Özel Mülkiyet, Heteroseksist Egemenlik Ve Toplumsal Cinsiyet

Toplumların tarihsel gelişimi ve ilerleme tarzı, marksist hareketin, sınıf mücadelesinde aldığı konumun nedeni ve hem de sonucu olarak, her zaman gündeminde oldu. Toplumsal yaşamın üretici güçler, üretim araçları ve üretim ilişkileri bütünü ve onun üstyapısal tüm kurum ve işleyişlerinin toplamı olarak, maddi yaşam gerçekliğini devrimci analizin ve devrimci eylemin konusu olarak ele aldı. Toplumların ve onların maddi ilişkilerinin uyumu, çelişki ve çatışmasının bilgisini tarih, an ve gelecek içinde anlamlandırmaları yolundan teorisini kurdu.

Ancak salt teori kurarak değil, aynı zamanda saf tutarak, saflaşarak ideolojik konumunu inşa etti.

Sınıf çelişkisi ve cins çelişkisinin çakışması ve çözülmesinin imkanlarına odaklanarak, kadın devriminin stratejisini ve siyasal programını oluşturdu.

Ezilenin de ezileni kadın eksenli konum alarak, aynı zamanda tüm ezilen ve yok sayılan sınıf, ulus ve kimliklerle özdeşlik, ilişki ve ittifak pozisyonlarını belirledi.

Giriş

Hiçbir şey gökten zembille inmedi! Bütün toplumsal ilişkiler yeryüzünde kuruldu ve yine yeryüzü meseleleri olarak çözüme kavuşacak/kavuşturulacak.

Morgan’ın kendi döneminde yaptığı antropolojik çalışmalar sonucu ulaşmış olduğu insan ve toplum bilgisi, marksizmin kurucuları olan Marks ve Engels tarafından sıkı bir öğrenmeye tabi tutulmuş ve onunla sıkı bir etkileşim içine girilmiştir. Onlar, üretim araçları üreten canlılar olarak diğer canlılardan yolunu ayırıp serüvenine başka bir yoldan devam eden insan ve insan topluluklarındaki ilk cinsel ve sınıfsal bölünmenin izini sürerek, sınıflı toplumların varoluş nedenlerini ve aşılmasının dayanaklarını çözümlemişlerdir.

Bütün bu çözümlemenin nirengi noktasını ise özel mülkiyet oluşturur.

Mülkiyetin özel karakteri, aynı zamanda, ona sahip olanın eşitler dünyasından farklılaşması ve onun üstüne çıkmasının da nedenidir.

Özel mülkiyetin tarih sahnesinde boy göstermesi ile tüm eşitlikler bozulur. Özel mülkiyetin alanının genişlemesi ve kaynağının kitleselleşmesi, sınıfsallaşma ve aynı zamanda cinsiyet çelişkisinin derinleşme sürecini de koşullamıştır.

İki türlü üretim süreci, maddi yaşamın üretimi ve türün üretimi süreci, bu aynı dönemde belli bir disiplin biçiminde ilerler. Cinsel ve sınıfsal bu ilk bölünmenin başladığı yerde, yeni bir birlik biçimi olarak aile şekil almaya başlamıştır.

Aile, duygusal bir birlik alanı değil, gerek üretici, gerekse de tüketici bir birim olarak, tarihsel gelişimin zorunlu bir örgütlenme biçimidir. Eşitliğin ve ortakça yaşamanın yerini, aile örgenliği biçiminde parçalara bölünmüş üretim ve tüketim mekanizmalarının aldığı koşullarda, her türlü eşitlik bozguna uğramış ve bozulmuştur.

Evet, kötülüklerin bir kaynağı özel mülkiyetse, bir diğer kaynağı da kökenini özel mülkiyetten alan ailedir.

Tüm toplumsal tarihte, egemen cins ve sınıflar bakımından ailenin korunmasının devletsel bir mesele düzeyindeki ekonomik, politik ve ideolojik anlamı da buradan gelir. Aile birliğinin korunması, esas olarak, verili sistemin korunması ve kollanmasından başka bir şey değildir.

Biraz Daha Geriye Gidelim: Doğadan Ve Doğaldan “Kopuş”

Diğer canlılardan farklı biçimde, alet yapan ve tasarlayan olarak doğanın bir türü olan insanın insanlaşma süreci, aynı zamanda doğadaki diğer tüm canlılardan ayrılma sürecidir. Doğadan ilk büyük sapma eylemi alet yapmak ve bunun kendiliğinden olmaktan çıkıp tasarlanım süreci ile birleşmesidir. Alet yapmak ve eylemi üzerine düşünmeye başlamak, biyolojik farklılıkların da farkına varmak biçiminde devam eder. Bu dönemde esas olarak, farkına varmak biçiminde bir biyolojik ayrılma vardır. Farkına varmaktan farklılaşmaya gidiş ise insanlaşma sürecinin ilerleyen aşamalarının konusu olacaktır.

Soyun üretiminin kendiliğinden biçimde devam ettiği bu dönemde, insanlar arasındaki ilişkide esas olarak, halihazırda güdüsel davranışlar öndedir.

İnsanın yaptığı aletlerin çeşitlenmesi, düşüncenin de çeşitlenmesi ve kavrayışın gelişmesi, irade ve bilincin oluşması sürecidir. İnsan, tüm eylemleri üzerine düşünürken, kendi eylemlerinin de sonuçlarını tasavvur eder hale gelmiştir. Bu aşamada üreme ve cinsellik, güdü ve haz, ne birbirinden tam ayrışmış, ama ne de birbirinin yerine ikame edilir durumdadır.

Doğaya Yabancılaşmayla Zamandaş Biçimde İnsanın İnsana Yabancılaşması

İnsanın insana yabancılaşmasının iki alanı vardır. Birincisi, insanın kendi içinde türüne yabancılaşması olarak cinsiyetçilik, ve ikincisi de, ürettiğine yabancılaşması olarak, üretim amacının meta üretimi biçiminde gelişmesi. Maddi yaşamın iki biçimde kendini var etmesinin uyum ve birliğinin bozulması. İnsanın doğadan yabancılaşmasının yeni etabı, insanın insana yabancılaşması olarak devam eder.

Tüm ilişkiler bu zeminde yeniden kurulur. Doğanın insanından insanın doğasına bu geçiş, aynı zamanda tarihin de başlangıcıdır.

İnsanın doğasını belirleyen belirli tarihsel biçimler vardır. Bu anlamda insan doğası sabit değildir, değişkendir, hareket halindedir.

Evet, insanın doğadan bir kopuşu ya da sapmasından bahsedebiliriz, ama bu esas olarak, cinsel yönelimlerimizle değil, üretim araçları üreten bir varlık olmaya başlamamızla başlamış ve oradan ilerlemiştir. Ve aslında bu doğadan kopuş hali, aynı zamanda insanın insanlaşma serüvenine de başlamasıdır. Salt doğanın içinde ve onun organik bir parçası, canlıların bir türü olan insan, doğanın konusu olmaktan tarihin konusu olmaya geçer. Biyolojik fark bu andan sonra belirginlik ve anlam kazanır.

Biyolojik Fark Bu Andan Sonra Belirginlik Ve Yeni Bir Anlam Kazanır

Kadın ve erkek belirlenimleri eğer salt biyolojik bir işaret anlamında kullanılır olsaydı, aslında toplam toplumsal yaşamda şimdiki gibi bir çelişki ve çatışmadan bahsedilemezdi.

Ancak cinsiyet bölünmesi salt bir biyolojik bölünmenin çok ötesinde, üretim araçlarına sahiplik ya da ondan yoksunluk anlamında bir sınıfsal bölünme olduğu andan itibaren, biyolojik farklılık artık salt bir biyolojik mesele olarak kalamazdı. Kalmadı da! Maddi yaşamın üretiminin araçlarına hakimiyet, teknik bir hakimiyetten siyasal bir hakimiyet biçimine evrilirken, bu hakimiyet biçimi, aynı zamanda soyun üretimini de bu hakimiyetin geliştirici ve tamamlayıcı bir bileşeni olarak belirleme imkanına sahip oluyordu. Aile gibi hücresel bir formun da, zor aygıtının kurumsallaşmış hali olarak devletsel organizmaların da karakterini belirleyen erkek cinsi oldu.

Üretim ilişkilerinin hakimiyeti dolayımıyla erkek egemenliği, bu hakimiyetin sürdürülmesi koşullarını ancak özel mülkiyetin korunmasına dayanarak sağlayabilirdi. Hem verili durumun korunması ve hem de işgücü üretimi bakımından soyun üretimi belirleyici bir yerde duruyordu.

Cinsiyetten toplumsal cinsiyete geçişin ana güzergahı böyledir.

Bir Anormallik Olarak İnsan

İnsanlaşma, bir bakıma, doğanın ve doğalın yolundan çıkmak anlamına gelmez mi? Doğal mı, değil mi? Belirleyen ne ya da kim?

Doğanın yasalarına uygunsuzluğu, daha diğer canlı türlerinden ilk ayrıldığımız ve sonrasında bunu geliştirerek derinleştirdiğimiz andan itibaren, biz başlattık. Yani hepimiz. Yani insan türü.

Doğadan “kopma” eylemine girdiğimiz andan itibaren, zaten doğanın “dışında”yız. Başka yüzlerce konuda doğadaki diğer canlılardan zaten ayrılmışken, cinselliğin ve onun kimliksel üst katmanlara doğru şekil almasının bu “kopuş” konusunu neden bu kadar büyük bir soruna dönüştürüyoruz? Açık ki bu, egemen düşünüş biçiminin, doğadan kopuşa değil, egemenden kopuşa sistematik refleksinden kaynaklanmaktadır.

Heteroseksüel ilişki, doğanın kendiliğinden akışı içinde bir sorun olma niteliği taşımaz. Ancak heteroseksüellik, aynı zamanda kendisi dışındaki tüm cinsel ilişkileri yok sayar ya da yasak getirirse, kendisi de bir sorun halini alır. Cinsel özgürlükten cinsiyet bölümlü heteroseksist ataerkil sisteme doğru hareket, aynı zamanda heteroseksizmi tarihsel olarak sorunlaştırır.

Doğadaki biyolojik cinsiyetli canlılarda, cinsel edimin amacı üremedir. Üremek amacından saparak bir cinsel edimde bulunan canlı insandır. Bu edimin kaynağı ise salt güdü değildir. Kişisel ve toplumsal olarak edinilmiş olan bilgi ve bilinçtir.

Aynı insan, elde ettiği bu bilinç ve bilgi dolayımıyla ve güdülerini yönlendirebilme iradesiyle, cinselliğini başka biçimlerde ve tarzlarda yaşayabilir. Üreme amaçlı olmayan cinselliği kabul etmek ve ama bunu kimin kiminle nasıl yaşayacağına itiraz ve yasak koyucu olmak, insan gelişiminin tarihsel evrimi içindedir ve bu çelişki yabancılaşmanın ürünüdür.

Özel mülkiyete dayalı bu yabancılaşmaya bağlı olarak, heteroseksüel ilişki dışındaki tüm diğer cinsel ilişkileri yok saymak, baskı ve zor ile insanlara soyun üretimi eksenli ilişki biçimi ve onun tanımlanmış kurumsallığını kabul ettirmek amacı taşır. Ya da, heteroseksüelliği tek yaşanabilir cinsel ilişki olarak görmek ve bunu toplumsal değer ve yasalar düzlemine taşımak ve salt heteroseksüel cinsel ilişkiyi yasal ve toplumsal olarak kabul edilir kılmak, heteroreksist egemenliğin tekçi, baskıcı ve despotik karakterinin ifadesidir.

Heteroseksist egemenlik tesadüfen oluşmuş ya da doğanın evrim yasalarının sonucu kendiliğinden kurulmuş bir egemenlik biçimi değildir. Onu var eden toplumsal maddi koşullar vardır. Bu koşullar, bir kez daha, tüm kötülüklerin kaynağı olarak özel mülkiyete işaret eder.

İnsan toplumunun cinsel davranışlarını belirleyen cinsel yasaların doğayla uygunluğu söz konusu olduğunda, heteroseksüellik de homoseksüellikten daha doğal ya da daha yapay değildir. Şimdiki toplumda heteroseksüel sistemin içine doğulmuş olması, onu diğer cinsel yönelimlerden daha meşru ve yasal kılmaz.

Doğayla ilişkide başka yüzlerce konuda doğadaki diğer canlılardan zaten ayrılmışken, insan cinselliğinin heteroseksüel olmayan biçimlerine eleştirinin, insan doğasına aykırılık teziyle gelmesi anlaşılamaz. İnsanın kendisi doğayla ilişkisinde, onun yasalarını bilinçli biçimde kavrar, uygular ve dönüştürürken, farklı cinsel kimlikleri ve performansları doğaya ve insan doğasına aykırılıkla mahkum etmek, açık ki teorik, programatik ve ideolojik, kasıtlı bir tutumdur. İtirazlar, heteroseksizmin cinsel ve sınıfsal konumunu yansıtır.

Kısacası, doğallıktan bahsedeceksek, önce insan olmanın doğaya meydan okumak, doğayla kasıtlı ilişki kurmak, doğaya yabancılaşmakla başladığını söylemeliyiz.

İyi de o zaman, ilerlemenin bu aşamasını, dünya başımıza yıkılmadan geri çevrilemez olan bu düzeyi ne yapacağız? Bu evren bu olduğu sürece, bu anlamda “doğala, en doğala” doğru gidiş yaşanamaz. Ancak materyalist tarih anlayışı, bize bu ilerlemenin bundan sonraki zorunlu safhalarını da verir, ki bu da, doğayla ilişkilerin yeni biçimde kurulmasının zorunluluğudur. Bu, doğaya dönüş biçiminde bir geriye sıçrama tarzında değil, doğayla uyumun kurulması biçiminde bir ileriye sıçrama biçiminde olacaktır. Verili doğa ve tarihsellik içinde, insanın insanla ve insanın doğayla ilişkisinde ancak yeni bir denge kurulabilir. Evet, bu hem mümkün ve hem de gereklidir ve aslında komünistlerin konuya dair programatik ve güncel ilişki bağlamını da bu oluşturur.

