Soğuk savaşın galibi Batılı emperyalist devletler, Hırvatistan ve Bosna savaşları (1991-1995), Dayton Anlaşması (1995) ve Kosova savaşıyla Balkanlar’ın paylaşımını tamamlayarak aralarındaki güç ilişkisini düzenleyip çatışmaları dondurdular. Revizyonist Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra patlak veren Ermenistan-Azerbaycan arasındaki savaş, yoğunluğunu dönem dönem yitirse de günümüze kadar devam etti.
Ortadoğu’nun hali belli. Emperyalistler ve bölgesel güçler Ortadoğu sahasında hakimiyet kurmak için Irak savaşlarından bu yana hem bu ülkede hem de sonraları Suriye’de milyonlarca insanı katlettiler, göçmen durumuna düşürdüler. Rojava devrimini ezmek amacıyla büyük darbe vurdular
Doğu Akdeniz’de mevcut ve potansiyel enerji (doğal gaz, petrol) kaynaklarına sahip olmak, bu bölgede dünya deniz ticareti rotasını kontrol etmek için it dalaşını sürdürüyorlar.
Balkanlar-Hazar Havzası-Ortadoğu/Doğu Akdeniz üçgeninin tam ortasında yer alan Türkiye’nin bu gelişmelerden etkilenmesi kaçınılmazdı. Türkiye, bir taraftan bu sahada önde gelen emperyalist ülkelerin hegemonya mücadelesinde kazanılması gereken güç olarak görülürken, diğer taraftan da geliştirdiği “ulusal güvenlik”, “ulusal çıkar” konseptleri doğrultusunda attığı birtakım adımlarla sorunlara müdahale ediyor.
Bu sahalardan birisi de Kafkasya’dır. Türk burjuvazisi, yayılmacılık peşindedir; aynı anda veya aynı zaman sürecinde Güney Kürdistan’da, Rojava’da işgalci adımlarını sürdürürken, Libya’da Trablus hükümetinin yanında savaşta saldırgan olarak yer aldı. Doğu Akdeniz’in paylaşımına Libya hükumeti ile imzaladığı anlaşmaya dayanarak Kıta Sahanlığını belirledi; Ege Denizi’nde adalar sorununu gündemleştirdi ve şimdi de Ermenistan-Azerbaycan savaşını yeniden başlatan güç olarak Azerbaycan yanında aktif olarak katılıyor.
Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ üzerine çatışma, revizyonist Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası milliyetçiliğinin doğrudan bir ifadesidir.
Sorunun Tarihçesi
Dağlık Karabağ’da iki toplum arasındaki çatışmanın tarihi yeni değildir. Aslında bu bölgede Ermeniler ve Azeriler yüzyıllarca barış içinde beraber yaşadılar.
Tarihsel geçmişinde Ermeni halkının yurdu olan bölge değişik imparatorlukların hakimiyeti altında kalarak nüfus yerleşiminde değişiklere sahne oldu.
1826-1828 savaşında İran'ın Rusya’ya yenilmesi sonucunda bütün Kafkasya’da halklar, etnik gruplar, Osmanlı Devleti ve Rusya arasında hakimiyet dalaşının “malzeme”si oldular.
Ekim Devrimi’nden sonra iç savaş, doğudaki müdahaleler sonlandığında birbirinden bağımsız olan Sovyet Cumhuriyetlerinin birliğinin nasıl sağlanacağı ve Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği’nin nasıl kurulacağı, ekonomik inşanın yanı sıra Bolşevik Parti’nin en önemli sorunu olmuştu. Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) el yordamıyla, deneme-yanılma yöntemiyle süreç içinde kurulduğunu diyebiliriz. Böyle bir cumhuriyet konusunda Bolşeviklerin önünde yararlanabilecekleri bir tecrübe yoktu. Diğer taraftan ülke çok büyüktü; yani farklı ulusların, ulusal toplulukların yaşadıkları, politik ve ekonomik gelişmenin oldukça farklı olduğu bir coğrafya. Bu nedenle SSCB’yi oluşturan cumhuriyetler, gelişmelerinin belli bir aşamasından sonra, SSCB’ye katılmışlardır.
1920’de Bolşevik Parti, mevcut federatif ittifakın güçlendirilmesi sorununu gündeme getirir. Lenin, Komintern’in 2. Kongresi için hazırladığı ulusal ve sömürge sorunu üzerine tezlerinde “giderek daha sıkılaşan, yakınlaşan bir ittifakı” amaçlama görevini gündeme getirir. (Lenin; cilt 31, sayfa 135). Aynı yıl içinde Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti (RSFSC) ile Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti arasında, çeşitli alanlarda iş birliğini öngören bir ittifak anlaşması imzalanır.
