Türkiye'de partiler mezarlıklarının hacmi oldukça geniştir. Sadece Osmanlı döneminde 88 partiden 76'sı 1908'den 1922'ye kadar kuruldu. Kemalist diktatörlük koşullarında muvazaa partiler de dahil kurulan parti sayısı 45'tir. Kemalist diktatörlük kurulan burjuva partileri de emekçi solun kurduğu partileri de "devletin bölünmez bütünlüğü" ve "halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek" söylemlerini kullanarak kapattı. Fakat elbette ki burjuvazinin hızlı sermaye birikimini demirden bir diktatörlük ve burjuva muhalefetsiz iktidar altında sürdürme amacıyla bu söylemleri kullanarak yapıyordu. Şeyh Sait İsyanı’nı bahane ederek Taksir-i Sükûn Kanunu’yla 1925’ten başlayarak politik özgürlüğü tasfiye ederek tekelini kurdu, hem TKP ve işçi kitle örgütlenmelerine yasak getirdi, bunu sürekli kıldı hem de burjuva muhalefet gruplarının partileşme çaba ve girişimlerini tasfiye etti.
Kemalist rejim, 1945’ten başlayarak ABD’nin burjuva dünyada demokrasi propagandası eşliğinde teşvik ettiği burjuva çok partili rejime geçişe, yeni uluslararası koşullara uyum sağlama çizgisine girdi. Menderes’in DP’sine izin verdiler. Fakat Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) ile Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi’ni (TSEKP) açılır açılmaz kısa sürede kapattılar.
"Demokrasi", çok partililik, yalnızca burjuva partiler için geçerliydi. Emekçi partilere diktatörlük uygulamak gerekirdi.
Aynı baskıyı demokrasi vaadiyle iktidara gelen Menderes de gerçekleştirdi. Şefik Hüsnü ve yoldaşlarını zindana atan Menderes, sonrasında Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi’ni de kapattı, yöneticilerini yargılattı. Burjuva muhalefete de baskı yapmaktan geri durmadı.
1960'lı yıllarda işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi ve mücadelesinin gelişmesine dayalı olarak kurulan TİP'’i 12 Mart yarı-askeri faşist rejimi, Kürt halkının haklarını savunarak bölücülük yaptığı gerekçesiyle kapattı, yöneticilerini zindana attı.
1980 askeri faşist diktatörlüğü, demokratik, sosyalist parti ve dernek sendikaları ezerek kapattı. Keza darbecilerin ilk işi politik özgürlükler alanındaki tüm kazanımları ortadan kaldırarak, söz, eylem, örgütlenme özgürlüğünün sınırlarını da göstermiş oluyordu. 12 Eylül faşist darbesinden sonra uzun yıllar ilerici ve antifaşist partiler kurulamadı.
İşçi grevlerinin, öğrenci direnişlerinin gelişmesi, Kürt ulusal özgürlük savaşının başlamasından bir süre sonraya denk geldi. Cunta askeri güdümlü parlamenter rejime geçti. Generaller MGK vasıtasıyla iktidarı denetlemeye devam ederken işçi sınıfı ve ezilenlerin örgütlenmelerine getirdikleri yasağı devam ettirdiler. Fakat mücadelenin gelişmeye başladığı koşullarda demokratik dernek ve partilerin kurulmasını, işçi sınıfının çıkarlarını savunan kapatılmış sendikaların açılmasını önleyemediler,
Öğrenci dernekleri kuruldu. DİSK yeniden açıldı. Kamu emekçilerinin gelişen mücadelesi KESK’li sendikaların açılmasına yol açtı. Bu sürecin başlangıç yıllarından itibaren gerillanın giderek artan etkisi, ulusal bilincinin gelişmesi ile birlikte Kürt ulusal demokratik hareketi de parlamenter mücadeleyi bir araç olarak değerlendirme çabası içerisinde oldu. 1990 yılında, SHP’den ihraç edilen/kopan vekiller ile Kürt hareketinin yasal alandaki güçleri HEP’i (Halkın Emek Partisi) kurdular.
