Bu sayıda yer alan yazıların bir çoğu işçi sınıfını, nicelik ve yapısal özellikleriyle, sendikal örgütlülük ve mücadelesi ile, politik bilinç ve örgütlülük düzeyiyle masaya yatırıyor. Coğrafyamızda işçi sınıfının devrim ve sosyalizm mücadelesinin bu temel toplumsal unsurunun, tüm toplumun öncüsü olma durumunda olması gerekirken tarihte ve güncelde genel olarak kendiliğinden hareketin çemberi içinde kıvranıp durduğunu tespit ediyor.
Aynı yazılar özel olarak işçi sınıfı ile onun politik öncüsü komünist partisi ve hatta devrimci demokrasinin temsilcisi parti ve örgütlerle ilişkilerini sorguluyor ve yukarıdaki sonuca paralel bir gerçeğe ulaşıyor: İşçi sınıfı hareketi ile komünist hareket arasındaki yalıtıktık son bulmuş değildir. Son 30 yılın siyasal ve toplumsal mücadeleler sürecinde kesintisiz bir şekilde işçi sınıfı içinde, her türden devrimci, demokrat ve komünist güçlerin çalışmaları olmuştur. Ne var ki, revizyonizmin ve reformizmin etkinliğini ve bu akımların örgütlü güçlerini saymazsak, genel olarak sınıf içinde devrimci ya da güçlü bir komünist etkinlik, yanısıra örgütlü güçler oluşamadı. Kimi anlarda yaratılan politik etkinlik ve örgütlülüklerse, "kendisini sınıf içinde üreten" komünist parti çalışmasının kalıcılığına ulaşmamış olmaları ile anılmaktadırlar.
Marksist leninist komünistlerin birlik devrimi ile kurdukları parti, diğer pekçok alanda olduğu gibi işçi sınıfı ile komünist hareket arasındaki ilişki alanında, işçi sınıfının, tüm toplumun ezilen kesimlerinin öncülüğü rolü ile gerçek durumu arasındaki çelişkinin çözümü konusunda da yeni atılımları başlatmıştı. 1996 toplanan İşçi Konferansı ve yakın dönemde toplanan Parti'nin II. Kongre’sinin bu yönde başlatılan adımların daha da hızlandırılması yönünde kararlar aldığı da kamuoyuna yansıyan bilgiler arasında bulunuyor. Atılan adımlar küçümsenemez ama, daha yürünmesi gereken oldukça uzun bir yol var. Dahası, bu uzun yolun nasıl yürünürse kısalabileceği, Kürdistan'da başlamış devrimin Batı'daki devrimin tutuşmasıyla birleşmesi ve zafere ulaştırılmasının, devrimin kesintisiz gelişmesinin nasıl başarılabileceği pratikte çözülmesi gereken bir sorun olmaya devam ediyor.
Bir başka açıdan sorun dosdoğru şu: Kürt ulusal başkaldırısıyla başlamış bir devrimi, tutarlı antiemperyalist demokratik çizgiye oturtacak ve kesintisizce sosyalist devrime geçişi güvenceleyecek sosyalist bir işçi hareketi nasıl yaratılacak? Kürdistan ayağından başlamış olan antiemperyalist demokratik devrimde ve devrimin zaferiyle kurulacak devrimci iktidarda proletaryanın hegemonyasını sağlamak olası mı? Bugünkü haliyle proletaryanın Batı’da ve (Kürdistan'da) devrime önderlik edemeyeceği ve hegemonya sorununu çözmeyeceği sır değil. Ama bugünkü devrimin ve devrimci iktidarın kaderi, keza sosyalizme kesintisiz geçişin kaderi, her zamankinden daha acil olarak, olmazsa olmaz bir koşula, Türk, Kürt ve ulusal azınlıklardan işçi sınıfının devrimin öncüsü ve hegemon gücü haline gelmesine bağlı.
O halde, sorunları bu merkezde tartışmak doğru olan. Yani sorun, şurada burada işçi eylemlerinin politikleşmesinden, ya da şurada burada işçi bölüklerinin sınıf bilinci edinmesi -ki her ikisi de pratik çalışma bakımından çok önemlidir. Sorunundan çok daha kapsamlıdır artık. Sorundan bu şekilde söz etmek zorunda kalıyor olmamız, bu coğrafyanın devrim gerçeğiyle açık bir çelişkiyi ifade ediyor. Nesnel gerçekliğin bir yönünü ifade eden bu çelişkinin kafalarda aydınlatılmasına gerek var mı, bilinmez, ama bu çelişkinin pratik bir çözüme kavuşması mutlak bir gereklilik. Çelişkinin çözümü, komünist öncü ile işçi sınıfı arasındaki komünist faaliyeti ile işçi hareketi arasındaki ilişki tarzının değişmesine bağlı. Bu değişim içinse bugün sınıf ile öncü arasındaki ilişki tarzının sorgulanması ve sorgulamanın pratiğin önünü aydınlatacak düzeye yükselmesiyle başlayabilir.
Komünist Öncü ile İşçi Hareketinin Birleşmesi
Teorinin ve tarihin öğrettiği, devrimin öznel koşulunun varolması için komünist öncü ile işçi hareketinin birliğinin sağlanması gerektiğidir. Sorun da burada zaten. Bugün komünist öncü ile işçi hareketi arasında süregiden ilişki tarzının yanlışlıkları her iki tarafın şikayet konuları halini almıştır. Öncelikle değişim ve dönüşümü sağlanacak nesnenin (işçi sınıfının) yeterince tanınmaması, nesnenin değiştirilmesi çabasındaki yetersizlikler, dahası çarpıklıkların giderilmesi için her iki tarafa da güçlü bir iradi müdahale kesin bir zorunluluk haline
gelmiştir. Hem işçi hareketinin devrimci politikleşmesi ve işçi sınıfının devrimin önderi haline gelmesi; ve hem de öncü partinin önder parti haline gelmesi sorunlarının örtüştüğü, sancılarının çekildiği günümüzde, iradi müdahale her iki taraftan da kaynaklanan sorunların çözümünü hızlandıracaktır.
Müdahalenin ilk anlamı, komünist öncü ile işçi sınıfı ve süregiden işçi hareketi arasındaki ilişkinin en genel ve tayin edici alanı olan ajitasyon çalışmasıdır.
Lenin yüzyılın başında, sosyal demokratların içinde bulunduğu dağınıklık ve ekonomizmle sakatlanmış politik faaliyetlerini değerlendirirken, bugün kitle ajitasyonunda yararlanabileceğimiz çok değerli perspektifler sunuyor. Konumuzla ilgili olan şu; “eğer Rus işçi sınıfı Rus toplumunda olup bitenden habersizse, bunun sorumlusu sosyal demokratlardır. Sosyal demokratlar (Bolşevikler), bütün rezaletlerin geniş, çarpıcı ve hızlı teşhirini örgütlemeyi beceremiyorsa, işçilerin durum hakkında açık fikir sahibi olması olanaksızdır”, diyor ve ekliyor; “eğer bu gerçekleşirse, işçiler protesto etmeyi öğrenecektir. Kitlelerin eyleme çağrılması enerjik bir politik ajitasyon, canlı ve çarpıcı teşhirler mevcut olur olmaz gerçekleşir.”*
Coğrafyamızda işçi sınıfı ve işçi hareketi ile komünistler ve komünist siyasi çalışma arasındaki ilişkilere yöneltilecek ilk eleştiri buradan başlamalı.
Türkiye işçi sınıfı bu coğrafyada yaşanan siyasi gerçeklerin bilgisinden uzak durur bir şekilde, kendi iktisadi ve bir ölçüde siyasi istemleri için kendiliğinden bir mücadelenin dar çemberinde dönüp dolanıyorsa, bunun sorumluluğu öncelikle, sınıfın siyasal öncülerine aittir. Bunu biraz sorgulayalım.
