Mao Zedung revizyonizmini reddetme mücadelesi öncellerimizin komünist niteliğe evrilmelerinde tayin edici bir dönemeci ifade ediyordu. Bu en azından ideolojik, teorik temel açısından böyleydi.
Öncellerimiz, MZD revizyonizmine karşı mücadeleyi, teorik mücadele kampanyası ve üzerlerindeki etkilere karşı mücadele çalışması ve dahası işçi sınıfına önderlik misyonunda başlı başına niteliksel değişme çabası olarak ele aldılar.
İrfan Çelik de öncellerimizin önder kadrolarından bir yoldaş olarak bu mücadelenin ön saflarındaydı. İrfan yoldaş, MZD revizyonizmine karşı geniş çaplı ideolojik mücadele yazıları hazırlama çalışması içindeyken 25 Haziran 1980’de düşmanın eline düştü. Beş bölüm olarak planladığı yazısının I, III ve V. bölümlerini ana hatlarıyla hazırlamıştı. Anısına yoldaşın yazısını yayımlıyoruz.
İrfan yoldaşın üç bölümünü hazırladığı yazısının bölümlerin önlerine açıklama notu ve yazı planına uygun ara başlıkları ve ana başlık koyduk.
I- Marksist-Leninist Parti Öğretisi Bakımından ÇKP Ve “MZD”
Burada konuların sıralandığı planda “V. Parti Öğretisi” olarak ifade edilen kısım işlenmektedir. Bu bölümde ele alınacak yanlara ilişkin bir plan yoktur. Fakat aslında ilk iki paragrafta bölümün kapsamı çiziliyor. Hazırlanmış olduğu kadarıyla yayımladığımız bölüm, tarihsel kökleriyle birlikte ÇKP’nin kuruluş dönemine ilişkin değerlendirmeleri kapsamaktadır.
Baştan beri ÇKP’ye hakim olma mücadelesi veren Mao Zedung kliğinin 1935 yılında Parti’nin yönetimini kesin olarak ele geçirmesinden sonra, ÇKP’nin teori ve pratiğine revizyonist Mao Zedung Düşüncesi damgasını vurmuştur. 1953 sonrası için ÇKP faaliyetlerini değerlendirmekle Mao Zedung’un görüşlerini değerlendirmek birbirinden ayrılamaz. Bu dönem için Mao Zedung’u değerlendirmek, ÇKP’yi değerlendirmektir. Ve bu konuda, 5 ciltte toplanan Mao’nun görüşleri gerekenden fazla veri ile doludur. Ancak 1935 öncesi için durum farklıdır. 1935 öncesinde Mao Zedung’un güçlü bir hizibi bulunmasına, yönetimde zaman zaman etkili olmasına, bazı bölgelerde hakimiyet sağlamasına rağmen partiye hakim olamamıştır. Bu nedenle ÇKP’nin 1935 öncesini değerlendirirken, Mao Zedung’un görüşleri yeterli veri olarak ele alınamazlar. ‘35 öncesinde partinin faaliyetleriyle ilgili olarak belgeler oldukça sınırlıdır. Bu döneme en fazla bilgi yine Mao’nun yazıları içinde vardır. Şüphesiz ki, değerlendirme yaparken, çeşitli yönleriyle soruna ışık tutan bu bilgilerden doğru yararlanmak gerekmektedir.
ÇKP, kuruluşundan bugüne teorik, siyasi ve örgütsel bir bütünlüğe, bunun sonucu olarak da irade ve eylem birliğine sahip olamamıştır. Partinin kuruluş kongresi olan 1. Kongre, üç ayrı platform üzerinde üç hizibin mücadele arenası olmuştu.
1927 yılına kadar yönetimde ağırlığı olan Çen Du-siu kliğine göre, Çin’de proletarya “çok genç” ve “hazırlıksız”dı, “çok geri ve aptal”dı. Komünist bir parti kurmak için şartlar olgun değildi. Demokratik devrim ise burjuvazinin sorunuydu. O şartlarda çeşitli reformları savunarak burjuvaziyi demokratik devrime önderlik etmesi için zorlamak gerekiyordu. Bunun için en uygun olan da çeşitli reformları savunan, Çin’in sorunlarını tartışan bir “marksist kulübün” kurulmasıydı.
Çen Du-siu, köylülerin komünist partisi önderliğinde demokratik devrim mücadelesine seferber edilebileceğine inanmıyor, köylülüğün taşıdığı devrimci potansiyeli küçümsüyor, proletaryanın güvenilir bir bağlaşığı olduğunu kavramıyordu.
Çen Du-siu’nun liberal-menşevik görüşlerine karşılık, Çan Kua-tao kliği Çin’de burjuva demokratik devrimin gündemde olduğunu reddediyor. Çin’in sosyalist devrim aşamasında olduğunu, partinin gündemine proletarya diktatörlüğünü koyması gerektiğini savunuyordu. Bu klik de, köylülüğün devrimci potansiyelini yadsıyordu. Troçkist görüşler savunan bu klik, katışıksız devrim yapma hayali içinde olduğundan, proletaryanın diğer halk sınıflarıyla ittifaklar kurabileceği, kurması gerektiği anlayışını da reddediyordu. Çünkü ittifaklar siyaseti olanların saf devrim anlayışlarıyla çelişiyordu.
Her iki kliğin görüşlerine de katılmayan Mao Zedung’un ilk kongrede savunduğu görüşler diğerlerininki kadar bilinmemekle birlikte, demokratik devrimi savunduğu ve Çan Kua-tao’ya göre, Çen Du-siu’ya daha yakın olduğu açıktır.
Kongre’de farklı platformları savunanlar, görüşlerinden vazgeçmeksizin ÇKP’nin kurulmasını kararlaştırmışlardır. Sorunun bu yanını ileride ele alacağız.
Öte yandan her üç grubun da savunduğu farklı tezler, aynı dünya görüşünden kaynaklanıyordu. Ortak özeliklerinden birisi -Çan Kua-tao hemen sosyalist devrimi savunmasına rağmen- antikapitalist perspektife sahip olmamalarıydı.
Materyalist tarih anlayışına göre, insanların yaşaması için zorunlu olan zenginliklerin üretilmesi ve üretilen şeylerin değişim biçimi toplumsal yapının temelidir. Zenginliklerin üretilmesi ve değişim tarzlarındaki değişme, toplumsal yapıdaki değişmeyi belirler. Dolayısıyla, toplumsal değişme insan iradesinden bağımsız, objektif bir temel üzerinde gerçekleşir. Her toplumsal gelişme evresi, belirli bir tarihsel gelişme aşamasına, üretici güçlerin belirli bir gelişme seviyesine tekabül eder.
“Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri o zamana kadar, içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üst yapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder...” (Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 25-26)
Tarihi gelişim süreci içinde, sınıflı toplumlarda kendiliğinden gelişmesinin ürünü olarak ortaya çıkan toplumsal biçimler içinde en yetkin olanı, daha önceleri sınırlı iş bölümüne dayanan, belirli bir planlamanın olmadığı toplumsal biçimler karşısında, belirli bir planlamaya dayanan iş bölümünün alabildiğine geliştiği kapitalist üretimdi.
Üretimi toplumsallaştıran kapitalizmde, kendi evrimi içindeki yıkımının şartlarını olgunlaştırdı. Yani kapitalist üretim ilişkileri giderek üretici güçlerin gelişmesi önünde engel haline geldi.
“Toplumsallaştırılmış üretim ile kapitalist mal edinme arasındaki çelişki, proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşma karşıtlık olarak belirdi.” (Marks-Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, s. 165)
Sosyalizm bu gelişme evresinde, kapitalizmin özel ürünü olan proletarya tarafından kapitalist üretim biçiminin tasfiye edilerek, özel mülkiyetin kolektif mülkiyet haline getirilmesi temelinde gerçekleşebilirdi. İnsanın insan tarafından sömürülmesine son vermek, halk kitlelerinin kurtuluşunu gerçekleştirmek ancak ve ancak bu temel üzerinde mümkün olabilirdi. Kapitalizmin yarattığı uygun maddi koşullar olmadan ne bilimsel sosyalizmden ne de sosyalist devrimin gerçekleşmesinden söz edilemezdi.
Marksist tarih anlayışından, toplumsal gelişmenin yasalarından bihaber olan ÇKP, sözde sosyalizmden bahsetmesine, zaman zaman marksist-leninist tezler tekrarlamasına rağmen, gerçekte kapitalizm tasfiye edilmeden, kapitalizmin koşullarında kitlelerin kurtuluşunun gerçekleşeceği ütopyasını savunmuştur.
“Bu savaşımlar, Çin devriminin büyük öncüsü Sun Yat-sen’in yönettiği 1911 devrimini de içerir. Atalarımız eserlerinin tamamlanması için bize yol gösterdiler. Şimdi biz bu yolda yürüyoruz” (Teorik Siyasal Düşünceler, s. 16) diyen Mao Zedung, ÇKP’nin siyaseti konusunda da şunları söylüyor:
“On yıl önce iki partinin birleşik cephesi döneminde Guomintang’ın Birinci Milli Kongresi’nde, Komünist Partisi ve Guomintang, Üç Halk İlke’sini uygulamaya birlikte karar verdiler ve bu ilkeler 1924’ten 1927’ye kadar bütün sadık komünistlerin ve Guomintang’ın bütün sadık üyelerinin gayretleriyle ülkenin geniş alanlarında uygulandı. Birleşik cephe maalesef 1927’de parçalandı ve sonraki on yılda Guomintang, Üç Halk İlkesi’nin uygulanmasına karşı çıktı. Fakat Komünist Partisi’nin bu on yıl içinde bütün siyasetleri Dr. Sun Yat-sen’in Üç Halk İlkesi’nin ve Üç Büyük Siyaseti’nin devrimci ruhu ile esas olarak aynı çizgideydi. Komünist Partisi’nin emperyalizme karşı mücadele vermediği gün olmamıştır. Bu, milliyetçilik ilkesinin mükemmel uygulanması anlamına gelir. Demokratik işçi köylü diktatörlüğü, demokrasi ilkesinin mükemmel uygulanmasından başka bir şey değildir. Toprak devrimi de Halkın Refahı İlkesi’nin mükemmel bir uygulamasıdır.” (SE, c. II, s. 35)
ÇKP’nin 1935 yılında Guomintang’a cephe çağrısı yapan bildirisindeki “Çin’in bugün ihtiyacı olan şey, Dr. Sun Yat-sen’in Üç Halk İlkesi’dir ve partimiz bunların tamamen gerçekleşmesi için mücadeleye hazırdır.” (Aktaran Mao Zedung, aynı yerde) sözleri daha sonraki yıllarda söylenmiş olmasına rağmen, Mao’nun aktardığımız sözlerini destekleyici, doğrulayıcı niteliktedir.
Mao Zedung’un sözleri, ÇKP’nin kurulduğu yıllarda sahip olduğu devrim anlayışının, yürüttüğü faaliyetin özlü bir anlatımını içermektedir. Yeri geldikçe bu görüşler üzerinde duracağız. Burada konumuz açısından “Toprak devrimi de Halkın Refahı İlkesi’nin mükemmel bir uygulamasıdır” görüşü üzerinde duralım.
Sun Yat-sen’in “Halkın Refahı İlkesi”, küçük üretici köylü yığınlarının kapitalizmin yol açtığı iflaslardan kurtarılması, aralarında eşitliğin sağlanarak, devletin de yardımlarıyla refaha ulaşmalarını vb. içeren Narodnik ütopyalara dayanıyordu. Bu hayalleri gerçekleştirmenin yolu köklü bir toprak reformu, (toprak devrimi) toprağın millileştirilmesi, köylülere toprak dağıtılmasıydı. Böyle bir toprak reformu köylülerin kurtuluşu için biricik temeldi. Köylüler ancak bu temel üzerinde kurtuluşa ulaşabilirlerdi.
Bu fikirlerin “baştan aşağı gerici fikirler” olduğuna daha önceki bölümde de değinmiştik.
Çinli Narodnikler ve onların takipçisi olan ÇKP revizyonistleri, öncelikle toplumların tarihsel evriminin belli bir aşamasında ortaya çıkan kapitalizmin iradi olarak önlenemeyeceğini, kapitalist gelişme yoluna giren Çin’in kapitalizmin yolunu tutmak zorunda olduğunu kavramıyorlardı. Onlar, köylülere toprak dağıtarak, toprağı millileştirerek ve bunun gibi daha bir dizi tedbir alarak kapitalist gelişmenin yolunu tıkamayı, kapitalizmi atlayarak doğrudan sosyalizme geçmeyi savunuyorlardı.
Bu tezler sadece birer hayaldi. Çünkü “Marksizm, bize, meta üretimine dayanan ve uygarlaşmış kapitalist ülkelerle ticari ilişkiler içerisine giren bir toplumun, gelişmesinin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak kapitalizm yolunu tutmak zorunda olduğunu öğretir.” (Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, s. 50)
Öte yandan kapitalizmin önlenmesi için önerilen tedbirler (toprak dağıtımı, millileştirme vb.) -kapitalizmi önlemek bir yana, çünkü böyle bir şey mümkün olamaz- tersine kapitalizmin özgür bir şekilde gelişimini hızlandırırdı.
Lenin, Sun Yat-sen’in programını değerlendirirken “Böyle bir reform kapitalizm çerçevesi içinde mümkün müdür?” sorusunu sorduktan sonra “Mümkün olması bir yana bu reform en saf, en tutarlı ve ideal olarak en mükemmel kapitalizmin kendisidir.” (Doğu’da Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s. 70) cevabını veriyordu. Lenin, aynı yerde toprağın millileştirilmesi tedbiri üzerine şunları belirtiyor:
“Toprağın millileştirilmesi, sadece diferansiyel rantı bırakıp mutlak rantın kaldırılmasını mümkün kılar. Marks’ın teorisine göre toprağın millileştirilmesi, tarımda ortaçağ artığı tekellerin ve ilişkilerin azami temizlenmesi, toprak satın alıp satmada azami özgürlük ve tarımın kendini pazara uydurabilmesi için azami kolaylık demektir.” Bu tedbirin sonuçlarının ortaçağın kösteklerinden kurtulan kırda kapitalizmin hızla gelişmesi olanağı açıktır.
Öncüleri Rus Narodnikleri gibi, Çinli Narodniklerin kapitalizmin önlenmesi adına savundukları şey, feodal kösteklerinden kurtulmuş, özgürce gelişen kapitalizmdir. “Kapitalizmin kendisidir.”
Onlar bu kadarla da kalmıyorlar, bir adım daha atarak tezlerini; önerdikleri reform programıyla halkın refahının sağlanacağı, köylülerin kurtulacağı noktasına kadar ilerletiyor, bunun adına da sosyalizm diyorlar.
Kapitalist gelişme yoluna girmiş olan Çin’de, hakim sömürü biçimleri hala feodal sömürü biçimleriydi. Bu sömürü biçimlerinin yanında köylüler, hakim sömürü biçimlerine bağlanan ticari sermaye tarafından da sömürülmekteydi. Feodalizmin tasfiyesini kapsayan burjuva demokratik bir reform programının gerçekleştirilmesiyle köylülerin sömürüden kurtulacağını sanmak, o günün Çin’inde köylülerin ticari sermaye tarafından sömürüldüğünün yadsınmasıdır. ÇKP revizyonistleri ve ataları, birinci olarak bunu kavramıyorlardı. Daha önemlisi, reform programıyla feodalizmin tasfiye edildikten sonra, feodal sömürü biçimlerinin yerini kapitalist sömürü biçimlerinin alacağı açıkken, feodal sömürünün ortadan kaldırılmasıyla halkın refahının sağlanacağı tezi, kapitalizm koşullarında sömürünün yok edilebileceği, rekabetin kaldırılacağı, üretim anarşisinin giderilebileceği ve son olarak üretim yetersizliğinin yerini üretim bolluğunun alabileceği saçmalığının da kendisidir. Bu görüşlerin savunucuları ekonomik, toplumsal sistemlerden biri olan kapitalizmin özelliklerini hiç kavramamışlardır.
Üretim araçlarının özel mülkiyeti temeli üzerinde yükselen kapitalizm, en temel özelliği ücretli emeğin sömürüsüdür. Diğer başlıca özellikleri, üretimde anarşi, metalar (emek de bir metadır) arasında yoğun bir rekabet ve üretim yetersizliğidir. Bu başlıca unsurlarından soyutlanmış bir kapitalizm, ancak bazı örümcekli kafaların dar sınırları içinde mümkün olabilir. Kapitalizm, kapitalizm olarak var olduğu sürece burjuvazi, emekçilerden artı değer sızdırmaya devam edecektir. Bu, marksist ekonomi politiğin ABC’sidir.
Sosyalist perspektifle birleşmeyen refah anlayışı, sonuçta kapitalizmin savunulmasıdır. Demokratik devrimle kitlelerin yaşam koşulları sınırlı oranda düzelse bile, emeğin sömürüsüne dayanan kapitalizm tasfiye edilip, özel mülkiyetin yerini kolektif mülkiyetin aldığı, üretim anarşisinin yerini planlı ekonominin aldığı sosyalizm kurulmadan kitlelerin refahı sağlanamazdı.
Görüldüğü gibi, toprak reformu Çinli Narodniklerin iddiasının aksine emekçilerin sömürülmesini önleyemezdi. Feodal sömürünün yerine kapitalist sömürü biçimlerinin almasına yol açardı. Hızla gelişen kapitalizm, kırlarda geniş köylü kitlelerini hızla iflasa sürükler, kırlarda sınıf farklılaşmasını hızlandırırdı. Eşitlik konusunda söylenenler de ham bir hayaldi.
ÇKP revizyonistleri, Sun Yat-sen’in, insanlar arasında eşitliğin sağlanması hayallerine de sahip çıkmış, bu konuda da küçük burjuva özlemlerin ötesine geçememiştir.
“Eşitlik” sloganı, “özgürlük” ve “demokrasi” sloganları burjuvaziye aittir ve onların sömürüyü gizlemelerinin birer aracıdır. “Özgürlük, eşitlik ve demokrasi hakkındaki genel sözler, aslında, meta üretimi ilişkileri tarafından biçimlenen kavramların gözü kapalı bir yinelenmesinden başka bir şey değildir.” (Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 391)
Yetenekleri ve ihtiyaçları farklı farklı olan insanlar arasında mutlak bir eşitliğin sağlanması imkânsızdır. Bu temel üzerinde marksistler, eşitlik denildiğinde insanların eşitleştirilmesini değil, insanların sömürüden kurtuluşta eşitliğini anlarlar. Bu konuda Stalin şunları söylüyor:
“... Marksizm eşitlikten, kişisel gereksinmelerin ve yaşayış tarzının tek düzeye getirilmesini değil, sınıfların kaldırılmasını anlar. Yani, a) bir kez kapitalistler devrildikten ve mülklerinden edildikten sonra tüm çalışanların sömürüden kurtuluşta eşit olmalarını; b) üretim araçları bir kere tüm toplumun mülkiyeti haline geldi mi, herkes için, üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılmasında eşitlik; c) herkes için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve tüm çalışanlar için emeğin, işinin karşılığını alma hakkında eşitlik (sosyalist toplum); herkes için yeteneğine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve tüm çalışanlar için gereksinmelerine göre alma hakkında eşitlik (komünist toplum). Ve marksizm, insanların beğenilerinin ve gereksinmelerinin nicelik ya da nitelik bakımından, ne sosyalizm döneminde ne de komünizm döneminde birbirinin aynı ve eşit olmadığı, olamayacağı ilkesinden hareket eder.”
Marksist eşitlik anlayışı böyledir.
“Marksizm hiçbir zaman başka bir eşitlik tanımamıştır ve tanımamaktadır.” (Leninizmin Sorunları, s. 576-577)
ÇKP, kitlelerin refahı ve eşitlik konusunda da marksist bir mevzide değil, küçük burjuva oportünizminin batağındaydı.
Komünistler, marksist tarih ve ekonomi biliminin ışığında, kapitalizm şartlarında kitlelerin kurtuluşunun olamayacağı bilinciyle hareket ederler. Yine onlar, kapitalist üretimin toplumsal niteliğiyle, özel mülkiyet arasındaki çelişki temeli üzerinde yükselen proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktan hareketle, kapitalizmin tasfiye edilerek onun yarattığı temel üzerinde sosyalizmin kurulması sonucuna ulaşırlar. Sömürünün ortadan kaldırılmasının, dolayısıyla tek yolu, tüm emekçi kitlelerin tek kurtuluş yolu budur.
"Fakat, Çin Narodniki bu militan demokrasi ideolojisini önce sosyalist düşlerle, Çin'in kapitalist yolu atlaması, kapitalizmin gelişmesini önlemesi umutlarıyla, sonra da bir köklü toprak reformu planı ve bu reformdan yana olmakla bir arada götürüyor. Bu son iki ideolojik ve siyasi eğilim de Narodnizmi, yani bu deyimin özel anlamında, demokrasiden farklı demokrasiye bir ek olan Narodnizmi meydana getiren unsur yatmaktadır."
Fakat anlaşıldığına göre Çin demokratının sübjektif olarak fikirlerinden ve programlarından, gerçekte sadece "gayrimenkul mülkiyet"in "bütün hukuki temellerinin değiştirilmesi" için bir program, sadece feodal sömürünün kaldırılması için bir program çıkmaktadır." (Doğu'da Ulusal Kurtuluş Savaşları, s. 68-69)
Sun Yat-sen'e göre, köylü yığınları kapitalizmin kötülüklerinden kurtarılmalıydı. Meta ekonomisinin küçük üretici yığınlarını hızla iflasa sürüklemesinin önüne geçilmeliydi. Bunun tek yolu ise kapitalist gelişmeyi durdurmaktı. Böylece köylüler iflastan kurtulacaklardı. Toprağın millileştirilmesi, topraksız ve az topraklı köylülere toprak dağıtımı ve köylülere çeşitli yardımlarda bulunulması kapitalist gelişmeyi önleyecekti. Daha önemlisi köylüler arasında eşitlik sağlanacaktı. Köylü yığınlarının refaha ulaşmasının yolu da yine programda önerilen köklü toprak reformuydu.
Tıpkı Rus Narodniklerinin yaptığı gibi, Çinli Narodnikin kapitalizmin önlenmesi ve köylülerin yoksulluktan bu yolla kurtarılması adına savunduğu reformlar, kapitalizm çerçevesi içinde gerçekleşebilir ve tutarlı, hızlı bir kapitalist gelişme için uygun ortam yaratır. Onun sosyalizmi "gerçekleştirmek" için savunduğu tedbirler, kapitalizmin özgür gelişimini, dolayısıyla sınıflar arasındaki ayrışmayı hızlandırarak, köylü yığınlarının daha büyük hızla iflasına yol açacak tedbirlerdi.
Toplumsal gelişmenin yasaları objektiftir. Toplumsal kurumlar ve iktisadi kategoriler, toplumun tarihsel evrimi sonucu doğar, gelişir ve yok olurlar. Toplumsal gelişme, komünizm öncesi toplumlarda insanlar tarafından bilinçli olarak düzenlenip inşa edilemezler. Bu toplumlarda tarih kendiliğinden bir gelişim seyri izler. Söz konusu kurumlar ve kategoriler, sınıflar, örgütler ya da kişiler açısından gerekli olduğu için yaratılmamışlardır. Aynı şekilde; bazı sınıflar, örgütler ya da kişilerin isteği ile de ortadan kalkmazlar. Bu kurum ve kategorilerin yıkılmalarının maddi şartlar olgunlaştığı zaman, ani başlangıçta üretici güçlerin gelişimi ile uyumluluk arz eden üretim ilişkileri, toplumun üretici güçlerinin gelişmesinin önünde engel haline geldiği zaman, işte o zaman uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları üzerinde "toplumsal devrim çağı" başlar.
Tarihsel gelişmenin belli bir evresinde ortaya çıkmış olan kapitalizm, yok olmasının maddi koşulları oluştuğunda -ki, bu temeli kapitalizm kendi tarihi gelişimi içinde yaratır- proletaryanın mücadelesiyle tasfiye edilebilir. Sosyalizm, dolayısıyla kitlelerin kurtuluşu da kapitalizmin yarattığı ve her gün yaratmaya devam ettiği, büyük çapta üretim temeli üzerinde sosyalizmin inşasıyla gerçekleşebilir.
Kapitalist gelişme yoluna giren Çin'de de kapitalist meta ekonomisinin gelişmesi, rekabet ve bunun sonucu olarak hızla üreticilerin üretim araçlarından tecrit olmasını, geniş kitlelerin hızla yoksullaşmasını, bir avuç azınlığın daha büyük hızla zenginleşmesini iradi olarak durdurmak, tarihsel gelişmenin karşısında durmaktı. Bu düşünceler düpedüz gerici ütopyalardı. Sun Yat-sen'in yapmaya çalıştığı da buydu. Sun Yat-sen ve onunla birlikte hareket eden küçük burjuva demokratların halkın, özellikle de köylü yığınlarının kurtuluşu için; kapitalist gelişmenin önlenmesi için savundukları tedbirler kapitalist bir mülki temel üzerinde özgürce gelişimine, dolayısıyla da onların isteklerinin tersine olarak, eşitsizliğin, yoksulluğun dev boyutlara ulaşmasına yol açardı. Kapitalist gelişmeyi, eşitsizliği gidermek adına, daha özgür kapitalist gelişme, daha büyük eşitsizlik. İşte ütopyacılığın çıkmazı.
Çin'de feodalizmin temellerinden sarsılmış, ülke yıllar önce pazara açılmış, hala ekonominin bütününde hakim sömürü biçimi feodal sömürü olmasına karşın meta ekonomisinin gelişimine bağlı olarak rekabet ve eşitsizliğin ürünü olan kırlarda farklılaşma belirgin hal almıştı. Çin'in Narodniki Sun Yat-sen, köylü mülkiyetinin ortaçağcıl biçimlerinin kapitalizme rağmen, kapitalizm şartlarında korunabileceği düşleri kuruyordu. O, küçük köylü mülkiyetinin feodal, ataerkil üretim biçimlerinin bir parçası olduğundan, bunun olduğu gibi kapitalist üretim biçimi içinde varlığını koruyamayacağından bihaberdi. Lenin bu konuda Rus Narodniklerini şöyle eleştiriyordu:
"Gerçekten de ne kadar basit! Her yerden iyi olanı 'alın', işin sırrı tamamdır! Ortaçağ biçimlerinden, emekçilerin üretim araçlarına sahipliğini 'alın', yeni (yani kapitalist) biçimlerden de özgürlük, eşitlik, aydınlanma ve kültürü 'alın'. Tartışılacak bir şey kalmaz..."
"Eski emek biçimlerinin yerini neden yeni emek biçimlerinin aldığını bile kendi kendisine sormaksızın, bu yeni biçimleri tartışırken de, aynı hatayı yineliyor. Onun için, bu biçimlerin, çiftçinin toprak mülkiyetini ‘sarstığını', yani daha genel bir deyişle, üreticinin üretim araçlarından ayrılmasıyla ifadelerini bulduklarını belirtmek ve ideale uymadığı için bunu mahkum etmek yeterlidir. Burada da iddiası kesinlikle saçmadır. Bir görüngüyü (topraksızlaştırma) çekip çıkarıyor, bunu, zorunlu olarak meta üreticileri arasında rekabete, eşitsizliğe, bazılarının yıkımına, bazılarının zenginleşmesine yol açan meta ekonomisine dayanan ve artık farklı nitelikte olan bir üretim ilişkileri sisteminin bir unsuru olarak sunmak için bir girişimde bile bulunmuyor." (Halkın Dostları Kimlerdir, s. 72-73)
Lenin'in aktardığımız eleştirisi Sun Yat-sen için tamı tamına geçerlidir. Sun Yat-sen de Rus öncülleri gibi, farklı ekonomik, toplumsal kategorilerden tek tek unsurları çekip alarak -ortaçağ biçimlerinden köylünün üretim araçlarına sahip oluşu, kapitalizmden eşitlik, özgürlük- bunları sözde bir sistem içinde toplamıştır. Bu kadarla da yetinmeyip, kapitalizmin özgür gelişiminin yegane temeli olan toprak reformunu da sosyalist bir tedbir olarak sunmuştur. Bu gerici ütopyalara da sosyalizm adını vermiştir.
"Öğreti açısından bu teori, bir küçük burjuva 'sosyalist' gericinin teorisidir. Çünkü Çin'de kapitalizmin 'önlenebileceği' ve orta ülkenin geriliğinden ötürü 'sosyal devrim'in daha kolay olacağı gibi fikirler baştan aşağı gerici fikirlerdir." (Doğu’da Ulusal Kurtuluş Savaşları, s. 69)
Devlet ve demokrasi konularında da sunduğu tezler Narodnik görüşlerle uyumluluk arz etmektedir. Örneğin, bütün halkın demokrasisi fikri Guomintang'ın 1. Kongresi’nde şöyle savunuluyordu:
"Modern devletlerdeki sözüm ona demokratik sistem, genellikle burjuvazinin tekelindedir ve sadece halkı bastırmaya yarayan bir araç haline gelmiştir. Oysa Guomintang'ın Demokrasi İlkesi, bir azınlığın özel malı değil de, bütün halkın paylaştığı bir demokratik sistem demektir." (S.E., c. II, s. 327)
Görüldüğü gibi, demokrasi kavramı sınıf içeriğinden soyutlanarak sınıflar üstü genel bir demokrasi savunulmaktadır. Öngörülen siyasal sistem, "azınlığın mülkü" değil, "bütün halkın hakim olduğu bir demokratik sistem"dir. Sun Yat-sen'in idealize ettiği demokrasi ve demokratik sistem, ütopyacılığın üst yapıya ilişkin tezlerindeki yansımalarından başka bir şey değildir.
Komünist Enternasyonal, Sun Yat-sen'in ideolojisini şöyle değerlendiriyordu: "Çin'deki Sun Yat-sen'cilik, küçük burjuva milli 'sosyalizm'in ideolojisiydi. Bu alanın 'Üç İlke'sinde (milliyetçilik, demokrasi, sosyalizm) halk kavramı, sınıf kavramını gözden kaçırıyordu. Sosyalizm belli bir sınıf, yani proletarya tarafından yaratılan belli bir üretim biçimi olarak değil, bulanık bir toplumsal refah tablosu olarak sunuluyordu. (Komünist Enternasyonal Programı, s. 98)
Sun Yat-sen'in çağdaş Narodnik görüşlerinin ortaçağda Çin'de köylü isyanlarının hakim unsuru olan köylü ütopyacılığı ile sıkı ilişkisi vardı. Kökü Çin tarihinin derinliklerine kadar uzanan ve ortaçağ kültürüyle birleşen köylü hayalciliği, Çin'de devrimci-demokratik hareketin gelişimi sürecinde, çağdaş bir biçim almıştır. Eskisinden farklı olarak, liberal ve demokrat burjuvazi "eşitlikçi" ütopyaları, kapitalizme has özgürlük, adalet sloganları altında sürdürmeye başladılar. Diğer yandan yine tarihi köklere sahip olan büyük Han şovenizmi, burjuva milliyetçiliği ile birleşmişti.
1911 burjuva devrimi sırasında Çin'in başlıca üç partisinden biri olan radikal Sosyalist Parti'nin (küçük burjuva demokratların partisi) de "emek ilkesi", "eşitleştirme" gibi baştan aşağı Narodnik görüşler savunması tesadüfi bir olgu değildir.
Ortaçağcı köylü hayalciliğinin kapitalist gelişme yoluna giren Çin'de burjuva, küçük burjuva devrimcileri tarafından yeni şartlara uydurularak savunulması gerçeği, burjuva demokratik hareketin kitle dayanağının köylü kitleleri olduğu, köylü hareketlerinin devrimci hareketin motor, en etkin gücü olduğu dikkate alındığında daha açık görülür. Çin'de ütopyacılığın geçmişle bağı köylü hareketinin milattan öncelere kadar uzanan etkinliği kavrandığı ölçüde doğru değerlendirilebilir.
Sonuç olarak, görüldüğü gibi ÇKP'nin kurulduğu yıllarda Çin'de devrimci hareket, kökleri yüzyıllar öncesine uzanan köylü ütopyacılığının damgasını taşımaktadır. Mao Zedung'un çeşitli defalar miras konusunda söylediği sözler, ÇKP'nin, dünyayı küçük üreticilerin bakış açısıyla gören liberal demokratlarla, küçük burjuva demokratlarının mirasçısı olmasından başka bir anlam taşımazlar.
1911 devrimi, halk kitleleri arasında demokratik hareketi geliştirmişti. Devrim kısa sürede yenilgiye uğramış, Yuan Şin-kay’ın devrilmesinden sonra Çin’de savaş ağaları dönemi başlamıştı. Kuzeyli ve Güneyli olarak başlıca iki grup teşkil eden savaş ağalarının arasında oldukça karmaşık bir iç savaş başladı. Savaş ağaları arasında binbir türlü entrika dönüyordu. Savaşların ardı arkası kesilmiyordu. İktidarı ellerinde bulunduran mahalli zorbalara karşı köylülerin isyanları olanca yaygınlığıyla devam ediyordu. Birbirinden kopuk olarak başlayan mahalli isyan hareketleri birbirini izliyordu. Öğrenciler bu isyanlara destek oluyordu. Antiemperyalist, antifeodal nitelikteki öğrenci gösterileri sık sık görülmeye başlandı. Sayıca az olan işçi sınıfı kitleleri mücadeleye aktif olarak katılıyordu.
Çin’de bu gelişmeler olurken Rusya’da 1917 Ekim’inde tüm dünyayı derinden etkileyen büyük devrimin zaferi yaşanıyordu. Ekim Devrimi, insanlık tarihinde köklü bir dönemeci simgeliyordu. Bu devrim, dünya emperyalist cephesini yardı, kapitalizmi temellerinden sarstı ve geleceğini tehlikeye düşürdü. İlk proletarya diktatörlüğü gerçekleşti. Rusya sınırları içinde yaşayan ezilen milletler gerçek özgürlük ve eşitliğe kavuştular. Proleter devrimleri çağını başlatan, proletaryanın önderliğinde sömürgesel devrimlere yolu açan, ezilen milletlere ve halklara kurtuluş yolunu gösteren bu muazzam devrimin yüzyıllardır arayış içinde olan Çin halkını da etkilememesi düşünülemezdi.
1917 Ekim Devrimi’nin de etkisiyle Çin’de antifeodal, antiemperyalist kitle hareketleri 1919’da doruğa ulaştı. Versay Antlaşması’yla Çin’deki Alman imtiyazları Japon emperyalistlerine devredilmişti. Bunun öğrenilmesi üzerine, 4 Mayıs’ta öğrenciler geniş antiemperyalist gösteriler düzenlediler. Kısa zamanda yaygınlaşan gösterileri işçiler grevlerle desteklediler. 10 Mayıs’ta tüm okullar boykota başladılar. Haziranda Şanghay işçileri genel greve gittiler. Güçlü bir antiemperyalist hareket olan 4 Mayıs Hareketi, halk kültürünün geliştirilmesi kampanyası ile birlikte yürütüldü. Bu mücadeleler içinde sosyalizme duyulan sempati de artmıştı.
Devrimci demokratların önderliğinde yürütülen antiemperyalist mücadele içinde, sosyalizmin küçük burjuva aydınlar tarafından yapılan propagandasının da etkisiyle marksizme sempati duyanlar küçük gruplar halinde bir araya gelerek değişik isimler altında küçük dernekler kurdular. Aynı yıl (1919) Mao Zedung da Hunan’da ilk “Marksist İnceleme Grubu”nu kurdu. 1920 yılının mayısında Şanghay’da “Sosyalist Gençlik Birliği” adında bir gençlik örgütü kuruldu. O yıl Mao Zedung bu örgütün Hunan kolunun kurulmasına önderlik etti. Sayıları bir hayli olan ve yurtdışındaki Çinli öğrenciler tarafından çeşitli ülkelerde de kurulan dernekler, başlangıçta birbirinden kopuktular. Giderek aralarındaki ilişki gelişti. İki yıl sonra kurulacak ÇKP’nin çekirdeği olacak olan bu derneklerin bazıları mahalli gazeteler çıkarıyor, halkı aydınlatmaya çalışıyor, reformist düşüncelerle birlikte sosyalizmin propagandasını yapıyorlardı.
Marksizm sempatizanı derneklere ve daha sonra da ÇKP’nin kuruluşuna önderlik edenler küçük burjuva aydın unsurlardı. Bunlar arasında profesörler, öğretmenler, özellikle de yurtdışına gidip öğrenim görerek Çin’e dönmüş olan genç aydınlar da önemli yer tutuyordu. Ekim Devrimi’nin etkisiyle marksizme sempati duyan bu aydınlar, Çin’in kurtuluşunun sosyalizmle olacağını savunuyorlardı.
Çin’de halk kitleleri üzerinde feodal kültürün büyük etkisi vardı. Kültür düzeyi oldukça geriydi. Özellikle köylü kitleleri cehalet içindeydi. Devrimci demokrasi eskiye oranla gelişmişti. Ancak hala geniş kitleler siyasi bakımdan geriydi. Ülkede devrimci hareketin belkemiği kendiliğinden gelme köylü hareketleriydi. Çin diline çevrilen marksist eserlerin sayısı ise sadece birkaç taneydi. Aydınlar marksizmi bu kitaplardan öğreniyordu. Yurtdışına gidenler elbette bu konuda daha büyük olanaklara sahiptiler.
Küçük burjuva aydınlar, Çin halk kitlelerinin, özellikle köylü yığınlarının asırlar boyu süregelen özlemlerini marksist-leninist fikirlerle “birleştirdiler”. Onlar bu yüzden sosyalizmi salt “eşitliğin” sağlanması ve refah toplumunun yaratılması, marksist-leninist teoriyi de bunun kılavuzu olarak görüyorlardı. Mao Zedung’un bu yıllarda devrime önderlik açısından sınıfların durumu, halk kavramına verdiği içerik, ideolojik ve daha birçok konuda yazdıkları bunun kaba ve o ölçüde de net kanıtlarıdır. İnceleme dernekleri, küçük burjuva dünya görüşünü, köylü bakış açısını koruyorlardı. Ek olarak marksist-leninist teoriden etkilenmişlerdi. Küçük burjuva dünya görüşü temelinde, marksist-leninist fikirleri de savunuyorlardı. ÇKP’nin kuruluşu öncesi de durum ana hatlarıyla buydu.
Marksist inceleme gruplarının örgütlenmiş olduğu eyaletlerle, Japonya’daki Çinli öğrencilerin derneğinin gönderdiği delege -bunların sayısı 12 idi- ÇKP’yi kurmak için bir araya geldiler. ÇKP, bu delegeler tarafından 1921 yılının Temmuz ayında kuruldu. O tarihte toplam üye sayısı 30 idi.
ÇKP, uygun uluslararası ve iç şartların eşliğinde, Sun Yat-sen’in Milli Partisi ve Radikal-Sosyalist Parti’nin yükseldikleri ideolojik temel üzerinde, bu partilere oranla marksizm-leninizmden daha fazla etkilenen küçük burjuva bir parti olarak doğdu.
II- “MZD” ve ÇKP Antikapitalist Bir Perspektife Sahip Değildi
Bölümün konularının sıralandığı planda ilk sırada yer alan “ÇKP, Antikapitalist Perspektife Sahip Değildi” şeklinde ifade edilen bölüm büyük bir oranda hazırlanmış, ama tamamlanmış değildir. “ÇKP Antikapitalist Perspektife Sahip Değildi” başlıklı yazı planda ifade edilen ögelerin çoğunluğu yazarı tarafından hazırlanmıştır.
Küçük burjuva bir parti olarak doğan, uzun yıllar bu niteliğini koruyan ÇKP, küçük burjuva köylü yığınlarının çıkarlarını savundu. ÇKP’nin sosyalizm olarak sunduğu; köylülerin yoksullaşmalarının önlenmesi, aralarında eşitlik sağlanarak refaha ulaştırılmalarından ibaretti. Partinin önderliğinde harekete geçirilecek olan köylü yığınları kendi kurtuluşlarını kendi elleriyle sağlayabilir, gerekli bir dizi reformu yapabilirlerdi. İşçi sınıfı ise, şehir küçük burjuvazisi ve milli burjuvazinin devrimci kesimi gibi bu mücadelede köylülüğün müttefiklerinden biriydi. ÇKP’nin küçük burjuva sosyalizminin özü, köylü mülkiyetinin korunarak “eşitlik” ve “refah”ın sağlanmasıydı.
ÇKP revizyonistlerine yol gösteren, soyut bir “eşitlik” aracı ve refah tablosu olarak gördükleri köylü sosyalizmiydi, gerici küçük burjuva ütopyasıydı. Marksizm-leninizm adına savundukları tezler Proudhoncu-Narodnik ütopyalarla, İkinci Enternasyonal oportünizmi, troçkizm, revizyonizm, milliyetçilik ve marksist-leninist düşüncelerin eklektik bir karmaşasıydı. Marksist-leninist düşünceler, ÇKP revizyonistlerince gerici tezlerine cila olarak kullanılmıştır.
Çin’de, köylülerin feodal düzene karşı yüzyıllar süren isyanları sınıf mücadelesine damgasını vurmuştur. Çin’in pazara açılmasından sonra da antiemperyalist ve anti- feodal mücadelede biricik etkin güç, sık sık isyan eden köylü yığınlarıydı. Devrimci demokratik harekette hakim unsur köylü ideolojisiydi. Mao Zedung’un da haklı olarak belirttiği gibi, Sun Yat-sen’in takipçisi olan ÇKP, devrimci-demokratik hareketin mirası üzerinde yükseldi, bu hareketin sınırlarını aşmadı. Dünya görüşü ve kitlesel dayanağı Sun Yat-sen hareketinin çerçevesi içinde kaldı.
ÇKP’nin savunduğu biçimiyle küçük burjuva ütopyalarının Çin’de derin tarihi kökleri vardır. Asırlar boyu köylü hareketine damgasını vuran “eşitlik”çi köylü ütopyaları hem Sun Yat-sen hareketinin, hem de ÇKP’nin dayandıkları ideolojik temeldi. Bu bakımdan ÇKP’nin doğuş koşulları, oluşumunu değerlendirebilmek için Çin’de sınıf mücadelesinin tarihine kısaca göz atmak zorunludur.
Çin’de köylü hareketinin tarihi MÖ’lere kadar uzanır. Dayanılmaz feodal sömürü ve zulüm altında tutulan köylü yığınları, feodal düzene karşı sık sık ayaklanırlar. Feodal ekonominin parçalanmışlığının sonucu olarak yerel nitelikte olan köylü isyanları, hanedanlıkların yıkılmasında etkin rol oynamıştır. MÖ 200 yıllarında sömürü ve zorbalığa başkaldıran köylüler Han Hanedanı’nı yıktılar. Daha sonra da bir dizi hanedanlığı yıkan, yerine başka hanedanlıkların kurulmasına yolu açan köylü isyanlarıydı. Çin rejiminin (MÖ 221207) yıkılıp yerine hanedanlık sisteminin kurulmasını sağlayan da köylü isyanlarıydı. Han Hanedanlığı’ndan sonra Tiangları (MS 25-220), Sungları (MS 960-1279) vb. yıkan yine bu isyanlardı.
Feodal toprak sahiplerine, devlet memurlarına, vergilerin artırılmasına vb. karşı kendiliğinden ayaklanan köylüler, toprak ağalarının ve memurların mallarına el koyuyor, yakıp yıkıyordu. Ülkeyi bir baştan bir başa saran gizli cemiyetler, sık sık patlak verip sönen köylü isyanlarına süreklilik unsuru kazandıran başlıca etkendi. Gizli cemiyetler isyan zamanında köylülere destek oluyor, isyanlar arası dönemlerde köylüleri isyana teşvik ediyordu. Ayrıca isyancı önderlerin isyan bastırıldıktan sonra barınakları bu cemiyetlerdi. Sayıları binlere ulaşan bu cemiyetlerin üyeleri yüzbinleri buluyordu.
Hiçbir ülkenin tarihinde Çin’deki kadar yoğun ve sürekliliği olan köylü isyanları olmamıştır. Yüzyıllar boyu devam eden köylü isyanları ülkenin pazara açılmasından sonra da devam etti. Çinli bir tarihçinin araştırmasına göre, 1860-’70 yılları arasında 42, 1870-’85 yılları arasında ise 51 köylü isyanı olmuştur. Bu rakamlar, isyanların sürekliliği ve yoğunluğu hakkında fikir vermektedir.
Feodal cehaletin koyu karanlığında yaşayan köylü kitlelerinin hayalciliği, isyanlar kadar köklü bir geçmişe ve yerleşikliğe sahipti. “Büyük barış”ı sağlamak, “eşitlik”i gerçekleştirmek isyancı köylülerin tek ülküleriydi. Çin tarihi, isyancıların “eşitlik”çi ütopyayı “gerçekleştirme” girişimlerinin örnekleriyle doludur. 11. yüzyılda taoistlerin önderliğinde ayaklanan “Beş Avuç Pirinç” mezhebine bağlı köylüler, Sezuan’da “eşitlik hanları” kurdular. Yoksullara parasız yiyecek dağıttılar. Tang Hanedanı’nın (618-906) sonlarına rastlayan isyanlardan birinin lideri kendini “eşitliği korumak için göklerin yolladığı büyük general” olarak ilan ediyordu. 1643’te Ming Hanedanı’nı deviren isyanın lideri Li Zu-çeng, köylü çeteleriyle birlikte ilkel bir “eşitlikçi” ütopya devleti kurmuştur(!).
İsyancı köylülerin, toprak ağalarının, memurların mallarına el koyarak aralarında dağıtmaları, gizli cemiyetlerin de benzer faaliyetleri eşitliğin gerçekleşmesi amacına yönelikti.
Küçük işletmeci köylünün dar dünyasının üzerinde yükselen hayalciliği feodal mistisizmin güçlü etkileriyle birleşiyordu. Budizmin ve taoizmin, ütopyacılığın gelişip yerleşmesinde önemli etkileri olmuştur. Bu etkiler, “ilahi adaletin gerçekleşmesi” fikri ile geçmişte olduğuna inanılan “bin yıllık refah” dönemine duyulan özlemde somutlaşıyordu. Büyük Han şovenizminden de etkilenen köylü ütopyacılığının ulaştığı yer, “eşitlik” ve “refah”ın olduğu büyük Çin’in yaratılması düşüncesiydi.
Ayrıca mistisizmin, isyancı halk kültürü üzerinde de önemli bir etkisi vardı.
“Bin yıllık refah” dönemine duyulan özlem, büyük Çin’in yaratılması isteği o kadar köklüydü ki, peş peşe gelen büyük katliamlar, uğranılan yenilgiler, asırlardır devam eden isyanların hayalden öte gitmeyen amaca ulaşmadaki başarısızlığı bu hayalleri yıkamamıştır. Feodalizmin temellerinden sarsıldığı, Çin’in pazara da açıldığı, kapitalizmin nispeten hızlı geliştiği 1840’lardan sonra da köylü ütopyacılığı varlığını güçlü olarak sürdürdü.
Nitekim 1845 yılında Hung Siu-cuan’ın önderliğinde Kvangsi dağlarında başlayan ayaklanmanın sonucu 1851’de “Tanrısal Büyük Barış Krallığı” (Tayping Tienkuo) kuruldu. Nanking, 1853’ten 1864’e kadar Tayping Krallığı’nın başkenti olarak kaldı. Tayping isyanı köylü hayalciliğinin köylü hareketi üzerinde hakimiyetinin devam ettiği net bir biçimde gösteriyor. Bir Çin filozofu Tayping isyancılarının amaçlarını şöyle belirtiyor:
“Toprak ortaklaşa işlenmeli, yiyecek maddeleri ortaklaşa tüketilmeli, giyecekler ortaklaşa kullanılmalı ve para ortaklaşa harcanmalıdır. Her yerde eşitlik olmalı, herkes tok ve giyimli hale gelmelidir.” (Yeni Çağın İlerici Düşüncelerinden Seçmeler, s. 69)
Nanking anlaşması Çin’in tarihinde bir dönemeç noktasıdır. Çin’e yapılan afyon satışına karşı çıkan imparatoru yenilgiye uğratan İngilizler, 1842 yılında Nanking anlaşmasıyla şartlarını kabul ettirdiler. Marks bu anlaşmayla “Çin’in pazara açıldı”ğını belirtir. Ve bu gelişmenin Çin’in ekonomik toplumsal hayatında yarattığı etkiler konusunda şunları söyler:
“Yabancı malların ülkeye girişi geçmişte Küçük Asya’da, İran’da ve Hindistan’da olduğu gibi, yerli sanayiye aynı etkiyi yaptı. Çin’deki iplik ve dokuma tezgahları bu rekabetin altında ezildi. Toplumsal yapı karıştı.” (Çin Üzerine, s. 27)
Yabancı kapitalistlerin yağma ve talanına maruz kalan yarı-feodal Çin’de giderek ulusal bilinç gelişmeye başladı. 1. Afyon Savaşı’nda hanedanlığın ordusuyla İngiliz kuvvetleri arasındaki çatışmaları sessiz bir şekilde izleyen kitleler birkaç yıl geçmeden kapitalist yağmacılığa karşı kararlı mücadelelere giriştiler. Artık köylü isyanları sadece feodalizme karşı olmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda kapitalist yağmaya, emperyalizme karşı başkaldırıydı. Diğer yandan Çinli burjuva aydınları arasında burjuva reformist düşünceler hızla gelişti, devrimci demokratik düşünceler kitleler arasında güç kazandı.
Eşitlik ve adalet sloganlarına sarılan Çin burjuvazisi, Batı’nın birçok ülkesinde burjuvazinin yıllar önce yürümüş olduğu yoldan yürümeye başladı. Bu sloganlar altında feodalizme karşı mücadele, köylülere önderlik etme, köylü hareketini kendi peşine takma çabasını yoğunlaştırdı. Marks’ın dediği gibi, “Mutlak olan bir şey varsa, o da yaşlı Çin’in ölüm saatinin yaklaşmakta olduğu”ydu.
Çin, Nanking anlaşmasıyla yabancı kapitalistlerin mali ve ekonomik hakimiyeti altına girmiş, yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülkeydi. Feodal sömürü hakim sömürü biçimiydi. Kapitalizm az gelişmişti. Milli burjuvazinin ekonomik ve siyasi gücü zayıftı. Çin proletaryası nüfusun bütünü içinde oldukça küçük bir azınlığı oluşturuyordu. Siyasi bakımdan geriydi. Mücadele tecrübesi zayıftı. Çin proletaryasının önünde duran görev emperyalizmi, feodalizmi tasfiye etmekti. Bu görevler gerçekleştirilmeden, burjuva demokratik devrim yapılmadan genel sosyalist tedbirlere başvurmak proletaryayı başarısızlığa, yenilgiye götürür. Demokratik devrimden sosyalist devrime kesintisiz geçiş için en uygun biçim olan işçilerin, köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü idi. Proletarya partisi, gerek demokratik devrim mücadelesinde gerekse de işçi-köylü diktatörlüğü altında sınıfı, bilinç ve örgütlenme bakımından proletarya diktatörlüğü için hazırlamalıydı. Çin devrimi, burjuva demokratik devrim aşamasındaydı. Bu, Avrupa’da daha önce gerçekleşmiş örneklerinde olduğu gibi sadece feodalizmi tasfiye etmekle yetinemezdi. Onunla birlikte emperyalizmin Çin’deki varlığına son verilmeliydi.
1900’lerin başlarından itibaren köylü hareketinde yeni bir yükselişin yaşandığı Çin’de bu yıllarda devrimci demokratik hareket hızla gelişti.
“Rusya’daki 1905 hareketinin ardından demokratik devrim bütün Asya’ya yayıldı: Türkiye’ye, İran’a, Çin’e İngiliz hakimiyeti altında Hindistan’da da galeyan büyüyor.” (Doğu’da Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s. 90)
Batı ile temasa geçen Çin’de burjuva reformcu düşünceler hızla gelişti. Çok sayıda cumhuriyetçi dernekler kuruldu, yayın organları çıkarmaya başladı.
Aynı yıllarda köylü ayaklanmalarının sayısı gittikçe artmaktaydı. 1909 yılında 113 olan ayaklanma sayısı 1910 yılında 285’e ulaşmıştı. Bu gelişmeler hanedanlığın yıkımını güncel hale getirdi.
Liberal burjuvazi ile demokratik köylü hareketi arasında gerçekleşen ittifakın sonucu olarak 1911 yılında uzun yıllar devam eden Çin Hanedanı devrildi. Çin Cumhuriyeti ilan edildi. Sun Yat-sen geçici cumhurbaşkanı seçildi.
1911 devrimi bir burjuva devrimiydi. Lenin bu konuda şunları söylüyordu:
“Çin halkı, eski ortaçağ düzenini ve o düzeni sürdüren hükümeti devirdi. Çin’de cumhuriyet ilan edildi.” (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları, s. 77)
“Çin’in özgürlüğü, köylü demokratlarla liberal burjuvazi arasındaki bir ittifakla elde edilmiştir. Kendilerine bir proletarya partisi tarafından önderlik edilmeyen köylülerin, sağa kaymak için yalnızca fırsat kollayan liberallere karşı demokratik kazanımlarını koruyup koruyamayacakları yakın bir gelecekte ortaya çıkacaktır.” (age, s. 67)
Yine Lenin 1912’de yazdığı bir makalede, Çin’deki üç partinin durumunu değerlendiriyor ve muhtemel gelişmeler üzerinde duruyordu.
“Radikal Sosyalist Parti ve sosyalizmle hiçbir ilintisi yok küçük burjuva demokratların partisi. Belli başlı istekleri Çin’in siyasi birliğinin kurulması, ticareti ve sanayisi “sosyal bir çizgide” (bizim Narodniklerin ve sosyalist-devrimcilerin ‘emek ilkesi’ ve ‘eşitlendirme’leri gibi bulanık bir deyim) gelişmesi ve barışın korunması.
“2- İkinci parti, liberallerin partisi, bunlar radikal sosyalistlerin müttefiki olup birlikte Milli Parti’yi meydana getiriyorlar... Önderleri Sun Yat-sen’dir.
“3- Üçüncü parti kendine Cumhuriyetçi Birlik diyor. Aslında tutucu bir parti. ” (Doğuda Kurtuluş Hareketleri, s. 76) “İmparator, muhakkak, yeniden başa geçmek için feodal beyleri, bürokrasiyi ve din adamlarını birleştirmeye çalışacaktır. Liberal kralcılıktan liberal cumhuriyetçiliğe daha henüz geçen (o da ne zamana kadar) bir burjuvazinin temsilcisi Yuan Şih-kay krallıkla devrim arasında kaypak bir siyaset izleyecektir.” (age s. 71) “.Bir ihtimal proletarya bir çeşit Çin sosyal-demokrat İşçi Partisi kuracak.” (aynı yerde)
Sun Yat-sen, 1911 devrimiyle kendisine verilen geçici cumhurbaşkanlığı görevinde 1912 yılının şubat ayında istifa ederek bu görevi Yuan Şih-kay’a devretti. Geçici Devlet Başkanı olan Yuan Şih-kay bir anayasal demokrattı. Ve bütün gerici sınıflar onu destekliyorlardı. Fakat o, devrimin başarı sağladığı bir dönemde sözde devrimden yana tavır takınmıştı.
Lenin, “Yuan Şih-kay’ı tutan partiler ise Çin’in geri kalmış kuzey bölgesine dayanıyorlar” (Ulusal Sorun, Ulusal Kurtuluş Savaşları, s. 78) diyor, aynı yerde, Yuan Şih-kay’ın ikiyüzlülüğünü ve gerçek niyetini sergiliyordu. “O, bugün bir anayasal demokrat, ama dün bir monarşistti; bugün devrimci demokrasi zafer elde ettiği için bir cumhuriyetçi oldu; yarın monarşist bir devletin başı olma, cumhuriyete ihanet etme niyetindedir.”
Lenin yanılmamıştı. Yuan Şih-kay, cumhuriyete ihanet etti. Anayasayı kaldırıp, parlamentoyu dağıttı. Diktatörlüğünü ilan etti.
İngiliz, Fransız, Amerikan, Japon, Alman emperyalistleriyle Çarlık Rusya’sı Sun Yat-sen’e karşı Yuan Şih-kay’ı açıktan destekliyorlardı.
Halk kitleleri Yuan Şih-kay’a duydukları hoşnutsuzluğu çeşitli protesto hareketleriyle dile getiriyordu. 1915 yılında Japonya’nın dayattığı kölelik anlaşmasının kabulü bardağı taşıran son damlaydı. Güneybatı Çin’de çeşitli ayaklanmalar oldu. Orduda da isyanın başlamasından sonra Nisan 1916’da Yuan Şih-kay devrildi. Bu tarihten sonra Çin’de savaş ağaları dönemi başladı.
Mao Zedung, 1956 yılında Sun Yat-sen için “Büyük devrimci öncümüz” ,“Bir avuç gerici dışında, bugün bütün Çin halkı Dr. Sun Yat-sen’in kendisini adadığı devrimci davanın ardıllarıdır.” (Seçme Eserler, C. V, s. 376) demektedir.
Bu ve Mao Zedung’un tekrar tekrar vurguladığı bu konudaki benzer tahlillere yürekten katılmamak elde değil. Gerçekten de, her iki parti de sosyalizmin adına gerici ütopyaları savunuyorlardı.
Öncelikle ÇKP’nin mirasçısı olmakla övündüğü Sun Yat-sen hareketi üzerinde duralım.
Lenin, Sun Yat-sen’in Milli Partisi’nin liberallerin partisi olduğunu ve radikal sosyalistlerle (küçük burjuva demokratlar) liberallerin ittifakına dayandığını, ana dayanağını köylü yığınlarının oluşturduğunu söylüyor.
Yine Lenin, “Çin’de Demokrasi ve Narodnizm” adlı makalesinde, “Sun Yat-sen’in programında militan ve içten bir demokrasi ruhu” (Doğu’da Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s. 66) sezildiği, “Sun Yat- sen’in temsil ettiği devrimci burjuva demokrasisi, siyasi ve tarımsal reformlar konusunda köylü yığınlarının inisiyatifini, kararlılığını ve gözüpekliğini azami ölçüde geliştirme yoluyla Çin’in ‘yenileştir- me’ye çalışmakla doğru hareket et”tiğini (age, s. 71) belirttikten sonra, Sun Yat-sen’in sosyalizm adına savunduğu gerici Narodnik ütopyalarını sergileyerek mahkum ediyor.
Aynı olgularla karşı karşıya olan ÇKP revizyonistleri, kapitalizmin geliştirdiği büyük çapta üretim temelinde sosyalizmin kurulması ve bireysel mülkiyetin kolektifleştirilmesi yerine, küçük mülkiyetin yaygınlaştırılmasını öneren Proudhoncu anarşist görüşlere sarılmıştır. Sömürünün, kapitalistlerin emekçilerden artıdeğer sızdırmaları yoluyla olduğunu, sömürüden ancak ücretli köleliğin kaldırılması ile kurtulunabileceğini kavramadıklarından üretim araçlarının kolektif mülkiyeti yerine küçük mülkiyeti koymuşlardır.
Sonuç olarak, ÇKP baştan beri sosyalizm perspektifine sahip değildi. Çin’de demokratik devrim başarıya ulaştıktan sonra, ÇKP revizyonistlerinin burjuvaziyle el ele sosyalizm inşa etme çabaları, sınıflar ve sınıf mücadelelerinin onbin yıl süreci nakaratları vb. revizyonist görüşlerin temelleri partinin kurulduğu yıllarda mevcuttu.
III- “MZD” Ve ÇKP, Leninist Kesintisiz Devrimi Reddediyor
Bölüm konuları sıralandığı planda “3. Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim İlişkisi” olarak ifade edilen bölüm için; “Demokratik Devrim” başlığı ile ek bir plan vardır. Bu ek planda sıralanan ögele den bazı değinmeler dışında yalnızca “Kesintisiz Geçiş” ele alınmış değildir. Planda ifade edilen ögeler hazırlanmıştır.
Her şart altında proletaryanın hedefi, kendi sınıf diktatörlüğü altında sosyalist üretim biçimini, giderek de sınıfsız toplum gerçekleştirmektir. Kapitalizmin az geliştiği ülkelerle, orta derecede geliştiği bazı ülkelerde, devrimci proletarya özel, geçici nitelikte görevlerle karşı karşıyadır. “İspanya sanayi bakımından öyle geri bir ülkeydi ki, bu ülkede işçi sınıfının kendini hemen tümüyle kurtarması düşünülemezdi. Bu aşamaya geçmeden önce birçok ön aşamadan geçmesi ve yolunun üzerindeki önemli miktarda engeli temizlemesi gerekecekti.” (Engels, Aktaran Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Yazılar, s. 129) Bu görevler yerine getirilmeden sosyalizm mücadelesi için gerçek bir arena hazırlanamazdı. Bu ülkelerde sosyalizmin başarısını olanaklı kılmanın yegane güvencesi böyle bir arenanın yaratılmasıdır.
Özel geçici görevler, proletaryanın burjuva demokratik devrimin zaferi için kararlı bir savaşım vermesidir. Devrimci proletarya, bu mücadele içinde sosyalist devrim için en uygun şartları yaratabilecek, demokratik devrimden kesintisiz bir biçimde sosyalizme geçebilecektir.
Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği adlı eserinde, demokratik devrimin proletaryanın yararına olduğunu şöyle belirtiyor:
“Rusya gibi ülkelerde, işçi sınıfı, kapitalizmin yetersiz gelişmesinden çektiği sıkıntıyı, kapitalizmden çekmez. Bundan ötürü, işçi sınıfı, kapitalizmin en geniş ve en özgür ve en hızlı bir biçimde gelişmesiyle en kesin bir biçimde ilgilidir. Kapitalizmin geniş, özgür ve hızlı gelişmesini engelleyen eski düzenin bütün kalıntılarının ortadan kaldırılması, işçi sınıfının kesin olarak yararınadır. Burjuva devrim, geçmişin kalıntılarını yalnızca (otokrasiyi değil, monarşiyi de içeren) feodal kalıntılara, en kararlı bir biçimde süpürüp atan ve kapitalizmin en geniş ve özgür ve en hızlı bir biçimde gelişmesini en eksiksiz bir biçimde güvence altına alan bir altüst oluşun ta kendisidir.
“İşte bu yüzden, burjuva devrim, proletaryaya en büyük ölçüde yarar sağlar.” (s. 51)
Sözünü ettiğimiz ülkelerde -ki bu ülkeler sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdir- öncelikle yapılması gereken sosyalist devrim değil, ondan nitelikçe farklı olan burjuva demokratik devrimdir. Diğer bir anlatımla, bu ülkeler antiemperyalist burjuva demokratik devrim (milli demokratik halk devrimi) aşamasındadır. Burjuva demokratik devrim ve sosyalist devrim, söz konusu ülkelerin devrim sürecinin, bir- biriyle diyalektik bütünlüğü olan iki aşamasını oluştururlar.
Devrimci proletarya için kalıcı bir amaç olmayan, sosyalizme kesintisiz geçiş için bir köprü görevi yapacak olan demokratik devrimin görevleri; emperyalizmi, sosyal emperyalizmi, komprador kapitalizmi ve feodal kalıntıları tasfiye ederek ve bağımsızlığı ve demokrasiyi gerçekleştirmektir.
Demokratik devrim sadece proletaryanın değil, aynı zamanda köylülerin, şehir küçük burjuvazisinin ve emperyalizme bağımlı olmayan burjuvazinin bir kesiminin (küçük burjuvazinin üst kesimi) de çıkarınadır. Bu devrim tüm halkın devrimidir. Dolayısıyla devrimci proletaryanın bu aşamaya ilişkin programı, zorunlu olarak bütün halkın taleplerini içeren burjuva demokratik (proletaryanın asgari programı) nitelikte bir programdır.
Devrimin niteliği, görevleri demokratik devrim mücadelesinde devrimci proletarya ile diğer halk sınıfları arasında irade birliğini olanaklı kılar.
Burjuva demokratik devrim, kapitalist toplumsal ve ekonomik sistemin sınırlarının dışına taşmaz. Batıdaki hareketle bu devrimde proletaryanın önderliğinin önem taşımayacağı, önderliğin burjuvaziye bırakılması vb. fikirler proletaryaya ihanet etmeye götürür. Demokratik devrimden, kesintisiz olarak sosyalizme geçebilmek için proletaryanın önderliği belirleyici önem taşır. Proletarya, demokratik devrimi, proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü sloganı altında yürütür.
Antiemperyalist demokratik devrimle sosyalist devrimin farklı nitelikte oluşların yanı sıra kavranması gereken önemli bir husus, bu iki devrimin bazı unsurlarının iç içe geçtiği olgusudur.
“Elbette, bugünkü tarihsel koşulları da, geçmişin unsurları, geleceğin unsurları ile iç içe geçmişlerdir; iki yol kesişmektedir. Ücretli emeğin özel mülkiyete karşı savaşımı, otokrasi koşullarında da vardır; serflik- te bile vardır. Ama bu hiç de bizi gelişmenin belli aşamaları arasındaki mantıksal ve tarihsel ayrımı yapmaktan alıkoyamaz. Hepimiz burjuva devrim ile sosyalist devrimi karşı karşıya koruz; hepimiz ikisi arasında kesinkes bir ayrımın mutlak zorunluluğu karşısında direniriz; ama tarihin akışı içerisinde bu iki devrimin tek tek özgün unsurlarının iç içe geçmiş oldukları yadsınabilir mi?” (age, s. 99)
Demokratik devrimde proletarya ve diğer halk sınıfları arasındaki irade birliğinin olanaklı oluşunun geçiciliği hayati önem taşır. Bu birliğin geçiciliğini unutmakta, demokratik devrim görevlerini görmezden gelmekle sosyalizmin reddine götürür, proletaryaya ihanettir. Lenin bu konuda şunları yazıyor:
“Bir sosyal demokrat (komünist -yn.) proletaryanın, kaçınılmaz olarak, sosyalizm uğruna, en demokratik ve cumhuriyetçi burjuvaziye ve küçük burjuvaziye karşı sınıf savaşımını açmak zorunda olduğunu bir an için bile olsun unutmamalıdır... burjuvaziyle birlikte ‘ortak bir darbe vurma’ taktiklerimizin geçici niteliği ve ‘bir düşmanı’ kollar gibi ‘müttefiklerimizi de’ sıkı bir biçimde kollamak görevi her türlü kuşkunun ötesindedir vb. Otokrasiye karşı savaşım, sosyalistler için geçici ve kalımlı olmayan bir görevdir, ama herhangi bir şekilde bu görevi görmezlikten gelmek, ya da savsaklamak, sosyalizme ihanete ve gericiliğe hizmet etmeye varır.” (abç, age, s. 99-100)
ÇKP’nin demokratik devrim sorununu ele alışının komünistlerin yaklaşımıyla ilgisi yoktu, üstelik ona taban tabana zıttı. ÇKP, Sun Yat-sen’in devrim anlayışını tümüyle benimsemiş, perspektifi antiemperyalist burjuva demokratik devrimin çerçevesi içinde kalmıştır. Bu, Sun Yat-sen’i “büyük öncü” ilan etmede, Sun Yat-sen’in takipçisi olmada onun “demokratik ilkesi”ni benimseyip uygulamada, kısa ve öz bir şekilde ifadesini bulmuştur.
Sun Yat-sen bir liberal demokrattı. 1911 devriminin önderlerinden olan bu Çin Narodnikinin programı, sözde sosyalist fikirler içermesinin yanında, özünde burjuva demokratik çerçeveyi aşmayan bir programdı.
Lenin, Sun Yat-sen’in programını değerlendirirken “Fakat anlaşıldığına göre Çin demokratının (Sun Yat-sen -yn.) sübjektif olarak sosyalist fikirlerinden ve programlarından, gerçekte sadece ‘gayrimenkul mülkiyet’in ‘bütün hukuki temellerinin değiştirilmesi’ için bir program, (sadece feodal sömürünün kaldırılması için bir program) çıkmaktadır.” (Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s. 69) diyen Lenin, sosyalist geçinen Sun Yat-sen’in ve programının sosyalizmle hiçbir ilişkisi olmadığını, onun devrim anlayışının burjuva demokratik devriminin ötesine geçmediğini açık seçik ortaya koymuştu. Sun Yat-sen de reform programı için mücadelenin devrimci proletarya için geçici bir görev olduğu, demokratik devrimden sosyalizme geçiş vb. fikirlerin izi bile yoktu, olamazdı. Çünkü o, burjuva demokratik devrim programı sosyalist devrim programı yerine koyuyor, iki devrim arasındaki nitelik farkını kavramıyordu.
Bilindiği gibi devrimci proletaryanın asgari programı da özünde burjuva demokratiktir. Yani burjuva demokratlarının programından farklı değildir. Ve yine tarihin devrimci mirasının pek tutarlı savunucusu olan devrimci proletarya geçmişin devrimci mirasını savunur ve geliştirir. Fakat bütün bunları yaparken sınıf olarak kendi sonal hedefini bir an olsun göz ardı etmez, burjuva demokrasisi ile proletarya demokrasisi arasındaki nitelik farkını asla karartmaz, bunu yapmaya çalışanları enerjik bir şekilde teşhir eder. Bunlar bilinen, marksizm-leninizmin döne döne tekrarlanan temel gerçekleridir. Sun Yat-sen’i “büyük öncü” ilan ederek, yolundan yürümek, onun ve onun gibilerin devrim anlayışına sarılmak, yukarıda belirttiğimiz temel gerçekleri yadsımak, marksizm-leninizmi yadsımak, küçük burjuva dünya görüşünün dar ufkunu aşmamaktır.
Proletaryanın büyük öncüleri Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in gösterdiği yoldan devrimci proletaryanın yolundan yürümekten özenle kaçınan ÇKP revizyonistleri, baştan itibaren burjuva ve küçük burjuva demokrat atalarının yolundan yürümüş, perspektifinin odağına burjuva demokratik bir cumhuriyet koymuştur.
Bu yüzden onlar, emperyalizme karşı mücadeleyi Sun Yat-sen’ci “milliyetçilik ilkesinin mükemmel uygulanması” olarak tanımlamakla, gerçekte proletarya enternasyonalizmini değil, Han şovenizminin etkisinde kalan burjuva milliyetçiliğini benimsediklerini ortaya koymuşlardır.
Devrimci proletaryanın mücadelesi, burjuva milliyetçiliğinin ürünü olan ulusal çitleri tanımaz. Onun mücadelesi uluslararası bir mücadeledir. Her ülkenin proletaryasının kendi ülkesinde yürüttüğü devrim ve sosyalizm mücadelesi, dünya sosyalizminin gerçekleşmesi mücadelesinin birer parçasıdır. Devrimci proletaryanın emperyalizme karşı mücadelesi dünya sosyalizmi hedefine yönelik mücadelesine bağlıdır. Ulusal çitleri kıskançlıkla koruma ve pekiştirme hedefine yönelen burjuva milliyetçiliğiyle, bu çitleri tümüyle ortadan kaldırma gereğine bağlanan proleter enternasyonalizmi arasında hiçbir ortak yan yoktur. İkisi arasında en ufak bir uzlaşma olamaz. Emperyalizme karşı verdiği mücadeleden hareketle, devrimci proletaryanın aynı zamanda milliyetçi olduğu sonucunu çıkarsamak, en bayağı burjuva milliyetçilerine yaraşır. ÇKP revizyonistleri böyle çıkarsama yapmakla da yetinmeyip, proletarya enternasyonalizmi ile Han şovenizmini uyumlu hale getirme maharetini göstermişlerdir. 1935 yılından sonra açık-seçik formüle ettikleri bu gerici tezin üzerinde yükseldiği temel, baştan beri proletaryanın emperyalizme karşı mücadelesiyle “Büyük Çin”, “Güçlü Çin” yaratma hedefinde somutlaşan Sun Yat-sen milliyetçiliğinin bağlaştıran anlayıştır.
“Demokratik işçi-köylü diktatörlüğü, demokrasi ilkesinin mükemmel uygulanması anlamına gelir” diyen, baştan beri de buna uygun davranmamakla övünen ÇKP revizyonistleri, leninist “işçilerin, köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” öğretisini çarpıtarak reddetmişlerdir.
Demokratik devrim programı tüm halkın çıkarını (proletaryanın asgari hedeflerini) içeren bir devrimdir. Burjuva demokratik bir öze sahip olan bu devrimin siyasi üst yapısı bir burjuva cumhuriyet olacaktır. Devrimci proletaryanın güçlerini bilinç ve örgütlenme olarak en uygun şekilde hazırlaması için en uygun ortam böyle bir cumhuriyet altında gerçekleşmeliydi. Bu noktada öne çıkan temel sorun, cumhuriyetin niteliği değil, bu cumhuriyetin sosyalizme kesintisiz geçiş için alması gereken en uygun biçimin ne olmasıdır.
Kuşkusuz her cumhuriyet gibi, burjuva demokratik cumhuriyet de bir diktatörlük olacaktı. Devrimci proletarya, gerekli ve aynı zamanda gerçekleşebilir olan alelade bir parlamenter cumhuriyet değil, “sürekli ordusu olmayan, halk düşmanı bir polisi bulunmayan, halkın üzerinde yer alan bürokrasisi olmayan” (Lenin) silahlı halk kitlelerinin gücüne dayanan, bir cumhuriyet olmalıydı. Silahlanmış halkın, azınlığın üzerindeki diktatörlüğü olmalıydı.
Bunun için en uygun biçim, proletarya diktatörlüğü dayandığı örgütlenme biçimi üzerinde; sovyetler temelindeki işçilerin, köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğüydü.
Lenin bu konuda şunları yazıyor: “Şimdi görev, yeni üst yapıyı hangi sınıfın kuracağı ve nasıl kuracağını belirlemektir... ‘Proletaryanın ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü sloganı’, bu slogan, yeni üst yapının yeni ‘kuramlarının’ dayanabileceği ve dayanmaları gereken sınıfları, yeni üst yapının niteliğini (sosyalist diktatörlükten farklı bir demokratik diktatörlük) ve bu üst yapının nasıl kurulacağını (diktatörlük) yani direnmelerin kuvvet kullanarak zorla bastırılması ve halkın devrimci sınıflarının silahlandırılması belirlemektedir.” (İki Taktik, s. 153-154)
Devrimci proletaryanın güçlerini hazırlamada “bugün sosyalizmi yakınlaştırmada, eksiksiz siyasal özgürlükten, demokratik bir cumhuriyetten, proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünden başka bir araç yoktur ve olamaz da” (age, s. 133)
Öte yandan bu diktatörlük burjuva devrimin tarihsel görevlerini yerine getirmenin bir aracı değil, proletarya devrimine kesintisiz geçişi güvence altına alan, proletarya diktatörlüğüne geçmeyi olanaklı kılan bir savaş organıdır. Her devrimin temel sorununun siyasi iktidar sorunu olduğunun, demokratik devrimin zaferinin iktidarın ele geçirilmesinde somutlaştığı bilincinde olan, baştan beri böyle bir cumhuriyette inisiyatifi ele geçirmek anlayışıyla hareket eden devrimci proletaryanın, işçilerin, köylülerin demokratik diktatörlüğünden sosyalizme ne zaman geçeceği, o günün koşullarına bağlıdır. Bu konuda belirleyici olan, proleter kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyidir.
Lenin’in “Proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü, kuşkusuz, yalnızca kalımlı olmayan, geçici bir sosyalist amaçtır” sözlerinde, antiemperyalist demokratik devrime, dolayısıyla proletarya diktatörlüğünün unsurlarını da barındıran işçi- köylü diktatörlüğüne marksist yaklaşımın özü yatmaktadır. Bu öz kavranmadan, bunun mücadelesi verilmeden, demokratik devrim devrimci proletaryanın perspektifiyle ele alınamaz, devrim ve sosyalizm mücadelesi birleştirilemez.
Kuşkusuz Sun Yat-sen’in “demokrasi ilkesi” de burjuva demokrasisini kapsamaktadır. Bu bakımdan demokratik devrim süreci için proletaryanın asgari programıyla özünde aynıdır. Ancak sorun bu kadar basit değildir. Onun “demokrasi ilkesi” bütün halkın temsil edildiği “bir demokratik sistemi”, yani bir burjuva demokratik cumhuriyeti öngörür. Bu sistemde sınıfların rolleri ve etkinlikleri de eşit olacaktır. Örneğin proletarya da tıpkı diğer halk sınıfları gibi Guomintang’ın dostudur.
Bu “demokratik sistem”in, “işçilerin, köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü”nden tamamen farklı bir şey olduğu ilk bakışta görülmektedir.
Birinci olarak, “demokratik sistem” devlet örgütlenmesinin kalıcı bir biçimi olarak önerilmektedir. Bu nokta çok önemlidir. Alelade bir cumhuriyetten farklı olan, bir cumhuriyet, çoğunluğun azınlık üzerindeki diktatörlüğü oldukça geçici bir süre için mümkün olabilir.
Çünkü iktidarın ele geçirilmesiyle, antiemperyalist demokratik devrim mücadelesi boyunca, bu süreçteki tamamen gerçekleşebilir olan halkın irade birliğinin, mücadele ortaklığının yerini yeni uzlaşmaz karşıtlıklar temelindeki mücadeleler alır.
Bu gerçeği Lenin şöyle dile getiriyor: “Demokrasi savaşımının öncüsü, bu savaşımın başını çeken proletarya, burjuva demokrasisinin ya da yeni savaşımın getirdiği yeni uzlaşmaz karşıtlıkları bir an bile aklından çıkarmamalıdır.” (İki Taktik, s. 20)
Lenin’in sözleri, çoğunluğun azınlık üzerindeki diktatörlüğünün geçiciliği olgusunu kesin bir biçimde açıklamaktadır. Lenin’in, işçilerin, köylülerin demokratik diktatörlüğünden bahsederken, aynı anlamda “geçici hükümet” kavramını kullanmasının nedeni de budur. İktidarın ele geçirilmesinden sonra demokratik cumhuriyete direkt katılsın ya da katılmasın, proletarya ile burjuva (küçük burjuvazi, liberal burjuvazi) arasında amansız bir iktidar mücadelesi başlayacaktır. Bu mücadelede, işçilerin, köylülerin demokratik diktatörlüğünün olanaklı iki yoldan birine; ya bir burjuva diktatörlüğüne (polise, orduya ve bürokrasiye dayanan, küçük bir azınlığın çoğunluk üzerindeki diktatörlüğü) ya da proletarya diktatörlüğüne (proletaryanın iktidarı hiçbir sınıfla paylaşmadığı, paylaşamayacağı diktatörlüğe) doğru hızla ilerleyecektir. Ya biri ya diğeri. Artık iki sınıfın, ortaklaşa bir diktatörlüğü fikri geçerliliğini yitirmiştir.
Başlangıçta güçlü bir halk ayaklanmasına dayansa, halkın geniş desteğini ve sınıfların doğrudan katılımını sağlasa bile, Sun Yat-sen’in “demokratik sistemi” (proletarya tarafından inisiyatif ele geçirilemediği takdirde) kısa sürede alelade bir burjuva cumhuriyet olacaktır. Sun Yat-sen’in ütopyalarla dolu kafası, uzlaşmaz karşıtlıklara dayanan sınıf mücadelesinin sonucu olan böyle bir gelişmenin durdurulamayacağını alamazdı. Sadece onun değil, ÇKP revizyonistlerinin kafaları da başka türlü işlemiyordu.
İkinci olarak; Sun Yat-sen’in programında koyduğu devrim anlayışı aynı zamanda onun “demokratik sistemi”nin görevlerinin sınırlarını da çiziyordu. Onun savunduğu cumhuriyet, demokratik devrim görevlerini tümüyle yerine getirmenin bir aracıydı.
Konuya girerken de üzerinde durduğumuz gibi, işçilerin, köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünün, demokratik devrimin tarihsel görevlerini yerine getirmekle asla yükümlü değildir. Onu böyle bir görevle yükümlü görmek, buna göre hareket etmek, proletaryanın zaferini imkânsız hale getirmeye yol açacaktır.
İşçi-köylü diktatörlüğünün tarihi rolü, proletarya için en geniş burjuva demokratik özgürlükler, diktatörlüğe karşı direnenleri zor yoluyla bastırmak... Yani proletaryanın sosyalizme hazırlanmasının uygun koşullarını yaratmaktır. İşçi yığınlarının bilinç ve örgütlenme düzeyi proletarya diktatörlüğü için uygun hale geldiğinde, demokratik devrim görevlerinin ne ölçüde tamamlanıp tamamlanmadığına bakılmaksızın proletarya diktatörlüğü sistemine geçilir. Tamamlanmamış demokratik görevlerin proletarya diktatörlüğü altında tamamlanmaması için hiçbir engel yoktur. Nihayet Rusya’da, demokratik devrim görevlerinin büyük bir bölümü Ekim Sosyalist Devrimi’nden sonra tamamlanmıştır. Bir yandan burjuva demokratik görevleri yerine getirmenin aracı “demokratik sistem”, öte yandan sosyalizme geçişin en uygun aracı olarak işçilerin, köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü. Bir yanda kapitalizm, diğer yanda sosyalizm. İşte Sun Yat-sen ve onun sadık izleyicisi ÇKP ile komünistler arasındaki farklılık ele aldığımız sorunda böyle somutlaşmaktadır.
Sorunu izah etmek için bu kadarı yeterli. Görüldüğü gibi, işçilerin, köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü ile “demokratik sistem” yöneldikleri hedefler açısından apayrı şeylerdir. Biri sosyalist perspektifin ürünü ve devrimci proletaryanın sonal hedefine hizmet eden bir araçken, diğeri demokratik devrimi aşmayan burjuva demokrat bir perspektifin ürünüdür. Kaçınılmaz olarak sıradan bir burjuva cumhuriyete (burjuva diktatörlüğüne) yol açacaktır. Ama, ÇKP’nin revizyonist yönetimi daha işin başında, marksist lafların ardına gizlenerek bunları bir ve aynı şeymiş gibi göstermede hayli becerikli olmuşlar, bunu yıllarca sürdürmüşlerdir.
Bu noktada, ÇKP’nin kurulduğu tarihte bile irade birliğine sahip olmayışından hareketle akla, sosyalist devrimi savunan Çan Kua-tao kliğinin devrim perspektifinin ne olduğu sorusu gelebilir.
Bilindiği gibi, Çan Kua-tao demokratik devrimi reddetmiş, Çin’de sosyalist devrimin gündemde olduğunu savunmuştur.
Sosyalist devrim, uygun maddi koşullar temeli üzerinde mümkündür. Lenin, “Engels İspanya’yı değerlendirirken, 15 Eylül 1850’ye kadar -erken bir tarih- Marks iktidarı derhal elde etmeliyiz, yoksa hemen uykuya dalabiliriz’ diyecek ölçüde burjuva demokratik devrimciliğine, ütopyacılığa kapıları Schapper ile (Schapper kendini Liga içinde Willich’le birlikte azınlıkta buldu ve Liga’dan çekildi) bağlarını kopardı. Marks, onlara, devrimin itici gücü olarak güncel (nesnel) olmak koşulların değil, yalnızca kendi iradelerini görmenin yanlış olduğu cevabını verdi.” (abç, 1905 Devrimi Üzerine Yazılar, s. 121) diyordu. Demokratik devrim aşamasını atlayarak hemen proletarya diktatörlüğüne geçme tezi biçimindeki keskinliğine karşılık özünde burjuva demokratik devrimciliğine batmanın ifadesidir. Şartların uygun olmadığı bir durumda, sosyalizm adına yapılabilecek olan yegane şey burjuva demokratik tedbirler olabilirdi.
Çan Kua-tao, her türlü uzlaşmayı ilke olarak reddeden, demokratik devrime karşı çıkan “Özünde ise bu devrimin çerçevesini aşamayan anarşizmin mevzisindedir. Anarşizmin, sömürü ve zulme karşı tepki duyan küçük burjuvaların bu tepkilerinin ürünü olduğu bilinen bir gerçektir. Kısacası, Çan Kua-tao hizbi de, değişik bir biçim altında küçük-burjuva devrimciliğini aşamamıştır. Bu hizibin perspektifi de demokratik devrimle sınırlıydı.
Yanlış bir anlamaya meydan vermemek için, bu hizip sosyalist perspektife sahip olsaydı bile, bunun ÇKP’nin niteliğini değiştirmeyeceğini belirtelim.