1991 yılında yapılan seçimlerde CHP’nin devamı kurulan SHP ile ittifak yaparak Meclis'e 21 Kürt milletvekilin girmesini sağladılar. 1993'te DEP kurulunca seçilen milletvekilleri SHP'den istifa ederek DEP'e katılıp, grup kurdular. Kürt halk hareketinin yükselişi karşısında sömürgeci faşist diktatörlük "kirli savaşı" tırmandırarak, topyekûn saldırı çizgisini geliştirdi. Türk sömürgeciliği Kürt halkının temsilcilerinin parlamentoda bulunmasını asla hazmedemedi. Önce Batman Milletvekili Mehmet Sincar 1993 yılında kontrgerilla tarafından katledildi. Leyla Zana Meclis'te Kürtçe yemin edince rejimin sahipleri iyice kudurganlaştılar. 2 Mart 1994'te Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Şırnak bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlığı kaldırıldı. Aynı gün Orhan Doğan ve Hatip Dicle Meclis’ten çıkarlarken gözaltına alındı. Bunu protesto eden milletvekilleri Meclis’te iki gün sabahladı. Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Sedat Yurttaş, Selim Sadak, Mahmut Alınak, Hatip Dicle, Orhan Doğan "Vatana ihanet ve devletin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya ve bu topraklar üzerinde müstakil bir devlet kurmaya yönelik eylem" suçlamalarıyla aynı yıl 16 Mart'ta DGM tarafından tutuklandı.
Anayasa Mahkemesi DEP'i 1994'te kapattı. Kapatma saldırısına karşı "hukuki mücadele" ile sınırlı kalmak devrimci, demokratik ve yurtsever hareketin bu dönemin politik sorun ve görevlerine yaklaşımını yansıtan önemli bir örnektir. Oysa "hukuki" mücadele kadar, ondan daha da çok DEP'i kitle seferberliğiyle siyasi mücadeleyi yükselterek savunmak tamamen olanaklıydı. Ezilenlerin mücadele repertuarı ve tarihsel belleği farklı şekillenebilirdi.
1994’te Murat Bozlak başkanlığında kurulan Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) 1995 milletvekilliği seçimlerinde 1,5 milyona yakın oy aldı ama yüzde 10'luk seçim barajı nedeniyle parlamento dışında bırakıldı. HADEP kongresinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın posterinin açılması gerekçe gösterilerek parti yöneticileri tutuklandı. Anayasa Mahkemesi, "PKK'ya yardım ve yataklık ettiği, yasadışı eylemlerin odağı haline geldiği" iddiasıyla 13 Mart 2003’te HADEP'i kapattı. Ardından 1997'de kurulan Demokratik Halk Partisi (DEHAP) ise "örgütlenmesini tamamlamadan seçime girdiği" iddiası üzerine hakkında 2002'de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatma davası açıldı. Bu da "hukuk" aracılığıyla yapılan politik bir saldırıydı, yine siyasi seferberlikle yanıtlanmadı, DEHAP, 19 Kasım 2005’te kendini feshetti.
Hapisten çıkan Hatip Dicle ve Orhan Doğan öncülüğünde 2005'te örgütlenen Demokratik Toplum Hareketi daha sonra Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) dönüştürüldü. DTP 2009 seçimlerine bağımsız adaylarla katıldı. Çok sayıda bağımsız vekille TBMM'ne girerek grup kurdu. Anayasa Mahkemesi, 16 Kasım 2007 yılında "devletin bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline geldiği, terör örgütü tarafından kurulduğu, Abdullah Öcalan'dan talimat aldığı” gibi iddialarla DTP hakkında kapatma davası açtı. Dava sonunda DTP'nin kapatılması, partinin eş başkanları Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk dahil parti yönetici ve kurucularından 37 Kürt siyasetçiye 5 yıl siyaset yasağı getirilmesi kararı verdi.
DTP'nin kapatılması davası sömürgeci egemenliği tahkim etmek amacı güden siyasi bir saldırısıydı. Kapatma davasını "hukuki" savunmayla birlikte kitlelerin mücadelesini geliştiren siyasi mücadeleyi yükselterek yanıtlama gibi bir mücadele çizgisi izlenmedi. "Yenisini kurarak devam ederiz" anlayışı bir siyasi gelenek haline getirildi, DTP'den sonra Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) kurularak yola devam edildi.
Ulusal demokratik hareket 2011 genel seçimlerine içerisinde BDP'nin de yer aldığı Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun bağımsız adaylarıyla katıldı, adaylardan 38'i vekil seçilerek Meclis’te yeniden grup kuruldu. Vekili seçilen Hatip Dicle'nin milletvekilliği düşürüldü. Bunu Kürt halkı sokaklara çıkarak kitlesel tepkisini göstererek yanıtladı.
Yine aynı yıl, 2011'de Kürt özgürlük hareketi ve batıda devrimci demokratik hareketin birlikte mücadele stratejisine bağlı olarak Halkların Demokratik Kongresi kuruldu. Kongre her şeyden önce o güne kadar yaratılan cephesel örgütlenme arayışlarının en ileri formu olarak şekillendi. HDK daha sonra kendi içinden Halkların Demokratik Partisini çıkardı. Yaklaşan yerel seçimlere yönelik hazırlıkların da bir parçası olarak kurulan HDP, giderek hızla kitle partisine dönüştü.
Halkın Emek Partisi HEP'ten DTP'ye sömürgeciliğin ulusal demokratik partileri kapatma saldırıları karşında güçlü bir kitlesel direncin örgütlenemediğini, sorunun daha çok "hukuki mücadele" sınırları içerisinde ele alındığını görüyoruz. Bu tarz bir pratik, “Bu parti kapatılırsa yenisini kurar yolumuza devam ederiz” yaklaşımından kaynaklanıyor. Fakat bu, siyasette kitleleri özneleştirmek yerine günlük siyasi mücadelede seyircileştiren, kitlelerin siyasete katılımını seçimden seçime oy vermeye indirgeyen, kitleleri günlük politik mücadelede pasifize eden bir yaklaşımdı. "Yenisini kurarak devam etmek" de kuşkusuz bir kararlılık gösterisidir, fakat bu kararlılık kitleleri politik bakımdan etkinleştirmediği için bürokratiktir, parlamentarizm ve yasalcılıkla maluldür. Parti kapatma saldırısını kitle hareketini büyüterek yanıtlama "hukuki savunmanın" önünde engel değildir, fakat hukuki savunmanın da dışarıda kitlelerin sahiplenmesi ve özneleşmesini güçlendirecek, besleyecek bir perspektif ve tarzda gerçekleştirilmesi gerekir.
Kapatma saldırılarına karşı mücadelenin kazanılmış mevzilerin etkin bir biçimde savunulması temelinde ele alınması, dahası kazanılmış mevzilerin hukuki güvencelere kavuşturulmasının kitle hareketinin güç ve baskısıyla fiilen dayatma yaklaşımının geliştirilmesi gerekir. Devrimci mücadelenin yan ürünü olarak kazanılan örgütlenme özgürlüğü ve örgütlenmelerin -ki bunların her birisi bir mücadele mevziisidir- burjuvazi ve sömürgeci rejim onları tasfiyeye yöneldiğinde bu mevzileri korumak, savunmak için de kitlelerin gücüne dayanarak dişe diş direnmek yalnızca bu mevzileri korumak bakımından değil mücadeleyi geliştirmenin ve ileri sıçratmanın da yoludur. Kapatma saldırısı karşısında bu mevzilerin kitle seferberliği temelinde savunulması mücadelenin ileri sıçratılmasının bir kaldıracı haline getirilebilir ve asıl olan da bu tarz bir yönelimin geliştirilebilmesidir.
Önceki kapatmalarda partiyi sokakta savunma yerine "hukuk" mücadelesi ile kendini sınırlayan yaklaşımlar Kürt halk kitlelerinde durumun kanıksanmasına ve parti kapatmalarını olağan görmesine yol açtığı inkâr edilemez. Doğal olarak halkta bu bilinç yaratılmadığı içindir ki, partiyi kapattırmama, saldırıyı geri püskürtme pratiğini kitleselleştirmede zorluk çekiliyor.
Kürt özgürlük hareketi için bu partiler, bazı durumlarda yürütülen savaşımın bir sonucu olarak devletle "müzakere" arayışını sürdürmenin bir aracı olarak da görüldü. Bu yaklaşımların halen sürdürüldüğünü söylemek de yanlış olmaz. Doğal olarak bunun kitlede ve kadrolarda politik özgürlüklerin savunulmasını ve kazanılmasını geri plana iten bekleme ve seyirciliğe yol açtığını da eklemek gerekir.
HDP sadece HDP değildir
HDP, Türkiye ve Kürdistan’da süren mücadelenin bileşkesi olarak güçlü bir tarihsel miras üzerine yükseliyor. Bu birikimin yarattığı değerlerin ve kazanımların ayak izlerine basarak ilerlemek günün devrimci görevidir.
HDP, Kürt halkının, gerillanın, devrimcilerin, işçilerin, emekçilerin on yıllar süren mücadele ve direniş birikimine, milyonların eşsiz fedakarlıklarına, daha önce kurulmuş ve kapatılan partilerin zengin birikimlerine ve geleneğine dayanıyor.
