Ayaklanma, grev, işgal, direniş, boykot gibi mücadele biçimleri devrim mücadelesinin hazırlığını, inşa etmenin ve var ediş koşullarının en önemli momentleridir. Bu momentler devrim mücadelesinin gelişim sorunlarının, hangi yol ve yöntemle yürünmesi gerektiğinin belirlenmesinde, devrimci dinamiklerin birliğinin oluşturulmasında, politik özgürlük sorununun bir devrim sorunu olduğunun bilincine varılmasında, devrimci programın ve stratejisinin temel çizgilerinin doğru anlaşılması ve kavranılmasında doğrultuyu gösteren pusuladır. Fransa'da komün, Rusya'da Sovyetler, İtalya’da işçi konseyleri, Çin'de kızıl siyasi iktidar gibi devrim mücadelesine enerji taşıyan, önünü açan, durdurulmaz nehirler haline getiren ya da Almanya’da, İran’da, Nepal’de devrim mücadelesinin neden yenildiğini kavratan deneyimleri okumak ve derinleşmek siyasal savaşımda ustalaştırır.
Geçmiş deneyimlerin gücü, gelenekler, tarih bilinci devrim mücadelesinin politik hazırlık iradesini güçlendirir, stratejinin temellerini kavratır. Tarih bilincine dayanmayan ve öz deneyiminden öğrenmeyen bir komünist öncünün bugünden yarını kurması, devrim mücadelesinin dinamiklerini kavraması, geliştirmesi, hazır güçleri ve olanakları belirlemesi, birleşik mücadelenin kurulması için mücadele etmesi, sınıf savaşımı pratiğine uygun mücadele biçim ve araçlarını örgütlemesi, kitle hareketine önderlik etmesi, kolektif bir hafıza oluşturması, karşı devrim cephesinin politikalarını kavraması olanaksızdır.
Bu yazının amacı iki ayaklanmanın hangi maddi koşullar içerisinde gerçekleştiğini, karşı devrim cephesinin politikalarını, emekçi sol hareketin hazırlığını, önderlik düzeyini, geliştirilen mücadele biçim ve araçlarını, fiili mücadele çizgisini oluşturan halkaları inceleyerek, geçmiş mücadele deneyimlerini devrimin günceliği ile buluşturmayı, hafızayı tazelemeyi ve devrimin doğrultusunu anlamayı hedeflemektedir.
Yol gösteren direniş: 15-16 Haziran
15-16 Haziran işçi direnişi Türkiye işçi sınıfı mücadele tarihindeki işçi sınıfının toplumsal-maddi güce dönüştüğü, mücadeleyi sendikal haklar içerisinde sınırlamadığını beyan ettiği, kolektif ve kitlesel ilk başkaldırısıdır. Burjuva devletin ayarlarını bozan, yasalarını tanımadığını beyan eden, rejimin Osmanlı oyunlarına ve taktiklerine biat etmeyen, açık şiddetine ve zora karşı sınıf bilincini kuşanan, faşist saldırıları artıran rejimi alt üst eden, yıkıcı gücünü radikalliği ve dinamizmiyle gösteren, politik özgürlük olmadan işçi sınıfının kurtuluşunun olamayacağını açığa çıkartan bir momenttir. Ayaklanmaya katılan 150 bin işçiyle "Varım, varız, var olacağız" çağrısını tarihe yazdıran, işçi sınıfının varoluş gerçekliği ve devrimci rolünü devrimci örgütlere hatırlatan, toplumsal mücadelede gelenek oluşturan, ayaklanmalara sendikaların önderlik edemeyeceğini ve komünist partinin eksikliğini gösteren bir direniştir.
Uluslararası bağlamda da toplumsal ve sınıfsal mücadelenin gelişimi, Fransa, İtalya ve Çekoslovakya’da işçi ve öğrencilerin örgütlediği işgal, grev ve konsey hareketleri, ABD emperyalizmini gerileten Vietnam ulusal direnişi, Filistin'de yükselen gerilla hareketi, Çin ve Küba devrimi, yükselen radikal kadın hareketleri toplumsal ve sınıfsal mücadelelerin birbirinden hızlı etkilenmesini, sistem karşıtı hareketlerin isyancı ve yıkıcı karakterinin benimsemesi dünyada kitle hareketlerini ve devrimci mücadelelerinin yükselmesini sağladı. '68 hareketinin küresel isyanı ve sistem karşıtlığının birikimlerinin yansıması Türkiye'de de gerçekleşti.
1960'larda kapitalizmin hızlanan gelişmesiyle birlikte kentlerde işçi sınıfı '60-70’li yıllarda sayısal olarak büyür. Sendikal mücadele deneyimi ve sınıf bilinci geliştir. Grevin yasak olduğu bu dönemde 15-16 Haziran 1961 Saraçhane mitingi, Kavel ve Paşabahçe grevleri, Derby fabrika işgali, Alpagut maden ocaklarına işçiler tarafından el konulması ve özyönetim deneyimi, kamu emekçilerinin örgütlenmesi ve eylemleri, 1969 yılında eğitim alanında çalışan 120 bin öğretmenden 105 bin öğretmenin örgütlü ilk fiili grevi, yoksul köylülerin 27 yerde toprak işgalleri, öğrenci gençliğin işgal ve boykot eylemleri, DİSK'in sendikal örgütlenme ve mücadele alanında gelişen etkinliği 15-16 Haziran ayaklanmasını örgütleyen dinamiklerdir.
1967 yılında DİSK'in kurulması ile anayasada bir hak olan ama işçi sınıfının kullanmasının yasak olduğu grev, fabrika işgalleri, polis ve jandarma ile çatışma gibi mücadele biçimleri öne çıkmaya başladı. 1963 yılında grev hakkını kazanan işçi sınıfı, 1963-70 yıllara arasında 513 grev gerçekleştirdi. 545 bin üyesi olan Türk-İş, DİSK'in kurulmasından ve işçilerin Türk-İş üyeliğinden istifa edip DİSK'e geçmesinden rahatsızdı. Mücadeleci sendikacılığın gelişmesi sarı sendikacılığın yüzünü açığa çıkartıp deşifre ederken büyük patronların korkusunu da misliyle artırıyordu.
11 Haziran 1970’te Başbakan Süleyman Demirel öncülüğünde, Adalet Partisi (AP) ve CHP el ele vererek, başta Koç grubu gelmek üzere, işbirlikçi tekelci burjuvazinin isteklerine uygun, yeni bir sendikalar yasası ile grev, toplu sözleşme ve lokavt yasası çıkardılar. Oylamada 230 kabul, 4 ret oyu kullanıldı. Amaç, 1962'den itibaren serpilip gelişen işçi sınıfı mücadelesinin kazanımlarını yok etmek, DİSK'i ve bünyesindeki sendikaları etkisizleştirmekti. İşçi sınıfı, buna, bugün üzerinden yarım asır geçmesine karşın, deney olarak ve işçilere kazandırdığı onurla yaşamayı sürdüren 15-16 Haziran ayaklanmasıyla cevap verdi. DİSK üyesi kadın ve erkek işçiler ile onlarla omuz omuza dövüşen Türk-İş üyesi kardeşleri sınıf düşmanın iradesini kırıp saldırıyı püskürttüler.
Yeni yasa DİSK’te somutlaşan işçilerin mücadeleci çizgisini ve DİSK’in inisiyatifini geriletmek ve kırmak ve sendikal harekette de Türk-İş’in hegemonyasını tahkim etmeyi hedefliyordu. O dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’ün “Çok yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız” açıklaması hükümetin ne planladığını ortaya koyan net bir konuşmaydı. Sermaye de bütün gücüyle yasa değişikliğinin arkasındaydı. CHP ve sendikacıları da bu faşist yasaya destek verdi.
14 Haziran 1970’te çıkarılan yasaya karşı DİSK miting yapma kararı aldı. Direnişi örgütlemesi için anayasal direniş komiteleri kurdu.15 Haziran sabahı İstanbul ve İzmit’te toplam 115 işyerindeki 70 bin işçi Türk-İş’in ve patronların tüm engellemelerine rağmen iş bıraktı ve üretimi durdurdu. İşçiler, İstanbul’da üç koldan, İzmit’te iki koldan büyük gruplar halinde yürüdü. Emekçi halkın, gençlerin ve kadınların katılımıyla kitleselleşen yürüyüş kolları yolları trafiğe kapattı. Halk evlerinden, pencerelerinden alkışlayıp çiçekler atarak desteğini sundu. Bazı fabrikalarda patronlar işçilerin eyleme katılmasını engellemek için fabrika kapılarını açmadı. Bunun üzerine işçiler fabrikadaki üretimi durdurarak direnişe katıldı.
Kadıköy bölgesindeki işçiler Ankara yolu ve Otosan üzerinden Kartal'a, Eyüp bölgesindeki işçiler Topkapı'ya, Levent bölgesindeki işçiler Taksim'e doğru yürüyüşe geçerken iktidar, işçilerin yürüyüş kollarının birleşme noktalarını asker ve polis barikatlarıyla kuşattı. Kolların birleşmemesi için Galata Köprüsü kaldırıldı. Yürüyüş kolu üzerindeki birçok noktaya da barikat kuruldu. Valilik binasının etrafı işçiler tarafından kuşatıldı. Binlerce işçi kurulan barikatları taş ve sopalarla yıkarak buluşma noktalarına yürüdü.
İşçi sınıfının kararlı ve militan duruşu, kitleselliği ve örgütlülüğü karşısında paniğe kapılan Demirel hükümeti Emniyet Müdürlüğü’nü direnişin dağıtılması ve bitirilmesi için göreve davet etti. Türk-İş işçilerin eyleme katılmasını engellemek için bildiriler hazırladı, basın açıklamaları yaptı. DİSK yöneticileri ise işçilerin kendilerini aşması üzerine eylemi bırakmaya, sağduyulu olmaya, asker ve polisle karşı karşıya gelmemeye davet etti.
16 Haziran günü 168 işyerinden -121 işyeri Türk-İş'e bağlıdır- eylemlere katılan işçilerin sayısı 150 bindi. İşçilerin yürüyüş kollarının birleşmesini engellemek için tüm vapur seferleri iptal edildi, Anadolu yakasına geçmek isteyen bazı işçiler motor ve sandallarla karşıya geçti. İzmit'ten işçiler Ankara yolunu keserek İstanbul'a yürümeye başladı. Devletin tüm yasaklarına, şehir merkezlerinde kurulan çift asker ve polis barikatlarına, devlet terörüne rağmen binlerce işçi “Birliğimiz gücümüzdendir” fikriyle önlerine kurulan barikatlara yüklendi ve yıktı. En şiddetli çatışmalar Kadıköy Yoğurtçu Parkı çevresinde yaşandı. Kaymakamlık binası ateşe verildi, polis araçları yakıldı, Adalet Partisi binaları tahrip edildi. 200 işçi yaralandı, 160 işçi gözaltına alınırken, polisin açtığı ateş sonucu Mutlu Akü işçisi Yaşar Yıldırım, Vinylex işçisi Mustafa Baylan, Maltepe TEKEL işçisi Mehmet Gıdak şehit düştü, Abdurrahman Bozkurt adlı esnaf öldü.
Direniş İstanbul'la sınırlı kalmadı. Ankara'da Basın-İş üyesi işçiler ulusal basımevi ve Ulus gazetesi binalarını işgal etti, İzmir, Bursa ve Adana'da küçük çaplı eylemler gerçekleşti.
Büyük işçi direnişini durduramayacağını kavrayan Demirel Hükümeti İstanbul ve İzmit'te 60 günlük sıkıyönetim ilan etti, DİSK'e bağlı sendikaların merkezlerini basarak sendika yöneticilerini ve işçileri gözaltına aldı.
5 binden fazla işçi bir daha geri işe alınmayacak şekilde işten atıldı.
Birçok sermaye sahibi “devrim olacak” korkusuyla Türkiye'yi terk etti.
Bir eylemin, bir direnişin işçi sınıfının kolektif bilincinde ve gücünde hangi değişiklikleri yaptığını, nasıl bir sınıf kimliği kazandığını öğretti.
15-16 Haziran işçi ayaklanması fabrika işgallerinden sokak çatışmalarına kadar bir ayaklanmanın dinamiklerini taşıdı. Kent meydanlarının ayaklanmalardaki önemini gösterdi.
İşçi sınıfının hareketinin eylem ve mücadele anlarında sendikal bürokrasiyi nasıl aştığını ve reformcu, parlamentarist, yasalcı mücadeleden kopuşunu gösterdi.
İşçi eylemlerinin, sınıf hareketinin burjuva devlete ve sermaye sınıfına karşı nasıl devrimcileştiğini, devletle militanca çatıştığını gözler önüne serdi.
Sınıfın gücünün büyüklüğünü, kapitalist sistemin yıkıcı gücünü kanıtladı. Bütün bu mücadelelere başarıyla önderlik edecek ve devrim, sosyalizm yönünde geliştirecek bir partinin, komünist öznenin olması gerektiğine de işaret etti.
'71 devrimci hareketi bu mücadeleden tümüyle doğru dersler çıkaramasa da devleti yıkmak için silahlı mücadele yürütmek, devrimci partiler örgütlemek gerektiği sonuçlarını çıkardı.
15-16 Haziran ayaklanması, kapitalizme ve burjuvazinin devletinin faşist saldırganlığına karşı işçi sınıfının devrimci ayaklanmasıydı. Sonraki 10 yıl boyunca işçi sınıfı hareketinin gelişip büyümesine esin kaynağı, eğitici deneyimi oldu.
Devrime göz kırpan ayaklanma: Gezi
Taksim-Gezi Ayaklanması, toplumsal devrim mücadelesinin dinamiklerini ortaya çıkaran, toplumsal devrimle kadın devriminin kopmaz bağları olduğunu, ezilenlerin devrimci öfkesinin insanlık onuru ve özgürlük talebinin etrafında örgütlendiğini, toplumsal patlamaların, isyanların ansızın, zamansız doğduğunu gösteren, işçilerin, emekçilerin, kadınların, LGBTİ+ların, Alevilerin ve çeşitli inanç gruplarının, ekolojistlerin, taraftar gruplarının, ezilen halkların birleştiği bir ayaklanmadır.
AKP’nin kurmak istediği politik İslamcı faşist rejime direnenlerin ayaklanmasıydı. İktidarın faşist polis şiddetine, terörüne, söz, eylem ve örgütlenme yasaklarına, doğa talanına, eğitim, sağlık alanındaki politikalarına “Artık yeter” diyenlerin isyan hareketiydi.
Ayaklanmaya katılan milyonlarca kitlenin “özgürlük istiyoruz” haykırışını örgütleyen, faşist rejim tarafından aşağılanan, inkâr ve imha edilen, ötekileştirilen ezilenlerin direnişiydi. Emeği, kimliği, bedeni sömürülmesinin yanı sıra baskıcı uygulamalarla sosyal, kültürel ve siyasal olarak yaşamı daraltılan kadınların, dayatılan gerici-muhafazakâr yaşam tarzına onur ve özgürlük isyanıydı. Erkek egemen düzenin kadın ve LGBTİ+lara yönelik katliamcı, inkârcı-sömürgeci, yok sayıcı politikalara karşı kadınların öfkesini, isyanını gösteren bir kadın ayaklanmasıydı.
ABD’de Wall Street’i İşgal Et Hareketi, İspanya’daki Öfkeliler Hareketi, Atina, Paris ve Şili’deki öğrenci hareketleri, Tunus’ta başlayıp, Libya ve Mısır’da devam eden Arap İsyanları ve Rojava Devrim gibi mücadele dalgasının bir parçasıydı.
Kapitalizmin varoluşsal krizin yol açtığı sonuçlar temelinde söz konusu ayaklanmalar dalgası ve Taksim/Gezi Ayaklanması doğdu. Bu hareketlerin dinamikleri, eylemin öğreticiliği Gezi ayaklanması anında yol gösterici oldu.
AKP sermaye gruplarının iyiden iyiye palazlandığı nüfusun büyük çoğunluğunun “mülksüzleştirildiği”, yoksullaştırıldığı, işsizleştirildiği, eğitim, sağlık, ulaşım gibi parasız olması gereken en temel ihtiyaçların özelleştirildiği, kent mekanlarına ve yaşam alanlarına el konulduğu, mülksüzleştirmenin, kimliksizleştirmenin, proleterleştirmenin strateji olduğu bir döneme girildi. Gelişecek toplumsal hareketin önünün kesilmesi için Terörle Mücadele Yasası’nın çıkarılması, “Taksim yayalaştırma politikası” ile işçi ve emekçilerden Taksim Meydanı’nın gasp edilmesi ve 1 Mayıs’ta alanının yasaklanması, Emek Sineması’nın kapatılması, kadın bedenini kontrol etme amaçlı kürtaj yapma hakkının elinden alınması, Sivas Katliamı sanıklarına zamanaşımı politikasının uygulanması, demokratik Alevi hareketinin taleplerinin yok sayılması, HES’ler, termik santraller ve madencilikle emekçilerin yaşam alanlarının sermayeye talan ettirilmesi, kentsel dönüşüm projeleri kapsamında kent emekçilerinin yaşam alanlarının gasp edilmesi, kimin nasıl yaşayacağına, kimin nasıl giyineceğine, kadınların kaç çocuk doğuracağına kadar karışılması, Göktürk uydusu fırlatma töreninde ODTÜ’lü öğrenci gençliğin eylemlerine, 6 ve 18 Mayıs anmalarına, Reyhanlı Katliamı protestolarına, Türk Hava Yolları işçilerinin, LGBTİ+ eylemlerine, Gezi Parkı’nın kışlaya çevrilmesi politikasına karşı eylemlerin yasaklanması, eylemlere faşist polisin tırmanan saldırganlığı Gezi Ayaklanması sürecini hazırlayan anti-faşist mücadele halkalarıdır.
Taksim’in son yeşil mekânı olan Gezi Parkı’nın AVM ve kışla yapılması kararı üzerine doğayı savunan özneler, Gezi Parkı’nda nöbet tutmaya başladı. Çadırlar kuruldu. Ağaçların kesilmesine itiraz edenlerin direnişi toplumsal öfkenin patlamasının fitilini yakan ilk kıvılcımdı.
Komünist öncü toplumsal patlama dinamiklerinin öngörerek siyasal-örgütsel- ideolojik hazırlığını yönlendirdi. Faşist rejimin meydan-sokak yasaklarına karşı fiili meşru mücadele çizgisinin örgütlenmesindeki sürekliliğinin, dişe diş mücadeledeki ısrar ve kararlılığının, birikim ve enerjisinin, irade ve iddiasının gücünü Gezi Ayaklanması’nın başladığı 31 Mayıs günü ve gecesi ortaya koydu. 31 Mayıs sabahı Türk Hava Yolları ile dayanışma eylemini iptal etti. Taksim’de örgütlenen Gezi Parkı’na yönelik saldırıyla ilgili örgütlenen basın açıklanmasına parti kitlesinin katılımını hızlıca örgütleyerek makas değiştirdi.
Polisin açıklamaya saldırması ayaklanmanın kıvılcımını ateşleyen ilk andı. İstiklal Caddesi’nde mevzilenen kitle dakikalar geçtikçe büyüdü ve militanlaştı. Gezi, ezilenlerin biriken öfkesinin aktığı ve birleştiği bir kanal oldu.
Komünist öncü, ayaklanmanın örgütlenmesine hazır güçlerinin sınırlılığına saplanmadan ateş hattında yürüyen parti geleneğinin öncü militan tarzına yaslanarak tüm parti kuvvetlerini Taksim Meydanı’na seferber etti. Saatler ilerledikçe 31 Mayıs akşamı binlerce insan İstanbul’un bütün ilçelerinden Beşiktaş, Şişli ve Tarlabaşı kollarından Taksim’e doğru yürümeye başladı. Faşist polis kitleleri durdurmak için panzerlerle barikat kurdu. Gaz bombası, plastik mermi, tazyikli su ile saldırdı.
En şiddetli çatışmalar Tarlabaşı yürüyüş kolundaydı. Burada komünistler barikatlar kurarak, polise karşı göğüs göğse direndi. Polis bulunduğu noktadan bir adım dahi ilerleyemedi. Bunun üzerine polis saldırı şiddetini arttırdı. Hedef gözeterek, nişan alarak gaz bombaları, plastik mermiler atmaya başladı. Kurulan barikatların yıkılmaması, ortaya konulan devrimci irade, kararlılık ve cüret kitlenin dağılmamasını ve geriye çekilmemesini, barikatların etrafında direnişi sürdürmesini sağladı. 1 Haziran sabahı direniş safları kitlesel katılımlarla genişledi, ortaya konulan irade ve cüretin oluşturduğu özgüvenle ve kararlılıkla devrimci öncüler onur ve özgürlük isteyen kitlelerle birlikte polis barikatlarını tek tek yıkarak Taksim Meydanı’nı işgal etti. 1 Haziran akşamı binlerce insan Boğaziçi Köprüsü’nü trafiğe kapattı. Yürüyerek meydana ulaştı.
Komünist öncü meydana girilmesiyle kitleleri bir amaç doğrultusunda birleştirmek için yıkılan, yakılan çadırların yerine meydanda yeni bir çadır kurdu. Meydanın ve parkın etrafında yüzlerce çadır kuruldu. Komünistler çadırı ayaklanmanın merkezi üssü haline getirdi, hızla parti örgütlerinden oluşan merkezi bir komite kurdu. Parti örgütlerini ve kuvvetlerini günlük genelgelerle, basına ve kamuoyuna yaptığı basın açıklamalarıyla gün gün an an yönetti, seferber etti. Yüzlerle sayılan parti kitlesini ayaklanmanın merkezine çekti. Farklı ilçelerden ve alanlardan gelen parti kuvvetlerine değişik, envai çeşit görevler verdi, kuvvetlerin ayaklanma okulunda deneyim kazanmasını sağladı, kadroların büyük çaplı halk başkaldırılarıyla öncü tarzda ilişkilenmesi, hareketin yönetimi ve kritik anlarda karar alma yeteneğinin geliştirilmesinde deneyim kazanmasını sağladı.
Ayaklanmanın daha militan ve yıkıcı olması, halk direnişinin büyütülmesi ve otorite alanlarının yaratılması için ayaklanmayı İstanbul’un Sarıgazi, Ataşehir ve Gazi ilçeleri başta olmak üzere İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Samsun, Antakya gibi illerin kent merkezlerine yayılmasında etkin oldu. TEM’in ve E-5’in bloke edilmesinde, bazı devlet kurumlarının hedeflenmesinde, polisin parka girmesini engellemek için barikatların kurulmasında, ses bombaları, havai fişeklerin kullanılmasında vb. etkili oldu.
Ayaklanmalar çizgi mücadelesinin en yoğun yaşandığı anlardır. Gezi ayaklanmasında da ulusalcı-laikçi çizgi ile devrimci-demokrat çizgi arasında yoğun bir hegemonya mücadelesi yaşandı. Ulusalcıların ve HEPAR’cı faşistlerin Kürtlere saldırarak, ulusalcıların provokasyonla kitleyi Taksim’den ve diğer meydanlardan kaçırtmasına karşı devrimci hareket kararlı davrandı. Ayaklanmanın devam etmesini sağladı, liberal renksizlik ve bireyci anti-örgütçülük dayatmalarının etkili olmasını önledi. Ayaklanmaya katılan kitle üzerinde devrimci hegemonyanın sürmesini sağladı. Taksim Dayanışma, TMMOB’ne ve Gezi Parkı Koruma Koordinasyonu darlığından çıkarılarak, ayaklanmaya katılan devrimci ve demokratik güçlerin temsilcilerin katıldıkları genişliğe kavuşturuldu.
Halk ayaklanmasıyla birlikte kurulan Taksim Komünü paranın geçersiz olduğu, ihtiyaçlara göre değiş-tokuşun örgütlendiği, dayanışma ve paylaşımın sınırsız olduğu, ücretsiz sanat etkinliklerinin, eğitim, sağlık hizmetlerinin verildiği, açık üniversitenin kurulduğu, ortak kararların alındığı, temizliğin ve güvenlik ekiplerinin birlikte ve gönüllü örgütlendiği, forumların yapıldığı, küfürsüz hava sahasının kurulduğu, toplumsal yaşam, hayal ettiğimiz, kurmak istediğimiz dünyanın küçük bir modeliydi. Eşit, özgür ve cins özgürlükçü yeni bir yaşamın inşa edilebileceği kitlelerin bilincinde yeşerdi.
18 gün boyunca yaşanan kolektif yaşam ve irade, kitlelerde yönetme gücünü, forumların ve meclislerin taban örgütlenmesi inisiyatifini, ezilenlerin karar alma yetkisine sahip olduğu bir siyasal düzenin bir inşasının nasıl olabileceği bilincini geliştirdi.
AKP faşizmi, bir süre tereddüt ettikten sonra 11 Haziran’da Taksim’e saldırdı. 15 Haziran akşamı Gezi Parkı’nın boşaltılmasını, boşaltılmadığı takdirde müdahale edileceğini, toplumun diğer yüzde 50’sini zor tuttuğunu açıkladı. Gezi Dayanışması direnişin meydandan parkın içine çekilmesinden dolayı parkı savunmanın zor olacağını savundu. Bundan dolayı parkın boşaltılmasını ve direnişin bitirilmesi kararını aldı. Kitle direnişin öznesi olmasına rağmen alınan kararda fikrinin sorulmadığını, bu nedenle forumların kurulmasını, direnişin geleceği ile ilgili kararın buralarda alınmasını talep etti. Kurulan forumlar parkın sonuna kadar savunulması kararını aldı. 16 Haziran akşamı yüzlerce polise, atılan yüzlerce gaz bombasına ve plastik mermilere rağmen parkı içindeki direniş saatlerce sürdü. Direniş gece yarısına doğru Taksim’in etrafına yayıldı. Sokaklar işgal edildi. Barikatlar kuruldu. Çatışmalar sabaha kadar devam etti.
Taksim Komünü’ne saldırıya karşı semtlerden on binler Taksim’e akmak için harekete geçti. Fakat diktatörlüğün polisinin sert saldırılarına karşı dövüşülmesine rağmen Taksim’e ulaşmak mümkün olmadı, otobanların kesilmesi uzun süreli kılınamadı.
AKP faşist rejimi, Gezi Ayaklanması’nın politik, toplumsal, ideolojik gücünü ve devrime göz kırptığını ilk anda olmasa da bir süre sonra fark etti. Aralarında iktidar dalaşının başladığı Gülenci polis şefleri de tehlikeyi baştan sezerek, it dalaşını bir yana bıraktılar, AKP’yle birlikte saldırdılar.
Anti-faşist, cins özgürlükçü karakterli mücadelenin gün gün sıçramalı bir şekilde yükselmesi, ezilenlerin şehitlere, yaralanmalara, faşist polisin daha tesirli gaz bombaları kullanması ve TOMA’lardan kullandığı suya kimyasal madde katarak saldırmasına rağmen kitlenin kararlılık ve cüretle savaşması, meydan okuması iktidarın kitleler üzerindeki ideolojik ve psikolojik hegemonyasını sarstı. Kitle özneleşti. Korku ideolojisi ve duvarları yıkıldı. Devrimci hareketin faşist rejime karşı politik mücadelesinin hızı, temposu yükseldi. İktidar bakımından tehlike çanları çalmaya başladı. Üzerinde devrim hayaletinin dolaştığını hissetti. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, taraftar gruplarının, ekolojistlerin, LGBTİ+ların, Alevilerin, inanç gruplarının, halkların oluşturduğu özgürlük selinin politik öncülerle birleştiğinde devrim kapılarının açılacağını ve bir daha kapanmayacağının çok iyi farkındaydı. Komünist öncünün kitlelerle buluşmasını, ayaklanmanın bir üst aşamaya sıçramasını engellemek, kitlelerde oluşmuş özgüveni kırmak ve korku ideolojisini yeniden oluşturmak için yüzlerce insanı gözaltına aldı ve tutukladı.
Gezi-Haziran Başkaldırısı faşist politik İslamcı iktidara karşı değişik toplumsal kesimleri politik özgürlük talebi etrafında birleşerek ve bir güç olduğunu gösteren, komün yaşamından barikat savaşlarına, tencere-tava sesinden havai fişek seslerine, sokak çatışmalarından yol kesmelere, tezahürat seslerinden marşlara, mizahın direnişinden sloganların direnişine, grevlerden boykotlara, kitlesel ve militan yürüyüşlerden, forumlardan, küfürsüz hava sahasına kadar bütün bu mücadele yöntem ve araçlarını içerisinde barındıran anti faşist bir ayaklanmaydı.
Burjuva devlete karşı ağırlıklı olarak Türk halkının ayaklanması, devletten kopmaya başlaması ve devrimci bir durumdu. Devrim yolunda atılan ilk adımdı. Gezi’nin, AKP faşizminin korkulu rüyası olmasına neden olan asıl işte bu halkadır.
Gezi Ayaklanması’nın eksik ve zaafları, parti, devrim, siyasal iktidar sorunlarına yaklaşım konularında incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor.
“Hükümet istifa” sloganı kitlelerin AKP’yi iktidardan indirme ve faşizmin inşasını yenilgiye uğratma isteğiydi. Kitleler ayaklanmalarına ve faşizmi yenmek istemelerine rağmen, reformcu-parlamentarist yoldan kesin kopuşu, devrimci harekete akış sürekliliğini sağlayacak kadar ilerleyemediler.
İşçi hareketinin geriliği ve sınıf hareketi olarak örneğin genel grev eylemiyle ayaklanmada rol oynamaya girişememesi, başlıca zayıflıklardan biriydi.
Kürt özgürlük hareketinin halk kitlesini ayaklanmaya katmada tereddüt etmesi tarihi bir fırsatın kaçırılmasına yol açtı, sonraki süreçte faşist sömürgeciliğin toparlanarak en şiddetli saldırıları yapabilmesine imkân verdi.
Taksim/Gezi Ayaklanması tüm eksikliklerine rağmen faşizme karşı mücadelede kitleselliği geniş bir ayaklanma olarak sonraki süreçte, örneğin 7 Haziran’da HDP’yi desteklemede, faşizme karşı kitlesel tutumlar almada etkisini gösterdi, bu etki yeni mücadelelerde devam edecektir.
Halk isyanları ve toplumsal hareketler yanardağa benzer. Onun gibi bazen söner, bazen lavlarıyla ortalığı yakar. Kitle hareketinin bazı anlarda geri çekilmesi, düşmesi hareketin yok olduğunu ya da söndüğünü göstermez. Kapitalist düzenin yarattığı temel çelişkiler yerli yerinde durduğu sürece yanardağ patlamaya hep hazırdır. AKP faşizmi küçük küçük direniş kıvılcımları birleştiğinde devrim ateşine dönüşeceğinin farkında. Demek ki o zaman şimdi Gezi-Haziran hayaletini büyütmenin, işçi sınıfı ve ezilen kitlelerle buluşarak devrim yolunda daha büyük bir kararlılık ve inisiyatifle ilerlemenin zamanı!