Aralık 1978’de gerçekleştirilen Maraş katliamı, ’75-80 devrimci yükseliş ve faşist teröre karşı mücadele döneminin önemli dönüm noktalarındandır. Maraş katliamı, faşist diktatörlüğün devrimci gelişmeyi boğma stratejisine bağlı olarak MİT tarafından organize edilmiş bir kontrgerilla operasyonudur. Kendisi de bir kontrgerilla örgütlenmesi olan faşist MHP ve ülkücü çeteler katliamda vurucu güç olarak kullanılmıştır. Bu gerçekler, Bülent Ecevit’in yıllarca gizlediği belgelerle de itiraf edilmiştir. Buna rağmen, yüzleşilmesi ve adalet talebinin karşılanması bir yana, hala Maraş’ta anması yapılmasına dahi tahammül edilmeyen bu vahşi katliam, Alevi halkımızın ve devrimci hareketin hesap sorma mücadelesinin konusudur.
Gerçek sayı daha fazla olmasına rağmen, resmi kayıtlara göre katliamda 111 kişi ölmüştür. Ölenlerin büyük çoğunluğu, faşist katliamcılar tarafından katledilen devrimciler ve Alevi halktır. Devrimcilerin silahlı savunması sonucu ölen saldırgan faşistler de olmuştur.
Aleviler ve devrimciler tüm hata, zaaf ve yetmezliklerine rağmen katliama karşı direnişe geçmişler, özsavunma gerçekleştirmişlerdir. Maraş katliamı ve ilgili dönem, rejimin karakteri ve tarihten güncele mirasını taşıdığı (yüzleşilip hesaplaşılmamış) soykırımcı, katliamcı geleneği ile faşizme karşı mücadele, sivil faşist harekete karşı tutum, özsavunma ve bunların devrimci stratejiyle bağının nasıl kurulması gerektiğine dair önemli dersler ve deneyimler sunar. Bu çalışmada zaman, mekan ve politik özne bağlamlarıyla döneme ve derslerine yoğunlaşılacaktır.
Katliamın Jeostratejisi
Maraş bir Kürdistan sınır kentidir. Malatya-Sivas hattı boyunca uzanan Alevi-Kürt ağırlıklı Kürdistan çeperinde yer alır. Bu kuşak, ilgili dönemde devrimci örgütlerin tespit ve analizlerinde bu açıklıkla kavranmamış olsa da, Türkiye-Kürdistan birleşik devriminin gelişimi bakımından stratejik konumdadır. Kürdistan ile Batı’daki toplumsal-siyasal mücadelenin coğrafi geçiş ve etkileşim sahasıdır. Bölgede yerleşik olan Türk ve Kürt Aleviler ise ezilen inanç kimlikleriyle muhalif bir damar olarak bu mücadeleler için toplumsal ve siyasal köprü oluşturmaktadır. Nitekim bu nitelikleri ve mücadele dinamikleriyle devrimci hareketin hızla taban bulduğu bir bölge olmuştur.
Bugünden bakınca faşist diktatörlük, yaslandığı devlet aklı ve deneyimiyle, Maraş’ı da içine alan bu sınır şeridinin stratejik önemimi daha iyi kavramıştır denebilir. Zira karşıdevrimci stratejisinde buraya özel bir önem atfettiği, ortaya çıkan devlet pratiğinde açıkça görülebilir.
’75-80 dönemi itibariyle faşist diktatörlüğün stratejik amacı devrimci atılımı boğmak, devrimci hareketi ezmektir. Türkiye-Kürdistan devrimi ve bunun dolaysız özneleri olan devrimci komünist örgütler bu stratejik planın hedefinin odağındadır. Planın odağında aynı zamanda, bu dönemde devrimci, antifaşist mücadeleye kitlesel olarak katılan, devrimci hareketin toplumsal tabanı ve kadro yatağına dönüşen Aleviler vardır. Türkçü-islamcı, inkarcı faşist diktatörlük ideolojik ve politik olarak Alevileri kazanamayacağının bilincindedir. Soykırımcı, katliamcı devlet geleneği ve gerçeğiyle halklarımıza karşı (cumhuriyet döneminde de) defalarca başvurduğu iç savaş yöntemleri ve tedip-tenkil siyasetiyle, bu konjonktürde Alevilere yönelir. Alevileri yola getirmek, devrimci mücadeleye akışlarını engellemek ve geriletmek, faşist saldırılarla yıldırıp yalıtarak devrimci hareketin toplumsal tabanını ve yayılım alanını daraltmak gayesi güder. Öncüleri ve örgütlü kuvvetleri zor yoluyla ezerken, geniş Alevi yığınları için ibret olacak bir cezalandırma ve yerinden yurdundan etme siyaseti işletir.
Bu amaçla, NATO patentli “Gayri Nizami Harp” konsepti uyarınca gerici iç savaş siyaseti ve hukuku devreye konur. Eğitilmiş ve silahlandırılmış sivil faşist çetelerin suikast ve bombalama saldırılarıyla estirdikleri faşist terör, Sünni-Alevi çatışması çıkarmak yönünde kışkırtmalarla tırmandırılır. Maraş kent merkezindeki Alevi mahallelerini hedef alan lokal bir iç savaşa dönüştürülür. Kentte Alevi kıyımına girişilir. Devamında Aleviler yerlerinden yurtlarından edilir, göçe zorlanır. Kent merkezi devrimcilerden, devrimcilikle özdeş görülen ve egemen devlet aklıyla düşman ya da tehdit olarak kodlanan Alevilerden “kurtarılmış” olur.
Bu faşist terör döneminde, Alevileri doğrudan devrimcilikle, komünistlikle özdeşleştiren faşist söylem ve ajitasyonlar da stratejik planın parçasıdır. Öncelikle Yavuz Selim’den beri kurulu devlet algısı ve siyaset geleneğini izler. Faşist diktatörlüğün an için ihtiyaç duyduğu Sünni-Alevi çatışması çıkarmak için özel olarak güncellenir. Aktüel olarak devrimci saflara yönelen örgütlü devrimci Alevileri ilk elden hedef gösterir. Ancak kapsamı ve yönü daha geniştir. Örgütlü olsun olmasın tüm Alevileri siyasal hasım olarak gören bir psikolojik harp söylemi olarak öne çıkar. Alevilere devrimci hareketle aralarına mesafe koymaları, kendilerini ayırmaları, aksi halde başlarına neler getirileceği devlet lisanıyla söylenmiş olur. Üstelik bu, sözde bırakılmaz, pratik olarak gösterilir.
Maraş’la aynı coğrafi sınır şeridinde bulunan veya aynı faşist saldırı konseptinin hedefinde olan Malatya, Sivas ve Çorum’da da bu konjonktürde benzer katliam saldırıları ve provokasyonlar tertiplenir.
Kürdistan sınır kuşağının lokal iç savaş sahasına dönüştürülmesi, faşist diktatörlüğün Kürdistan ile Batı’daki mücadeleleri birbirinden yalıtma stratejik emeliyle hareket ettiğini de açıkça göstermektedir. Böylece sınır hattı boyunca “kurtarılmış” veya “denetime alınmış” kent merkezleri üzerinden devletin ideolojik-politik yörüngesinde milliyetçi ve politik islamcı bir nüfus ve nüfuz alanı tesis ve temin edilecek, devrimci hareketin Kürt isyan geleneğiyle buluşması engellenecektir.
Bu strateji, faşist diktatörlüğün stratejik saldırısı olan 12 Eylül askeri faşist darbesine kadar adım adım yürütülür.
Maraş’ın “Kahramanlığı”
Türkiye Cumhuriyeti soykırım siyasetinin içinden gelen, Osmanlı devlet geleneğini ve siyasal aklını miras edinen kadrolarca kurulmuştur. “Kurtuluş Savaşı” olarak anılan dönemde emperyalistlerle doğrudan savaşılmamıştır. Batıda Yunan askeri işgalinin yanı sıra, esasta bir “iç savaş” yaşanmıştır. Zira savaş, aynı zamanda, Anadolu, Kürdistan ve Ermenistan coğrafyasının yerleşik halklarına karşı da yürütülmüştür. Koçgiri’de Kürtlerle savaşılmıştır; batıda ve Karadeniz’de Rumlarla, doğuda ve güneyde ise Ermenilerle. Askeri saldırıların yanı sıra Topal Osman, İpsiz Recep çeteleri gibi silahlandırılmış nice çete, bu “iç savaşın” vurucu gücü olarak, halklar üzerinde terör estirmiştir. Fransızların siyasi himayesindeki yurtlarına dönmeye çalışan Ermeni fedailerin mücadelelerine rağmen, bölge temelli Ermenisizleştirilmiştir. Maraş’ta aslında Fransızlara değil, Ermeni fedailere karşı sözde kahramanlık taslanmıştır. Böylece Maraş’ta Ermenilerin, genel olarak Hristiyanların kökü kazınmıştır.
Ermenisizleştirilen bu kentlere ve köylere, Maraş ilinden ve diğer bölgelerden getirilen nüfus yerleştirilir. Ermeni karşıtlığı, tehcir edilenlerin mallarına konan yerli büyük toprak sahipleri ve eşraf tarafından, daha küçük çaplı olarak bu ganimeti paylaşmış halk arasında da canlı tutulur. Daha önce iskan edilen Çerkeslerle birlikte Sünni Türk halkı ile az sayıdaki Sünni Kürt halkı bu yolla devletin siyasi ve ideolojik yörüngesinde tutulur.
Bu tarihsel dönüm noktası, Maraş’ın toplumsal ve siyasal çehresini köklü biçimde değiştirir. Kuzey Kürdistan, cumhuriyetin ilk yıllarında Kürt ulusal başkaldırıları ve direnişlerinin zor yoluyla ezilmesinin ve Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesinin sonuçlarını dolaysızca yaşar. Türk-İslam esasına göre örgütlenen burjuva cumhuriyetin kuruluş felsefesi Kürtlerin ve Alevilerin inkarına dayanır. Maraş’ta ve yer aldığı Kürdistan sınır şeridinde hala bir Kürt-Alevi demografisinin bulunması, Türk Alevilerle kuvvetli bağlar taşıması ve Kürt ulusal mücadele dinamiği ile Batı arasında köprü oluşturması, bu kuşağı (hem coğrafi hem de toplumsal-tarihsel manada) sömürgeci devletin güvenlik siyasetinin ilgi alanında tutar. Nitekim ’78 Maraş katliamına giden süreç ve katliam sonrasındaki gelişmeler, faşist diktatörlüğün açık bir tarih ve siyaset bilgisi ve iç savaş stratejisiyle hareket ettiğini göstermektedir.
Faşist Terör Ve Antifaşist Direniş
1960’lı yılların ikinci yarısında yükselen toplumsal mücadelenin ilk adımda karşılık bulduğu yerlerden biri de Maraş ve çevresidir. Keza faşist saldırıların yöneldiği ilk adresler arasındadır da.
Bu kapsamda ilk saldırı, 1967’de Elbistan’da yaşanır. MHP’nin komando kamplarında eğitilip silahlandırılan faşist saldırganlar, civardaki Sünni köylerde, “dinsiz Alevilere, komünistlere karşı dini ve Türklüğü koruma” ajitasyonu yaparlar, Alevilere dönük linç saldırısı için kışkırtmada bulunurlar. 1968’de Malatya’da Alevi-Sünni çatışması üzerinden Alevilere yönelik saldırılar tertiplenir. Mart 1971’de Kırıkhan’da yine Türklük ve İslam adına sivil faşistler eliyle bir katliam gerçekleştirilir.
12 Mart faşist darbesi, ’71 devrimci çıkışını ezerek mücadeleyi bastırmak istese de, bunu başaramaz. Devrimci mücadele ’74’den itibaren hızla kitleselleşir, atılıma geçer. Faşist diktatörlük de kontrgerilla tarafından örgütlenen resmi ve gayrı-resmi faşist saldırıları yoğunlaştırır. Tırmandırılan faşist terör, devrimci mücadelenin antifaşist bir içerikte ilerletilmesi ihtiyacını doğurur. ‘77’nin ilk yarısına kadar olan dönemde kitleleri de seferber eden bir antifaşist mücadele yürütülür. Faşist diktatörlük, 1 Mayıs katliamıyla faşist terörü yeni bir düzeye çıkarır; suikast, bombalama ve provokasyonlarla ivmelendirir. ’78 başından itibaren Sünni-Alevi, Türk-Kürt çatışmalarını kışkırtarak, Alevilere dönük kitle kıyımlarını yeniden gerçekleştirmeye başlar, bunun üzerinden gerici bir iç savaş geliştirmeyi hesaplar. 16 Mart Beyazıt katliamına karşı DİSK’in öncülüğünde gerçekleştirilen “Faşizme İhtar Eylemleri”, faşist suikastlara karşı teşhir, devrimci savunma ve misilleme eylemleri ile antifaşist mücadelede dozun daha da yükseldiği bir döneme girilir.
Faşist diktatörlüğün stratejisinde özel bir yer tutan Kürdistan sınır şeridi yoğun saldırılara maruz kalır. Nisan ‘78’de Adana, Adıyaman, Malatya ve Maraş-Pazarcık’a bombalı paketler yollanmasının ardından, Malatya’da Alevilere ve devrimcilere dönük katliama girişilir. Mayıs’ta Elazığ’da bir provokasyon daha tezgahlanır. Eylül’de Sivas katliamı yaşanır. “Aleviler Müslümanları öldürdü, camiyi bombaladı” tahrikleriyle örgütlenen katliamın başında, o dönem Ülkü Ocakları Genel Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu vardır.
’78 Maraş Katliamı
Adeta bağıra bağıra gelen katliamın startı, ülkücü faşist çetelerin Esir Türkleri Kurtarma Ordusu (ETKO) adıyla yaptıkları saldırılarla verilir. Faşist ETKO, Maraş’ta devrimcilerin etkin olduğu, Alevilerin yaşadığı Yörükselim Mahallesi’nde Nisan başında otomatik silahlarla kahvehane tarar. Saldırılarını Nisan ayı boyunca sürdürür. 13 ayrı saldırı, yaralama, bombalama ve politik cinayetin failleri olan ETKO’lu ülkücü faşistler kısa sürede yakalanıp tutuklanırlar. Bu nedenle, Maraş merkezindeki faşist terör geçici bir süre tavsar. Ancak sınır şeridindeki saldırılar sürer. Haziran-Temmuz’da Elbistan’da bir provokasyon girişimi devrimcilerin uyanıklığı ve önlemleri sonucu boşa çıkarılır.
Kasım ‘78’de, Maraş merkezde Ülkü Ocakları –resmi kapatılma nedeniyle– ÜGD adıyla yeniden açılır. Katliam hazırlıkları yeniden ivme kazanır. AP’li, MHP’li yöneticiler, Maraş belediye başkanı, MİSK temsilcileri ve patronlarla gizli toplantı yapılır. “Alevi komünistleri yok etmek, elbirliği ile Maraş’ı komünistlerden temizlemek” üzere anlaşılır. Sonradan açığa çıktığı gibi, MİT’in Güney ve Güneydoğu yöneticilerinin MHP’li olanları bu hazırlıkların örgütlü yöneticileridir. CIA ajanı Robert Alexander Peck de Maraş’tadır. Aynı kişi Çorum katliamı arifesinde Çorum’da da ortaya çıkar.
Katliam öncesinde saldırılacak hedeflerin tespiti için nüfus sayımı yapılır, PTT işlemi ve belediyenin adres numaralarını düzenleme çalışmaları maskesiyle Alevilere ait evler işaretlenir. Katliamı sevk ve idare edecek eğitilmiş faşist katiller, çoğu Milli Piyangocu kılığında, kente getirilir. Tüm bu hazırlıklar dahi katliamın birkaç sivil faşistin boyunu fersah fersah aşan, MİT ve CIA’nın dahilini gerektiren geniş çaplı bir kontrgerilla (resmi ifadeyle Özel Harp) operasyonu olduğunu ortaya koyar.
19 Aralık ‘78’de faşistlerin film gösterimi yaptıkları sinemaya kendileri tarafından provokatif ses bombası atılmasıyla katliamın fitili ateşlenir. Ancak başlangıçta ne Aleviler ne de devrimciler saldırının çapını kestirebilirler. 20 Aralık’ta Karamaraş Mahallesi’nde Alevilerin uğrağı olan bir kahvehanenin bombalanması da, o dönemde sık yaşanan faşist saldırılardan biri olarak görülür. Peşi sıra gelen fırtına sezilemez. 21 Aralık’ta TÖB-DER’li iki devrimci öğretmen faşistlerce katledilir. Tırmanan saldırılar karşısında devrimcilerin müdahaleleri direniş ve mücadele içerikli genel ajitasyonların ötesine ancak kısmen geçer.. Gerek örgütlü kuvvetleri gerekse kitleleri özsavunma temelinde hazırlama perspektifi çok zayıftır.. Katledilen öğretmenlerin cenaze töreni 22 Aralık’ta yapılmak istenir. Kontrgerilla, “cami bombalandı, Alevi komünistler Kur’an yaktı” kışkırtmalarıyla civar köylerden getirttiği ve kent merkezinde seferber ettiği kitleyi cenaze törenine saldırtır. Cenaze korteji dağıtılır. Jandarma müdahale etmez. İlk bakışta görünmez bir el kenti faşist saldırganlara teslim etmiştir. Bu aşamadan sonra saldırılar Alevi mahallelerini ve önceden işaretlenmiş olan evleri hedef alan kitlesel kıyıma ve Alevi avına dönüştürülür.
Mahalle Mahalle Katliam Ve Direniş
Cenaze töreni ve kitle dağıtılınca halk -dışarından gelenlerle birlikte- Yörükselim Mahallesi’ne çekilir. Kitleyi izleyen saldırganlar mahalleyi kuşatırlar. Yörükselim, Maraş merkezinin en büyük mahallesidir. Alevilerin yoğun, devrimcilerin en örgütlü olduğu yerdir. Devrimciler katliamın çapını kestiremezler, yeterli hazırlıkları olmasa da hızlı bir savunma refleksi gösterirler. Her yönden saldırıya uğrayan mahallede, örgütlü devrimcilerin öncülüğünde topyekün bir direniş ve savunma gerçekleştirilir. Faşist saldırganlar tüm uğraşlarına rağmen mahalleye giremezler. Halk daha sonra, subaylar tarafından ve muhtemelen zarar vermek amacıyla, yakındaki askeri kışlaya götürülür, mahalle boşaltılır.
Yörükselim’de sınırlı olanaklarla da olsa gösterilen direniş ve özsavunma kitlesel bir kıyımı önler. Ama hemen bitişiğindeki Mağaralı Mahallesi’nde yaşayan az sayıda Alevi’den yakın mahallelere kaçamayanlar katledilir. Serintepe Mahallesi’nde Kürt Aleviler yoğundur, ama evler dağınık ve korumasız, halk ise örgütsüzdür. Devrimci örgütlenmenin de pek olmadığı bu mahallede ve benzer özellikteki birçok yerde bedel daha ağır olur. Yusuflar, Dumlupınar, Sakarya, Yenimahalle, İsadivanlı, Duraklı ve Namık Kemal mahallelerinde de Aleviler sayıca az ve savunmasızdır. 22 Aralık’tan itibaren Maraş kent merkezindeki tüm mahalleleri kasıp kavuran bu kanlı faşist terör 25 Aralık’a kadar sürdürülür. Saldırıların hedefinde olan Karamaraş Mahallesi’nde de tüm hazırlıksızlığa, olanaksızlığa rağmen, örgütlü olmanın, devrimci örgütlenmenin hayati faydası görülür. Burada da refleks tarzında özsavunma ve direniş gösterilir, saldırganlar engellenir, halkın çekilmesi için fırsat ve zaman yaratılır.
Katliam tüm kent merkezine yayılır. Maraş’a gelen çevre yollar da saldırganlarca kesilir. Kent merkezinde devrimciler –başta TKP/ML Hareketi ve Dev-Savaş– direnişe aktif öncülük etmişlerdir. Şehit düşen devrimciler aktif direniş içinde hayatlarını kaybetmişlerdir. Bunlar içinde Sünni halktan olan devrimciler de vardır.
Öte yandan, katliam günlerinde Pazarcık ve Elbistan’dan kente gelmeye çalışan devrimciler engellenmiş, çok azı kente girebilmiştir. Katliamın hemen üstüne faşist diktatörlük, sıkıyönetimin kapsamını genişletir. Alttan alta orduya müdahale etmesi çağrıları başlar. Mahkeme sürecinde de devlet geleneği ve düşman siyaseti sıkı sıkıya sürdürülür. Katliama maruz kalan Aleviler ve devrimciler suçlu gösterilir. Hatta, geçmişte Ermeni fedailerin kendilerini savunma eylemlerini işaret edip “Ermeni mezalimi” diye propaganda eden ve soykırımı “karşılıklı çatışma” olarak tarif eden akıl, Maraş katliamını da “mukatele”, yani “karşılıklı öldürme” olarak tanımlamaya çalışır. Dahası, katliama liderlik eden faşist elebaşılar yakalanmaz. Yakalanmış olan Ökkeş Kenger de beraatla ödüllendirilir.
Faşist diktatörlüğün, resmi ve sivil faşist saldırganların suçları gizli MİT raporlarıyla belgelidir. Faşist devlet, suçlarını resmen kabul edip hesap vermediği gibi (ve hesap vermediği için), yeni katliamlarla bu suçlarına yenilerini eklemiştir. Devlet aklı ve geleneğiyle hala icraatının arkasında durmaktadır.
Maraş Katliamı Ve Devrimci Hareket
Faşist diktatörlük Maraş’ta (ve sınır hattı boyunca) Alevilere yönelirken, onların tek tek örgütlü olup olmadığıyla, devrimci saflarda yer alıp almadığıyla ilgilenmez. Alevileri tarihsel, toplumsal tehdit ve iç düşman kategorisinde görür. İç savaş stratejisiyle hareket eder. Hazır tuttuğu ve döneme göre geliştirdiği iç savaş araçlarını ve kapasitesini kullanmaktan çekinmez. Maraş’ta lokal bir iç savaş düzeyinde yaşanan da bu olmuştur. En büyük can kırımı örgütlenmenin olmadığı veya devrimci mücadeleye mesafeli mahallelerde gerçekleşmiştir. Tüm zaaf ve yetmezliklerine rağmen devrimci örgütlenmenin olduğu mahallelerdeki direniş ve özsavunma ise hayat kurtarıcı olmuştur. Bu yüzden, Alevi halkımız ve devrimci hareket bakımından çıkarılacak derslerin başına, örgütlü olmak ve özsavunma kapasitesini hazır tutup geliştirmek konmalıdır.
Katliamın öngörülememesi, hazırlıksızlık ve yetmezlik sadece yerelde etkin olan ve direnişe öncülük eden devrimci kuvvetlerin değil, devrimci hareketin ortak gerçeği olarak dışa vurur. Devrimci hareketi ve ilgili dönemi daha geniş bir perspektifle tartışma ihtiyacı doğurur.
Öncelikle dönem itibariyle devrimci harekette katliamcı, soykırımcı devlet gerçeği ve geleneğine dair güçlü bir çözümleme eksikliği olduğu söylenebilir:
Osmanlı’dan güncele Alevi katliamları, Ermeni, Süryani ve Êzidî soykırımları, Kürtlere dönük tedip ve tenkil, soykırım ve tehcirler, yalnızca buna maruz kalan halkın belleğine kazınmış, ama diğer halklarda bilince çıkarılamamıştır. Öncü güçler açısından ise, N. Hikmet ve H. Kıvılcımlı, vaktiyle bunlara tarihsel haksızlıklar olarak işaret etmişler, ama devlet geleneğindeki ve siyasal stratejisindeki yerine varan bir devlet çözümlemesine götürmemişlerdir. Dahası, TKP’nin sosyal-şoven değerlendirmeleri bile olmuş, en azından devrimci ve ilerici güçler üzerinde devletin soykırımcı niteliğini muğlaklaştıran, unutturan bir bilinç yaratılmıştır. ’68 devrimci gençlik hareketinde de böyle bir yola girildiği görülmez. ’71 devrimci çıkışında İ. Kaypakkaya’nın kemalizm tahlili bir kopuş süreci başlatsa da, henüz soykırım ve katliamlar üzerinden esaslı bir devlet analizi sahasına taşınmaz.
Toplamda ise Osmanlı’dan cumhuriyete tarihsel ve siyasal mirası ve örgütlenişiyle soykırımcı, katliamcı devlet gerçeği ve geleneği, yürütülegelen iç savaş stratejisi, Teşkilat-ı Mahsusa ve MAH’tan MİT’e süreklilik arz eden kurumların rolleri, Hamidiye Alayları, Topal Osman, İpsiz Recep çeteleri ve onların devamcıları olan, önce politik islamcı MTTB ile MHP’li çetelerin ortaklaşa, sonra faşist MHP’li ülkücü çetelerin halkları birbirine karşı kırdırma taktiklerinin devlet stratejisindeki yerleri çözümlenip siyaset teorisi düzeyine çıkarılamamıştır. Devrimci siyasetin teorik, pratik bilincine dönüştürülememiştir. Maraş’ta lokal bir iş savaş stratejisi yürütüldüğünün öngörülememesi, bu yönleriyle devlet dersine yeterince çalışılmadığının pratik doğrulaması sayılabilir.
Bu durum, devrimci hareketin hem devlet pratiğinden, hem de halklarımızın mücadele tarihi ve deneyimlerinden dersler süzmesini zayıflatmıştır. Ancak başa geldikten sonra eksikliği hissedilmiş, zamanla çözümlenmesine girişilmiştir. Soykırımların, katliamların toplumsal yüzleşme ve devletle, devlet geleneğiyle hesaplaşma konusu yapılması ise daha geriden gelmiştir.
Devlet çözümlemesi eksikliği, ilgili dönemde rejimin karakterinin analizi ve buna uygun bir devrim stratejisini kurulması, sürdürülmesi sorunuyla pekişmiştir. Zira rejimin karakterine dair tespitler devlete ve sivil faşist harekete karşı yürütülen antifaşist mücadelenin taktiğini de belirlemiştir. Bu dönemde iki taktik çizgi öne çıkmıştır:
Birincisi, marksist leninist komünistlerin öncellerinin de aralarında olduğu kimi devrimci örgütlerin faşist diktatörlük tespiti ve analize yaslanır. Faşizmi MHP ve ülkücü çetelerden ibaret görmeyi reddeder. Sivil faşist harekete karşı özsavunmanın yanı sıra siyasi bakımdan tecrit hedefi, faşist diktatörlük tespitine dayanır. Sivil faşist harekete karşı özsavunma, misilleme ve ezme-dağıtma pratiğini öne çıkarır.
İlk yaklaşım, faşist devletle sivil faşist hareketin bağını doğru kurmakla stratejik bakımdan üstün bir yan taşır. Ancak pratikte buna uygun bir örgütsel, siyasal plan ve hazırlıkla yürütüldüğü, özellikle mücadelenin iç savaşa doğru tırmandırıldığı koşullarda stratejinin yön verdiği taktik siyasetle (yeni araç ve biçimler oluşturmak, öncü ve önleyici vuruşların ve kitle şiddetinin kapasitesini ve düzeyini yükseltmek vb.) birleştirildiği söylenemez. Halkı geniş çapta silahlandırmak ve hazırlamak bakımından stratejinin gereklerinin gerisinde kalınır.
En etkin ifadesini Dev-Yol pratiğinde bulan ikinci yaklaşım ise sivil faşist harekete karşı yaygın, yoğun ve etkili vuruşlar, misilleme ve cezalandırma eylemleriyle taktik bakımdan üstündür, ama iktidarı hedefleyen stratejik perspektifi zayıftır. Daha çok da, faşistlerle etkili çatışmaların yoğunluğu içinde, teorisinde yazan iktidar hedefi doğrultusunda strateji oluşturmayla uğraşmaz.
’78 başından itibaren sertleşen antifaşist mücadelede ikinci çizgi başat hale gelir. Stratejik miyopluk başlar ve ilerler. Taktik stratejinin yerine geçer. Antifaşist mücadelenin odağına sivil faşist hareket oturtulur. Faşist diktatörlüğün stratejik yönelimi gözden kaçırılır. Devrimci kendiliğindencilik hakim olur. Öyle ki, lokal bir iç savaşa evrilen saldırılar adeta sivil faşistlerden ve onların “olağan” eylemlerinden ibaret görülür.
Dönem taktiği esasta aktif savunmaya denk düşer. Koşulları ve imkanları oluşsa da saldırı taktiğine geçilemez. Zira devrimci harekette politik iktidarı fethetme stratejik yönü kaybolmuştur. Devrim ufku daralmıştır. Devrimci mücadelenin yönü devrim yapmaktan devrimcilik yapmaya bükülmüştür. Örgütlenme ve politika yapma tarzı savunmaya denk gelen direnişçilik biçimine bürünmüş, savunma hali (ve taktiği) müzminleşmiştir. Aktif saldırı koşulları oluştuğu halde devrimci hareket yönünü tayin edememiştir:
Maraş ve Çorum katliamlarından yansıdığı haliyle özsavunma hazırlıkları ve pratiklerini de zamana ve mekana yayacak kapasiteden yoksundur. Örgütleniş itibariyle öncülerden ibaret kalmış, özsavunma kapasitesi yaygın ve kitlesel halk milisleri halinde yükseltilememiştir. Zira dönemin direnişçi tarzı devrimciliğin kendiliğinden ve refleksif sonucudur. Ufku da bu sınırdadır. Örneğin, silahlı halk devrimi veya uzun süreli partizan savaşıyla ilişkisi kurulmadığı gibi, yüz yüze kaldığı lokal iç savaş gerçekliğine göre de oldukça zayıf ve yetersizdir. Bu nedenle, bu katliamlar karşısında sergilenen özsavunma önemli olmakla birlikte, kopuşulacak ve aşılacak bir kendiliğindencilikle maluldür.
Devrimin iç savaş veya iç savaşlar serisinden geçerek ilerleyeceği gerçeğinin yeterince idrak edildiği, buna uygun bir politik askeri hazırlık fikri ve yönelimi oluştuğu da söylenemez:
Aslında katliam dönemi devrimci hareketin ve tek tek örgütlerin en kuvvetli oldukları zamandır. Ama politik askeri örgütlenme ve faaliyetler öncü örgütlü kuvvetleri aşıp kitlelere doğru genişletilemez. Oysa örgütler kitleselleşmiş, silahlı mücadele zeminleri ve potansiyelleri coğrafya genelinde misliyle artmıştır. Fakat, sadece faşist diktatörlüğün iç savaşa başvuracağı öngörülememekle kalmamış, devrimin de zorunlu olarak iç savaş uğrağından geçeceği öngörüsü oluşmamıştır. Ya da iradi olarak devrim kuvvetlerini iç savaşa göre örgütlemek ve hazırlamak, bu kapasiteyi kazanmak yerine, devrimci kendiliğindencilik egemen olmuştur. Her halükarda bilinç açıklığıyla değil, el yordamıyla yol bulmaya çalışıldığı aşikardır.
Çok kuvvetli ve sürekliliği olan bir devrimci yükseliş yaşanmış, yakıcı bir devrimci önderlik ihtiyacı olmuştur. Fakat devrimci hareket pratik öncülüğü aşacak stratejik devrimci önderlik yaratamamıştır. Birleşik mücadele cephesi örgütlemeyi başaramamıştır:
Başlangıçta kitleleri de kapsayarak gelişen antifaşist mücadele zemininde, devrimci örgütler arasında birleşik devrimci önderlik hedefi zayıf ve muğlaktır. Kitlesel mücadele için önerilen direniş komiteleri, halk komiteleri gibi birleşik mücadele zeminleri öncülerle sınırlı kalır, emekçi yığınların siyasal bir ordu halinde örgütleneceği birleşik hareket düzeyinde ilerletilemez. Zamanla bu eğilim de tersine döner. Eylem birlikleri istikrarsızlaşır, tali duruma düşer. Örgütsel birlik girişimleri ayrışmalara dönüşür. Direniş komiteleri önerisi, örgütsel çekişmelerle, önerenle sınırlı kalır. İlerleyen dönemde, örgütlerdeki parçalanma, rekabet ve çatışmalar ortamında, devrimci harekette birleşememe hastalığı baş gösterir. Bu hastalık Maraş katliamı sürecinden sonra daha da derinleşir. Böylece birleşik bir devrimci veya antifaşist cephenin örülmesi zemini zayıflar. Devrimci önderlik kapasitesi ve perspektifi, gerek genelde gerekse yerellerde, örgütlerin temel siyasal anlayışlarına ve örgütlenme tarzlarına parçalanır. Bu, katliamlara karşı direniş ve özsavunma dahil, her alanda sonuç alma düzeyini aşağı çeker. Zamanla mücadelenin kitle tabanında geri çekilme eğilimine ve daralmaya yol açar.
Maraş’ın da içinde yer aldığı Kürt-Alevi ağırlıklı Kürdistan şeridinin faşist diktatörlüğün stratejisindeki yeri, o koşullarda devrimci örgütler tarafından anlaşılmaz:
Öncelikle devrimci harekette iki ülke, iki ulus gerçeğine dayanan birleşik devrim perspektifi ve programatik yönelimi henüz oluşamamıştır. Haliyle söz konusu sınır kuşağının birleşik devrim için stratejik önemine dair tespit ve analizler de yapılmaz. Bunun bir yönü devrimi zafere taşımak için gerekli stratejik, programatik hattı kuramamakla ilgilidir. Maraş katliamı ve o dönemdeki saldırılarla ilgili yönü ise faşist diktatörlüğün aklını ve yönelimini okuyamamak, bölgenin toplumsal ve siyasal önemimi görememek olarak ifade edilebilir. Faşist diktatörlüğün, tarihten güncele dikkat kesildiği bu hat üzerinde, büyük kitlesel katliamlar dahil her yola başvurulabileceğini anlamak, öngörmek bu bilinçle örgütlenmek de mümkün olmamıştır.
Maraş Katliamından Günümüze
Faşist diktatörlük soykırımcı, katliamcı geleneğini ve zihniyetini yeni suçlarla sürdürmüş, günümüze kadar getirmiştir. Örneğin 2 Temmuz ‘93’teki Sivas Madımak Oteli katliamı da Maraş katliamının kodlarını taşır. Henüz filiz halindeyken demokratik Alevi hareketini kırmak, onu devrimci hareketten ve Kürt ulusal mücadelesinden yalıtmak emeli güder. Kontrgerilla tarafından yine Sünni yığınları Alevilere karşı kışkırtmak suretiyle gerçekleştirilir.
Ancak Maraş, Çorum katliamları ve 12 Eylül sürecinden sonra, Anadolu’nun birçok kentinde, bilhassa Kürdistan sınır kuşağındaki kent merkezlerinde Alevi varlığı ya kalmamıştır ya da çok az ve yalıtık durumdadır. Aleviler genelde metropollere yönelmişlerdir. Metropollerde ise yine ‘70’li yılların devrimci, antifaşist mücadelesinin mekanları olan Alevi ve Kürt nüfus ağırlıklı emekçi semtler toplumsal ve siyasal dokularını korumuşlardır. Alevilerin, Kürtlerin devrimcilerle iç içe olduğu, devrimci örgütlenmenin süreklilik arz ettiği yerler olarak öne çıkmışlardır.
Faşist diktatörlük ‘90’ların başında saldırı konseptini bu semtleri de kapsayacak biçimde genişletir. 1995 Gazi katliamı bu plana göre kontrgerilla tarafından tertiplenir. Öncelleri vasıtasıyla Maraş katliamının dolaysız hedeflerinden ve direnişin öncülerinden olan marksist leninist komünistler, kendi tarihinden de öğrenerek, kafa açıklığıyla saldırının failini ve amacını deşifre eder. Direnişi kent ve coğrafya geneline yayma perspektifi izler. Provokasyonun boşa çıkarılmasına ve halk ayaklanmasına öncülük ve önderlik eder.
Alevilerin Gezi-Haziran ayaklanması öncesi ve sürecinde demokratik taleplerle sokakta saflaşmaları, Kürt ulusal meselesinde demokratik barış talebini destekleyen adımlar atmaları, devrimcilerle, Kürt hareketiyle demokratik alanda yan yana durmaya çalışmaları, Batı’da devrimci duruma evrilen sürecin toplumsal tabanını oluşturmaları, onları yeniden devletin faşist güvenlik siyasetinin odağına taşır. En yetkili ağızlardan yapılan tehditler ile DAİŞ ve politik islamcı faşist çeteler eliyle doğrultulan namlular aynı stratejiyi günceller: Alevi hareketini geriletmek, Kürt ulusal mücadelesinden ve devrimci hareketten yalıtmak. Bu dönemde MİT ve kontrgerilla politik islamcı faşist şeflik rejimine göre yeniden örgütlenir. MİT’in doğrudan eğitip donattığı ÖSO ve politik islamcı çeteler ile DAİŞ bu dönemde vurucu gücü oluştururlar. Yanı sıra Osmanlı Ocakları, HÖH, SADAT gibi saraya bağlı sivil faşist çeteler kurulur, kamplarda eğitilir. Bunlara Suriye’de politik islamcı çete saflarında savaş tecrübesi kazandırılır. Bu politik islamcı faşist çetelerin, ırkçı ülkücü faşistlerle beraber, 15 Temmuz kontr-darbesi sürecinde doğrudan Alevilerin ve devrimcilerin yoğun olduğu semtlere saldırmaları kendiliğinden olmamıştır. Stratejik bir akılla yönlendirilmişlerdir. Yine devrimcilerin ve komünistlerin savunma refleksi sayesinde püskürtülmüşlerdir.
Öte yandan, faşist diktatörlüğün Kürdistan sınır şeridine bakışı da değişmemiştir. Bu kuşaktaki kent merkezleri karşıdevrim için nispeten “güvenli” hale getirilmişse de, ilçelerde ve köylerde Kürt ve Alevi varlığı hala sürmektedir. Sırada, bu kent çeperlerinde bir nüfuz ve nüfus kuşağı yaratmak vardır. Böylece faşist diktatörlüğün eğitip donattığı politik islamcı faşist çeteler ile DAİŞ’in toplumsal ve siyasal tabanını oluşturan Suriyeli Arap göçmenlerin kaldığı kamplar, Maraş/Pazarcık’a ve Koçgiri’ye taşınır. Yerleşik Alevileri tehdit ve tedirgin eden bu provokasyon Kürdistan çeperinde Alevi ve Kürt karşıtı yeni bir demografik tampon kurmayı amaçlar.
Bugün politik islamcı faşist şeflik rejiminin yürüttüğü saldırılar Maraş ile Gazi katliamlarını ve Kürdistan’daki kirli savaşı birleştiren bir konsepte dayanmaktadır. Aynı faşist stratejiyi izlemektedir. Politik islamcı yığınları Alevilere, Kürtlere, devrimci veya demokrat kesimlere karşı kışkırtmak yönünde gündelik politik söyleme de dönüştürülmüştür. Nitekim 8 Mart’ta faşist ajitasyon, iç savaş bakanının doğrudan Maraş ve Çorum katliamlarını zikrettiği tehdide dönüşmüştür.
Batı’da Kürtlerin, Alevilerin ve devrimcilerin iç içe olduğu alanlar bugün genişleyen kent merkezlerinin içinde kalsalar da, faşizme karşı direniş odakları olma özelliklerini yitirmiş değillerdir. Birleşik antifaşist mücadelenin bu alanlarda örülmesi potansiyeli ve imkanları hala güçlüdür. Saldırılara karşı direniş ve özsavunma mevzileri olarak antifaşist mücadelede önem ve öncelik taşırlar. Bugün bu mecralarda yaşanacak bir katliam saldırısına karşı direniş ve özsavunma pratiğinin düzeyi ve şiddetinin Maraş’ı, Çorum’u veya Gazi’yi misliyle aşacağı da öngörülmelidir. Bakur özyönetim direnişleri bunun düzeyi ve çapı konusunda açık ve net bir tablo sunmaktadır.
Tüm bunlar devletin geçmişten günümüze her dönem iç savaş yöntemlerini devreye koyduğunu, asli ve yardımcı kuvvetleriyle her zaman iç savaş kapasitesini hazır tuttuğunu göstermektedir. Koşullara ve karşısındaki düzeye göre bu kuvvetleri seferber etmekten, lokal (ya da geniş) iç savaş saldırılarına ve kitlesel kıyımlara başvurmaktan bugün de çekinmediğini, “iç düşman” tanımlamasında da bir süreklilik olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, gerek Aleviler gerekse devrimci ve antifaşist kesimler, kendilerini ve yaşam alanlarını doğrudan hedef alan bu faşist iç savaş konseptini boşa çıkaracak bir siyaset ve örgütlenme stratejisi oluşturmak, tedbirler geliştirmek, Maraş katliamından yansıyan tabloyu da göz önünde bulundurmak durumundadır. “Amacı isteyen, araçlarını da istemelidir.” (A. Gramsci)