Aynı amaçlı anlaşmalar 1920-1921 yıllarında RSFSC ile Belarus Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti ve Transkafkasya Sovyet Cumhuriyetleri arasında imzalanır. Mart 1922’de Transkafkasya Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Federasyonu kurulur. Bu cumhuriyetin temel görevi şuydu: Transkafkasya halkları (Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan) arasında kardeşçe iş birliğini güçlendirmek ve tekil uluslar ve ulusal topluluklar arasında burjuva milliyetçilerin ve emperyalistlerin kışkırttığı düşmanlığı alt etmek. O dönem Sovyet halklarının birleşme, birlik kurma eğilimleri, ayrılıkçı, milliyetçi eğilimler karşısında sınav veriyordu; bu eğilimlerin savunucuları burjuva milliyetçilerdi, iktidardan alaşağı edilmiş sömürücü sınıfların temsilcileriydi. Bunlar, işçi sınıfı ve köylülük içinde yalpalayan unsurları etkileyerek, kendi saflarına çekerek uluslar ve ulusal topluluklar arasında gerginlik ve çatışmaları körüklüyorlardı. Bu unsurların yıkıcı faaliyetleri, YEP’in ilk döneminde sınırlı da olsa güçlenmişti.
10 Aralık 1922’de 1. Transkafkasya Sovyet Kongresi’nde kabul edilen bildirgede şöyle deniyordu: “SSCB’ye şu cumhuriyetler katılıyor: RSFSC, Ukrayna, Belarus ve Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan oluşan Transkafkasya Federasyonu”. Kongre, “Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Transkafkasya Federasyonu” tanımlamasını “Sovyet Cumhuriyetleri Transkafkasya Sosyalist Federasyonu” olarak değiştirme kararını da aldı.
23 Aralık 1922’de, RSFSC’nin X. Sovyet Kongresi çalışmasına başlar. Bu kongreye, müttefik Sovyet Cumhuriyetlerinden 1. Birlik Sovyeti Kongresi için Moskova’ya gelen 488 delege misafir olarak katılır.
Kongrede Sovyet Cumhuriyetlerinin birliği üzerine Raporu, RKP (B)’nin oluşturduğu komisyonun başkanı olan Stalin sunar. Stalin yaptığı konuşmada “RSFSC’nin, Ukrayna SSC’nin, Belarus SSC’nin ve Transkafkasya SSC’nin siyasi ve sosyal düzeninin birbirinin aynısı olduğunu analiz eder.
Sovyetler Birliği’nin dört kurucu üyesinden biri olan Transkafkasya SSC, kuruluşunda söz konusu olan temel görevlerinin yerine getirilmesinden dolayı 3 Aralık 1936’da dağıtılır ve Gürcü SSC, Ermeni SSC ve Azeri SSC olarak SSCB’yi oluşturan tekil cumhuriyetlere dönüşürler.
Ancak, 1956’dan sonra, SBKP (B)’nin 20. kongresinde iktidara gelen Kruşçev revizyonistlerinin kapitalizmi yeniden inşa adımları, bu adımların Brejnev döneminde derinleşmesi ve kapsamlaşması, ülkede kaçınılmaz olarak başta Rus milliyetçiliği olmak üzere SSCB’yi oluşturan diğer cumhuriyetlerde de ulusalcılık, etnik ayrımcılık körüklenir. Revizyonist Sovyetler Birliği dağıldığında (1991/’92) iktidarı elde tutmaya çalışan revizyonist klikler milliyetçiliği kışkırtmaktan geri kalmazlar. Dağlık Karabağ sorunu da bunlardan biridir. Daha Gorbaçov döneminde Dağlık Karabağ eksenli Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çelişkiler, kısa zamanda silahlı çatışmalara ve her iki ülke arasında savaşa dönüştü. Ermenistan, sadece Dağlık Karabağ’ın bağımsız kalma/Ermenistan’la birleşme yönünde kaderini belirlemeyi desteklemekle kalmadı, etrafındaki Azeri ve Müslüman Kürtlerin topraklarını da işgal etti. 27 Eylül 2020’de başlayan savaş, yeni değil, 1990’lı yıllardaki savaşın sadece şiddetlenmiş bir devamıdır.
Dağlık Karabağ sorununun çözümü için kurulan Minks grubu ve bu grubun sözcüleri konumunda olan ABD, Rusya ve Fransa, 30’yıla yakın bir zamandır, sorunu çözmek için değil, idare etmek için uğraştılar. Bu sorunu çözemezlerdi; çünkü her birinin Güney Kafkasya’ya, Ermenistan ve Azerbaycan’a bakışları onların jeopolitik çıkarlarından bağımsız değildi.
Bu sefer Azerbaycan, karşılıklı taciz atışlarıyla sınırlı kalmadı. Doğrudan saldırıya geçti.
Bunun böyle olacağından Rusya’nın haberi var mıydı, yok muydu, bu ayrı bir soru. Rusya, Ermenistan ile bu ülkeyi korumayı içeren bir anlaşma yaptı, Rus askerleri Dağlık Karabağ’da varlar. Rusya aslında Kafkasya’da olup bitenlerden haberdardır. Rusya, Azerbaycan ordusunun yıllardır savaşa hazırlandığını, saldırı planını Türk ordusuyla birlikte tatbikat olarak uyguladığını ve saldıracağını bilmiyor olmaz.
Türk ordusu, Erdoğan rejimi, taciz atışını vesile ederek Azerbaycan’ı saldırıya geçirdi.
Kafkasya’da veya Ermenistan-Azerbaycan-Rusya-Türkiye ilişkilerinde somut durum neyi gösteriyor?
Rusya, pek müdahale edecek durumda değildi ve şimdi de etmiyor. Rus emperyalizmi çok cephede ya savaşıyor veya da her an savaşacak gibi hazır duruyor.
Baltık ülkelerinin NATO üyesi olmaları, Rusya’nın Baltık denizi kıyılarında ABD ve NATO ile karşı karşıya kaldığını göstermektedir. Rusya, Baltık Denizi’nde Estonya, Letonya ve Litvanya hattında ABD ve NATO tarafından kuşatılmış durumda. Bu nedenle bu alanı askeri olarak boş bırakamaz.
Rusya, şimdi Belarusya’da yeni bir “renkli devrim” sorunuyla karşı karşıya. Mevcut rejimin Batılı güçlerin baskısıyla düşmesi, ABD, NATO ve AB’nin bu ülke üzerinden de Rusya’ya komşu olması demektir. Belarusya’nın düşmesi Rusya açısından hiçbir koşul altında kabul edilecek bir durum değildir.
Rusya, Kırım’ı düpedüz işgal etmiştir. Bu işgalin/ilhakın olumsuz yansımaları devam etmektedir. Güneydoğu Ukrayna’daki himayeci nüfuz ve hakimiyetinden de vazgeçmeyecektir. Bu da buradaki çatışmalı süreçle askeri olarak meşgul olacağı anlamına gelmektedir.
Rusya, Suriye’de ABD ve zaman zaman ters düştüğü konularla Türkiye ile sorunludur.
Rusya, Libya’da kendi çıkarına göre sonuç almak için bazen uyuyor, bazen aktifleşiyor. Her halükârda Libya’da var olan Rusya, AB ve NATO’yu güneyden sıkıştıran, çembere alan Rusya’dır. Bu durum ne ABD ne de AB tarafından kabul edilebilir.
Bu bölgelerdeki faaliyet bir taraftan Rus askeri gücünü zayıflatırken, çok cepheye dağıtırken, diğer taraftan da devasa maddi yük oluşturmaktadır. Rusya’nın bu maddi gücü kaldıracak durumu pek yoktur veya uzun vadede olamayabilir. Yanı sıra Rusya Batı yanlısı Paşinyan iktidarının burnunu sürterek yeniden Rusya yanlılarını iktidara getirmek için de savaşa girmeyi erteliyor. Dahası Azerbaycan burjuvazisiyle ilişkisini tümden bitirmek istememesinin de rolü var.
Ankara bu durumu görerek Azerbaycan’a “Şimdi saldır” dedi.
Fransa’nın, en azından seçimlerden dolayı ne ABD’nin ne bütün olarak AB’nin ve Azerbaycan ile sermaye bağlamında yakın ilişkisi olan İngiltere’nin soruna müdahil olmayacağı hesabını da yaptı.
Azerbaycan ordusu yıllardan beri Türk ordusu tarafından silah ve mühimmat bakımından donatılıyor ve eğitiliyor. Azerbaycan, aynı zamanda İsrail’den de modern silahlar alıyor.
Bütün bunlar Azerbaycan’ın savaşa hazır olduğunu ve fırsatını bulunca da savaşı başlatacağını göstermektedir. 27 Eylül bu savaşın başlangıcı oldu.
Azeri-Ermeni savaşı, sadece Dağlık Karabağ ile sınırlandırılabilecek bir savaş değildir. Ermenistan ve Azerbaycan’ın kendilerini mevcut sorunla sınırlamaları şimdilik mümkündür. Örneğin İlham Aliyev’in “Dağlık Karabağ’ı kurtarmadan savaş bitmeyecek” demesi, Paşinyan’ın “Dağlık Karabağ’dan ve işgal edilen Azeri topraklarından çıkmamak için savaşıyor” olduğunu açıklaması her iki ülkenin iç kamuoyuna yönelik açıklamalardır. Ancak, her iki taraf da Azeri-Ermeni savaşının sadece bu olmadığını ve olamayacağını biliyorlardır.
Burası Kafkasya olduğu için Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki bu savaş, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz ile bağlantısı kurulmaksızın anlaşılamaz ve sonuçlanamaz.
O halde kim ne istiyor?
Rusya:
Çarlık Rusya’sının en önemli hedeflerinde biri sıcak denizlere inmekti. Bu amacına ulaşabilmek için Rusya’nın önünde dört yol vardı: Bu yollardan biri Balkanlar üzerinden İstanbul ve Boğazları kullanarak Ege ve Akdeniz’e inmek. Bu yol bugün kapalıdır. Ancak, Türkiye ile ilişkilerinin gelişmesine bağlı olarak Boğazları kullanabilme olanağı vardır. Yani Türkiye'nin Boğazları Rusya’ya açık tutmasının bir bedelinin olduğu açıktır.
İkinci yol, Kafkasya’yı hareket üssü olarak kullanarak Osmanlı Devleti’ni nüfuzu altına alarak, özellikle Doğu Anadolu'yu kontrol ederek İskenderun’a, yani Akdeniz’e inmek. Bugün için bu yol kapalıdır.
Üçüncü yol, yine Kafkasya’yı üs olarak kullanarak İran üzerinden Basra Körfezi’ne inmek.
Dördüncü yol, yine Kafkasya'yı üs olarak kullanmak İran üzerinden Hint Okyanusuna inmek.
Jeopolitika açısından Kafkasya Rusya için mutlaka elde tutulması gereken bir alandır. İki nedenden dolayı; yukarıda belirttiğimiz gibi kendi jeopolitik amacına ulaşmak için önemli bağlayıcı bir bölgedir Kafkasya. İkinci neden de Avrasya’da gözü olan dünyanın başka jeopolitika yeteneği olan ülkelere karşı Kafkasya, Hazar havzasına ve Orta Asya’ya giriş kapılarından biridir, belki de en önemlisidir. Bu nedenle de Kafkasya mutlaka kontrol edilmelidir.
Kafkasya aynı zamanda dün olduğu gibi bugün de Avrupa ve Asya arasından karasal geçit noktasıdır. Hazar Havzası ve Avrasya’yı kontrol etmek için bu bölgeye hâkim olmak gerekir. ABD’nin Asya’ya karadan geçebilmesi için bu bölgeyi kontrolü altına alması gerekir. Keza Çin’in Avrupa’ya en kısa kara bağlantısı, Avrupa’ya giden Hazar Havzası enerji hatları ve Türkiye’yi Orta Asya ile bağlayan kara yolu ve demiryolu da bu bölgeden geçmektedir.
Kafkasya, özellikle Azerbaycan üzerinden Hazar havzası zengin enerji kaynaklarının merkezi konumundadır. Bu kaynakların kontrolü için özellikle Güney Kafkasya'nın kontrolü mutlaka sağlanmalıdır.
Güney Kafkasya, Türkiye ve İran’ın Kafkasya üzerine rekabette kesiştikleri noktadır. Rusya, bu rekabeti yerinde izlemek ve kontrol etmek için de bu bölgede olmalıdır.
Esasen bu nedenlerden dolayı Rus emperyalizmi ne Kafkasya'dan çıkar ne de başka bir emperyalist gücün bu bölgeye hâkim olmasına izin verir. Güney Kafkasya’yı kaybeden bir Rusya, Kafkasya’nın tamamını kaybetmeye adaydır; yani karşımızda zayıflayan bir Rusya var demektir.
Belirttiğimiz öneminden dolayı Kafkasya’da hareketlilik karşılığını başka bölgelerde mutlaka gösterir.
İsrail
İsrail de Ermenistan-Azerbaycan arasındaki savaşta Azerbaycan’ı destekleyen ülke konumundadır. Tabii bu desteği Azerilere karşılıksız sunmamaktadır. Azerbaycan İsrail’den başta drone’lar olmak üzere modern silahlar almaktadır. Silah ticareti iki ülke arasında stratejik ittifak oluşmasına yol açmıştır.
İsrail, İran’ı Ortadoğu’da en önemli tehdit olarak görmektedir. İsrail'in amacı İran’ı kontrol edebilmektir. Azerbaycan’ın, İran’a karşı mücadelesinde İsrail’e istihbari bilgi verip vermediği bilinmez. Ancak İsrail, İran’ı Azerbaycan topraklarından kontrol edebilecek teknolojiye sahiptir.
İran
Kafkasya üzerinde rekabet, Rusya-İran-Osmanlı rekabetinden bu yana bugün de emperyalist ve bölge devletleri arasında süren biçimde devam ediyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Hazar havzası ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri üzerine Türkiye-İran rekabeti de sürmektedir.
İran Kafkasya’da etkili olan bir Türkiye’yi asla istemez.
İran güçlü bir Azerbaycan’ı asla istemez.
Esasen iki nedenden dolayı istemez: Birincisi güçlü bir Azerbaycan, Kafkasya’da etkili olan güçlü bir Türkiye demektir. İkincisi güçlü bir Azerbaycan, Güney Azerbaycan’ı; İran Azerbaycan’ını etkileyen, kendine çeken bir Azerbaycan demektir. Bu iki nedenden dolayı İran, Ermenistan-Azerbaycan savaşında başından beri Ermenistan’ın yanında yer almıştır ve devam eden savaşta da bu tavrını sergilemiştir.
İran’ın Kafkasya-Azerbaycan-Türkiye politikasında Ermenistan, stratejik bir rol oynamaktadır.
Öyle ki, İran Ermenistan-Azerbaycan savaşında barışın sağlanması için aracı rolü üstlenebileceği teklifini yapacak derecede sinsi hareket edebilmiştir.
Ancak şimdilerde Güney Azerbaycan’da yükselen protestolardan dolayı daha temkinli hareket etmeye, Azerbaycan’ın yanında olduğunu açıklamaya zorlanmıştır.
Çin
Her ne kadar şimdilik pek sesi çıkmasa da Azerbaycan-Ermenistan savaşını en yakından takip eden ülkelerden biri de Çin’dir. Bir yol bir kuşak projesi bağlamında Azerbaycan Çin için önemli bir lojistik duraktır. İşletmeye açılan demiryolu Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan üzerinden Çin’e uzanmaktadır. Hattın devreye girmesi ile Pekin’den Londra’ya kesintisiz olarak ulaşım sağlanması projesi de gerçekleştirilmiş oldu. Çin’in bu bölgedeki çıkarı şimdilik doğrudan bu hattın işler olmasıdır. Avrupa’dan Çin’e tren yolu ile ulaşımın 18 gün, deniz yoluyla ise 30-40 gün arasında sürmesi bu hattın Çin için ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Kara yoluyla taşımacılıkta en kısa yol bu gölgeden geçendir. Bu durumda Çin, ne için kimin yanında yer alacağını çok iyi biliyor demektir. Çin sesini çıkarttığında Azerbaycan yanlısı bir tavır sergileyecektir.
ABD-AB, İngiltere
Amerikan emperyalizminin Kafkasya'ya, somutta da Ermenistan-Azerbaycan savaşına Amerika’nın dünya hegemonyası perspektifinden farklı yaklaşacağı düşünülemez. Ancak mevcut durumda Amerikan emperyalizminin Rusya-Avrasya jeopolitikasını Ermenistan-Azerbaycan savaşı üzerinden gerçekleştirmeye çalışmanın olanağı pek yok. ABD, seçim derdine düşmüş, bu nedenle bu savaşla pek ilgili gözükmüyor.
AB doğrudan müdahil değil. Ancak, tarafsız da değil. AB içinde bu savaşta Ermenistan’a aktif destek veren Fransa’dır. Gerek Minsk grubundaki tavrıyla gerekse de savaşın seyrinde aldığı tavırla bunu açık açık göstermektedir.
İngiltere açıkça dillendirmese de bu savaşta Azerbaycan’ın yanında yer almaktan başka yapacağı bir şey yok. 1918’de Azerbaycan’ı işgal eden İngiliz emperyalizmi bugün Azeri enerji kaynaklarına ortaklıkla yetinmektedir. İngiliz yatırımlarının getirisi, çıkartılan enerjinin Avrupa ve dünya pazarlarına sevkiyatına bağlıdır. Bu da Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan enerji sevkiyatının sürekliliğine bağlıdır. Dolayısıyla bu hattın açık kalması İngiliz sermayesinin çıkarınadır.
Aslında sadece İngiltere değil, bir bütün olarak AB’nin söz konusu enerji hattının açık kalmasında büyük çıkarı vardır. Nihayetinde bu hat Avrupa’ya doğal gaz taşıyor, Rusya’ya bağımlılığını azaltıyor.
Türkiye
Somut durumu okuyan Erdoğan faşizmi 27 Eylül’de yeniden başlayan Ermenistan-Azerbaycan savaşının esas kışkırtıcısı olmuştur.
Erdoğan önderliğinde Türk burjuvazisinin son yıllarda sergilediği dışta saldırgan ve işgalci politikasını anlamak için Türk tekelci sermayesinin gelişmesini anlamak gerekir. Tamam, Türk ekonomisi emperyalizme bağımlıdır. Ancak, bu bağımlılık ekonominin gelişmesi önünde, gelişmeyi yok edecek, durduracak derecede güçlü bir engel değildir. Nihayetinde kapitalizmde eşitsiz gelişme yasası etkisini, koşullara göre farklılaşan derecede her tarafta göstermektedir.
Diktatör Erdoğan, özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra, bu darbeyi kısmen destekleyen (ABD) veya etkin tavır almayan (AB) ülkelerle ilişkilerini gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Erdoğan faşizmi, “yeni ulusal güvenlik konsepti”yle bir savaş programı oluşturmuş; emperyalist politikalar uygulamaktadır. Bu bakımdan Türk tekelci burjuvazisinin yeni ulusal güvenlik konsepti yayılmacılık, işgal, savaş; emperyalist politika demektir veya bu zemin üzerinde yükselmektedir.
Türk ordusu dört cephede savaşmaktadır veya savaş vaziyetindedir:
Güney Kürdistan:
1984’ten bu yana Kürt özgürlük mücadelesini etkisizleştirmek için PKK’ye karşı Güney Kürdistan’da gerçekleştirilen askeri saldırıların temel özelliğini “gir, vur ve çık” olarak tanımlayabiliriz. Zamanla sınıra yakın bölgelerde üsler de kurulmuştur. Ama “gir, vur ve çık” konsepti değişmemiştir. Ancak yeni “ulusal güvenlik” konsepti doğrultusunda 28 Mayıs 2019'da başlayan yeni işgal saldırıları, “Pençe”, “Pençe 2”, “Pençe 3”, “Pençe-Kartal” ve “Pençe-Kaplan” savaşları olarak sürdürülmektedir. Bu savaş saldırılarının temel özelliği “gir, vur ve çık” değil, “gir, vur”, imha et” ve “orada kal”dır. Nitekim faşist diktatörlük, Güney Kürdistan’da Kandil’i imha etme, Suriye’ye geçişi engelleme, Şengal’i işgal etme, Musul ve Kerkük’e ulaşmayı sağlama stratejisine hizmet eden üsler kurmuştur, kurmaktadır. Bu savaş saldırıları başka bir ülkeyi, Kürdistan’ın güneyini işgaldir.
Kuzey Suriye/Rojava:
“Fırat Kalkanı” savaşı: 24 Ağustos 2016’da IŞİD’e karşı mücadele yalanıyla Cerablus-El Bab hattını işgal eden Türk ordusu, Efrîn Kantonuyla Kobanê Kantonu arasında tampon bölge oluşturmuştur. İşgali kalıcı kılacak idari-eğitsel işleri de yürürlüğe sokmuştur.
“Zeytin Dalı” savaşı: 20 Ocak 2018'de başlatılan bu savaş sonucunda Efrîn Kantonu tasfiye edilmiş ve bölge işgal edilmiştir.
Bu savaş da bir ülkeyi, Batı Kürdistan’ın bir bölgesini işgaldi.
“Barış Pınarı” savaşı: 9 Ekim 2019 tarihinde başlatılan bu savaş sonucunda Türk ordusu Girê Spî-Serêkaniyê hattını 30 km derinlikte işgal etmiş ve Rusya ve ABD ile imzaladığı mutabakatlarla Kobanê ve Qamişlo merkezli bölgelerde Rusya ve ABD’nin askeri misyonu kurulmuştur. Bu savaşta da milli güvenlik yalanı sürekli vurgulanmıştır.
İdlib:
Suriye toprağı olan İdlib, Türkiye ve Rusya arasında paylaşımda uzlaşma sağlanamayan bölgedir. Silahlı güçler; Türk ordusu, Rus ordusu, Suriye ordusu, cihatçılar, İran yanlısı milisler, ABD etkisinde olan güçler, güç dengesinde değişme olmadığı için dar alanda tetikte bekliyorlar. Güç dengesini, İdlib’de bu güçler arasındaki denge olarak anlamak eksik olur. Özellikle Türkiye ve Rusya’nın karşı karşıya geldikleri, uzlaşamadıkları alanlardaki gelişme İdlib’in geleceğinde belirleyici oluyor. Örneğin, Kafkasya’daki savaşın, Libya’daki gelişmenin İdlib ile veya İdlib’deki gelişmenin diğer bölgelerle yakın bağı vardır.
Her halükârda Türk ordusu, yine güvenlik yalanıyla Suriye toprağı olan İdib’in bir kısmını işgal etmiştir ve bu yalanı öne sürerek belli bir derinlikte işgalci güç olarak kalacaktır.
Kıbrıs adası:
1974 savaşından bu yana Türkiye Kıbrıs adasının kuzey kesiminde işgalci güç konumundadır
Libya:
Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin onayıyla Libya’ya giren Türk ordusu, himayeci, savaş kışkırtıcısı, konumundadır. Türkiye’nin Libya politikası tamamen emperyalist bir politikadır. “Neden Libya’dayız” sorusuna verilen cevap oldukça basit: Türk burjuvazisi, Türkiye’nin “ulusal” çıkarlarını Libya’da mevzi alarak savunduğunu, savunacağını söylüyor. Bu, Alman Dışişleri Bakanı Peter Struck’un “Almanya’nın çıkarlarının Hindikuş’da da savunulacağını” açıklamasına (2002) benziyor.
Azerbaycan:
Azerbaycan-Ermenistan savaşında Türkiye, Azerbaycan yanında savaş kışkırtıcısı, korumacı, kendi çıkarlarını da savunan gücün himayecisi olarak yer almaktadır. Türkiye’nin Azerbaycan politikası tamamen emperyalist bir politikadır.
Türkiye Güney Kürdistan’dan Libya'ya, Libya’dan Kafkasya’ya uzanan merkezi Ortadoğu-Doğu Akdeniz olmak üzere iki eksende, geniş bir coğrafyada; yakın çıkar alanında ABD ile çatışmamaya dikkat ederek ve rekabetten yararlanarak Rusya, Fransa, Almanya gibi önde gelen emperyalist ülkelerle rekabet etmektedir. Politikası tamamen işgalci, kendine hizmet eden güçler bakımından himayeci emperyalist bir politikadır.
Ermenistan-Azerbaycan savaşında “it dalaşı”
Rus emperyalizmi Ermenistan üzerinden Batılı güçlerin (ABD, AB) Güney Kafkasya’ya girmesini her yol ve yöntemi deneyerek engellemek ister. Bu bölge Rusya’nın “arka bahçesi”dir, Rusya Ermenistan’ın tek savunucusudur ve öyle de kalmalıdır. Rus jeopolitiğinin merkezinde duran anlayış budur. Ancak uygulamada, Rusya’dan ve rekabetçi güçlerden kaynaklanan sorunlar var. Bu sorunlar da sahaya yansıyor.
Rusya (İran da) bu savaşta açıktan taraf olmamaya özen göstermiştir. Şimdiye kadar arabulucu rolünü üstlenmiş, tarafları iki kez ateşkese razı etmiş, ama ateşkese uyan olmamıştır. Putin’in politikası ikiyüzlü bir politikadır, riyakarlığın daniskasıdır. Rusya, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki bu sorunu çözebilirdi. Siyasi ve askeri olarak bu güce, Boris Yeltsin döneminde de sahipti. Ancak, Rus jeopolitik aklı, Güney Kafkasya’nın, somutta da Ermenistan ve Azerbaycan’ın nasıl konumlandırılacağı konusunda bir karara varamadı ve sorun Minsk grubu kontrolünde bugünlere kadar geldi.
Aslında sorunun sürüncemede olması, Rusya’nın Ermenistan’ı siyasi ve ekonomik olarak kendi yanında tutması için bir yöntemdi. Ancak, Paşinyan’ın iktidara gelmesi durumu değiştirdi; Batı yanlısı olan Paşinyan, Rusya’ya karşı mesafeli hareket etmeye başladı ve bu durum Rusya’nın Ermenistan’ı kendine bağımlı tutarak idare etme politikasının sürdürülebilir olmadığını gösterdi.
Rusya’nın bu savaşta pasif kalmasında, Putin’in ateşkesin ötesine geçmeyen suskunluğunda, N. Paşinyan’ın Batı yanlısı tavrının, o 2018’deki “renkli devrim”in de bir rolü vardır. Yani Putin, Azerbaycan, Ermenistan sınırlarına gelene kadar susacak, Ermeni halkı Paşinyan’ı devirecek ve Rus yanlısı güçler yeniden iktidara gelecekler. Putin böyle düşündüğü için susuyor olabilir.
Bu savaş, Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya’daki güçler dengesini de etkilemektedir. Rusya ne Ermenistan’ı ne de Azerbaycan’ı kaybetmek ister; her ikisini de kendi etkisi altında olmasını ister. Ancak, bu, mevcut statükonun devamıyla olacak bir iş değildir. Mevcut statükonun devamı, Azerbaycan’ın Rusya’dan uzaklaşması anlamına gelir. O halde her iki tarafın da memnun olacağı, kabul edeceği bir çözüm bulunmalıdır. Bu çözümü bozan da Türkiye’dir. Bu nedenle Güney Kafkasya'da Türkiye-Rusya hesaplaşması, rekabeti Suriye ve Libya’daki ortaklık ve rekabetten ayrı ele alınamaz. İdlib ve Libya'da Türkiye-Rusya çatışması veya iş birliği Ermenistan-Azerbaycan savaşını doğrudan etkileyecektir. İdlib ve Libya'da anlaşabilen Türkiye ve Rusya, Güney Kafkasya’da da anlaşabileceklerdir. Aksi taktirde İdlib ve Libya’da Türkiye-Rusya arasındaki ilişki ve çelişkiler gerilecek, keskinleşecektir. Aslında İdilib’deki hareketlenme Putin’in Erdoğan’a karşı Suriye’deki hamlesidir.
Ne türden pazarlıklar yapıldığı üzerine henüz bir işaret yok. Ancak, Rusya’nın “Türkiye'nin ateşkes toplantısında yeri yok” türünden açıklaması, “Türkiye ateşkes toplantılarına katılmalıdır”a, “Katılabilir”e evrildi. Susan Putin, bu anlamda konuşmuş oldu. Son olarak diktatör, Putin ile yaptığı telefon görüşmesinde “aziz dostuna”, “Dağlık Karabağ sorununu Minsk kapsamında ele almaktansa Türkiye ve Rusya'nın kuracağı bir müzakere masasında çözmeyi teklif ediyor”. Putin “Olur” demiyor ama “Hayır” da demiyor. Yarın aynı teklifi bu sefer Putin “aziz dostu” Erdoğan’a yaparsa hiç şaşmamak gerekir. Her iki ülke gerek Suriye ve gerekse de Libya sahasında belli bir uzlaşmaya varamadıkları için ABD’yi ve AB’yi dışlayarak müzakere masasına oturamıyorlar.
Bu savaşta kışkırtan, zorlayan taraf Türkiye’dir.; Mevcut durumu, yukarıda bahsettiğimiz Rusya’nın sorunlarını kullanıyor. Bir nevi Rusya’nın üstüne gidiyor. Putin’i hareket etmeye, Güney Kafkasya’da Türkiye'yi kabullenmeye zorluyor.
Belirttiğimiz gibi Putin ne Ermenistan’dan ne de Azerbaycan’dan vazgeçer. Ancak tercih etmeye zorlanırsa Azerbaycan’dan yana tavır alır. Çünkü Azerbaycan’ı kaybetmek, Türkiye’nin Azerbaycan’a yerleşmesini kabul etmek anlamına gelir. Bu durumda Azerbaycan, Türkiye’nin Hazar Havzası ve Orta Asya'ya dolaysız açılan kapısı olur.
Rusya, Türkiye’yi geriye dönüşü olmayan zor bir durumda bırakamaz, bırakmaz. Çünkü bunun bedeli ağır olur; bu durumda Türkiye’nin Rusya’ya sunacağı Karadeniz-Boğazlar ve Bulgaristan-Gürcistan hattı boyunca stratejik imkân ortadan kalkar. Bunun ötesinde Rusya içlerinde Müslüman ve Türk halklar arasında propaganda yaygınlaşır, cihatçılar geri döner. Türkiye, NATO’da Rusya’nın da işine gelen bir hançer olmaktan çıkar.
Moskova’nın jeopolitik aklı Türkiye ile ilişkilerin devamında kazanılacak olanın, Türkiye’ye verilecek olanla karşılaştırmasını mutlaka ve mutlaka yapmaktadır.
Sonuç itibariyle:
Bu savaş, Ermeni ve Azeri halklarının bulaştırıldığı, jeopolitik çıkarlar, Azerbaycan ve Ermenistan burjuvazileri için sürdürülen bir savaştır. Her iki tarafın arkasında emperyalist çıkarlarının gerçekleştirilmesi için duran güçler var. Bu nedenle bu savaşta ne Ermeni ne de Azeri halkların çıkarı vardır. Asker üniforması giydirilmiş Ermeni ve Azeri işçi ve köylüleri karşılıklı olarak Ermeni ve Azeri milliyetçiliğinin, şovenizminin kışkırtmasıyla birbirlerini boğazlıyorlar.
Şüphesiz ki, bu savaş bir biçimde sonlanacaktır; nasıl sonlanacağını da soruna müdahil olan dış güçler ve iki burjuvazi arasındaki güç dengesi belirleyici olacaktır. Dış ve iç egemen güçler Ermenistan Azerbaycan halklarının çıkarlarını, dikkate almayacaklardır.1
Her iki ülke burjuvazisi ve emperyalist güçler açısından gerici olan bu savaşta, Karabağ/Artsakh halkının kendi kaderini belirleme, bağımsız kalma veya serbestçe düzenlenmiş ve düzenlenecek referandumla hangi ülke halklarıyla yaşamak istiyorsa kendisinin belirlemesi hakkı olmalıdır. Azerbaycan’ın bunu tanımaması ilhakçılıktır. Öte yandan Karabağ ile Ermenistan arasında kalan veya Karabağ’ın etrafında Ermenistan’ın işgal ettiği topraklarda yaşamış şimdi sürgün olan Müslüman Kürt ve Azeri halklarının geri dönme ve kaderini özgürce kendisinin belirlemesi hakkı olmalıdır. Ermenistan devletinin bunu tanımaması işgalciliktir.
Kafkasya gibi ulusların, etnik grupların birbirine karıştığı bir coğrafyada özgürlük ve demokrasinin, sosyalizmin yegâne yolu gericiliğe, emperyalizme, sömürüye karşı güçlerin ortaklaştırılmış mücadelesidir; bölgesel devrimdir.
Kafkas halkları, Ekim Devrimi’nden sonra aralarında dostluk ilişkilerinin gelişmesi, hâkim sınıfların kışkırttığı milliyetçiliğin aşılması için mücadele ettiler ve başarılı da oldular. Sovyetler Birliği’nin kuruluş aşamasında bu coğrafyadaki durumun vahametini gören Bolşevikler, bölgenin halkları ve etnik grupları arasında barış ve dostluğu, dayanışmayı gerçekleştirebilmişlerdir. Kafkas halklarının mücadelesinde bu yolda da yürünmelidir.
Not
1 Yazı henüz anlaşma yapılmadan önce yazıldı.