2010 yılı, sınıf mücadelesinin birçok cephesinde temel önemdeki gelişmelerin muştusunu taşıyor. Ezenlerin 2007'deki topyekûn saldırısına 2008-09 yıllarında ezilenlerin direnişlerinin çeşitli biçimler altında kabaran bilançosu, 2010'da devrimci bir atılımı olanaklı kılan anlamlı bir mücadeleler birikimini oluşturuyor.
2010, sınıfsal, ulusal ve cinsel kurtuluş mücadeleleri bakımından hangi gündemlerle geliyor?
Öncelikle, 2010, Türkiye'de Ağustos 2009'da başgösteren, dünyada Eylül 2008'den beri süregelen ekonomik krizin sosyal sonuçlarına doğru derinleşeceği bir yıldır. Ekonomik krizden çıkış konusunda bir burjuva iyimserliğinin damgasını vurduğu 6-7 Ekim IMF-Dünya Bankası Zirvesi'nde söylenenlere bakılırsa;
"Küresel krizin bir sonucu olarak, bu yıl 59 milyondan fazla insan işini kaybedecek." (DB Başkanı Zoellick)
"Afrika'nın Sahra altındaki azgelişmiş bölgelerinde 30 bin ila 50 bin bebek, krize bağlı olarak bakımsızlıktan ve yetersiz beslenmeden ölebilir." (Zoellick)
"2010 yılı boyunca pek çok ülkede işsizlik artmaya devam edecek." (IMF Başkanı Strauss-Kahn)
"Dünya Bankası rakamlarına göre, krizden sonra 90 milyon insan ağır yoksullukla karşı karşıya kalacak." (Strauss-Kahn)
"Düşük gelirli ülkelerde bu, bir ölüm kalım meselesi. Bu ülkelerde toplumsal huzursuzluklar, siyasi istikrarsızlıklar ve hatta savaş bile görülebilir." (Strauss-Kahn)
Bütün bu öngörüler, artık krizin dip noktasından çıkıldığını ve "korkunun, umuda dönüştüğünü" iddia eden emperyalist temsilcilerce yapılıyor. Demek ki, emperyalist tekellerin krizden çıkış reçetesi, işsizliğin ve yoksulluğun artışını gerektiriyor. Kapitalist ekonomik çevrimde krizden çıkış yönünde bir ilerleme olması, burada işsizliği ve yoksulluğu geriletmiyor. Aynı seviyede de kalmıyor. Hatta kötüleşiyor! Böyle bir iyileşmenin yaşanıp yaşanmayacağı ise ayrı bir tartışmadır.
Öyleyse 2010, kapitalist ekonomik çevrimdeki olası kıpırdanmaların, işsizleşme ve yoksullaşma yoluyla sağlanacağı bir yıl olacaktır. Kriz yıkımının ve direnişin özel bir yılı olacaktır. 2010'un hemen eşiğinde, 25 Kasım grevi, Tekel işçilerinin direnişi, itfaiye, demiryolu ve belediye işçilerinin çetin mücadeleleri üst üste binerek dikkatlerimizi, gerçeğin bu yönüne çekiyor. Sermayenin başkentine adeta bir direnç karargahı kuran Tekel işçileri, mücadelelerini, konfederasyonlara genel grev kararı aldırtmaya kadar vardırdılar. İşçi sınıfı direnişlerinin bu 'ani' yoğunlaşması, kriz yıkımının yeni bir düzeyini haber vermekte ve bu yıkıma karşı direnişin yeni biçimlerini açığa çıkarma görevine işaret etmektedir. Temel tüketim mallarına (doğalgaz, elektrik, kent içi ulaşım vb.) ağır zamlar, yeni özelleştirme kararları, sağlık alanında yeni ticarileştirme projeleri, hükümetin 2010 gündemi maddelerindendir.
2010 ayrıca, 12 Eylül askeri faşist darbesinin 30. yıldönümüdür. Yarı-askeri faşist rejimi kurumsallaştıran cuntanın suçları, mevcut rejim tarafından devralınmış ve sürdürülmektedir. 12 Eylül, anayasasıyla, YÖK'üyle, 24 Ocak'ta başlatılan neoliberal programıyla, RTÜK'üyle, MGK'ya verdiği özel rolle, darbe suçlularının hâlâ anayasal olarak korunmasıyla vb. yaşamaktadır.
Eylül darbesiyle yüzleşme ve hesaplaşma, hiçbir biçimde, kurulu rejimle hesaplaşmadan ayrılamaz, onunla bütünlük arz eder. 24 Ocak kararlarıyla hesaplaşma, AKP'nin kriz yıkımını emekçilere yaşatan ekonomi politikalarıyla hesaplaşma ile iç içe geçer. Devrimcilerin idamlarının yıldönümleri, onları anmak kadar, rejimin işlediği sayısız yargısız infaz, faili meçhul cinayet, gözaltında kayıp vb. suçlarla hesaplaşmanın vesilesidir. Darbecilerden hesap sormak için atılacak her somut politik adım, özgürlük mücadelesine yeni ufuklar ve alanlar açacaktır. 2010 yılının tamamına, bir 'yüzleşme ve hesaplaşma yılı' karakterini kazandıran bir durumdur bu.
DTP'nin kapatılması, AKP hükümetinin yürüttüğü tasfiyeci 'açılım' politikasında önemli bir virajdı. Kuşkusuz 'açılım' bitmedi, ama DTP'nin Kürt hareketinden kopartılarak rejimin yanına çekilmesi hamlesinin başarısız olduğu net biçimde açığa çıktı. Kürt ulusal demokratik hareketi, bu koşullarda, 2010 Newrozu'nda politik finalini bulacak bir mücadele hamlesinin başlangıcındadır. Demokratik Toplum Kongresi, 'Demokratik Özerklik' temelinde yaptığı açıklamayla, yeni bir anayasa ve yeni bir ulus tanımı çağrısı ile bu hamlenin siyasal çerçevesini çizmiştir. Türk halkının barış ve kardeşlik mücadelesine omuz vermesiyle, bu hamle halklarımızın ortak bir demokratik mücadele hamlesine dönüştürülebilir.
2010, Dünya Emekçi Kadınlar Günü 8 Mart'ın kabul edilişinin 100. yıldönümüdür. 1910'da Kopenhag'daki 'Uluslararası Emekçi Kadın Konferansı'nda, Clara Zetkin'in önerisiyle, ABD'de bir fabrikada canlı canlı yanan işçi kadınların anısına, 8 Mart, kadınların bir uluslararası eylemve dayanışma günü haline getirildi. Sosyalist kadınlar, 8 Mart'ın 100. yılını 'kadın devrimi' çıkışıyla selamlıyorlar. 2010, bu bakımdan da erkek egemen düzenle bir yüzleşme ve hesaplaşma yılına dönüşüyor. 2011 'de, 8 Mart'ın sokakta kutlanışının 100. yıldönümünde ise dünyanın pek çok ülkesinden kadın örgütleri, Venezuela'da bir uluslararası kadın buluşması örgütlüyor.
2010'da Avrupalı emperyalistlerin 'İstanbul Kültür Başkenti' projesi yaşama geçiriliyor. Emeğin başkenti İstanbul, emekçilerden ve yoksullardan 'temizlenmek' ve bir finans kenti haline getirilmek isteniyor. Neoliberal 'kültür başkenti' projelerinin daha önce gerçekleştirildiği şehirlerde olduğu gibi, İstanbul'da da bu yıl 'kentsel dönüşüm' saldırısının yoğunlaşması beklenebilir. Öyleyse, bu neoliberal kent projesi karşısında kent yoksularının konut hakkı için direnişi de öngörülebilir. Konut Hakkı Koordinasyonu'nun 4-7 Şubat'ta İstanbul'da ev sahipliği yapacağı 'Uluslararası Kent Yoksulları Buluşması' bu gerçeğin bir yansıması ve ifadesidir.
2010'da İstanbul, Avrupa Sosyal Forumu'na (ASF) da ev sahipliği yapıyor. "Başka bir dünya gereklidir" sloganını yükselten Avrupalı ezilenler, üç kıtanın merkezindeki İstanbul'da buluşuyor. 1-4 Temmuz tarihlerinde İTÜ Taşkışla kampüsü merkezli olarak gerçekleştirilecek Avrupa Sosyal Forumu, bu forumun tarihindeki en militan ve görkemli, antiemperyalist karakteri en belirgin forum olmaya aday. En büyük emek ve meslek örgütlerinin (DİSK, KESK, Türk-İş, TMMOB) yanı sıra, belli başlı tüm emekten yana politik partilerin içinde yer alacağı bu forum, yeniyi arayan on binlerin buluştuğu, tartıştığı ve eyleme geçtiği bir merkez olacak.
İstanbul ASF, aynı zamanda, Türkiye'de 5 yıllık bir mazisi bulunan Sosyal Forum hareketinin olgunlaşmasının yeni bir düzeyini de ortaya çıkaracak.
Son üç yıldır, merkezinde İstanbul-Taksim Meydanı'nın durduğu 1 Mayıs mücadeleleri, 2009'da bir eşiği aştı. İlk kez meydanın kısmen de olsa özgürleştirildiği bir düzey yaratıldı. Bu düzeyin kazanımlarına basarak, Türkiye işçi sınıfı bu yıl, Taksim Meydanı'nın tamamen özgürleştirilmesini sağlayabilir ve yüz binlerce emekçinin buluşmasını gerçekleştirebilir.
Ana hatlarıyla bir panoramasını sunduğumuz 2010 yılı, belli ki çok zengin sınıf mücadelesi deneyimlerine gebedir.