Teorik-siyasal bir dergiye duyulan ihtiyacı “herkes” paylaşmaktadır. Marksist Leninist Komünistler bu alanda da üzerlerine düşeni yerine getireceklerini daha önce ilan etmişlerdi. Proleter Doğrultu bunun bir ifadesi olarak yayın yaşamına başlıyor
İki aylık periyodla yayınlanacak olan Proleter Doğrultu teorik-siyasal bir dergi işlevini yüklenecektir. Teori sorununa yaklaşım ve geçmiş sürecin bu açıdan değerlendirilmesi aşağıda ayrıca ele alınacaktır. Fakat burada vurgulanmalıdır ki proleteryanın ve sosyalizm mücadelesinin enternasyonalist tabiatına uygun olarak dergimizin sayfalarında çeviri ve tanıtım yazılarına yer verilmesine özel bir ısrar ve dikkat gösterilecektir. Bu komünistlerin, dünya devrimci ve komünist hareketinin deneylerinden, eyleminden öğrenme tarzını ete kemiğe büründürme çabalarının bir parçası olarak kabul edilmelidir.
Bu açıklamaları önemli gördüğümüz bir sorunu vurgulayarak noktalamak istiyoruz. Atılım, Proleter Doğrultu’nun yayın yaşamına başlayacağını ( bir yazı vesilesiyle) epeyce önceden duyurmuştu. Ancak bir gecikme yaşandı ve dergimiz arzulanan zamanda okuyucuya ulaşamadı. İkna edici açıklamalara sahip olmasına karşın yine de bu durumu hoş görmek olanaklı olmuyor. Bu nedenle de söz konusu geçikmeden ötürü okuyucudan özür dilemeyi bir görev sayıyoruz. Sorunla ilgili vurgulanması gereken ikinci yön ise şudur: Marksist Leninist Komünistler teorik çalışmaların öneminin bilincindedirler. Konunun gereklerine uygun bir işbölümü ve kurumlaşma için gerekli adımları atmakta istekli ve kararlı biçimde yollarına devam etmektedirler. Kuşkusuz gelecek dönem bunun ürünlerine tanıklık edecektir.
***
1960’lı ve 1970’li yıllarda Marksizm’in hızla fakat derinliğine değil genişliğine yayıldığı bir süreç oldu. Bu, teorinin bölük-pörçük ve belirgin bir seviye düşüklüğüyle öğrenilmesi anlamına geliyordu. Sonuçta sağlam bir marksist teorik temel yaratılamadı. Marksizm’in lafızını değil fakat metodunu, yaşayan canlı özünü kavrama yolunda ciddi adımlar atılamadı ve başta küçük burjuva ideolojisi olmak üzere anti-marksist dünya görüşleri kolayca etkin oldu.
‘60’lı yılların ikinci yarısında aydın çevreler, akademisyenler marksizm savunusunu politik ihtiyaçların, politik pratiğin dışında yürütmeye çalıştılar. Onlar böylece marksizmin özünü, dünyayı değiştirme eylemini rafa kaldırdılar. Teori sınıf mücadelesinde bir silah olma işlevini yerine getiremedi.
‘70’lerin başlarında, reformculukla devrimciliğin kesin biçimde ayrıştığı bu tarihsel dönemde yukarıda ifade ettiğimiz tipte aydınlara ve teoriye karşı büyük bir tepki gelişti. Aydınların teslimiyeti, onlara yönelik derin bir güvensizlik ve aşağılamayı biriktirdi. Aydınlar devrimci hareketten uzaklaşma, kaçma tavrını sergilerken, devrimci hareket saflarında da daha sonraki sürece damgasını vuracak olan aydınları itmek, aşağılamak tarzındaki sekter tutum filiz sürdü.
‘71 yenilgisi sonrası yeniden şekillenen devrimci örgütler açısından da teoriyi kavrayışta ciddi bir atılım yakalanamadı. Bu dönemin tipik özelliği teorinin ayağını Türkiye ve Kürdistan coğrafyasına basamamasıdır. Stratejik planlarını ayaklanma, halk savaşı, öncü savaş vb. tarzlarda ortaya koyan gruplar, destekleyici teorilerin bir özetini sunmak ve onları yaşadıkları topluma uydurmaya çalışmak yolundan yürüdüler. Sosyo-ekonomik ve sosyo-politik tezlerin dahi “tutulacak yola” göre oluşturulduğu bir garabete sürüklenildi. Örgüt ve mücadele biçimleri konusunda birbirini tamamlaması gereken unsurların birbirini inkarı tarzında döğüştürülmesi ucubeliğinin nedenlerini de yukarıdaki bakış açısında aramak gerekiyor. Ayaklarını yaşadığı topraklara basma çabası çok cılız ve etkisizdi.
Devrimci hareketin teorik gelişimi pratik-siyasal-örgütsel gelişiminin gerisinde kaldı. Bu onun sağlam bir teorik ya da düşünsel temele dayanmadığı anlamına gelir. Düşünsel savruluşlarının, siyasal gelişmeye hizmet edecek tutarlı, kalıcı görüşler oluşturamamasının nedenlerini açıklar. Ancak bu zayıflık aynı zamanda, devrimci hareketin geride bıraktığı yıllarla kıyaslandığında güdüklük ve varlığını koruma çabasıyla karakterize olan pratik, siyasal ve örgütsel trajedisinin de izahını verir.
Teorik çalışma ve aydın birikiminin sürekliliğinin sağlanamaması ile genel olarak örgütçünün teoriye ilgisizliği sürecin bir diğer önemli sorununu oluşturmaktadır. Türkiye, devrimci ve komünist aydın erezyonunun en yoğun olduğu coğrafyalardan birini oluşturmaktadır. Teorik çalışma yürüten kadroların belirgin olarak pratikten kopukluğu, pratiği küçümseme eğilimine kolayca kapılmaları, örgütlerden, onların ruh hali ve pratik yöneliminden kopmalarına yol açmıştır. Teorik çalışmalarla uğraşan böylesi kadroların büyük çoğunluğunun şu ya da bu dönemeçte hareketi terketmesi, örgütlerle özdeşleşememeleri, devrimin dolayısıyla da kolektifin hizmetinde bireyler olmayı başaramamaları, örgütsel anarşizm ve aydın bireyciliği yolundan burjuva liberalizmine yürümeleri bu durumun kaçınılmaz bir sonucu sayılmalıdır.
Bahsedilen zeminde günlük pratiğin yükünü omuzlamış kadrolar açısından da ciddi sorunlar yaşanmıştır. Deyim uygunsa pratik militanlar genellikle teoriyi önemsemememiş, hatta küçümsemişler, teorik çalışmayla uğraşanlar hakkında yarı istihzayla konuşmuşlardır. Sonuçta bu onların gelişimini sakatlamış, teorik düzeylerini sistematik olarak yükseltmelerinin önünde doğal bir set oluşturmuştur. Profesyonel devrimcilik konusundaki aşırı zayıflıkta da bu durumun küçümsenmez bir payı vardır.
Genel planda 80 öncesi olarak tarif edebileceğimiz dönemde teorik çalışma adına yapılanlar geliştirici değil engelleyici olmuştur. Bu herşeyden önce teorik çalışmanın skolastizmin cenderesine hapsedilmesinin, özetçiliğe, derlemeciliğe indirgenmesinin bir sonucudur. Kitabiliğin, teoriyi cansız bir dogma haline getirmenin kökeninde bu tarz vardır. Ve kuşkusuz bu, diyalektik materyalist yöntemden kopmayı ifade eder. Keza ideolojik bunalım, kavram kargaşası ve yürütenlerin içinden çıkamadığı, kendi çelişkileriyle labirentlere yuvarlandığı polemiklerin kaynağı da burada aranmalıdır. Skolastizm, derlemecilik ve özetçilik yolundan yürüyenler müthiş bir dar görüşlülükle ideolojik mücadelenin ana alanı olarak devrimci örgütler arasındaki savaşımı benimsemişlerdir. Grupsal sınırları keskinleştirmek, gruplar arasındaki “savaşın” ihtiyaçlarını karşılamak uğruna yürütülen “teorik çalışmalar” aşırı yapay ve yer yer komik sonuçlar üretmekle kalmamış, sınıf mücadelesinin gelişim ihtiyaçlarına yanıt verebilecek bir teorik çalışmayı da engellemiş, boğmuştur.
Aynı şey teorik çalışmayı savunulan ideolojinin metodolojisi temelinde yürütmek yerine, söz konusu dünya görüşünü, örneğin ‘80 öncesi moda olduğu üzere marksizm-leninizmi temsil eden veya ettiğine inanılan partinin-ülkenin söylediklerini yaşadığı coğrafyaya ikame etme veya hazırcılık tutumunda da yansımaktadır. Elbette böyle bir durumda kendi konumundan teoriyi zenginleştirme çabası ve eyleminin doğması mümkün olamazdı, olmadı.
Mao Zedung Düşüncesinin reddiyle Türkiye Kürdistan’da kendini vareden komünist hareket teoriyi, skolastik, derlemeci, siyasal mücadelenin ihtiyaçlarından kopuk tarzda ele alma pratiğinden kurtulmak istemişse de ‘80 faşist darbesi nedeniyle çok yol alamamıştır. İdeolojik ve pratik açıdan sürecin tüm sancı ve çelişkilerini yaşayan komünist hareket yüz yüze kaldığı tasfiyecilik koşullarında teori sorununa yaklaşım ve teorinin işlevi konularında geriye çekici yeni kavgalar yaşamış, fakat her şeye karşın bunları aşmayı başarmış ve bugün en açık ifadesini Marksist Leninist Komünistlerin şahsında bulan bir gelişme imkanı yaratmıştır. Bu açıdan geleceğe güvenle bakmak için yeterince neden vardır.
Günümüzde örgütlü ve birleşik bir uluslararası komünist hareket söz konusu değil. Ancak tek tek komünist grup ve partilerden bahsedilebilir. Üstelik bunlar arasındaki ideolojik birliğin düzeyi de belirsizdir. Oldukça yıkıcı bir kuvvetle esen karşı devrimci fırtınanın ardından ortaya çıkan dünya gericilik yılları, partileri, grupları, bireyleri sarstı. Devrimci atılım arayışı kadar tasfiyeciliğin, bilimsel inanç kadar umutsuzluk ve körleşmenin yön verdiği tartışma ve ayrılıklar yaşanıyor. Tüm bu kaos ve yıkım sürecinde diğerlerine marksist-leninist temelde yol açacak, bir adım önde yürüyebilecek güçlü bir partinin veya bir grup güçlü partinin varlığından da söz edilemez. O halde tek tek ülkelerdeki parti ve gruplar marksist-leninist ideolojiyi savunmak, bugünden yarına ihtiyaç duyulan teorik aydınlığı sunabilmek için kendilerine güvenmek, varlıklarını merkeze koymak ve üzerlerine düşen ağır sorumlulukların bilinciyle hareket etmek zorundadırlar. Bu komünist öncülere, teorik çalışma alanında her türlü kendiliğindencilik ve amatörlükten kurtulma, bu amaçla gerekli örgütsel ve pratik adımlar atma görevi yüklemektedir.
Komünistler, marksizm-leninizmin temel ilkelerini savunma konusunda ‘dogmatik’ olmayı sürdürmelidirler. Bunda en küçük bir tereddüt veya zaaf gösterilemez. Ancak temel ilkelere uygun düşen yolda yürüyüşte, bastıkları toprakların ve dünyanın verili koşullarına uygun bir teorik çalışma ve teorik inşa konusunda kitabi veya dogmatik olmamalıdırlar. Bu zeminde yapılması gereken marksist metodu, diyalektik materyalizmi ustaca kullanmayı başarmak, yaratıcı, geliştirici, siyasal mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veren görüşler oluşturmaktır.
Teorik çalışmayı proletaryanın sınıf kavgasının veya siyasal mücadelenin ihtiyaçlarından kopuk, onu yanıtlamayan bir entellektüel faaliyet olarak gören anlayış, komünistler bakımından kabul edilemez. Burada bakış açımıza yön veren temel görüş komünist teorinin dünyayı açıklamayı değil değiştirmeyi ifade ettiğidir. Böyle bir teorik çalışma ancak proletaryanın iktidar kavgasının ya da siyasal mücadelenin ihtiyaçları temelinde gerçekleştirilebilir. Nitekim Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in gerek “yerel” gerekse de uluslararası sorunları ve tartışmaları ele alan pek çok eseri sınıf mücadelesinin o süreçteki ihtiyaçlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Aydınların keyfi, öznel projeciliğine hapsolmuş veya devrimci eylemin dolaysız derslerine dayalı olmayan teoriciliğin komünistlerin tarzı olmadığı ve olamayacağı kuşkusuzdur.
Marksist Leninist Komünistler ideolojik mücadeleyi ve teorik çalışmaları kısaca özetlediğimiz bu değerlendirmelerin ışığı altında yürüteceklerdir.
Marksizm-leninizmin savunulması, dünyanın ‘güncel’ gelişmeleri zemininde bilimsel özünün kör gözlerin bile algılayabileceği şekilde ortaya konulması; burjuva ideolojisinin her görünümüyle kesin bir hesaplaşılmaya gidilmesi, dünya komünist hareketinin ve devrimci eylemin zayıflığı koşullarında burjuvaziye geçen ideolojik saldırı üstünlüğünün yeniden ele geçirilmesi ve güçlü hamlelerle dostun-düşmanın sarsılması; demagoji ve spekülasyon malzemesi haline getirilmesi bir yana, tek tek birey ve gruplarda ideolojik-siyasi erozyona yol açan, sosyalist ülkelerde burjuva karşı devrim sorunu ve süreci hakkında komünist görüşün netlikle ifade edilmesi görevleri başarılmak için komünistlerin önünde durmaktadır. Hiç kuşkusuz bu aynı zamanda enternasyonal örgütsel birliğin aciliyetini de gözler önüne sermektedir.
Marksist Leninist Komünistler tüm bunların bilincindedirler ve devrimin buyruklarını yerine getirme yolundan ilerleyeceklerdir. Proleter Doğrultu’nun yönü budur.