Giriş Yerine
Bugün dünyadaki gelişmeleri hesaba katmaksızın, coğrafyamızdaki işçi hareketinin durumu üzerine fikir yürütmek doğru olmayacağı gibi, hiç olmazsa son 20 yılın işçi sınıfı ve onun hareketi üzerindeki etkilerini belirlemeden hareketin yönünü çizmek de pek kolay olmayacak.
Dünyada geçen on yıl, revizyonist blokun çöküşünün sarsıntılarıyla başladı. “Doğu Bloku” ülkelerinde “komünist” rejimler, partiler ve iktidarlarıyla devrildiler. Sokaklar karşıdevrimci kitle gösterileriyle inlerken, geçmiş devrimci değerler, heykeller yerlerde süründü. Sosyalizm ve proletarya devrimi fikrine karşı azgın bir karşıdevrimci ideolojik saldırı buna eşlik etti. Ondan da bir on yıl önce, Polonya’da sosyal faşist diktatörlüğün açıkça ilan edilişi ve Afganistan işgali, sosyalizm etiketiyle dünyanın 1/3’ünü elinde tutan revizyonist blok, eylemleriyle sosyalizmi çok tartışılır kılmıştı. şimdi zincir tamamlanmıştı. Artık dünyada sosyalizm adında bir sistem yoktu ve proletarya devriminden de söz edilemezdi. Tarihin sonu gelmiş, meydan kapitalizme, kapitalist tekellere ve onların projelerine kalmıştı!
Emperyalist burjuvazinin kalemşörleri, sosyalizmin kötülükleri ve kapitalizmin iyilikleri üzerine yüzlerce, binlerce kitap-gazete-dergiyle insanların beynine karşı hücuma geçtiler. Soğuk savaşın bittiği, çünkü “sosyalizm yıkılınca ona gerek kalmadığı” açık açık dile getirilir oldu. Bu yeni durumun adı da yeni dünya düzeni idi. İnsanlık tek kutuplu dünyaya kavuşmuş olarak ve globalizme sarılarak mutluluğa ulaşabilirdi!
Evet, söylenenler bunlardı. Ama bu çok iddialı sözler, ürkütücü görüntüler, buz üzerindeki yazılar ve çizimler gibi kısa zamanda silinip gittiler. Yerlerini, emperyalist gericiliğin özenle gizlemeye çalıştığı gerçeklere bıraktılar. Yaygaranın üzerinden on yıl geçmeden kapitalist sistemin insanlık için hiç bir umut sunmadığı açık olarak anlaşıldı. İnsanlık; başta işçi sınıfı, işsizler ve emeği ile geçinen bütün katmanlar yeni bir mücadele ve arayış içine girdi.
Bu yeni durumda yıkılan revizyonist ülkelerdeki işçi ve emekçiler için, yaşanmış/denenmiş bir gerçek olarak adres açıktı: Sosyalizm. Bunun için “bütün iktidar sovyetlere” talebi, gösterilerin başlıca sloganlarından biri oldu.
Klasik kapitalist ülkelerdeyse, yol o kadar açık ve dolaysız değildi. Son yirmi yıl boyunca neoliberal denen iktisadi politikalarla büyük işletmelerle birlikte üretim ve işgücü kullanım süreçleri bölünüp parçalanmış; işçi sınıfı neredeyse yüzyıla varan mücadelelerle yarattığı kazanımları hızla kaybetmeye başlamış; sermayenin bütün saldırıları altında sendikalar bile hızla küçülmeye başlamıştı. İşçi sınıfı içinde ve devrimci güçlerde revizyonist ihanetle birlikte başlayarak ideolojik-siyasal parçalanmışlık, geleceğe güvensizlik gelişmişti. Emperyalist burjuvazinin ideolojik hegemonyası, politik hakimiyeti büyük bir gelişme göstermişti. O yüzden de emperyalist ülkelerde ve yeni sömürgelerde işçi sınıfının (ve diğer emekçilerin) mücadele dalgası, daha geriden, daha dolaylı yollardan ve daha geri taleplerle yükselmeye başladı. Bir başka ifadeyle söylersek, bugün bu ülkelerdeki işçi ve emekçiler kapitalist sömürüye; yeni ekonomik politikaların mahkum ettiği esnek üretim, taşeronlaştırma, düşük ücret ve işsizlik saldırılarına hayır diyerek karşı durmaya çalışıyor. Bu arada, sistemin bütünüyle; ekonomik, siyasi, toplumsal ve yapısal özellikleri, baskıcı karakteriyle yüz yüze gelse de, doğrudan bir mücadele ve köklü değişiklik talebi yükselmiyor. Hareket kendiliğinden gelişiyor. Gerçek bir toplumsal projeye hareketi bağlayacak bir önderliğe sahip olmamanın ağır sorunlarıyla boğuşuyor.
Ama her şeye rağmen dünya çapında yeni bir işçi kitle hareketi dalgası görülüyor. Bu dalga kendiliğinden hareketin hemen bütün temel özelliklerini yansıtıyor. Bir sektörde, bir ülkede dalga aniden yükseliyor, sonra yavaş ya da hızlı iniyor. Birkaç hafta ya da birkaç ay sonra başka bir coğrafyada, başka bir sektörde yeni bir dalga kendisini açıkça hissettiriyor. Bunların arasında az çok bir sınıf dayanışması eğilimi gelişiyor. Önemli olan şu; işçi kitle hareketi dalgası dünya çapında gelişiyor ve hareketi besleyen ana kaynakları, aynı olgulardır: Birincisi; kapitalist- emperyalist sistemin neoliberal ekonomi politikalarının yarattığı sonuçlar. İkincisi; bu politikalar (Latin Amerika’da, Avrupa’da ve Türkiye’de farketmiyor) uygulanırken kullanılan siyasal zorun yarattığı öfke birikimi. Üçüncüsü; her ikisiyle, yani hem yeni ekonomi politikalarıyla, hem de siyasal zorla “uyum” kurmuş, destek olmuş ya da bunların karşısında sessiz/etkisiz kalmış sarı sendika bürokrasisinin işçi saflarında yarattığı derin hoşnutsuzluk.
şimdiki hareket, bir yerde pratikte herhangi birine karşı ortaya çıkarak başlasa da, potansiyel olarak her üçünü birden hedefleyerek gelişiyor. Bu hareketin arka planında, yukarıdan beri özetlediğimiz olgular, yani yeni kitle hareketinin bugün hedeflediği güçlerin sınıfa karşı yıllardır süre giden uygulamaları vardır.