Politik İslamcı faşist saray diktatörlüğü, stratejik hedefini Kürt halk hareketinin ve Ortadoğu'da özgürlük mücadelesinin kazanımlarını ortadan kaldırmak ve ezme üzerine inşa etti, birleşik devrim mücadelesinin tasfiyesini dikkat merkezine yerleştirdi. Bu stratejinin bir ayağı da Batı'da devrimci sosyalist hareketin tasfiye edilmesidir. Faşist rejim 2023 planını aynı zamanda HDP'nin tasfiye üzerine kurduğunu açıkça ilan etti. Kürdistan devrimini ezmeyi ve HDP'yi, bütün demokratik güçleri tasfiye ve demokratik örgütleri kapatmayı hedefliyor. Hedefine varırsa önümüzdeki on yıllara yayılan bir "kalıcılışma"yı başaracağını hesaplıyor.
Bu hedefe bağlı olarak rejimin amacı ilkin, HDP'ye örgütsel tasfiyeyi dayatarak kötürümleştirmek, çalışamaz duruma getirmektir. İkinci olarak, HDP'yi kapatmak, kalan vekillerin dokunulmazlıklarını da kaldırarak tutuklamaktır.
HDP'nin kapatılması saldırısı sadece HDP ile sınırlı değildir. Halklarımızın, devrimci ve sosyalistlerin dişe diş mücadeleyle büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımları ortadan kaldırılması amaçlanıyor.
HDP kapatılırsa sıra devrimci ve sosyalist partilere, derneklere, odalara, vakıflara ve sendikalara gelecektir.
Devrimciler her koşulda mücadele deneyimine elbette sahiptir. Fakat bu kazanılmış demokratik hak ve mevzileri, kitlelerle daha hızlı, kolay ve yaygın olarak bağ kurmada değerlendirme gibi çok değerli imkânın önemini gölgelememeli. Bu imkânı sonuna kadar korumak, dişe diş savunmak bu nedenle önemlidir.
HDP de, faşist şeflik rejiminin tasfiye ve kapatma hedefindeki tüm demokratik ve sosyalist güçler de mevzileri ve hakları korumak için bu direngen devrimci bakış açısıyla hareket edebilmelidir.
Bu nedenledir ki, kapatma saldırısı karşısında HDP'nin 3. cephe politikasında daha kararlı ve ısrarlı olması gerekir. Saldırı menzilindeki tüm güçleri etrafında toplayıp saflaştırararak bunu başarabilir. Milyonları ve yüzbinleri örgütleyen bir direniş hattı geliştirilmeden bu başarılamaz. Burjuva muhalefetin HDP'yle birlikte yan yana olabileceği gibi yanılgılardan kurtulmadan, parlamentarizm beklentisini geride bırakmadan direniş eksenini geliştiremez. Bugüne kadar sayısız durumda görüldü ki, burjuva muhalefetten beklenti içine girmek boşa düşmekten, hayal kırıklığına uğramaktan başka bir şey çıkartmadı. Dillerden düşürülmeyen "demokrasi ittifakı" söyleminin karşılıksızlığı bunun en yakın ve çok çarpıcı bir örneğidir.
Devrimci demokratik hareketin saflarında kendini gösteren HDP'yi kapatma saldırısını kendi dışında gören, bunu sadece HDP'nin sorunuymuş gibi ele alan yaklaşımlar politik dar görüşlülüğün, grupçuluk ve sosyal şovenizmin yansımalarıdır. Bu yaklaşımlar, birleşik mücadelenin ve cepheleşmenin geliştirilmesinin önündeki ideolojik ve politik ayak bağlarıdır. Kimse kendisini kandırmaya çalışmasın, kapatma saldırısı toplamda politik özgürlüğü, 3.cepheyi hedef almaktadır. Faşist şeflik rejimi bugün tam merkezinde ulusal demokratik hareketin durduğu ama bütün emekçi sol hareketin tasfiyesini amaçlayan bir saldırı konseptini geliştirmektedir. Öyleyse HDP yüzünü esas olarak bu cepheye dönmelidir. Öyleyse bütün emekçi sol güçler HDP mevziisini savunmada sarsılmaz bir mücadele birliği kurabilmelidirler.
Örgütlenme hakkı ve politik özgürlükler için direniş
Faşist saray rejimi, Kobanê davasını HDP'yi kapatma saldırısının gerekçesi haline getirmeyi planlıyor. Bu nedenle, AYM’nin iddianameyi diktatörün savcısına geri vermesinden hareketle hukuki beklentiyle oyalanmamak gerekir.