Politik Bilincin Alanı
Teori ve pratik göstermiştir ki, işçi sınıfı kendisi ile patronlar arasındaki çatışma alanından, yani kendiliğinden/iktisadi mücadele alanından siyasi sınıf bilincine, bütün toplum bilgisine ulaşamaz. Kendiliğinden hareketi içinde işçi sınıfı siyasi sınıf bilincinin kıvılcımlarını edinir, devletle kendisi ve patronlar sınıfının ilişkilerinde gerçeğin ipuçlarını yakalar. Sınıfın birliği ve dayanışmasının gerekliliğine ulaşır. Kapitalist sömürüyü mücadeleyle geriletebildiğini kavrar. Ama bütün bunlar sınıfın, politik bilince ulaşmasına yetmez. İşçi sınıfı, bu alandaki mücadelesiyle ve buradan edindiği bilgiyle kendiliğinden bilincin dar çemberini aşamaz. Kendisi için bir sınıf haline gelebilmek için kendi dünya görüşünü edinmesi, eyleminin öncünün bilimsel sosyalizmle aydınlatılması gerekir. Ama, bu dediğimiz gibi işçi sınıfının kendi çabasıyla, fabrikadaki çatışma ile ulaşabileceği bir durum değildir. Burada devreye marksizm bilgisiyle, dünya işçi sınıfının sınıf mücadelesinin deneylerinin toplamı olan teorisiyle donanmış, öncü/aydınların müdahalesine, öncülerin, marksizm bilgisini işçi sınıfına taşıyarak, hareketinin önünü aydınlatmasına ihtiyaç vardır.
Marksizm işçi Hareketinin Dışında Doğdu
Marksizm işçi sınıfının dünya görüşü, sınıf mücadelesinin genel teorisidir, bilimidir. Ama marksizmin kaynağı işçi sınıfı hareketi, ya da işçi hareketinin kaynağı, marksizm değildir.
Marksizmin kaynağı; ekonomi, felsefe ve tarih boyunca oluşmuş sınıflar mücadelelerinin birikmiş bilgisidir. Ve marksizmin oluşturucuları, işleri gereği bilimle uğraşan burjuva aydınlardır. Marks, bilim adamıdır. Hegel felsefesi akımına bağlı bir öğrencidir. Üniversite kürsüsünde ders verecek düzeye geldiğinde. kapitalist sistemle ideolojik kopuşunu tamamlamış ve bu yüzden burjuva düzen sahiplerince öğretim üyeliği de reddedilmiştir.
Artık Marks'ın önünde işçi sınıfının bilincini geliştirme ve kendini tümüyle işçi sınıfına adamak için, "özgür" bir yaşam vardır. Aynı hedeflere yüzünü dönen burjuva fabrikatör çocuğu Engels'le yan yana geldiklerinde, dünya işçi sınıfı, kendisiyle birlikte bütün insanlığı kurtaracak olan dünya görüşlerinin, sınıf mücadelesi teorisinin ve diyalektik yöntem ve tarihsel materyalizm kurucularına ve kurucu eylemlerine kavuşmuş oluyorlardı.
Marksizm bir bilim olarak oluşumunu kendi alanında tamamlarken, işçi sınıfı fabrikalarda patronlarla, sokaklarda ise patronlar sınıfının değişik kesimleri ve siyasi iktidarları ile iktisadi istemleri için çarpışıyorlardı. 1848 devrim kasırgası bütün Avrupa'yı sardığında, Avrupa işçi sınıfı da, sosyalizmin bütün önceki eğilimlerinin yarattığı kargaşa içinde, gerçek sosyalizm bilimiyle, marksizm'le tanışıyordu. Burjuvaziye karşı keskin sınıf savaşımları içinde, gerçek silahıyla kuşanma olanağını yakalamış bulunuyordu. Yine de marksizmin sosyalizmin diğer eğilimleriyle sert kavgalara girerek, sınıf hareketi içinde ancak 1870'lere doğru hegemonyasını güvencelenmesi olanaklı olacaktı.
Kuşkusuz bu, bütün ülkelerin işçi sınıfları marksizm’le aynı tarihsel süreçte ve aynı şekilde tanıştı demek olmuyor.
Bütün ülkelerde işçi hareketiyle sosyalizmin ve işçi hareketinin birbirlerinden bağımsız varlık sürdürdüğü ve ayrı yollardan yürüdüğü bir dönem olmuştur. Bu durum, hem işçi hareketine, hem de sosyalizme/sosyalist harekete zarar vermiştir. Ne zaman ve nerede işçi hareketi ile sosyalizm birleşmişse, -Ekim devrimini yapan Bolşevik Parti’yi ve Rusya işçi sınıfını hatırlayalımher ikisi de sağlam temellere kavuşmuşlardır. Bunu farklı bir şekilde ifade edersek; işçi sınıfı ve işçi hareketi, kendini bütün diğer sınıflardan, dahası sermaye ve onun devletinden, partilerinden bağımsız politik bir güç/devrim ordusu haline getirecek silahıyla kuşanmış oluyordu. Sosyalizm bilimi ise, işçi hareketiyle birleştiğinde, kitlelerin elinde kurulu dünyayı yerinden oynatacak ve yeni bir dünyayı kuracak büyük bir güce kavuşuyordu.
Politik Bilincin Alanı Dışındaki İşçi Sınıfı
Buradan kendi gerçeğimize dönecek olursak, en başta bilimsel sosyalizmin kitlelerin elinde bir silah olamama gerçeği ile yan yana, işçi sınıfının da kendisiyle birlikte bütün ezilenlerin kurtuluşunu gerçekleştirmek için rehberine sahip olamamanın çaresizliğini yaşıyorlar. Coğrafyamızda 15 yıla yaklaşan ve tüm dünya ezilenleri ve özgürlük sever halklarının ilgi ve sempatisine gark olan devrime dönüşen ulusal başkaldırı ve vahşi bir kirli savaş var. Dahası; ulusal başkaldırı, coğrafyamızda antiemperyalist demokratik devrimi Kürdistan ayağından başlatalı çok oldu. Öyle ki, başlamış bir devrimin, anlaşılmadan, kavranılmadan seyredilmesi olgusuyla yıllardır yüzyüzeyiz. Politikalarına ve pratiğine bakılarak, marksist leninist komünistlerin devrimi anlama ve ona uygun davranma bakımından Türkiye'deki diğer siyasal akımlardan ayırdedici ve öncü konumun yine de önemli sorunlar taşıdığı ve dahası işçi sınıfı (ve tabii diğer ezilenler) nezdinde yeterince açık ve net olarak algılanabildiği iddia edilemez.
Ulusal başkaldırının yol açtığı devrimci kriz bütün boyutlarıyla olgunlaştığı, Batı’yı da etkilediği halde devrimin Batı’ya yayılamamasının tek değil, ama asıl nedeni, Türkiye işçi sınıfının bağımsız bir güç olarak siyaset sahnesine çıkarak, hem kendisinin hem de Kürt halkı ve tüm ezilenler adına duruma el koyamamasıdır.
Bütün toplumun; Kürt halkının ve diğer ezilenlerin gözü işçi sınıfının üzerindedir. Elbette işçi sınıfı, kendiliğinden bir şekilde bu konuma gelemeyeceğine göre öncüsü, öncü kurmayıyla birlikte ele alınıp değerlendirilecek bir durum bu.
O nedenledir ki, artık şapkaları çıkarıp bir kez daha, Türkiye işçi sınıfı nasıl oluyor da, bu coğrafyanın en can yakıcı gerçeklerinin dışında bir hatta durabiliyor? Komünist öncülerin sınıfı içindeki faaliyeti, niye işçi sınıfını kendi misyonunu oynayacak bir düzeye yükseltemiyor? Bu noktada pek çok gerekçe öne sürülebilir. Ama hiçbiri, mevcut durumun devamını istemeyen öncüler için geçerli sayılmamak zorundadır. Fakat, üzerinde sıkça durulan alandan, işçi sınıfının şu an için sermayenin saldırılarıyla boğuşma durumundan soruna bir bakış atarsak, bu durumun -diğer nedenlerini ihmal etmeksizin tam da bu coğrafyanın en yakıcı gerçeğinden, bir devrim gerçeğinden uzak durmanın sonuçları olduğunu görmek o kadar da zor değil. An’ın devrimci görevlerini ıskalayan her kişi, her örgüt, her sınıf, mevcut duruma teslim olmaktan başka bir şey yapamaz. Kuşkusuz iş orada kalmaz. Teslimiyet bütün boyutlarıyla kendini ve kötü sonuçlarını tekrar tekrar üretmeye başlar. Nitekim, sömürgeci faşizm, şovenizm zehirini her fırsatta bütün ezilenlerin beynine zerkedip, bilinçleri iğdiş ederek kirli savaşın bütün yükünü öncelikle işçi sınıfına yüklemekte oldukça pervasızca davranabiliyor. Üç-beş kuruşa mahkum ettiği işçi yığınlarını uluslararası sermayenin vahşi saldırısına mahkum etme küstahlığını sınırsızca gösterebiliyor. Yani Kürt kentlerini boşaltıp dağlarını yakan/bombalayan sömürgeci faşizm, işçiyi de metropol varoşlarında hayasız, onursuz bir yaşama, fabrikada ve işlikte köleliğe boyun eğmeye mahkum ediyor.
Bu derin çelişkide gizlenen gerçeğin ikiyüzü, biri diğerinin sonucudur. Çözümü de, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu durumdan nasıl kurtulacak işçi sınıfı? Devrimin en önüne, bütün ezilenlerin en önüne nasıl fırlayabilir? Komünist öncüler, sınıfı böyle bir konuma çıkarabilmek için ne yapmalı?
Politik Bilinç “Dışarı”dan Taşınır
Yapılması gereken, birinci olarak, işçi sınıfını bugünkü durumundan çekip çıkaracak boyutta, “dışardan” ona kendi dünya görüşünü taşımak. Ona, politikanın tüm sorunlarının bilgisini taşımak, siyasal gerçekliği bütün boyutlarıyla açıklamak. Böylece işçi sınıfının bugünkü kendiliğinden/ ekonomist bilincine saldırmak ve devrimci bir dönüşüm sağlamak, sınıfı tüm ezilenlerin önüne geçirecek bilince ulaştırmak.
İkincisi; işçi sınıfının bugünkü iktisadi içerikli, ufku ve hedefleri dar eylemine, bilimsel sosyalist açıdan müdahale etmek, onun önünü aydınlatarak işbirlikçi kapitalizme karşı savaşımının ve devlete karşı iktidar savaşımının kaldıracı yapmak.
Bu iki alanda, iki bakımdan yöneltilecek saldırı, “dışardan” bilinç taşıyarak, işçi sınıfının tarihsel misyonuna uygun konuma gelmesinin tek emin yoludur.
Her iki alandan müdahaleyi biraz açalım.
İşçi sınıfı, kendiliğinden, yani burjuva düşüncenin çerçevesinde hareket eden, bir sınıf olmaktan çıkacaksa; burjuvazinin eklentisi olmaktan kurtulacak ve kendisi için bir sınıf haline gelecekse, böyle bir bilinci ancak, tüm toplum bilgisine ulaşarak elde edebilir. İnsanlığın biriktirdiği tüm toplum bilgisine, herhangi bir görüş açısından değil, marksizm-leninizmin ışığında ulaşırsa, gerçek bir sınıf bilincine ulaşmış olur. Neden tüm toplum sınıfları arasındaki ilişkinin ve toplumsal yaşamın gerçeklerinin bilgisi ya da politik sınıf bilinci? İşçi sınıfı, ürünü olduğu kapitalizmin aynı zamanda mezar kazıcısı olduğunu, tüm ezilenlerin kurtuluş kavgasının eninde sonunda kendi omuzlarına kaldığını ve büyük özgürlük yürüyüşünün en başında olması gerektiğini biliyor ve bunu güncelde baskının ve sömürünün her önemli örneğinde pratik hareketiyle gösteriyorsa, sınıf bilincine ulaşmış, tüm toplum bilgisine egemen olmuş demektir.
Tüm toplum sınıfları arasında ilişki bilgisine ulaşılacak alansa, politika alanıdır. Yani işçi sınıfı, sınıflar savaşımının bilgisiyle, yaşadığı coğrafyada sınıflararası temel ilişkileri, temel siyasi-iktisadi karşıtlıkları, sömürü düzeninin temel örgüt mekanizması ve egemen sınıfların işçi sınıfı ve diğer ezilen sınıflar ve tabakaların üzerindeki baskı aygıtı olan devleti, devletle yalnızca kendi ilişkileri değil, toplumun diğer kesimlerinin ilişkilerinin bilgisiyle donanmalıdır. Ezilen/sömürge ulus gerçeğini ulusal devrim, kirli savaş, soykırım ve asimilasyonun yaşamın bütün alanlarına sinmişliğini, sokak infazları ve kayıplar politikasını köylülüğün sefalet ve çaresizliğinin nedenleri, dinsel gericiliğin ve şeriatçı politik gelişmenin nedenleri; eğitimin özelleştirilip paralı hale getirmesinin öğrenci isyanına dönüşmesinin bağlantıları vb. hakkında gerçeklerin bilgisine ulaşması halinde gerçek politik bilinç edinmiş olur.
Demek ki, birinci olarak işçi sınıfı gerçeklerin bilgisine, ancak “dışarıdan” ulaşabilir. Kendi yaşadıklarının bilgisi, işçi sınıfının aydınlanmasına yetmez. İşçi sınıfı, patronlarla ilişkileri alanından, fabrikadaki sınıf çatışmasından politik bilinç kıvılcımları edinse de buradan esas olarak ekonomik mücadele bilincine ve sendikal örgütlülüğe ulaşabilir. Bu “içerden” elde edilen bilinçtir. Politika alanı, devletle diğer sınıflar arasındaki ilişkiler ise, “dışardan” elde edilen bilinçtir; ki, bu gerçek politik sınıf bilincidir.
Yalnızca Kapitalizmin Sonuçlarına Karşı Savaş mı?
İkinci olarak; işçi sınıfı kendi sorunlarıyla, patronlar sınıfına karşı, kapitalist sömürüye karşı savaşırken de, eğer eyleminin önü sınıf görüşüyle aydınlanmamışsa, sömürünün ve fabrikada keyfi yönetimin özüne karşı savaşamaz. Sömürü ve baskının sonuçlarına karşı savaşabilir ve her seferinde aynı şekilde, ücret ve iş koşullarının düzelmesi için zorlu mücadelelere girer. Bu şekilde mücadele ile ancak sömürüyü biraz geriletilebilir ve en fazla sendikal örgütlülüğe ulaşabilir. En nihayetinde, bu savaşım esasen bir kısır döngüdür. Ve ücretli köleliğin sürüp gitmesinin önüne hiçbir engel dikemez. Nitekim sınıfın bugünkü hareketi, genelde böyle bir içeriğe ve kapsama sahiptir. Sendikal örgütlülüğü ve mücadelesi de, burjuva bilinç çerçevesini aşamayan düzeyde. Vahşi kapitalizm koşullarını yeniden vareden; özelleştirme, taşeronlaştırma ve yeni üretim teknikleri uygulamaları işçi sınıfını en başa döndürüp, sekiz saatlik işgünü, sendika ve sigorta hakkı için savaşımı merkeze almaya itmiştir. Ama, sözkonusu savaşım, komünist öncü müdahalelerin çapıyla kimi iyileşmeler gösterse de, işçilerin tek tek patronlarla kapıştıkları bir seyirde yürüyor.
Sermaye ve siyasal iktidar, hem uluslararası sermayenin istemleri, hem de içteki durumun (Kürdistan’daki kirli savaşın ve tüm coğrafyada topyekün savaşın) ihtiyaçları doğrultusunda yeni saldırı atakları yaparken, işçi sınıfı buna karşı genel bir direnişe geçemiyor. Bu bir yana, işçi sendika konfederasyonları Ekonomik ve Sosyal Konsey’de yerlerini alarak, işbirlikçi kapitalist düzenin üçüncü ayağı rolünü pervasızca oynuyor. İşçi sınıfı ise, kimi cılız itirazlar bir yana, bugünkü ve gelecekteki çıkarlarını ipotek altına alan bu gelişmeye karşı bir ses yükseltemiyor.
Oysa ki, işçi sınıfının ücretli kölelik düzeni kapitalizmi tümüyle ortadan kaldırmak görevi vardır. Çünkü, ancak ve ancak kapitalizmi tasfiye ederse sömürüden kurtuluşunu gerçekleştirebilir ve kapitalizmi tasfiye yeteneği yalnızca onda vardır. Bu yeteneği, kendi bilimsel dünya görüşü açığa çıkarabilir. Fabrikadaki hareketinin önü bilimsel sosyalizmle aydınlandığında, işçi sınıfı yalnızca güncel çıkarlarıyla uğraşmayacak, gelecekteki çıkarlarını sahiplenerek, kapitalist sistemin bütününe, sermaye sınıflarının tümüne ve devlete, yasal düzene ve siyasal rejime karşı savaşım içine girer. Bu emeğin sermayeye karşı, yalnızca güncel özgürlük mücadelesinin bir gereği değil, gelecek çıkarlarının ifadesi olarak sosyalizm için de savaşımıdır. Bu savaş, eğer bugünkü somut durum açısından bakacak olursak, elle tutulur görüngüleriyle emperyalizme, emperyalist sermayeye karşı antiemperyalist demokratik savaşımıdır da. Yani işçi sınıfının kendi geleceğini gözeterek yürüteceği savaş, antiemperyalist ve demokratik karakteri yanında antikapitalist ögeleri taşır.
Sınıf İçinde Politik Faaliyetin Alanı
Bunlardan çıkarılması gereken bir sonuç; komünist partisinin işçi sınıfı içindeki çalışmalarında ekonomik mücadele ve onun sorunları esas alınamaz. Lenin’in ifadesiyle, komünistler çalışmaların esasının ekonomik mücadele alanı olmasına izin vermezler. Onlar işçi sınıfının kendiliğinden bilincine hücumu, politika alanından, politik mücadelenin sorun ve görevlerinden yapmalıdırlar. Bu yoldan giderek işçi sınıfının politik sınıf bilinci edinmesini sağlayabilirler.
Politik Bilinç İçin Politik Ajitasyon
İşçi sınıfı, içinde yaşadığı coğrafyanın iktisadi, siyasi toplumsal gerçekliğinin bilgisini, komünist öncünün, siyasal teşhirleriyle öğrenebilir. Yani, bir baştan bir başa siyasi gerçeklerin açıklanmasıyla, zulmün ve sömürünün en önemli örneklerinden anında haberdar olarak, zulme ve sömürüye uğramış kesimlerin sorunlarına ilgi duyabilir. Yalnızca haberdar olmak yetmez. Sosyalist görüş açısıyla gerçeğin yorumuna ihtiyaç vardır. İşçi sınıfı içinde politik ajitasyonun işlevi tam da budur. Bir durumdan, bir olaydan kitleleri haberdar etmek, onlara mücadele yönü göstererek harekete geçme isteği ve coşkusu uyandırmaktır.
Politik ajitasyon çok sistemli ve sürekli yapılması gereken bir iştir. Öyle ki, zulmün ve sömürünün her örneğinde, işçi kitlelerinin burjuva basının ve medya tekellerinin düzen içi kalmayı özel olarak kollayarak hazırladığı haber ve teşhir bombardımanının etkisi altına girmesini önleyebilmelidir. İşbirlikçi kapitalizmin, faşist ve sömürgeci rejimin ideolojik hegemonya kurma olarak kullandığı televizyon ve yazılı basın organlarının yalan ve demagoji bombardımanın etkisini kırarak, onların gizlediği asıl gerçekleri ortaya çıkaracak ve dolayısıyla işçi yığınlarını gerçeklerin bilgisiyle kuşatacak, politik kitle ajitasyonu, yığınların hareketini hazırlayacaktır.
Lenin, eğer işçiler zulmün ve sömürünün çeşitli örneklerinde harekete geçmiyorsa, bunun sorumlusu biziz diyordu. “Eğer biz, onlara olan bitenin, gerçekliğin “çarpıcı ve hızlı bir şekilde’ teşhirini örgütleyebilirsek, işçiler de protesto etmeyi öğreneceklerdir.
Kitlelerin eyleme çekilebilmesi için, harekete hazırlayacak sürekli, sistem ve kapsamı geniş bir ajitasyon olması bir zorunluluktur. Ancak o durumda, yani enerjik bir politik ajitasyon, canlı ve çarpıcı teşhirler mevcut olur olmaz kitle eylemi gerçekleşir.
Ajitasyonun içeriği, eğer yalnızca işçilerin nasıl ezilip sömürüldükleri üzerine olursa, bu yetersizdir. Daha doğru ifadeyle, buradan işçi sınıfı politik bir bilinç geliştiremez. İşçiler, yanı başlarındaki emekçi memurların; çocukları ya da kardeşleri, arkadaşları olan öğrencilerin, kayıp yakınlarının; devrimci tutsakların, insan hakları savunucularının, çevrecilerin, Bergama köylülerinin istemlerini ve mücadelelerini, Kürdistan’ın dağını taşını, insan ve hayvanlarıyla birlikte yok etmeye çalışan, barış trenini “terör treni” olarak sunan, 3 bin faili meçhulü, 3 milyonluk göçü sağlayan sömürgeci savaşın gerçekliğini bilmeleri, anlamaları ve kavramaları gerekir.
Karşıdevrim güçlerinin fikirleri ve önerilerinin, karar ve kararnamelerinin, MGK toplantılarında ele alındığı söylenen konuların ve yapılan açıklamaların gerçekliğinin ne olduğunu devrimci yorumla öğrenmelidir işçi sınıfı. Pratiğin gösterdiği gibi, bu bilgiyi işçi kitleleri kitaplardan öğrenemez. Bu bilgiyi edinmenin yolu, yaygın kitle ajitasyonudur. Yani; bir durumun, bir olayın, bir hükümet kararının, bir kayıp olayının ya da orman yangınının, göç olayının, trafik kazasının vb. çok kısa ve özlü, yalın ve çarpıcı şekilde teşhiri/açıklanması; bütün yapılması gereken. İşçi sınıfı ve diğer emekçiler gerçeklerin bilgisine, “anlamadıkları” ve “bilmedikleri” konuların açıklamasına sözkonusu komünist ajitasyonla ulaşabilirler.
“İşçiler geri, anlamaz; işçiler kendilerinden başkalarıyla ilgilenmek istemiyorlar, ya da işçiler kendi sorunlarına bile sahip çıkmıyorlar ki, kitlelerle ya da örneğin kayıplarla ilgilensin” diye acı acı yakınan az militan yoktur. Burada bu militanın, şu yerel örgütün ya da falanca siyasal kuvvetin yığınların siyasal eğitiminin yol ve yöntemlerini bilmediğinden, kendini öncü/ önder ilan etmesine karşın rolünü ve misyonunu kavramadığından söz etmek gerekiyor. Yani, teorik-politik kitap gibi yazılarda ne dendiği pek de önemli değildir. Pratik, her fikrin, her kişinin ya da siyasi kuvvetin gerçek ölçüsüdür. O da, durumun olumsuz olduğunu söylüyor, gösteriyor.
Aynı şekilde, siyasi öncülerin işçi sınıfına ve diğer emekçilere, belli takvimlerde ya da önemli olaylarda sık sık eylem çağrıları yaptıkları, ama çağrıların pek çoğunun da yanıtsız kaldığı bilinir, konuşulur. İşçi sınıfı ve emekçilerin bilinç ve örgütlülük düzeyinin geriliği de, bir gerçek olarak sık sık tespit edilir. Ne var ki, sözkonusu sonuçla öncü faaliyetin ilişkisi yeterince kurulmaz. Sorun, öncülerin, kitle ajitasyonunu çok enerjik bir şekilde, her olayda, her önemli gelişmede, devletin her baskı ve işkence ya da yasak örneğinde, burjuva medyanın her çarpıtmasında öncülerin kitle ajitasyonunu yaygınca, sık ve sistemlice örgütlendirmeleriyle çözülür.
Güncelde Politik Ajitasyonun Konuları
Bu coğrafyada ajitasyonun kapsamının doğru belirlenmesine çok özel bir ihtiyaç var. Başından beri vurguluyoruz, işçi sınıfı sözkonusu olduğunda, ona bütün toplumun öncüsü ve devrimin motoru rolünü oynatacak bir konuma ulaşması için, en başta Kürt ulusunun özgürlük, eşitlik ve kardeşlik talebine sahip çıkar hale gelmesi gerekir. O halde ajitasyonun birinci konusu, coğrafyamızda özgürlük mücadelesinin en öne çıkan temel sorunu Kürt ulusal sorunu ve faşist sömürgeci rejimin kirli savaşıdır. Özellikle Türk işçilerin, metropollerin, en önemli işkollarının işçi bölüklerinin sömürgeci boyunduruğa ve bugünkü uygulamalarına karşı sesini yükseltmeleri, ulusal devrime sahiplenerek, devrimin Batı’ya yayılması ve başına kendilerinin geçmelerinin ilk adımı olacaktır.
Neden ilk adım Kürt sorununda atılmalıdır? Çünkü, faşist zulmün sivri ucu, Kürdistan’da Kürt halkının bir kez daha soykırıma uğratılmasında somutlaşıyor. Bu öyle çıplak bir gerçek ve siyaset sahnesinin karşıdevrim cephesi bu gerçeğin öylesine bilincindeki, bütün kararlarını alırken, bütün politikalarını belirlerken ve bütün iktisadi-siyasi uygulamalarını başlatırken hesaba kattığı, kitlendiği ilk unsur bu.
Eğer devletin ve burjuvazinin eylemlerine ve sözlerine şöylesine bir dikkat yöneltirsek, gerçeğin egemenlerin cephesinden, özel olarak savaş kurmay heyeti MGK tarafından tam bir açıklıkla tespit edildiğini görürüz. Bir örnek verelim. Fabrika önünde kıyım terörüne karşı direnen işçiye, patronun ya da yardımına koşan jandarma komutanının, “bunlar PKK’li, bölücü, bunların kışkırtmasına gelmeyin” demesi tesadüfi mi? Ya da cehalet örneği mi? Hayır, bunlar tamamen bir gerçeğin bilinçli ifadeleri. Asıl cehalet, bu gerçeği göremeyen işçi bölüklerinde ve devrime soyunan devrimcilerde. Tesadüf olan, daha bu gerçekleri algılamayanların devrimin öncülüğüne soyunmalarıdır.
Bir başka örnek; kayıp devrimci ve komünistlerin bulunması için bu coğrafyanın tanık olduğu en direngen savaşı veren kayıp analarının, terörist analar ilan edilmesidir. Burada da, düşmanın çok bilinçli olduğunu ve yığınları etkilemek için yürüttüğü antipropagandanın unsurlarını, kendi çıkarlarını güvenceleyecek olgulardan tespit ettiğini gösterir. İşte güncel devrimci ajitasyonun bu temel sorunların sayısız gerçeklerini, en çarpıcı şekilde yığınların önüne koyması, işçi ve emekçi yığınların çarpılmış bilinçlerini bombardımana tutması gerekir.
Faşist sömürgeci rejimin demokrat olduğu; devlet yenilmez, ordu kutsaldır, polis can güvenliğimiz içindir safsatalarının yerle bir edilmesi, devrimci ajitasyonun ne kadar sık, etkili ve gerçeklerin bilgisine dayalı bir dolulukta gerçekleştirilmesine bağlıdır. Ve bu coğrafyada yığınların düzene karşı artan öfkesi, değişim isteği, ancak gerçeklerin en geniş teşhiriyle, devrimci ajitasyonun güçlüce örgütlenmesiyle ve öncü örgütlenme aracılığıyla yığınların devrimci eylemine sıçratılabilir.
Susurluk çukuruna düşen devlet ve düzen erbabı, kirli savaş çetesi suçüstü yakalanmasına karşın bir türlü düzenin mahkemelerinde bile yargılanamıyor. Çünkü öncü irade yetersizliği yanısıra yığınların öfkesi devrimci ajitasyonla yığınların devrimci eylemlerine dönüştürülemedi. Karanlık eylemleri, genelde pasif protesto eylemleri niteliğinden çıkıp düzen sahiplerinin yakasına yapışan hesap sormaya dönüşemedi. Bugün çeteciler kendi güçleriyle ve kendi geleceklerini gözeterek çıkmaya çalışıyorlar çukurdan. Tarihin en ağır rejim krizi içinde bunalan, iç çatışmalar, tasfiyeler yaşayan, çürüme ve kokuşmanın içinde debelenen egemen sınıflar ve onların faşist devletinin siyasi baskı çemberinden her geçen gün biraz daha kopuşan, arayış içinde olan, devleti ve rejimi her geçen gün daha fazla sorgulayan milyonların Susurluk sonrası eylemlerde olduğu gibi, sokağa taşan öfke birikimlerinin yaşandığı dönemde, işçi sınıfının siyasal bilincinde sıçramalar yaratamamak, her bakımdan sorgulanmalıdır. Bütün yaşananlardan sonra, sendika bürokratlarının eliyle işçi sınıfı hareketinin düzene bir kez daha eklemlenmesi bu sıçramanın sağlanamamasının sonucudur.
Her iki durumun bir sonucu olarak devlet ve sermaye düzeni MGK’nın komutası altında, yığınların devrimci öfkeleriyle boğulmadan “kurtulma”nın rahatlığında. Ömrünü daha da uzatabilmek için, en başta ezip sömürdüğü yığınların çarpılmış bilinçleri ve “düşürülmüş” haldeki mecalsizliklerinin sayesinde, kendini “restore” ataklarını yapıyor.
Burada varacağımız sonuç; güncel devrimci ajitasyonun saldıracağı ikinci alan, devletin ve düzenin restorasyon çabalarıdır. Restorasyonun karşıdevrimci özünü, zulmün binbir çeşidini, ama özel olarak kanlı biçimlerini tezgahlamakta olduklarını, bütün görüngüleriyle sergilemek gerekiyor. İşçi sınıfı arasında bu iki alanda yürütülecek devrimci ajitasyon, işçi sınıfını siyasal bilinç edinmesinde çok önemli ilerlemeler sağlayacaktır.
İşçi sınıfı arasında politik kitle ajitasyonun konularının, sınıfa ya da bazı bölüklerine somut bir şeyler vadetmesi gerekmiyor. Daha doğru bir ifadeyle, sınıfa somut şeyler vadeden ajitasyon saplantısı, tamı tamına ekonomizmin/sendikalizmin mantığıdır. Ve işçi sınıfını, düzenin bir eklentisi olarak kalmaya mahkum etmenin yoludur.
Sınıfın, siyasi körlüğünü ve bilinç çarpıklığını kırabilmesi için ona yapılacak en büyük yardım, politikanın en can yakıcı sorunları hakkında onu aydınlatmaktır. İşçi sınıfı, hangi sınıf ya da kesim gadre uğrarsa uğrasın, ilk tepkiyi kendisinin göstermesi gerektiğini öğrenmelidir. Aksi taktirde, kendisiyle birlikte bütün insanlığı kapitalist-emperyalist barbarlığın kollarında köleliğe/ölüme mahkum edeceğini öğrenmelidir. 12 Eylül karanlığından ve Kürt ulusal başkaldırısından bu yana yaşananlar, işçi sınıfına bu yakıcı gerçeği anlatabilecek kadar can yakıcı. Yeter ki, bu gerçeklerin bilgisi, sınıfa, komünist kitle ajitasyonuyla ulaşsın. O durumda işçi sınıfı kendi sorunlarının dar çemberini aşacak, gerçek politik bilince ulaşacaktır. Sınıfın hareketi devrimci/politik karaktere ulaşacaktır. Gerçek politik bilincin bir tek ölçütü vardır ve bunu Lenin yüzyılın başında formüle etmiştir:
“Eğer işçiler, hangi sınıf gadre uğruyor; baskıya hedef oluyor olursa olsun, her türlü zorbalık ve baskı, zor ve suistimal olayına tepki göstermeyi, hem de herhangi bir açıdan değil de sosyal demokrat (komünist, PD) açıdan tepki göstermeyi öğrenmemişlerse, işçi sınıfının bilinci gerçek bir politik bilinç olamaz.”
Aynı şekilde, işçiler sınıf bilincini edinmiş hale gelmek için, dünyada ve bu coğrafyada olan biten her şeyin, her politik tutumun toplumdaki bütün sınıf ve kesimlerin hareketlerini, amaçlarını, istemlerini tanımalı, bilmeli; öne sürülen her talebin, açıklanan her kararın, atılan her sloganın gizlediği gerçekler hakkında açık seçik bilgi sahibi olmalıdır.
Komünist öncülerin devrimci kitle ajitasyonu her zamankinden daha yoğun, sistemli ve sürekli olarak bu hedeflere kitlenmeli, sözkonusu siyasal gerçeklerin açıklaması ve sınıf bilinci edinmenin zorunluluğu, sınıfın en ileri kesimlerinden hareket halindeki kesimlerinden başlamak üzere, en geniş yığınlarının beynini fethetmelidir. Unutulmasın, egemen sınıfların ideolojik egemenliğinin beyinlerde kırılmasının yolu da yığınların politik eğitimiyle açılacaktır.
İşçi sınıfı arasında politik kitle ajitasyonunun üçüncü alanı, işçi sınıfının politik bir parti olarak örgütlenmesinin sorunları ve görevleri olmalıdır.
İşçi Sınıfı Komünist Partide Örgütlenmelidir
Bir ülkede komünist hareket doğduğunda, önündeki ilk ve acil asli görevi, işçi sınıfının bir parti olarak örgütlenmesini sağlamaktır. Bugün, bu görevi, başlamış bir devrimin gereksinimleri, hem işçi sınıfı ve hem de komünist öncü bakımından, ertelenemez bir şekilde dayatmıştır. O halde, sorunun bu merkezde tartışılması gerekiyor.
Bir yanda; işçi sınıfı bugünkü açmazlarından kurtularak başlamış ulusal devrimi birleşik devrime geliştirmek ve devrimin önder sınıfı haline gelmek için kendi öncüsüne kavuşmak, siyasi öncü partisiyle buluşmak zorundadır. Diğer yandan, marksist-leninist komünist partinin de öncü kimliğinden işçi sınıfının ve devrimin (öncelikle Batı’ya yayılmasının ve sonraki sürecin) önderi kimliğine yükselmesi gerekiyor. Yani; sınıfın ve hareketinin komünist partisinin önderliğine kavuşmasının sorunlarıyla, komünist partisinin öncü konumdan önder konuma yükselmesinin sorunları birbirleriyle örtüşüyor veya birbirini tamamlıyor. O halde, parti sorunu komünistlerin işçi sınıfı içindeki ajitasyon faaliyetinin bugün özel bir konusudur. Komünist öncüler, işçi sınıfı içindeki çalışmalarında parti sorununu, özel yoğunlaştırılmış bir propaganda-ajitasyon ve örgütlenme konusu yapabilirler, yapmalıdırlar.
İşçi sınıfı içinde parti üzerine ajitasyon, toplumun en devrimci sınıfının, eğer kendisiyle birlikte tüm insanlığı kurtaracaksa, en başta, bütün burjuva partilerden (gerici, faşist, reformist, dinci vb.) bağımsız siyasal bir parti olarak örgütlenmesi gerektiği fikrinden başlamalıdır.
Bu, siyasal bir devrim yapacak her sınıf için olduğu gibi, işçi sınıfı için de olmazsa olmaz bir koşuldur.
Lenin’in şu sözlerini anımsatmakta yarar var; “Tarihte hiçbir sınıf, kendi içinden hareketini örgütleme ve yönetme yeteneğinde olan kendi politik önderlerini, kendi öncü savaşçılarını yaratmadan egemenliğe ulaşmamıştır.”
Kapitalist-emperyalist sistem de, tepeden tırnağa örgütlü ve silahlı burjuvazinin karşısında, proletaryanın, bağımsız siyasal partisi yoksa, bir hiçtir. Coğrafyamızda yaşanan gerçeklikte zaten bunu acı bir şekilde gösteriyor.
Komünist öncülerin işçi sınıfının bütün katmanları arasında bu gerçeği yalın, çıplak ve çarpıcı bir şekilde açıklaması, işçi yığınlarını uyararak partiye akışı kışkırtması gerekir. İşçi sınıfının çeşitli bölükleri arasında, özel olarak da hareket halindeki kesimleri arasında böylesi bir ajitasyon, marksist leninist komünist partisinin teorisi, program, strateji ve taktik plandaki görüşleri ve devrimci ve sosyalist pratiğini tanıtmayla sürmelidir.
Hemen burada özel olarak vurgulayalım. Parti fikri ve bir eylem konusu olarak partileşme atılımı, işçi sınıfının genel gerçekliği içinde, ama özel olarak parti konusundaki güvensizlik ve önyargıları hesaba katılırsa, hiç de kolay değildir.
İşçi sınıfına kendi tarihsel misyonunu kavratmak, bu misyonu oynayabilmesi için önce, hareketini örgütleyip yönetecek bağımsız siyasal partisine sahip olması gerektiğini anlatmak yetmez. Bu fikrin ve eylemin yaygınlaşmasının aleyhine bir dizi etken var. İşçi sınıfı içinde partileşme ajitasyonunun, aleyhteki bütün unsurları hesaba katıp onların aşılmasını sağlayacak zenginlikle bir propaganda ve politik etkinlikle birleşmesi gerekir.
Bir kere, işçi sınıfı burjuva ideolojisinin egemenlik alanı içindedir. Politik arenada burjuva partilerin tabanı olarak hareket eden kesim, sınıfın çoğunluğudur. Sınıfın öncü unsurları ise ilerici, antifaşist, devrimci ve komünist parti ve örgütler içinde ya da etrafına dağılmıştır. Yani işçi sınıfının öncü kesimleri de politik-örgütsel parçalanmışlık içindedir. Bu durum, sınıfın en ileri kesimlerinde bile kendine güvensizlik, bir partide toplanmanın zor olduğuna dair güvensizliği körüklüyor.
Yine, dünya çapında esen burjuva ideolojik rüzgar, sosyalizmin öldüğünün, proletaryanın gerileyip değiştiği, komünizmin bir ütopya olarak kalmaya mahkum olduğu fikirlerini, umutsuzluğu ve sınıfın güç olmaktan çıktığı fikirlerini yayıyor. Emperyalist burjuvazinin ideolojik aygıtları, bütün bu gerici düşünceleri dünya çapında yayarken, özel olarak devrim alternatifine karşı, kapitalizmin ebedi olduğu ve burjuva demokrasisinden başka seçenek kalmadığını propaganda ediyor. Yığınların bilincini iğdiş eden boyutlardaki karşıdevrimci propaganda, revizyonist ihaneti ve yaşadığı çöküşü, sosyalizmin, proletarya devriminin ve proletarya diktatörlüğünün aleyhine bir veri olarak çok etkili bir şekilde kullanıyor.
Gerçekte sosyalist olan Arnavutluk’ta kaşı-devrim ve kapitalist restorasyonun da belki küçük bir ülke olması nedeniyle dünya çapında kitleler üzerindeki etkisi görece az olsa da özellikle, işçi sınıfının ve dünya halklarının öncü öğeleri ve komünist ve devrimci hareketin kitlesi üzerinde moral bozucu, geriletici rolü küçümsenemez.
Coğrafyanın özelindeki olumsuz etkenler de küçümsenemez. M. Suphi TKP’sinin kısa dönemi dışında 50 yıllık sağ oportünist ve sınıf uzlaşmacı pratik, ‘70’li yıllarda TKP’nin sosyal şoven ve modern revizyonist kötü ünlü pratiği, ‘70’li yılların halkçı devrimciliğinin işçi sınıfı içindeki çalışmanın ihmaline yol açması işçi sınıfının uzak ve yakın geçmişiyle politik mücadele geleneği zayıflığı vb. nedenler işçi yığınlarının sosyalist/komünist bir partiye güven duyması, böyle bir partide örgütlenme isteğini törpüleyen etkenler olarak ortada duruyor.
12 Eylül’ün sınıf üzerindeki ideolojik, politik, örgütsel, sendikal alanlardaki tahribatı ve günümüzdeki örgütsüzlüğü dayatan vahşi kapitalizm koşullarının bunaltıcı atmosferi ile bu atmosferle uyumlu sağcı tasfiyeci akımın legalizmi dayatması, işçi sınıfının yasadışı komünist parti fikrini benimsemesi ve partileşme eyleminin önünde, üstü atlanamayacak engelleri oluşturuyor. Ayrıca 12 Eylül döneminin yol açtığı kuşak kopukluğu da sınıf hareketinde öncü öğelerin komünist ve devrimci harekete akışının sürekli ve hızlı olmasını, sosyalizm inancıyla uzun vadeli mücadeleye doğru olmasını engelleyici rol oynadı.
Öte yandan, faşist terör ve burjuvazinin işçi kıyımı terörü, hem çekingenlik yaratarak hem de devrimci öncü işçileri tırpanlayarak, öncünün gelişmesinin önünde engelleyici oluyorlar. Yanısıra Kürt ulusal devriminin yaşandığı bu koşullarda, şovenizm ve sosyal-şovenizmin etkileri de, sınıf hareketinin devrimcileşmesi ve devrimci öncü öğelerin hızla sınıfın komünist partisi etrafında toplanmalarını zorlaştırıyor, geciktiriyor, güçleştiriyor.
Buradan varılacak sonuç; komünist öncü, teorik-ideolojik aydınlatma işini işçi sınıfı arasında yoğunlaştırarak, her günkü politik çalışmaların, özel olarak dönemin politik ajitasyon çalışmasının önünü açan önemli bir bileşeni, tamamlayıcısı haline getirmelidir.
Politik Ajitasyonun Yöntemine Dair Sorunlar
Politik ajitasyonun günceldeki kapsamı ve içeriği belirlenmesi, hedeflerinin belirlenmesidir de aynı zamanda yönteme dair sorunların bir bölümünü burası oluşturur. Ki biz sorunun bu yanını önceki bölümlerde ele aldık. Diğer yanını ise, ajitasyonun tanımı ve işlevinden çıkarak nasıl gerçekleştirileceğine verilecek yanıtlar oluşturur. Belki de, işin biraz teknik yanlarından sözetmek denebilir buna.
Ajitasyon, propaganda gibi partinin temel çalışma biçimlerinden biridir. Propaganda gibi ajitasyon da kaynağını, teorik programatik, politik, taktiksel görüş ve tahliller ile, toplumsal yaşamın bütün pratik gerçeklerinden alır. Kendi özgün tarzıyla kitlelere taşıyarak kitlelerin eğitiminini gerçekleştirir ve kitle çalışmasının diğer temel biçimine, örgütlenmeye (ve eyleme) bağlar. Propaganda, kitlelerin geri unsurlarını eğitip kazanmayı sağlayan bir tarzken, ajitasyon geniş kitleleri hedefleyen, kitle eylemleriyle birlikte kitle eğitiminin temel biçimidir. Ajitasyonu, bir konunun, bir fikrin, bir çağrının ya da bir olayın kitleleri hedefleyerek kısa, çarpıcı ve özlü şekilde açıklanması olarak tanımlamak uygundur. Bu biraz teknik tanımı, eğer yapılan işin işlevini katarak açıklarsak; okuyucu, dinleyici ya da izleyicinin her şeyden önce duygularını harekete geçirmekten dahası kışkırtmaktan sözetmeliyiz. Kitlelerin istemlerini dile getirirken bile, bunları etkileyerek içeriğini ve hedefini yükseltmeyi başarmalıdır.
Lunaçarski’nin şu çok parlak deyişi, belki de ajitasyonu bütün diğer çalışma biçimlerinden ayrımının altını çizer: “Devrimci mesajın özünün, bir deyişle ‘kor’ haline gelmesini ve tüm renkleri ile parlamasını sağlar.” Yani, ajitasyon kısa özlü konuşmalar, kısa ve çarpıcı bildiriler, mesajı çok açık sunan bir afiş ya da şiir vb. olabilir. Ama önemli olan, hitap ettiği kitleyi, bir olaydan, durumdan haberdar ederken, en önce heyecanlarına hitap edebilmeli, mesajını ateşleyici bir maddeye dönüştürebilmelidir. O nedenle ajitasyon, gerçeklerin bilgisini sunarken “on sözcüğü iki sözcüğe sığdırmış” olmalıdır. Hitap ettiği kitlenin beynini ve yüreğini anında fethedebilmelidir. Suçluyu suçüstü yakalayıp, teşhir tahtasına çivileyebilmelidir.
Tariften de anlaşılır ki, suçluyu suçüstü edecek “iki sözcük”, rastgele seçilmiş sözcükler olamaz. Açıklanmak istenen gerçeği, tüm bir toplum bilgisini giydirilmiş olarak sunabilmeli bu iki sözcük. Gerçeklerin bilgisine dayandırılan bir ajitasyon, teorinin ve sınıf mücadelelerin ilgili deneylerinin imbikten geçirilmiş bir özetini sunabilmelidir.
Toplum yaşamının herhangi bir olayını, örneğin Kürt yurtseverlere uygulanan bir zulüm örneğini ele aldığında; sözkonusu olayın içinde gizlenmiş olan sömürge olgusunu, devletin ve kurulu düzenin soykırımcı politikalarını gösterebilmeli; yine kendi yoksunluklarıyla Kürt halkının yoksunluklarının bunlardan kaynaklandığını yığınların bilincinde açık hale getirmeli, aynı zamanda bu vahşete karşı savaş isteği uyandırabilmeli ve yığınları harekete hazırlayabilmelidir.
Eğer işçi sınıfı ve ezilen diğer emekçiler, devrimci ajitasyonun aydınlatıcı etkisi altına alınırsa, dün ya da bugün zulme ve sömürüye karşı sessiz duran yığınlar harekete geçmeyi öğrenecek ve harekete geçecektir. Kaldı ki, süreçteki bölük pörçük, hedefleri sınırlı, ufukları dar pekçok protesto, gösteri, grev vb. kitle eylemleri ancak devrimci ajitasyonla, zulmün ve sömürünün ana kaynağına yönelebilir. Birbirinden kopuk eylemler, küçük küçük öfke derecikleri, “gürül gürül akan tek bir sele” dönüşebilir.
Sözünü ettiğimiz ajitasyon, aynı zamanda komünist partinin program, strateji ve taktiklerinde somutlaşmış marksizm bilgisinin sunuluşudur. Siyasi, iktisadi ve toplumsal gerçekliğin her bir örneğinin teşhiri, yığınları herhangi bir düşünceyle değil, herhangi bir görüş açısıyla değil, komünist partisinin, düşüncesiyle, bilimsel sosyalizmle donatılması, yine parti çizgisi doğrultusunda harekete hazırlanması, hareket halinde de kitlelerin eğitiminin parti görüşü doğrultusunda devam ettirilmesidir.
Ajitasyonun hafife alınması durumunda, ne siyasal gerçeklerin bir baştan bir başa etkili teşhiri sağlanabilir ne zulmün ve sömürünün en önemli örneklerinde suçlular suçüstü yakalanabilirler. Dağınık ve yetersiz, iyi düşünülüp hazırlanmamış ajitasyon, kitleleri aydınlatıp uyarma ve harekete geçirme yeteneğine sahip olamaz. Ara sıra yapılan ajitasyon gibi, toplum yaşamının ve toplumdaki bütün sınıf ve kesimlerin yaşadıklarını ele almayan ajitasyon çalışması da etkisiz kalmaya, işlevini oynamamaya mahkumdur. Çünkü bu tür bir ajitasyon çalışması, yığınların her bir kesimini, diğerlerinin yaşadıklarından haberdar edemez. Komünist ajitasyon; Kürdistan’daki soykırımı ve Kürt halkının isyanını işçilerin anlamasını, işçilerin sömürülmesini, Kürt yoksullarının anlamasını, yine işçilerin, memurların sorun ve mücadelelerini öğrenmelerini, aynı şekilde işçi sınıfının yaşadığı kapitalist vahşeti ve buna karşı savaşımı, memurların ya da öğrencilerin anlamasını olanaklı kılmalıdır.
Konumuz işçi sınıfının politik bilinç edinmesinin sorunları olduğuna göre, komünistler baskının, yolsuzluğun, katliamın, rüşvetin, soykırımın, kayıpların ya da infazların herbirinin teşhirini, anında sıcağı sıcağına işçi bölüklerine taşıyabilirlerse, işçi sınıfının gerçek bir politik bilinç edinmesini sağlayabilirler.
“Ajitasyon, bu baskının her somut örneği ele alınarak yürütülmelidir. Bu baskı, toplumun çeşitli sınıflarını etkilediğine göre, kendisini yaşamın ve eylemin en çeşitli alanlarında, meslek, kamu, özel, aile, din, bilim vb. vb. alanlarında ortaya koyduğuna göre, otokrasinin siyasal teşhirini bütün yönleriyle örgütlemeye girişmeyecek olursak, işçilerin siyasal bilincini geliştirme görevini yerine getiremeyeceğimiz apaçık değil mi?”
Coğrafyamızda olan biten, yığınların hoşnutsuzluk ve öfke bulutlarını, işbirlikçi kapitalist düzen ve devletin başına yağmur, dolu, kar olarak yağması; emperyalist mihrakların bölgesel çıkmazlarını ölümcül darbeler indirmesi için o kadar çok fırsat yaratıyorlar. Bir Susurluk çukuru, yolsuzluk dosyaları, sonu gelmez pahalılık, işsizlik, Kürdistan coğrafyasının yakılıp yok edilmesine mal olmuş kirli savaş; bütün bunlar eski, köhnemiş, kokuşmuş dünyayı sahiplerinin; kan emici sömürgenlerin, sömürgeci faşistlerin ve leş kargası emperyalistlerin başlarına yıkmak için fazla bir şey gerektirmiyor. Her şey, yığınların gözleri önünde olup bitiyor. Ama komünist ve devrimci ajitasyon, yığınları, olan bitenin gerçekliği hakkında bilgilendirmeye, saldırıya geçeceği kuvvetleri göstermeye yetmediği için, meydan yine egemen sınıflara kalıyor. Karşıdevrimci medya tekelleri sokaktaki öfkenin, fabrikadaki grevin, okuldaki boykotun, meydandaki barış eyleminin içeriğini, reformizmin uyuşturucu ilacını da kullanarak, boşaltıp sahte hedeflere yöneltmeyi başarabiliyor.
İşte devrimci ajitasyonun neşter olup keseceği yara bu, bomba olup dağıtacağı uğursuz atmosfer burada. Öyleyse, işinin gereğini bilen, marksizmin bilgisi ve devrim deneyleriyle siyasal eğitimini yapmış, coğrafyasının iktisadi, siyasi ve toplumsal yapısı tanımayı başarmış, değiştirip dönüştüreceği nesneyi, bütün lehte ve aleyhte unsurlarıyla bilen komünist ajitatörler görev başına!
İşini bilen ajitatörler ne demek?
Bunun üzerinde duralım biraz.
Lenin, “Ajitasyonu böylesine başarılı yürütenler akıllı ajitatörlerimizden başkaları değildir... Başarılıydık, çünkü gerçeği söylüyorduk” diyor. Demek ki, ajitasyon (propaganda içinde geçerli bir kural bu) gerçeğin tam ve kesin bilgisine dayanmalı.
İşte, işini bilen ajitatör olmanın birinci kuralı. Yani bir ajitatör ele alacağı bir konu hakkında tam ve kesin bilgiyi sergileyebilmeli. Burjuvazinin görsel ve yazılı basını, toplumsal siyasal ve iktisadi olayları zaten çok yaygın duyuruyorlar. Ama onlar sözkonusu olaylara dair kesin gerçeği gizleyerek, duyuruyorlar. Çünkü kesin gerçek, olayların detayları arasında boğuntuya getirerek gizledikleri; kapitalist sömürü, devlet baskısı ya da sömürgeci politikadır. İşte komünist bir ajitatörün, burjuva basının gizlediği ve böylece yığınların bilinçlerinin iğdiş edilmesini sağladığı çarpıtmayı açığa vurması -kesin ve tam gerçeği-en yakın ve en çarpıcı bir tarzda sergilemektir.
Peki, gerçeğin tam ve kesin bilgisini nasıl elde edecek işini bilir ajitatör? Tam ve kesin gerçeği elde etmenin birkaç boyutu var. Birincisi marksist bilgi birikimi ve diyalektik yöntemi olaylara uygulama yeteneği elde etmiş olmak gerekir. Kuşkusuz marksist bilginin ve diyalektik yöntemin birçok alandan edinilmiş olması gerekir. Dünya devrimlerinin tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihsel deneyleri ve ülke tarihinde sınıfsal ve ulusal kavgaların, başkaldırı ve direnişlerin bilgisini de buraya dahil etmeliyiz. Kısaca, ajitasyon için, bir konuyu “tüm toplum bilgisini sunmak” derken kastedilen budur. Tüm toplum bilgisini materyalist bakış açısıyla özetleyen tek bilim, marksizmdir. O yüzden tam ve kesin bilginin ilk temeli budur.
İkinci boyut, marksizm bilgisinin ve ülke gerçekliğinin somutlaştırılmasının ifadesi olan parti program, strateji ve temel taktikleridir. Ajitasyonun hedefi, nihayetinde işçi sınıfını (ve emekçileri) parti politikalarına kazanmak, parti çizgisinde eyleme çekmektir. Ajitasyon rastgele herhangi bir görüş açısına göre değil, komünist partisinin görüş açısına göre olacaksa, bir ajitatörün bunu edinmesi ve gerçeğin tam ve kesin ifadesini bu bilgiyle somutlaması gerekir.
Üçüncü boyut, üzerinde ajitasyonun örgütleneceği konuyu bütün yönleriyle öğrenmek, gerçeğin tam ve kesin bilgisini sunmanın temelidir. İki alanda bilgi birikimini edinen, siyasal eğitimini gerçekleştiren ajitatörlerin teşhir eylemi karşısında, karşıdevrimin hiçbir yalan makinası, uğursuz borazanı dayanamaz.
Böyle bir bilgi birikimi kısa zamanda ya da gerekli olduğu her an edinilemez. Ama, eğer güncel durumun gereksinimine, pratik mücadelenin hedeflerine uygun programlar yapılır ve eğitime girişilirse, sonuç alınacağı görülecektir.
İşini bilen ajitatörler, eylem halindeyken de, işin gereklerine harfiyen uymalıdır. Nedir bunlar?
Ben her şeyi bilirim; örneğin, zamları teşhir etmenin nesi var ki, diye düşünmemelidir. Ele alacağı konuya, bir de eyleme girişmeden önce, titizlikle hazırlanmalıdır. Konuşma ya da yazıda kullanacağı malzemeyi, unsurları, olguları toparlamalı ve kullanılabilir hale getirmelidir. Açıkçası, ele alacağı konuyu bütün yönleriyle bilmeli ve kavramak zorunda saymalı kendini. Ancak bu şekilde konusuna hakim olabilir. Konusuna hakim bir ajitatör ise, hitap ettiği kitlenin tüm özgünlükleri dahil, her durumda gerçeklerin teşhirinde tam başarı elde edecektir. Dinleyenlerin ajitasyona vereceği tepkileri anında değerlendirmeyi, öfkenin, tepkinin uyanan mücadele isteğinin eyleme (ve örgütlenmeye) kanalize edilmesini rahatlıkla başaracaktır. Kendisinin ayak izlerine basarak yürüyecek eylemci ve örgütçülere ortamı son derece elverişli hale getirecektir.
Ajitatör hitap ettiği kitlenin durumu, sınıfsal özellikleri, soruna ilgi dereceleri, beklentileri gibi unsurları hesap ederek konuşmasının içeriğini değilse bile, biçimini, örneklerini ve çağrısının unsurlarını anında düzenleyip gerekli değişiklikleri yapabilmelidir. Bunu başaran bir ajitatör, konuşma (ya da yazıda) ele aldığı konuda asıl mesajın üzerinde yoğunlaşmayı, ayrıntılarda boğulmamayı ve beklemedik tepkilerle dikkatlerin dağılmamasını sağlayabilir. Yani, açıkçası, konusuna hakim ve konusunu somut koşulları hesaba katarak sunmayı planlamış bir ajitatör hücumunu yönelttiği bilinçleri gerçeğin bilgisiyle aydınlatmayı en kısa yoldan başaracaktır.
İşini bilen ajitatör, ajitasyonda kullandığı dile de hakim olmalıdır. Yazılı ve sözlü olarak kullandığı dilin, temel özelliklerini kavramak, kelime hazinesi gelişkin olmak, deyim ve halk sözlerini bilmek, kavramların bilgisiyle donanımlı olmak; gerçeklerin bilgisini sunarak suçluyu suçüstü yakalayıp kitleleri aydınlatma çalışmasının en büyük yardımcısıdır. Hele de yığın ajitasyonundan söz ediyorsak, dilin zenginliklerinden ve olanaklarından yararlanmak, en az gerçeğin bilgisine sahip olmak kadar önemlidir. Coğrafyamızda komünist ve devrimci ajitatörlerin zayıflarından biri de, dil alanındadır. Ajitatörlerin eğitim konularından biri, hiç tereddütsüz kendi dilini, yığınların kullandığı dili, dolayısıyla siyasal faaliyette kullanacağı dili kullanmayı, konuşma ve yazmayı öğrenmek olmalıdır.