***
Hareketin bugünkü genel içeriğini, hatta düzeyini, iktisadi/sendikal istemler için kapitalist sistemle ve patronlarla girişilen iktisadi mevzi çarpışmalar belirliyor. Kimilerine ise, sendikasızlığa ve örgütsüzlüğe mahkum etmeye karşı mevzi isyanlar diyebiliriz. Kuşkusuz bugünkü hareket işçi sınıfının bir asrı aşan savaşımının örnekleri karşısında pek de önemli bir düzeyde sayılamaz. Daha önemli olan, işçi sınıfı hareketinin önünün gerek dünyada gerekse coğrafyamızda esasen sosyalizm bilimiyle aydınlanmamış olmasıdır. Çünkü dünya işçi sınıfı, bir zamanlar kendisini Rusya’da olduğu gibi iktidara taşıyan veya Hitler faşizmiyle savaş yıllarında olduğu gibi, sermaye sınıfı ve sermaye düzenine karşı büyük kavgalara yönelten ve bu kavgalarda onu yöneten, sermaye ve faşizmi yenmesini sağlayan partilere sahip değildir. Bu nedenle de kapitalizme karşı açıktan ve cepheden sosyalizm için savaşım içine giremiyor.
Bugünkü hareketi bu açıdan değerlendirirsek, her kendiliğinden hareket gibi elbette böyle bir potansiyele sahip. Ama mevcut ve daha da açığa çıkacak potansiyeli değerlendirmek, yine de sınıf hareketine komünist müdahalenin gücüne bağlı. Daha doğrusu kendiliğinden içerikli işçi hareketinin hiç olmazsa orta vadede, sosyalizm savaşımı projesine bağlanması buna bağlı. Kaldı ki güncel taleplerin kazanılması ve az çok kalıcı başarı şansı bile, öncü kurmay çalışmalarının gücüne bağlı. Bu yazıda kısa ve özet olarak koymaya çalıştığımız şey; kendiliğinden gelişen işçi
hareketi dalgasının, işçi hareketi ile komünist hareketin ayrı kanallardan yürüme durumunu ortadan kaldırma ve iki hareketi birleştirme olanaklarını artırdığıdır. Mevcut hareket, sosyalist propaganda-ajitasyon ve örgütleme çalışmaları için uygun bir zemin sunuyor. Çünkü, her ne kadar hareket iktisadi içerikli olsa da, koşullar -iktisadi, siyasi ve toplumsal- işçileri ister istemez siyasetle uğraşmaya daha fazla zorluyor. Örneğin özelleştirme uygulamaları ilk anda işçileri işsiz ya da sosyal hak yoksunu kılıyor. Ama uygulamanın kaynağı, doğrudan hükümet kararı ve onun da arkasında IMF olduğu için, işçi eylemi en başında politikleşiyor. Hem hükümeti, hem de IMF- Dünya Bankası politikaları nedeniyle işbirlikçi kapitalizmi ve emperyalizmi hedef alıyor. Örneğin SEKA işçileri, işsiz ve güvencesiz kalmaya karşı çıkarak direnişe başladılar, ama bunun için devletin ve IMF’nin özelleştirme politikalarına müdahale etmek zorunda kaldılar. Aynı şey, bir ölçüde İncirlik Üssü grevinde de yaşandı. Amerika’da UPS grevi ise part-time çalıştırma politikalarına karşı işçi sınıfının bir müdahalesiydi. Özcesi, işçi sınıfı iktisadi, siyasi ve toplumsal koşulların zorlamasıyla politikayla uğraşıyor, ekonomik mücadelesi politik bir boyut da kazanıyor. Bunun nasıl bir politika olduğunu belirleyecek olansa, her zaman ve her koşulda politika yapıcı işçi sınıfı bölüğünün bilinç ve örgütlülük düzeyi ve niteliğidir. İşçi sınıfı, burjuva bilinç ve örgütlülüğü aşmamışsa yaptığı politika da, politikaya karışmasının içeriği de elbette burjuva olacaktır. SEKA örneğinde gördük ki, Refah yanlısı sendika yönetimi ve reformist partiler, direnişi ve direnişteki işçi bilincini burjuva/düzen içi tutmaya, devrimci ve komünist ajitasyondan yalıtmaya özel bir çaba gösterdiler. Dahası, direnişi, hükümete karşı kendi burjuva muhalefet çizgilerine kaldıraç yapmaya çalıştılar. Sınıflar savaşımının mantığına uygun ve doğal bir durumdur bu.
***
Siyaset, ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir. İşçi sınıfının siyaseti, kendisinin ekonomik kurtuluşunun aracıdır. İşçi sınıfının siyasal mücadelesi son tahlilde sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı, bütün toplumun maddi, manevi ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması veya tatminini hedefler. Bu hedefe varmak için işçi sınıfı önce iktidarı almak zorundadır. Onun iktidarı, ancak kapitalist sınıfın egemenliğinin yıkılmasıyla olanaklıdır. Buradan doğal ve mantıki olarak şu çıkar; işçi sınıfının her alandaki mücadelesi iktidar mücadelesinin gelişimine hizmet etmeli, ona bağlanmalıdır. Peki bu nasıl olacak? Bunun tek güvencesi, kendi dünya görüşünün/bilimsel sosyalizmin aydınlatıcı ışığıyla kendiliğinden hareketin soylulaşmasıdır. İşte öncü/komünist parti burada gereklidir. İşçi sınıfının kendi çıkarları doğrultusunda siyasete girmesi ancak parti öncülüğünde olur.
***
Bugünkü koşullarda kuşkusuz işçi sınıfının sosyalist siyasal bilinç edinmesinin ve örgütlenmesinin önünde önemli engeller var. Başlıca olarak; sermaye sınıfının baskıları, faşist rejimin yasaları, baskı ve terörü, düzen partileri, küçük burjuva reformist partiler ve işçi sınıfının burjuva ideolojisinin hegemonyası altında olmasıdır. Demek ki; işçi sınıfının ekonomik-siyasi mücadelesinin düşmanları çok. İşçi sınıfı, burjuvazinin ekonomik sömürüsü, faşist rejimin ideolojik-siyasi ablukası altında. Bu ablukayı yarmak gerekiyor, yarılacaktır. Çünkü, tarihsel ve siyasal bakımdan en devrimci toplumsal tek güç işçi sınıfıdır. Marksist leninist komünistlerin teori ve programlarının merkezinde işçi sınıfı ve onun egemen sınıf olarak örgütlenmesi durur. Bu bir devrim planında, strateji ve taktikler planında somutlanır. Komünist artışının aslı işi, işçi sınıfını kendiliğinden bir sınıf olmaktan çıkararak bu plandaki yerine yerleşmesini sağlamaktır. Bir başka ifadeyle, işçi sınıfının siyasal eğitimini sağlamak ve onu bir devrim ordusu olarak örgütlemek, iktidara ulaşmak durur.
Yeni İşçi Hareketi Dalgası
Coğrafyamızda da işçi sınıfı hareketi önemli bir gelişme süreci içinde bulunuyor. Harb-İş grevinin kazanımla sonuçlanması, Metal işçilerinin 18 Eylül’de Türk Metal’in ihanetine karşı başkaldırısı, SEKA işçilerinin özelleştirmeye karşı fabrikaları işgali ve diğer gösterilerin ardından kapatma kararını iptal ettirmesi, Tuzla deri işçilerinin işçi kıyımına ve jandarma saldırısına karşı kitlesel mücadelesi, tek tek işyerlerinde işten atma ve sendikasızlaştırmaya karşı direniş örnekleri sınıf hareketinde bir canlanma ve yükselme eğilimini açığa vuruyor.
Türkiye işçi sınıfının mücadelesindeki yükselme eğilimi, dünyadaki işçi sınıfı hareketinin yükseliş eğilimi ile kısmi paralellikler gösteriyor. Rusya’da 45 bin işyerini kapsayan ve on milyonlarca işçinin katıldığı genel grev, Kolombiya’da işçilerin hükümetin uyguladığı politikalara karşı geliştirdiği bir haftayı aşan genel grev hareketi, Güney Kore metal işçilerinin fabrika işgalleri ve militan kitle gösterileri, Avustralya liman işçilerinin barikat mücadelesi ve zaferi emperyalizmin, “Yeni Dünya Düzeni “nin kalesi ABD’de General Motors grevi, Danimarka’da işçilerin sendika yöneticilerine rağmen süren iki haftalık genel grevi, Yunanistan’da emperyalizmin uyguladığı politikalara karşı işçilerin, (köylülerin ve öğrencilerin) genel grevi, boykot ve direnişleri; Endenozya’da Suharto faşist diktatörlüğüne karşı işçilerin(ve emekçilerin) ayaklanması, Fransa’da, Belçika’da, İtalya’da, Peru’da vb. işçi eylem ve direnişleri bütün bunlar, dünyanın her yerinde gelişen ve güçlenen bir işçi sınıfı hareketinin varlığını ortaya koyuyor. “Yeni Dünya Düzeni “nin “küreselleşme” politikalarına karşı işçi sınıfı hareketi tepki gösteriyor. Son Güney Asya ve Rusya’da baş gösteren mali krizle birleşen koşulların da etkisiyle işçi sınıfı dünyada kapitalist sistemin yıkıcı sonuçlarına karşı mücadeleye girişerek, onun “küreselleşme” politikalarının iflasını ilan ediyor.
“Küreselleşme” politikasının geleceğini tartışmak amacıyla dünyanın yedi büyük emperyalist devinin (G 7) ve IMF’nin toplantıları krizin etkilerine karşı kısa süreli bir karar ve sonuç alamadan dağıldı. Emperyalist neoliberal ekonomi politikaları gerçekte iflas aşamasındadır.
Bütün bunların bir sonucu olarak emperyalist sistemin kendi iç çelişki ve çatışmaları, emperyalizmle ezilen halklar; işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki çelişki ve çatışmalar şiddetle açığa çıkıyor. Lenin’in çağımızın başında yaptığı şu saptama, karşıdevrim borazanlarını hayal kırıklığına uğratarak kendini doğrulatıyor: Çağımız, emperyalizm ve proletarya devrimleri çağıdır!
Evet, dünyada gelişmekte olan bugünkü işçi sınıfı ve halkların hareketi devrimin güncel bir sorun olduğunu, dünün, geçmişin ve uzak geleceğin bir sorunu olmadığını da gösteriyor. Kapitalist rekabet ve krizin, emeği ile geçinenleri yıkıma, yoksulluğa sürüklemesi, emperyalist saldırganlık ve sömürünün yoğunlaşması, işçi sınıfı ve emekçilerde mevcut durumdan çıkış arayışını hızlandırıyor. İşçi sınıfı dünyanın değişik bölgelerinde yaptığı eylemlerle kapitalist sistemi zorluyor. Kapitalist sömürü ve barbarlığın kabuğunu parçalama potansiyelini açığa vuruyor.
Ne var ki; uluslararası işçi hareketi için gelişme ve yükselme eğilimine karşılık marksist leninist parti ve örgütlerin, ya embriyon halinde ya da ülkelerindeki sınıf hareketine önderlik edecek düzeyde örgütlü olmadıkları gerçeği de bu arada kendini daha fazla hissettiriyor. İşçi sınıfının öncüsü iddiasında olan adı sözde komünist, sosyalist, marksist olan partilerin modern revizyonist sistemlerin yıkılmasından sonra pusulasız kaldı. Bir kısmı hala yıkıntıların enkazı altında kalarak reformcu bir çizgide, burjuvazinin hizmetine girdi. Bir kısmı da birer reform ve toplumsal muhalefet örgütüne dönüşmüş partiler konumunda bulunuyor.
İşçi sınıfı hareketinde ve sendikalarda da aynı şeyler gözleniyor. Reformcu parti ve akımların etkisi ile bugünkü işçi hareketi büyüklüğüne rağmen önemli sonuçlara kadar gidemiyor.
Hareketin Özellikleri
Dünyada işçi sınıfı hareketinin belirgin özelliklerinden biri, genel grevin başat bir mücadele aracı haline gelmiş olmasıdır. Son yıllarda tek tek ülkelerde gelişen genel grev hareketi emperyalizmin topyekün saldırılarına karşı birçok ülkede birleşik, topyekün bir karşı koyuş gösteriyor.
Bir başka özelliği, hareketin yükseldiği ülkelerde işçi sınıfı hareketinin genişleme eğilimine de sahip olmasıdır. Örneğin Rusya’da bu son yılların en geniş katılımlı genel grev hareketi oldu. Kolombiya’da iki haftayı bulan genel grev de buna örnek olarak verilebilir.
Dünyada sınıf hareketinde bir sertleşme eğiliminden söz edilebilir. Güney Kore’de fabrika işgali ve sokak çatışmaları dün den bugüne taşınan bir eğilim. Ama artık, Güney Kore’ye has bir özellik olmaktan çıkarak genelleşiyor. Örneğin, Avustralya, Peru ve Kolombiya’da genel grevle birlikte sokak gösterileri, diğer emekçilerin sokak hareketi devreye giriyor.
Bir başka özellik; aynı işkolundaki grevlerin sadece başladığı yerle sınırlı kalmayışıdır. Geçtiğimiz yıl yaşanan UPS grevi uluslararası bir özellik kazandı. ABD’de başlayan ve UPS’nin örgütlü olduğu tüm ülkelere yayılan grev, sermayeye karşı birleşik hareketin zaferle sonuçlanmasını sağladı. General Motors grevi de esnek üretime karşı uzun süreli oldu ve başka işletmelere yayılan bir grev özelliğine ulaştı.
Emperyalist kapitalist dünyada baş gösteren mali krizin yanısıra, ekonomik krizin ciddi belirtilerinin görünmesi, dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin tekelci sermayeye karşı doğrudan, açık, cepheden savaşımını koşuluyor. Güneydoğu Asya’dan başlayıp yayılan mali krizin etkilerine karşı Rusya işçi sınıfının yükselen mücadelesi, krizin etkilerine karşı uluslararası kapsamda sınıf hareketinin izleyeceği rota konusunda yeterince fikir veriyor. İşçi hareketi protesto tarzını aşarak saldırı tarzına geçişe zorluyor.
Türkiye işçi sınıfının “Küreselleşme” politikasının bir sonucu olan özelleştirme, sendikasızlaştırma vb. uygulamalarına karşı mücadele eğilimi güçleniyor. Bu nedenle SEKA işçilerinin direnişi, SEKA ile ilgili bir eylem olmaktan çok uluslararası sermayenin politikalarına karşı mücadelenin güncel örneğidir. Yani, Türkiye işçi sınıfı da, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarına karşı sessiz durmuyor. Dünya çapında sermayeye karşı güçlenmekte olan sınıf mücadelesi eğiliminden etkileniyor.
18 Eylül’de ihanete ve sendikal despotizme karşı ayağa kalkan Türk Metal üyesi işçilerin Güney Kore ve General Motors işçilerinden etkilendiği çok açık. Gösteri biçimleri, kararlı ve öfkeli gözler, sıkılı yumruklar, hep televizyon ekranında izlediğimiz işçi yüzleri, Güney Kore manzaralarıyla açık bir benzerlik gösteriyordu. Metalurji işçileri, Türk Metal’in ihanetine ve sendikal bürokratik çarka karşı sendikal demokrasi istemleri ve sermayeye karşı kabaran öfkesiyle şalter indirdi. SEKA işçileri, metal işçilerinden farklı bir taleple, fabrikalarının kapatılmasına karşı işgal eylemiyle gündemde kaldılar. Miting ve Ankara’ya yürüyüş planı ile uzun süre direndiler, diğer bölüklerin bilincinde sıçrama kıvılcımlarını sağladıkları gibi özelleştirmeye karşı işçi sınıfının önemli bir mücadele potansiyeline sahip olduğuna işaret ettiler.
İzmit işçi ve emekçilerinin SEKA işçilerinin yanında saf tutması, özelleştirmeye karşı önemli bir mücadele halkasının yakalandığını göstermektedir. Geniş bir işçi kitlesinin İzmit SEKA direnişiyle dayanışma içinde olması ve kitlesel destek ziyaretleri, bu bakımdan da önem taşıyor. İşçilerin öğrenci çocuklarını okula göndermemeleri, öğrencilerin fabrikaya gelerek dayanışmayı yükseltmeleri, Kocaeli Sendikalar Birliği’nin eylem kararları ve metal işçilerinin eylemi, sınıfın sahip bulunduğu mevzileri korumak için saldırıya geçebileceğinin işareti sayılmalı. Önümüzdeki süreçte tekel, enerji ve petrol işkollarında özelleştirmeye karşı işgal, direniş ve gösterilerin gelişebileceği, bu bakımdan da SEKA direnişinin ve metal işçilerinin işçi sınıfı mücadelesinde yeni bir sürecin önünü açtığı söylenebilir.
Mücadele potansiyeli taşıyan işkollarında örgütlü sendikalar, taban baskısının etkisiyle olsa da, kendi dar kabuklarını kırarak eylemli bir sürecin içine giriyorlar.
Sendika bürokrasisi, tabanın baskısından artık eskisinden daha fazla korkuyor. Metalurji işçisinin isyanı, onlara bu korkuyu açıkça yaşattı. Diğer yandan, sendika bürokrasisi, işçi hareketine kaynaklık eden saldırıların örneğin, özelleştirme ve taşeronlaştırma, kendi koltuklarını da tehdit ettiğinin farkında. Ve bu yüzden yer yer onlar da işçi hareketi dalgasından bu amaçla yararlanmak istiyorlar.
Sermaye düzeninin korktuğu şey, hareketin genelleşmesidir. Birçok cephede birden yığın hareketinin gelişerek ortak taleplerle, ortak hedefe doğru mücadele etmesidir. İşbirlikçi sermaye uluslararası deneyimlerle hareket ediyor. Örneğin İngiltere’de olduğu gibi özelleştirmeyi sürece yayarak, parça parça değişik işkollarının birleşik eylem planları yapmasına olanak vermeyen bir saldırı politikası güdüyor.
Fakat tüm bunlara rağmen Türkiye’de sınıf hareketindeki genel eğilim, birleşik mücadelenin yürütülmesine doğrudur. SEKA direnişi etrafında örülen değişik işkollarından işçilerin dayanışma pratiği, eylemlerde başat bir slogan olarak genel grev ve genel direnişin atılması, bu eğilimi açığa vuran olgulardan biri olarak değerlendirile bilir. Kuzey Kürdistan’da işçi sınıfının Batı’daki sınıf kardeşlerinin yanında 1 Mayıs’a katılımı, hareketin genişleme ve genelleşme eğiliminin göstergelerinden biri sayılmalı.
Son yılların işçi hareketinin bir başka özelliği, hareketin belli başlı sanayi şehirlerine sıkışıp kalmadığı, Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar grev ve direnişlerin yayılmış olmasıdır. Artvin’de, Batman’da, Antep’te, Malatya’da hem TİS’lerde uyuşmazlığa gidilmesi, hem de işçi kıyımı ve ücretlerinin ödenmemesine karşı ekonomik istemlerle sınırlı olsa da gelişen bir hareket var. Antep’te ambar ve tekstil işçilerinin sendikalara eğilimlerinde bir artıştan da söz edilebilir. İşçi sınıfı, Plastaş örneğinde olduğu gibi belli başlı tekil direnişlerini ve tekil grevlerini sürdürüyor, tek kişilik eylem de olsa teslim olmama tutumu gösteriyor.
İşçi sınıfı mücadelesinin en yakınındaki ittifak gücü ve bir parçası olarak emekçi memurların eylemleri de bu genel bilançoya dahil edilmelidir. Örneğin, 4-5 Mart Kızılay direnişi, ‘98 emekçi hareketinde önemli bir çıkıştı. Ne var ki hareketin önderliğini elinde tutan reformizmin dümen kırması sonucu, bu hareket ileriye sıçratılamadı. Bugün bir süredir durgunluk eğilimi içinde bulunan emekçi memur hareketi yeniden bir canlanma sürecine girmenin sancılarını yaşıyor. KESK’in son eylem kararları da bunu gösteriyor.
Özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek üretim, sendikasızlaştırma, işçi kıyımı gibi saldırı politikaları sınıf içinde artık çok belirgin bir dirence çarpıyor. Bu bazen SEKA gibi bir kaya da olabiliyor. Bu durum, emperyalistlerin ve işbirlikçi sermayenin hesaplarını bozuyor, izlediği politikaları çıkmaza sokuyor.
Mücadele Biçim Ve Araçları
‘86 NETAş grevi, 2821-2822 sayılı yasayla ve sonradan gelen grev tüzüğüyle zapturapt altına alınan işçi sınıfının mücadelesinde bir kilometre taşıydı. Çünkü, grev tüzüğünü çiğneyerek 12 Eylül yasa düzenine kafa tutmanın olanaklı olduğunu göstermişti. ‘89 Bahar atılımı yasal prosedürlerin dışında gelişerek, yasaların değil, yasaları çiğnemenin meşru olduğunu göstermişti. Ama bir koşulu vardı bunun; kitleler halinde ve sokaklardaysanız, yasaların gayri meşru olduğunu tarihe kaydedebilirdiniz. ‘90’lar boyunca gerçekleşen önemli grevler ne grev yasasının katı kurallarına uydular, ne de özel olarak grev tüzüğüne. Zonguldak madenlerindeki grev, Toros Gübre grevleri ilk akla gelenler. Hatta tüzük çöpe gitti. Bu yıllar boyunca kıyım terörüne karşı gerçekleşen direnişler gücünü hiçbir yasal düzenlemeden almadılar. Aksine, direnmenin gücüyle kendi kurallarını sermaye sınıfına, sendikalara ve nihayetinde devlete dayatırlar. Bu çok önemli bir gelişme ola-ak Türkiye işçi sınıfının bugünkü eyleminin temel bir özelliğini oluşturdu. Ne SEKA direnişinde, ne enerji santrallerindeki direnişlerde, ne Tuzla’da, ne de küçük küçük işyeri dile i nişlerinde yasaların sözü, mücadele biçimleri ve gelişim süreçleri sözkonusu olduğunda, geçmez. İşçi hareketinin özelliklerini ve gelişim doğrultusunu bir kez daha tartışırken ilk işaret edeceğimiz özellik budur. Bu özellik, mücadele biçimleri için de geçerlidir. Yani bugünkü hareket içinde de, tuhaf bir kavramlaştırma olacak ama, yasadışı biçimler esastır. Örneklere bakarak, bunu tespit edebiliriz.
Bu dönem başvurulan mücadele biçimleriyle işçi sınıfı genellikle hedefine ulaştı.
Harb-İş grevi yasal prosedüre bağlı gerçekleşmişti. Fakat ABD’li efendiler yasaları çiğneyerek grevi kırmak ve teslim almak istediler. İşçiler buna izin vermedi. Grev, kazanımla sonuçlandı.
Yine aynı süreçte Ankara Belediyesi’nde TİS süreci uyuşmazlıkla bitti. Gerici Hizmet-İş Sendika yöneticileri işçilerin aşağıdan baskısı sonucu greve gitmek zorunda kaldılar. Bu grev de, işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarına karşı isyanını ve daha iyisi için mücadele isteğini açığa vuruyordu. Keza İzmir Belediyesi’ne bağlı işyerlerinde yaşanan grev de bu kapsamdadır.
Sermayenin esnek üretim saldırısına karşı Cam-İş, Makina Kalıp grevi sürecin önemli işçi grevlerinden biri oldu. Aylar süren bu grev karşısında işyerinde esnek üretim uygulanamadı. Grev ekonomik taleplerle başladı, siyasal bir karakter kazandı.
Yine Bursa’da Siemens Fabrikası’nda faşist kontra sendika Türk Metal’i örgütlemeye çalışan patron, sendikal örgütlülüğü zayıflatmak için işçi kıyımına başvurdu. Birleşik Metal üyesi işçiler bu saldırıyı, üretimi durdurup işyeri işgaliyle yanıtladı. Günler süren işgale Mudanya halkı ve işçi aileleri kitlesel destek verdi. İşçi aileleri, çocuklarıyla birlikte fabrika önünde bekleyerek, kent merkezinde işçi kıyımını ve faşist ablukayı protesto etmek için gösteriler düzenledi.
Ambar işçileri, faşist mafya saldırılarına karşı üretimi durdurup kitlesel protesto gerçekleştirdiler. Nakliyat işkolunda sendikalaşma çabaları işçi kıyımı saldırısı ile karşılaşınca işçilerin yanıtı fiili direniş oldu.
Enerji işkolunda özelleştirmeye karşı emekçi memurlar işbırakma, belli saatlerde işyerini terketmeme, işletmelerin satıldığı şirket yetkililerini işyerlerine bırakmama eylemi gerçekleştirdi. Adana ve Antalya’da, İstanbul’da bu eylemler meyvelerini kısmen verdi. Konsorsiyumlar santralleri almaktan şimdilik vazgeçti. Özelleştirmeye karşı mücadelede sınıf hareketinin kazanım çizgisinde yürümesini sağlayan bir hattın açıldığını gösterdiler.
Türkiye işçi sınıfı, irili ufaklı bir dizi grev ve direniş sergiledi. Hareketin önümüzdeki süreçte ileriye doğru sıçramasını sağlayacak mücadele potansiyelini biriktirdi. Metal ve SEKA’da gelişen eylemlerin bu birikim üzerine yükseldiği söylenebilir.
Metal işçilerinin eylemi, sınıfın birleşik olarak hareket ettiğinde neleri başarabileceğini ve kendi gücünü ortaya koydu. Yıllardır Türk Metal -MESS cenderesi altında sıkışmış işçilerin, devrimci önderlikten yoksun olarak ve politik bir kuvvetin özel bir müdahalesi olmadan kendiliğinden bir hareket geliştirdiler. Bu, örgütlü bir hareket olsaydı, birkaç adım daha ileri taşınabilirdi; hareketin iç hızı buna elverişliydi. Ne var ki metalurji işçileri, bu çıkışın yarattığı sarsıntıya sınıfın diğer bölüklerinden yeterli karşılık bulamadılar.
Metal işçilerinin eylemi, aynı işkolların- dan başkaca işletmelerin aktif desteğini alamadı. Bu, uzun süredir sendikal bürokrasi tarafından zapt-u rapt altına alınmış, işçi sınıfının mücadeleye giren bölükleriyle dayanışma pratiğinden yoksun olduğunu da gösterdi. İçe kapanan hareketin dış desteğe de yeterince açık olmadığı görüldü. Bu örnekte Birleşik Metal üyesi işçiler, Türk Metal’den istifa ederek Birleşik Metal’e geçmek isteyen işçilere yönelen saldırılar karşısında tutum geliştirmediler.
Metalurji işçilerinin bu çıkışı, sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin de esasen hangi hattan yürümesi gerektiğini öğretti. Bu hareket, MESS-Türk Metal saldırısı ile karşılaştı. Daha ileri sıçrama olanağı bulamayan hareket, içinde biriktirdiği öfke, kin ve mücadele potansiyelini şimdilik içine atarak geri çekildi. Metalurji işçilerinin, direniş sonrasında yaşadığı işçi kıyımı ve Birleşik Metal-İş’in teslimiyetçi tutumu nedeniyle iç enerjisinde bir zayıflama yaşadığını söylemeliyiz.
Son önemli örnek olan SEKA işçileri, başta İzmit olmak üzere işyeri işgali, sokak gösterileri, miting gibi eylem biçimlerini devreye soktu.
İzmit SEKA’da başlayan hareket kısa sürede Muğla Dalaman, Balıkesir, Çaycuma, Adana’daki fabrikalara da sıçradı. Fiili direniş, kitle gösterileri ile iç içe yürüyerek, hareket özelleştirmeye karşı işkolu düzeyinde bir direniş özelliği kazandı. Yani, işkolu içinde SEKA’nın kurulu olduğu bütün kentlere bir biçimde yayıldı. Burada da işgal, miting, yürüyüş gibi eylem biçimleri, kent halkının, işçi ve çocuklarının dayanışma eylemleriyle birleştiler. İşçiler, şovenist gösteri haline getirilen spor karşılaşmalarını, SEKA direnişi taleplerinin haykırıldığı bir gösteriye dönüştürdüler. şehir merkezini afiş ve pankartlarla donattılar.
SEKA işçileriyle dayanışma amacıyla İstanbul İşçi Sendikaları şubeler Platformu’nun (İİSŞP) iki saat işbırakma eyleminin ortaya çıkardığı gerçek şudur: İşçi sınıfı grev ve direnişlerle dayanışma geliştirmek için sendika bürokrasisinin barikatını aşmak zorunda. Hareket birleşik devrimci bir kanala akmak için yine sendika patronlarının çemberini parçalamaya ihtiyaç duyuyor. Ankara’da yapılan Türk-İş salon toplantısının sonuçları, bu ihtiyacın daha yakıcı olduğunu gösterdi.
Tuzla deri işçileri, her zaman olduğu gibi işçi kıyımı ve jandarma saldırısına karşı kitle gösterisi geleneğini sürdürdü. Militan özelliklere sahip bu hareket, önümüzdeki süreçte Serbest Bölge, esnek üretim ve işçi kıyımına karşı pasif direniş hattından saldırı hattına geçiş için güçlü bir potansiyeli açığa vuruyor. Ancak hareketin yine de lokal düzeyden yani, Tuzla’yı kapsıyor olmaktan çıkmaya ihtiyacı var. Burada genel kuruldan sonra sendikanın başlattığı tasfiyeciliğin işçi hareketini olumsuz yönde etkilemeye başladığı görülüyor.
Lokal eylemlerde direniş, açlık grevi tarzında olsa da belli bir gelişme mevcut. İnci Plastik, Metro, Sütaş, Zümrüt Örme vb. gibi eylem biçimleri ise önümüzdeki süreçte de lokal eylem ve mücadele biçimlerinin sınıf hareketinde özel bir yer tutacağını gösteriyor. Açık ki lokal eylemlerin ortak bir hedefe ve birleşik bir mücadeleye dönüştürülmesi halinde işçi hareketinin bu örneklerde de başarıya ulaşması olanaklıdır.
Bütün olumlu gelişmelere karşı eylemlerde ortaya çıkan önemli bir özellik şu: İşçi sınıfı hala kesimsel düşünüyor. Metal işkolundaki işçi metalle, SEKA’lı işçi mücadeleyi SEKA ile sınırlı görüyor. Genel çıkarları gözeterek düşünme yeteneğini geliştirememiş olması hareketin genelleşme eğilimini de sınırlandırıyor. Demek ki, işçiler arasında yaygın olan ve özellikle sendika bürokrasisi eliyle geliştirilen dar ve mesleki düşünüş eğilimine karşı mücadelenin önemini ortaya koyuyor.
Önümüzdeki süreçte, hareketin ayrı ayrı taleplerle ve birbirinden bağımsız eylemlerden ortak bir hedef ve ortak talepler eksenine çekilmesinin olanakları artmış bulunuyor. SEKA direnişi bu bakımdan önemli bir gelişmedir. Dayanışma eylemlerinin önümüzdeki süreçte öne çıkan bir eylem biçimi olacağı görülüyor.
İşçi Hareketinde Örgüt Biçimleri
Özelleştirme saldırısı, işçi sınıfının sendika örgütlülüğünün ne işe yaradığını bir kez daha tartışma gündemine getirdi.
İşçi sınıfı açısından, ağaların ve bürokratların çöreklendiği sendikalara karşı güvensizlik, bu süreçte biraz daha açığa çıktı. Sendikaların tepesinde, işçi aidatlarıyla saltanat süren bürokrat kast, sermaye düzenine ve devlete bağımlılığı nedeniyle ilk başta; -bugün de esasta böyle- özelleştirmenin yanında yer aldılar. MGK’nın topladığı 5’li çetenin üç üyesi işçi sendika konfederasyonları. Bu hal, rejimin hayatının sürmesinde çok önemli dayanak. İşçi sınıfı hareketinin önünün açılmasında bu asal ak çete çok önemli bir rol oynuyor. Sınıf çatışmasının en kızıştığı anda MGK komutasındaki işbirlikçi sermaye düzeninin imdadına, yine emir komuta zinciri içinde sendika ağaları yetişiyor. Bayram Meral’in SEKA’yı ilk ziyareti bu amaçla oldu. Ankara toplantı şovu bu amaçla oldu. Rıdvan Budak’ın, Bursa metalurji işçilerinin isyanına, hareket sönümlendikten sonra “el koyma “sı bu nedenle oldu.
Gerici/faşist sendika merkezleri, esasen hareketi felç etme merkezleri rolünü oynamayı sürdürüyorlar. Ancak saldırı çok boyutlu. Bundan bir ölçüde sendika patronları da zarar görüyor. İşçi sınıfı çok öfkeli ve direnişler çoğu kez sendika ağa ve bürokratlarına rağmen başlıyor. O durumda da, bu hareketin denetim sorunu daha ciddi ve acil görev haline geliyor! Esas işlevi hareketi kontrol altında götürmek, gerekli olduğu anda bitirmek olan sendika bürokratları, mücadelenin baskısıyla götürdükleri bu sürecin sonunda kıyım terörü listelerinin oluşmasında da görev alıyorlar. Bunlar çok çıplak gerçekler. Ama başka bir çıplak gerçek de şu: İşçi sınıfının, sendikalardan başka kitlesel olarak toplanabilecekleri başka bir örgüt yok. Ekonomik/sendikal talepli hareketi kucaklamaya uygun başka bir örgüt modeli de yok. Kaldı ki, faşizme ve sermaye özelleştirme saldırısıyla aynı zamanda işçi sınıfını sendikasızlaştırmaya da çalışıyor.
Bu çelişik durumda sendikaların savunulması yine de önemli bir görev olmaktadır. Sorun, mücadelenin gereksinimlerinin karşılanması için, sendikaların daha işlevli, aktif mücadele merkezleri haline getirilmesi için çalışmaktır. Burada herkese iş düşüyor. İlerici sendikacılar, devrimci öncü işçiler, sendikaların mevcut durumlarını aşarak, işçi hareketinin gelişmesinin aracı olması için çalışmalıdırlar. Bunu şöyle somutlamak en doğrusu olur: Tabanın mücadeleci bir görüşle aydınlatılması ve örgütlenmesi için, aşağıdan baskının güçlendirilmesi için ara örgütler kurmak dahil, her şeyi yapmak.
Ne var ki, özelleştirmenin sınıfa getireceği tehlikeleri gören bazı ilerici sendika yöneticileri hem ideolojik konumları, hem de kitlelere güvensizlikleri nedeniyle sendikal hareketi bugünden ileriye taşıma cesaretine pek sahip değiller.
SEKA direnişi, sendika şubeler platformlarının, eğer hareket tabana yayılırsa etkili bir mücadele aracı olabileceğini de gösteriyor. Bu tür platformların etkili olması, aşağıdan işçi kitle baskısı ile olanaklıdır. Değişik illerde oluşturulan özelleştirmeye karşı platformlar da bu süreçte hareketin genişlemesi ve yükselmesi için bir işlev görebilir. Nitekim enerji işkolunda özelleştirme karşıtı eylemlerin gelişmesinde ve başarısında bu platformun etkisi inkar edilemez.
Sınıf mücadelesinde sendikalar platformu dışında işyeri, havza ve bölge düzeyinde komitelerin yaygın ve işlevli kılınması halinde sendika bürokrasisinin oynadığı olumsuz rol azaltılabilir. Çünkü komiteler, doğrudan tabanın inisiyatifini geliştiriyor ve kitle potansiyelini açığa çıkarıyor.
İşçi sınıfının önümüzdeki süreçte birleşik, örgütlü bir çıkış yapması için her işyerinde bir komite, her havza ve işkolunda birleşik komitelerin oluşturulması ve teşvik edilmesi de, işçi birliklerinin kurulup geliştirilmesi ihtiyacını daha da dayattı.
İşçi Birlikleri
Her mücadele, kendisini örgütleyecek ve yönetecek aracı gerektirir. Her önemli mücadele, kendi gereksinimi olan araçları, örgütleri yaratır. Mücadele, bunun çözümü için koşulları olgunlaştırır. Ama, işçi sınıfının diğer bütün olumsuzluklara ek olarak politik- örgütsel ve hatta sendikal parçalanmışlığı, mücadelenin gelişebilmesi bakımından örgütlenme sorununu daha da ağırlaştırıyor. Sermayenin birleşik saldırısı karşısında, işçi sınıfının birleşik hareketini örgütleyecek güçte ve otoritede politik ve sendikal merkezler yok. Bu durumda işçi sınıfının ileri öncü kesimleri de birleşik bir sınıf hareketi geliştirebilmek bakımından etkisiz kalıyorlar. Bütün bu olumsuzluklar, işçi kitlelerinde, birlik ve önderlik gereksinimini dayatıyor. Öncü kesimlerde ise bu yönde arayışları artırıyor. Politik ve örgütsel önderlik boşluğu yeni örgüt biçimi tartışmalarını da beraberinde getiriyor.
Aynı şey sendikal alan için de geçerli. Sendikal parçalanmışlık ve sendika bürokrasisinin hakimiyeti işçi sınıfı saflarında bir yandan sendikalara güvensizliği körüklüyor, bir yandan yeni örgüt arayışlarına itiyor.
Bu ortamda geçtiğimiz dönemde işyerlerinde, işçi havzalarında ileri öncü işçilerin bir araya gelerek, işçi sınıfının tabandan baskısını örgütleyecekleri uygun bir araç olarak işçi birlikleri gündeme geldi. İşçi birlikleri, işçi sınıfını sermaye ve faşizme karşı, aynı zamanda sendika ağalığı ve sendika bürokrasisine karşı savaşımda bugün bölük pörçük olan güç ve iradeleri birleştirmede önemli bir rol oynayabilir. Siyasal farklılıkları ve hem de örgütsel ayrı duruşları koruyarak, ama asgari ortaklıklarda güçleri birleştirerek işçi sınıfının mücadele gücünü artırmak tamamen olanaklı olacaktır.
İşçi birlikleri aynı işkolunda, ama farklı işyerlerindeki işçilerin gücü ve eylem birliğinin örgütlenmesini sağlayabileceği gibi, aynı işkollarında, ama aynı bölgelerde toplanmış işletmelerdeki işçilerin güç ve eylemini ortaklaştırmanın da aracı olabilir. Yani, işçi birlikleri, bir tek işyerinde siyasal-örgütsel parçalanmışlık içindeki işçilerin güç ve eylem birliğini sağlayacak yerel bir örgüt olabilirler. Ya da değişik işyerleri ve işkolları işçilerinin güç ve eylem birliğini sağlayan bölgesel bir örgüt olabilirler.
İşçi birlikleri, sınıfın siyasal ve iktisadi mücadelesinde, sınıfın her iki alanda bilinç ve örgütlülüğünü geliştirmeye hizmet eder. Sınıfın sermayeye karşı savaşımının mücadeleci çizgide gelişmesi için çaba gösterirken, bunun önündeki sendika ağalığı ve her türlü burjuva sendikacılığına karşı mücadeleyi de kolaylaştırır. Ancak bundan yola çıkarak işçi birliklerinin örgütlenme tarzı ve bileşimi ya da işlevi bakımından ne partilerle ne de sendikalarla karıştırılmaması gerekir. İşçi birlikleri, partiler karşısındaki durumu itibariyle, siyasal bölünmüşlüğü eylem alanında ve fabrika bazında giderici rol oynayabilen, ara, yardımcı örgütler olarak adlandırılabilirler. Sendika karşısındaki konumu itibariyle de; egemen burjuva sendikacılığına karşı işçi sınıfının tabandan söz ve karar hakkını geliştirmek, mücadeleci bir sendikal mücadele için işçi sınıfının tabandan baskısını örgütleyecek yardımcı araçlar olarak tanımlanabilirler. Militan, direnişçi, sınıfın güncel çıkarlarının genel çıkarlara bağlanabilmesinin olanaklarını artırmak, sınıf sendikacılığının gelişmesine alan açmak, işçi birliklerinin katkı sunabileceği alanlardır.
Mücadeleye atılmak isteyen, fakat sendikal bürokrasinin barikatına takılan, sendikal rekabet ve bölünme nedeniyle gücü zayıflayan işçi sınıfının bugünkü koşullarda ihtiyacını karşılayacak bu tür bir örgüt biçimine kavuşturulabilir. Mücadele eden sendikaları, harekete itilim sağlayacak sendikal platformları dışlamayan bu örgüt biçimi, tersine mücadele eden işçi bölüklerinin kitlevi örgütü olabilir.
Sonuç olarak, sınıf hareketinin ihtiyaç duyduğu, mücadelenin genelleşme ve sınıf dayanışmasının geliştirilmesi için koşullar son derece elverişlidir.
Bir kez daha vurgulayalım.
Sermayenin saldırı politikası, kaçınılmaz olarak sınıf hareketinin de kendisine karşı kitlesel saldırı olanaklarını harekete geçirmesini koşulluyor. Kapışma; özelleştirme, işçi kıyımı saldırısı üzerinde oluyor. Önümüzdeki süreçte, ‘99 TİS sürecinde işçi hareketinde genişleme ve yükselme olanaklarını daha da artıracak gelişmeler beklenmelidir. Hükümetin ‘99 Bütçe tasarısı da bu gelişmeleri ateşleyici bir unsur olarak görülmelidir. Ancak sınıfın dar ekonomik ve sendikal çember içinde sıkışıp kalmış hareketinin açılım sağlayacağı ve tüm ezilen katmanları yanına çekeceği alan, özgürlük mücadelesidir. Sınıfın ekonomik, sendikal temeldeki mücadelesini özgürlük mücadelesi alanındaki mücadeleye çevirmek mümkün ve gereklidir. Örneğin, tekil direnişler, polis zoruyla hemen bastırılmaya çalışılıyor. Plastaş’ta yaşanan polis terörü bunun en somut kanıtıdır. Dolayısıyla ekonomik, sendikal istemlerin elde edilmesi için de özgürlüğe ihtiyaç var. Bu gerçeği bilinçsiz işçi kitlelerinin anlayabilmesi koşulların zorlamasıyla olanaklı hale geliyor.
İşçi sınıfı Kürt halkının mücadelesiyle, kirli haksız savaşa karşı emekçilerin tepkileriyle, öğrenci gençliğin akademik, demokratik özerk üniversite, liseli gençliğin eylemiyle, emekçi memurların grevli toplusözleşmeli sendika hakkı, sürgün ve soruşturmalara, sahte sendika yasasına vb. karşı yürüttüğü mücadele ile işkenceye, kontgerilla çetelerine, baskı ve zulme karşı harekete geçen yığın eylemleriyle birleşik bir mücadele eksenine çekilirse, ancak o zaman işçi sınıfı teorinin ve pratiğin gösterdiği kendi tarihsel rolünü/misyonunu oynamaya başlayabilir.
Tek tek bölgesel düzeyde ortaya çıkan hareketin genelleşmesi için bunu yönlendirecek, önünü aydınlatarak yönetecek güçlü bir merkeze ihtiyaç var. Bu, işçi sınıfının öncü partisinden başka bir şey değildir. Sınıf hareketi öncü partisiyle birleşerek ve onun önderliğinde mücadelesiyle sermayenin saldırılarını püskürtebilir ve ücretli kölelik sistemini ortadan kaldırarak kendisinin tam kurtuluşunu sağlayacak iktidar mücadelesine çekilebilir. Buna bağlı olarak, şu iyice anlaşılmalıdır: işçi sınıfı, partiyi pratik içinde tanır/sınar ve ona güven duyabilir. Hiç kimsenin işçi kitlelerini, “geri, mücadele etme yeteneği yok” diye suçlamaya hakkı yok. İşçi sınıfı son birkaç aylık süreçte bile “bu sınıftan adam olmaz” diyenlere gereken dersi vermiştir. Mücadeleyi ilerletme, sınıfı bulunduğu noktadan ileriye taşıma yeteneği olmayanların gerçek gelişmelerden ne kadar geride kaldıklarını işçiler gün lük, kendiliğinden mücadeleleriyle göstermiyor mu? İşte metal sektörü, işte SEKA.
Tam da burada sorunlar var. Komünist öncü müfreze, bütün hareketi yöneten bir merkeze dönüşmesini önleyen zaaflarla savaşmak, eksiklikleri, yetersizlikleri gidermek için çok ciddi bir atılım içine girmek durumundadır. Bu atılım, sınıfın saflarında partili çalışmanın sınanmasını sağlayacak ve sınıf hareketi ile öncünün birleşmesinde ileri adımların atılmasını sağlayacaktır.