Devrimler veya devrimsel süreçler; işçi sınıfı ve ezilenlerin istek, özlem ve umutlarını iktidarlaşma düzeyinde örgütledikleri en ileri toplumsallık biçimidir. Devrimde katılan bütün sınıflar ve kesimler politik ağırlıklarına göre bu toplumsallığın içerisinde mevcuttur. Devrimler, ekonomik, sosyal ve siyasal alt üst oluş eylemleridir, ezilenlerin uğradığı tarihsel haksızlıkların ve yaşadıkları trajedilerin kurucu bir inisiyatife dönüşmesidir. Bu yüzdendir ki devrimlerin tarihsel ve politik muhtevası, ona öncülük eden parti ya da örgütlerin fiziki sınırlarından daha geniştir. Devrimlerin gerçek sahibi, özgürlüğünü ve geleceğini bu kurtuluş eyleminin içerisinde gören ve bu amaçla harekete katılan halk kitleleridir.
Devrimci öncülerin temel bir yol göstericisi olan ve politik mücadelenin karakterini tayin eden “Devrim kitlelerin eseridir” belirlemesi de yukarıda ifade edilen nesnelliğe dayanır. Aynı anlama gelmek üzere bu söz “Kitleler olmadan devrim olmaz” demektir. Devrimci öncülerin tarihsel misyonu da devrim ile onun gerçek sahibi işçi sınıfı ve ezilen halk kitleleri arasındaki boşluğu doldurmaktır. Devrimci örgüt ve partiler, kitlelerin devrime ilerleme yolundaki stratejik araçları, programatik ilkelere ve stratejik hedeflere göre dövüşen kurmayları ve tarihsel belleğidir.
Bu yüzdendir ki, devrimci öncülerin politik bakımdan öne çıkardıkları kitle vurgusunu ya da ideolojik ve moral değer olarak hep yüksekte tuttukları halk sevgisini, ajitatif bir söylem olarak değerlendirmek hatalıdır. Komünist şair Nazım Hikmet'in dizeleriyle “Destanımızda yalnız onların maceralarının var olması” bir tercih değil devrimin karakterine ilişkin bir zorunluluktur. Devrimin kurmayları halkın özlemini duyduğu onurlu ve özgür bir yaşamın yine halkla birlikte kazanılması için mücadele ediyorsa, devrimcilik de bireysel bir var oluş eylemi değildir. Her devrimci, devrim mücadelesi içerisinde önce örgütüne ve giderek tüm ezilenlere ait olmaya başlar.
Devrim mücadelesi ise, politik savaşımın o çok ünlü ifadesiyle söylenecek olursa, son kertede “İktidar mücadelesidir.” Her devrimsel süreç, iktidar sorununu çözme göreviyle karşı karşıyadır. Eski devlet aygıtının topyekûn parçalanması anlamına gelen devrim, günümüz itibariyle burjuva müesses nizamın ideolojik-politik ve askeri aygıtlarıyla çarpışmak ve onları yenilgiye uğratmak demektir. Bu ise başta ölümsüzlük olmak üzere büyük bedellerin göğüslenmesi anlamını taşır. Çünkü düşman, iktidarını ve hatta egemenliğinin belli bir biçimini korumak için dahi zulmün ve kan dökücülüğün her biçimine başvuruyor/başvuracaktır.
Sözün özü işçi sınıfı ve ezilenlerin bedel kapılarından geçmediği herhangi bir devrimsel süreç yoktur. Politik mücadele içindeki birçok kural gibi, devrimci mücadelenin en onurlu bedeli olarak ölümsüzlük de bu savaşımın yasalarına tabidir.
Ancak işçi sınıfı ve ezilenlerin ödediği bedelleri yalnızca karşılaştığı kitlesel katliamlarla, ölümlerle ya da çeşitli baskılarla sınırlamak yanlıştır. Devrimci mücadelenin her aşamasında halk kitleleri büyük acıların ve zorlukların muhatabıdır. Devrimin zorlu yolunda yürümeye karar veren devrimci öncülerin ve tek tek her devrimcinin geçtiği bedel kapıları aynı zamanda işçi sınıfının ve halklarımızın ödediği bedellerdir. Nasıl ki egemen sömürücü sınıflar ölümsüzleşen her devrimcinin ardından kendi egemenliklerinin daha güçlü tesis ettiğini düşünüyorsa, işçi sınıfı ve ezilenler de ölümsüz devrimcilerin varlığında yenilmez umutlarını ve inançlarını görüyorlar. Ayrıca unutmamak gerekir ki, devrimci öncüler yalnız politik muhteva itibariyle değil, sınıfsal, ulusal, cinsel ve toplumsal olarak da uğruna dövüştükleri ezilen kitlelerin organik bir parçası, halklarımızın en değerli evlatlarıdır.
Devrim yolunda ölümsüzleşenler, üzerinde yürüdükleri çizgi fark etmeksizin tüm devrimcilerin, işçi sınıfının ve emekçilerin ortak değeridir.
Devrimci Ölümsüzlerin Politik Ve İdeolojik Anlamı
Devrimcilik çizgi çizgidir. Çizgiler arasındaki derin farklılıklar, ideolojik mücadelenin konusu olmakla birlikte, bu çizgilerin toplamı devrimin zenginliğine işaret eder. Devrimcilik ve devrimci mücadele, tüm bu çizgilerin yarattığı tarihsel ve güncel değerlerin toplamı olarak birikir ve toplumsallaşır. Halkların devrimci tarihi ve bir coğrafyanın devrimci geleneği, farklı devrimci örgüt ve partilerin ödediği bedellerin, politik kazanımların, başarıların ve yetmezliklerin bileşkesi olarak yarınlara yürüyen, akan devrimci gelenek haline dönüşür.
Devrimci ölümsüzler de elbette ki bir politik çizginin üzerinde kendi devrimci varoluşlarını tamamlamışlardır. Bu bakımdan ölümsüzleri, şekil aldıkları politik çizgiden, moral ve kararlılık aldıkları ideolojik bütünlükten, bağlandıkları stratejik düşüncelerden koparmak hatalıdır. Karşı devrimin yoğunlaşmış ideolojik tasfiye ve politik örgütsüzleştirme saldırılarının almış olduğu düzey düşünülürse, ölümsüzlerin örgütlü kimliklerinin üzerinde daha fazla durmak gerekir. Ölümsüzler her şeyden önce örgütleriyle birlikte var olmuşlardır ve o çizginin zaferi uğruna dövüşmüşlerdir.
Ancak devrimci ölümsüzleri, yürüdükleri çizgiyle beraber anmak ne kadar doğruysa, onların devrimin büyük toplumsallığına ait oldukları da aynı ölçüde doğrudur. Hangi devrimci program ve bayrak altında dövüşerek ölümsüzleşmiş olurlarsa olsunlar, onlar, "devrim şehitleri"dir. Sübjektif olarak tümü sosyalizme ve sınıfsız topluma olan bağlılıklarıyla büyük eylemlerin sahibidirler.
Bu yüzdendir ki aralarında tasnif yapan yaklaşımlar devrimci etikle bağdaşmaz. “Benim ölümsüzlerim”, “Benim şehitlerim”, “Yalnızca biz anabiliriz” diyen görüş açısı ufuk kaybının, içe kapanmanın ve darlaşmanın görüntüsüdür. Ölümsüzler, işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin simgeleri ve değerleridir, her birini ayrımsız sahiplenmek, devrimciliğin yalnızca politik değil aynı zamanda ahlaki bir gereğidir.
Liberal-düzen içi gevezelerin ya da burjuva kalemşorların iddialarının aksine, devrimci hareketin hangi kolu olursa olsun, hiçbiri nihilizmden ya da umutsuzluktan ötürü ölümsüzlüğün üzerine yürümemiştir/yürümüyor. Fedailik düzeyine ulaşan kahramanlıklar her şeyden önce devrimci cesaret ve devrimci adanmışlığın eseridir. Devletin ancak ölümsüzlük ihtimalinin de var olduğu bir savaşım düzeyiyle yenileceğine inananlar her türlü bedeli göğüsleyebilmiştir.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, devrim cephesinin kızıl karanfilleri, yarın devrim olacakmış fikrini, yani “devrimin güncelliğini” her daim işlemeye devam ediyor. Her dönem güçleri yettiğince işçi sınıfına, emekçi ve ezilen halklara çarenin bitmediğini, teslim olmamak gerektiğini gösteren öncü adımları, öncü cesaret pratiklerini ortaya koyuyorlar. Sömürücü egemen sınıfların ve devletinin kendini en güçlü, yıkılmaz gösterdiği ve bu yanılsamanın kısmen yaygınlaştığı tüm kasvetli anlarda, çizgilerinin gereği olarak farklı sloganlar altında da olsa “Vardık, Varız, Var olacağız”, “Kurtuluşa Kadar Savaşacağız”, “Yaşasın Halk Savaşı” ya da “Devrimin Zaferi İçin” demeye devam ediyorlar.
Devrimciliğimizin Birleşik Geleneği: Bu Tarih Bizim
Türkiye ve Kürdistan birleşik devrim tarihi, farklı nehirlerde akan ancak birleştiğinde büyük bir deryayı oluşturan ortak bir tarihtir. Devrimciliğin her bir farklı kolunda yaratılan politik, ideolojik ve örgütsel değerler, son kertede birleşik devrimimizin kazanımıdır. Objektif olarak, tüm devrimci öznelerin içerisinde yer aldığı ve yine onların politik eylemleriyle yaratılan bu köklü gelenek, devrimci mücadelenin kesintisizliğini sağlayan, düzen dışılığını oluşturan ve bugünün devrimci hareketine ışık tutan birikimin kendisidir. Türkiye-Kürdistan devrimcilerinin gönül rahatlığıyla “bu tarih bizim” diyebileceği ve bu yolla dünü bugüne, bugünü yarına bağlayacakları ortak bir mücadele eksenleri mevcuttur.
Bu tarihin vurgulanması gereken ayırt edici bir niteliği ise, inşa edilen geleneğin yapımında her bir devrimci öznenin rolü ve etkisi ne kadar belirleyici ise, yine bu öznelerin öncülük ettiği ancak onu aşarak daha yüksek bir ifadeye kavuşan birleşik mücadele mevzilerinin de aynı ölçüde belirleyici olduğudur.
Elbette ki bu uzun soluklu devrim yürüyüşünün içerisinde şu ya da bu düzeyde yer alan veya belirli bir anda bu birikime katkı sunan öznelerin güncel durumu birbirine eş değildir. Gelişmenin eşitsizliği yasası devrim cephesinde yer alan öncü yapılar bakımından da geçerlidir. Devrimci ölümsüzlerinin bayrağı altında dövüştükleri parti ya da örgütlerin bir kısmı savaşım gücü olarak ayaktayken, atak halindeyken bir kısmı anlamlı bir politik varoluşu çoktan kaybetmiş, kendini amaçlaştırmış, birer çevre pozisyonuna sürüklenmiştir. Ancak her iki durumda da ölümsüzlerin hayat ve mücadeleleri yeni kuşakların mücadelesine aktarılmış, farklı grup ve partilerin ölümsüzleri yine farklı grup ve partilerde dövüşmeye devam eden militanların ilham kaynağı olmayı sürdürmüştür.
Devrimci görüş ve düşünüş, ölümsüzlerin bağlı oldukları parti ve grupların geçmiş hatalarına ve güncel zayıflıklarına aldırmaksızın, ancak ideolojik mücadele hakkını da saklı tutarak, tüm ölümsüzlerin devrimci iddialarına ve mücadele birikimlerine sırtını dönmeyi değil, tam tersine onu içermeyi, özümsemeyi ve devrimciliğin doğru politik çizgisine taşımayı gerektirir. Eğer ki devrimcilik sıfırdan başlamıyor ve bir politik tarihselliği ifade ediyorsa, geçmişin devrimci kazanımlarından uzak duran bir tür küçük-burjuva inkarcılığının karşısına, tüm devrimci kuşakların mirasçısı olmak konulmalıdır.
Ölümsüzlerin Devrimci Mirası
Türkiye-Kürdistan devrimci hareketinin tarihine, özellikle 1974-1980 devrimci yükseliş döneminde sirayet eden rekabetçilik, mülkiyetçilik, sekterizm ve dar grupçuluk, birçok devrimci grup ve partinin görüş açısını ve eylemini sınırlandıran olumsuz bir rol oynadı. Devrimci öznelerin bir kısmı, bu hatalarının sonucu olarak, kimi zaman devrimci iddialarından uzaklaşmış, geçmiş hatalarının sayısız tekrarını yaşamış, politik yalnızlığa sürüklenmiş ve devrimci hareketin tarihsel birikimini itilim kaynağına dönüştürememiştir. Bu zayıflığı bir yana, kendi dışında kalan devrimci örgüt ve partilerin de bu birikimle ilişkilenmesini oldukça dar ve ilkesiz yöntemlerle engellemek istemiştir. Bu tutumun en çarpıcı karşılığı ölümsüzlere mülkiyetçi pencereden bakan yaklaşımdır. “Şehitlerimizi yalnızca biz anabiliriz” ya da “Sadece örgütümüzün şehitleri” diyen görüşler, devrimciliğin tarihsel kazanımlarının kolektifleşmesini yavaşlatmış ve devrimci hareket tabanında sekterizmi yaygınlaştırmıştır.
Ölümsüzleri kolektif anma tarzından uzaklaşılması, devrimci hareket içerisindeki sekter ve tepkisel bölünmelerle eş zamanlıdır. Devrimci yükseliş dönemi içerisinde güçlü cepheleşmelerin yaratılamaması ve bunun Türkiye-Kürdistan devrimine olumsuz etkileri düşünüldüğünde, ölümsüzlerin ortak değerlerimiz olarak kolektif sahiplenilişinin birleşik mücadele ve cepheleşme koşullarını da güçlendirdiğini vurgulamak gerekir.
Devrimci hareketin tarihi ve bu tarihin ölümsüzleşen sembolleri ise temsil ettikleri politik-ideolojik değerlerle birer yol gösterici ve bitmez tükenmez bir devrimcilik kaynağıdır. Bu bağlamda; idamları göze alarak sosyalizm davasını savunan ve Marksizm’i Anadolu-Kürdistan coğrafyasına taşıyarak proleter sınıf bilincinin ilk tohumlarını eken Taşnak partisi militanları ve Ermeni ulusundan devrimciler birleşik devrimimizin başlangıç adımları ve ortak değerleri değil midir?
Karadeniz'de boğdurulan Mustafa Suphi ve on beşlerin, ağır tevkifat saldırılarına muhatap olan ve Sansaryan Han'da işkencecilerine “Ben ifademi Stalin'e, Dimitrov'a vereceğim” diyen partili militanların, tüm eksik ve hatalarına karşın sosyalizm için mücadeleden vazgeçmeyen Mihri Bellilerin, Hikmet Kıvılcımlıların, inançları uğruna sır vermeden ölümü kucaklayan Emine Erdinç ve Salih Bozışıkların tüm devrimci örgüt ve partilerin ortak tarihindeki yerini kim inkâr edebilir?
‘71 devrimci atılımının kurucu önderleri Denizler, Mahirler, İbrahimler, devrimciliği yeni bir düzeyde inşa ederken, eylemleriyle Türkiye-Kürdistan devrimine yeni bir yol açtılar. Türkiye-Kürdistan birleşik devrimi bugün hala aynı yolun üzerinde yürümeye devam ediyor. Öyleyse devrimci hareketin yeniden doğum kaynağı olan ‘71 atılımını herhangi bir çizginin sınırlarına hapsetmek mümkün olabilir mi? Ve yahut Kızıldere'de, Nurhak'ta, Vartinik'te ifadesini bulan adanmış devrimciliğin, silahlı mücadelenin, savaşçılığın, siyasi cesaretin ve öncülük iradesinin tüm devrimciler için ilham kaynağı olmasını kim engelleyebilir? Genç kuşakları devrimcilikle tanıştıran ve devrimci harekete öncülük yapmaya devam eden ‘71 devrimci önderleri, birleşik devrim tarihinin en temel harcı ve kolektif değeri değilse nedir?
Kadın özgürlük mücadelesinin ve kadın militanlığının ilk örneklerini sergileyen Meral Yakar'ı, Mine Bademci'yi, Hacer İpek'i, Cennet Değirmenci'yi, Aynur Sertbudak'ı ve farklı çizgilerde ölümsüzleşen devrimci kadınları tereddütsüz sahiplenmek, kadın önderleşmesinde Sabahat Karataş, Kutsiye Bozoklar ve Sakine Cansızların izinde yürümek, kadın devriminin ilerleyişinde kolektif hazineye kaydedilen Zilanların, Beritanların, Ekinlerin fedailiğinden ilham almak muazzam bir zenginlik ifade etmez mi?
Devrimci yükseliş döneminin ve 12 Eylül askeri faşist darbesine karşı direnişin ölümsüz militanları idam sehpalarında devrimin onurunu haykıran; İlker Akman, Yüksel Eriş, Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun, Tamer Arda, Cemalettin Yalçın, Ömer Yazgan, Zeki Erginbay, Ali Aktaş ve Necdet Adalı gibi sıra neferleri devrim ve sosyalizm kavgasını vura öle bir bayrak gibi bugünlere taşımamışlar mıdır? Mustafa Özenç, Necdet Erdoğan Bozkurt, İsmail Gökhan Edge, Orhan Bakırcıyan, Mehmet Zeki Şerit, Osman Yaşar Yoldaşcan, Cüneyt Yılmaz, İmran Aydın, Erdal Eren, Adil Can ve İrfan Çelik gibi ismi bu satırlara sığmayacak öncü ve önder devrimcilerin kolektif direnişi ve eylemi, 12 Eylül faşist karanlığını Türkiye-Kürdistan devriminin bütün özneleri adına parçalamışken, kim birleşik devrimin bu ortak mirasını yok sayabilir?
Bedenlerini açlığa yatıran Metris’in kızıl karanfilleri ve Amed Zindanı'nın dörtleri, en zor koşullarda bile direnmenin ve teslim olmamanın seçkin geleneğinde birer dönüm noktası olarak kolektif tarihimizin değerleri olarak kabul edilse hatalı mıdır? Remzi Basalak'ın tüm devrimciler adına teşhir masasına attığı tekmeden onur duymamak mümkün müdür? Açlık grevi ve ölüm orucu direnişinin birleşik mevzilerinde direnen 122 ölümsüz, eşine ender rastlanır bir devrimci inanç ve adanmışlık kaynağı olarak herkese coşku ve moral taşımıyor mudur?
Peki, Kemal Pir, Hayri Durmuş, Ali Çiçek, Akif Yılmaz ve Mahzun Korkmaz, Kürt halkının ulusal uyanışının simgesi değil midir? 21 Mart 1982'de iki kibrit çöpüyle Newroz ateşini yakan Mazlum Doğan, Kürdistan devrimini Amed zindanından dağlara taşımışken, sömürgeciliğe karşı mücadele kimden öğrenilecektir? İhtiyatın terkedilmesi ve bir devrimi kazanmaya karar vermenin en soylu örneklerinden biri olarak Mazlum Doğan'ı anmadan ve anlamadan bir devrimcilik inşası mümkün müdür?
Türkiye-Kürdistan devrimcilerinin, ayaklanmalarda komutanlaşmayı Hasan Ocak'tan, koparıp almayı Şengül Boran'dan, ideolojik kararlılığı Kutsiye Bozoklar'dan, yoldaşa emek vermeyi Hüseyin Demircioğlu'ndan, devrime ateş olmayı Serkan Tosun'dan, “Gerekirse şehit de düşeriz” diyebilmeyi Sibel Bulut'tan, hesap sorma kararlılığını Roza Renas'tan, sınırları aşmayı kırmızı fularlı Destan'dan öğrenmesi, birleşik devrim cephaneliğini büyütmeyecek midir?
Birleşik devrime yürüyen Suruç Ölümsüzleri, fedaice direnen Yeliz Erbay ve Şirin Öter, zaferler kuşağının önder temsilcisi Baran Serhat, Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin tüm öznelerini ileriye davet eden güncel bir devrimcilik çıtası değil midir?
Burada belirleyici olan devrimciliğin sıçramalar kadar birikimlerle ilerlediğini unutmamaktır. Farklı nehirlerin devrimcileri olan Sinan Kukul, Niyazi Aydın, Baba Erdoğan, Cüneyt Kahraman, Mehmet Demirdağ, Cafer Cangöz, Serpil Polat, Serap Kolukırık, Lale Çolak, Sibel Sürücü, Hatice Yürekli, Sefagül Keskin, Göze Altunöz, Gökhan Taşkaya, Ulaş Bayraktaroğlu, Orhan Yılmazkaya, Delal Amed, Atakan Mahir, Sinan Dersim gibi binlerce ölümsüz, can bedeli fedakarlıklarıyla bu geleneğin hem ilerleticisi hem de taşıyıcısıdır.
Bu mirası ayrımsız sahiplenebilmek, yalnız ve yalnızca daha büyük devrimci iddiaların sahibi olmak ve daha güçlü bir savaşım kararlılığını kuşanmak demektir.
Faşizme Karşı Direnişin ve Birleşik Mücadelenin Mayası: Ölümsüzler
Kolektif sahiplenme tarzının, en önemli kazanımlarının başında ise ‘71 devrimciliğinin tarihe kazanılması ve yaşayan bir politik geleneğe dönüştürülmesi gelir. ‘71 devrimci atılımının ölümsüz kurucu önderlerinin birleşik tarzda sahiplenilmesi ve en zorlu şartlar altında dahi anma kararlılığı gösterilmesi içerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel dönemin ayırıcı bir özelliğidir. Öyle ki, 12 Mart faşist darbesinin yoğun baskılarının ardından gelen devrimci yükseliş döneminin kilidi, ‘71 devrimcilerinin toplumsal düzeyde sahiplenilmesiyle açılmıştır. Ama ‘74-80 döneminde devrimci yapıların ‘71 devrimcilerini kolektif sahiplenme görüş açısı ve pratiği çok zayıftır, her bir eğilimin kendi önderlerini sahiplenmeye odaklı olduğu bir süreç yaşanmıştır. Devrimci harekette ‘71 devrimci önderlerinin ortak değerler düzeyinde kolektif tarzda sahiplenilmesi zamanla gelişmiştir. Ulaşılan düzeyde ‘71 devrimcilerinin birleşik tarzda sahiplenilmesi, kuvvetleri toparlayıcı, dağınıklığı giderici ve öncüleri saldırı pozisyonuna geçiren bir niteliğe sahiptir. Bu sürece çok genel hatlarıyla da olsa biraz daha yakından bakmak ders çıkarmak ve öğrenmek bakımından oldukça anlamlıdır.
Bugün Türkiye-Kürdistan birleşik devriminin derinleşen bir karakteri haline gelen ‘71 devrimci önderlerini ve devrimci ölümsüzleri kolektif tarzda sahiplenme eğilimi kolay doğup gelişmemiştir. ‘74-80 döneminde her örgütün ‘71 devrimci hareketinde geldiği kökenin önderlerini ve şehitlerini sahiplenmesi genel durumu özetler. Elbette ‘71’in diğer devrimci önderlerine herkesin saygısı vardır, ama henüz ortak değerler düzeyinde sahiplenme söz konusu değildir. Dahası önderlerin isimleri genellikle ilkesiz ayrılıkçılığın, sekterizmin, bölünme mücadelelerini haklı çıkartma yaklaşımlarının aracı ve gerekçesi haline getirilir. Siper yoldaşlığı da unutulmuş, uyutulmuş gibidir zaten. Hatta sertleşen grupçu mücadelelerde ‘71 devrimci önderlerinin adları araçsallaştırılır.
‘71 devrimci önderlerin ortak birleştirici değerler düzeyine yükselmesi eğiliminin öncü işaretleri 12 Eylül darbesinden sonra zindanlarda ölümsüzleri anmalarda diğer örgütlerin mesaj göndermeleri biçiminde uç verir. Bu eğilim 1990’lı yıllarda zindanlarda devrimci önderlerin anmalarına katılım ve mesaj verme biçiminde gelişimini sürdürür, nihayet ‘71 devrimci önderlerini anmaların ortak düzenlenmesi düzeyine sıçrar. Bu eğilimin devrimci hareketin zindanlar cephesinde bir adım önde gittiğinin altını çizmek de doğru olur.
12 Eylül askeri faşizmi dönemi ve daha sonra 90’lı yıllarda düşmanın sert saldırılarına karşı direniş, özellikle hapishanelerdeki mücadele deneyimleri temelinde devrimci hareketin saflarında şehitlere kolektif sahip çıkma eğilimini geliştirir. Karşıdevrimin daha sert saldırıları koşullarında dayanışma ve birlikte direniş, siper yoldaşlığının gelişimi bu eğilimi besler.
Ayrıca vurgulamak gerekir ki, 90’lı yıllarda emekçi sol hareketin saflarında faşizme karşı eylem birlikleri ve cepheleşme yönelim ve arayışının gelişmesi, devrim şehitlerini kolektif tarzda sahiplenme eğilimini besleyen, güçlendiren diğer bir ana damardır.
Hapishane direnişlerinde de devrimci ölümsüzlerin kolektif tarzda anılması faşizme boyun eğmeme ve her koşulda direnmenin ifadesidir. Bu direniş çizgisinin en ileri örneği olarak 1996 ölüm orucu direnişi, birleşik mücadelenin ve birleşik ölümsüzleri kolektif sahiplenmenin zaferi kazanmadaki belirleyiciliğine vurulan bir mühürdür.
Karşı devrim cephesinin 90’lı yıllardaki sert saldırılarının göğüslenmesinde de ölümsüzlerin kolektif sahiplenilişinin ve birleşik mücadelenin izi bulunuyor. 90’lı ve 2000’li yıllarda devrimci öncüleri hedefleyen her türden imha saldırıları eğer bir devrimcilik kırılması yaratamamış ve devrimci hareketi hedefleyen tasfiye saldırıları başarılı olamamışsa, ölümsüzlerin büyük çatışmalar eşliğinde, tutuklanma ve hatta ölümsüzlük pahasına kitlesel olarak uğurlanmasının payı büyüktür.
Gözaltında kaybetme saldırılarının püskürtülmesinde ise, Hasan Ocak’ın kolektif sahiplenilişi, birleşik eylemin yolunu açan öncü bir eşiktir. Öncülerin ve giderek devrimci demokratik kuvvetlerin, kaybetme saldırılarına karşı sokağa çıkması ve devrimci ölümsüzlerin ardından birlikte mücadele etmesi, yalnızca faşist diktatörlüğün bu saldırısını püskürtmekle kalmamış, halen sürmekte olan bir birleşik mücadele ve halklar mevziisi inşa etmiştir.
Faşist saray rejimine karşı mücadelenin tarihinde de devrimci ölümsüzleri birleşik mücadele içerisinde sahiplenmenin devrimci sonuçları görülüyor. 17 Haziran 2005’te, 17 devrimci gerillanın katledilmesine karşı birleşik tarzdaki yüksek sahiplenme düzeyi, güçlü siper yoldaşlığı geleneğinin AKP hükümeti dönemindeki ilk örneğidir ve bir geleneğin güne aktarımı bakımından kayda değerdir. Hemen ardından Hrant Dink’in katledilmesine karşı gösterilen birleşik sahiplenme tarzı, faşizme karşı güçlü bir meydan okumaya dönüştüğü gibi, Ermeni ulusunun tarihsel haklarının gündemleşmesi ve Ermeni Soykırımı’nın kabul edilmesi, burjuvazi ve burjuva devletin soykırım suçlarına karşı mücadelede, işçi sınıf ve emekçilerin tarihsel gerçeklerin bilinciyle aydınlatılması, emekçi sol hareketin soykırımlara karşı yerine getiremediği görevleri bağlamında kendi gerçekleriyle yüzleşmeye yönelmesi de yeni bir düzey açığa çıkartmıştır.
Gezi Ayaklanması ölümsüzlerinin birleşik tarzda uğurlanması, Türkiye-Kürdistan birleşik devrim tarihinin en kitlesel eylemleridir. Milyonların katıldığı törenler, onur ve özgürlük nişanesi olarak kaydolur. Kobanê ölümsüzlerinin kolektif sahiplenilmesi ise, Kürdistan tarihinin en gelişkin kitle serhildanını mayalarken, Kobanê zaferine ve yarattığı toplumsal-politik etki itibariyle birleşik demokratik cephenin 7 Haziran seçim başarısına kapı aralar.
Suruç’un 33 kızıl karanfilinin adeta birleşik mücadelenin sembolüne dönüşmesi, faşist saray rejiminin topyekûn imha ve tasfiye saldırısına karşı kurulan ilk barikat niteliğindedir. Birleşik ve militan sahipleniş, daha sonrasında yaşanacak olan kitle katliamlarının devrimci-demokratik mücadele üzerinde oluşacak tahribatları tümden durdurmasa da zayıflatmıştır. Ayrıca bu birleşik sahipleniş tarzı, ideolojik mücadele kararlılığı taşımanın yanı sıra, birleşik mücadeleyi özellikle gençlik hareketi bakımından yeni bir merhaleye taşımış, adalet mücadelelerini birleştirme eğilimine güç katmıştır.
Bu bağlamda ifade edilmelidir ki, faşist saray rejiminin her türdeki zoru ve baskısına rağmen, devrimci ölümsüzlerini birleşik tarzda uğurlama kararlılığını sürdürmesi, faşizme karşı direnme kararlılığının karşılığıdır.
Ölümsüzleri Anmanın İçeriği ve Faşist Saray Rejimine Karşı Mücadele
Devrimci ölümsüzlerin birleşik sahiplenilmesi, devrimci mücadelenin tarihsel bir kazanımı olduğu kadar faşist saray rejimi karşısında da güncel bir zorunluluktur. Bu bakımdan herhangi bir devrimci parti ya da grubun, sekter, dar grupçu ve rekabetçi görüşü olarak “Benim ölümsüzlerimi anamazsınız” tutumu; birleşik devrimin politik gelişkinliğiyle çelişen, örgütsel çeşitliliğini anlamaktan uzak, devrimci hareketin ortak değerlerini mülkleştiren ve güncel olarak da devrim mücadelesinin ihtiyaçlarını yanıtlamaktan uzak, sorumsuz bir ideolojik ve politik duruştur. Birleşik devrimini ölümsüz değerlerinin yalnızca devrimci öncülerle sınırlı kalmaksızın, devrimci demokratik hareketin en geniş bileşenleri tarafından sahiplenilmesi; devrimci moral değerlerin kitleselleşmesi, devrimciliğin güç kazanması ve devrimci ideolojik hegemonyanın güçlenmesi demektir.
Ancak bu durum devrimci ölümsüzleri anma eyleminin içeriksizleştirilmesi ve politik-ideolojik çizgiden kopartılması anlamına gelmiyor. Ölümsüzlerin kolektif tarzda sahiplenilmesi ile onların birer devrimci ikona dönüştürülme çabalarına karşı koymak arasında ciddi ayrımlar var. Elbette burada kastedilen, şu ya da bu grubun devrimci ölümsüzleri anmasını engellemeye çalışmak ya da yasaklar koymak değildir. Lakin ilkeli bir ideolojik mücadele ile devrimci ölümsüzlerin en doğru biçimde anılmasını sağlamak zorunludur. Devrimci ölümsüzlerin ortak değerler olarak sahiplenilmesi başlığındaki bu düzlem, esas olarak devrimcilik ile reformculuk arasındaki ideolojik mücadelenin bir parçasıdır.
Burada ideolojik mücadelenin eksenine tam da devrimcilik ve reformculuk arasındaki çarpışmayı koymak yerindedir. Yoksa her devrimci parti ya da grubun programatik görüşleri ekseninde oluşturulacak bir zemin, devrimci ölümsüzlerin kolektif tarzda sahiplenilmesini zorlaştıracağı gibi, birleşik mücadelenin önüne suni engeller çıkartacak ve birleşik eylemi sınırlandıracaktır. “Devrimin zaferi için savaşmak ve bu uğurda her türlü bedeli göğüsleyecek kararlılıkta olmak” devrimci ölümsüzleri anmadaki en temel ayırt edici çizgidir.
En genel anlamdaki bu doğruyu, mevcut siyasi konjonktüre uyarlayarak şöyle söylemek de mümkün: Burjuvazinin devletini ve onun bugünkü biçimi olarak faşist saray rejimini yıkma eylemi içinde olmayan partilerin, grupların ve bireylerin "ölümsüzlere bağlılık" iddiasının politik bakımdan değeri oldukça zayıftır. Uğradıkları irade kırılmasının veya reformist-evrimci politik çizgilerinin sonucu olarak, bedeller ödemeden, yolu şehitlikler ve hapishanelerden geçmeden devrimcilik yapılabileceğini “sanan”, savunan, kimi teorik gerekçelerle şiddeti karşıdevrimin tekeline teslim eden, yasadışılığı, gizliliği, özgür politika yapma araçlarını çoktan unutan parti ve gruplar, devrimci hareketin tarihi bir yana öznel tarihlerinin ölümsüzleriyle dahi doğru bir ilişki geliştiremezler. Tarihin bir anında, devrimci zoru da içeren bir çizgide mücadele eden örgütler artık bu çizgilerinin çok uzağındadır. Ondandır ki, böyle yapıların, devrimci dönemlerinin şehitlerine bağlılık iddiası büyük ölçüde biçimsel ve törenseldir; daha ciddi bir tehlike ise devrimci ölümsüzleri düzen içine çekmeye, kendi reformcu durumuna meşruiyet kazandırmak adına onları ehlileştirmeye çalışmaktır. Bu yüzdendir ki, Deniz-Mahir-İbrahim ve Mazlum Doğan başta olmak üzere, devrimci hareket içerisindeki kurucu devrimcileri, yine onların kurucu çizgisi olan silahlı mücadeleden ve devrimci savaşımdan ayrıştırarak anma eğilimine karşı ideolojik mücadele günceldir.
Türkiye-Kürdistan birleşik devriminin ölümsüzleri ise faşist saray rejimi karşısında kentlerde ve dağlarda dövüşenlerle birlikte nefes alıyor, sömürgeciliğe ve erkek egemenliğine karşı her türlü bedeli göğüsleme kararlılığında olanların savaşımında hayat buluyorlar. Devrimci ölümsüzlerin iddiasını kuşananlar, aynı çizginin üzerinde yürüyerek birleşik devrimi can feda direnişlerle ilerletiyor. Her kim ki, sömürgeci faşist saray rejimi karşısında savaşıyor, ona şu ya da bu düzeyde darbeler vuruyor, devrimci zor yöntemleri ile mücadele etmekten geri durmuyor ve bedel ödemekten kaçınmıyorsa, devrimci ölümsüzlerin mirasına sahip çıkıyor demektir.
Devrimci ölümsüzlerin onurla taşıdıkları devrim bayrağını dalgalandırmayı sürdürmek ve devrimci eylemi yükseltmek dışında bir bağlılık ölçüsü yoktur. Her politik öznenin bağlılık düzeyi ise, sömürgeci faşist saray rejimine karşı savaşım pratiğinde verilidir. Türkiye-Kürdistan birleşik devrimi, ulaşmış olduğu örgütsel nitelik ve faşist saray rejimi karşısındaki politik-askeri savaşım düzeyi ile ölümsüzlerin ideallerini omuzlamıştır.
Aynı mevzilerde çarpışan ve kanları birbirine karışarak ölümsüzleşen birleşik devrim şehitlerinin açtığı yol, hangi parti ya da grubun safında olursa olsun tüm devrimci ölümsüzlerin kavgasını zafere taşıyacaktır.