İki Arnavutluk Ya Da Gerçekler Ve Yalanlar

Ramiz Alia yönetimindeki AEP aracılığıyla kapitalizm yoluna sokulan ve şimdilerde emperyalist dünya ekonomisinin bir parçası haline gelmiş bulunan Arnavutluk'un devrimci dönemine veya sosyalist kazanımlarına ilişkin spekülasyonlar ve palavralar durmak bilmiyor.

Günümüz Arnavutluk'unu yoksulluğa, karanlığa, toplumsal ve doğal kirlenmeye bulayan hainler ve emperyalist dünya burjuvazisinin sözcüleri yalan ve demagoji bombardımanıyla her şeyi tersyüz etmeye çalışıyorlar.

Elinizdeki yazı, nesnel veriler ışığında okuyucuya iki Arnavutluk'u tanıma ve kıyaslama olanağı yaratmayı amaçlamaktadır.

***

1989-'90 dönemecinde, başını Gorbaçov kliğinin çektiği Sovyet bürokratik burjuvazisinin, revizyonist ihaneti mantıksal sonucuna götürerek revizyonist blokun dağılmasına yol açmasının hemen ardından, AEP'nin ve sosyalist Arnavutluk'un emperyalist burjuvazinin önünde diz çökmesi geldi. Burjuvazi ve onun revizyonist, troçkist, Avrokomünist vb. uzantıları sosyalist Arnavutluk'un çöküşüyle Sovyet sosyal-emperyalizminin denetiminde bulunan revizyonist blokun çöküşünü, aynı sürecin organik parçaları olarak algıladılar. Ve sözümona sosyalizmin yaşanmış deneyimlerinden dersler çıkarma adına, üzerine 'sosyalist demokrasi' etiketi yapıştırılmış olan burjuva demokrasisini savunma çabalarını daha da yoğunlaştırdılar. Stalin'e ve onun SBKP'sine ve umursamaz gözükmeye çalıştıkları Enver Hoca'ya ve onun AEP'sine karşı dinmek bilmeyen bir burjuva sınıf kini besleyen bu akımların temsilcileri için Tito'dan Mao Zedung'a, Gomulka'dan Dubçek'e, Çavuşesku'dan Kim İl Sung'a, Honecker'den Togliatti'ye, Jivkov'dan Kastro'ya, Kruşçev'den Brejnev'e ve Gorbaçov'a kadar herkes -bazı "nüanslar" bir yana bırakılırsa "komünistti"-. Tekelci devlet kapitalizmi ile sosyalizm arasındaki ayrımı kavramamakta inat eden bu kişilerin kavrayış düzeylerinin, Engels'in anlatımıyla, genelevlerin devletleştirilmesini bile "sosyalist bir önlem" olarak görenlerin ya da devlet sektörünün kapitalist Türkiye ekonomisinde görece geniş bir yer işgal etmesinden yola çıkarak Türkiye'yi "son sosyalist devlet" olarak tanımlayan Tansu Çiller'in kavrayış düzeyinin üzerinde olmadığı açıktır. Onlar, Kruşçev, Brejnev ve hatta Gorbaçov'un adlarının simgelediği revizyonist ve sosyal-emperyalist Sovyetler Birliği'ni sosyalist olarak görmek ve göstermek, modern revizyonizmin ve varyantlarının dejenerasyon ve sefaletinin Marksizm-Leninizm'in hanesine yazmak suretiyle burjuvaziye ve emperyalizme paha biçilmez bir hizmet sundular. Dünyanın efendileri, sosyalizmin ve Marksizm-Leninizm'in işçiler ve diğer emekçiler katında kötülenmesine ve dünyanın hemen hemen her köşesinde bir dizi içtenlikli devrimcinin kafalarının bulandırılmasına olan katkılarından dolayı bu hainlere minnettarlık duyuyor ve onları bazen bir kaç kemik parçası atarak ödüllendiriyor da. Bu akımların, bilimsel sosyalizmle olan biçimsel bağlarını hala muhafaza eden temsilcileri, Sovyet bürokratik burjuvazisinin geleneksel kapitalizme, sözümona "serbest pazar ekonomisi"ne dönüşünden sonra da Çin, Küba, Vietnam, Demokratik Kore gibi ülkeleri sosyalist ve bu ülkeleri yöneten partileri marksist-leninist olarak nitelendirmeye ve dolayısıyla devrim ve komünizm davasına ihanet etmeye devam ediyorlar.

Ancak, içtenlikli devrimcilerin ve sınıf bilinçli proleterlerin, hatta ideolojik olarak sağlam olmayan ya da yeterince olgunlaşmamış komünistlerin de süre gelen bu karşı-devrimci kampanyadan şu ya da bu ölçüde etkilendikleri ve sosyalizmin kapitalizm karşısındaki üstünlüğüne olan inançlarını şu ya da bu ölçüde yitirdikleri bir gerçektir. Onların, sözünü ettiğimiz burjuva uşaklarının tersine, dostça eleştirilmeleri ve eğitilmeleri gerekiyor. Ve bu arada onların, başında Enver Hoca yoldaşın bulunduğu AEP'nin yönettiği sosyalist Arnavutluk'un 45 yıllık sosyalist inşa dönemi boyunca elde ettiği başarıları ve kazandığı zaferleri bilmesi, öğrenmesi ya da unutmaması gerekiyor. Sosyalizm, Avrupa'nın en geri ülkesi olan ve İkinci Dünya Savaşı öncesinden başlayan faşist işgal sırasında tümüyle harabeye dönen bu küçük ülkenin kahraman halkına, gerek daha önceki dönemle ve gerekse de revizyonist ihanet sonrası işbaşına gelen Berişa kliği dönemiyle karşılaştırılamayacak bir maddi ve kültürel ilerleme getirdi. Enver Hoca'nın Arnavutluk'unun iki süper devlete ve dünya gericiliğine karşı aldığı kararlı, uzlaşmaz ve enternasyonalist tutum ve AEP'nin Sovyet modern revizyonizmine, Maoizm'e, Troçkizm'e, Avrokomünizme vb. karşı yürüttüğü ideolojik savaşım bu yazının kapsamı dışında tutulacaktır. Bu yazı dikkatini, sosyalizm döneminde Arnavutluk'un kaydettiği ekonomik ve toplumsal ilerleme ve sosyalizm sonrası dönemde, özellikle Berişa yönetimi altında içine düştüğü sefalet ve alçalmayı gözler önüne sermeyi amaçlıyor. Önce, Arnavutluk'un faşist istilacılardan kurtuluşu sürecine değinelim.

Beş yüz yıla yakın bir süre Osmanlı İmparatorluğu'nun boyunduruğu altında yaşayan Arnavutlar, ancak 1912 yılında bağımsızlıklarına kavuştular. Ancak, bu tarihten sonra da emperyalistlerin ve komşu burjuva devletlerini yöneten şoven kliklerin saldırılarına uğramaktan kurtulamayan Arnavutluk, Nisan 1939'da yeniden faşist İtalya tarafından işgal edildi ve onu pençelerini Balkanlar'a uzatan nazi Almanya'sı izledi. O zamanlar bir milyon dolayında olan (1938'de 1,040,000) Arnavutluk halkı, İtalyan ve Alman istilacılarına ve onların işbirlikçilerine karşı 5,5 yıl boyunca kahramanca savaştı. Yüzölçümü 28,000 kilometrekareyi ancak bulan (Türkiye'nin Trakya bölgesi kadar) Arnavutluk'u işgal eden faşist güçlere karşı başında Arnavutluk Komünist Partisi bulunduğu halde savaşan Arnavutluk halkı, dünya halklarının faşist bloka karşı savaşına değerli katkılarda bulundu; bu kahraman halk, yurdunun yerle bir edilmesi pahasına yürüttüğü kurtuluş savaşı sırasında 15'ten fazla İtalyan ve Alman tümenini bozguna uğrattı ve 70,000 dolayında düşman askerini safdışı etti.

Faşist istilacılar, zaten son derece geri olan Arnavutluk ekonomisini ve ülkenin yetersiz alt yapısını iyice yıkıma uğratmışlardı. Savaştan önce, 1938 yılında aktif nüfusun yüzde 87'si tarımda, geriye kalan yüzde 13'ü ise sanayide ve ekonominin diğer sektörlerinde çalışıyordu. Sanayi ve zanaat üretimi, toplam üretimin yüzde 9,8'ini oluşturuyordu. Nüfusun yüzde 90'nı okuma yazma bilmiyor ve hiçbir yüksek öğrenim kurumunun olmadığı ülkede çok az sayıda okul bulunuyordu. Sağlık hizmetlerinin hemen hemen hiç olmadığı Arnavutluk'ta salgın hastalıklar ülkeyi kasıp kavuruyor ve ortalama yaşam beklentisi 38 yıl dolayında kalıyordu. AEP'nin resmi belgeleri savaştan sonraki durumu ise şöyle tanımlıyordu:

"Ülkemiz kurtulduğu zaman acıklı bir durumdaydı. Arnavutluk, savaşta çok büyük zarara uğramıştı. Ekonomisi temelinden sarsılmıştı. Büyük küçük bütün köprüler havaya uçurulmuş, karayolları, limanlar ve telefon şebekesi işlemez hale getirilmişti. Elektrik enerjisi yoktu, madenler çalışmaz durumdaydı ve yıkılmaktan kurtulan yeni fabrikalar bile hammadde yokluğundan dolayı çalışamıyordu. Bütün ülkede işsizlik yaygındı.

"Tarım da çok kötü bir durumdaydı: Toprakların bir kısmı işlenmemiş haldeydi; büyük baş hayvanların üçte biri, özellikle de yük hayvanları yok edilmişti.

"Mal yokluğu ve ulaşım araçlarının bulunmayışı yüzünden, ticaret tam bir durgunluk içindeydi. Hiç bir mali kaynak yoktu; bankadaki altın rezervi istilacılar tarafından yağma edilmişti; enflasyon görülmemiş bir dereceye varmıştı. Halk, kışa, giyecekten, yiyecekten ve barınaktan yoksun olarak giriyordu. Bütün ülke kıtlık ve salgın hastalık tehdidi altındaydı." (1)

AKP ve onun yönettiği Arnavutluk halkı, bütün bu zor koşulların yanı sıra; ABD ve İngiliz emperyalistlerinin ve gerici burjuvazi ve toprak ağalarının kalıntılarının örgütlediği karşı-devrimci çetelerle savaşmak, İkinci Dünya Savaşının son yıllarında —anti-faşist blokta yer alan güçler arasında varılan anlaşmalar uyarınca— Tiran'da üslenmiş bulunan ABD ve İngiliz Bağlantı Kurullarının ve Arnavutluk gericiliğinin ve burjuvazisinin yıkıcı eylemlerine karşı önlemler almak, Yugoslav revizyonistlerinin ve onların uzantılarının parti ve devlet aygıtı içindeki baltalama etkinliklerine karşı savaşım vermek zorundaydılar. Kasım 1941'de kurulmuş olması nedeniyle, çok kısa bir geçmişi ve son derece sınırlı bir deneyimi olan AKP, bütün bu güçlükleri, başında Stalin'in bulunduğu SBKP'nin ve Sovyet devletinin de desteğiyle, ama esas olarak kendi gücüne dayanarak aştı.

AKP'nin önderliğinde yürütülen anti-faşist ve anti-emperyalist kurtuluş savaşı, devrimin ilk aşamasında yalnızca istilacı faşist güçleri ve onların yerli işbirlikçilerini hedef alıyordu. Ancak, gerici burjuvazi ve toprak ağalarının faşist istilacılarla birlikte saf tutması ve AKP'nin bu savaşta tüm devrimci sınıf ve katmanlar üzerinde kendi proleter hegemonyasını kurması, bu savaşın devrimci niteliğini derinleştirdi ve anti-emperyalist demokratik devrimden sosyalist devrime geçişin temposunu hızlandırdı. Başını, Sovyetler Birliği'nin çektiği anti-emperyalist ve demokratik kampın İkinci Dünya Savaşından, güç, etki ve saygınlığını arttırarak çıkması, dünya ölçeğinde güç dengesinin devrim ve sosyalizm güçlerinden yana değişmesi, Arnavutluk'taki devrimci süreci hızlandıran son derece önemli bir dışsal etkendi. AEP resmi belgeleri bunu şöyle anlatıyor:

"Arnavutluk'ta kurulan halk iktidarı ve devlet üzerindeki önderliğin Komünist Partisinde olması, anti-emperyalist demokratik halk devrimini iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda sonuna kadar sürdürmenin gerekli siyasi şartlarını yarattı. Bu, devrimin kesintisiz gelişmesini ve sosyalist devrime derhal geçilerek sosyalist nitelikteki iktisadi ve sosyal değişikliklerin gerçekleştirilmesini mümkün kıldı." (2)

"Kurtuluştan sonra en acil sosyal ve iktisadi görevler, demokratik, anti-emperyalist ve anti-feodal nitelikteki değişikliklerin gerçekleştirilmesiydi. Bu, sonuna kadar sürdürülen halk devriminin kaçınılmaz ve mantıki sonucuydu.

"Ne var ki, halk iktidarının proletarya diktatörlüğünün görevlerini yerine getirmeye başladığı bu yeni siyasi şartlarda, Parti sosyalist nitelikteki meseleleri çözmeye başlamak için bütün bu demokratik dönüşümlerin sonuna kadar gerçekleştirilmesini bekleyemezdi; nitekim beklemedi de. Arnavutluk'taki sınıf güçleri dengesi, demokratik nitelikteki hızlı değişikliklerle sosyalist nitelikteki değişikliklerin aynı anda gerçekleştirilmesini mümkün kılmaktaydı."(3)

Devrimin zaferinden ve halk demokrasisi biçimindeki proletarya diktatörlüğünün kurulmasından sonra İtalyan ve Alman faşist istilacılarıyla işbirliği yapan sömürücü sınıf kesimleri siyasal, ekonomik ve yer yer de fiziksel olarak tasfiye edildiler. Öte yandan Arnavutluk Emek Partisi, devrimden hemen sonra kendisine karşı yalıtma politikası izlediği orta burjuvaziyi ve kulakları 1950'li yıllar içinde derece derece mülksüzleştirdi. Aynı süreçte, kentlerdeki küçük esnaf ve zanaatkarlar sanayinin ulusallaştırılması ve ticarette devlet tekelinin kurulması yoluyla ortadan kaldırılırken, kırlardaki orta ve küçük köylülük, yoksul köylülükle birlikte kooperatif çiftliklerde örgütlendi. AEP, kent ve kırın küçük üreticilerini ve küçük mülk sahiplerini sosyalist inşa sürecine ikna ve inandırma temelinde katarken, burjuvazinin ve diğer sömürücülerin ekonomik ve siyasal olarak tasfiyesinde kararlı ve uzlaşmaz bir çizgi izledi. Bu bakımdan, başında Enver Hoca'nın bulunduğu AEP'nin çizgisinin Rusya'da Buharin ve yandaşlarınca savunulan ve Çin'de Mao Zedung ve Çin revizyonistlerince uygulamaya geçirilen "kapitalistlerin sosyalizmde bütünleşmesi", burjuvaziyle sosyalizm döneminde barışçı işbirliği çizgisinin tam karşıtı olduğu belirtilmelidir. Enver Hoca, bu dönüşümler sonucunda 1960 yılına gelindiğinde nüfusun % 22.5'ini işçi sınıfının, % 62.7'sini kooperatifçi köylülüğün, % 13.6'sını aydınların oluşturduğunu, hemen hemen tümüyle ortadan kalkmış olan sömürücü sınıfların kalıntılarının ise nüfusun yalnızca % 1.1'inden ibaret olduğunu belirtiyordu.

Sosyalist Arnavutluk, Kurtuluş'tan sonra ekonomik ve toplumsal gelişmesine çok geri bir noktadan başlamasının yanı sıra, nüfusunun, yüzölçümünün, iç pazarının ve doğal kaynaklarının çok küçük ve az, dolayısıyla üretici güçlerinin gelişme potansiyelinin sınırlı olduğu bir ülkeydi. Öte yandan, bu ülkenin, çeşitli emperyalist ve gerici güçlerin (ABD, İngiltere, İtalya, Yugoslavya, modern revizyonist iktidarındaki Sovyetler Birliği ve bağlaşıkları) saldırgan eylemleri ve saldırı tehditleriyle karşı karşıya olduğu için, daha elverişli koşullarda ekonomik-toplumsal gelişmesi için kullanabileceği değerli kaynakları, anayurdun savunmasına ayırmak, hedef olduğu az çok sürekli ekonomik ve ticari ambargonun sıkıntılarını çekmek ve pek çok malı kendi sınırlı olanaklarıyla üretmek zorunda kaldığı hesaba katılmalıdır. Bütün bunlara, Parti ve devlet aygıtının yanı sıra, ekonomik organlar içinde de yuvalanan gizli revizyonistlerin ve onların yardakçılarının, plan ve hedeflerine ulaşılmasını güçleştiren ya da olanaksızlaştıran, baltalamalarının olumsuz etkileri eklenmelidir. Ancak, bütün bu olumsuzluklara ve olanaksızlıklara karşın Arnavutluk, Kurtuluştan sonra, ekonomik ve toplumsal alanda son derece önemli bir gelişme kaydetmiş, kitlelerin maddi ve kültürel gereksinimlerini giderek daha üst düzeyde karşılayan ve bir avuç sömürücü için değil, geniş emekçi yığınlar için üreten bir sosyalist ekonomi kurmayı başarmıştı. 1938'de, hemen hemen hiç sanayisi olmayan Arnavutluk'ta bu sektör —zanaat üretimi de içinde olmak üzere— ulusal gelirin ancak % 10'unu üretirken, bu oran 1983'de % 43'e çıkmıştı. 1938'de tarım dışı sektörlerde çalışan işçi sayısı 22 bin dolayında iken, bu rakam 1983'te 572.000'e ulaşmıştı. Sanayi üretimi, 1938-'84 yılları arasında 163 kat, 1950-'84 yılları arasında 40 kat ve 1960-'84 yılları arasında 5.5 kat artmıştı. Tarım üretimiyse aynı dönemlerde sırasıyla 4.3 kat, 3.4 kat ve 2.1 kat arttı. (Özellikle, gelişmekte olan bir ekonomide tarım üretiminin artış hızının sanayi üretiminin artış hızının gerisinde kalması kaçınılmaz olmakla birlikte, gene de sosyalist Arnavutluk'un, tarımda sanayide olduğundan daha az başarılı olduğu gözlemlenebilmektedir). Arnavutluk, hiç bir zaman 'zengin' bir ülke olmadı; ama o, burjuva ideologlarının göstermeye çalıştıklarının tersine, halkın yoksulluk içinde yaşadığı bir ülkede asla değildi. Devrim-öncesi dönemde çok daha geri, ulusal gelirin çok daha eşitsiz paylaşıldığı ve işçilerin ve diğer emekçilerin her an ve sürekli olarak açlık ve yoksullukla yüzyüze bulunduğu bir Arnavutluk vardı. En yüksek ve en düşük gelirler arasındaki oranın yasayla 2'ye 1 olarak saptandığı ve üretimde büyük bir atılımın gerçekleştirildiği sosyalist Arnavutluk'ta emekçi yığınlar, devrim öncesine kıyasla her bakımdan çok daha iyi yaşamaktaydılar. Her kesin işe, konuta, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanma olanağına sahip olduğu bu ülkede kimse, en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile görüldüğü gibi dilenmiyor, sokaklarda yatmak zorunda kalmıyor, hastane kapılarından geri çevrilmiyor, iş ya da gelecek güvencesinden yoksun bulunmuyordu. Burjuva kaynaklarında kabul ettiği gibi,

"Geçmişte....herkesin bir işi vardı."

(Economist Intelligence Unit: Country Profile:....Albania: 1992-'93; s. 35) Doğrulukları Batılı iktisatçılarca da genel olarak kabul edilen Arnavutluk istatistiklerine göre, 1938'de 38 yıl dolayında olan ortalama yaşam beklentisi, 1983'de 70'e çıkmış, 1951-'85 yılları arasında elektrik üretimi endeksi 1'den 217'ye, kimyasal maddeler üretimi endeksi 1'den 586'ya ve krom üretimi endeksi 1'den 31'e yükselmişti. Ekili alan miktarı 1938'de 292.000 hektardan 1983'de 710,000 hektara, tarımda kullanılan çekici güç gene aynı dönemde 109,300 BG'nden 1,036,500'e çıkmıştı. 1950-'82 yılları arasında gübre kullanımının 98 kat arttığı Arnavutluk'ta sulanan alanların toplam ekili alana oranı da 1938-'83 yılları arasında % 10'dan % 54.7'ye yükselmişti. Proletarya diktatörlüğü rejimi, sosyalizmi çok zor koşullar altında inşa etmesine karşın, kitlelerin sağlık, eğitim ve kültür gereksinimlerinin karşılanmasına son derece büyük bir önem verdi (Kendilerini "demokratik", proletarya diktatörlüğünü "despotik" olarak ilan eden kapitalist ve sözümona hümanist ve güleryüzlü revizyonist rejimlerin yaptığından çok daha fazla). Toplumsal-kültürel önlemlere ayrılan bütçe harcamaları, 1950-'83 yılları arasında 98 milyon lek'ten 2,233 milyon lek'e çıktı, ki bu, aynı dönemde kişi başına toplumsal-kültürel harcama miktarının 80 lek'ten 786 lek'e çıktığı anlamına geliyordu. 1960'ta Arnavutluk'ta yüksek öğrenimli uzmanların sayısı 4,200 dolayındaydı; oysa bu rakam 1983'te 56,000'e yaklaşacaktı. Aynı dönemde orta dereceli okullardan mezun teknisyenlerin sayısı ise 11,600'den 187,000'e yükseldi. İkinci Dünya Savaşından önce Arnavutluk'ta okul-öncesi eğitim yok gibiydi (1938'de 23 anaokulunda 2,434 çocuk). 1983'te ise anaokulu sayısı 2,931'e, eğitim gören çocuk sayısı 103,034'e ve bu okullarda görevli öğretmen sayısı 4,600'e çıkmıştı. Gene 1938-'83 yılları arasında toplam öğrenci sayısı endeksi 1'den 12.7'ye, genel orta dereceli okullardaki öğrenci sayısı endeksi 1'den 39.8'e ve mesleki nitelikteki orta dereceli okullardaki öğrenci sayısı endeksi ise 1'den 141'e yükselmişti. Sosyalist Arnavutluk'ta kültür alanında tam bir patlama yaşandığını söylemek bir abartma olmayacaktır. 1950-'83 yılları arasında profesyonel tiyatroların sayısı 4'ten 27'ye, sinemaların sayısı 35'den 105'e kültür ev ve ocaklarının sayısı 138'den 2,158'e, halk kitaplıklarının sayısı 12'den 45'e ve müzelerin sayısı 7'den 2,034'e yükseldi. Aynı dönemde tiyatro izleyicilerinin sayısı 138,000'den 1,676,000'e ve halk kitaplıklarında ki kitap sayısı 202,000'den 3,723,000'e yükselecekti. Kurtuluştan önce Arnavutluk'ta yalnızca 15 yataklı bir doğumevi bulunuyordu. Ana ve çocuk sağlığına büyük özen gösteren devrimci iktidar altında, 1950'de 365 olan doğumevi yatağı sayısı, 1983'te 4,397'ye çıktı; doğumların 1938'de yalnızca % 0.4'ü ve 1950'de % 19.5'i doğumevlerinde gerçekleşirken, bu oran 1983'te % 86.3'e çıkmıştı. 1938-'83 yılları arasında hastanelerdeki yatak sayısı 1,000'den 17,600'e, doktor ve dişçi sayısı 122'den 4,957'ye ve her onbin nüfusa düşen doktor sayısı da 1.2'den 17.4'e yükselmişti.

"Belirli bir toplumda kadınsal kurtuluşun derecesini genel kurtuluşun ölçüsü" (Engels) olarak ele alan marksist öğretinin bu ölçütü açısından da sosyalist Arnavutluk çok başarılı bir performans sergilemişti. Devlet işletmelerinde çalışan kadın işçi ve diğer çalışanların sayısı 1960-'83 döneminde 4.8 kat artmış, aynı dönemde bu işletmelerde çalışan kadınların toplam çalışanlara oranı % 25.1'den % 42.5'e çıkmıştı. Yüksek öğrenimli kadın uzmanların toplama oranı, 1965'te % 11.9'dan 1983'te % 34.4'e, mesleki nitelikteki orta dereceli okullardan mezun kadınların toplama oranı gene aynı dönemde % 35.4'ten % 47.1'e çıkmıştı. Kurtuluş sırasında % 90'ından fazlası, okuma-yazma bilmeyen kadınlar, 1990'da AEP üyelerinin % 33'ünü, yargıçların % 30'unu, halk konseyleri üyelerinin % 40'ını, işgücünün % 47'sini ve her düzeyde tüm öğrencilerin % 48'ini oluşturuyorlardı. 1990'da ABD Kongresinin (parlamento) üyelerinin yalnızca % 4'ü kadın iken, bu oran Arnavutluk Halk Meclisinde % 30'u geçiyordu. Lüks ürünlerin yokluğuna karşın, yabancı ziyaretçiler halkın beslenme düzeyinin iyi olduğunu, düzgün ve temiz giyindiğini ve iyi konutlarda yaşadığını belirtiyor ve ekonomik bakımdan ileri kapitalist ülkelerde bile halkın sıkıntısını çektiği evsizlik, yetersiz ve kötü beslenme türünden olayların Arnavutluk'ta görülmediğini söylüyorlardı. İşçilerin ve diğer emekçilerin emeklilik aylıklarının emeklilik zamanındaki aylığın % 70'ini bulduğu, devletin her yıl —halkın devletin yardımıyla yaptığından ayrı olarak— 15,000 dolayında konut inşa ettiği, nüfusun % 80'inin İkinci Dünya Savaşından sonra yapılmış olan konutlarda yaşadığı ve aylık kira miktarının bir işçinin üç günlük kazancı kadar olduğu bu ülkede toplumsal hizmetlerin minimum yeterlilik düzeyinin çok üstünde olmuş olduğu tartışma götürmez.

Peki, ABD ve Batı Avrupa emperyalistlerinin ve yeni Arnavutluk burjuvazisinin "demokratik" olarak nitelediği ve sahip çıktığı bugünkü rejim altında durum nedir? 45 yıllık "baskı rejimi" diye adlandırılan proletarya diktatörlüğünün yıkılışından sonra Arnavutluk ekonomisi ve Arnavutluk halkının yaşam standartları hangi doğrultuda gelişmiştir?

Sosyalizm koşullarında, kitlelerin —görece yavaş bir tempoyla da olsa— yaşam düzeyleri sürekli olarak yükselmekteydi. Bu, yerini işsizlik, enflasyon ve üretim düşüşü gibi olgularla karakterize edilen kapitalizme özgü bir ekonomik bunalıma bırakmıştır. Temmuz 1992'de Arnavutluk Ekonomi ve Maliye Bakanı Genç Ruli, 1992 ortalarında işsizliğin ülke çapında % 70 gibi inanılmaz bir rakama ulaştığı Arnavutluk ekonomisinin durumunu tanımlarken, "çöküş durumunda" anlatımını kullanıyordu. Proletarya diktatörlüğü altında enflasyon görülmez ve fiyatlar üretimin artışına paralel olarak düzenli bir biçiminde azalırken 1992'de % 300'e ulaşan yıllık enflasyon denetimden çıkmak üzereydi. Pek çok üründe fiyat denetiminin kaldırıldığı Kasım 1991 başından 1992 ortalarına kadar geçen dönemde fiyatlar % 400 dolayında artarken, ücretler değişmeden kalmıştı. 1991 yılında üretim 1990 yılı rakamının tam % 50 altındaydı! Ülkenin en büyük 300 sanayi kuruluşundan yarısının çalışmalarını durdurduğunu belirten bir kaynakta şunlar söyleniyordu:

"Ağustos ayında....hükümet çok sayıda mal ve hizmet için daha da büyük fiyat artışlarını yürürlüğe koydu. Kent içi ulaşım fiyatları 5 kat, kentler arası otobüs taşıma fiyatları 5.5 kat ve tren taşıma fiyatları 3 kat arttı. Kiralar iki katına çıktı, evlere sunulan gaz ve merkezi ısıtma bedelleri 3 kat ve ilaç fiyatları ortalama 2.5 kat arttırıldı."

(Economist Intelligence Unit: 'Country Report:....Albania', No. 3, 1992; s. 41) Aynı kaynakta ücretlerin fiyatlardaki patlamanın gerisinde kaldığı, yakın zamanlara kadar en yüksek biriktirim (tasarruf) oranına sahip olan ve 1950-'78 yılları arasında bankalardaki biriktirim hesaplarının tam 155 kat arttığı Arnavutluk'ta, 1991'den bu yana hüküm süren hiper enflasyonun bu hesapları değersiz bir hale getirdiği ileri sürülüyordu.

IMF'li efendileri gibi, Arnavutluk'taki gerici Berişa rejiminin savunucuları da bütün bu olumsuz gelişmelerin "serbest pazar ekonomisi"ne geçiş sürecinde yaşanması kaçınılmaz olan geçici sıkıntılar olarak niteliyorlardı. Ancak, özelleştirme adına kırlardaki ve kentlerdeki büyük ölçekli işletmelerin parçalanması ve yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmesi, yalnızca üretici güçlerin gelişmesi açısından geriye doğru atılmış bir adım olmakla kalmayacaktır. Bu aynı zamanda Arnavutluk ekonomisini kaçınılmaz olarak daha da batağa sokacak, onu daha da fazla dışa bağımlı hale getirecek ve emperyalist ülkeler için ucuz hammadde ve tarım ürünleri üreten bir yarı-sömürge ekonomisine dönüşecektir.

Sosyalist Arnavutluk hükümetini doğal çevrenin korunması için aldığı önlemler, kapitalizmin, burjuvazinin çıkarları doğrultusunda bir bir ortadan kaldırılıyor. Gerici Berişa rejimi insanın değil azami kârın amaç olduğu cehennemi en büyük hızla kurmak için üstün bir gayret gösteriyor! Doğal çevrenin korunması açısandan olduğu kadar, global ekonomik maliyeti açısandan da çok uygun olan kamu ulaşım sisteminin dağıtılıp, otomobil tekellerinin arzularınahizmet edecek bir yola girilmesi bunun örneklerinden birini oluşturuyor.

Sosyalist Arnavutluk'un Anayasası, Arnavutluk gibi küçük ve ekonomik potansiyeli sınırlı bir ülkenin bağımsızlığını tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle, dış borç alınmasını, yabancı sermaye yatırımlarına izin verilmesini ya da yabancı sermayeyle ortak işletmeler kurulmasını vb. —haklı olarak— yasaklamıştı. Bu %yüzden, sosyalist Arnavutluk, dünyada dış borcu bulunmayan biricik ülke konumundaydı. Berişa kliğinin başını çektiği yeni Arnavutluk burjuvazisinin iktidarının yolunu açan Ramiz Alia ve yardakçıları AEP Merkez Komitesinin Kasım 1990'da yapılan 12. Plenumunda 1976 Anayasasının bazı maddelerinde değişiklik yapılması için belirleyici adımı atarak Arnavutluk'un emperyalizmin bir yeni sömürgesi haline getirilmesini başlatmışlardı. Onlar, bunun için söz konusu Anayasanın 28. maddesini değiştirdiler (Alia ve yardakçıları, aynı zamanda, AEP'nin devletin ve toplumun biricik yönetici gücü olduğunu belirten 3. maddeyle, ateizmi devlet normu olarak kabul eden ve dinsel tapınakların açılmasını yasaklayan 55. maddeyi de değiştirdiler). Gururlu ve özgürlüğüne düşkün Arnavutluk halkının ulusal onurunu emperyalistlerin ayakları altına seren ve "kendi" yurdunu en yüksek bedeli ödeyecek olana satmaya hazır olan yeni Arnavutluk burjuvazisi ülkeyi bir dış borç tuzağına sokmakta da gecikmedi. Daha önce hiç dış borcu olmayan Arnavutluk'un 1992 yılı başında 500 milyon dolar dolayında olan dış borcu, 1992 sonunda 800 milyon dolara yükselmişti. Devlet başkanı S. Berişa'nın 1992 Mayıs'ında Avrupa Parlamentosuna başvurarak 'Arnavutluk'tan dış ülkelere göçün örgütlü bir biçimde özendirilmesini" ('Keesing's Record of World Events', Cilt 38; s. 38,920) savunması, bu teslimiyetçi çizginin mantıksal sonucundan başka bir şey değildi.

Sosyalist rejimin yıkılışından sonra ilkel ve vahşi bir kapitalizmin hüküm sürdüğü bir ülke haline gelen Arnavutluk'ta cinayet, hırsızlık, dolandırıcılık, silahlı soygun, uyuşturucu kaçakçılığı, örgütlü çeteler gibi kapitalizme özgü "uygarlık belirtileri" hızla yaygınlaşmıştır. Sosyalizm döneminde Arnavutluk'u ziyaret eden yabancı turistler, o zamanlar suç niteliği taşıyan olayların son derece ender olduğunu, bu ülkede herkesin gece gündüz tam bir güvenlik içinde yaşayıp dolaşabildiğini, otel görevlilerinin Albturist otobüslerinin peşinden koşarak yabancı turistlerin "unuttuğu" diş macunu tüplerini onlara götürdüklerini anımsıyorlar. Burjuva kaynaklarının da kabul ettiği gibi,

"Komünistlerin döneminde Arnavutluk'ta çok az şiddet suçu görülmekteydi."

('Facts on file', Cilt 52, No. 2679 (26 Mart 1992); s. 213). Aynı kaynak,

"21 Mart tarihli 'Washington Post' ve Londra'da yayımlanan 22 Mart tarihli 'Sunday Times' gazetelerine göre Arnavutluk'un her yanında şiddet suçlarının günlük olaylar durumuna geldiğini"

('Facts on file', Aynı yerde; s. 213) belirtmektedir.

Öte yandan, kendisini "demokratik" olarak reklam eden Berişa rejimi, R. Alia kliğinin yolundan giderek sosyalizm döneminde Arnavutluk halkına ve devrime ihanet etmiş olan ve bu suçlardan mahkum edilmiş bulunan kişilerin hepsini salıvermekle kalmamış, onlara ve ailelerine parasız ev vermek, onlara iş bulmak ve onların eğitim gereksinmelerini bedelsiz olarak karşılamak vb. suretiyle bu kişileri ödüllenmiştir. Ama, aynı rejim, uydurma ve dayanıksız savlarla, mahkemeye çıkarmadan önce 72 yaşında tam 1 yıl hücre hapsinde tuttuğu ve kimseyle görüşmesine izin vermediği Necmiye Hoca'yı, hem de resmi görevleri ve Enver Hoca'nın hastalığı sırasında tedavisi bağlamında yaptığı 886,000 lek (yaklaşık 5,900 pound) tutarındaki harcamalar nedeniyle, sözümona kamu fonlarını kötüye kullandığı gerekçesiyle 9 yıl hapse mahkum edebilmiştir. Ve aynı rejim, Temmuz 1992'de parlamentodan geçirdiği bir yasayla "Marksist-Leninist, Stalinist ya da Enverist" nitelikte partilerin kurulmasını yasaklayabilmiştir. Kasım 1991'de kurulan ve başında Enver Hoca'nın bulunduğu AEP'nin çizgisini izleyen Arnavutluk Komünist Partisi, bu yasaya dayanılarak yeraltına itilmiş ve önderlerinin bir bölümü bu yasaya dayanılarak zindanlara tıkılmıştır.

Arnavutluk Komünist Partisinin (daha sonra AEP) kurucusu ve önderi olan Enver Hoca, Arnavutluk halkının İtalyan ve Alman faşist istilacılarına karşı yürüttüğü kurtuluş savaşını yönetti. O, savaştan sonraki kapsamlı demokratik ve sosyalist dönüşümlerin gerçekleştirilmesinde, Yugoslav revizyonizmine ve Sovyet modern revizyonizmine karşı savaşımda belirleyici rol oynadı. Enver Hoca, daha sonraki yıllarda Arnavutluk'ta sosyalist inşanın ve sosyalist demokrasinin geliştirilip derinleştirilmesi, Çin revizyonizminin ('Mao Zedung Düşüncesi') iç yüzünün ortaya çıkarılması ve uluslararası komünist hareketin devrimci geleneklerinin muhafaza edilmesi için yürütülen savaşımlara da son derece önemli katkılarda bulundu.

Kendisini emperyalistlere satmış olan yeni Arnavutluk burjuvazisinin temsilcisi durumundaki Berişa kliği, bu büyük insanın cenazesine bile dayanamayarak kendi sınıfsal niteliğini bir kez daha ortaya koydu. Mayıs 1992'de, "....Enver Hoca'nın ve Emek Partisi'nin daha önceki yöneticilerinden 12'sinin ....cenazeleri Şehitler Mezarlığından kaldırıldı."

('Keesing's Record of World Events', Cilt 38; s. 38,920)

Arnavutluk'un ulusal kahramanlarından İskender Bey (George Castriot) bu ülkeyi 15. yüzyılda istila eden Osmanlı devletine karşı savaşan halka önderlik etmişti. Osmanlı güçleri, uzun savaşlar sonucunda Arnavutluk'u ele geçirdiklerinde —bu arada ölmüş olan— İskender Bey'in mezarını kirletmiş ve yıkmışlardı. Lenin'in yoldaşı, Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşasının ve İkinci Dünya Savaşında faşizmin yenilgiye uğratılmasının örgütleyicisi Stalin'in cenazeside Kruşçev-Brejnev kliğinin benzeri bir saldırısına hedef olmuştu. Bu hainler, iktidarı ele geçirmelerinden sonra Stalin'in naaşını Kremlin'deki mezarından kaldırdılar.

Berişa ve ortakları, Osmanlı istilacıları-nın ve Kruşçev-Brejnev revizyonistlerinin örneklerini izlemekle Enver Hoca'nın kişiliğinde Arnavutluk ve dünya işçi sınıfına ve halklarına duydukları sınıf kinini, emperyalist burjuvaziye besledikleri sınırsız sadakati dile getirmişlerdir.

DİPNOTLAR:

1- AEP Tarihi, Cilt II, s. 13-14

2- AEP Tarihi, Cilt II, s. 9

3- AEP Tarihi, Cilt II, s. 28

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi