın seyri ve bu seyir sürecindeki nesnel, öznel koşulların toplamı belirleyecektir. Ateşkes ilanının zamanlamasında TBMM almış olduğu genel seçim (ve yerel seçimlerin zamanında yapılması) kararı önemli bir yer tuttuğu görülüyor.
Seçim sürecinin burjuva karşıdevrim cephesi bakımından dizginsiz bir şovenist ve saldırgan kampanya dönemi olarak geçeceği; komünist, devrimci-demokrat, yurtsever güçlere karşı terör ve tehdit ortamında gerçekleşeceği; dahası yurtsever güçlerin, HADEP’in seçim çalışmalarını binbir biçimde engelleme ekseninde geçeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Yani, seçim süreci burjuvazi ve değişiklikleri bakımından “siyasi çözüm “, “barış” propagandasını yaptıkları bir dönem olmayacak, esas olarak dizginsiz ve gözü dönük bir şovenizm kampanyasının örgütlendiği bir dönem olacaktır. Cumhuriyetin yaşadığı kriz, derinleşen siyasi bunalım, burjuva cephedeki parçalanmışlık, burjuva partilerin güçsüz ve zayıflayan konumları, ölmüş atı kamçılayarak zoraki canlandırılmaya çalışan kemalizm, ordunun gitgide artan politik iktidar tekeli ve inisiyatifi, çeteleşme olgusu etrafında dönen dolaplar, Amerika, siyonizm, faşizm ittifakının giderek derinleşmesi, İran ve Suriye karşıtı yoğunlaştırılan düşmanca propaganda vb. vb. konumuz bakımından hatırlatıla- bilecek bazı somut verilerdir.
Her şeye rağmen PKK’nin tek taraflı ilan ettiği ateşkes süreci, eğer seçimler sürecinde bozulmadan devam edebilirse bir ölçüde ulusal savaşımın politik etkisini büyütecek, şovenizmin etkisini göreli olarak kıracak, diktatörlüğün iç ve uluslararası teşhir sürecini derinleştirip genişletecektir.
Yine ateşkes süreci, PKK’nin güç toplama, öngördüğü politik ve askeri savaşım hattında daha etkin hazırlık için bir fırsat olma rolünü de oynayacağına dikkat çekmek isteriz.
Sonuç olarak PKK’nin ateşkes taktiği, Kürt ve Türk halklarının yararından çok zararınadır: Bu taktiğin sunduğu ve değerlendirilecek ilerici olanaklar sınırlı ama reformist akıma açtığı geniş alanla, yığınları gerçekçi olmayan hayali beklentilerle oyalamayla, bilincini bulandırmayla, sömürgeci faşist diktatörlüğü cesaretlendirip saldırganlaştırma olgularıyla devrimci değil reformcu bir taktiktir.
III
PKK’nin seslendirdiği “barış” ve “siyasi çözüm” politikası reformist içeriktedir.
Bu politikanın sonucudur ki, emperyalizme ve Türk egemen sınıflarına ısrarla, amacımız devletini yıkmak değil, demokratikleştirmektir. Cumhuriyeti yıkmak değil demokratik bir cumhuriyet olarak yenilemektir. Ülkeyi bölmek değil Kürt kimliğinin ve haklarının tanınmasıdır. Ayrı devlet kurmak değil anayasal güvenceye kavuşturulmuş aynı devlet çatısı altında federal bir çözümdür vurgusu yapılmaktadır.
Yine bu politika ve yönelimin sonucudur ki, Türk egemen sınıflarına bu krizden sizi ancak biz kurtarırız, böylece Türk devleti bölgenin en güçlü devleti haline gelecektir açıklama ve propagandası yapılmaktadır.
Evet PKK, ulusal devrimci bir partidir ve Kürt ulusal devriminin önderliğini yapmaktadır. O, bu savaşımında haklıdır ve desteklenmelidir ve tarafımızdan da yalnızca sözde değil pratik savaşım yoluyla da desteklenmektedir. Kürt halkının ve ulusal savaşımın ilkeli, tutarlı dostu olan partimiz kuşkusuz ki, emperyalizme, faşist diktatörlüğe ve bölge gericiliğine darbeler indiren ulusal devrimini politik-pratik olarak enerjik bir şekilde desteklemeye devam edecektir. Ama Türk, Kürt, ulusal azınlıklardan Türkiye proletaryasının öncü politik kurmayı olarak, Türkiye halklarının ve işçi sınıfının özgürlük, devrim ve sosyalizm özlemlerinin ve kavgasının temsilcisi olan partimiz, tüm işçi ve emekçi kitleler önünde devrimci dostluğun ve tarihi ve güncel sorumluluklarının bir parçası olarak gerçekleri olduğu gibi açıklamakla, yurtsever hareketin sınıfsal ve ulusal davanın ve kavganın zararına olan zaaflarını eleştirip mücadele etmekle yükümlüdür.
PKK’nin “barış “, “siyasi çözüm” söylemi ve yönelimi, O’nun ulusal devrimci kimliği içinde ulusal reformist bir yönelim ve damarı ifade etmektedir. Önü alınmadığı zaman kaçınılmaz sonu FKÖ’lüleşmedir, ANC’leşmedir. Kürt halkının, Türkiye halklarının, işçi sınıfının düşmanları PKK’yi devrimcilikten arınmış bir PKK olmayı dayatıyor. Kürt devrimini reformist-liberal çizgide boğarak söndürmeyi; bazı kırıntılarla bitirmeyi amaçlıyorlar. Emperyalizm ve yerli gericilik bu çabasında yalnız değildir. Reformist akım da bu amacında onların hizmetinde.
Bu gerçekleri görmezden gelmek, en başta Kürt halkına ve haklı ulusal savaşımı ve ödediği ağır bedellerle bağdaşmaz.
Kürt ulusal devriminin (ve Türkiye devriminin) işbirlikçi egemen sınıfları krizden çıkarmak gibi, krizini bir nebzecik olsun bile hafifletmek gibi, devleti ve kontrgerilla cumhuriyetini yeniden yapılandırmak gibi bir görevi olamaz. İşçi sınıfının, Kürt halkının, halkların görevi, krizi derinleştirmektir; krizi devrim ve iktidar kavgasının zaferi için kullanmaktır. Egemen sınıflara zeytin dalı uzatarak, onları kendi tarihlerinin en derin krizinden çıkarmak misyonu üstlenmek veya buna istekli olmak, eğilimi göstermek halkların ve Kürt halkının görevi değildir. Sistemin egemen sınıflarına, 75 yıllık kurum ve kuruluşların zorluklarına, çıkmazlarına, çözümsüzlük ve bunalımlarına seslenerek onları ikna etmeye çalışmak Kürt yurtseverlerinin, ulusal kurtuluşçu Kürt devriminin görevi olamaz ve olmamalıdır.
Bu yaklaşım, reformist ve liberal bir yaklaşımdır. Görev, sistemin krizini derinleştirmek, krizin elverişli zeminini ve olanaklarını devrim yangınını büyütmenin, faşist iktidarı yıkmanın aracı haline getirmektir.
Kürt ulusal sorununun çözümü, burjuva demokratik reformlar sorunu, anayasal bir sorun değil, bir devrim ve iktidar sorunudur.
Kürt ulusal sorunu yarı-sömürge, geri kapitalist Türkiye düzeninin reforme edilmesiyle, işbirlikçi Türk burjuva faşist diktatörlüğünün “demokratikleştirilmesi “yle (burjuva demokrasisine dayanan bir diktatörlük) asla çözülemez. Adına ister “federatif çözüm” isterse “özerklik” ya da “otonomi” vb. densin, işbirlikçi kapitalist düzen, Türk egemen sınıflarının egemenliği ve faşist diktatörlük, antiemperyalist demokratik halk devrimiyle yıkılmadan ve bir emekçi cumhuriyeti kurulmadan Kürt sorunu çözülmez. Ateşkes ilanı çerçevesinde A. Öcalan’ın ileri sürdüğü gibi “T.C’nin hükümranlığına karşı olmayıp cumhuriyeti yeniden birlikte örgütleyelim” görüşleriyle Kürt ulusu çektiği acılardan kurtulamaz, eşit, onurlu, özgür, demokratik bir barış elde edilemez, sömürgeci boyunduruk ortadan kaldırılamaz. Türk burjuva cumhuriyetini Türk egemen sınıflarıyla birlikte yeniden örgütlemek görevi işçi sınıfının, Kürt halkının, emekçi yığınların görevi değildir. Susurluk’ta tüm pislikleriyle ortaya çıkan kontrgerilla cumhuriyetini yıkmak; işçi-emekçi sovyetler cumhuriyetini kurmaktır.
Kürt ulusu, sömürge statüsünden, sömürgeci baskıdan ancak devrimle kurtulabilir. Kürt ulusu, başta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere tüm ulusal demokratik haklarına, ulusal özgürlüğüne ve barışa ancak devrimle; emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin, Türk egemen sınıflarının egemenliğinin ve onların sömürgeci faşist devletinin devrimle yıkılmasıyla, tasfiye edilmesiyle ulaşabilir. Dahası bu özgürlüğünü işçi sınıfının ve partisinin önderliğinde sosyalizme, proletarya diktatörlüğüyle, komünizme doğru yürüyerek tam ve nihai güvenceye alabilir.
Burjuva liberal düşlerle, reformist politikalarla, düzen içi çözümlerle Kürt sorunu çözülemez. Kürt ulusal özgürlüğünün kazanılması (başta ayrı devlet kurma hakkı, ulusların ve dillerin eşitliği) Türkiye devriminin temel sorunlarından biridir ve genel politik özgürlükler sorununun temel, asli bir unsurudur. Politik özgürlüklerin kazanılması (bu özgürlüklerin bir bileşeni olan Kürt ulusunun ulusal özgürlüğünü kazanması) sorunu ise bir devrim sorunudur.
Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Egemen sınıfların iktidarı yıkılmadan, egemen sınıfların iktidarının sürdüğü koşullarda Kürt devrimi “federatif” bir çözümle, “özerklikle “, “anayasal” bir kimliğin kazanılmasıyla burjuva demokratik reformcu bir çözümle sonlanırsa, bu tarihsel ve siyasal bakımdan çok önemli bir ilerlemeyi ifade etse de Kürt sorunu sürecektir. Olsa olsa sömürgeci boyunduruk, sömürgeci politika ve ulusal baskı geçici olarak hafifleyecek, daha ince ve dolaylı biçimde sürecektir.
Bu çözüm, ne proletaryanın ne Kürt halkının, ne de Türkiye halklarının çözümü olamaz ve olmayacaktır. Ki, Türk egemen sınıfları iyice köşeye sıkıştıklarında, devrimin Batı’ya sıçrayarak düzeni ve diktatörlüğü yıkma somut tehlikesiyle karşı karşıya getirdiği koşullarda, bütünü, kurtarmak için parçayı feda etme taktiğinin bir gereği olarak sözkonusu çözümü benimseyebilir. Sözkonusu burjuva reformist çözümler gündemleşebilir de. Ki, nitekim burjuvazinin akıllı ideologları, politik sözcüleri, satılık kalemşörleri, diplomalı uşakları, daha bugünden sözkonusu “siyasi çözüm” politikasını geliştiriyor ve egemen sınıfları bekleyen tehlike karşısında uyarıyorlar.
Bu gerçeğin bir an olsun unutulmaması gerekiyor. Yurtsever dostların bu gerçeği de görmesi gerekir.
Her ulusun barış içinde yaşama hakkı vardır. Tıpkı her ulusun ayrı devlet kurma hakkı olduğu gibi. Ulusların ve halkların barış içerisinde, özgürce yaşama hakkı vardır. Ama odağında emperyalizmin durduğu dünya gericiliği, halkların ve ulusların bu hakkını da gasp etmiş, gasp etmeye sistemli bir biçimde devam etmektedir ve edecektir. Coğrafyamızda da barışın düşmanları emperyalistler, Türk egemen sınıfları ve burjuvazisidir. Proletarya ve temsilcisi partimiz, emperyalizmin, Türk egemen sınıflarının, burjuvazisinin sömürgeci faşist diktatörlüğün barış düşmanlığına, barış hakkının gaspına, kirli sömürgeci savaşına kendi çıkarları uğruna halkları, ulusları birbirini kırdırmasına, haksız savaşa karşı devrim ve sosyalizm kavgasını örgütleyip yürütmektedir ve daha etkin bir savaş hattında bu kavgayı büyütecektir.
Coğrafyamızda emperyalizmin, sermaye ve faşizmin gasp ettiği, çiğnediği, demir yumruk politikasıyla yanıtladığı barış istemine ve kavgasına sahip çıkmak gitgide daha yakıcı pratik-politik bir sorun haline gelmektedir.
Barış talebi ne küçük burjuva reformistlerine, ne de ezilen ulus milliyetçiliğine terkedilebilir.
Sınıf bilinçli proletarya, barış talebinin de en enerjik ve en devrimci temsilcisidir. O, pasi- fist, ütopik, reformist, dar ulusalcı akım ve eğilimlerle kendi arasında kalın bir sınır çizerek, devrimci temelde bu talebe sahip çıkmaktadır, çıkacaktır.
Coğrafyamızda barış, Kürt ulusu ve halkının barış talebi ancak devrimle elde edilebilir ve burjuva demokratik bir hak olan barış istemi, tıpkı Kürt ulusunun ulusal özgürlüğünün ve genel politik özgürlüklerin kazanılması sorunu gibi bir devrim sorunudur, antiemperyalist demokratik devrimin zaferi, kalıcı bir barış için sosyalizmin zaferi sorunudur.
Yarı-sömürge, geri kapitalist Türkiye düzeni sürdükçe, Kürt ulusunun adil, eşit, özgür, onurlu bir barışı elde etmesi asla olanaklı değildir. Barışı kazanmak mı istiyoruz, o halde barış devrimle, barış düzenin ve egemen sınıfların egemenliğinin ve diktatörlüğünün yıkılmasıyla kazanılacak ve bir gerçeğe dönüşecektir.
Kim tarafından önerilirse önerilsin, kim tarafından mücadelesi verilirse verilsin düzen içi “politik çözüm “le sağlanan “barış” barış değildir, olamaz. Kim ne derse desin düzen sınırları içerisinde Kürt devriminin en ileri kazanımlarla (örneğin Kürt kimliğinin tanınması, dilini ve kültürünü kullanma hakkının tanınması, bölge valiliğinin, koruculuğun, özel ordunun, özel timin dağıtılması, kirli savaş suçlularının bir kısmının feda edilmesi, tazminat ödenmesi vb.) söndürülmesiyle ne ulusal özgürlük gelecek ne adil, eşit, demokratik, onurlu bir barış kazanılacak, ne de Kürt sorunu çözülecektir. Olsa olsa Kürt sorununun ateşi geçici olarak düşürülmüş olacak; sorun bir kez daha ve yeni bir biçimde daha sert biçimlerde kendini dayatacaktır.
Marksist leninist komünistler Kürt ulusunun başta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere tüm demokratik ulusal haklarını ve demokratik barış talebini kayıtsız şartsız desteklemekte ve kavgasını vermektedir.
Ama bu hakları şartsız destekleme ve pratik savaşımını verme ile PKK’nin ideolojik siyasi çizgisini, PKK’nin “barış” ve “siyasi çözüm” politikasını desteklemek farklı şeylerdir. Partimiz, birincilerin mücadelesini vermekte. PKK’nin yurtsever mücadelesini desteklemekte, ama onun ideolojik-siyasi kimliğini; “barış” ve “siyasi çözüm” öneri ve yönelimini desteklememektedir.
Partimiz, PKK’nin emperyalizme, gericiliğe darbe vuran mücadelesi sürdüğü sürece onunla ortak düşmana karşı ortak kavgasını yürütmede bir an bile tereddüt etmeyecektir. Öte yandan, partimiz, yine bu süreçte (ve her zaman) PKK ile sınıfsal farklılığını ortaya koymaktan da geri durmayacaktır. Bu bizim devrimci-komünist kimliğimizin ve devrimci dostluk anlayışımızın vazgeçilmez bir gereğidir.
PKK’nin “batış” ve “siyasi çözüm” mücadelesi reformcu içeriğine karşın bugün için ilerici bir rol oynamaktadır. PKK’nin bir reformcu yönelişine, reformizmde derinleşme eğilimine karşın o, emperyalistler ve Türk burjuvazisinin içerisinde gelişen “politik çözüm” çizgisine dayanarak değil, ulusal kurtuluşçu Kürt devriminin dinamiğine dayanarak savaşı başlatmış, büyütmüştür. Bu, onun güçlü yanıdır.
Komünistler proletaryanın, halkların, der- vim ve sosyalizmin yararına olan, hizmet eden bir barıştan yanadırlar. Ne olursa olsun barış stratejisi kadar, düzen içi kazanımlarla bitecek bir ufuk darlığıyla yürütülecek barış stratejisine ve böyle bir stratejiye yönelim gösterilmesine de karşıdırlar.
Komünistler, devrim, sosyalizm, iktidar kavgasının zaferine bağlanmış bir barış stratejisi ve amacıyla barışın kavgasını vermekte ve verecektirler de.
Devrimci hareketimizin geleneksel tarzının (dar-pratikçi, ilkel, amatör tarzının ifadesi olan) şekillenmesinin ürünü sekter, barış kelimesinden ürken, onda reformizm ve oportünizm gören, Kürt halkının ve ezilenlerin barış isteminden sekterce uzak duran kafa yapısının aksine, barış istemine devrimci bir tarzda sahiplenmeye devam edecektir. Ezilen, sömürülen, horlanan kitlelerin sözkonusu talebini ve mücadelesini dışardan seyreden, küçümseyerek bakan bir tavrı değil, bilakis talebi devrimci kitle mücadelesinin geliştirilmesinin aracı yapan bir politik-pratik hattın savaşçılığını yapmaktadır.
Vurgulanması gerekir ki, PKK’nin öngördüğü “barış “, “siyasi çözüm” politikasının zaferi bile büyük bedeller ödemeyi, sömürgeci faşist diktatörlük ile sert bir savaşım gerektiriyor. Bu olmaksızın Türk egemen sınıflarının (gerek geleneksel politik şekillenmeleri gerekse, Türkiye’nin jeopolitik öneminden kaynaklanan konumu ve emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin sertleşecek oluşu, gerekse de sözkonusu burjuva reformist çözümün yol açacağı yeni devrimci imkanların olası sonuçlarından duydukları korku vb.) bu çözüme kolaylıkla “evet” diyeceğini beklemek politik saflık olacaktır.
PKK’nin “barış “, “politik çözüm” yöneliminin reformist de olsa ilerici bir rol oynadığından bahsettik. Bu rol (ve partimizin barış talebi karşısındaki devrimci politikası) kaçınılmaz olarak, barış talebini duyduğu her yerde kırmızı renk görmüş boğa gibi saldıran faşizm ve sermayenin teşhir olmasına, şovenizmin etkisinin kırılmasına, geniş yığınların özdeneyleriyle (faşizmle geniş yığınlar karşı karşıya gelmekte ve gerecektir bu olgu, gerek Kürt halkı gerekse de Türk işçi ve emekçileri arasında) barışın devrimle geleceğini görmesine hizmet edecektir. Yığınların sadece propaganda ve ajitasyonla devrime çekilmeyeceği, bunun için bir de yığınların özdeneylerinin gerekli olduğu gerçeği (Leninizmin temel taktik kurallarından biridir bu kural) barış talebi ve mücadelesi için de tümüyle geçerlidir.
Barış talebine devrimci bir strateji ve taktikle sahiplenmek bir şeydir, reformcu bir strateji ve taktikle sahiplenmek veya yönelimle sahiplenmek bambaşka şeylerdir.
Birincisi zaferin, yığınları devrime kazanmanın, istikrarlı ve tutarlı bir savaşım hattının güvencesi, barışın elde edilmesinin de en güvenceli, en az acılı yoludur.
İkincisi ise, halkların kavgasını süreç içerisinde bazı kazanımlarla, reformlarla, sistem içi çözümlerle söndürme yoludur.
Birinci hat devrimcidir. İkinci hat reformcudur. Devrimin yan ürünü olacak politik reform ve kazanımların nihai hedefinin, asıl amaç haline getirilmesidir.
PKK’nin etkinliği, çapı, etkisi, siyaseti, etkileme gücü düşünüldüğünde, herhangi bir devrimci parti, grup ve çevreden farklı olarak onun yanlış ve zaaflarının, reformist yöneliminin (tersi de doğrudur) Kürt halkı, coğrafyamız halkları nezdinde yaratacağı bilinç bulanıklığı, hayali beklentiler, yol açacağı tahribatlar çok daha derin ve kapsamlı olacaktır.
Bu gerçeğin altı kalınca çizilmeli ve özellikle vurgulanmalıdır. Barış sorununun reformcu konuluşu ve mücadelesi, reformist barış stratejisi ve bu strateji tarafından yönlendirilen taktik hat (ÖDP, EMEP vb.) veya bu stratejiye doğru yönelim, gerek Kürt halkı nezdinde gerekse de Türk halkı nezdinde, en bilinçli, en mücadeleci, yanısıra, az çok aydınlanmış, mücadele eden ya da etmeye istekli ve Kürdistan’daki sömürgeci savaşa, Batı’da geliştirilmeye çalışılan faşist iç savaş politikasına karşı mücadelede uyanan ve uyanacak olan kitleler nezdinde derin bir tahribat yaratmakta ve yaratacak, bilinçlerini bulandırmakta, hayali beklentileri yaymakta, onların devrimci enerjisini her rengi ve tarzıyla reformist, liberal (ki, yarın iyice köşeye sıkıştıklarında barışçı(!), politik çözümcü(!) kesilecek Türk egemen sınıflarının) akımların ve cephenin peşine, yedeğine takarak boğacaktır.
PKK’nin sözkonusu barış yöneliminin oynadığı, oynayacağı rolün demokratik karakterini vurgulamak yetmez, bu gerçeğin de (PKK’nin yöneliminin olumsuz etkisi, götüreceği yer) ısrarla Kürt halkı ve halkların nezdinde vurgulanması gerekir.
Küçük burjuva devrimci-demokrasisinin sekterliğine karşı mücadele etmek yetmez, yasalcı reformist akımların sosyal şoven hattının da geniş yığınlar nezdinde deşifre edilmesi gerekir. Ama bu da yetmez, yurtsever hareketin sözkonusu reformizmde derinleşmesine karşı da dostça mücadele edilmesi gerekir.
Biliniyor, sadece öncü ile tayin edici savaşlara hazırlanmak ve kazanmak olanaklı değil. Açık ki, geniş yığınların ve işçi sınıfının kazanılması, ikna edilmesi gerekir. Kuşkusuz ki, sadece teorinin, ilkelerin, program ve stratejinin gerçeklerin açıklanmasıyla yığınlar (bu barış talebi ve mücadelesi için de geçerli) kazanılamaz; burada başarılı, devrimci bir taktik hat politik esneklik hattı, yığınların (ve Kürt halkının) yakıcı taleplerinin militan bir hatta sahiplenilme si gerekir ve işçi sınıfının, Kürt halkının, ezilen milyonların özdeneyleriyle bu gerçeği görmesi gerekir.
Sadece barış propaganda ve ajitasyonuyla yetinen pasifist ve sosyal şoven bir politika değil, barış özlemine, istemine günlük mücadeleler içerisinde enerjik bir şekilde sahiplenen bir hat. Sadece barış doğrultusunda iyi niyetli açıklama, dilek ve temennilerle yetinen reformist bir politik hat değil devrim, iktidar, sosyalizm amaçlarına bağlanmış burjuvaziden, oportünizmden, reformizmden bağımsız devrimci kitle hareketini sistemli geliştirme hattı. Barış davası ile devrim ve iktidar davasını birleştiren, birinciyi ikinciye bağlı ele alan bir savaşım hattı. Her türlü savaşa karşıyız gerici liberal, reformist, ütopik ajitasyonu değil, Kürt halkının haklı savaşını pratik olarak destekleyen, faşizm ve sermayenin haksız, kirli, sömürgeci savaşımına karşıdevrimci savaşımcı hatta şovenizme, sosyal şovenizme karşı en enejik savaşım hattı. Soyut ve pasifist bir barış söylemiyle işçi sınıfını, halkları aldatan bir hat değil, kitleleri devrimci eyleme çağıran, aydınlatan, savaş mevzilerine süren devrimsiz barış politikasına karşı devrimci savaşım hattı. Egemen sınıfların iktidarını, sömürgeci boyunduruğu devrimle yıkmadan sağlanan “barış “ın gerçek bir barış, demokratik ve onurlu bir barış değil, Kürt ulusunun köleliğinin yeni biçimlerde bir burjuva barışla sürdürülmesini güvenceleyen, barış olduğunu, faşizm ve sermayenin boyunduruğunu askeri biçimler yerine barışçıl biçimlerde (savaş politikasının zor yoluyla sürdürülmesiyse, barış da politikanın “barışçıl” biçimlerde sürdürülmesidir) devamı olduğunu gösteren bir barış olduğunu ideolojik, politik olarak gün ışığına çıkaran bir savaşım hattı. Her siyasi temel talep gibi barış talebini de işbirlikçi kapitalist sistemin yıkılması, devrim ve sosyalizmin gerçekleşmesi mücadelesine tabi kılan bir hat. Kürt ulusal sorununun çözümü ve Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı gibi, demokratik barış talebini emperyalizme, işbirlikçi kapitalizme, faşist diktatörlüğe karşı devrimci program ve taktikle birleştirerek ele alan bir hat. Devrimin yan ürünü olarak kazanılacak reformcu kazanımların (örneğin Bölge Valiliğinin, koruculuğun dağıtılması, yerinden yurdundan edilen Kürt halkının yerlerine dönüşü, tazminat ödenmesi, zindanların boşaltılması, anadilde eğitim vb.) iktidar kavgasının kaldıraçları ve zaferi için kullanılması; reformlar için mücadeleyi devrim için zafere kilitlenmiş bir eksende ele alınışını öngören bir savaşım hattı.
İşte MLKP’nin savaşım hattı budur.
Partimiz, Kürt ulusunun ulusal özgürlüğünün ve ayrı devlet kurma hakkının şartsız ve tavizsiz savunucusudur.
Partimiz, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının tek parti çatısı altında birleşik devrimin savaşçısıdır.
Partimizin Kürt ulusuna önerdiği çözüm devrimin zaferinin ürünü olacak, ulusların ve dillerin eşitliğine dayanan, istediği an ayrılma hakkının garantiye alındığı işçi-emekçi sovyet- ler cumhuriyetidir.
Partimiz, Kürt ulusunun ulusal özgürlüğü gibi doğal hakkı olan demokratik, onurlu barışa ulaşmasının ve kazanılmasının tek güvenli yolunun antiemperyalist demokratik halk devrimi olacağını vurgular.
Partimiz emperyalizme, şovenizme, sömürgeciliğe ve faşizme karşı mücadelesinde Kürt halkının tek tutarlı ve en devrimci dostudur.
Kürt ulusunun sömürgeci statü ve sömürgeci ulusal baskıdan kurtuluşu, ayrı devlet kurma hakkı başta olmak üzere ulusal özgürlüğünü kazanabilmesi için; bu statü ve baskıya karşı ulusal tepkiden ulusal direnişe, ulusal direnişten ulusal ayaklanmaya gelişen ulusal kurtuluşçu devrimin Batı’ya taşınması, merkezinde devrimci bir işçi hareketi duran, devrimci bir dalga ve patlamaya dönüşen devrimci bir kitle hareketinin geliştirilmesi, Batı’da nüve halinde bulunan ve olgunlaştırılması derinleştirilip geliştirilmesi gereken ikinci cephenin (bu müdahalenin somut politik biçimlerinden biri de Haziran ‘98’de kurulan BDGP’dir) inşasıdır. Sömürgeci faşist diktatörlüğün en büyük korkusu da budur, Kuzey Kürdistan’da patlak vermiş ve direnen devrimin ve devrim yangınının Batı’ya taşınması, yangının iki cephede birleşik tutuşarak düzeni ve devleti yakması ve kül etme si dir.
Acil politik görev, Türk egemen sınıflarıyla, onların sömürgeci devletiyle masaya oturup eldeki başarı ve kazanımlara, politik ve askeri kozlara dayanarak “barış “ı, “politik çözüm “ü talep etmek değil, Doğu’da ve Batı’da ulusal ve sınıfsal savaşımı; antifaşist, anti-şoven, antiemperyalist kavgayı birleşik ve militan bir tarzda devrim ve iktidar kavgasının zaferi için derinlemesine ve genişlemesine yaymaktır. Kürt ulusunun haklı demokratik barış istemini de savaşımı yaymada, büyütüp zaferi kazanmada güçlü bir somut politik talep olarak kullanmadır.
Emperyalist “Yeni Dünya Düzeni “nin Ortadoğu’da (örneğin Filistin ulusal davası hatırlansın), Afrika’da (örneğin Mandela ve ANC hareketi hatırlansın), Latin Amerika’da (örneğin, El Salvador’da 5 partinin oluşturduğu devrimci cephenin deneyi hatırlansın.), İberik Yarımadası ve Avrupa’da (örneğin Bask ve Katalonya, son olarak da İrlanda hatırlansın) dayattığı “barış “, “politik çözüm” emperyalist ve gerici politikaların bir örneğinin de coğrafyamızda daha bugünden şu veya bu şekilde ve düzeyde dayatılması, PKK’nin hizaya sokulmaya çalışılmasına karşı mücadele, başta işçi sınıfımız ve partimiz ve Kürt halkı olmak üzere tüm devrimci, yurtsever güçlerin görevidir.
Elbette ki, Kürt ulusal devrimi, Kürt halkı bu tuzağa kolay kolay düşmeyecektir ve düşmemesini dileriz. Ama PKK ve Kürt ulusal hareketi içindeki güçlü reformist yönelimi ve derinleşmesi karşısında yurtsever hareketi ve Kürt halkını uyarmak, savaşımı daha güçlü büyüterek bu tehlikeye karşı durmak, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının acil ve vazgeçilmez görevidir.
Kürt ulusal sorunu, onun güncel ve yakıcı istemleri, o arada barış talebi sözkonusu olduğu zaman şu temel yaklaşımlara bağlı kalarak hareket edilmelidir: Taktiği, taktikleri strateji yönlendirmelidir. Güncel, kısmi, geçici istemler genel, sürekli ve temel hedeflere bağlı ele alınmalıdır. Günlük mücadele her durumda program ve stratejinin yönetiminde, program ve stratejinin çıkarlarına bağlı ve ona tabi bir şekilde ele alınmalıdır.
Bu perspektiften her sapış ve kayış marksizmin leninizmin, işçi sınıfı devrimciliğinin politik önderlik ve politik mücadele ruhuna aykırı düşecek ve bizleri farklı sınıf ve tabakaların mevzisine sürükleyecek ve giderek o mevzilerde konumlandıracaktır.
Strateji, taktik, günlük mücadele ve talepleri ile program ve temel talepler ilişkisinde örneğin siyasal özgürlük (demokrasi) sorununu ele alış tarzımız, Kürt ulusal sorunu ve barış talebi ve mücadelesini ele alışımızda bizlere rehber olmalıdır.