HDP öncelikle diktatörlüğün bu saldırısına karşı kitleleri kazanmaya ve seferber etmeye dayanan kararlı bir kampanya başlatıp geliştirebilmelidir. Kitle çalışması ve eylemleri bu siyasi çarpışmada asıl tutulması gereken yoldur. Burjuva muhalefetle seçim ittifakının böylesi bir mücadeleye hayrı elbette ki yoktur. Çünkü onun işlevi uzlaşarak faşizmi yıkacak halk hareketini engellemektir. Bu nedenle HDP’nin de demokratik diğer güçlerin de sosyalist güçlerin de tasfiyesini ve çalışmalarının yasaklanmasını burjuva muhalefet yalnızca seyreder.
Fakat ona oy veren emekçiler ayrı. Bu emekçileri de faşizmin tasfiye saldırısını yenilgiye uğratma mücadelesine çekmek, HDP’ye ilişkin şovenist şartlandırmayı kırar ve onları antifaşist mücadeleye kazanır.
HDP bu süreçte, halklarımızın ve ezilenlerin güncel talep ve sorunlarıyla daha etkin bir iletişim kurmalı, İkizdere direnişi örneğinde olduğu gibi güncel mücadelelerin içinde yer almalı. Bu mücadelelerde kitlelerle kaynaşması ve mücadele yoldaşlığı kurması onlarda kapatma saldırısına karşı HDP’nin yanında yer alma bilinci geliştirecektir. Aynı zamanda HDP’nin kendisine yönelik saldırının ezilenlerin hak ve özgürlüklerine yönelik saldırının bir parçası olduğu, birlikte göğüsleneceği bilinci taşımasına da imkân verecektir.
Propaganda, ajitasyon ve örgütlenme için halkı seferber edecek, halkın sürece doğrudan katılımını esas alan bir mücadele çizgisini izlemek, HDP'ye oy vermiş milyonlara dayanan halk inisiyatiflerinin yerel düzeyde örgütlenmesi ve inşasına yoğunlaşmayı gerektirir.
HDP bu mücadeleyi geliştirdiği ölçüde “seçim partisi” olmadığını, ezilenlerin hak ve özgürlükleri için mücadele partisi olduğunu bir kez daha göstermiş olacaktır. Faşizmin politik bu saldırısı "hukuki" savunmanın gücüyle de parlamenter tartışmalarla da püskürtülemez. Hukuki savunmanın gücü sokakla, fiili meşru mücadelenin gücüyle birleştiğinde saldırı boşa çıkarılabilir. Genel olarak politik özgürlüğün, kapatma davası somutunda da örgütlenme özgürlüğünün savunulmasında halkın katılımı ve seferberliğinin örgütlenmesi AYM’yi de zorlayacak asıl yoldur.
Bu mücadele aynı zamanda HDP’nin 2015 seçimleri sonrası diktatörün kanlı saldırıları karşısında yetersiz direnişçiliğinin de pratik özeleştirisi olacaktır.
Öte yandan sosyalist, demokratik partiler, sendikalar, dernekler, HDP’yi kapatma saldırısının bütün demokratik güçlerin tasfiyesini amaçlayan faşist konseptin ön harekatı ve girişi olduğu gerçeğinin bilinciyle HDP mevziisini savunma temelinde örgütlenme özgürlüğü başta gelmek üzere propaganda-ajitasyon ve eylem özgürlüğünü, toplamda politik özgürlüğü kazanma ve faşizmin yenilgisi hazırlamanın kaldıracına dönüştürmeyi hedeflemelidirler.
Örgütlenme ve eylem özgürlüğü, propaganda ve ajitasyon özgürlüğü var olabildiği kadar sokakta, büyük bedeller ödenerek kazanıldı. Şimdi tam bir kararlılıkla ve kitlelerin gücüne dayanarak sokakta savunmanın zamanıdır. Faşist rejim nasıl ki mevcut "hukuku" da istediği gibi kullanarak veya tanımayarak fiilen ve cebren yol almaya çalışıyorsa ve bunu giderek yasa haline getiriyorsa devrimci demokrasi de fiili ve meşru mücadele yoluyla haklarını korumalı ve geliştirmelidir.
Faşist rejimin HDP'yi kapatma saldırısını kitle seferberliğiyle, faşist şeflik rejimine karşı politik kitle mücadelesini büyüterek püskürtmek 3.cepheyi büyütme ve faşizmi yıkma mücadelesini ileri sıçratmanın yoludur.