Üremenin koşullarını kendi içinde taşıyan cinsel edimin dışına çıkmak, toplumun yeniden üretimi görevine karşı çıkmaktır. Dolayısıyla, cinselliğin asla salt bir kişisel sorun olmaması, olamaması gerçeği, cinsiyet çelişkisinin tüm konularını etkiler. Ama insan toplumu bu çelişkiyi ileriye doğru çözmenin yollarını aramak zorundadır. Heteroseksizm, soyun yeniden üretimi sorununu, mevcut egemenliğini sürdürerek çözmenin dışına, zihniyette de pratikte de, asla çıkamaz. Bu, insanlığın bu cendereden çıkamayacağı anlamına gelmez. Tıpkı kürtaj sorunu gibi, cinsel yönelimlerin özgürlüğü sorunu da, nesnel olarak soyun yeniden üretimini tehdit eden bir sorun olarak, cinsiyetçi işbölümünü kurumlaştırma değil, geriletme yönünde çözülmelidir.

İnsanın İlk Bölünmesi

Kadın ve erkeğin bölünmesi, salt bir kimlik bölümü değil, aynı zamanda bir işbölümü olarak, doğrudan altyapının temel unsurları kategorisindedir. Kimlik bölünmesi olarak ortaya çıkan görünüm, bu işbölümünün bilince yansımasıdır. Gönüllü işbölümünün zorunlu işbölümüne dönüşmesi ise, basit üretim araçlarının yetkinliğinin artması ve artık ürün elde etme imkanları koşullarında, özel mülkiyetle paralel ve karşılıklı birbirini koşullayan bir gelişmedir. Aile, bu yeni ilişki biçiminin kesişme ve taşıyıcı kuvveti anlamında, bir bileşik kuvvettir. Ve erkek cinsinin egemenliğinde kurulur.

Özel mülkiyet, aile ve devlet üçlüsü, aynı zamanda erkek egemenliğinde kesişmiştir. Farklı sınıflardan erkekler, bu üçlü mekanizma içinden birbirlerine bağlanırlar ve işte tam o koşullarda cinsellik edimi yeni bir anlam kazanmış olur.

Zorunlu işbölümü sonucu kadın ve erkek bölünmesinin aynı zamanda ilk sınıfsal bölünme olduğu ve bu sınıfsallıkta kadın ve erkeğin antagonist çelişki içinde birbirine karşı konumlandıkları koşulda, bu ilişkinin egemen tarafında erkek, ezilen ve sömürülen tarafında ise kadın vardır.

Kadınlık salt bir biyolojik varlık biçimi değil, toplumsal bir varlık biçimidir. Kadın, toplumsal cinsiyet kimliği büyütülerek, geliştirilerek ve derinleştirilerek, bu ilişkide ezilen ve sömürülen konumda tutulur.[1]

Heteroseksizm arzuyu heteroseksüelleştirmiştir. Arzu ve kişi arasındaki öznel ilişkiye müdahale etmiş, bu anlamda kişi ve arzu arasındaki ilişkide kişiye bir inisiyatif ve seçme hakkı bırakmamıştır. Oysa insan dediğimiz canlı, kendi eyleminden sorumludur. Ve o, kendi eylemini “istediği” biçimde yapma yetisine sahip olması ile diğer canlı türlerinden yolunu ayırmıştır. Diğer tüm eylemler gibi cinselliği yaşama biçimi bakımından da yasaklar getirilerek, kendisi için kendisi olma eylemine müdahale edilmiş insan, böylece belirlenmiş tutum ve tanımlara tutsak edilmiştir.

Tarihin daha ilk zamanlarında, gey-lezbiyen ilişkiler, üreme amaçlı cinselliği de reddetmeden var olmuştur. Ancak erkek egemenliğinin kurumsallaşmasından sonradır ki, heteroseksüel cinsel ilişki yasal ve zorunlu bir ilişki katına çıkarılır. Hazza dayalı ve üremeyi dışsallaştıran tüm ilişki biçimleri yasaklanır ve toplum dışı ilan edilir. Bu erkek-sınıf egemenliğinin sonuçlarından biri olur.

İnsan verili, sabit, değişmez biyolojisiyle belirlenen bir doğaya sahip değilse ya da tarihsellik-toplumsallık-kültürellik insan doğasının içkin bir parçasıysa, bu durumda biyoloji ne erkek için ne de kadın için bir yazgı olabilir. Çünkü erkek ve kadın daima belirli toplumsal ilişkilerin dolayımladığı somut koşullar dahilinde var olur ve etkileşirler.”[2]

Cinsiyetçi Toplumdan Cins Ayrımsız Toplum Yapısına

Komünizm kadın devriminin azami programıdır.

Kadın ve erkek bölünmesinin, bütün nedenleri ile birlikte son bulması, doğurganlık merkezli cinsel sınıflandırmanın ortadan kalkması ve tüm bunların, belirleyen kimlik ve eylemler olmaktan çıkması, bütün kötülüklerin kaynağı olarak özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ile mümkün olacaktır.

Kafa emeği ile kol emeğinin birleşikliği ve oluşan ürünle özdeşlik koşullarına ancak komünizmle ulaşılabilir. Bu, biyolojik farlılık temelinde toplumsal cinsiyet kimliklerinin de zorunluluk koşullarının ortadan kalkması ve belirleyen olma sıfatını kaybetmesi demektir. Keza tüm toplumsal cinsel kimliklerin bugünkü anlamlarının dışına çıkması ve bir tür kimliksizleşmek anlamına gelecektir.

Bundandır ki, cinsiyetsizlik maddi yaşamın kuruluş tarzında verilidir ve maddi yaşamın özel mülkiyet karakteri ortadan kalktığında, aynı zamanda onun sonuçlarının da ortadan kalkmasının bütün koşullarına ulaşılmıştır.[3]

Cinsiyet Vardır

Cinsiyetin bedende nasıl bir anlam ve değere sahip olduğu ya da olacağı ise, nesnel olarak içinde hareket ettiği sistem bütünlüğü tarafından belirlenir.

LGBTİ+, aslında kendiliğinden olana karşı bir “kendisi” olarak, durumu sorunlaştırmak ve bireysel olarak sonuca vardırmış olmak bağlamında bir “kendisi için” olma tavrı ve hareketidir.

Bundandır ki, komünist kadın hareketi, cins bilinçli olmak, aynı zamanda bir kendisi için olma tavrı olarak, tüm kendisi için olma tutumlarıyla, bunun kendisi için de varlık tarzı olması hasebiyle, ilişki ve empati kurar. Ve aynı zamanda, onun kimi bölükleri ile özdeşlik ve kimi bölükleri ile de ittifak ilişkisi içine girer.

Kadın devriminin öncü ve önder bölüğü olarak komünist kadınların ve onların karma yapılarının konuyla bağlanmaları tam da bu buradan başlar.

... hiç kimse, karşısına heteroseksüel değilim diyen biri çıkmadığı sürece heteroseksüelim demeye gerek duymuyor. Lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların yaşadığı yok sayılma, kendimizi ve cinselliğimizi keşfetmemize olanak vermeden, heteroseksüelliğin tek cinsel yönelimmiş gibi sunulmasının sonucu olduğundan, bütün kadınlar için bir dayatmadır aslında. İşte bu yüzden, kendimizi tanımamıza ve anlamamıza engel olan bu dayatmayı ortadan kaldırarak hep birlikte özgürleşeceğimize inandığımız için, ‘Lezbiyenler ve Biseksüel Kadınlar Vardır’ demek yerine, ‘Her Kadın Heteroseksüel Değildir’ diyoruz.”[4]

Biyolojik görünümlerimizden ibaret değiliz. Devamla, her insan heteroseksüel değildir demek istiyoruz.

Dişi ve eril olmak, xx ve xy kromozomlarının belirli bir disiplin altındaki marifetlerinin sonucudur. Kadın ve erkek, önsel olarak bu marifete dayalı biçimde toplumsal kimlik edinirler. Toplumsal kimliklerin içeriğini belirleyen erkek egemenlikli siyasal ve toplumsal yapılardır. Kadın ve erkek olmak, seçilmiş varoluş biçimleri değil, içine doğulmuş bir varlık halidir. Burada LGBTİ+, bir bakıma kendiliğindenlik ve kendinde olmak, nesnel bilinç ve öznel var oluş arasındaki ilişki bağlamında bir yere oturur.

Heteroseksizme karşı mücadele erkek egemenliğine, onun kurumsallaşmış tüm yapılarına ve bu yapıların sistematikliğinin bugünkü ifadesi kapitalizme karşı mücadeleyi zorunlu kılar.

Egemen sınıflar yalnızca maddi olana hakimiyetle kendi varlıklarını devam ettirmezler. Aynı zamanda, dil, anlam ve içeriklendirmede de hakim olmak, maddi olanın bütünlüklü biçimde üstyapıda da taşınmasını beraberinde getirir. Üretim ilişkileri, diğer tüm ilişkileri şekillendirmesi bağlamında, belirleyicidir.

Erkek egemenliğinin maddi dayanakları ortadan kaldırılmadığı sürece cinsiyetsiz toplum (ister biyolojik, ister siyasal anlamda cinsiyetsiz toplumdan bahsediyor olalım) var edilemez.

Dolayısıyla, kadın özgürlük mücadelesi, erkek egemenliğinin toplumsal maddi dayanaklarının ortadan kaldırılmasına yönelmek zorundadır. Maddi bir iktidarın yıkılışı için verilecek mücadele de, örgütüyle, politikasıyla, kitle gücüyle ve kitle çizgisiyle, aynı düzeyde maddi olmak zorundadır. Erkek egemen zihniyetin geriletilmesi, toplumsal normların değişmesi vb. hedefler, ancak bu türden bir maddi mücadele içerisinde ortaya çıkacaktır ve böylesi bir maddi mücadele ile birleşmediğinde de boş sözden öteye geçemeyecektir. Öyleyse, erkek egemenliğinin maddi iktidarı burjuva iktidarla kaynaşık olduğuna göre, sadece ve sadece toplumsal cinsiyetin, cins ayrımcı toplumun ortadan kaldırılmasının, sadece ve sadece kadın özgürleşmesinin (ve LGBTİ özgürleşmesinin) yolunu arayan bir mücadelenin dahi mecrası, proletaryanın devrimci yoluyla kesişir.”[5]

Ve Devamla

LGBTİ+’ların varlığı, üretimin iki biçimini, maddi yaşam ve soyun üretimini görevlerini kendisinde somutlayan ve kendisinde ilerleten aile kurumunu bu anlamda çözücü bir rol oynar. Bu LGBTİ+ hareketinin doğrudan sonuçlarından biridir ve erkek egemenliğinin hem cinsiyetçilik ve hem de emek sömürüsü üzerinden kendini var edişinin kurumsal düzeyi olarak sermaye düzenine karşı da bir pratik sorgulama gücüne sahiptir. Karşı hareketin şiddeti, aynı zamanda, LGBTİ+’nın bu role sahip olmasındandır.

Kadın ve LGBTİ+ arasındaki ilişki ve ittifak işte bu noktada kurulur.

LGBTİ+ neden kadın devriminin ittifakıdır ve ama kadın devriminin önderlik pozisyonundan bir bileşeni değildir?

LGBTİ+ üçüncü bir cins değildir.

LGBTİ+’lar, biyolojik olarak eril ve dişi olmakla beraber (interseks ve diğer biyolojik farklılıklar bir yana), cinsel performanslarını toplumun bu biyolojik formlara atfettiği sınırlar içerisinde gerçekleştirmezler. Salt cinsel performansla sınırlı ya da bir yaşam tarzı olarak benimsenmiş cinsel yönelimlerin bütününü içerirler. Toplamda, heteroseksüel norm egemenliğinde ezilen kimliklerdir. Evet, ezilen kimlikli olmak nedeni ile kadının ezilmişliğinde ortaklaşırlar.

Kadın devriminin öncüsü, sınıf olma gerçeğinin üzerinde ve ondan bağımsız biçimde kadın değildir. Kadın devriminin öncülüğü, salt ezilmişlik üzerinden değil, aynı zamanda sınıfsallık eksenli kurulur. Kadın devriminin öncüsü ve önderi proleter, emekçi kadındır. Yıkıcılık eyleminde tüm kadınların öncüsü ancak kuruluş ve yeniden inşada dayanağı emekçi sınıftan kadınlardır. Ezilmişlik kaynaklı değil, ezilmişliğin karakteri gereği saflaşmıştır. Kadın özgürlük mücadelesi, bir bütün olarak LGBTİ+ hareketi ile ittifak içindedir.

Komünist kadınların devrimci programı, buradan feminist programdan ayrılır ve aynı zamanda biyolojik bölünme üzerine inşa edilen patriyarkal egemenlik analizinden farklılaşır.

Irksal, dinsel, ulusal ve sınıfsal olarak en alttakilerin acı ve ıstırapları ortaklaşabilir ve hatta kimi anda ırksal, kimi anda dinsel ve kimi anda ulusal baskının şiddeti çok daha sarsıcı ve yok edici bir düzey kazanabilir. Ancak ezilmenin derinliği değil, kurtuluşun zorunlu imkanlarında ortaklaşmak, sonuna kadar gidebilme yeteneğindedir.

Emperyalist küreselleşme evresinde, kadını toplumsal yaşamın içine çeken üretimin toplumsal karakteri ile eve bağımlı konumunu pekiştiren mülkiyetin özel karakteri arasındaki çelişkinin derinleşmesine bağlı olarak cins çelişkisi keskinleşmiş, bu durum kadın cinsin ayaklanmasının ve kadın devriminin nesnel zeminini oluşturmuştur. Kadının ucuz işgücü olarak sömürüsü katmerlenmiş, kadın işçiler nicelik olarak büyümüş, cinsiyetçi sömürü ile artıdeğer sömürüsü arasındaki ilişki pekişmiş, sermaye üretimi ev eksenli güvencesiz sömürü temelinde ev içine taşınarak evsel kölelikle kaynaşmış, seks endüstrisi küreselleşmiştir. Bu zeminde, 21. yüzyıl, bir kadın devrimleri çağı olarak başlamıştır. Toplumsal bir kuvvet halini alan lgbti+’lar kadın devriminin önemli bir ittifak gücü haline gelmiştir.”[6]

LGBTİ+ Ve Komünist Kadınların Politik Görevleri

Lgbti+’ların söz, eylem, örgütlenme hakları güvencelenecek, homofobi, transfobi ve heteroseksizme, nefret söylemine karşı sistemli ideolojik ve siyasi mücadele verilecek, heteroseksist suçlarda ceza artırımı uygulanacaktır.”[7]

Hareketimiz heteroseksist bir hareket olmadığı gibi, ütopyamız da mutlak bir heteroseksüel egemenlikli toplum yapısı değildir.

Toplumsal cinsiyetsiz toplum ütopyamız, tam da heteroseksist bir düzeni dışlar ve ona karşı mücadele ve yeniden kuruluşu amaçlar.

Politik mücadelemizde ve taktiğimizin güncel görevlerinde ise, LGBTİ+ varoluşla dayanışma içinde olmakla sınırlanmamalı, bilakis bu varoluş biçimini, insanın kendisi ile ilgili bir kader tayini, irade beyanı tarzında ele alarak içermeliyiz. Asla dışsal bir olgu olarak bakamayız. Dışsal yaklaşım bir nevi dışında görmektir, ki bu aslında, daha başlangıçta kendini heteroseksist bir varoluş sınırında konumlandırmak anlamına gelir ve kabul edilemez.

Komünistler, Mayıs 2012’de ilan edilen “Trans Manifesto’nun tüm taleplerini sahiplenir, bu taleplerle yürütülen mücadeleleri destekler.

LGBTİ+ Hareketinin Yıkıcı Dinamizmin Ufku

LGBTİ+’lar ve bileşeni oldukları LGBTİ+ hareketi, ataerkil sermaye dünyasına karşı mücadelede kendisine rol biçmedikçe ve pratik konumlanışını proletaryanın kurtuluşu ve kadın devrimi kesişiminde var etmediği müddetçe, özgürlüğüne kavuşamaz. Burjuva yasallık koşullarında dahi LGBTİ+’ların insanca yaşama imkanı, hiçbir zaman ve hiçbir biçimde söz konusu olmayacaktır.

LGBTİ+’ların heteroseksüellerle aynı düzlemde kabul görülmesi ve iş ve yaşam imkanları söz konusu olduğunda, en az onlar kadar varlıkları kabul edilmelidir. Bu nedenle LGBTİ+ hareketinin tüm hak talepleri sahiplenilmeli, bu bağlamdaki mücadeleleri tüm komünistlerce desteklenmelidir. Bunun için en önde mücadele etmek, devrimci komünistlerin ve ayrıca komünist kadınların görev ve sorumluluğudur. Ancak LGBTİ+ taleplerinin ataerkil kapitalist düzen içerisinde geniş çaplı karşılanması mümkün değildir.

Egemen toplumsal değerler, aynı biçimde gey-lezbiyen ilişkiler içinde de pekala devam edebiliyor. Kimlik mücadelesi, bugün burjuva kapitalist değer yargılarının bütününe yönelmediği sürece, buradan kendine alan açarak ilerlemesi mümkün değildir. Heteroseksist erkek egemen sistem, LGBTİ+ hareketine alan açarak egemenlik pozisyonunu esastan değiştirmeyecektir. LGBTİ+ bireylerin kolektif haklar kapsamında yürüttükleri mücadele elbette kendisine bir ilerleme alanı sağlar, ancak heteroseksist erkek egemen sistem “lokal, kesimsel” kalınarak değiştirilemez, aşılamaz. Sermaye düzeni ve onun koruyucusu burjuva kapitalist devlet aygıtı yıkılmaksızın, beden ve kimlik üzerindeki tahakküm aşılamaz.

Birleşmiş Milletler’in Konuya Yaklaşımı Üzerine Bir Söz

Emperyalist küreselleşmenin “neoliberalizm” tezleri içerisinde, “pinkwashing” olarak ifade edilen, LGBTİ+ talepleri temelinde göstermelik düzenlemelerle, başkaca ırkçı, katliamcı suçlarını örtbas etme ve “şirin gözükme” çabaları da aslında bunu göstermektedir.

Örneğin Birleşmiş Milletler, LGBTİ+’nın potansiyel devrimci dinamiğinin farkında olarak, onu sistem içinde tutmak ve sistemin olağan bir eklentisi haline getirmek hedefindedir.

Cinsiyetçi toplumun varlığının tek kaynağı heteroseksist ilişki biçimi değildir. Erkek egemenliğinin kaynağı, erkeğin ilk sermaye sahibi oluşu ve bunun şimdiki zamana kadar genişlemiş ve yeniden genişlemiş biçimde devam ediyor oluşundadır. Doğal olarak, örneğin LGBTİ+’ların diğer toplumsal cinsiyet kimlikleriyle biçimsel burjuva eşit haklara sahip olması, erkek egemenliğini bütün yapısal kaynakları ile birlikte çöküntüye uğratmaz. Erkek egemenliği yenilgiye uğratılmadıkça, doğurganlığın cinsiyetçi denetimi ve cinslere bölünmüşlük sorunu ortadan kalkmaz.

Cins bilincini burjuva feminist sınırlarda tutmak, LGBTİ+ hareketini “öteki” olarak kabul edilebilme düzeyine getirmek, kapitalizmin kendini savunma refleksidir. Bunu, erkek egemen kapitalist sistemin, bir de buralardan saldırıya uğrayacağı öngörüsüyle, karşı şiddeti zayıflatma hamlesi olarak görmek ve değerlendirmek gerekir.

Kapitalizmin hücresel yapısı aile, heteroseksizmin üretildiği ve yeniden üretildiği ve en ücralara kadar taşındığı devletsel aygıtın bir minyatürü olarak kaldığı sürece, heteroseksist egemenlik hükümranlığını devam ettirecektir.

Burjuva kapitalist aile yapısının ortadan kaldırılması, özel mülkiyet dünyasının sonunu getirmekle mümkün. Hücre olarak aile, o hücrede kalınarak yıkılmaz. O hücrelerin toplamının iç içe geçerek oluşturduğu yeni işlevsellik biçimlerinin tamamı ortadan kalkmadıkça, ailenin çözülmesi gerçekleşmeyecektir.

LGBTİ+’lar, kendi bireysel deneyimleri ile yüzlerce kez deneyimlemişlerdir ki, aileden başlayan bütün toplumsal ve iktisadi halkalar birbirine eklenerek, toplamda karşınıza aşılmaz duvarlar olarak dikilmektedir.

O zaman, o duvarların yıkılması elzemdir.

Dipnotlar

[1] Kadın cinsin erkek cins tarafından tahakküm altına alınması ve köleleştirilmesi, özel mülkiyetin doğuşuyla birlikte tarih sahnesine çıkan ilk sınıf çatışmasıdır. Cinsiyetçi toplum, ataerkil toplumsal düzen ve kölelik sisteminin organik bir bütünlük oluşturarak cinsel ve sınıfsal ezilmişliğin ekonomik politik ve ideolojik kurumlarını yaratmasıyla ortaya çıkar. Bu yapı, tarihsel gelişim içinde heteroseksist nitelik de kazanır.” Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı, “Cinsiyetçi Toplum, Erkek Egemenliği Ve Kadın Devrimi” bölümü, 11. madde

[2] A. Heatar Brown, Marks’ta Toplumsal Cinsiyet Ve Aile, Dipnot Yayınları, s. 28; akt. Sevda Karaca.

[3] Komünistlerin programının ilgili maddesi, bu bakımdan en özlü ifade ile çözümü tarif etmiştir. Komünist hareketin sonal amacı, bayrağında herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre ilkesi yazan komünizmdir. Komünist toplumda sınıflar bütünüyle ortadan kaldırılmış, insanların işbölümüne köleleştirici bağımlılığı sona erdirilmiş, kadın ve erkek arasındaki tarihsel işbölümü aşılmış, heteroseksizm sonlanmış, kafa emeği ile kol emeği ve kent ile kır arasındaki karşıtlıklar silinmiş, kültür herkesin ortak malı haline gelmiş, çalışma bir zevke ve yaşamın başlıca gereksinimine dönüşmüştür. Toplumun sınıflara bölünmesi temeli üzerinde yükselen devlet ortadan kalkmış, tarihten gelme ulusal eşitsizlikler aşılmış, toplum üyeleri arasında gerçek eşitlik sağlanmıştır. Komünizm bir dünya sistemidir, kapitalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmaya bırakmasıyla gerçekleşir.” Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı,Komünizm Ve Komünizme Geçiş” bölümü, 38.­ madde

[4] Her Kadın Heteroseksüel Değildir, KAOS GL Yayınları, 2007, s. 12

[5] Sema Duru Boran, Kadın Devrimi, Sosyalist Kadın sayı 20, Güz 2017, s. 32

[6] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı, 35. madde

[7] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı, 34. madde

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi