Partinizin 25. mücadele yılındasınız. MLKP tarihsel varlık hakkını nasıl elde etti?
Berçem Güneş: MLKP devrimci mücadelenin amaçlarını, işçilerin, emekçilerin ve kadınların özlemleri ve taleplerini, devrimi gerçekleştirmek için var oldu. Var oluşu, Birlik Devrimini gerçekleştirişi, hem ilkesel temelde bir zorunluluk, hem de mücadelenin güncel ihtiyacıydı. Kendini amaçlaştırmama düşüncesinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Daha sonraki bütün mücadelesini de bu temelde ilerletti. Bunu, politik askeri mücadeleden teorik üretime kadar, kendini ortaya koyduğu bütün alanlarda görebilirsiniz. Mevcut durumunu ve kuvvetlerini korumayı esas almayı mücadelesinin hiçbir alanında göremezsiniz.
Değişik mücadele araç ve biçimlerini, yasal-yasadışı, barışçıl ya da şiddet içeren biçimlerini ele alırken, “Kendi varlığımı nasıl korurum? Nasıl görünürüm? Bunu yaparsam risk mi alırım?” diye düşünmedi. Kuvvetim ne kadarsa o kadar politika yapayım demedi. “Mücadelenin bugün şu araca ihtiyacı var” diyorsa, buna göre kuvvetlerini örgütledi ve kendini ortaya koydu. Teoride “Sorunları şöyle tartışırsam nasıl zarar görürüm” diye düşünmedi. Politik mücadelenin önünü açmak, burjuvazinin ideolojik etkisini geriletmek, işçi sınıfı ve ezilenlerin güncel mücadele deneyimlerini özümsemek için hangi soruların yanıtlanması gerekiyorsa, onları yanıtlamaya yöneldi. Kendini amaçlaştırmadı. İşçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, Kürt ulusunun bütün talep ve özlemlerini mücadele konusu edindi. Egemenlerin politik gündemlerine protesto temelinde yanıt üreterek kendini var eden bir hattan yürümedi. İşçi ve emekçilerin talep ve özlemlerini, mücadelesiyle, politik gündemin yakıcı başlıkları arasına çekerek, öncülük görevlerini yerine getirdi. Örneğin, 4-5 Şubat öğrenci eylemleri sürecine bakalım. Üniversite haraçları karşısında “Faşist zincir, paralı eğitim halkasından da kırılabilir” şiarıyla büyük bir mücadele geliştirdi. İşçi sınıfına karşı büyük saldırılar içeren “kölelik yasası”na karşı geniş bir kampanya örgütleyebildi. İş cinayetlerine karşı büyük bir mücadele yürüterek, bunu siyasetin genel gündemi haline getirdi. Düşman saldırıları karşısında kendi kuvvetleri ile içe dönük bir savunma pozisyonu almak yerine, bu saldırıları politik mücadelenin gündemi haline getirdi. Örneğin, Hasan Ocak yoldaşın kaçırılarak kaybedilmesi karşısında başlatılan gözaltında kayıplara karşı kampanya, partimizin politikayla ilişki tarzı açısından özel bir örnektir.
25 yıllık mücadele tarihinden MLKP’yi çıkardığınızda, Kürt ulusal özgürlük mücadelesi karşısında Batı’da şovenizme ve sosyal-şovenizme karşı elde edilen düzeyden çok şey eksileceğini görürsünüz. Çünkü partimiz, sosyal-şovenizmle kararlı bir şekilde, değişik politik kampanyalar örgütleyerek mücadele etmiştir. Emekçi sol saflarda sosyal-şovenizmi geriletici ideolojik etkisi de oldu, politik bakımdan da büyük bir etkisi oldu. Ya da mücadele yoldaşlığı örnekleri, Rojava siperlerinde hem Kürt komünistlerin, hem Türk ve başkaca halklardan komünistlerin savaşması gibi pratikler ortaya çıktı. Kadın özgürlük mücadelesinden komünistleri çıkardığınızda, 8 Mart’ların sokakta kutlanması, kadın özgürlük gündemlerinin 8 Mart’lara sıkıştırılmasından kurtarılarak toplamda sınıf savaşımının gündemi haline getirilmesi açısından çok şey eksiltmiş olursunuz.
Özetle partimiz, mücadele ile ilişkisini kendisini amaçlaştıran tarzda kurmamıştır. Aksine, emekçi sol tarafından içe dönük olarak algılanabilecek gündemleri bile, bir politik mücadele konusu haline getirmiştir. Her konuda, her alanda, her araçla politik mücadele yürütmüştür.
Devrimin güncelliğini esas almıştır. Örneğin, Gezi-Haziran ayaklanmasına katılmakla yetinmeyip, tıpkı Gazi ayaklanmasında olduğu gibi, ayaklanmayı bütün kentlere yayma ve büyütme görüş açısı ile ilişkilenmiştir. Rojava devrimi başladığında devrimin olduğu yere gitmiştir.
Kerim Gökdeniz: Partilerin varlık hakkını kazanmasının tek yolu, politik mücadeledir. Faşizmin ve sömürgeciliğin egemen olduğu topraklarda varlık hakkını kazanmak için, her şeyden önce, öncü bir parti olarak, feda ruhu berrak bir parti olarak kendinizi ortaya koymanız gerekir. Faşizme karşı mücadele eden bütün kuvvetleri birleştirme görüş açınızın olması gerekir. Doğru bir stratejiye sahip olmalısınız. MLKP, bütün bu konularda emekçi soldaki pek çok parti ve gruptan belirgin farklılıklar gösterdi.
Bunu grupçuluğa karşı mücadelesinde, öncü parti olarak kendini ortaya koyuşunda, faşizm ve sömürgeciliğe karşı birleşik devrim perspektifiyle hareket etmesinde, mücadelenin bütün araç ve biçimlerini kullanma konusundaki marksist ilkeyi uygulayışında görebilirsiniz. Stratejiyi, “devrim karşısında, egemenlerin, orta burjuvazinin, küçük burjuvazinin ve işçi sınıfının konumu”nun “saptanması”na indirgemeyen, Türkiye ve Kürdistan’daki tüm ulusal ve toplumsal çelişkilerden, o çelişkilerin öznelerinden hareket eden, onların talepleriyle devrimin ittifakını politik zeminde somutlaştırma, taktiği bunun uygulama gücü olarak kavrama zihniyet ve eyleminde görebilirsiniz. Bütün bunlardan doğan eyleminin ürünü, sonra da kılavuzu olarak, politik literatür ve kültüründeki, “öncü parti”, “öncü çıkış”, “birleşik devrimci önderlik” ve “devrimci yoldaşlık” gibi kavramlarda görebilirsiniz. MLKP, kendisine dair görüşleri kağıt üzerinde kalan bir parti olmadı. Klasik ifadeyle, ateş altında yürüdü. Rüzgara karşı yürüdü, akıntıya karşı kürek çekti. Bütün bunların ağır bedeller gerektireceğinin bilincinde oldu her zaman.
Partimiz, varlık hakkını, işçi sınıfının ve ezilenlerin sorunlarıyla, talepleriyle, özlemleriyle kurduğu devrimci ilişkilenişle, kendini sorumlu görme anlayışı ve pratiğiyle kazandı. Sistematik gözaltı ve tutuklama saldırılarına, gözaltında kaybetme, işkenceyle katletme ve değişik tipte katliamcı saldırılara rağmen savaşım iradesini güçlendirmekten vazgeçmemesiyle kazandı.
Partimizin en zayıf kaldığı mesele, Batı’da Türk köylülüğü ile kurulan ilişki olmuştur. Kürdistan’da Kürt köylülüğü ulusal sorun etrafında mücadele ettiği için, onun temel talepleri ile temasta bir sorun yok. Bu konuda varlık hakkını partimiz kazanmış durumda. Türkiye köylülüğünün talepleri ile, Türkiye kırı ile ilişkilenmede zayıf kaldı. MLKP kendini büyük sanayi şehirlerinde konumlandırdı. İşçi sınıfı ve kent yoksulları içinde var olmak istediği için, Türk köylülüğü ile ilişkiye yeterince güç ayıramadı. Kapitalist tekeller, tarımdaki yıkımın yanı sıra, ekolojik bir yıkım da yaratıyor. 3. Kongremizden itibaren söylediğimiz bir şey var: Türkiye cephesinde köylülüğün demokratik mücadelesi, doğayı koruma mücadelesi olarak öne çıkacaktır. Buradan zayıf da olsa ilişkilenmeye çalışmıştık.
Bir kez daha vurgularsak, partimiz varlık hakkını politik mücadelesiyle, öncü parti olarak gerekli bedelleri ödeyerek kazanmıştır. Komünist öncünün devrimin feda bölüğü olarak ya da ölümsüzler partisi olarak nitelenmesi veya Baran Serhat yoldaşın “bedel kapılarından geçerek yürüneceği” haykırışı, partimizin var olma hakkının kazanmak konusuna bakışının güçlü yankılarıdır.
Partiniz bu 25 yıllık pratiğinde neyi değiştirebildi, neyi değiştiremedi?
Kerim Gökdeniz: Kendini sistematik olarak yenilediğini söyleyebiliriz. Yavaş hareket ettiği, geciktiği konular oldu. Örneğin, parti yapısını günümüzün illegalite ve savaşım koşullarına göre daha erken bir zamanda dönüştürebilirdi. Ağır hareket etti. Bu, yer yer kolektivizmin gereklerini yerine getirme ihtiyacı, yer yer fikrin ihtiyaçlara karşılık verecek kadar olgunlaştırılması ihtiyacı tarafından koşullandı. Bunlara öncelik verip aşabilseydi, düşmanın bazı darbelerini savuşturabilir ya da politik etkisi altındaki güçleri daha verimli biçimde seferber edebilirdi. Zaman zaman politik mücadelede geri düştük. Mustafa Suphilerden bu yana çok iyi bildiğimiz bir ders var. Dünya deneyimlerinden de çok iyi biliyoruz. Bir partinin önderliğini koruma gücü göstermesi gerekir. En başta önderliğinin kendini koruma beceresi, ama partinin de önderliğini koruma becerisi göstermesi gerekiyor. Bunu başaramadığı zamanlar oldu ve ağır sonuçlarını yaşadık. Yer yer çok iyi dönem taktikleri belirlememize rağmen güçlü bir şekilde uygulayamadığımız süreçler oldu. Yine de bu gerçeklerle ilişki devrimciydi. Bütün bu sorunları görme, anlama ve değiştirme mücadelesi biçiminde somutlaştı. Kuşkusuz ki, parti kendi stratejisini uygulamakta daha ileride olabilmeliydi. Örneğin, egemen sınıflar, burjuvazi ile proletarya çelişkisi dışındaki bütün çelişkileri ya da karşıtlıkları, çelişki veya karşıtlığın bir tarafı zemininde gerici temelde, devrime karşı örgütlemek istiyorsa, siz de bunu bozmalısınız. Mesela, Türk-Kürt karşıtlığı üzerinden şovenizmi örgütlüyorsa, Türk emekçisini, işçisini şovenizmle kendine bağlıyorsa, siz de bir yandan Kürt özgürlük mücadelesini yürütmeli, öte yandan şovenizmi zayıflatacak, etkisizleştirecek adımlar atmalısınız. Rejim İslam inanışı ve din temelinde ulusal toplulukların bir kesimini devlet gücü haline getirme taktik ve yöntemleri izliyorsa, siz onlarla demokratik talepleri temelinde ilişkilenmeli, rejimin planını bozmalısınız. Ulusal demokratik talepleri savunan araçların oluşturulmasına katkıda bulunmalı, belirli koşullarda bu görevi omuzlamalısınız. Partimiz böyle bir görüş açısına sahip olmasına rağmen, bu konularda ulaştığı düzeyin bir sınırı oldu. Bu pratik adım sınırlılığı, örgütsel gövdesi ve önderliğinin sistematik olarak düşman saldırısı altında olmasıyla, mücadele yürüttüğü koşullar ve hazırlık düzeyiyle ilgilidir.
Geldiğimiz aşamada, MLKP’nin temel görüşlerini, Birlik Kongresinde ortaya koyduğu görüşlerini geliştirdiğini, yetkinleştirdiğini, sonuçlarına götürdüğünü söyleyebiliriz. Her açıdan iddiasızlıktan ve tekrardan kurtulan, yeniyi arayan bir hatta ilerledi. Daha hızlı ilerlemesi gerektiğini söyleyebiliriz elbette. Ancak insanlar tarihlerini verili koşullar altında yapıyorlar, keyiflerince seçtikleri koşullar altında değil. MLKP de hazır bulduğu koşulları bu kadar değerlendirebildi. Çeyrek asırdan sonra karşı karşıya olduğumuz gerçek nedir?
Partimiz, Birlik Devrimini başarmış ve grupçuluğun yenilgiye uğratılabileceğini göstermiştir. Mücadelenin değişik biçimlerini kullanmanın, marksist-leninist bir partiyi, askeri sapmaya veya yasalcılığa götürmek zorunda olmadığını göstermiştir. Enternasyonalizmin ve dünya devrimi savunusunun, “Tek bir ülkede devrimin zaferi olanaklıdır, orada sosyalizmi inşa etmeye başlayabiliriz” leninist görüş açısından kopmaya mecbur edemeyeceğini göstermiştir. Kadın özgürlük mücadelesi ile çok köklü bir şekilde ilişkilenmenin, burjuva ya da küçük burjuva feminist olmayı gerektirmeyeceğini göstermiştir. Kürt ulusal özgürlük talebiyle ve ulusal demokratik taleplerle Kürdistani bir güç olarak, sosyalist yurtsever bir temelde ilişkilenmenin, dar ulusalcılığa, sınıfsal perspektiften kopmaya mahkum edemeyeceğini göstermiştir. Genel sekreterlik, şimdi de eş genel başkanlık kurumunun, bireysel yönetime, kolektivizmden sapmaya, parti kurumlarının işlevsizleşmesine sürükleyemeyeceğini göstermiştir. Bunlar çeyrek asırlık savaşımızda sınandı.
Demek ki, eylemi ileriye doğrudur, devrimcidir, marksist-leninisttir. Geldiği yer de, sahip olduğu görüşleri de marksist-leninisttir, devrimci netlik yansıtır, ufku açıktır. O yüzden bugün, MLKP’nin emperyalist küreselleşmeyi analiz etme cesareti, kadın özgürlük mücadelesi ve ekolojik kriz ile kurduğu ilişki de marksistçedir, marksist-leninist görüş açısıyladır. Bunlar partinin kazanımlarıdır ve yönünü gösteriyor. Ama çeyrek asırda daha büyük savaşılabilirdi, daha büyük zaferlerden, daha büyük yenilgilerden geçilerek yürünebilirdi.
Partinizin 25. yılında 6. Kongrenizi gerçekleştirdiniz. Hem partinizin gelişiminde hem de devrimci mücadeledeki yeri ve anlamı ne oldu kongrenin?
Berçem Güneş: Bütün parti kongreleri düşmanla irade savaşının konusudur. Dolayısıyla partimizin 25 yıllık tarihinde 6 kongre toplamış olmasının ve kendini kongrelerle yönetmesinin başlı başına da bir anlamı var. Her kongresinde gerek programatik, gerek tüzüksel anlayışlarını mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda yenileme kuvveti gösterdiği ve kendini kongreler temelinde yönetmeyi başarabildiği her süreçte de sonuçlarını aldığı bir tarihsel seyir var. Bu nedenle Kongre, her şeyden önce, başlı başına bir anlam taşıyor.
6. Kongrenin somut içeriğine ve işlevine iki açıdan soru sorulabilir. Birincisi, MLKP’nin politik-örgütsel gelişimi açısından nasıl bir rol oynadı? İkincisi programatik-tüzüksel bakımdan 6. Kongrenin özgün rolü ne oldu?
Gerçekliğimiz içinde birinci sorunun cevabı şudur: Partimiz 6. Kongreye giderken, hemen hemen bütün mücadele cephelerinde birikimini ve deneyimini artırmıştı. Önderlik sürekliliği bakımından bir düzey elde etmişti. Demokratik ve devrimci birleşik mücadelede cephesel düzeye sıçranmasında önemli bir rol oynamıştı. Yasal mücadele olanaklarını kullanma bakımından araçlarını çeşitlendirmiş ve geliştirmişti. Politik askeri mücadele bakımından kendi tarihinde elde edilmiş bir kent gerillası düzeyi vardı. Buna Dersim özgülünde kır gerillasını, Rojava özgülünde cephe savaşı deneyimini eklemişti. Kadın özgürlük mücadelesi bakımından 5. Kongrede Komünist Kadın Örgütü’nü (KKÖ’yü) kurmuştu ve inşasında ısrarlı ve kesintisiz biçimde yol almıştı. Farklı işlev ve biçimlerdeki örgütler ve cepheler toplamı olarak ilerlemiş, bunun yönetsel araçlarını büyük oranda ortaya çıkarmıştı. Dolayısıyla büyük bir özgüvenle 6. Kongre sürecine girdi. Kongre, bu birikimin sindirildiği, özümsendiği ve bunları ilerletmenin sorunlarının tartışıldığı bir kongre oldu. Örgütsel ve politik kararlarını bu tablo belirledi.
Şüphesiz, 6. Kongreye en çok damga vuran programatik, kısmen de tüzüksel değişiklikler oldu.
Bu değişikliklerin detaylarına girmeden önce şunu sormak istiyorum. Devrimci harekette, partilerin programatik değişiklik yapmamasının devrimci ilke ve kararlılık olarak görüldüğü bir gelenek var. Ancak MLKP’nin her kongresinde program ve tüzüğünde bir değişiklik görülüyor. Bu değişiklikleri yapmanın kriteri nedir? Yani bir parti programında hangi durumda değişiklik yapılır?
Berçem Güneş: Komünistler çağın sorunlarını çözerek ilerleyebilir. Bütün devrimci deneyimler bakımından böyle olmuştur. Şu kadar veya bu kadar başarılı olur, doğru çözümlemeler yapar, ama çağın sorunlarını çözmeye hiç girişmeyen bir komünist partinin başarılı olma şansı baştan düşüktür. Çünkü mücadele için gereklilik zihniyeti bunu mutlaka getirmek zorunda. Partinin varlığı da mücadele için gerekli. Onun teorik tutumları ve politik pratiği de mücadele için gerekli. Dolayısıyla teoriyi güncel dünyanın, sınıf mücadelesinin ihtiyaçları ile doğru bir ilişkilenişi süreklileştirmek temelinde ele almak, üretmek zorunda. Doğru bir ilişkilenişin süreklileşmesinin programda küçük ya da büyük bir sürekli yenilenmeyi doğallığında getirmesi gerekir. Mezhepsel temelde kendine yaklaşmadığı sürece, kendi varlığını sosyalizmin kuruluşu amacına adadığı sürece, değişen dönemin güncel sorunlarına sürekli yanıt üretmek zorunda. Bölge devrimi, kadın devrimi, ekolojik kriz ya da LGBTİ+ hareketi. Dünya yerinde durmuyor, sürekli değişiyor, pek çok büyük ya da küçük değişiklikler oluyor. Örneğin ekoloji sorunu dün de vardı, Marks’ın buna ürettiği yanıtlar da vardı, ama kuşkusuz dünyanın, insanlığın varlığı yokluğu temelinde tartışılacak bir ekolojik kriz sorun haline gelmemişti. Şimdi bugün bu konuda başka sözler, yeni sözler söylemek, nasıl bir stratejik öngörü ile yürünmesi gerektiğini ortaya koymak gerekiyor. Programatik değişiklikler bundan dolayı sürekli bir ihtiyaç olarak var. Bugüne kadar bu ihtiyacın konuları neler oldu? Emperyalist küreselleşme dönemi ve bunun sınıf mücadelesine getirdiği olanak ve sorunların doğru saptanması. Örneğin kadın özgürlük mücadelesinin geldiği düzeyin ortaya koyduğu sorunlar var. Ya da başlayan bölge devrimi gerçeğine yanıt üretme ihtiyacı var. Kürt ulusunun özgürlük ve birleşme hakkı eksenindeki gelişmeleri de ekleyebiliriz buna. Bu gerçek sorunlarla ilişki temelinde oldu. Dolayısıyla, hep sosyalizm amacına ulaşmanın başarısını güvenceleme temelinde gerçekleşti program değişiklikleri. Bundan sonra da olacak. Başka türlü olamaz. Çünkü bu, amaçla bağlılığı korumanın zorunlu bir yolu. Öncü kuvvet olmanın yolu da bu. Büyüyen sınıf mücadelesinin karşısına bir takım birleştirici fikirlerle, yöntemlerle, gündemlerle çıkmayacaksanız niye varsınız? Öncülük aynı zamanda böyle bir yenilenme kuvvetini de gerektiriyor.
Kerim Gökdeniz: Liberaller marksist-leninist ilkelere bağlılığın dogmatizm olduğunu ileri sürerler. Halbuki dogmatizm, canlı yaşamla gerçek bir bağ kurmaksızın masa başında doğruyu ya da yanlışı icat etmektir. Marksizm bundan fersah fersah uzaktır. Marksizmin yöntemi de, ilkeleri de farklıdır. Biz hayata sırtımızı dönüp masa başında üretmiyoruz. Dünyada, bölgede, Türkiye ve Kürdistan’da değişik sınıflar, toplumsal tabakalar bakımından ne olup bittiğini görmek, anlamak ve çözümlemek zorundayız. Çeyrek asır önce program yapmışsınız, ancak bu süre içinde bir dizi büyük ya da küçük gelişme gerçekleşmiş. Örneğin emperyalist küreselleşme. Herhangi bir devrimci hareketin emperyalist küreselleşme olarak nitelediğimiz bu gelişmeyi ele almaması düşünülemez. Dünyada emperyalist küreselleşme diye bir gerçek ve bu gerçeğin çok belirgin toplumsal sonuçları var, ama bunları ele almıyorsunuz, programınızda bunlar bir karşılık bulmuyor. Elbette bu şekilde büyük bir devrimcilik üretilemez. Çağın ya da günün sorunlarına böyle cevap verilemez. Önderlik iddianız kaçınılmaz bir biçimde sınırlı olur. Biz bu değişiklikleri görüyoruz ve programımıza yansıtıyoruz. Analiz edilmesi gereken günü gelmiş sorunları ele alarak çözmeniz gerekiyor. Ya da zamanın eskittiği bazı sorunları yeniden ele almanız gerekiyor. Böyle olunca program değişiklikleri gündeme geliyor. Çünkü sizin eyleminize yön verecektir. Çeyrek asır önceki koşullarda formüle edip programınıza koyduğunuz ekoloji maddesini, bugün günlük mücadelenize yol gösterecek bir şekle sokmanız gerekir. Ya da “dün”, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’a göç ve mültecilik gündeminize, programınıza girmemiş olabilir. Ama milyonlarca insan Türkiye ve Kürdistan’a göç etmişse, göçmen kampları kurulmuşsa, bu sorunu görmeniz ve o insanların taleplerine ilişkin bir tutum belirlemeniz gerekir. Bütün değişikliklerin programa yansıması lazım. Yoksa bir program hazırlayıp, kapısına da “girilmez, çıkılmaz” levhası asarsanız, ya güncel politik mücadele-program bağını koparırsınız veya yaşamdan koparsınız. Yaşam akıp gidiyor, şu veya bu program maddesi kapsamında değişimler gerçekleşiyor. O nedenle, programın şu ya da bu maddesi değişebilir. Marksist-leninist olmanın gereğidir bu. Değişim ve dönüşümleri programınıza yansıtmazsanız devrimci eyleme kılavuzluk oluşturamazsınız.
Emperyalist küreselleşmeye ilişkin programatik değişikliğin güncel politikadaki karşılığı nedir?
Berçem Güneş: Her şeyden önce, kapitalizme karşı bütün ülkelerde dolaysız mücadele kuvvetlerinin büyüdüğünü söylüyoruz. Çünkü kapitalizm sömürdüğü ya da baskı altında tuttuğu sınıfların, tabakaların üzerine en gaddar biçimde gidiyor. Doğanın üzerine yok edici bir zalimlikle gidiyor. Örneğin köylülük, kapitalizme karşı mücadele etmeme lüksüne sahip değil artık. Venezuela tipi halkçı rejimlerin tecrit haldeki bağımsızlıkçılığının koşulları iyice zayıflamış durumda. Kadınlar, erkek egemen kapitalist düzeni yerle bir etmeksizin ilerleyemeyeceğini görüyor. Bütün ezilenler ve emekçiler için tablo bu. Kapitalizme karşı mücadelenin koşulları güçlenmiş, kuvvetleri büyümüştür. Bu gerçekten hareketle, ezilenleri emperyalist küreselleşme kapitalizmine karşı mücadelenin etrafında birleştirme imkanı doğmuştur ve bunu başarmalıyız.
Partinizin programında “kadın devrimi” bir kavram olarak yer alıyor. Ayrıca programın içinde “kadın devriminin programı” da yer alıyor. Neden programatik olarak ifade ediliyor? Soruyu öncelikle sizin cevaplamasını istesek?
Kerim Gökdeniz: Elbette. Kadın devrimi, dünya ölçeğinde bir çelişkinin ifadesi olarak gündeme geliyor. Bir cinsin öteki ile çelişkisini ve bu çelişkinin yarattığı toplumsal sonuçları ortadan kaldırmaya dönük bir eylem olduğu için, partinin programında, kadın devriminin nasıl gerçekleştirileceği ve araçlarının ne olacağı, nelerle savaşılacağı bütünsel olarak yer almış oluyor. Kadın devrimi, basitçe “kadın-erkek eşitliğini sağlayacağız”dan öte bir konudur. Engels’in deyimiyle, “ezen ile ezilen arasındaki tarihteki ilk sınıf mücadelesi”ni kapsayan bir derinlik taşır. Partimizin programında insanlığın kurtuluşunu gerçekleştirecek temel imkan ve zorunluluklardan biri olarak gündemleşiyor. Özel mülkiyeti kaldırmanız, toplumsal mülkiyete geçmeniz son değil, başlangıç oluyor. İşçi sınıfı dahil, bütün sınıfların ortadan kalkması gerekiyor. Sınıflara, ezen ve ezilene bağlı dünyanın bütün ilişkilerini değiştirmelisiniz. Kadınların özgürlüğü veya cinsiyet eşitliği için, toplumsal kadınlığın, toplumsal erkekliğin ve ondan doğan kurumların, ideolojik anlayışların, kültürün ortadan kalkması gerekiyor. Dolayısıyla kadın devrimini sınıfsız topluma yürüyüşün temel koşullarından biri olarak görüyoruz. Programımız bu konuda neler gerçekleştirileceğini, hangi araç ve yöntemlere ihtiyaç duyulacağını ortaya koyuyor. Alışkanlıkların ya da siyasal kültürün kendiliğinden dönüşümünü beklemek yerine, hedefler ile irade arasındaki bağın en yüksek biçimde kurulması için, dönüştürücü örgütler oluşturmak, onların hak ve yetkilerini açık bir biçimde tanımlamak, eşit temsiliyetin yasal ve kurumsal dayanaklarının sağlamlaştırılması görüş açısından hareket ediliyor. O yüzden, partimiz kadın devrimi konusunda iddialı görüşler taşıyor. Hem sorunların teorik ve ilkesel olarak ortaya konuluşunda, hem örgütsel yapılanma, hem de pratik politikalarda iddialıyız. Bu iddiamız basitçe, Türkiye ve Kürdistan zemininde de sınırlı değil. Dünya çapında kadın özgürlük mücadelesi ile ilgili söz söyleme, araç ve biçimler önermede partimizin bir iddiası var. Programına ve tüzüğüne yansıttığı budur.
Berçem Güneş: Kadın devrimi kavramı etrafında pek çok başlıkta değişiklik yaptık. Bir kısmı, sorunun, cinsler ilişkisinin toplumsal, tarihsel tanımlanışı, dolayısıyla da, çözümün maddi koşullarının tanımlanışı ile ilgili değişiklikler. Bir kısmı, kadın devriminin güncel konuları başlığı altındaki değişiklikler. Bir kısmı ise, devrimin ilk aşaması olan antifaşist, antisömürgeci, antiemperyalist, cins özgürlükçü demokratik devrim koşullarında bunun cisimleşeceği konular, koşullar ve araçlarda somutlanıyor.
Bu kavram etrafında böylesine bir değişikliği gerekli kılan koşullar neler? Komünist hareketin belli bir döneminden sonra kadın özgürlük mücadelesi ile kurduğu ilişki dünyasal çapta zayıf ve yer yer yanlış. Kabaca bir dönemlendirmeyle, proleter kadın hareketinin geriye düştüğü, Clara Zetkin’den sonraki dönem diyebiliriz buna. Bütün bu dönem boyunca dokunulmamış, çok zayıf ilişkilenilmiş bir konu olarak kaldı. Dolayısıyla, hem teorik hem pratik bakımdan büyük bir boşluk, büyük bir kesinti oluştu. Kadın özgürlük mücadelesi gelişirken, bu gelişime denk düşen yanıtlar üretilemedi. Burada üretim, teorik bakımdan da zayıftı, mücadelenin araçları, konuları bakımından da zayıftı. Bir dizi program değişikliği, aslında bu boşluğun tanımlanmasına, bu eksikliklerin ve zayıflıkların tamamlanmasına dönüktür.
Cinsel devrim kavramı Kollantai’da ve o dönem komünist hareketin başkaca önderlerinde de vardı. ‘60’larda ise küçük burjuva feminist harekette kadın devrimi kavramı vardı. Ama bugün söylediğimiz o günkünden farklı. ‘60’lardaki kadın devrimi fikri tümüyle soyut ve zihinsel bir devrim fikriydi. O dönemin siyasal canlılığı içinde küçük burjuva feminist hareketin devrimci yapılarla, sosyalist söylemlerle temel ayrımını belirginleştirme ihtiyacının da bir ürünüydü bu kavramlaştırma. Fakat bunun kuvvetleri kimdir, zemini nedir, araçları nelerdir, müttefikleri var mıdır, hangi yollardan geçilerek hedefe varılacaktır, hedefi nedir? Bu önemli sorunların boşlukta olduğu bir soyut meseleydi. Dolayısıyla programatik bir yaklaşım değildi. İdeolojik bir kavramdı. Bizim için bu bir ideolojik kavram değil. İdeolojik, politik, teorik, örgütsel karşılıkları olan bir somut politik program. Bizim kadın devrimi anlayışımız, kadın devriminin maddi temelinin, nasıl gerçekleşeceğinin ve bunun stratejisinin, dolayısıyla bunun kuvvetlerinin, ittifaklarının belirlenmesini, programa da bu haliyle yansıtılmasını içeriyor. Her şeyden önce, bunu somut, elde edilebilir bir durum olarak tanımladığımız ve bunun mücadelesine girişmiş bulunduğumuz değişiklikler gerçekleşti parti programında. Ama bu şöyle bir şey değil: program değişikliklerini yaptık, şimdi de mücadeleye başlıyoruz. Bunu, mücadelemizin bir düzeyinin kavramsallaştırılması olarak görüyoruz. Aynı zamanda teorik bakımdan temellendirilerek, bu mücadelenin ileriye taşınmasının bazı ön koşullarının tanımlanması. Etrafında mücadele edegeldiğimiz, edeceğimiz araçların daha somut hale gelmesi. İdeolojik fikirden çıkıp bir devrim programı haline gelmesi. Ama birden bire ortaya çıkmış bir şey değil.
Kadın devriminin nesnel zemini nedir?
Berçem Güneş: Sınıflı toplumlar, aynı zamanda cinsiyetçi toplumlardır. Her iki çelişkinin kaynağı, temeli özel mülkiyettir. Özel mülkiyetle birlikte toplum karşıt cinslere bölünmüştür. Kapitalizm özelde kadın emeğini toplumsallaştırarak, kadın özgürlük mücadelesinin, genelde üretimi toplumsallaştırarak, özel mülkiyetin ortadan kalkışının maddi koşullarını ortaya çıkarır. Kadın devriminin genel, tarihsel nesnel zemini budur. Bu, komünistlerin her bir verili dönemde soruna yaklaşımından bağımsız olarak, kapitalizmin bütün seyri için geçerlidir.
İkincisi de, daha yeni bir durum olarak, emperyalist küreselleşme döneminin güncel koşulları içerisinde yanıtlayabiliriz. Kapitalizm ile birlikte kadın hareketinin ortaya çıkışı ve özellikle 200 yıllık dönemde olgunlaşmasının belli bir düzeyi yaşanıyor bugün. Kadının, cins bilinci elde ederek başlı başına bir maddi kuvvet haline gelişinin ileri düzeyi yaşanıyor. Emperyalist küreselleşme öncesi dönemde kadın emeğinin, kadın işgücünün yaygın bir şekilde kullanımı ile evsel köleliğin, modern burjuva ailenin pekiştirilmesi arasında oluşturulmuş denge taşınabilir durumdaydı. Emperyalist küreselleşme bu dengeyi bozan, parçalayan, burjuva aileyi krize sokan, kadın işgücünü, nicelik olarak şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde toplumsallaştıran, dolayısıyla cins çelişkisini bütün yönleriyle büyüten bir dönem. Maddi temelinin merkezinde bu gelişme duruyor. Yani işgücünün daha kitlesel bir biçimde, esnek çalışma koşullarında, en ucuz sömürü koşullarında pazara çıkışı. Bu pek çok dengeyi bozuyor. Zaten toplumsal üretime katılım arttıkça, kadın hareketinin gelişimi doğal olarak kuvvetleniyor. Öte yandan, burjuva aile kriz içine giriyor ve bu kriz derinleşiyor. Bunu süreğen bir durum olarak söylüyorum. Kürtaj hakkı, evlilik-boşanma koşulları etrafındaki gelişmeler, kadının toplumsal yaşamdaki rolünün belirginleşmesi, erkek egemen direnişin şiddetlenmesi gibi pek çok dışavurumu var. Bu çelişki keskinleşiyor. Kadın emeğinin bütünselliği bilinci gelişiyor. Bir yandan evsel köle, bir yandan bir işte çalışıyor. Bu çelişkiler dünden çok daha görünür durumda. Kadının toplumsal yaşamdaki varlığı her alanda belirgin ve giderek daha da belirginleşmesinin koşulları var. Öyle ki, aslında kadının toplumsal üretime katılmasının önünde engel olarak burjuva ideolojisinin, erkek egemenliğinin dayanakları da zayıflıyor. Burjuva devletlerin tek tek taviz olanakları da emperyalist küreselleşme döneminde zayıfladı. Böyle olunca, bu çelişkiler tüm biçimleri ile keskinleşiyor. Erkek egemen direniş biçimleri de keskinleşiyor. Örneğin, bu koşullar kaçınılmaz olarak burjuva ailenin eski temelde yaşatılamamasını getiriyor. Kadın bakımından bu, özgürlük taleplerinin daha ileriden yükseltilmesini getiriyor. Bu kuvvetli bir erkek şiddeti ve erkek direnişinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Erkek şiddeti buradan büyüyor. Örneğin, kadının toplumsal yaşama katılımı, kadın cinselliğinin dünkü sınırlarda tutulamamasına yol açıyor. Ancak burjuva düzen, daraltamadığı bu alanı, erkek cinselliğini sınırsızca körükleyerek açıyor. Erkek cinselliğinin yüceltilmesi ve meşrulaştırılmasının kapitalist araçları devreye giriyor. Bu da cinsel şiddeti tırmandırıcı bazı sonuçlar üretiyor. Dolayısıyla, bir kutupta kadın özgürlük mücadelesi gelişirken, diğer kutupta erkek egemenliği, erkek şiddeti ve erkek direnişi tırmanıyor. Aslında egemenler bu çelişkinin, yıkıcı ucu kendilerine yönelmeyen, ezilen sınıftan erkeklerle ve ezilen cins arasında yoğunlaşan tarzda gelişmesini sağlamaya, erkek ve kadın arasındaki çelişkiyi bu yönde şiddetlendirmeye çalışıyorlar. Kadının ezilmesinden erkeğin aldığı toplumsal payı bir şekilde yükseltmeye, kadın özgürlüklerini yasa zoruyla kısıtlamaya çalışarak. Bunlar çelişkileri her cephede derinleştiriyor. Kadın devriminin öznesi toplumsal yaşama dahil olduğu, daha fazla örgütlenme olanaklarına kavuşabildiği için, ama bu, burjuva taviz olanaklarının daraldığı koşullarda geliştiği için çelişkiler şiddetleniyor. Bunun da toplumsal sonuçları çok ortada. Toplumsal mücadele bakımından yüzyılın en görünür gelişmelerinden biri, büyük kadın mücadeleleri dalgası. En son kadın grevi biçimini aldı. Bu bir niteliksel gelişmedir. Verili bir durumda başvurulmuş rastgele bir araç gibi de görmemek lazım bunu. Kadın emeğinin bütünsellik kazanması. Evde ve toplumsal üretimdeki sömürülme koşullarının daha ileri bir bilincini elde edişinin de yansıması. Benim, fabrikadaki gibi evde de emeğim var, bütün alanlarda var. Benim emeğimin bu şekilde örgütlenişi akıldışı. Buna isyan ediyorum. Bu çok büyük bir dalga ve geçici bir dalga da değil. Nesnel bir durumun ürünü olarak da gelişen bir dalga. Dolayısıyla, bir kadın devrimi programı bu bakımdan da özel olarak önemli.
Programda “Ezilen cins ile ezilen sınıfın toplumsal devrimi, birleşik devrim karakteri taşır” diye bir ifade var. “Birleşik devrim” ifadesi neyi kast ediyor?
Berçem Güneş: Orada kast edilen proleter devrimi. Bunun birleşik karakter taşıması. Her ikisi de özel mülkiyet ile ortaya çıkan sınıflı ve cinsiyetçi toplum düzeni karşısında bir devrim. Toplumun sınıflara ve cinsiyetlere bölünmesinin maddi temelini ortadan kaldırmadan sonuca ulaşamayacağımız bir devrim. İşçi sınıfı da, kadınlar da, bu iki kuvvetin talepleri sınıflı toplumu ve cinsiyetçi toplumu ve bu her ikisinin maddi temeli olan özel mülkiyeti ortadan kaldırmadıkça, kendi taleplerini nihayete erdiremez. Dolayısıyla bu devrimin hem örgütlenişi ve bu devrim için mücadele aşamasında, hem devrimin oluş koşulları içinde, hem de devrimden sonraki toplumun kendi amaçlarına doğru ilerlemesi içerisinde birleşik bir karakter taşımak zorunda. Homojen olarak tanımlamıyor, ama ayrı ayrı da tanımlamıyor. Yani a, homojen değildir, b, ayrı ayrı devrimler değildir demiş oluyoruz. Homojen olarak tanımlamaması ne demek? Bu öznelerin genel bir mücadele içinde, genel politik gündemlerle, genel örgütsel araçlarla mücadele ederler ve sonuçlarından herkes faydalanır. Bu değil kesinlikle. İkincisi de... Bu kesimlerin ayrı ayrı talepleri var, her biri kendi talepleri yolunda ayrı ayrı mücadele eder, bir taraf başarıp, diğer taraf başaramayabilir, stratejileri ayrıdır, programları ayrıdır. Bu da değil. Biz şunu diyoruz: Bu iki sorunun, toplumsal kuvvetleri homojen değildir, ama bunlar birleşik hareket etmelidirler. Birleşik bir program etrafında birleşik bir strateji ile hareket etmelidir. Aynı devrim, hem bir kadın devrimi olarak, hem de bir sınıf devrimi olarak gerçekleşmelidir. Dolayısıyla da, devrimci iktidar da buna göre şekillenmelidir. Devrimci iktidar içinde de, kadın, cins olarak da kendi iktidar araçlarına ya da iktidar içindeki kendi mevzilerine sahip olmalıdır. Ki böylece cinsiyetçi toplumun tasfiyesi, kadınların özgürlük taleplerine erişmesi yolunda gerçekten ilerleyebilsin. Ekonomi bu şekilde yönetilebilsin. Toplumsal yaşam bu şekilde örgütlenebilsin. Yargı, yasama organları, meclisler bu hedef doğrultusunda yönetilebilsin.
LGBTİ+ hareketi de toplumsal mücadelenin önemli dinamiklerinden biri olarak öne çıktı. LGBTİ+ hareketi, birleşik devrimin neresinde duruyor? Programda LGBTİ+ hareketine ilişkin nasıl bir tanımlama var?
Berçem Güneş: LGBTİ+ hareketi, kadın mücadelesi başlığı altında tanımlanamaz. Ama tabii ki, toplumsal cinsiyet ve cins çelişkisi kapsamında ele alınmalıdır. Program bakımından heteroseksizmi de “erkek egemenliği” alt başlığı altında görmüyoruz, ama cinsiyetçi toplumun egemeni erkekler. Dolayısıyla heteroseksizmin öncüsü de erkek cinstir. Bu nedenle erkek egemenliği ile mücadelede ortaklaştığını düşünüyoruz. LGBTİ+ hareketi geliştiği ölçüde, kadın hareketini de genel olarak cins mücadelesinde kuvvetlendirici bir rol oynuyordu, oynayacaktır da. LGBTİ+’lar cins çelişkisinin en ezilen tarafıdır. Öte yandan, sınıf mücadelesi içinde nasıl temel sınıflar varsa, cins mücadelesi açısından da, politik özneler olarak etki gösteren temel cinsler var. Ancak örneğin, kapitalizmde temel sınıfların burjuvazi ile proletarya olması nasıl yoksul köylülerin, kent yoksullarının, ezilen uluslardan, inanç topluluklarından emekçilerin sorunlarını önemsizleştirmiyorsa, bu sınıf ve tabakaların devrimde oynayabileceği rolleri ortadan kaldırmıyorsa, cins mücadelesinde de böyle. Dolayısıyla, cins çelişkisinin çözümü ve kadınların ve LGBTİ+’ların oynayabileceği rol açısından belki buradan bir farklılaşma söyleyebiliriz. Öte yandan, cins çelişkisi karşısında LGBTİ+ hareketin ideolojik kuvveti, politik kuvvetinden de önemli. Cins çelişkisine dair cinsiyetçi topluma bugüne kadar çok sormadığı soruları sorduran, toplumun cinslere bölünmüşlüğü sorununu baştan aşağı sorgulatan bir hareket. Katıldığı bütün mücadelelerde de ideolojik etkisini, dönüştürücülüğünü gösteren bir hareket. Gezi-Haziran ayaklanması bu konuda özellikle önemliydi.
5. Kongrenizde Komünist Kadın Örgütü’nün kuruluşunu ilan ettiniz. 6. Kongrede ise örgütsel mekanizmanızda da bazı değişiklikler yaptınız. Eş başkanlık sistemine geçtiniz. Sanırım illegal komünist partiler bakımından bir ilk bu. Neden böylesine bir değişiklik yapma kararını aldı kongreniz? Bir de, sizin gibi illegal komünist partiler için böylesi bir örgütsel mekanizma kimi riskler içermez mi?
Berçem Güneş: Eşit temsiliyette ısrar, bugünün devrimcilik ölçülerinden biri. Bir devrimci partinin devrimci niteliğini saptamanın ölçüleri arasında olmak zorunda. Çünkü devrim güncel bir sorun ise, devrim çağın sorunları ile buluşan ve onun çözümlerine yönelen bir irade ise, süregiden mücadelelerin ortaya çıkardığı değişik örgütlenme ve mücadele biçimlerinden en ileri olanlarıyla buluşmak zorunda. Eşit temsiliyet bunlardan biri. Dahası, bu biçimde şiddetlenmiş bir cins çelişkisi karşısında bütün kendi iç mekanizmalarında eşit temsiliyeti zorlamak zorunda. Bir devrimci birey açısından da bu ilke temelinde davranmayı, düşünmeyi esas almak, bir devrimcilik ölçüsüdür. Biz de devrimci amaçlara çok güçlü bağlılığımız nedeniyle, bu devrimci ölçüyü esas alan bir biçim aramayı uygun gördük. Bunun pratikte nasıl gerçekleşeceği konusunda önümüzde çok açılmış, yürünmüş yollar yok. İllegal mücadele koşulları altında yaslanılabilecek deneyimler yok. Elbette bunun yollarını arayacağız, bulacağız. Kısa bir süre geçtiği için kuvvetli bir değerlendirme yapmanın da sınırları var. Biçimsel kalmaması, gerçek bir kurum olarak kuvvet kazanması, üstüne üstlük, yasal koşullarda bunu gerçekleştiren partilerde bile kadın eş başkan aleyhine pratikler ortadayken, bir de illegal koşullarda ileri bir uygulama düzeyi elde edilmesi için yüksek bir kararlılık gerekiyor. Hem bu kurumda görevli yoldaşlar, hem de parti bakımından, eş başkanlık kurumuna sahip çıkmada, gereklerine uygun davranmada iradi olunması gerekiyor. Elbette herkesten önce de kadın örgütü, kadın komünistler bakımından. Eş başkanlık cins olarak kazanılmış bir mevzidir. Böyle bir cins mevzisi içinde kadın önderleşmesi mutlaka kolektif bir eylem olmak zorunda. Hepsinden çok, belirleyici olan kadın örgütünün, kadın partililerin duruşu ve ilgisi olacaktır. Biz bunda çok kararlı, özgüvenli ve güçlü bir ruh ve görüş birliği içinde yola çıktık. Dolayısıyla başaracağız.
Kerim Gökdeniz: Geçtiğimiz bu modelin dünyada ikinci bir örneği var mı? Yoldaşın da vurguladığı gibi, okuduklarımızdan, bilgilerimizden hareketle, soruya hayır cevabı vermeliyiz. Yine de, bu cevabın, okuduklarımızla, bilgilerimizle sınırlı olduğunu akılda tutalım. Eş başkanlık kararı, partimizin kadın devrimi konusundaki görüş açısının hem maddi, hem simgesel bir hamlesiydi. Bu hamle ile bütün fikirlerini en ileri düzeyde ortaya koymuş oluyorsun. İdeolojik dönüşümde, ideolojik yetkinleşmede yeni pota kuruyorsun. Kuşkusuz partimizin bu konuda bir deneyimi yoktu. Eş başkanlık sistemi elbette bir risk oluşturabilirdi. Nasıl bir risk? Bu kendine has bir çalışma tarzı kurmayı, daha özgün bir kolektivizmi, elverişli iletişimi gerektirir. Bunlar bizim deneylerimiz içinde yoktu. Bunu başarıp başaramama riski diyelim. Yoksa, bu kurum partinin önemli bir kazanımı. Bu açıdan risk alanının dışında. Nihayet bütün işleyiş belli kurallara, tüzüğümüze bağlı. Tüzüğümüz çerçevesinde bir işleyişi vardı partinin. Bu bir kurum, iki bireyin toplamı değil. Yine de bu kurumun, kurum olarak işlemesini başarmanın, illegal bir parti ve illegal parti çalışması içinde bunun gereklerini yerine getirmenin zorlukları olacaktır. Burada kendimize güvenmek, öğrendiklerimizi yetkinleştirmek ve uygulamayı geliştirmek hattından ilerlemek dışında bir yol yok. Kongreden bu yana geçen yaklaşık dokuz aylık sürede, bu kurumun işlevini yerine getirmesi için, bir kurum olarak şekillenmesi, olgunlaşması ve mücadeleye bir kuvvet katması için bilinçli ve iradi çabalar sergilendiğini söyleyebiliriz. Partimizin mücadelesine ve yaşantısına katkısını gördük. Bu kurumu daha verimli işletmeyi öğrendikçe, bunun yöntemlerini daha güçlü geliştirdikçe, çalışma tarzını daha iyi kurdukça da katkısı, üretkenliği ve verimi yükselecektir. Partimizin bu meseleyle ilişkisi heveskarca değil. Asla biçimsel tarzda yaklaşmıyoruz. Kendimizi, içeriğinin, anlamının bilinci temelinde yönetiyoruz.
Bir önceki kongrede KKÖ’nün kuruluşunu ilan ettiniz. KKÖ’nün kurulduğu günden bu yana nasıl bir deneyim açığa çıktı? 6. Kongrede bu deneyimin üzerine tüzüksel-programatik olarak ne koydunuz?
Berçem Güneş: Deneyim, her şeyden önce, bu yolun yürünebileceğini gösterdi. KKÖ’yü kurma kararı aldıktan sonra değişik zorluklarla yürüdük. O da daha önce yürünmemiş bir yolda kendi yolunu açma mücadelesiydi. Bunun başarılabileceğini gördük. Çünkü yürünmüş olan yolun sonunda dönüp baktığımızda, eksik kalanların yapılamazlıkla değil, yapmamışlıkla ilgili olduğunu gördük. Ne yapamadıysak, irade zayıflığından ya da fikri yeterince uygulamaya dönüştürmeye girişmemekten olmuştur. Kararlılık gösterdiğimiz her şeyde belli bir başarı elde ettik. Bunların sayısı hiç de az değildir. Şöyle yola çıkmıştık: Kadın örgütünü istiyoruz. Ancak bu örgütün nasıl yaşam bulacağı, hangi işleyiş biçimleriyle geliştirilebileceği gibi konular, hele de yaslanabileceğimiz deneyimler çok sınırlıyken, masa başında belirlenemez. Dolayısıyla, temel görüşlerimiz doğrultusunda ana çizgilerimizi belirledik ve şunu dedik: biz bir kere yol yürüyelim. Dolayısıyla x örgütü şu biçimde mi kurulacak, bu biçimde mi kurulacak? Şu örgütle bu örgütün ilişkisi şöyle mi olacak, böyle mi olacak? Pek çok sorunda durum, boşluklar, ihtiyaçlar hayatın yeşili içinde açığa çıksın, çözüm talep etsin. Biz bu yolda yürüme kararlılığı gösterdik ve öğrendik. Elbette daha çok da öğreneceğiz. 6. Kongredeki ve 2. Komünist Kadın Konferansındaki durum, yürüdüğümüz yolun değerlendirilmesi, eksikliklerin, boşlukların, öngörülememiş, pratikte açığa çıkmış sorunların daha ciddi, daha gerçek bir zemine göre düzenlenmesi, politik mücadelenin yönetimi, parti yaşamının düzgün işleyişi, daha kuvvetli bir biçimde örgütlenme yönünden tamamlanması biçimindeydi. Modelin esasları bakımından özsel bir farklılığa gidilmedi. İşleyişte sayısız farklılığa gidildi, ama yön olarak o yön doğrulandı.
KKÖ, MLKP içinde ne yapmak istiyor?
Berçem Güneş: Kadın örgütü fikri, KKÖ somut olarak ortaya çıkmadan çok önce komünist kadınların gündemine girdi. Kadınların özel örgütlenmesi anlamında partinin kuruluşundan beri belli bir görüş açısı vardı. Birlik Kongresinden sonra Merkezi Kadın Komisyonu oluşturulmuştu. Bazı dönemlerde işlevsellik sorunu yaşamakla birlikte, 4. Kongreye değin varlığını sürdürdü. 4. Kongreden itibaren, Merkezi Kadın Komisyonu yerini Merkezi Kadın Komitesine bıraktı. Böylece politik-ideolojik üretimin dışında, örgütsel hak, görev ve sorumluluk alanı tanımlanmış oldu. Merkezi Kadın Komisyonu ve Merkezi Kadın Komitesi döneminde, alta doğru, il örgütlerine, değişik parti örgütlerine doğru komisyonların kurulması ve işletilmesi fikri ve pratikleri parti yaşamında var oldu. Bir komünist kadın örgütünün gerekliliği fikri de belirli bir süredir gündeme girmişti, ancak 4. Kongre, bunun somut biçimi ve nasıl hayata geçirileceği konusunu, bir komünist kadın konferansının toplanmasına bağlı olarak ele almayı kararlaştırıldı.
Ancak başlı başına bir kadın örgütü konusunda, komünist hareketin o güne kadarki deneyimleri ve görüş açısı esasen kadın kitle örgütü pratiklerine dayalıydı. Bunun da merkezinde, kadınların özgün psikolojisine dayalı olarak örgütlenmesi, demokratik kadın hareketinin proletarya devrimine yedeklenmesi fikri duruyordu. Öte yandan kadın özgürlük cephesindeki deneyimlerimiz, birikimlerimiz, partimizin bu cephede politik mücadeleyi sürekli kılma ısrarı ve pratiği, artık örgütsel, politik ve teorik olarak daha ileri bir düzeye sıçramanın bütün koşullarını biriktirmişti.
Komünist Kadın Örgütü, partili kadınları partinin yarısı olarak örgütlemek, partiyi kadın devrimi fikri çizgisi temelinde dönüştürmek, teorik, politik, siyasal, askeri cephelerde öncü kadın kadrolar, komutanlar, savaşçılar yetiştirmek, kadın kitlelerinin devrime kazanılmasının kadınlarca yönetilmesini sağlamak, pratik politikayı yönetmek gibi işlevlerle ortaya çıktı. Sadece kadın kitlelerini örgütlemek değil, aynı zamanda politik askeri cepheden kültür-sanata kadar herhangi bir çalışma alanında mücadele yürüten bütün kadın komünistlerin bir yapı içerisinde örgütlü olması ve bunun kolektif yapı, kolektif kuvvet, kolektif akıl olarak parti yaşamına sirayet etmesi, kadın kadroların görevlendirilmesi de dahil pek çok cephede kadın kuvvetlerini yönetmesi, aynı zamanda parti yaşamında kadın devriminin örgütsel-politik her yönüyle canlı var edilmesiydi. Komünist Kadın Örgütü bu temelde kuruldu. Bu nedenle, örneğin komsomol tipinde bir kadın örgütü değil. Çünkü sadece kadın kitlelerini örgütlemenin özgün aracı değil. Bütün partiyi kadın görüş açısı ile yönetmenin, kadınların partinin yarısı olarak partiyi bu görüş açısı ile yönetmesinin, eşit temsiliyetin partinin her cephesinde sadece bir nicelik olarak değil, bir nitelik olarak da kendini var etmesinin, kadın aklı ve iradesinin kolektivizm içinde toplam akla kadın özgürlüğü ile ilgili bütün sorunlarda müdahalesinin sağlanması temel fikirleriydi. 5 yıllık bir pratiğimiz oldu. Çok somut olarak uygulanabileceği görülmüş oldu. Birçok kazanımı oldu. Başlangıçta olur mu olmaz mı fikrinden, “Bunsuz nasıl olur? Bu kazanılmış bir eşiktir”e geldik. Kadın örgütü kazanıldı. Kadın örgütünü düşman saldırısı altında, ateş altında kurduk, yükselttik. Bu süreçte, çok sayıda kadın yoldaşımız tutuklandı. 1. Konferans delegemiz Yeliz yoldaşı ölümsüzlüğe uğurladık. KKÖ’nün kurucu üyesi olan yoldaşlarımızı, Suruç’ta, İstanbul’da, Dersim’de, Rojava’da, Medya Savunma Alanları’nda ölümsüzlüğe uğurladık. Bu yolu, kurduğumuz bir organın ya da şu alanda attığımız bir adımın süreklileşme koşullarının elverişli olduğu bir dönemde yürümedik. Kurduğumuz örgütlerin sıklıkla düşman saldırıları altında bozulduğu koşullarda yürüdük, ama ısrarcı olduk. 6. Kongreye gelindiğinde yürüdüğümüz bir yol, kurduğumuz işler durumda olan temel bir yapı, kendi işleyişinin araçlarını, gerekliliklerini ve zayıflıklarını ortaya çıkarmış bir deneyim biçiminde, bir cisim olarak, bir gerçek olarak, artık KKÖ vardı. Parti yaşamında etkiliydi. Onun çağrıları bekleniyordu.
Programatik değişikliklerden biri de “seks işçiliği” kavramının kullanılması ve demokratik devrim programınızda buna ilişkin madde değişiklikleri oldu. Neden böylesi bir kavramsallaştırmaya gittiniz?
Kerim Gökdeniz: Kadın cinselliği ticaretinin nasıl tanımlanıp ele alınacağı uzun bir dönem partinin kadın yarısı içinde tartışıldı. Tartışma metinleri erkek komünistlerin okumasına ve incelemesine açıktı. Sonuçta seks endüstrisi cenderesindeki kadınların kendilerini nasıl adlandırdıklarından hareket edilmiş oldu. Onlar kendilerini seks işçisi olarak niteliyorlar. Buna dayalı taleplerde bulunuyorlar. Bununla birlikte Marks’ın bu konudaki analizleri ve nitelemeleri de yön verici oldu. Seks işçisi kavramından bağımsız olarak, karşımızda devasa bir sorun var. Dünyanın her yerinde kadınlar, çocuklar cinsel ticaret metası olarak kullanılıyorlar. Bu, kadınlardan önce erkeklerin sorunudur. Çünkü burada “patron” da, “alıcı” da erkek cinsidir, tek tek erkeklerdir. O nedenle, bir utanç varsa, bir aşağılanma varsa, en büyük pay erkek cinsinin hanesine yazılıdır. İnsani bakımdan en zor durumlara itilmiş yüzbinlerce, milyonlarca kadının ve taleplerinin yok sayılması komünistlere göre bir tutum olamaz. Yaşamları bir parçacık olsa bile düzeltilecekse, bunun için çaba harcamak, kapitalizme, burjuva dünyaya karşı mücadele edenlerin doğal görevidir. Politik ilişki de bu temelde kurulacaktır. Gözümüzü kapayarak yok sayacağımız bir sorun değil bu. Temennilerle, dileklerle, ahlaki vaazlarla vicdanınızı rahatlatamazsınız. “Bir gün gelecek ve bu sorun çözülecek” diyerek sırtınızı dönemezsiniz. Cinsel ticaretin, seks işçiliğinin ortadan kaldırılması ancak belirli koşullar altında gerçekleşecektir. Tek tek kadınları vazgeçirerek üstesinden gelinebilecek bir sorun değil. Bugün Türkiye’de nasıl madenciler, ölüm riskinin yüksekliğini bildikleri halde, hatta bir yakınları ölmüşken, bile bile maden ocağına çalışmaya giriyorsa, aynı toplumsal koşullar yüzbinlerce kadını da cinsel ticaret alanına sürüklüyor, onları bu alana hapsediyor. Buna karşı kayıtsız kalamayız. Partimiz programında hem bu soruna yaklaşımını netleştirmiş oldu, hem de bu sorunu ortadan kaldırmanın gerçek maddi koşullarını ifade etti. Bu konuda bulunacak çözüm yolları ve araçları konusunda kadınların yol göstericiliğini, öncülüğünü program edindi. Fakat mesele, ele aldığımız boyuttan ibaret değil. Uluslararası mekanizmalara dayalı büyük bir cinsel pazar kurulmuş, ürkütücü boyutlarda bir seks endrüstrisi oluşmuş, kapitalist sistemin bir parçası olarak büyümeye de devam ediyor. Bu olgu kadın örgütümüzün, partimizin teorik ve siyasi metinlerinde ele alınıyor, çözümleniyor.
Berçem Güneş: Diğer değişiklikleri bir kenara bırakırsak, cins görüş açısından 50’den fazla değişiklik yaptık. Bunlar, acaba iktisadi bakımdan şu konu nasılmış, teorik olarak en doğru yaklaşım acaba nedir gibi akademik bir ilginin ürünü olarak gündeme gelmedi. Elbette teorik analizler yaptık, sorunların ekonomik-toplumsal temellerini inceledik. Ama esasında politik mücadelenin gündemimize getirdiği, kadın özgürlük mücadelesinin gündeminde olan bir konuydu ve tartışma ihtiyacı açığa çıktı, üzerine yoğunlaşıp, tartışıp netleştik. Neden böyle bir sorun gündeme geldi? Kadın emeğinin sömürüsünün bütün yönleriyle incelenmesi, sorunlaştırılması, gündemleştirilmesi zaten herkesten önce marksist-leninistlere düşer. Bu bir yana, kadın mücadelesi dünya çapında kadınlar üzerindeki sömürü ve baskının bütün yönlerini giderek daha fazla gündem ediniyor. Kadın emeğinin bütünselliğinin kavranışı eğilimi bugün kadın hareketinde kuvvetli bir eğilim. Evsel kölelik, artıdeğer sömürüsü ve cinsel hizmet sömürüsünün bütünlüğü içinde ele alınması, gündemleşmesi aslında kadın hareketinin gelişiminin, olgunlaşmasının dışavurumlarından da biri.
Belki buna ek olarak, günümüzde seks endüstrisi alanında şöyle bir gelişime vurgu yapılabilir: Kapitalizmin ilk geliştiği serbest rekabetçi dönemde bu sektörün gelişimi, sermaye ilişkilerinden daha çok, rant ilişkileri zemininde, toplumsal üretimden, o gün doğal olarak kapitalist gelişmenin merkezinde duran sanayi üretiminden koparak oluyordu. Evsel kölelikten uzaklaşmış ama sermaye çevrimine de dahil olamamış bir kesimin toplumsal üretim alanından kopması, işin daha baskın olan yönüydü. Bugünkü durum ise seks endüstrisinin bir bütün halinde toplumsal üretim ile birleşmesi biçiminde gerçekleşiyor. Dolayısıyla, seks endüstrisinde sömürülen kadınlar, seks işçileri, giderek daha fazla bu sistem içerisinde, hem nicelik olarak artıyor, hem de bu sektör ve bu sektörde çalışanlar toplumun içine doğru büyüyor. Haliyle bunun toplumsal sonuçları oluyor. En belirgin olanı da, seks işçilerinin belli talepler etrafında örgütlenmeye yönelmesi. Emperyalist küreselleşme döneminde şiddetlenen cins çelişkisi koşulları içerisinde düne göre biraz daha özgün bir yerde durmuş oluyor. Kadın emeğinin cinsiyetçi ve artıdeğer sömürüsüne maruz kaldığı bütün alanlarda daha büyük bir bilinç elde etmesi, cins olarak ezildiğinin daha kuvvetli bilincine varması, bu nedenle kaçınılmaz olarak bu gerçekle doğru bir ilişki kurulmasını gündemleştiriyor, zorluyor. O yüzden, burada doğru devrimci bir tutum gösterip göstermemek özellikle önemli.
“Ekolojik yıkıma karşı mücadele sınıf mücadelesinin önemli konularından biri haline gelmiştir” şeklinde bir ifade programınızda yer alıyor. Bu durumda MLKP ekolojik yıkıma karşı nasıl bir stratejik öngörü ile yürüyecek?
Kerim Gökdeniz: Kapitalist sistem doğaya karşı da savaş açmış durumda. Ne var ne yoksa yağmalamak istiyor. Girmediği tek bir köşe bile kalmıyor. Yaşam alanları, enerji, maden, inşaat, turizm tekellerinin saldırısı altında. Kar amaçlı üretimin sonuçları olarak, iklim krizine karşı alınabilecek önlemlerin alınmaması, devletlerin biçimsel anlaşmalarını bile kolayca bozmaları... Bunların hepsi gözümüzün önünde olup bitiyor. Sonuçta dünya, insanlar bakımından yaşanması, nefes alınması giderek daha da zor bir yer haline geliyor. Bu, doğrudan burjuva sınıfın, kapitalist üretimin ihtiyaçlarıyla bağlı bir gelişme olduğu için, durum 20. yüzyılın başındakinden farklı. Kapitalizmin emperyalist küreselleşme biçimindeki varoluşuyla, kapitalist üretimin ve kapitalist yaşam tarzının sonuçlarıyla bağlı bir gelişme. Böyle olduğu için, her yerde kim buna “dur” diye elini kaldırırsa, kapitalist tekele, giderek kapitalist devlete karşı yumruğunu kaldırmak zorunda. Bu, insanlığın geleceğinin önemli bir meselesi olduğu için de, şu ya da bu kesimin talebi ve ihtiyacı olmaktan öte, sınıfsız toplum, toplumsal adalet, toplumsal eşitlik ütopyası olanların, insanlar için yaşanabilir bir dünyayı tasavvur etmesi gerekir. İnsanların yaşayamayacağı bir dünyada tabii ki sosyalizmi kuramazsınız. İnsanlar için yaşanabilir olmayan bir dünyada bir sınıfsız toplum kuramazsınız! Tehlike gerçekten büyük. Doğal çevrenin yıkımına -tarihsel çevreyi de buna ekleyebiliriz- karşı çok ciddi bir mücadele yürütmek zorundayız. Partimizin bu konuda görüş açısında bir genişleme olduğu, sorunla ilişkilenişinde bir değişim başladığı açık. Esasen bu alana daha güçlü bir biçimde ilgi göstermek, sadece teşhir etmekle ya da durumu ortaya koymakla, yapılan eylemlere katılmakla yetinmemek gibi bir sorumluluğumuz var. Buralarda da öncü duruş kazanmanın biçimlerini ve araçlarını bulmak zorundayız. Bu konuda henüz vasat bir durumdayız. Yenilenmeye, durumumuza daha etkin bir müdahaleye ihtiyacımız var. Emekçi insanlık adına bu yakıcı sorunla ilişkilenmek zorundayız. Dünyanın her yerinde bu konuda mücadeleler gelişiyor. Bu, bir grup doğaseverin mücadelesi değil. Lokal bir sorun değil. Bu nedenle uluslararası mücadelenin gelişimi için de çaba harcamalıyız. Partimiz bu perspektifle hareket edecektir.
“Bölgesel devrim” fikri partinizin programında var. Sosyalizmin deneyleri tartışılırken en başat konu başlıklarından biri “tek ülkede sosyalizmin zaferi” konusudur. “Bölgesel devrim” fikri ile “tek ülkede devrimin inşası ve sosyalizmin başarısı” konusu nasıl bir arada düşünülebilir?
Berçem Güneş: Program değişikliklerinin bir kısmı gibi bölge devrimi perspektifi de, hem teori hem de pratik politika bakımından 6. Kongre öncesinde kazanılmış bir eşikti. Bölge devrimi perspektifi 3. Kongremizin gündemiydi. Bugünkü dünyayı anlama, toplumsal maddi gerçeğini anlama ve kavramanın bir sonucuydu. Geçmiş bütün devrimlerin derslerinin, mücadelenin gelişmesi perspektifi ile incelenmesinin bir sonucuydu. Ortadoğu’da ve Balkanlar’da antiemperyalist güçleri bölge devrimi fikri etrafında birleştirmek için değişik çabalarımız, girişimlerimiz oldu. Bugünse fiilen bir bölgesel devrim içerisindeyiz.
Enternasyonalist bir partiyiz. İki konunun partimizin devrimciliğini, sosyalist toplum koşullarında da güçlü tutacağına inanıyoruz. Birincisi, enternasyonalizm karşısındaki duruşu, ikincisi kadın özgürlüğü karşısındaki duruşu. Bu iki konudaki zihniyet ve pratiği, partinin bugün de, gelecekte de, kendi devrimciliğini üretişinin güçlü bir zemini. Bunun bilincindeyiz. Her biçimdeki sosyal-şovenizme ve ulusal darlığa, yine değişik görünümlerdeki cinsiyetçi görüş açısına karşı toplumu dönüştürmek ve değiştirmek de öncülüğün temel koşulu. Ama bölge devrimi perspektifimiz, salt dünya devrimi ve komünizmden temellenen ilkesel bir yaklaşımın ürünü değil. Aynı zamanda politik yaklaşımın bir ürünü. Biliyoruz ki kapitalizm, emperyalist küreselleşme koşulları altında sımsıkı, bütünleşik bir dünya pazarı oluşturdu. Emperyalist kapitalist dünyanın, sizi en sıkı ablukaya alması, boğmaya çalışması için imkanları dünden daha kuvvetli. Kendinizi her bakımdan savunmanız ve iktisadi inşa için, değişik ülke ve halkları kapsayan büyük devletler en önemli imkan. Dolayısıyla, bölge devrimi perspektifi de bu görüş açısının ürünü. Belirli bir bölgede, farklı veya yakın ya da görece uzun aralıklı zaman dilimleri içinde devrimler gerçekleşebilir. Bu biçimde de yapabilirsiniz. Bugün Ortadoğu’da bir devrimci durum var. Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor, yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyor. 2008 yılından itibaren Kuzey Afrika’dan başlayarak gelişen harekete, bunun belirli bir tarihten itibaren Ortadoğu’yu kasıp kavurduğuna tanık olduk. Bu devrimci durumu, sonuçta, Rojava dışında, devrim ile sonuçlandıramadığımız için, burjuvazinin değişik klikleri inisiyatifi ele geçirdi. Yine de Rojava devrimi yaşıyor. Rojava devriminin geleceği için, bölgesel demokratik ve sosyalist federasyonların önemi gözler önünde. Bu federasyonlar, Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ya da dünyanın herhangi bir köşesinde kapitalist sistemin dışına çıkmanın, iktisadi ve toplumsal inşanın, kendini savunmanın önemli bir imkanı olacaktır. Bunun koşulları nerede, öncelikli olarak dünyanın hangi köşesinde doğar? Bunu bilemeyiz önceden. Ama görüş açımızda şu yok: bir ülkede veya iki ülkeyi kapsayan bir devlet sınırları içinde bir devrim örgütleriz, zaferden sonra içe kapanırız, dünyanın geri kalanı ile çok ilgilenmeyiz, buradaki devrimi her şey haline getiririz! Hayır, görüş açımız bu değil. Türkiye ve Kürdistan’da devrimi başarmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Bunu zafere ulaştırmaya çalışıyoruz. Ne var ki, burada devrimi başardıktan sonra da, bölgede ve dünyada devrimin ilerlemesi, zaferin hazırlanması için azami katkı perspektifine sımsıkı bağlı kalırız. Ayrıca daha şimdiden, bölgesel devrim imkanları varsa uğruna savaşırız. Küçük bir örneğidir: Rojava’da devrim gerçekleşti, devrim savunuldu, savunma başarıya ulaştı, belirli bir denge yakalandı, ama Rojava devrimimizi Suriye’ye doğru genişletme ihtiyacı vardı ve değişik olanaklar bunun için değerlendirildi. Arap halkı içinde, Suriye’de devrimi geliştirmezsek, Suriye’yi devlet olarak demokratik bir federasyon biçiminde adeta yeniden kuramazsak, kuşkusuz ki, Rojava’nın sürekli tecrit edilmesini ve baskı altında tutulmasını engelleyemeyiz. Emperyalistlerin, Venezuela’da neler yaptıklarını görüyoruz. Küba’ya uygulanan ambargoların sonuçlarını biliyoruz. Bölge devrimlerini gerçekleştirmek için açık bir perspektife sahibiz. Gerek Türkiye-Kürdistan, gerek bölge ve gerekse de dünya devrimine marksist-leninist görüş açısından bakıyoruz, olanaklarını arıyoruz.
Başından beri Rojava devriminin içinde yer aldınız. Bölgesel devrim perspektifi ile birlikte Rojava devrimini düşündüğünüzde, Rojava devrimi içindeki varlığınızın anlamı nedir?
Kerim Gökdeniz: En başından itibaren komünist öncüyü Türkiye ve Kürdistan partisi olarak kavrıyorduk. Fakat Kuzey Kürdistan dışındaki parçalarda etkinliğimiz zayıftı. Geçtiğimiz Temmuz’da Dersim dağlarında şehit düşen Taylan Kutlar yoldaşın da içinde olduğu bir grupla 2012 yazında Rojava’ya gittik. Sonrasında büyük bir tutkuyla ve giderek artan kuvvetlerle devrimin inşası ve savunulması için çalıştık. İki nedenle Rojava’da olmayı zorunlu görüyorduk. Birincisi, biz Türkiye ve Kürdistan partisiyiz. İki ülkenin partisiyiz. İki ülkedeki işçi sınıfının, Türk, Kürt uluslarından, Çerkes, Rum, Ermeni, Arap, Süryani, Laz, Gürcü, Roman, Boşnak, Pomak ulusal topluluklarından işçi sınıfının partisiyiz. Partimiz böyle bir yapıdır, böyle bir bilinçtir. Kürdistan’ın bir parçası harekete geçmişti. Orada olmalıydık ve orada olduk. İkincisi, devrimin bölgeye yayılması için de gerekli her şeyi yapmalıydık. O nedenle de Rojava’da olduk. Baştan itibaren de Arap halkı içinde devrimci çalışmayı çok önemsedik Rojava’da. Halil Aksakal yoldaş belli bir aşamada konumlanmasını buna göre değiştirdi. Cephelerde savaşırken, aynı zamanda, Arap halkı içinde ajitasyon ve propaganda yürütme ve örgütlenme yapmakla görevlendirildi. Rojava’da halkların eşitliği konusunda net bir görüşle hareket ettik. Rojava içinde Kürt halkımızla birlikte Arap, Süryani, Asuri, Ermeni, Çerkes, Türkmen halklarının tam hak eşitliği için mücadele ettik. Rojava devriminin uyandıracağı bilinçle, halkların özlemlerine vereceği yanıtlarla bir bölge devrimi olarak gelişmesi stratejik değerde. Halklara şunu göstermek istiyoruz: diller, dinler, mezhepler temelinde bölünmeler ve elbette Arap ulusunun küçük küçük devletler etrafındaki bölünmesi yanlıştır. Bunları aşmalıyız. Diller, cinsler, inanışlar eşit bir biçimde yaşayabilir. Dolayısıyla Rojava’daki varlığımız, hem Kürdistan’ın bir parçasının özgürlük hakkını kazanması mücadelesinin öznesi olmak, ama aynı biçimde devrimin bölgeye yayılması çabasının öznesi olmak perspektifinin ürünüdür.
AKP’nin içişleri bakanı Süleyman Soylu, partiniz MLKP’nin ABD ile Rojava’da görüştüğünü ve anlaştığını iddia etti. Bu iddia saray medyasında genişçe yer aldı. Bu iddiaya Rojava’daki MLKP temsilcisi Ahmet Şoreş yanıt verdi ve reddetti. Süleyman Soylu neden böyle bir açıklama yapma gereği duydu?
Kerim Gökdeniz: Devletlerin ve değişik partilerin düşmanlarıyla da çeşitli görüşmeleri olabilir. Bunlar politik mücadelenin parçasıdır. Politik mücadelede anlaşmalar da vardır, uzlaşmalar da vardır, görüşmeler de vardır. Buna dünyanın her köşesinden sayısız örnek bulmak mümkün. Geçici zorunlu ittifaklar vardır, Çin’den Sovyetler Birliği’ne kadar pek çok deneyde bunları görebilirsiniz. Bir mahallede, kentte veya hapishanede ayaklananlar devletin askeri ya da siyasi kurumları ile görüşebilirler. Dünya çapında ise, Hitler’in elebaşılığında başlatılan 2. emperyalist dünya savaşı sürecinden de biliyoruz. Meselenin esası şu: Niye görüşmüşsünüz, o görüşmenin sonucu nedir? Örneğin “barış “ konusunu düşünelim. Genel barış söylemine karşı çıkıyoruz, köleci barışa itiraz ediyoruz, adil, onurlu ve demokratik barış diyoruz. Barış anlaşması için bir görüşme yaparsanız, ölçü budur. Rojava’da PYD ve DSG hem Suriye devleti ve Rusya ile hem de ABD ve başkaca devletler ile görüşüyor. PYD ve DSG de, karşı sandalyede oturanlar da kendi amaçları doğrultusunda sonuç almayı istiyor. Mesele görüşmek değil.
Somut soruna dönersek, faşist şeflik rejimi ve onun kontrgerilla şefi olan Süleyman Soylu gibi temsilcileri, bütün faaliyetlerini faşist terör ve yalan üzerine kurmuşlardır. Temel güçleri budur. İlk amaçları, partimizin ABD’yle onun çıkarları temelinde görüştüğü, aslında devrimci örgütlerin şu ya da bu biçimde çeşitli devletlerin uzantısı olduğu şeklinde bilindik, faşist yalanları propaganda etmek, partimize güveni sarsmaya çalışmaktır. İkinci amaçları, Türkiye ve Kürdistan’da da partimize yönelik her türlü saldırıyı meşrulaştırmaktır. Nitekim, MİT görevlisi ve kontgerilla uzantıları, akademik ünvanlarının arkasına saklanıp, “yorumcu”, “güvenlik uzmanı” sıfatıyla televizyonlarda konuşarak, partimizi ezmenin, dağıtmanın zorunlu olduğu propagandası yürütüyorlar. Hatta partimizi bahane ederek değişik demokratik kurumlara saldırılması fetvası veriyorlar. Gözü dönmüş faşist bir saldırganlık içindeler. Ahmet Şoreş yoldaşın açıkladığı gibi, partimizin ABD ile herhangi bir görüşmesi olmamıştır. Ama yalan makinası Süleyman Soylu, üst perdeden, her şeye hakim oldukları havasında konuşuyor, lümpen faşistlere has bir güç alameti sergilemek istiyor. Bu ırkçı faşist kepaze, faşist şeflik rejiminin içine düştüğü durumu da gösteriyor. MLKP herhangi bir devletle görüşecek olsa, zaten bunu işçi sınıfına ve ezilenlere açıklar. ABD, MLKP için emperyalist bir güçtür, halkların düşmanıdır, bölgenin en tehlikeli güçlerinden biridir. Partimiz, ona karşı açık bir mücadele yürütüyor. Partimizin böyle bir görüşme eğilimi, arayışı ve ihtiyacı yoktur. Süleyman Soylu gibi halk düşmanlarının, kitlelerde “her şeye hakimiz” imajı oluşturmaya dönük faşist psikolojik savaş yalanlarıdır bunlar. Faşist şefin Süleyman tosununun pek çok yalan ve palavrası halklarımızın belleğindedir. Hatırlayacaksınız, bir zamanlar, “Nisan ayından itibaren kimse PKK’nin adını ağzına alamayacak” diyordu. Bu açıklamaları hatırlamaz oldu. Geçen yıl “siha’lara öyle bir aparat taktık ki, başlarını bile çıkaramayacaklar” diyordu. Ancak gerilladan yedikleri darbeleri görüyoruz. Psikolojik savaşın ürünü, kirli savaş yöntemleri bunlar. Süleyman Soylu, faşist şeflik rejiminin psikolojik savaş sözcülerinden biridir. Burjuva partilere karşı da zaman zaman aynı yöntemi kullanıyor.
20 Temmuz Suruç katliamının ardından AKP iktidarı halklara karşı büyük bir savaş başlattı. Bu savaşa karşı antifaşist bir direnişi geliştirme noktasında partiniz misyonunu yerine getirebildi mi?
Berçem Güneş: Partimiz 20 Temmuz 2015’i faşist saray darbesi olarak gördü ve yeni bir dönemin başladığını tespit etti. Faşist sömürgeciliğin stratejik bir saldırıya giriştiği, yeni dönemin irade kırma savaşı biçiminde gelişeceği, ulusal demokratik hareket ve devrimci hareketin iradesinin kırılması ya da faşizmin iradesinin kırılması noktasına değin uzayabileceği öngörüldü. Şu güne değin, olaylar aşağı yukarı böyle gelişti. Süreç devam ediyor.
Faşist saray cuntası koşullarında direnmek esastı, darbenin püskürtülmesi ihtiyacı vardı. Fakat DAİŞ ile çok sıkı bir işbirliği içinde kitleleri yıldıracak yöntemler kullandılar. Kitle katliamları ile bunu başardılar. Dönem içerisinde, 7 Haziran sonrasında saldırıların ardından HDP’nin geriye çekilmesi bunu kolaylaştırdı. 20 Temmuz saray darbesinin başlattığı savaşın ve saldırganlığın fazla uzun olmayan bir sürede duracağını düşünen emekçi solun yasal parti ve grupları, geriye çekilerek kendini korumayı, bedel ödememeyi esas aldılar. Gelip geçici bir dönem gibi düşünüyorlardı. Devrimci hareket de, baştan bunun nasıl bir darbe olduğunu, taraflardan birinin iradesinin kırılması hattında yürüyeceğini çok anlamadı ve direnişi çok hızlı bir biçimde bu hattan oluşturmadı.
MLKP, direnmek, yığınların savaşım cesaretini diri tutmak, boyun eğmemek çizgisinde ilerlemeyi esas aldı ve bulunduğu her alanda bunun gereklerini yerine getirmeye yöneldi. İç örgütsel yaşamında, kadro politikasında bunun ölçüleriyle hareket etti. Partimiz 12 Mart 1971 darbesinden sonra ortaya konulan devrimci pratiği, yeni koşullar altında, mevcut ihtiyaçlar temelinde üretme görüş açısını esas aldı. Her cephede ve mevzide direndi. Bu uğurda ağır bedeller ödedi. Ölümsüzlerimizle, gazilerimizle, tutsak düşen yoldaşlarla, işkencelere maruz kalanlarımızla cisimlenen bir tablo bu. Öncü parti niteliği ile hareket etmede, çizgi sürekliliğini sağlamada başarılı olduk. Örgütsel sürekliliği sağlamada da anlamlı bir başarı elde ettik. Faşizme karşı birleşik cephenin, demokratik ve devrimci formlarının başarısı için etkin bir çaba içinde olduk. Birleşik mücadele yoluyla faşist saray cuntasının ve sonrasında faşist şeflik rejiminin püskürtülmesi yönelimini canlı tuttuk. Yığınların geriye çekilişi, 15 Temmuz 2016’da Fethullah Gülen teşkilatının kimi ittifaklarla başlattığı darbe girişiminden itibaren olağanüstü hal ilan edilmesi ve bu koşullarda devlet terörünün daha da artması, emekçi sol güçlerin değişik mevzilerden çekilmesi, sokağa çıkma cesaretinin önemli ölçüde kırılması. Bütün bunlar mücadelenin daha hızlı büyütülmesini engelledi. Partimiz bütün bu koşullarda her cephede kendini ortaya koydu. Gücü ve yeteneği, olanağı neyse, seferber etmekte duraksamadı.
Medya Savunma Alanları’ndaki varlığınızı 2015 yılının Mayıs ayında deklare ektiniz. Partinizin o açıklamasında, “Kürdistan’ın her parçasında olacağız” demiştiniz. 2016 yılında da, Dersim’de FESK Kır Gerilla Birliğinizin bulunduğunu duyurdunuz. Kır Gerilla Birliği ile MLKP ne yapmak istiyor?
Berçem Güneş: Kürdistan’ın bütün parçalarında olmak hedefi, bir Kürdistani parti olarak MLKP’nin doğal bir yönelimi. Biçimleri değişebilir, ama bu geçerliliğini koruyan bir hedef. Kuzey Kürdistan’daki çalışmalarımız biliniyor. Sosyalist yurtseverler çeyrek asırdır dişe diş bir mücadele yürütüyorlar Bakur’da. Partimizin Güney’e gidişinin üzerinden 9 yıl geçti. Yılmaz Selçuk ve Medine Özmez yoldaşlar oradaki savaş hazırlıklarımız içinde ölümsüzleştiler. Medya Savunma Alanları’ndaki varlığımız, 2018’de Xakurke’de sömürgeciliğe karşı direnişle, Şevin Söğüt yoldaşın şehadetiyle yeni bir anlam kazandı.
2012 yazından itibaren bir grup yoldaşın, savunma, sağlık ve toplumsal inşa çalışmalarına katılmalarıyla başlayan Rojava faaliyetimizin gelişimi hafızlarda canlı olmalı. Serkan Tosun yoldaşın, 14 Eylül 2013’te ölümsüzleşmesiyle, bu varoluşu açıklama ihtiyacı doğmuştu. Günümüze değin tüm bu yıllar boyunca, Rojava’nın bütün cephelerinde ve Kuzey Suriye’de savaşın içinde yer aldık. Ayak basmadığımız cephe kalmadı. Aynı şeyi politik kitle çalışması için de söyleyebiliriz. Yürüttüğümüz kampanyalar biliniyor. Bakur, Rojava ve Başûr topraklarında ölümsüzlerimizin anıtları var.
Sözün özü, Kürdistan’ın her parçasında var olma, ulusal özgürlük ve sosyalizm mücadelesi yürütme sözümüz geçerliğini koruyor.
Sorunuzla bağı içinde söylemeliyim ki, partimiz kuruluşundan itibaren, Kuzey Kürdistan’daki durum ve mücadeleyi doğru biçimde algıladı. Kürdistan’da bir devrim yaşanıyor, taktiğimiz bunu gözetmelidir görüş açısıyla hareket etti. Aktif savunma taktiğinin, Kuzey Kürdistan bakımından yeterli olmayacağı, taktiğin daha ileriden kurulması gerektiği düşüncesi içinde oldu. Kuzey Kürdistan’da mücadeleye silahlı biçimlerde katılmak, durumun “doğası” tarafından koşullanıyordu. Kürdistan Örgütümüzün önüne, partinin genel taktiğini bu temelde özgünleştirmesi görevi konuldu. Bunları Birlik Kongresinde kabul edilen “Strateji ve Taktik” belgesinden okuyabilirsiniz.
Partimizin kurulduğu dönemde ulusal devrimci hareket kırlarda büyük ve etkili bir savaşım yürütüyordu. Bir kurucu süreçte olmasına karşın partimiz de, mütevazı bir güçle kır gerilla savaşımı içinde yer alabilirdi. Öyle yapmadı. Önceliği kentlere vermenin, sömürgeciliği kentlerde zorlamanın dönemin daha önemli bir ihtiyacı olduğu görüş açısından hareket etti. Kuzey Kürdistan’ın değişik kentlerinde Kızıl Müfrezelerin ve milisin kuruluşuna girişti. Bu güçler, Kilis ölümsüzlerimizin, Altıların ihbarcısının cezalandırılması da içinde olmak üzere, değişik eylemler gerçekleştirdi. Sonraki yıllarda, savaşımın askeri biçimlerini kullanmakta zayıf düştüğümüz veya düpedüz kesintiye uğradığımız süreçler de oldu. Dönemin Merkez Komitesi üyesi ve Kürdistan Komitesi sekreteri olan Baran Serhat yoldaş, 2004’ten itibaren yeniden bir irade kazandırdı bu çalışmalara. O yıllarda da, kır birliği düşüncesi vardı partinin. 2006’da hem Medya Savunma Alanları imkanını değerlendirmek, hem de, bundan bağımsız olarak kır birliği konusunu gündemleştirdi parti önderliği. Hedefler, alan, komutanlık yapısına değin tartıştı.
Sorunuzun özgün yönüne dönersek, partinin gelişim ihtiyaçlarıyla bağlı olarak, kır gerillası adımını atmış olduk. 5. Kongremizin kararları arasındaydı. Mütevazı bir başlangıç adımı, fakat partimiz bakımından bir niteliksel adım olarak, Dersim kırında görev üslenecek FESK-Kürdistan Kır Birliği oluşturulurken, “biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” kararlılığını ve ruh halini taşıyacak bir kurucu irade, öncü çekirdek oluşturulmasından hareket edildi. Kürtçenin Dersim halkının konuştuğu lehçesini bilmek, yerel kültüre ve Dersim coğrafyasına yabancı olmamak öteki ölçülerdi. Hüseyin Akçiçek yoldaş bu kurucu iradenin önderi ve genel komutanıydı.
Bu adımın birden çok hedefi vardı. Kuzey Kürdistan’daki mücadeleye silahlı biçimlerde katılmak bunlardan birincisiydi. Keza, Dersim’de birleşik silahlı mücadele imkanı olarak işlevli olabilirdi. Nitekim HBDH’ın ete kemiğe büründürülmesine katkıda bulundu. Hüseyin Akçiçek yoldaşın komutasında yer aldığı Dersim HBDH’ı pek çok eylem yaptı. Veli Görgün ve Ümit Yetik yoldaşlar bu eylemlerin birinde şehit düştüler. Kır Birliğimizin, partimizin, en başta da Kürdistan Örgütümüzün başkaca ihtiyaç ve hedeflerine de cevap olması amaçlandı.
Nihayetinde, kent gerilla örgütü ve kır gerilla örgütü birer mücadele aracıdır. “Mücadelenin askeri biçimleri yalnızca kentte kullanılır, kent gerillası olur, kır gerillası olmaz” gibi ya da tam tersi bir düşünceye sahip değiliz. Temel görüş açımız şudur: İşçi sınıfının önderliğindeki bir devrim için savaşıyoruz. Dolayısıyla, partimiz öncelikle büyük sanayi kentlerinde konumlanmak ve politik çalışmalarını burada yoğunlaştırmak zorundadır. Mücadelenin askeri biçimlerinin ne olacağı ise siyasi mücadelenin ihtiyaçları ve düzeyi tarafından belirlenir. Kürdistan’da ya da Türkiye’nin herhangi bir yerinde, kırda da askeri güç bulundurabilirsiniz.
Süleyman Soylu’nun “bitirdik” açıklamaları konusunda ne söylemek istersiniz?
Kerim Gökdeniz: Dersim dağlarındaki savaşımımızda gerillanın kendini en yüksek kararlılıkla ortaya koyduğu biliniyor. Tüm gerilla grupları olağanüstü bir direnme gücü sergilediler. Çok ağır bedeller pahasına başarıldı bu. Salt partileri için değil, devrimimiz için de büyük değerler olan komutanlar, gerilla yoldaşlar şehit düştüler. Atakan Mahir yoldaşı anabiliriz örneğin.
Partimizin ilk öncü gerilla birliği, FESK-Kürdistan Kır Birliği’nin kurucu iradesi, “buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” kararlılığına, ruhuna bağlı kaldı. Sonrasında birliğe katılan İrfan, Adil ve Hıdır yoldaşlar da aynı yoldan yürüdüler.
2018-2019 kış üslenmesinden sonraki dönemde, partimiz üç gerillanın alandan çekilmesi kararı aldı. Birinde, uzmanlık tedavisi gerektiren nörolojik bir rahatsızlık oluşmuştu. Büyük olasılıkla genetik bir hastalıktı. İki yoldaş ise, geçtiğimiz yıl İrfan yoldaş ölümsüzleştiğinde yaralanmışlardı. Tedaviye ve alan değişikliğine ihtiyaç vardı. Taylan ve Hıdır yoldaşlar şehit düştükleri süreçte, bu alandan çekme çalışması sürüyordu. Her iki yoldaş, yol, yöntem konusunda görüş ve öneriler sunmuşlardı.
Yoldaşlar ölümsüzleştikten sonra da, zorlukların yoğunlaşmasına karşın çalışma devam ettirildi. O süreçte, nörolojik rahatsızlığı olan gerilla, belirli bir anlaşmayla (düşmana gidilmeyeceği, güvenli biçimde alandan çıkarılacağı, tedavi vb.), gerillalar tarafından ailesine teslim edildi. Görünen o ki, aile bu bireyi faşizme teslim etmiş. Onurunu satmasını istemiş. Bu durumun yarattığı risklere rağmen iki gerilla alandan çıkarıldılar.
Soylu kepazesinin, “biri teslim oldu” ve “bitirdik” şişinmelerinin gerçeği bundan ibarettir.
Geçtiğimiz Aralık ayında, gerilla, Taylan ve Hıdır yoldaşların komutasında sömürgeci ordunun saldırılarına 9 gün boyunca direndi. Sömürgeci ordu, gerillanın üssüne girmeyi başaramadı. İçeriye gaz atmak dahil, her yolu denedi. Sonuçta, ölülerini alıp, üssü savaş uçaklarıyla bombalayıp gitmekten başka bir çare bulamadı. Durum böyleyken, işkencehanelerinde tutsak devrimcilere, “öldürdük”, “yok ettik” propagandası yaptılar. Faşist politik islamcı medyadan bu yalanlarını yaydılar. Süleyman Soylu bu yalan korosunun şefidir.
Bu savaşım, gerekiyorsa, o dağlarda tek başına kalma ve savaşma iradelerini partilerine iletmiş Taylanların, Hıdırların ruhuyla, cüretiyle yürüyen bir savaşımdır. Düşman, partinin kır gerillası iradesini kırabilmiş değil. Bir gerilla birliğini kırda ya da kuşatılmış bir evde yok edebilirler. Bu mümkündür. Ama savaş iradesi başka bir meseledir. Berfu’nun, Veli’nin, Ümit’in, Hüseyin’in, İrfan’ın, Hıdır’ın ve Taylan’ın yükselttiği kızıl bayrağın kentlerde ve dağlarda dalgalanmaya devam edeceği gerçeğini faşist şeflik rejimi bilmez değil. Gerçekler onların kabusu oluyor.
Demagojik açıklamalar yapan Süleyman Soylu’nun yaşadığı korkular bizim için sır değil. Bu halk düşmanına soruyoruz: sen ve suç ortakların, iki yıldır Karadeniz’de hangi korkularla aileleri, emekçi insanları geziyor, tehdit ediyorsunuz, onlara hangi “heyula”dan söz ediyor, onlardan ne istiyorsunuz?
“Politik askeri mücadele siyasi mücadelenin ihtiyaçları tarafından belirlenir” dediniz. Bugünkü siyasi konjonktür nasıl bir politik askeri mücadele istiyor?
Berçem Güneş: Var olandan daha yetkin, daha yaygın bir politik askeri mücadele istiyor. Çünkü düşman bütünüyle askeri araçlarla politika yapıyor. Politikayı neredeyse ordu ve polise dayalı durumda yürütüyor, diğer kurumlar onların tamamlayıcıları durumuna gelmiş. Halk kitlelerini ikna, onları kimi taleplerini karşılayarak yatıştırma, bunlar çok ikincil durumda. Savaş sanayisini geliştirmekle ve gaddarlıkları ile övünüyorlar. Polis ve ordu halkın her türlü mücadelesine karşı konumlanmış güçler. Bölgesel yayılmacılık amaçları var. Bunun için de daha çok çaba harcıyorlar. Gerek kitle şiddeti, gerek politik askeri mücadelenin zorunluluğu büyümüştür. Her cephede böyledir. Kentlerde de, kırlarda da bunun gerekleri yerine getirilmek zorunda.