Kadın Devriminin İlk Adımları

Küçükçekmece'deki çocuk istismarına karşı halk isyanından Şule Çet cinayetindeki erkek egemen yargıya karşı mücadeleye, yerel seçimlerde kadın adaylar gösterilmesiyle Kürdistan'daki belediyelerin yine eş başkanlar tarafından kazanılmasından 8 Mart'taki kitlesel sokağa çıkma kararlılığına, Leyla Güven'in önderliğinde tecride karşı yürütülen açlık grevlerinden Flormar direnişine ve günlük erkek şiddetine karşı duruşlara dek kadın özgürlük mücadelesi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da birçok siyasi gündem etrafında büyüyor, toplumsal mücadelenin temel bir dinamiği olarak öne çıkıyor. Kadın kitleleri gittikçe çözümün kendi birleşmiş ellerinde olduğunun farkına varıyor, dosta ve düşmana bunu her gün daha net gösteriyorlar.

Siyasi özgürlük kapsamında verilen bunun gibi mücadeleler son derece gerekli ve yararlı. “Kadın özgürlüğünün çok değişik konu ve sorunları, her günkü mücadelenin gündemi olmalıdır. Kadınların değişik ekonomik, siyasal ve toplumsal haklarını elde etmek üzere verdikleri reformlar için mücadelelerin devrimci programa bağlanması, devrimci programınsa reformlar için mücadeleler de dahil olmak üzere süreklileşmiş biçimde günlük politik mücadelede, politik taktiklerde somutlaşması gerekir.

Reformlar için verilen bu mücadeleler, her şeyden önce, kadınların bu mücadeleler içinde eğitilmesini, kolektif bilinç, birlikte hareket yeteneği kazanmasını ve siyasal mücadele deneyimleri biriktirmesini sağlar. Dahası, reformların elde edilmesi kadınların örgütlenmesi ve siyasallaşması için, toplumsal yaşama ve mücadeleye katılması için daha elverişli siyasal koşullar doğurur. Erkek egemenliğinin fiili geriletilmesi, tek tek reformlar için verilen mücadeleler yoluyla erkek egemenliğinin hukuki, siyasal, ideolojik mevziler kaybetmesi, meşruluk yitirmesi, alanının daraltılması, sonuçta kadınların toplumsal mücadelede özneleşmesinin önünü açar.”[1]

Devrim Şart

Bununla birlikte, kadın özgürlük mücadelesinin hedefine ulaşması için devrim şarttır.

Sermayenin erkek egemen düzenini reformdan geçirmeyi hedefleyen ve reformları amaçlaştıran feminist hareketler, düzeniçi mücadele çizgileriyle, erkek egemenliğinin durmaksızın kendini yeniden ürettiği temel dayanaklar olan özel mülkiyet, sermaye ilişkileri ve burjuva devletin varlığının ötesine, yani erkek egemen düzenin sınırları dışına geçemezler. Bütün bunları paramparça edecek olan, kadın devrimidir.

“Erkek egemenliğinin maddi dayanakları ortadan kaldırılmadığı sürece cinsiyetsiz toplum (ister biyolojik, ister siyasal anlamda cinsiyetsiz toplumdan bahsediyor olalım) var edilemez.

Dolayısıyla kadın özgürlük mücadelesi, erkek egemenliğinin toplumsal maddi dayanaklarının ortadan kaldırılmasına yönelmek zorundadır. Maddi bir iktidarın yıkılışı için verilecek mücadele de, örgütüyle, politikasıyla, kitle gücüyle ve kitle çizgisiyle, aynı düzeyde maddi olmak zorundadır. Erkek egemen zihniyetin geriletilmesi, toplumsal normların değişmesi vb. hedefler, ancak bu türden bir maddi mücadele içerisinde ortaya çıkacaktır ve böylesi bir maddi mücadele ile birleşmediğinde de boş sözden öteye geçemeyecektir.”

“Erkek egemenliğinin ortadan kaldırılması, öncelikle onun en temel maddi toplumsal dayanaklarının yıkılması, parçalanması, ortadan kaldırılmasıdır. Bu, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete ve buna dayalı siyasi-ekonomik kurumsal yapıya denk düşer.

Erkek egemenliğinin maddi dayanaklarını tasfiye etmek ve kurumsal yapısını ortadan kaldırmak, bu nedenle kaçınılmaz olarak, burjuva devleti parçalamak ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti tasfiye etmek anlamına gelir. Bu nedenle kadın devrimi, kaçınılmaz olarak, sosyalizmi hedefleyen bir toplumsal devrimle ve bizzat sosyalizmle kesişir ve serüveni ancak komünizmde son bulur. Onun asli bir unsuru olarak şekillenir.”[2]

Nasıl Bir Devrimle Kendimizi Kurtaracağız?

Topraklarımızda kadınları özgürleştirmek için nasıl bir devrim gerekiyor, onun ilk adımları nelerdir? Bu devrim hangi uygulamalara dayanarak neleri çözecek?

Kadın devriminin ilk adımı, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da hüküm süren faşist rejimi yıkmak olacaktır ve bu devrimin özü politik özgürlüğün kazanılmasıdır. Bugünkü faşist diktatörlük tümüyle erkek egemen bir karaktere sahip ve bu özellik ona ait bütün kurumların iliklerine kadar işlemiş halde. Doğal olarak, onun yasal ve kurumsal yapısını kökten dağıtmaktan başka bir yol yok. Cinsiyet eşitliğinin asgari siyasi, hukuki, ekonomik ve toplumsal koşulları henüz oluşmadığı için, ilk adım olarak, antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik bir devrim, “toplumsal cinsiyet çelişkisinin politik özgürlük kapsamındaki sorunlarını çözer, eşitsizler arası eşitliğin sağlanması görevleriyle, ezilen cins ve baskı altına alınan cinsel kimliklere bütün alanlarda pozitif ayrımcılık temelinde ilişkilenir.”[3]

Asgari siyasi ve hukuki eşitliğin sağlanması, kadınların tüm demokratik haklarının elde edilmesi, sermaye egemenliğine ve erkek egemenliğine bütün toplumsal temelleriyle son vermenin, cins çelişkisini çözmenin ve gerçek eşitliği kazanmanın zorunluluğunu gösterecek ve yolunu açacaktır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da cinsiyet eşitliğinin asgari koşullarının oluşmadığına dair sayısız örnek sıralanabilir. Kadına yönelik şiddetin yaygınlığı ve yargının onunla ilişkilenme biçimi bunlardan biridir. Eğitimde eşitsizlik, hem eğitimin cinsiyetçi içeriğinden hem de eğitim olanaklarına erişim koşullarından bellidir. Çalışma koşullarına gelince, kadın ve erkek arasında eşit işe eşit ücretten çok uzak olan mevcut tablo bir yana, işkolları arasındaki cinsiyetçi işbölümü de sürmektedir. Kadınlar çoğunlukla güvencesiz ve düşük ücretli alanlarda çalışmaktadır. Ev içi emek ise görünmez emektir, bir iş, emek biçimi olarak bile sayılmamaktadır. Yaşam tarzı açısından, kadınlar en geri ve geleneksel biçimlere itilmeye çalışılır, istediğimiz zaman ve istediğimiz kıyafetle sokakta gezme hakkımız bile "tecavüzü hak etmiş" damgası ile karşılaşmaktadır. Doğuracağımız çocuk sayısını belirlemekten kürtaj hakkımızın gaspına kadar devam eder bu erkek egemen zihiniyet. Elbette sadece kadınlar değil, heteroseksist dünyada yeri olmayan LGBTİ+'lara karşı da günlük baskı bütün yakıcılığıyla sürmektedir. Mayıs ayında yayınlanan bir çalışmaya göre, Türkiye, LGBTİ+ hakları konusunda 100 üzerinden 5 puan alarak 49 Avrupa ülkesi içinde sondan ikinci olmuştur.[4]

Kısacası, çözülmesi, değiştirilmesi gerekenler konusunda işimiz saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Gelelim bu sorunları somut olarak nasıl ele alacağımıza, hangi temel noktaların “Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim”de nasıl bir karşılık bulacağına.

Örgütlü Kadın İradesi İktidara!

Yazılı tarih her ne kadar bunu yansıtmıyorsa da, kadınların bugüne dek yaşanan bütün toplumsal devrimlerde yerlerini almış, hatta ön saflarda savaşmış olmaları inkar edilemez bir gerçektir. Fakat, başarılı devrimlerin ardından yeni kurulan toplumlarda, hemen ya da süreç ilerledikçe cinsiyet eşitsizliğinin aşılamadığı ortaya çıkmıştır. Farklı ülkeler ve zamanlarda yaşanan değişik tipte devrimlerde bir dizi ilerici karar ve tedbir uygulanmasına rağmen, kadın özgürlük mücadelesi yarım kalmış ve nihayetinde bu devrimler aynı zamanda birer kadın devrimi olarak ilerleyememiştir.

Cins ayrımsız bir topluma doğru ilerleyebilmek için, kadının, bir toplumsal kuvvet olarak, yeni kurulan halk iktidarının eşit ve bağımsız ortağı olması gerekir.

Sadece siyasi ve hukuki tam hak eşitliğinin sağlanıp güvencelenmesi değil, daha da önemlisi, erkek egemenliğinin toplumsal, ekonomik, ideolojik ve kültürel tüm biçimlerine ve maddi dayanaklarına karşı mücadelenin kesintisizce sürdürülmesi için, örneğin kadın adaletinin tesis edilmesinde, erkek şiddetine son verilmesinde, ev içi işlerin toplumsallaştırılmasında, iktisaden cinsiyetçi işbölümünün aşılmasında, kadınların çok yönlü eğitiminin geliştirilmesinde, erkeklerin toplumsal ve kültürel bakımdan dönüştürülmesinde yol alınması için devrimci iktidar yapılanışında kadın aklının ve iradesinin örgütlenmesi şarttır. Bu ancak kadının devrimci iktidarda eşit ortak ve kadın özgürlüğüyle ilgili tüm konuların karar mercii olarak, kurumsallaşmış kolektif ve özerk siyasi varlığıyla, eşit temsiliyet ve eş düzeyli örgütlenmesiyle yer alması yolundan gerçekleştirilebilir.

Örneğin, Türkiye ve Kürdistan’da demokratik bir devrimin ardından ayrılma hakkının korunduğu, işçi-emekçi meclislerine dayalı Halk Cumhuriyetleri Birliği kurulacaksa, kadınlar bu yeni iktidarda yerlerine alacaklar ve Halk Cumhuriyetleri Birliği'nin istisnasız bütün kurumları toplumsal cinsiyet eşitliği ve eş temsiliyet ilkesine göre kurulacak ve işletilecektir. Temsiliyet biçimi hem eşit, hem de eşgüdümlü olmalıdır. Başka bir deyişle, sadece işçi-emekçi meclislerinde ve diğer politik yapılarda eşit temsiliyeti –sayısal eşitlik, eş başkanlık vb. mekanizmaları– sağlamak yetmez, bunlar bütün yönetsel işlevlere kadın cinsinin katılımını güvenceler, ayrıca kadınların, kadın özgürlük alanındaki politikalar bakımından tam yetkili kendi meclis ve diğer politik araçları olmalıdır.

Bu, bugün bazı siyasi partilerin ve kitle örgütlerinin pratiğinde model olarak gördüğümüz gibi, toplumun kadın yarısının bütün alanlar ve kademelerde eş temsilci olarak iktidara dahil olması anlamına gelir. Kadınların söz ve karar hakkı olmayan hiçbir toplumsal alan kalmayacak, kadınlar her yerde sorumluluk üstlenerek emek ve enerjilerini yeni toplumun inşası için ortaya koyacaklardır. İşçi-emekçi meclislerinin yarısı oluşturmanın yanı sıra, kadınlar “kendi toplumsal yapılanmasını bağımsız biçimde de örgütleyecek, bütün kurumlarda eş temsiliyete ek olarak, işçi-emekçi kadın meclisleri birliği kurulacak, kadın ordusu ve milisi oluşturulacak, cinsel suçlar için kadın ve lgbti+’lardan oluşan özel mahkemeler kurulacaktır.”[5] Sadece kadınlardan oluşan bir örgütlenme biçimi olan bu iktidar organları, özellikle tarihin bize bıraktığı derslere bakılarak inşa edilecek yeni toplumda, kadın devrimi çizgisini güvence altına almak için son derece önemlidir. Kadınlar, kadın devriminin önderliğini gerçekleştirecekse, yeni toplumdaki konumlanış da bu görevin gereklerine uygun olmalıdır. Geçmiş deneylerde ise kadınların bir toplumsal kuvvet olarak örgütlü bulunmamalarının, kendi kolektif mekanizmalarına sahip olmamalarının acı sonuçları görülmüş, kadınlar evlere dönmüş/döndürülmüş, merkezi iktidar kurumlarından uzak kalmışlardır. Ekim Devrimi sonrası cinsler arasında eşitlik yönünde güçlü adımlar atmakta dönemin tartışmasız en ileri örneği olan Sovyetler Birliği’nde bile, 1923'ten sonra yapılan parti kongrelerinde MK'ya seçilen kadın sayısı 3'ü aşmamıştır.

Kadınların yeni toplumda öncü bir rol oynayamamaları, sadece kadın cinsin özgürlüğü için bir sorun teşkil etmez, bütün toplumun sosyalizme doğru ilerlemesi açısından da temel bir engeldir. Çünkü, “Proletaryanın, özel mülkiyetle bağı erkek egemen ayrıcalıklardan muaf kadın yarısı, devrimin kesintisiz biçimde sosyalizme ilerletilmesinin en ileri dinamiğidir. Kadın devrimi, devrimci proletaryanın nihai zaferini güvencelemesinin gereğidir.”[6]

Marksist-leninist teorinin de tarihsel pratiğin de ortaya koyduğu gibi, erkek egemenliği oldukça köklü ve ancak özel mülkiyetin bütün biçimleri ortadan kalkınca son bulacak bir baskı ve sömürü sistemidir. “Bir toplumsal devrim ve onunla birlikte sosyalizm, cins ayrımlarının nesnel temelini bir çırpıda ortadan kaldıramaz. Yeni toplum öyle bir üretkenlik düzeyine ulaşmalıdır ki, hem soyun yeniden üretimi kapsamındaki işlevler (ev işleri, çocuk, yaşlı ve hasta bakımı vb.) tümüyle toplumsallaştırılabilsin, hem de, aile eksenli kişisel birikimin sürmesinin temeli olan, kişisel tüketim maddeleri üzerindeki özel mülkiyet de tümüyle ortadan kaldırılabilsin. Bu düzey bütün araçlarla zorlanarak elde edilene dek, kadının ikinci cins olduğu cinsiyetli toplum sürer. Öyleyse, erkek egemen sermaye düzenini alaşağı ederek kendi durumlarını köklü biçimde değiştirmelerinin ardından kadınlar, bu devrimci hamleyi yeni toplum içerisinde ilerletmelerinin de sürdürülebilir biçimlerini oluşturmak durumundadır.”[7]

İşte bu biçimler eş temsiliyet sistemi ve kadın meclislerinde cisimleşecektir. Bir yandan Halk Cumhuriyetleri Birliği'nin yarısı oluşturan ve toplumun bütün alanlarda eşit sorumluluk üstlenen kadınlar, diğer yandan Kadın Devrim kapsamındaki bütün konular için yetkili kılınır ve kendi örgütlülüğünü kadın meclisleri biçiminde oluşturur. Kadın meclislerinin görev ve yetki alanı ise somut olarak şöyle öngörülür: “Seks endüstrisinin tasfiyesi, ev işlerinin toplumsallaştırılması, kadın işçilerin ekonomik, siyasi ve toplumsal yaşamının düzenlenmesi görevleri başta olmak üzere, Halk Cumhuriyetleri Birliği’nin kadın özgürlük alanındaki bütün faaliyetlerinde yasama yetkisi dahil bütün haklar kadın meclislerine ait olacaktır.”[8] Yani kadın politikası kadınlar tarafından yapılacaktır.

Mevcut erkek egemen rejimde kadınların politikada yeri yoktur. Örneğin, bugünkü düzen partilerine bir göz atarsak durum bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar: 31 Mart yerel seçimlerinde AKP'nin gösterdiği kadın adayların oranı yüzde 1,25, MHP'nin yüzde 1,8, CHP'nin yüzde 4,9’dur. İyi Parti de toplam 5 kadın aday göstermiştir.[9] Antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim ve onun kuracağı toplumda ise kadınlar, üzerine politika yapılacak, korunacak ve sahiplenilecek bir nesne değil, devrimci bir özne, devrimci programın uygulanışına önderlik edecek en önemli toplumsal kuvvetlerden biri olacaktır.

Yargı Ve Erkek Şiddeti

Şule Çet davası, aslında erkek egemen yargının hem hukuki hem de ideolojik bütün çirkin yanlarını içerip ortaya koyan bir örnektir. Yargının dava boyunca merkezde duran yaklaşımı, cinayeti değil, Şule’nin yaşamını sorgulamak olmuştur. Erkeklerle bira içmek, bakire olmamak gibi tartışmalar katili değil, kadını sorumlu göstermeye dönüktür. Elbette bu anlayış tekil değildir, mevcut yargı sistemi erkek failleri savunmakta, aklamakta ve ödüllendirmektedir. Kadın cinayetlerinde birçok durumda erkek hakkında önceden uzaklaştırma kararı vardır, erkek önceden suç işlemiş ve kadın defalarca şikayetçi olmuştur. Ama yine de, katil özsavunma dışında hiçbir engelle karşılaşmaz, yargı da ceza verse bile aslında ödül gibi hüküm açıklar. Kendi hayatını savunan kadınlar ise onyıllarca hapse mahkum edilir.

İnsanı insanlıktan utandıran bu duruma, Halk Cumhuriyetleri Birliği’nde iki temel hamleyle dur diyeceğiz: Bütün erkek egemen yasal düzenlemeler iptal edilecektir ve cinsel suçlar için kadın ve lgbti+’lardan oluşan özel mahkemeler kurulacaktır. Ayrıca, kadına yönelik her türlü şiddete karşı ceza artırımı içeren yasal düzenlemeler yapılacaktır.

Elbette erkek şiddeti, en etkin yasal tedbirlerle dahi, hemen yok olmayacaktır. Hatta anketlere göre, bugün kadının en büyük sorununun şiddet olduğu bir toplumda, bu hiç de kolay olmayacaktır. Fakat, faillere hak ettikleri cezalar verildiğinde, hele de kadın adalet mahkemeleri kurulduğunda, bunun caydırıcı bir etkisinin olup olmayacağı denemeye değer.

2018 yılında Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 440 kadın katledilmiş, 2019'un Ocak ayında da erkekler tarafından 43 kadın öldürülmüştür. Saray diktatörlüğünün tutumu ise katilere iyi hal indirimi ve cezasızlık, 6284 sayılı yasa gibi kadına yönelik şiddetin önlenmesine dönük mevcut yasaları bile uygulamamak olmuştur. Yasal değişiklikler bu sorunun çözümü doğrultusunda sadece birer adım olacak, cinsiyetler arasındaki egemenlik ilişkisini aşmaya dönük uzun vadeli mücadelenin bir parçası olma niteliğini taşıyacaktır. Erkek şiddeti, bir tür bireysel hastalık değil, bir egemenlik ilişkisinin yansımasıdır; kadın, çocuk ve LGBTİ+'ları ezmeyi kendine hak gören erkek egemenliğinin yapısal ürünüdür ve onun bütün toplumsal sistemiyle birlikte ortadan kalkacaktır.

Kadın İşsizliğine, Ücret Eşitsizliğine Ve Eşitsiz Çalışma Koşullarına Son!

Bugün 30 milyon kadının sadece 8 milyonu çalışıyor ve kadın istihdamı son bir yılda düşüş gösteriyor. Resmi rakamlarda kadın işsizlerin sayısı 3 milyondan fazla ve iş aramaktan umudunu kesen kadınların sayısı da oldukça fazla. Çalışan kadınların yüzde 43,4’ü ise, 2018 rakamlarına göre, kayıt dışı çalışıyor. Düşük ücret, işsizlik, sigortasız çalıştırılma gibi sorunlar oldukça yaygın. Kadınların erkeklerden yüzde 17,8 daha düşük ücret aldığı bir yerde eşit ücret talebi de yakıcılığını ve güncelliğini koruyor.

Bu yüzden, kadınların ekonomik bağımsızlığını ve üretimdeki eşitliği sağlamak amacıyla, “kadın ve erkek işçiler için eşit işe eşit ücret kuralı getirilecek, işkollarına dağılımda cinsiyetçi işbölümüne karşı, pozitif ayrımcı teşvik ve kota gibi yöntemlerle mücadele yürütülecek ve kadın sağlığının gerekleri gözetilecektir.”[10]

Kadınları ev hapsinden toplumsal üretime çekmek için bütün yolları açmak, hem kadınların toplumdaki yeri ve onlara bakış açısını değiştirecek, hem de ekonomik bağımsızlık koşullarını oluşturacak, cins bilincini, özgüveni ve kadın özneleşmesini ilerletecektir. Evdeki tecrit ve kapalı yaşamdan topluma açılmak, bireysel tencereden toplumsal üretime yönelmek, kadınların kolektif eylem ve örgütlenme koşullarını, bilincini ve toplum üzerindeki etkisini de geliştirecektir.

Kadınların değişik işkollarında çalışma koşulları, kadın meclislerince düzenlenecektir. “Kadın sağlığının” gereklerinin ne olduğuna kadın meclisleri karar verecektir. Böylelikle, hem kadın fizyolojisinin bütün özgün ihtiyaçları gözetilecek, hem de gerek iş saatleri ve zamanı, gerek işkolları, gerekse çalışma biçimleri açısından, “sağlığa zarar”ın erkek egemen, doğurganlık merkezli ve kadın tercihini dikkate almayan ya da cinsiyetçi işbölümünü derinleştirici biçimde belirlenmesinin önüne geçilecektir.

Ayrıca, uzun yıllardır mücadelesi verilen bir talep yerine getirilip, 8 Mart ücretli tatil günü ilan edilecektir.

Evsel Kölelikten Gönüllü Birliğe!

Erkek egemen faşist şeflik rejimi, kadınları bir muhtaçlık ilişkisi içinde tutacak yardımlarla, aynı zamanda aileye ve kocaya, çocuk, yaşlı ve engelli bakım işlerine bağımlılıklarını artıracak söylemler ve düzenlemelerle, kadının evsel köleliğinin devamı için elinden geleni yapıyor. Aslında kırıntılardan fazla olmayan, fakat iyi pazarladığı hamlelerle, kadınları yedeklemeye çalışıyor. Oysa bakım emeğinin desteklenmesini içeren "yardım" politikalarının hedefi, en geri ve geleneksel aile modelini pekiştirmekten, kadınları dört duvar arkasına hapsetmekten başka bir şey değildir.

Kadını eve, evliliğe ve aileye prangalayan hukuki, siyasi, iktisadi ve kültürel tüm unsurlara savaş açacak olan Halk Cumhuriyetleri Birliği, ev emekçisi kadınlar için köklü ekonomik ve sosyal haklar sağlayacağı ve ev işlerinin toplumsallaştırılması doğrultusunda adımlar atacağı gibi, evlenme ve boşanma yasalarını da kadınlar lehine düzenleyecektir.

Antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim programına göre, “Kadınların evsel köleliğinin ortadan kaldırılması ve ev işlerinin toplumsallaştırılması amacıyla gerekli düzenlemeler yapılacaktır. Engelli, hasta ve yaşlı bakımının kadının görevi olarak görülmesine son verilecektir. Ev emekçisi kadınlar temel ücret ve genel sigorta kapsamına alınacaktır. Ev emekçisi kadınların toplumsal çalışma alanlarına teşviki için düzenlemeler yapılacaktır."[11]

Çünkü "kadının ev içi emeğinin (temizlik, bakım, mutfak, cinsellik vb. toplamı) sömürüsü, seks endüstrisi kapsamındaki cinsellik sömürüsü ile birlikte, cinsiyetçi sömürünün kapitalist toplumdaki iki temel biçiminden biridir"[12]. Devrimci iktidar, bu iki sömürü biçimini ortadan kaldırmak için adımlar atar. Ev içi emeğin ücretlendirilmesi de, genellikle ilk bakışta düşünüldüğünün aksine, ev işlerinin toplumsallaştırılması ile çelişmez, tam tersine, bu perspektifle ele alınır: "Demokratik devrimde ev içi emek ücret ve güvence kapsamına koşulsuz alınmakla birlikte, ev içi emeğe yönelik temel politika, onu tasfiye etme politikasıdır. Ev işlerinin toplumsallaştırılması ve kadın emeğinin toplumsallaştırılması hattından kopulmaz. Kadının sistematik biçimde ev dışı alanlara çekilmesinin değişik mekanizmaları esas araçtır.”[13]

Bu düzenlemeleri, engellilerin bakımı ve toplumsal yaşama katılımı için atılacak adımlar ve sağlık hizmetlerinin parasız hale getirilmesi gibi önlemler de destekleyecektir. Erkek egemen toplumlarda büyük ölçüde kadınların görünmeyen emeği temelinde örgütlenen bu toplumsal işler özel olarak ele alınıp, bu işlerin sorumluluğunun toplum tarafından üstlenilmesi hedeflenecektir. Örneğin "engellilerin bakımı, eğitimi ve toplum yaşamına katılmaları için, çalışma, barınma, eğitim, ulaşım vb. tüm toplumsal olanaklara erişimde pozitif ayrımcı politikalar uygulanacak, toplumsal yaşamda engellilerin ihtiyaçları gözetilecektir" ve "bütün sağlık hizmetleri parasız hale getirilecek, geniş çaplı bir kamu sağlığı sistemi uygulanacaktır."[14]

Bebel’den Engels’e komünistler, ailenin, özel mülkiyetin hücresi olma niteliğini yeterince aydınlatmıştır. Antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim programında, erkek egemenliğinin bu kurumunun sönümlenmesi hedefiyle şu uygulamalar öngörülür: “Birliktelik ve ayrılık anlaşması bireyler arasındadır. Halk Cumhuriyetleri Birliği evlilik ve boşanma anlaşmasının muhatabı olmaz. Kadın isterse birliktelikler kadın meclislerine bildirilebilir. Kadın meclisleri talep halinde birliktelik ve ayrılık konularında kadının ve çocukların haklarını takip etmekle yükümlüdür. Bildirilmiş ve bildirilmemiş birlikteliklerden doğan çocuklar arasında hiçbir ayrımcılık yapılamaz. Eşcinsel birliktelikler toplumsal, ekonomik ve hukuki tüm uygulamalarda heteroseksüel birlikteliklerle eşit muamele görür."[15] Böylece, aile ekonomik bir anlaşma, soyun üretimiyle görevli olan toplumsal hücre ve resmi bir kurum olmaktan çıkmaya başlar, özgür ve eşit insanların hiç bir maddi çıkarın gölge düşmediği gönüllü birliğine giden yol açılır.

Çocuklar Özgür Ve Toplumsal Büyüyecek

Devrimci iktidar, yeni kuşakların yetiştirilmesini bütün boyutlarıyla toplumsal bir sorumluluk olarak ele alacak, bu bakımdan aileye ve kadına yüklenmiş işlerin cinsiyetsizleştirilmesi ve toplumsallaştırılması yolundan yürüyecek, çocuk bakımı kapsamındaki işleri toplumsallaştıracak adımlar atmayı öncelikli görevleri arasında görecektir.

Çocuklar, özel mülkiyet olmaktan çıkıp, hem kendi haklarına sahip olacaklar, hem de onların büyütülüp yetiştirilmesinden tüm toplum sorumlu olacaktır. “Çocuk bakımı toplumun bir işi sayılacak ve çocuklar toplumsal bir değer olarak kabul edilecek, kadın ve erkeklere doğum öncesi ve sonrasında bir yıl ücretli izin verilecek, çocuk maması ve bezi ücretsiz sağlanacak, belli büyüklükteki tüm işletmelerde çocuk emzirme odaları, kreşler ve çocuk bahçeleri açılması zorunlu kılınacaktır.”

“Çocuk hakları güvence altına alınacak, çocuklara yönelik cinsel, fiziksel, ekonomik, psikolojik şiddet ve istismar ağır suçlar kapsamında tanımlanacaktır. Bu suçlar için Çocuk Hakları Mahkemeleri kurulacaktır.”[16]

Çocuklara ve gençlere yönelik eğitim de merkezinde insanın ve toplumun durduğu bir biçim ve içerikle örgütlenecektir: "Gençliği gerici, faşist, şovenist, dinsel ve militarist düşüncelerle zehirleyen bugünkü gerici-faşist ve cinsiyetçi eğitim sistemi kaldırılacaktır. Üniversiteler özerk-demokratik hale getirilecektir. Eğitim maddi üretimle birleştirilecek, bütün gençlerin anadilde, bilimsel ve devrimci bir eğitim görmeleri için gereken olanaklar sağlanacak, paralı eğitime son verilecektir."[17]

Beden Bizim, Karar Bizim!

Coğrafyamızda kürtaj aslında 1983'te yasallaşmıştır. İsteğe bağlı gebeliklerin 10. haftanın sonuna kadar, kadının mağdur olması durumunda ise 20. haftanın sonuna kadar sonlandırılması yasaldır. Ancak bu hak birçok durumda kağıt üzerinde kalmakta, fiili yasaklamalara konu olmaktadır. Kadının kendi bedeni ve hayatı üzerine karar sahibi olmasının en doğal hak sayılması gerekirken, mevcut rejimde böyle bir anlayışın zerresi yoktur.

Kadir Has Üniversitesi'nin 2016'da yayınladığı “Devlet Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri” raporuna göre, 81 ilin 53'ünde isteğe bağlı olarak kürtaj hizmeti veren hastane yok. Türkiye genelinde 431 devlet hastanesinden sadece yüzde 7,8'i isteğe bağlı kürtaj hizmeti veriyor.[18] Kürtaj yaptırmak üzere hastaneler arandığı zaman, alınan cevaplar şöyle: “Yasak hanımefendi, bakanlık yasaklıyor” (Gaziantep'te bir özel hastane), “Doktora bağlı, bizde işleyiş böyle” (Nevşehir'de bir özel hastane). Haftalar sonra randevu vermek gibi yöntemlerle de karşılaşıldığından, kürtaj yapan bir hastane bulmak oldukça güç. Mor Çatı, İstanbul’da 37 kamu hastanesini telefonla arayarak kürtaj yapıp yapmadıklarını sormuş ve alınan yanıtlar sonucu İstanbul’da sadece 3 kamu hastanesinde isteğe bağlı kürtaj yapıldığı ortaya çıkmıştır.[19] Üstelik hastane bulunsa bile, kürtajın sadece belli bir geliri olan kadınlar için mümkün olacağı şu fiyat örneğinden anlaşılmaktadır: özel bir klinikte, altı haftaya kadar gebelik sonlandırma işlemi 900 lira, altı haftadan sonra her hafta için ekstra 100 lira olarak fiyatlanmıştır.[20]

Fiili kürtaj yasaklamalarına bir de ideolojik saldırılar eşlik ediyor. Faşist şefin ister 2008'de söylediği “En az üç çocuk yapın”, ister 2012'de söylediği “Kürtaj cinayettir, her kürtaj bir Uludere’dir” sözlerini alın; bunlar kuşkusuz tesadüf değildir, egemen politikanın özü özetidir.

Antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik bir devrim bu konuda kayıtsız koşulsuz şöyle bir politika izlemelidir: “Kürtaj bütün kadınlar için yasal hak olacak ve ücretsiz sağlanacaktır. Doğum kontrolü, doğum yöntemi vb. kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkına dair konularda her türlü kısıtlayıcı yasa iptal edilecektir. Bekaret kontrolü yasaklanacaktır.”[21]

Ve Kesintisizce Yola Devam

Türkiye ve Kürdistan’da devrimin ilk adımı, antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrimdir. Bu bağlamda kadın devrimi, ilk adımda, cins çelişkisinin politik özgürlük kapsamındaki sorunlarını çözmeye, cinsiyet eşitliğinin asgari hukuki ve siyasi temellerini kurmaya, kadınların tam hak eşitliğini tesis etmeye yönelecektir. Fakat bu henüz başlangıçtır. Demokratik devrim, sermaye ilişkilerinin varlığına son verecek toplumsal devrimin giriş kapısıdır.

Bugün erkek egemen zulmün çıplak ve kaba biçimlerini ve aynı zamanda farklı bir toplumsal düzenin nasıl mümkün olabileceğini düşündükçe, devrimin bir an önce gerçekleşmesi isteğiyle sabırsızca dolup taşar, heyecan ve coşkuyla devrimci çabalarımızı artırırız.

Ama sosyalist kuruluş cins ayrımcılığının ve kadın ezilmişliğinin toplumsal maddi temellerini hemen ortadan kaldıramaz. Bu ancak, ailenin, aileyi gerektiren kişisel tüketim malları mülkiyetinin ve kişisel birikimin son bulmasına, ev içi işlerin ve soyun yeniden üretimi dahilindeki işlevlerin bütünüyle toplumsallaştırılmasına olanak veren yüksek bir üretkenlik düzeyine ve bununla beraber yüksek bir kültür düzeyine gelmekle mümkün olur. Dahası bu, kadın cinsin kolektif devrimci aklının ve iradesinin kesintisiz devrede olmasını şart koşar. Dolayısıyla, erkek egemen sermaye düzenini yıkan kadınların, toplumsal devrimin bütün bir gelişim seyri boyunca ve komünizme ilerleyişte, kadınların iktidarın eşit ve bağımsız ortağı olmasını güvenceleyen eştemsiliyet mekanizmaları, kadın meclis, mahkeme ve milisleri gibi iktidar araçlarını etkin biçimde kullanmaları ve kadın devrimini kesintisiz sürdürmeleri gerekir.

Demokratik devrimin aynı zamanda “sosyalizme kesintisiz geçişin ön basamağı"[22] olduğunu bir an bile unutmamalıyız. Kadın özgürlük mücadelesi kapsamında ilk adımlar olarak öngörülen bir dizi uygulama aslında demokratik zemini aşıp, sosyalizme uzanıyor. Yukarıda ifade edildiği gibi, özel mülkiyet tümüyle son bulmadan kadın cinsinin tam özgürleşmesi mümkün olmadığından, demokratik çerçeveden ileri giden bir perspektifle hareket edilmesi doğaldır. Bu nedenle, kadın devrimiyle ilişkili toplumsal dönüşümler, başından beri sosyalizme içkin unsurları da barındırır ve demokratik devrim koşullarından kesintisizce sosyalizme doğru ilerlemenin en önemli itici güçlerinden biridir, devrimin nihai zaferinin güvencesidir. Ancak bu, kendiliğinden veya otomatik biçimde gelişmez, hatta bunun başarılması için büyük mücadeleler verilmesi gerekecektir.

20. yüzyıl koşullarına doğmuş sosyalizm deneyimleri, kadın özgürleşmesi bakımından, bugünkü kapitalist toplumla dahi kıyaslanamaz ölçüde ileri kazanımlara imza atmıştır. Bununla birlikte bu deneyimlerden, sosyalizmin inşası ve komünizme geçiş açısından devrimin sürekliliğinin bir de kadın devrimi boyutu olması gerektiği sonucu çıkmıştır.

“Sosyalizme açılan bir toplumsal devrim, kadın özgürleşmesinin bir aşaması ve düzeyi, kuşkusuz ki, ilk andaki kazanımlarıyla dahi, bugünkü durumdan kıyaslanamayacak ölçüde ileri bir düzeyidir. Ancak mutlak bir özgürleşmeyi sağlamaz, yolunu açar. Öyleyse, gerçekten bu yolu açması için, bu yeni toplumsal düzen içerisinde, insanın insan tarafından yönetilmesinin henüz ortadan kalkmadığı bu koşullar içerisinde, kadının iktidarda ne kadar pay sahibi olacağı önemlidir. Bu da demektir ki, kadının, cins bilinci temelinde kendi özerk örgütlenmesi (veya daha doğrusu, koca bir yeni toplumsal düzenden bahsettiğimize göre, sayısız tipte özerk örgütlenmeleri) olması zorunludur ki, partide, devlette, orduda, yargıda, hem gereken nicelikte var olma düzeyine erişebilsin, hem de kendi cinsel niteliğiyle yer alabilsin, yani kolektif bir toplumsal kuvvet olarak yer alabilsin. Kurulacak iktidardan ne kadar pay alınacağı, devrimin her alanında var olmak kadar, kendi maddi varlığını örgütlü biçimde ortaya koymuş olmakla (bir iktidar gücü haline gelmenin gereklerini yerine getirmiş olmakla) belirlenir.”[23]

Demek ki, demokratik devrimle politik iktidarın eşit ortaklığına erişecek ve cinsler arasındaki hukuki-siyasi eşitsizlikleri bir çırpıda silip atacak olan kadın cins, toplumsal devrimin sürekliliğinin öncüsü olma misyonunu en çok da devrimci iktidardaki pozisyonundan yerine getirecek, kadın devrimini sosyalist inşanın ve komünizm yürüyüşünün özsel bileşeni kılacaktır.

Dipnotlar

[1] Sema Duru Boran, Kadın Devrimi, Sosyalist Kadın No: 20, Güz 2017

[2] Sema Duru Boran, agk.

[3] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[4] Gazete Duvar, 15 Mayıs

[5] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[6] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[7] Sema Duru Boran, agk.

[8] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[9] Kadınların kent hakkı_ Kadınlara dayatılan toplumsal yeniden üretim yükü–Sendika.Org.html

[10] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[11] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[12] II. Komünist Kadın Konferansı Belgeleri

[13] II. Komünist Kadın Konferansı Belgeleri

[14] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[15] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[16] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[17] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[18] Türkiye’de kürtaj hizmeti_Fiilen yasak_TÜRKİYE_DW_18.01.2019.html

[19] Türkiye'de kürtajın tarihi_Ekmek ve Gül.html

[20] Türkiye’de kürtaj hizmeti_Fiilen yasak_TÜRKİYE_DW_18.01.2019.html

[21] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[22] Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

[23] Sema Duru Boran, agk.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi