Büyük Ekim Devrimi 79 Yıl Sonra da Dünya Proletaryasının Savaş Bayrağıdır

"Devrimlerin tarihi en iyi partilerin, en ileri sınıfların en sınıf bilinçli öncü birliklerinin tahmin ettiklerinden daima içerik olarak çok daha zengin, daha renkli, daha çok yönlü, daha canlı ve 'kurnaz'dır. Bu anlaşılırdır da, çünkü en iyi öncü birlikler, onbinlerin bilincinin, arzusunu, tutkusunu, hayalgücünü dile getirir. Devrim ise bütün insan yeteneklerinin, özel bir atılım ve özel bir gerilim anında, en keskin sınıf mücadelesi tarafından harekete itilmiş onlarca milyonun bilinci, iradesi, tutkusu ve hayal gücüyle gerçekleşir."

Lenin

25-26 Ekim 1917 günlerinde Rus proletaryasının top mermileri Moskova'da Rus çarlığının Kışlık Sarayı'nı dövdüğünde; kendisinden önceki bütün tarihler boyunca kendi özüne yabancılaştırılan "insan"ın yeniden insanlaşması, sömürü, baskı ve ayrıcalıkların olmadığı, insanın gerçekten özgür olduğu ve insanlığın büyük uyum dünyasının yalnızca özlemini duyan, ama buna nasıl ulaşılacağının bilgisine sahip olmayan, yani doğa ve toplumun özündeki çelişki ve bunun kaçınılmaz ve zorunlu olarak varacağı sonuçlara ulaşmanın yolu hakkında materyalist diyalektik bir silaha sahip olmayan bütün ütopik sosyalistlerin ve onların en bilimseli olan Çernişevski'nin soyut ütopyasına yapılan kuvvetli ve somut bir pratik vurgu olmanın ötesinde Marks-Engels ve Paris Komünarlarının yarım kalmış tarihsel eyleminin diyalektik olarak mantıksal sonuçlarına kadar ilerletilmesi ve bir biçimde tamamlanmasının haberini de en yüksek bir gürültülü sesle dünya proletaryası, ezilen halklar ve sömürge uluslara duyuruyordu ve proleter devrimler çağının açılışına da çağrı çıkarıyordu.

Bu büyük tarihsel gelişme, herhangi bir teorik soyutlamanın, kendi somut kavramına doğru ilerlemesi ve somutlaşması değil, o güne değin, doğa ve toplum olaylarının tarihsel gelişim evrelerini kendi materyalist diyalektik yöntemleriyle analize ederek somuta ulaşan Marks-Engels'in paradigmalarının toplumların pratik yaşamındaki tarihsel ve toplumsal bir somutluk ve teorinin kendi gerçek yaşamına kavuşmasıdır.

Büyük sosyalist Ekim Devrimi, "özünde eleştirel ve devrimci" olan Marks'ın öğretisinin kapitalizmin son evresi olan tekelci kapitalizm döneminde ücretli emekle sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişkinin kaçınılmaz olarak yol açacağı gelişme ve değişmelerin pratik bir ifadesidir. Dünya proletaryası ve sömürge uluslar Ekim Devrimi'yle, artık kurtuluşa nasıl ve hangi yoldan gideceklerini tartışmaya bir nokta koydular. Çünkü Ekim Devrimi, Lenin ve Bolşeviklerce 1900'lerde başlayarak "üstündeki küller"den teorik olarak temizledikleri marksizmin pratik bir ifadesi olarak bu yolu bütün tartışmaları gereksiz kılacak derecede gösteriyordu.

Başında Lenin, Stalin ve Bolşeviklerin bulunduğu büyük sosyalist Ekim Devrimi, o güne kadarki insanlık tarihinde bir dönemeçtir. Öyle ki, güncel siyasal pratik önem ve anlamının çok daha ötesinde kelimenin gerçek anlamıyla tarihsel bir dönemeçtir. Kısa ömürlü Paris Komünü deneyimini dışta tutacak olursak; tarihte ilk olarak ezilen, sömürülen, baskı altında tutularak aşağılananlar, sömürücü sınıfların egemenlik aygıtını silahlanmış yığınların devrimci şiddetiyle parçalayarak egemen sınıf olarak örgütleniyorlardı. Fransız sosyalisti P. Lafargue'nin 1887'de söylediği "Bütün eski kapitalistler seçim haklarından yoksun olacaklardır" sözü, Ekim Devrimi'yle yalnız seçme ve seçilme haklarıyla değil, bütün alternatiflerden yoksun bırakılarak kapitalistlerin iktidar seçenekleri ve üretim araçları üzerindeki mülkiyetin özel biçimi de silahlı "zor"la ellerinden alınarak hayat kazanıyordu.

Marksizmin teorisinin "mücadele ve yalnız mücadele tayin eder" dediği bir dizi ayrıntıyı da mücadelenin en yoğunlaşmış katı biçimi olan büyük Ekim Devrimi çözmüştür. Lenin ve Bolşevikler, Ekim Devrimi öncesinde, Ekim günlerinde ve sonrasında marksizmin kapitalizmden komünizme geçiş, proletarya diktatörlüğü, proletarya diktatörlüğü altında sınıflar mücadelesi ve sosyalizmin inşası vb. gibi bir dizi sorundaki muazzam teorik hazinesini, tarihsel ve toplumsal gelişmenin vardığı düzey karşısında toplamış, sınıflandırmış ve analiz ederek daha üst ve zengin bir içerikle çözüme bağlamışlardır. Ve bu zengin içerikli teorinin yeniden kuruluşu, 79 yıl sonra da olsa proleter devrimleri çağının marksizmi, leninizm olarak dünya proletaryası, ezilen haklar ve sömürge ulusların elinde uluslararası burjuvaziye ve onun doğrudan yedeği olan uluslararası reformizm ve revizyonizme karşı mücadele bayrağı olarak dalgalanıyor. Böyle söylediğimiz için marksizmde "gerekli değişiklikler"(!) yapmakla meşgul olanlar yani revizyonistler, yasalcı reformcular, troçkizmin bütün "sağ" ve "sol" versiyonları yerlerinde hoplayacaklardır. Nasıl bu kadar "dogmatik" olunabilir diye. Biz de onlara Lenin'in 1917'den sonra "Marks'ın ortodoks bir izleyicisiyim" dediğini hatırlatarak, evet biz de Marks ve Lenin'in "Ortodoks izleyicileri" olduğumuzu söyleyerek, her boy, renk ve tondaki bilcümle marksizm-leninizm düşmanlarının korkularından kurtulmalarına asla yardımcı olmayacağız. Tarihte hiçbir zaman bugün yaşamakta olduğumuz dünya koşullarındaki kadar marksizm-leninizmin teori, ilke ve normlarını "Ortodoksça" ve kıskançlıkla savunmak denebilir ki ihtiyaç olmamıştır.

Büyük sosyalist Ekim Devrimi, proletarya, ezilen ve sömürülen diğer sınıf ve kategorilerin hangi yoldan iktidarı ele geçirmeleri gerektiğine ilişkin olarak tarihte tartışılagelen soruna da somut ve pratik çözümü gündemleştirerek, dünya proletaryası ve ezilen halklar bakımından bütün tartışmalara kesin noktayı koydu. Sömürücü egemen sınıfların iktidardan uzaklaştırılması sorununda, proletarya ve diğer ezilen sınıf ve tabakalar içinde yaygın olarak süren burjuva parlamentarist yanılsamaları darmadağın etti. Burjuvazinin iktidardan uzaklaştırılması, proletarya ve diğer emekçilerin iktidarı ele geçirmesinin ancak bu toplumsal sınıf ve tabakaların örgütlenmiş silahlı zoru ile olanaklı olduğunu gösterdi. Ekim Devrimi, iktidarın silahlanmış yığınların, örgütlenmiş devrimci şiddetiyle egemen burjuvazinin iktidar aygıtını parçalayarak kendi iktidarını kurmalarını göstermekle kalmadı, iktidarı ele geçirdikten sonra da eldeki silaha daha sıkı sarılarak kapitalist burjuvazinin direnişini dağıtmak/yoketmek ve kendi iktidarını her geçen gün pekiştirmek gerektiğini de bütün çıplaklığıyla açığa çıkararak bilinçlere yerleştirdi.

1917 Ekim Devrimi, uluslararası burjuvazinin yaygın ve etkin bir biçimde propaganda ettiği ve bu propagandanın dünya proletaryası ve ezilen halklarında yarattığı burjuva demokrasisinin erdem ve üstünlük, yalan ve aldatmacasının karşısına "Sovyet sistemi" aracılığıyla proleter demokrasiyi çıkararak burjuva aldatmacayı tersine çevirerek boşa çıkardı. Sovyet sistemi proletarya diktatörlüğünün iktidar örgütlenmesi olarak en gelişkin, en kapsamlı ve en ileri proleter demokrasisi özellikleriyle bugün ve bundan sonra da evrensel bir model olmaya devam edecektir. Lenin'in "Sovyet" örgütlenmesi için proletaryanın mücadele tarihinde ortaya çıkardığı "en gelişkin" ve "en ileri" örgütlenme modeli olduğunu, Batı Avrupa proletaryası kendi ülkelerinde iktidarı ele geçirerek, proletarya diktatörlüğünün daha ileri ve gelişkin iktidar örgütlenmesi modelleri ortaya çıkarmadığı sürece "Sovyet örgütlenmesinin evrenselliği devam edecektir", dediğini hatırlarsak bu temel bakış açısından "Dünya Sovyetler Cumhuriyeti" formülasyonuna nasıl ve hangi temel olgulardan hareketle ulaştığını anlayabiliriz. Hala tarihte "Sovyet" modelinden daha ileri bir örgütlenme modellerinin ortaya çıkmadığını ve onun evrenselliğinin devam ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Orta Avrupa ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinde; Polonya, Çekoslavakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve ilk dönemlerde Arnavutluk'ta devrimden sonra "Halk Demokrasisi Devletleri" doğduysa da bunlar, sınıf bileşimleri ve sosyalist nitelikleri itibarıyla "Sovyet örgütlenmesi"nden daha ileri modeller olamadılar. Proletarya diktatörlüğünün iktidar örgütlenmesi olarak Sovyetler, hep arınma, dönüşme ve daha saf proleter olmaya doğru evrilirken, "Halk Demokrasisi Devletleri" uzun yıllar ilk baştaki bileşimleriyle yaşadılar. Yeterli dönüşümleri gerçekleştiremediler. Hemen hemen bütün "Halk Demokrasisi Devletleri" faşizme karşı mücadele içinde kuruldular. Faşizme karşı kurulan "Halk Cephe"leri daha geniş sınıf ve katmanların siyasal eğilimlerini barındırıyorlardı. "Halk Cephesi" örgütlenmesi uzun yıllar devam etti. Dolayısıyla proletarya diktatörlüğü altında sosyalizmi inşa sorunu bu ülkelerde çok partili çoğulcu sistemle güdükleşti. Bu ülkelerde iktidardan uzaklaştırılan büyük burjuvazi dışındaki toplumsal kesimlerin siyasal örgütlenmeleri "Halk cephesi" aracılığıyla bir biçimde iktidarda oldukları için Çekoslavakya dışında Sovyetler Birliği'ndeki gibi karşıdevrimci ayaklanmalara kalkışmadılar ve/ya da kalkışamadılar. Arnavutluk'u dışta tutacak olursak, bütün "Halk Demokrasisi Devletleri" daha çok Lenin'in "İki Taktik" adlı eserinde ortaya koyduğu "Proletarya ve Köylülüğün Devrimci Demokratik Diktatörlüğü" formülasyonuna karşılık düşen bir nitelik gösterdi ler.

Ekim Devrimi'nin genelleştirdiği "Sovyet" örgütlenmesi, 1905 Devrimi günlerinde, birçok yönüyle örtük ve belirsiz olarak yığınların mücadelesinin ortaya çıkardığı modellerdi. Devrimin yenilgisiyle birlikte bitkisel hayata girdiler. 1912'lerden sonra adım adım canlandılar. 1917 Şubat Devrimi günlerinde, düzen örgütleri olarak değil, ayaklanmayı yönetme organları olarak işlev gördüler. Ayaklanmadan sonra iktidar organları işlevi kazanarak genelleştiler. Bütün ülke geneline yayılarak; işçi sovyetleri, asker sovyetleri, köylü sovyetleri olarak kalıcılaştılar. Sovyet örgütlenmesi, tarihteki bütün burjuva demokrasilerinden daha geniş ve daha kapsamlı bir demokratik karakter gösterdi. Bir avuç sömürücü dışında toplumdaki milyonlarca işçi, asker, köylü ve bu sınıflardan aydının toplumsal yaşamın bütün alanlarındaki yönetim işlerine doğrudan katılımını gerçekleştirerek proleter demokrasisinin burjuva demokrasisinin bütün biçimlerine karşı üstünlüğünü dünya proletaryası ve ezilen halklarına gösterdiler.

Proletarya diktatörlüğünün ilk on yılında, Sovyet örgütlenmesinin geliştirdiği imkanlarla 13 milyona yakın işçi, emekçi ve aydın milletvekili, yürütme komitelerine seçilerek ve sovyetlerin kongrelerine delege olarak katılması sağlanmıştır. Yine Sovyet sistemi Rusya ve etrafındaki ezilen ve sömürge ulusların gönüllü, özgür ve tam eşit haklarla 1922 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'ni (SSCB) oluşturarak uluslararası burjuvazi karşısında güçlü bir sosyalist anayurt oluşturarak dünya proletaryası ve ezilen ve sömürge uluslara büyük bir direnme odağı sunmuştur.

Ekim Devrimi günlerinde ve sonrasında Bolşevikler, toplumsal yaşamın bütün alanlarında en geniş yığınları bünyelerinde toplayan işçi-asker ve köylü sovyetlerinde kitleleri Bolşevik politikalara kazanmak ve hızla toplumsal devrimi ilerleterek sosyalizmin inşasını sağlamaya girişmişlerdir. Sovyetlerdeki yaygın ve sistemli komünist propaganda ve bilinçlendirme çalışmasıyla komünist partisi çok süratli bir şekilde yığınları komünist politikalara kazanmayı başarmış, diğer küçük burjuva partileri sovyetlerde, sendikalarda ve kooperatiflerde eriterek tecrit etmeyi başardı. Ekim Devrimi'nin ardından birbirini takip eden iç savaşlar zinciri ve karşıdevrimci ayaklanmalar döneminde ise, o zaman Sovyetler içinde örgütlenme ve yaşama haklarına sahip olan politik güçler birbiri ardına proletaryanın iktidarına karşı, karşıdevrimci ayaklanmalara katılarak proletaryanın devrimci şiddetine hedef olmuşlardır. Diğerlerine oranla daha geç karşıdevrim cephesine geçen "sol sosyalistler"e uzun süre proleter demokrasisinden yararlanma fırsatı tanınmıştır. Bu politika sayesinde bu partinin pek çok yöneticisi Sovyet hükümetine girebilmiştir. Proletarya ve emekçi yığınlar, her geçen gün daha büyük bir hızla bu partinin ancak ileri bir burjuva demokrasisini içeren politikalarını terk ederek yalnızlaşmalarına yol açtıktan sonra, "sol sosyalistler" de karşıdevrimci isyanlar çıkarmaya başladı.

Komünist partisi ve proletarya diktatörlüğüne karşı kundaklama ve karşıdevrimci başkaldırılara başvurmadığı sürece, hiçkimseye karşı eğitim ve iknanın dışında şiddete başvurmamıştır komünistler. Başında Lenin ve Stalin'in bulunduğu Bolşevik partisinin 1920'lerde Rostov'un alınmasından sonra ölüm cezalarının kaldırılacağını ilan etmesi bunun açık bir kanıtı ve ifadesidir. Ama Ekim Devrimi'ni takip eden ilk altı yıl içinde Avrupa emperyalistleri Sovyetler Rusya'sına karşı ardı arkası kesilmeyen doğrudan saldırılar, istilalar, bunlara koşullar elvermediğinde içerden ayaklanmalar kışkırtarak proletarya diktatörlüğü ve Sovyet sistemini yıkmaya çalışmıştır. Bu nedenle proletarya diktatörlüğü "eski toplumun güçleri"ne karşı ve onların faaliyetlerine karşı kararlı bir mücadele yürütmüştür. Ama eğer bütün bu saldırılara karşı başarı sağlayabildiyse, bunun tek nedeni Bolşeviklerin uyguladığı devrimci şiddet değil. Bunun asıl ve gerçek nedeni; proletarya, iktidar örgütlenmesi olarak Sovyetler aracılığıyla kitlelerin büyük çoğunluğunu iktidara ve toplumsal yaşamın yönetimine katarak bu yoldan onların güven ve desteğini alarak bir avuç sömürücü azınlık üzerinde diktatörlüğünü kurmayı başarmasındadır. On milyonlar kendi iktidarlarını ve geleceklerini kendileri korumuşlardır. Onun için Lenin, "proletarya diktatörlüğünün temelini ne yalnızca şiddet oluşturur, ne de şiddet bu temeli oluşturan başlıca öğedir. Proletarya diktatörlüğünün başlıca özü, emekçilerin ileri birliğinin, öncüsünün tek yöneticisinin yani proletaryanın örgütleyiciliğidir. Proletaryanın hedefi sosyalizmi kurmak, toplumun sınıflara bölünmesine son vermek, toplumun bütün üyelerini emekçilere dönüştürmek, insanın insan tarafından sömürülmesinin tüm biçimlerini temelden yıkmaktır" (Aktaran Marksizm-Leninizmin İlkeleri, VI. Kitap s. 20). Yeni iktidara onmilyonları örgütleme, yönetme ve bilinçlendirme yeteneğini "proletaryanın örgütleyiciliği" ve Sovyet sistemi sağlamıştır. Yanısıra Lenin'in yukarıda özlü olarak ifade ettiği komünist partisinin sosyalizmle ilgili politikası, bu olanağı sağlamıştır.

Nasıl ki, proletarya diktatörlüğü ile proletarya demokrasisi birbirinin karşıtı değil bir ve aynıysa, proletarya diktatörlüğü ve Sovyet iktidarı da birbirinin karşıtı değildir. Sovyetler, proletarya diktatörlüğünün iktidar örgütlenmesidir. Proletarya diktatörlüğü eski toplumun güçlerine ve ideolojilerine karşı diktatoryal bir işlev görürken, toplumun çok büyük bir ezici çoğunluğu için demokrasidir. Çok partili çoğulcu sistemciler, Sovyet iktidarının "eski toplumun güçleri"ne karşı (ki Rusya'da Bolşeviklerin dışındaki bütün politik partiler iç savaşlar döneminde yeni iktidara karşı isyanlar çıkarmakla "eski toplumun güçleri" olduklarını ortaya koymuşlardır) diktatörlük uygulandığı için Sovyetler Birliği'nde proleter demokrasisinden bahsedilemez derken, Ekim Devrimi'nden sonra, yalnızca serbest rekabetçi kapitalizm dönemindeki ileri burjuva demokrasisinden başka bir şey istemeyen "eski toplumun güçleri"yle aynı noktalarda ve konumlarda birleşiyorlar. Her ikisi de siyasal devrimi takip eden bir toplumsal devrimi hayal etmiyorlar. O nedenle Rusya'daki toplumsal devrim karşısında direnen "eski toplum güçlerine" yönelen devrimci şiddetten müthiş rahatsız oluyorlar.

Proletarya diktatörlüğünün iktidar örgütlenmesi olarak Sovyetlerle komünist parti ilişkisi marksistlik adına en fazla çarpıtılarak revizyondan geçirilen sorunlardan biri olmuştur. Sovyetler Birliği'ndeki ve bütün dünya ülkelerindeki troçkist ve "sivil toplumcu" akımlar ve bütün leninizm düşmanı oportünistler, özellikle Stalin dönemindeki Sovyet örgütlenmelerinde Bolşeviklerin diğer düşünce akımlarına yaşam hakkı tanımadıklarını ve Sovyetleri, salt Bolşevikleştirdikleri için işlevsiz kıldıklarını söyleyerek, proletaryanın temsilcisi ve öncü birliğinin Sovyetler'deki rolünü sözde ideolojik önderlik düzeyine çekmek için yoğun ve kapsaml ı bir faaliyet göstermişlerdir. Aslında onların bu saldırıları Lenin'edir. Konjonktürel durum, bu saldırıları Stalin üzerinden yapmalarına daha elverişli olduğu için bu yolu tutuyorlar. Oysa Ekim Devrimi ile beraber başında Lenin olmak üzere Bolşevikler, komünist parti ve "proletaryanın örgütleyiciliği" yeteneğiyle Sovyetlere ilişkin bakış açılarının kesintisiz olarak onların homojenleştirilmesine doğru olduğu açıktır. Nisan Tezleri'nde Lenin ayaklanma çağrısı yaparken, iki ana merkezde Sovyetlerin Bolşeviklerin eline geçmesinden yola çıkıyordu. Bu temel olguyu tahlil eden Lenin, gelişmenin yönünün, Bolşeviklerin bütün iktidar organlarında egemen güç olarak örgütlenecekleri doğrultusunda olduğu sonucuna ulaşarak ayaklanma çağrısı yapıyordu.

Ekim Devrimi'nden sonra Lenin hayatta olduğu 6 yıllık (bu aynı zamanda iç savaşlar ve emperyalist istila yıllarıdır) zaman içerisinde bütün işçi sovyetleri, asker sovyetleri, köylü sovyetleri, sendikalar, kooperatifler ve bütün kitle örgütlerinde komünist partisinin yönetici komiteleri vardır. Bolşevikler bu örgütlülükleriyle yoğun, yaygın ve sürekli ideolojik, politik ve örgütsel çalışma yaparak "eski toplum güçleri"ni safdışı ediyorlar. Bazı bölgelerde bu noktada hızla büyük mesafeler alınırken, devrimden önce gericiliğin daha güçlü olduğu bölgelerde ise ilerleyen yıllar içinde bu konumları yakalayabiliyorlar. Doğaldır ki, bu mücadele sosyalizmin inşasının ilerleyen yıllarında, bütün iktidar organları ve diğer toplumsal örgütlenmelerin sosyalist nitelikleri kapitalizmden devralınan, eski toplumun çarpıklılarından temizlenecektir. Öyle de olmuştur. Dolayısıyla, komünist partisine eşitlenen Sovyetler itirazı bir safsatadan öte değer taşımıyor. Hele bu eleştirinin Lenin'e değil de, sonrasında yalnızca Stalin'e yapılması tam bir ikiyüzlülüktür.

Lenin'in "Devlet ve Devrim" adlı eserinde Marks'ın teorisinin başına gelenler için söylediği şeyler bugün eksiksiz olarak Lenin'in öğretisinin başına geliyor. "Büyük devrimcilerin sağlıklarında ezen sınıflar ... onların öğretilerini en vahşi düşmanlıkla, en koyu kinle, gemi azıya almış yalan ve iftira kampanyalarıyla karşılaşmışlardır. Ölümlerinden sonra ise, devrimci öğretilerinin içeriğini iğdiş ederek, devrimci keskinliğini alarak, bayağılaştırarak, onları zararsız azizler haline getirmeye, deyim yerindeyse evliyalaştırmaya ezilen sınıfları 'teselli etmek' ve baştan çıkartmak için onların adlarına belli bir ün bahşetmeye çalışırlar. Burjuvazi ve işçi hareketi içindeki oportünistler, şimdi marksizmin böyle bir 'işlevden geçirilmesinde birleşiyorlar." Sovyetler ile komünist partisi ilişkisi sorununda ve bir dizi başka temel teorik sorunda burjuvazinin ve işçi hareketi içindeki oportünistler, Lenin'in öğretisini Marks'ınki gibi bir "işlemden" geçiriyorlar. Lenin'in öğretisinde, Sovyetlerin komünist partisinden bağımsız olduğu, "çoğulcu" olduğu ve komünist partisinin Sovyetler ve kitle örgütlerinde ideolojik, siyasal ve örgütsel boyutların bir bütünlük ve "tek"lik gösterdiği, salt bir hakimiyet kurma fikrinin bulunmadığını iddia ederek Lenin'in proletarya diktatörlüğünün "eski toplum güçleri"ne karşı içinde barındırdığı diktatoryal yanının devrimci keskinliğini çekip alıyorlar. Bugün fazla uzaklara gitmeden yaşadığımız kara parçası üzerinde etrafımıza baktığımızda geçmişte belli ölçülerde ve bir biçimde devrimcilik yapmış pekçok kişi -ki bunların sayıları kümeler oluşturacak kadar çoktur- bugün bütün özlemleri yalnızca ve ancak bir burjuva demokrasisinin kırıntılarıyla oyalanmakla sınırlanmış her biri diğerlerine göre farklılıklar gösterse de yine hepsi "bir"lik halinde Lenin'in öğretisinin devrimci ve keskin yanlarını almak uğraşısı noktasında birleşiyorlar. Oysa Lenin'in proletarya diktatörlüğünün örgütleme biçimi olarak "sovyet"ler sorunundaki teorisinin gelişim evrimini bilen her devrimci onun proletaryanın her üyesinin bilincini komünist partisinin üyelerinin düzeyine çıkararak saf bir komünist niteliğe doğru geliştiğini bilirler. Marksizmde "gerekli değişiklikler" yapmakla uğraşan bütün dünya revizyonist ve oportünistleri, bazen bu gerçek durumun zorunluluklarından kaynaklandığını ve bu zorunlu durumların "teorileştirilemeyeceğini" söylerler. Neden olmuyormuş? Marksizm somut koşulların somut tahlili ise, neden Ekim Devrimi'nden sonra sosyalizmin inşası olarak maddi toplumsal bir güce dönüşen marksist teori genelleşmiş olmasın, bu somutluktan değil midir? Lenin Sovyet modelinin "evrenselliğinden" bahsediyor. Kapitalist abluka altında emperyalist istila ve saldırıların dizgin tanımadığı, sosyalizme ve proletaryanın iktidarına karşı komplo ve kundaklamaların birbirini kovaladığı bir Sovyetler Birliği'nde marksist teori pratik olarak bir toplumun yaşamına uygulanıyor. Bu uygulama da karşı karşıya geldiği faaliyetlere karşı bir başka uygulamaya başvuruyor. Evet emperyalist abluka kırılmadıkça proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi aynı yoldan zafere ilerleyecektir. Bu gerçek durumun kendisi, her teorisyeni bir teorik çıkarsamaya mutlaka götürmek zorundadır. Marks-Engels kendi teorilerini şu ya da bu dünya reformcusundan ödünç almadıklarını, doğrudan her gün ve her saat gözlerimizin önünde cereyan eden sınıflar arasındaki mücadele/çatışmaların ve toplumsal çalkantıların sonuçlarından soyutladıklarını söylerken tam da zorunluluklar dünyasında yaşadıklarındandı. Aynı biçimde onlar, "ilkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur, doğa ve insanların tarihine uygulanmazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve tarihe uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist anlayışı budur" (Anti-Duhring, Syf.92) derlerken marksizm-leninizmin ilkelerinin, tarihsel eylemi içindeki insanın, bu eyleminden soyutlandıklarını upuygun anlatmak istemiyorlar mı?

Ekim Devrimi ve onun açığa kavuşturduğu proletarya diktatörlüğünün iktidar örgütlenmesi olan "sovyet"ler öğretisi "özel bir atılım ve özel bir gerilim anında, en keskin sınıf mücadelesi tarafından harekete itilmiş onlarca milyonun bilinci, iradesi, tutkusu ve hayalgücü"nden, soyutlanan bir öğretidir. Belki denebilir ki, tarihte en "tam" olana yakın teori de budur. Yukarda Lenin'den yaptığımız alıntıda fikir ve çıkış noktaları bakımından böyledir. Kişi bir kere silahları gömmeye dursun, arkası leninist öğretiyi nereden "düzelteceği" uğraşısıyla geçmek zorunda olacaktır. Lenin'in "ölümünden sonra karşıdevrimci troçkiden "sivil toplum"cu, auro-komünisti, titocu ve yer yer bir marksist olan Rosa Luxemburg'a kadar uzanan geniş bir yelpaze "Sovyet'lerin, sendikaların ve başka kitle örgütlerinin komünist partiden ve proletarya devletinden bağımsız olması gerekir gibi bir antimarksist tezi kıvranarak ve de zorlanarak ya eleştirmişler, ya da Lenin'e maletmek için çırpınmışlardır. Lenin'in, Sovyetler'de, sendikalarda, kooperatiflerde ve komünist partideki bürokratik çarpıklıklara karşı mücadelenin aralıksız, yoğun ve amansız olarak yürütülmesinin yolunun bu örgütlerde komünist partinin ideolojik, siyasal ve örgütsel arınma mücadelesi olarak gördüğü esaslı bir bütünselliği, "bağımsız"laşma olarak çarpıtmışlardır. Komünist partisinin her gün her dakika komünist bir dönüşüm mücadelesi verdiği bu örgütlenmelerin koşullara bağlı olarak görece var olan kendi formlarını da revizyonistler kendi çarpıtmalarına teorik gerekçe yapmaya çalışmışlardır.

Marks'ın, "devrimin sürekliliği" temel öğretisine yan çizen bütün toplumsal "beklemeciler",

proletarya diktatörlüğü onun "sovyet" örgütlenmesiyle komünist partisi arasında aşılmaz uçurumlar ve kalın duvarlar örerken, yine Marks'ın şu yalın düşünceleriyle "savaştıklarını"(!) ele veriyorlar. "Bu sosyalizm (yani komünizm), devrimin sürekliliğinin ifadesidir; tüm sınıf farklılıklarının, bunların dayandığı tüm üretim ilişkilerinin, bu üretim ilişkilerine tekabül eden tüm toplumsal ilişkilerin ve bu toplumsal ilişkilerden kaynaklanan tüm düşüncelerin yıkılması için zorunlu bir geçiş noktası olan proletarya diktatörlüğüdür. " (Aktaran, Leninizm 3. defter, Syf. 44 İnter Yay.) Önce, Lenin'in deyişiyle dünyanın ezici bir çoğunluğunda proleter devrimlerin olduğunu, "Dünya Sovyetler Cumhuriyeti" yaratılsa dahi proletarya diktatörlüğü öğretisi, bu "devrimci dönüşümler" döneminin zorunluluğundan temelleniyor. Demek ki, zorunluluklar pekala teorileştirilebiliyor. Sonra, bu süreç acımasız sınıf çatışmalarıyla dolu geçmek zorundadır. Marks'ın yukarıda sıraladığı "iş"ler ve mücadelelerin "barış içinde" geçemeyeceği büyük bir açıklıkla gözler önündedir. Ve en sonunda bütün bu mücadeleleri komünist partisine yürütmesini birçok bakımdan imkanlı kılan "Sovyet" örgütlenmesi sunuyor. O halde, Bolşeviklerin "Sovyet örgütlenmesi" içinde Marks'ın öz olarak formüle ettiği şeylere karşı savaşarak, "Sovyet'leri Bolşevikleştirmesine neden yüksek itirazlarda bulunuluyor. Bu mücadele "barışçıl" olmadığı için mi? Eh o da sınıflar mücadelesinin doğasına aykırıdır. Çünkü, "eski toplumun güçleri" proletaryanın iktidarını devirmek, kaybettikleri eski "cennetlerini" tekrar elde etmek için uysal "toplumsal barışçı"ların yüksek müsaadelerini beklemezler. Marksizm-Leninizmin bütün ideolojik düşmanları, "temel paradigmaların sorgulanması" derken, Sovyet modern revizyonist sistemin çöküşünün bütün günahlarını Marks'ın formüle ettiği, Lenin ve Stalin önderliğindeki Bolşevik Parti'nin de yürüttüğü pratik sosyalizm mücadelelerine fatura ederek hedef şaşırtıyorlar. Bu nafile bir çabadır. Çünkü, Ekim Devrimi'yle Marks'ın öğretisi artık maddi bir güçtür. Ekim Devrimi'nden sonra, proletarya iktidarına karşı "Sovyet"ler içinde başkaldıran grup ve kişilerden hiçbirinin ayrı bir sosyalizm projesi geliştirdiğini bugünkü halefleri iddia edebiliyorlar mı? Hayır. Çünkü, onların bütün "mücadeleleri yalnızca proletaryanın iktidarını yıkmakla sınırlı kalmıştır. Proletaryanın demir yumruğunu tepelerinde görmeleri bundandır.

Gerek Ekim Devrimi'nden sonraki yıllarda Sosyalist Sovyetler Birliği'ndeki Troçki, Buharin, Kamenev, Zinovyev ve başkaları olsun, gerek günümüzde dünya ve Türkiye'deki onların takipçileri olsun, Lenin-Stalin ve Bolşevik Parti'nin proletarya iktidarı altında "devrimin sürekliliği" öğretisini gündelik yaşama sokarak burjuva ideolojisinin değişik biçimlerdeki yansımalarına karşı "yıkıcı" bir mücadele yürütmelerine yüksek itirazlarının özünde bir veya birkaç ülkede sosyalizmin kurulamayacağı temel fikri yatıyor. Günümüzdekilerin, sorunun özünü kavramayı bir yana bırakıp etrafında sıcak lapadan sakınan kedi gibi dolaşmalarının nedeni budur. Troçki'nin günümüzdeki sağ ve sol yorumcuları, burjuvazinin masasından arta kalan demokrasi kırıntılarıyla cilveleşmeyi hedef ve amaç edindikleri için proletarya diktatörlüğü altındaki sert sınıf mücadeleleri onları korkunç şekilde ürkütüyor.

Onyıllardır üzerinde geviş getirdikleri şey, teorik ve pratik olarak mümkün görmedikleri "tek ülkede sosyalizmi" Stalin bir zorlama teoriyle uygulamaya soktuğu için "çokça insanın" gereksiz yere hayatına mal olmuş. Yine tarihsel olarak olanaklı görülmeyen bu "reel sosyalizm" neticede çökmüştür onlara göre. Bu konuda da Ekim Devrimi'yle somut maddi bir gerçeklik kazanan leninist öğreti bütün çarpıtma ve saldırılara rağmen marksist leninist komünistlerin elinde güçlü bir saldırı silahı olmaya devam ediyor. Çünkü en başta bu leninist öğretiye saldıran marksizm düşmanları ne dünyanın herhangi bir ülkesinde devrim yaptılar, ne de toplumsal ve politik bir güç olabildiler. Böylesi konumları yakalamak için bir dertleri de olmadı. Onlar ellerini böğürlerine koyup dünya proletaryasının "eş zamanlı" ve/ya da birbirini aynı tarihsel süreçlerde ard arda takip eden devrimlerini beklediler. Onun için Lenin bunlara haklı olarak "toplumsal beklemeciler" ve burjuvazinin işçi hareketi içindeki uzantıları dedi. Stalin'den sonra SSCB'yi dünya emperyalist sisteme entegre edenler de marksizm-leninizmin bu düşmanlarıdır. 1919 Alman Devrimi'nin yenilgisinden sonra Karl Liebknecht katledildiği gün yazdığı makalede şöyle diyordu: "Fransız burjuvazisi 1848 Haziran kasaplarım ve 1871 Mayıs kasaplarını kendi saflarından çıkarmıştı. Ama Alman burjuvazisinin bizzat böyle bir zahmete katlanmasına gerek yok. 'Sosyal demokratlar’ kirli, aşağılık, kanlı ve alçak işi yapıyorlar." 1919 Ocak Devrimi'nde Almanya'da "sosyal demokratlar"ın yaptığını 1956'dan sonra Kruçev-Brejnev başlattı Gorbaçov tamamladı. Onlar "tek ülkede sosyalizm"in tamamen olanaklı olduğu öğretisinin Lenin'e ait olmadığı yalanı üzerine de yıllarca geviş getirdiler.

Lenin, 1916 yılında kaleme aldığı "Emperyalizm" adlı broşüründe, kapitalizmin gelişme seyrini inceleyerek aldığı temel karakteristik özelliklerini tahlil ederek tanımladı. Serbest rekabetçi kapitalizmin en yüksek noktaya ulaştığı 1860-1880 yıllarını tekellerin embriyon, 1873 bunalımı sonrasını kartellerin gelişme dönemi, 1900-1903 bunalım dönemi kartellerin baştan başa ekonominin temelleri haline geldiğini ve artık "kapitalizm emperyalizme dönüşmüştür" sonucuna ulaştı. Emperyalizmin özündeki çelişkilerin derinliğinin, bunların meydana gelmesine neden olduğu devrimci gelişmelerin üzerini küllendiren Kautsky ve yandaşı bütün sosyaldemokratlara karşı, Lenin, yoğun bir ideolojik mücadele dönemi başlattı. Emperyalizm döneminin en temel özelliğinin, "iktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır" gibi temel bir argümandan yola çıkarak tek ülkede sosyalizmin zaferinin olanaklı olduğu tespitine ulaşan Bütün dünya reformcularını bir anda kendi karşısında bulan Lenin, "Avrupa ya da tüm dünya birleşik devletleri" şiarı üzerinde Kautsky, bir Avusturalyalı "sosyal-demokrat" olan Karl Renner ve Troçki'yle kıyasıya bir mücadeleye tutuştu. Ekim Devrimi mesajının en güncel siyasal bir yanı olarak bu sorunda Lenin'in savunduklarının açıkça ve nispeten geniş olarak ortaya konulması, Stalin tek ülkede sosyalizmi kurmaya giriştiği için Kautsky, Karl Renner ve Troçki'nin bugünkü izleyicilerinin revizyonist sistemin yıkılışını Stalin'e fatura etmesine de verilmiş bir yanıt olacaktır. Aynı zamanda Ekim Devrimi bütün revizyonist ve troçkistlere karşı pratik bir polemiktir de.

Lenin Ekim Devrimi'nden önce inatla "Tek ülkede sosyalizmin zaferinin" olanaklı olduğunu savunur. Ekim Devrimi'nden sonra sosyalist toplumun inşa edilmesine girişir. Bu çok açık ve tartışılması gereksiz bir gerçekten, günümüzdeki karşıdevrimci troçkist mihrak, bir hırsızın hırsızlık yaptığı yerden kaçışına benzer bir dikkatle kaçıyor. Lenin, daha 1915 yılında şöyle diyordu; "Ama bağımsız bir şiar olarak, dünya birleşik devletleri şiarı hiç de doğru olmazdı. Çünkü birincisi, o sosyalizme denk düşer; ikincisi, tek ülkede sosyalizmin zaferinin imkansızlığı yanlış anlayışını ve böyle bir ülkenin diğerleriyle ilişkileri üzerine yanlış bir anlayışı ortaya çıkarabilir. İktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki; sosyalizmin zaferi başlangıçta birkaç kapitalist ülkede ya da tek başına alınmış bir ülkede bile olanaklıdır. Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistleri mülksüzleştirdikten sonra ve kendi ülkesinde sosyalist üretimin örgütlenmesinden sonra kendini diğer, kapitalist dünyanın karşısına koyacak ve diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekecek, onlarda kapitalistlere karşı isyanlar körükleyecek ve gerekliliğinde sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı hatta silah zoruna bile başvuracaktır"... (abç) (İnterYay. Leninizm, 4. Defter, Syf. 7-8.)

Lenin'in bu temel perspektifi, troçkizm ve onun değişik versiyonlarının iddia ettiği bir makalenin içinde geçerken söylenen şeyler değildir. Aksine, kapitalizmin emperyalizm aşamasının gösterdiği temel özelliklerden hareketle çıkarılan temel sonuçlardan birisidir. Bir ülkede "kapitalistleri mülksüzleştirdikten sonra kendi ülkesinde sosyalist üretimin örgütlenmesinden" bahsediyor. Yani bir politik devrimi takip etmesi gereken ve onunla kopmaz bir diyalektiksel ilişki içinde olması gereken toplumsal devrimden bahsediyor. Öylesine ortaya atılan bir fikir olmadığı için önce Avusturyalı sosyal demokrat olan Karl Renner, ondan sonra da ukala troçki polemiğe başlayarak itirazlar yükseltiyorlar. Onları başka marksizm düşmanları takip ediyor.

Önce Karl Renner'in bir tek ülkede sosyalizmin olanaklı olduğu tezine karşı söylediklerine bakalım. "... Proletaryanın egemen olduğu bir devletin varolduğu bir zaman çerçevesi içinde sosyalizasyon ne ölçüde gerçekleştirilebilir. Ve sosyalizasyon ne ölçüde gelecekteki bir enternasyonalin görevi olarak kalacaktır... Her türlü siyasi komplikasyonlar bir tarafa bırakılır ve salt iktisadi açıdan bakılırsa, şu önerme geçerlidir. Ne kadar güçlü görünürse görünsün hiçbir ulusal ekonomik bölgesi, bugün artık cezasız kalmadan dünya pazarının bütünlüğünden kopamaz! O halde demek ki, tek ülkede sosyalizasyon, proletarya bu ülkeye tam egemen olsa da, ancak dünya pazarının dolaşımının biçimleri ve kuruluşları buna izin verdiği ölçüde mümkündür!... Bu nedenle sosyalizmin tam zaferi, iktisadi yaşamın tam bir sosyalizasyonu imkanı her şeyden önce proletaryanın kapitalizmin ileri ülkelerindeki zaferine bağımlıdır ve dünya siyasal enternasyonali kurulmadan o etkide bulunamaz... " (age) Görüldüğü gibi Avusturyalı sosyal demokrat zaman geçirmeden Lenin'in düşüncelerine karşı savaş açarak "dünya siyasal enternasyonali" yani proletarya dünya ölçeğinde siyasal iktidarı almadan bir ülkede, o ülkenin "ulusal ekonomisi"ne kadar güçlü de olsa "sosyalist üretimin örgütlenmesi"si ne önce "kapitalist dünya pazarı" müsaade etmediği için olanaksızdır diyor.

Nispeten uzun bir alıntı da Troçki'den aktararak Lenin'inkiyle karşılaştıralım. O zaman Bolşeviklerin Merkezi Yayın Organı "Sosyal Demokratla yayımlanan Lenin'in makalesine atıfta bulunarak şöyle diyor Troçki. "... İktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. 'Sosyal demokrat' bundan tek ülkede sosyalizmin zaferinin mümkün olduğu ve bundan ötürü tek tek her devletle proletarya diktatörlüğünü, Avrupa Birleşik Devletleri’nin yaratılmasına bağımlı kılmaya gerek olmadığı sonucunu çıkardı... Ulusal zeminde mücadeleye başlarız ve sürdürürüz; devrimci bir Rusya'nın bir tutucu Avrupa karşısında tutunabileceğim ya da sosyalist bir Almanya'nın kapitalist dünyada izole kalabileceğini düşünmek umutsuz bir şey olurdu" (age). Avusturya, Almanya, İngiltere, Fransa diğer bir ifadeyle tüm Avrupa'da birleşik bir devrim olmadan Rusya ya da Almanya'da proletaryanın politik iktidarı ele geçirerek kapitalist dünyaya karşı direnebileceğini savunmak Troçki tarafından hayal ve/ya da "umutsuzluk" olarak değerlendiriliyor. O nedenle o, Ekim Devrimi konusunda içinde en küçük bir umut taşımıyor. "Birleşik Avrupa Devletleri"nde devrim olamayacaksa Rusya'da proletaryanın iktidara el koymasına hiç de gerek yok diyor.

Geçerken bir küçük nota ihtiyaç var. Türkiye devrimci hareketi içinde öteden beri Troçki'ye bir haksızlık yapılıyor. Bir bakıma ödüllendiriliyor yani. 1905 ve sonrasında Lenin, burjuvazi proletaryanın mücadelesini ezmek için köylülüğün desteğini almadan bunu başaramaz derken, Troçki 'köylülüğün Rus Devrimi'nin önemli bir yedeği olarak rolünü yadsıyordu. Sözde bir sosyalist devrim söylemi tutturuyordu. Bu tamamen lafızdaydı ve sahtekarca bir savunuydu. Ekim Devrimi'nden sonraki Troçki'nin çizgisinin gelişim eğrisini bilen, yani Troçki'yi "üzerine" yazılan yazılardan değil, onu doğrudan yazdıklarından takip eden ya da inceleyen her devrimci görecektir. Troçki sahtekar bir karşıdevrimcidir. O hiçbir zaman sosyalist devrimi savunmamıştır. Ekim Devrimi'nden önce proletaryayı yedeklerinden mahrum bırakmaya çalışarak devrimi çelmelemeye çalışmıştır. Ekim Devrimi günlerinde ve sonrasında Rus proletaryasının iktidarı alacağına ve zaferini pekiştireceğine karşı "umutsuzluk" yaymıştır/karşı çıkmıştır. Avrupa proletaryasının "devletsel desteği olmadan" Rusya'da iktidarı proletaryanın almasını gereksiz görmüştür. Bırakalım geri bir Rusya'da proletaryanın iktidarının pekişeceğini, "sosyalist üretimin örgütlenmesinin olanaklı olabileceğini, ileri kapitalist bir ülke olan Alman proletaryasının bile kıta Avrupası ve dünya devrimi izlemezse iktidarını kapitalist burjuvazi karşısında koruyamayacağına ilişkin olarak kesin "inancını" dile getirmiştir Troçki. O, 1930'lardan sonra da ileri bir ekonomik sanayii gelişme düzeyinden söz etmiş ama, devlet iktidarının "bürokratik bir kast" tarafından gaspedildiğini söylerken, proletarya iktidarını şiddet yoluyla ele geçirilmesinden dem vurmaya başlamıştır. Böylece pratikte emperyalist efendileriyle bu düşüncesine bağlı olarak proletarya iktidarına karşı komplolara girişmiştir. Va tabii ki sonuçlarına da katlanmıştır.

Lenin ve Bolşevik Partisi, Ekim Devrimi'nden sonra Avusturya, Fransa, İngiltere ve Almanya proletaryasının devrimci hareketine büyük bir dikkatle eğildiler. O zaman kıta Avrupa'sının proleter hareketinin devrimci yükselişini tahlil ederek sonuçlar çıkardılar. Yanısıra yoğun, yakın ve doğrudan ideolojik, politik vb. destek gösterdiler. Özellikle Alman proletaryasının gündemde olan sosyalist devrimine de büyük umutlar beslediler. Almanya proletaryasının zaferinin, Ekim Devrimi'ne ve Rusya'da sosyalizmin inşası, emperyalist abluka ve istila hareketleri karşısında büyük bir maddi destek olacağına inandılar. Hatta "Dünya Sovyetler Cumhuriyeti "ne doğru daha hızlı bir ilerlemenin imkanlarının son derece hazırlanacağına ilişkin duydukları inanç ve umuttan ötürü büyük bir devrimci heyecan duydular. Alman Devrimi'nin 1919 Ocak ayında aldığı yenilgiden sonra da dünya devrim sürecinin geriletilmiş olmasına rağmen Rus Bolşevikleri, dünya devrimi perspektifinde en küçük bir sapma göstermeden, daima hızlı ve büyük özverilerle kendi ülkelerinde sosyalist devrimi sürekli kılarak, sosyalizmin inşasına giriştiler.

Ekim Devrimi'nin içinde gerçekleştiği tarihsel koşullar, günümüz emperyalist dünya koşullarından önemli bazı farklılıklar gösteriyor olsa da bu değişme ve gelişmeler özsel bir değişiklik göstermiyor. Öncelikle emperyalist-kapitalizmin temel karakteristik özellikleri değişmeden duruyor. Lenin'in o günlerde tahlil ettiği dünya kapitalist emperyalist sistemin dünya proletaryası ezilen halklar ve sömürge uluslar bakımından açığa çıkardığı sonuçlar, bugün daha ağırlaşmış olarak yaşanıyor. Emperyalizmin "yeni dünya düzeni"nde giderek üretimin yoğunlaşması ve tekellerin birbirlerini yutma savaşı bütün hızıyla sürüyor.

Emperyalist kapitalizm yarattığı üretici güçlerle uzayın fethine çıkıyor, ama bu insanın kendine ve doğaya yabancılaşmasının da had safhaya ulaştığı bir aşamadır. Kapitalist düzen dünyanın damını delmekle kalmamış, onu bütünüyle yaşanmaz hale getirerek insanlığı felakete sürüklemektedir. 1980'lerden sonra ABD ve Avrupa emperyalistleri 200 milyon ton tehlikeli atık göndermiştir kendilerine bağımlı ülkelere. Kapitalizm insanlığı ahlaki çöküşün son sınırlarına kadar zorlamış bulunuyor. Fuhuş ve tecavüz olayları gündelik yaşamın önemli bir yerini işgal eder duruma gelmiştir. Esen liberalizm ve "serbest piyasa" rüzgarları ile eski Sovyet ülkelerinden kapitalist dünyanın hemen her tarafına giden kadınlar vücutlarını pazarlıyorlar. İnsanlığın yarattığı hiçbir uygarlıkta kadın bugünkü kapitalist dünyada olduğu kadar aşağılanmamıştır. Dünyanın açlar ve işsizler ordusuna her gün binlercesi daha katılıyor. Afrika'da her gün binlerce kişi açlıktan ölüyor. Dünyanın istisnasız bütün kapitalist ülkeleri yıllık bütçelerinin çok önemli bir bölümünü "güvenlik" harcamalarına ayırıyor. Devasa boyutlara ulaşan üretici güçlere rağmen insanlığın büyük çoğunluğu bugün açlık çekiyor.

Nereden bakılırsa bakılsın üretici güçler sokuldukları kabuğa sığmıyor. Emperyalist-kapitalist kabuk her geçen gün daha da zorlanıyor. Bilim ve teknolojinin gelişimi bir veya birkaç tekel elinde insanlığa yöneliyor. Avrupa Birliği içinde düşünülen ülkelerde işsizlik oranı yüzde 11'lere varıyor. İngiltere'de 4 milyona yakın işsiz var. Dünya piyasalarında bütün metalar serbestçe dolaşırken, işgücünün dolaşımı gümrük duvarlarına çarpıyor.

Burjuvazinin yarattığı kapitalist uygarlığın bütün gözeneklerinden güvensizlik, karamsarlık, adaletsizlik ve eşitsizlik fışkırıyor. Kapitalist emperyalizmin sömürü ve egemenlik ilişkileri temeli üzerinde kurulan uygarlığı, görülmemiş bir barbarlığa dönüşmüştür. Açlığın, işsizliğin, ulusal boğazlaşmaların, cinayetlerin, tecavüzlerin, alkol ve uyuşturucu kullanımının alıp yürüdüğü, antagonist sınıf çelişmelerinin dünya ölçeğinde keskinleşerek üst üste yığıldığı, her türden kitle kıyım silahlarıyla burjuvazinin egemenliğini sürdürebildiği tam bir barbarlık. Artık kapitalizm miadını doldurmuştur. Kısaca, uluslararası kapitalizm, her geçen gün kendisini var eden imkanları daha fazla tüketiyor. Bir toplumsal sistem kendisini var eden imkanları tüketince bir başka toplumsal sisteme dönüşmekten başka yol yoktur onun için. O nedenle çağımız proleter devrimleri çağıdır.

Ekim devrimi ülkesinde, on milyonlar sosyalizmin sembolleri, Lenin-Stalin posterleriyle sosyalizm mücadelesinin yoluna giriyor, yeni Ekim Devrimlerini, kendi anavatanında tekrar ve yakında görmesinin olanakları artıyor. Fransa'da milyarlarca proleter ve emekçi '96 ekiminde 1 gün yaşamı felç etti. Ortadoğu ve Latin Amerika ülkelerinin halkları emperyalizme yerli işbirlikçilerine karşı her gün daha ileri mücadelelere atılıyor. Kürt ulusu emperyalizme ve işbirlikçisi sömürgeci devletlere karşı ulusal kurtuluş mücadelesi yolunda yeni mevziler kazanarak ilerliyor. Yeni Ekim Devrimleri artık güncel bir olgu olarak daha çok belirginleşiyor. Emperyalizmin-kapitalist ölüm çanları çalıyor. Bunda umutlu olmak için yeterli neden vardır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi