Erdoğan faşizmi, TTB, TMMOB, TÜRMOB, barolar vb. gibi eğitimli küçük burjuvazinin meslek kitle örgütlerine saldırısını koronavirüs salgınından yararlanarak barolarla başlattı. Saray faşizmi, muhtemelen öncelikle barolara değil ama TTB ve mühendis odalarına saldırıyla başlamayı tercih ederdi. Çünkü bu meslek örgütlerinde antifaşistler egemendi. Faşist diktatörlüğünü inşa ederken öncelikle antifaşist, demokratik ve emekçiden yana yönetimleri tasfiye etmek Erdoğan’ın işine gelirdi. Erdoğan’ın hâkim kılmaya çalıştığı İslamcı-Türkçü ideoloji ve gözü dönük kapitalist talancılık açısından da sosyalist ve demokratik olan bu güçler baş düşmandı.
Geçmişte Türk Tabipler Birliği’ni ele geçirmek için o zamanki düşmanı ulusalcı Kemalistlerle, Perinçekçilerle bile ortak liste çıkarmış, fakat başarılı olamamıştı. TTB yöneticileri hakkında pek çok dava açtırıp en son 2018’de savaşa karşı olmalarından dolayı açtırdığı davada 2019 yılında cezalar verdirmişti.
Yine bu dönemde demokratik meslek birliklerinin yetkilerini budayan gerici yasalar çıkararak da etkisizleştirmeye çalışan Erdoğan, bu kitle örgütlerinin seçim yöntemlerini değiştirerek demokratik güçleri etkisizleştirmekten bahsetti. Bunu yapmaya çalışacaktır.
Diktatör Erdoğan, bu baskıları yöneltmesine ve öncelikli hedef almasına rağmen, tam da antifaşist direnişin daha direngen ve nispeten geniş ölçekte gelişeceği hesabıyla, söz konusu demokratik güçlerin liderliğindeki bu meslek örgütlerinden değil barolardan saldırıya başladı.
Erdoğan faşizminin barolara saldırıyı başlatmasının daha özgün nedeni, en tepedeki Feyzioğlu’nun truva atı rolüne, en geniş kitlesini oluşturan ulusalcıların “yerli ve milli” şefe direnişte kararsızlığına güvenmesi oldu.
Feyzioğlu’nu 7 yıl önce TBB başkanlığına, 10 yılı aşkın süredir büyük baroların başına büyük oy farklarıyla taşıyan baro kitlesinin en geniş kesimi Kemalist ulusalcılardı. Vurgulamak gerekir ki ulusalcı hakimiyet, özellikle son beş yılda Saray faşizminin saldırıları karşısında en çok talep olan adalet konusunda, baroların büyük çoğunluğunun “yerli ve milli”ci teslimiyetini sağlayarak, faşizme çok kritik hizmette bulundu.
Feyzioğlu, ulusalcılığın en sağ uçtaki bir temsilcisi olarak, Saray’ın soykırımcı, tasfiyeci, işgalci savaşçı çizgisini her örneğinde destekledi. Amed Barosu Başkanı Tahir Elçi’yi katletmesine bile ses çıkarmayarak zımni onay verdi. Baroları Saray’a bağlamaya kalkıştı. Bütün bunlar faşist şefte önce Feyzioğlu’na ve ulusalcılara güvenerek tüm baroları faşist rejime bağlama beklentisi yarattı.
Feyzioğlu’nun Barolar Birliği genel kurulunu Saray’da gerçekleştirme girişimine yalnızca birliğe bağlı baroların antifaşist demokratik güçleri değil, ulusalcı kitle de tepki göstermeye başladı.
Saray, beklemediği bu tepkiye karşı baroların iç zayıflığını dikkate alarak saldırıyı barolardan başlattı.
Meslek Birlikleri
Değişik tarihlerde merkezi olmayan biçimde çok önceleri kurulmaya başlanan serbest meslek örgütleri, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra kamu kuruluşları olarak yasal statü ve haklara ve merkezi örgütlenmelere kavuşturuldu.
Devletin ve burjuvazinin amacı, gelişen kapitalizm koşullarında, serbest mesleklere de statü kazandırmak, vergilendirmek ve kapitalizm içinde dayanılan örgütler olarak kullanmaktı. Örneğin esnaf ve sanatkâr odaları bu rolü gerici tarzda oynarken, diğer meslek odalarından da düzen partilerine çok sayıda kadro yetişti.
Bunun maddi temeli kapitalizmin kırsal küçük burjuvaziyi tasfiye sürecinde başlangıçta kentsel küçük burjuvazinin kısmen ve bir süre gelişmesine yol açmasıydı. Bu meslekler bir dönem yoksul sınıflardan küçük burjuvaziye sınıf atlamanın aracı oldular. Değişik alanlarda, değişik kültürel özelliklere sahip ama iki ortak özelliği olan mesleklerdi. Ya kendi işinin ve birkaç işçinin patronu/mülkiyet sahibi ya da vasıfları ve eğitimleriyle aldıkları yüksek ücret sayesinde küçük burjuva yaşam tarzının sahibi kent küçük burjuvazisini oluşturuyorlardı.
Fakat özellikle 1960-80 yılları arası dönemde eğitimli gençliğin geniş kitlesiyle devrimci ve antifaşist mücadelenin içinde yer alması, meslek odalarının bir bölümünde etkili oldu, demokratik mevzilerin kazanılmasına yol açtı. Bu, özellikle TTB, TMMOB ve kısmen barolarda etkili oldu.
İlk temeli bu mücadele atsa da kapitalizmin gelişmesiyle başlangıç aşamasından farklı olarak yalnızca kırsal küçük burjuvaziyi değil kentsel küçük burjuvaziyi de yoksullaştırmaya, mülksüzleştirmeye başlaması, demokrasi ve hak mücadelesi yürüten güçlerin bu birliklerde egemen etkisini sürdürmeye yol açtı, yol açmaya devam ediyor.
Kitle Örgütlerine Ya Hakimiyet Ya Tasfiye
Faşist rejimler bu iki alternatiften birini somut duruma göre tercih ederler. Kitle örgütlerine az çok dayanan faşist rejimler bu her iki yöntemden ya birini ya da her ikisini birden kullanırlar. Askeri faşist rejimler kitle hareketi örgütlemeyi başaramadıkları için özellikle kitle örgütlerine tepeden iş birliğini dayatırlar.
Örneğin Hitler faşizmi, sendikalarda komünistler ile sosyal demokratlar hâkim oldukları, fakat Nazi partisinin sendikal aygıtları olmadığı için işçi sendikalarını doğrudan kapattı, tasfiye etti. Yerine patron-faşist devlet-teknisyen ve işçi temsilcilerinin yer aldığı Alman Emek Cephesi’ni (DAF) kurdu. Komünist ve sosyal demokrat sendikaları, bütün sendikaları, iktidarının ilk yılında hemen tasfiye ederek, sınıf iş birliğinin sınıf teslimiyetine dönüşmüş faşist biçimi olan korporativizmi yerleştirdi. Faşizmin ve tekelci burjuvazinin hakimiyeti ve hegemonyası altında ve iş kollarına göre herkesin zorunlu üyesi olacağı DAF’a aynı zamanda meslek ustalarını ve teknisyenlerini de aldı.
Fakat İtalya’da durum farklıydı, faşizmin taktikleri de farklı oldu. İtalyan faşizmi iktidara gelmeden önce de faşist sendikalar kurmuştu. Bu sendikaları, işçilerin haklarını savunan Genel İşçi Konfederasyonu (GİK) içinde toplanmış ve komünistlerin de güçlü etkisinin olduğu sendikalarla rekabet içinde geliştirmeye çalışıyordu. İktidara gelir gelmez, GİK’e bağlı sendikaları zayıflatıp, zayıf olan faşist sendikaları güçlendirme taktiği izledi. Bu taktiğe hizmet edecek biçimde GİK ve anarko-sendikalist sendika liderlerinden elverişli olanları faşist sendikalara geçmelerini sağlamaya, faşizmi destekleme çizgisine çekmeye çalıştı.
Birbirine bağlı bu iki taktikte de başarılar sağladı. GİK zayıfladıktan, liderlerinin pek çoğu faşizme destek verir, uzlaşır konuma gelerek konfederasyonu gerici bürokratik yapılanmaya dönüştürdükten sonra, faşizm yine de işçi mücadelelerini engelleyemediğini anladı ve sonra taktik değiştirdi.
Önce fabrika içinde sendikal çalışmayı yasakladı. Sonra 1926’daki yasayla, ardından yalnızca faşist sendikaların yetki tekelini sağlayan İş Yasası’ndan hemen sonra, diğer sendikaları yasakladı. Bütünsel faşist yönetme tekelini her düzeyde gerçekleştirmeye girişti. Faşizmle uzlaşan/iş birliği yapan liderleri tarafından GİK feshedildi. Faşist sendikalar ise korporasyonlara girecek işçi temsilcilerini atayan ve işçi kitlelerini faşist hakimiyet altında tutan rol oynadılar. Bu, İtalya’nın özgülündeki koşulların yarattığı somut bir süreç ve biçimdi.
Korporativizm, işkolları veya İtalya’daki biçimiyle ürüne göre örgütlenen, işçi sınıfını da teslim alan, burjuvazinin iktisadi yatırım ve gelişmesini yönlendiren milliyetçi-devletçi kapitalist yönlendirme örgütlenmesiydi. Sendikalardan tamamen farklıydı. Bir nevi “Bize ne sınıf mücadelesi, kapitalist ulus olarak faşist lider öncülüğünde hızlı iktisadi gelişmemiz önemlidir” anlayışının ülke çapında örgütlenmesiydi.
Her ülkenin somut sınıf mücadelesi koşullarına göre faşizmin uygulamalarında değişiklikler kaçınılmazdır. Ama elbette faşizm, işçi sınıfının çıkarları için mücadele eden sendikaları başarabilirse kapatır. Sendikaları kapatır ve/veya işçi sınıfının mücadelesini bastırmanın yanı sıra faşist sendikaları örgütleyerek yatıştırıcı bir denetim kurar.
Faşizm diğer demokratik kitle örgütlerine aynı yöntemle yaklaşır. Ezilenlerin ve orta sınıfların örneğin küçük burjuvazinin demokratik kitle örgütlerini ya kendi hakimiyeti altına almaya ya da kapatmaya çalışır. Bu, meslek birlikleri için de geçerlidir.
Süreç yoksullaşmakta olan serbest meslek sahiplerinin burjuvazi ve faşist rejimlere karşı demokratik güçlerle birlikte hareket etme eğilimini güçlendirdikçe, faşist veya diğer burjuva iktidarlara karşı mücadelede işçi sınıfının müttefikleri olarak yer almalarına daha fazla yol açıyor. Türkiye’nin sözünü ettiğimiz özgül koşullarıyla birleşerek, özellikle faşizme karşı mücadelede rol almalarını sağlıyor.
12 Eylül faşist cuntasının TTB’nin merkez ve bölgesel demokratik yöneticilerini hedef alması, zindana atması bu gelişmenin sonucuydu. Yine İstanbul Baro Başkanı Orhan Apaydın’ı cunta bakanının görevden alması bu gelişmenin sonucuydu.
12 Eylül faşizminden bugüne gelinen süreçte özellikle TTB, TMMOB, antifaşist demokratik güçlerin hakimiyetinde geliştiler. DİSK, KESK ve diğer demokratik kitle örgütleriyle birlikte antifaşist mücadelede yer aldılar. Bu küçük burjuva tabakaların, kapitalizmde giderek daha çok ayrıcalıklarını yitirme yönünde yoksullaşmaları nedeniyle, kapitalizme ve faşizme karşı mücadeleye daha çok katılacaklarını öngörmek gerekir.
Erdoğan, AB’ye giriş sürecinin hızlandığı dönemde bile başta TTB olmak üzere, TTB, Barolar Birliği, TMMOB’u ve bağlı odaları ele geçirmek için sürekli çaba harcadı. TTB seçimlerinde o zamanki düşmanı Ergenekoncu ulusalcılar/Perinçek’le iş birliği yapmaktan geri durmadı. Fakat ele geçiremedi.
Saray faşizmi, 2013’ten başlayarak, TTB hakkında Gezi isyanına katılmaktan dava açtı. Yöneticileri hakkında ayrı ayrı değişik zamanlarda ceza davaları açarak yıldırarak, gözden düşürerek yeniden seçilmelerini engellemeye çalıştı.
TMMOB’un parasal bedel karşılığı imar vizesi yetkisini Temmuz 2013’te yasa çıkararak gasp etti.
Diktatör Erdoğan, kamuoyuna doğrudan seslenerek seçim sistemlerini değiştirerek TTB’den barolara ve TMMOB’a, faşizme muhalif bu örgütlerin etkisiz hale getirilmelerini emretti. Özellikle politize olmayan geniş mühendis-mimar kitlesinin katılması için aidat ödemeden oy kullanması zorunluluğunu içeren yönetmelik çıkardı. Çoğunluk oyuyla faşizm getirmeyi kendisinde hak gördüğü halde oda seçimlerinde kendisine yaramayan bu yöntemi değiştirdi. Bununla kalmadı, yeni yasa çıkararak doğrudan AKP ve MHP’ye bağlı barolar kurulmasını sağlayarak muhalif baroların hakimiyetini yıkmaya girişti. Doğrudan AKP ve MHP’ye bağlı barolara imtiyazlar tanıyarak muhaliflerin egemenliğindeki baroları tasfiye etmeyi deneyecektir.
Benzer saldırıyı hiç kuşkusuz daha yüksek saldırganlık dozajıyla TTB, TMMOB gibi meslek örgütlerine deneyecek.
Fakat barolar, avukatlar, Erdoğan’ın beklediğinden daha direngen bir mücadeleyle yanıt verdi. Bu tepki yasayı önlenemediyse bile, faşist şeflik rejimine boyun eğmemek gerektiği bilinci ve etkisi bıraktı. Faşist şeflik rejiminin kalıcı zafer kazanamayacağını gösterdi. Bu durum Erdoğan faşizminin TTB, TMMOB ve diğer demokratik kitle örgütlerine saldırısını bir süre geciktirici rol oynadı.
Faşizmin Yeniden Yeniden Saldırısının Nedeni/Taktiği
Faşizm az çok kalıcı zafer kazanabilmek için yeniden yeniden saldırmak zorunda kalıyor. Bu durum Erdoğan faşizmi için kimi zaman “sürekli darbe” tanımlamasıyla demokratik güçler tarafından yorumlanarak dile getiriliyor.
Tabii ki faşizm, işçi sınıfına, halklara, ezilenlere, demokratik, devrimci güçlere dizginlenmemiş ve sürekli terörist saldırganlıktır. Faşizmin yükselişi döneminin deneyimlerini yorumlayan Dimitrov’un vurguladığı gibi: “Faşizm kudurmuş bir gericilik ...hareketidir.”1
Faşizm, işçi sınıfı ve ezilen kesimlerin mücadelesini bastırarak “kalıcı” bir istikrar yaratmaya çalışır. Bu hedefine varmanın önünde hem ezilen sınıf ve kesimlerin mücadelesi engeldir. Hem de dayandığı ve temsil ettiği kapitalizmin ekonomik krizi alt sınıfların hoşnutsuzluğunu büyüterek eylemlerine yol açar, yeniden siyasal istikrara darbe vurur. Bu durumdan yararlanmak isteyen değişik burjuva kliklerin siyasi yönetimi elde etmek için yeniden harekete geçmelerine yol açar.
Faşizmin az çok uzun süreli istikrar kazandığına örnek verilebilir. 1922’de iktidara gelen Mussolini faşizmi, ancak 1926’da istikrar kazanabildi. 1926’da bütün parti ve sendikaları kapattı, kapatmaya acele etmediği GİK ise kendisini feshetti. Ayrı parti olarak örgütlenmeyen diğer burjuva klikleri, kral dahil, Yüksek Faşist Konsey içinde yer alarak faşist yönetime destekçileri olarak katıldılar.
Fakat İtalyan faşizmi işgal ettiği Yunanistan, Yugoslavya ve Arnavutluk’ta yenilgiye doğru gidince tekrar istikrarsızlık baş gösterdi. Bu durum Yüksek Faşist Konsey içinde yansıdı. Konsey Duçe’yi görevden alarak hapse atmak, faşist cepheye karşı olan emperyalist dünya güçlerine siyasi sinyal vermek zorunda kaldı. Hitler faşist güçlerinin İtalya’ya girişi bu durumu yeniden Mussolini lehine değiştirebildi. İçerde de o koşullarda komünistlerin öncülüğünde gerilla savaşı başladı.
Hitler faşizmi, 1932’den hemen sonra 1933’te iktidarı tek başına alır almaz, başta komünistler olmak üzere tüm muhalefeti bastırdı, zindan politikasını uyguladı, partilerini ve sendikaları kapattı. KHK yetkisini Führer’e vererek parlamentoyu da kapattı. Nazi partisinin bütünsel tek iktidarını ve siyasal istikrarını sağladı. İşsizliği ve ekonomik krizi gidererek alt sınıflardan kendiliğinden mücadelenin gelişmemesinin, faşist terör yanında, maddi temelini de az çok yarattı, sessizliğin sürmesine yol açtı. Almanya KP’nin mücadelesi ancak çok zayıf ve bazı askeri eylemler olarak varlık gösterebildi.
Dimitrov’un savaş arifesinde vurguladığı gibi: “Faşizm dizginlenmemiş bir şovenizm ve yağma savaşıdır.”2
Savaş en geniş kitlelerin şovenizme kapılmalarına, faşizmin toplumsal destekçisi olmalarına yol açtı.
Ne zaman ki Alman savaş makinası Stalingrad’da tökezleyince ordu içinden subayların Hitler’e suikast girişimi gibi tekil olaylar olabildi. İşsizliğin giderilmesi ve esirlerin öldürülecek ölçüde angarya çalıştırılmaları faşizmin kapitalist ekonomisine geçici de olsa istikrar kazandırdı. Alman faşizmi, işgal ülkelerindeki direniş ve Sovyet ordusunun ilerlemesiyle geriletilebildi, Berlin düşürülünceye değin içeride mücadele yükselmedi.
Bulgaristan’da Çar Boris liderliğinde 1923’te darbe yoluyla iktidara gelen faşizm, kitle dayanağı ve örgütlenmesi bakımından daha zayıftı. KP ve hükümetten düşürülen Çiftçi Birliği, en büyük kitlesel partiler oldukları ve faşizme karşı silahlı mücadeleye daha başından girişebildikleri için, faşizm kalıcı bir zafer kazanamadı. Estirdiği teröre rağmen, faşizmin hükümetleri değişik bileşenlerden oluştu, değişiklikler gösterdi. Ayaklanmadan sonra darağaçlarıyla binlerce komünisti asmasına, Çiftçi Birliği’nin çatışmalarda liderini ve çok sayıda taraftarını katletmesine rağmen, bazı koşullarda burjuva reformcu partilere, hatta komünistlerin 1927’de legal parti ve kapatılan sendikalarının yerine yeni bağımsız sendikaları örgütlemelerine izin vermek zorunda kaldı. Sofya belediye başkanlığını komünistler legal İşçi Partisi olarak kazanabildiler.
Dimitrov faşizmin kitle temelinin zayıfladığı zamanlarda yeniden genişletmek için bu türden manevralara girmek zorunda kalabileceğini belirtir:
“Faşizmin geniş bir kitle dayanağı bulamadığı ve faşist burjuva kampın çeşitli grupları arasındaki mücadelenin kesin olduğu birtakım ülkelerde bu rejim, öncelikle parlamentoyu feshetme yoluna gitmez. Sosyal Demokrat Partiler de dahil olmak üzere öteki burjuva partilerinin biraz meşruiyet elde etmelerine göz yumar. Başka ülkelerde eğer yönetici burjuvazi erken bir devrimin patlak vermesinden korkuyorsa, faşizm sınırlandırılmamış olan siyasal tekelini kurar. Bunu ya hemen ya da rakip parti ve gruplara karşı terör yönetimini ve kan kusturmayı artırarak yapar. Kendi durumu özellikle açıklığa kavuşunca bu durum faşizmin, kendi temelini genişletmesini ve sınıfsal yapısını değiştirmeksizin açık terörist diktatoryayı kaba ve uydurma bir parlamentarizmle birleştirmesini engellemez.”3
Faşizm yeniden saldırılara geçti. Kısmi başarılar kazandı. Fakat kalıcı bir zafer kazanamadı. Bulgar faşizmi ancak 1934’te yeni bir darbe yaparak, bütün demokratik güçleri yasaklayıp bastırabildi. Alman faşizminin 1939’da başlattığı savaş sürecinde Bulgar faşizmiyle anlaşarak SB’ye saldırmak için Bulgaristan’a üslenmesiyle istikrar kurabildi.
Demek ki değişik somut tarihsel, o ülkeye özgü koşullar ve sınıf güçlerinin karşılıklı mücadeleleri, faşizmin az çok uzun süreli istikrar elde edip etmeyeceğini belirliyor. Faşizm, bu istikrarı ve kesin zaferi elde etmek için yeniden yeniden saldırılarla sonuç almaya çalışır.
Erdoğan faşizmi, eski saldırılarına şimdi Baro, TTB, TMMOB gibi meslek birliklerine saldırıyı ekleyerek bu muhalif güçleri de ezmeye çalışıyor. Bu yolla da faşizmini güçlendirmeye ve siyasi yönetim tekelini kurmaya, uzun süreli istikrarı elde etmeye çalışıyor.
Doğrudan Saray’a bağlı takviye hazır polis kuvvetleri kurarak, kitlesel mücadelelere karşı yeni saldırı silahı hazırlıyor. Bu silahı, toplumsal mücadelelere Saray’ın doğrudan saldırısı için kullanacağı gibi aynı zamanda kentlerde kontrgerillanın yasallaştırılmış biçimi olarak da kullanacağı anlaşılıyor.
Bu saldırılarla eş zamanlı olarak savaş kışkırtıcılığını tırmandırarak da büyük devlet şovenizmini yükseltip zayıflayan kitle temelini yeniden genişletmek istiyor. Faşist AKP’den doğan yeni partilerin kitle koparmasını önlemek için Ayasofya hamlesi yapıyor. İslamcı politik safları kendi etrafında ve daha ideolojik keskinlikle toplamaya çalışıyor. Aynı amaçla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi gündeme getiriyor. Taburlara kadar din görevlileri atamayı tartışıyor. Kızıl elma ajitasyonuyla ülkücüleri ve ulusalcıları kendisine daha kuvvetlice bağlamaya çalışıyor. Sosyal medya yasasıyla halkın ajitasyon propaganda imkanını sosyal medya şirketlerine para ve hapis tehdidiyle tasfiye ediyor. İdamı yeniden gündeme alarak silah olarak kullanmak istiyor.
Bütün bunlar, demokratik, devrimci ve Kürt özgürlük mücadelesinin güçlerini yenemeyen faşizmin uzun süreli istikrar/zafer kazanmak, siyasi tekel kurma hedefine varmak için yeniden yeniden saldırıyla güçlenme isteğini gösteriyor.
Belirtmek gerekir ki Erdoğan faşizmi, İstanbul Sözleşmesi’ni tasfiyeyi yalnızca İslamcı güçleri etrafında yeniden toplamakla sınırlı bir amaçla değil, başka bir amaçla da gerçekleştirmek istiyor. Batı’da faşizme karşı fiili meşru mücadeleyi direngen ve görece kitlesel olarak kadın hareketi yürütüyor. Bu mücadele devam ettikçe kadın kitlelerinin daha genişçe kesimlerini etkileyeceği gibi, diğer ezilen kesimlere de esin kaynağı olacak, diğer alanlarda da fiili meşru mücadelenin gelişmesini teşvik edecektir. Erdoğan faşizmi kadın kitlelerinin erkek egemen şiddete karşı mücadelede ve kadın sosyal haklarının bazı bakımlardan gerçekleştirilmesi mücadelesinde dayanak yapacağı imzalanmış bir “hukuk”u tasfiye etmek istiyor. Kadın hareketinin gelişmesini “hukuk”i önemli bir dayanaktan yoksun bırakarak sonraki saldırısında başarı sağlamayı hedefliyor.
2015’ten başlayarak Erdoğan ve partisi, kitle desteğine güvenerek ve devlet aygıtındaki hakimiyeti sayesinde ağır saldırılarla sonuç alacağını, devrimci direnişi ezeceğini hesap etti. Bugün “demokrasici” kesilen Davutoğlu bile, o zaman başbakanken 4-5 ayda sonuç alacakları, mücadeleyi ezecekleri “kutlu müjde”sini veriyordu.
Eğer hesapladığı zaferi elde etseydi elbette Erdoğan faşizmi, önce sosyalist, demokratik parti ve kitle örgütleri ile sendikaları o zaman kapatacak, ardından burjuva muhalefete de yönelecek, kalıcılığını/siyasi tekelini sağlayacaktı.
Fakat devrimci direniş ağır bedellerle o zaman da sürdü, bugün de devam ediyor. Erdoğan, bu nedenle legaldeki demokratik güçlere ancak zindan, belediye gaspı vb. görece sınırlı saldırılarla yönelebiliyor, ama tümden legal güçleri tasfiye edemiyor.
Bu durum, tüm saldırganlığına rağmen Erdoğan faşizminin zayıf karnıdır. Bu nedenle can bedeli verilen direnişe, politik değerini vermek ve her alanda direnişi ekleyerek büyütmek, Erdoğan faşizmini daha fazla yaralayacak, hatta sarsacaktır.
Faşist rejim, zafer ve istikrar kazanamadığı, siyasi tekelini kuramadığı, yetkisiz parlamentoyu devam ettirdiği için, faşizmle nitelemeyen, otoriter nitelemesiyle yetinen yaygınca görüş mücadeleye önemli ideolojik darbe vuruyor. Burjuva muhalefetin seçim zaferiyle diktatörlüğün sona ereceği beklentisiyle birleşerek antifaşist kitleleri pasifize ediyor. Hem faşist rejimin bütün saldırılarına rağmen zafer kazanamamasının nedeninin can bedeli direniş ile fiili meşru mücadele olduğunu gizlemiş oluyor. Hem de Erdoğan faşizminin yeniden yeniden saldırarak siyasi tekelini kurma amacında olduğu gerçeğini örtmüş oluyor.
Sonuç Yerine
Faşizmin karakteristik niteliği olan kudurganca saldırganlığını terk etmeyip gösteren Erdoğan rejiminin, kırıntı da olsa demokratik haklara her saldırganlığına ve demokratik güçlere her saldırısına karşı birleşik direniş geliştirmek, faşizme karşı direnişin büyütülmesi açısından yaşamsal önemde. Birleşik direniş, daha geniş kitlelerin cesaret alıp eylemlere katılımlarını güçlendirecek, faşizmin zaferini önleyip yenilgisini koşullandıracaktır.
Bu, faşizmin barolar TTB, TMMOB gibi demokratik nitelikli meslek birliklerine, kadın hareketine saldırısı karşısında direnişte de geçerli. Baroların direnişi antifaşist nitelikteydi ve değerliydi. Fakat diğer meslek birliklerinin adeta sıranın kendilerine gelmesini beklemeleri tersinden direnişin yaygınlaşıp genelleşmesini önleyen hatalı bir tutum oldu.
Baroların direnişi geciktirdiyse de faşist şeflik rejimi diğer demokratik meslek birliklerine saldırıyı gündeme getirecektir. Faşist rejim, kudurganca saldırılarını elbette mükemmel bir planlamayla yürütmüyor. Anlık ve dönemsel siyasi duruma göre saldırı denemeleri yapıyor, duruma denk düşmüyorsa geri çekip başka bir saldırıyı deniyor. Örneğin 2015’te saldırılarına zindanda tek tip elbiseyi de eklemek istedi. Fakat zindan direnişinin geçmiş mirasının güçlülüğü nedeniyle geri çekti. Yarın tekrar getirebilir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi gündeme getirdi fakat kadınların mücadelesinin yaygınlaşacağını anlayınca revize ederek bazı maddelerine şerh koyma isteğine gerilemek zorunda kaldı. Kadınların mücadelesinin büyütüldüğü koşullarda faşizm bundan da vazgeçmek zorunda bırakılabilir.
Faşizme karşı mücadelenin geliştirilip geliştirilememesinin tayin edici olacağı bilinciyle hareket ederek, demokratik meslek birliklerine yönelik saldırıya karşı da İstanbul Sözleşmesi’nin tasfiyesi/şerh konması saldırına karşı da işgalci savaşlara karşı da Kürdistan’daki kirli savaşa karşı da, zindan saldırısına karşı da direniş büyütülmeli, birleşik olarak yaygınlaştırılmalı, Erdoğan faşizminin istikrar kazanması engellenerek yenilgisi yakınlaştırılmalıdır.
Kaynaklar
1 Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe, 7. baskı, s. 139
2 a.g.e., 139
3 a.g.e., 136