“Ömrümüze koyduğumuz son nokta, attığımız son imza. Bu imzayı bir güzelliği nakşeder gibi, tarihe iz bırakır gibi derinliğine işlemek, ömrünün bütün anlamlarını barındıran bir ışıltıda nakşetmek de mümkün; kuma yazılan bir yazının dalgalarla savaşında yaşayabildiği kısalıkta bir iz bırakarak, unutulurcasına bir imzayı atmak da.”
2014 yılını 2015 yılına bağlayan gece, partisi MLKP’ye yazdığı mektupta, ölüm üzerine bu sözleri tarihe not olarak düşüyordu Yeliz Erbay.
Parti ismiyle Berçem Renas, söz konusu mektubunda ölüm ve yaşama ilişkin genel ilkelerini sıralamakla kalmıyor, kendi ölümü üzerine de yazıyordu. Ölüm karşısındaki dinginliğini anlattıktan sonra, “öyle hazır ki bilincim” diyordu. Hayatının her anını irade, akıl ve emekle örmüş bir kadın komünist olarak, “ölmeyi de en iyi şekilde başarmak” derdindeydi.
Yaşamın hakkını verdiği gibi, bir komünist olarak “ölümün de hakkını vermek” istiyordu. Elbette, “dövüşe dövüşe ölmek”ti istediği.
“Kadın cinsine dair tarihe altın yaldızlı sözcükler bırakabileyim. Kadın özgürlük mücadelesinin bir işaret fişeğine dönüşebileyim. Velhasıl bir kadın olarak, unutulmayacak bir ölümle ömrümü noktalamak istiyorum. Silinmeyecek bir imzayı nakşetme düşü bu. Ve bir kadın yoldaşımın yanı başına defnedilmek.”
Söylediği gibi oldu.
Tarihe sözüyle düştüğü bu nottan yaklaşık bir yıl sonra, 2015 yılının 22 Aralık günü bu kez eylemiyle not düştü. İstanbul’da yoldaşı Şirin Öter (Ekin Su) ile birlikte kaldığı ev polis tarafından kuşatıldı. İki komünist kadın bu kuşatmaya silahlı direnişle yanıt verdi. Berçem Renas ve Ekin Su, düşlerine, kendilerinden önce ölümsüzleşen yoldaşlarının anılarına ve mücadelelerine bağlılıklarını eylemleri ile de göstererek ölümsüzleştiler.
Berçem Renas, devrimci fikirlerle tanıştığı andan itibaren devrimci, kadın cins bilincini edinmeye başladığı andan itibaren de özgür bir kadın olarak mücadelesini her alanda sürdürdü.
Ölümsüzlüğe yürümesinin ardından yayınlanan “Özgür Kadının Ölümsüz Şarkısı” kitabında derlenen yazılarında, raporlarında özgür bir kimlik oluşturma çabasının her aşaması ve çabası yer alıyor.
O, kadın aklına güvenir. Kadınlara yoldaştır. Savaşçıdır.
“Mutluluğum, kadınlığım, cinsim, özgürlüğüm için işte, ölümü göze alırım. Bu kadar hayati, bu kadar önemli insan olabilmemiz için tüm bunlar. Çünkü bu kadar yakıcı bir sorun hala iliklerimizde. Her gün beş hemcinsimin erkek gericiliği nedeniyle ölümle tanıştığı bir coğrafyada, kadınlara özgürce kanatlanabilecekleri bir dünya sunmak için ölümü kucaklamışsın çok mu, asla değil. Kadın aklı, kadın yoldaşlığı ve savaşçılığı ile dopdoluyum.”
“Nasıl yaşamalıyım, nasıl var olmak istiyorum? Kadın kimliğimle anılmak istiyorum, bu konuda netim. Kadın militanlığının simgelerinden birine dönüşmek istiyorum… Kadın özgürleşmesiyle özdeşleşen bir özneye dönüşmek istiyorum.”
Türk ulusundan ve Sünni inancına sahip bir ailenin çocuğu olarak 2 Ocak 1978'de dünyaya gelen Berçem, 1998 yılının Mart ayında MLKP’nin Komünist Gençlik Örgütü’nün (KGÖ) üyesi olarak devrimci mücadeleye başladı. Aralık 2002’de MLKP üyesi oldu. Gençlik çalışmasıyla başlayan partili yaşamı, 2001 yılında yeraltı faaliyetinin ihtiyaçları nedeniyle başka bir seyre girdi. O sırada öğretmendi.
2001 yılından 2006 yılına kadar bir taraftan öğretmenlik yaparken, diğer taraftan da yeraltı çalışma alanının kurumlaşma ihtiyaçlarını karşıladı.
“Bu süreç devrimciliğimi yeniden kalıba döktüğüm, partili kültür, partili yoldaşlık ilişkileri bağlamında devrimciliğimi güçlendirdiğim, kendimin bile üzerine düşünmediğim yeteneklerimi açığa çıkardığım bir süreçti. Partili kimliğimi, aidiyetimi, yaşam disiplinimi, partiye katkı sunma gücümü kat kat artıran bir süreç yaşadım.”
Nisan 2008’de ise öğretmenlikten istifa ederek, tamamen yeraltı çalışmasına geçti. Bu kez yeni mücadele alanının ihtiyaçlarına göre kendini yeniden inşa etti. Bu inşanın zorluklarını yaşasa da, sürekli ileriye doğru hareket etmekten dolayı mutluydu, heyecanlıydı. Her yeni adımda, kendi durumunu gözden geçiriyor ve öğreniyordu.
Berçem, 2010 yılının Temmuz ayına kadar bu çalışma alanında kaldı. Bu dönemdeki çalışmaları için “olanaksızlıklar içinde devrimcilik üretme gücüm arttı” diyordu. Bu sürede bir taraftan da teorik olarak kendini eğitti. Özellikle politik askeri cephenin sorunları üzerine yoğunlaştı, okudu, yazdı, dünya deneyimlerini inceledi.
2007 yılının başında başlayan, 2009 yılının sonlarında üst noktaya çıkan ilgisi ve yoğunlaşması, kadın kimliğini keşfettiği ve kendine herhangi bir komünist olarak değil, kadın komünist özne olarak rol biçmeye yöneldiği tarihsel bir kesit oldu.
Aynı dönemde hapishanedeki bir kadın yoldaşıyla yazışıyordu ve onun yönlendirmesiyle kadın özgürlük mücadelesi konulu kitapları okumaya yöneldi. Ancak kadın özgürlük mücadelesinin gelişim sorun ve ihtiyaçları, MLKP’nin 2009 yılında toplanan 4. kongresinden sonra “kendisine sorun ettiği temel konulardan” biri haline geldi.
MLKP, 4. Kongresi için “değişim ve dönüşüm kongresi” tanımını yapmıştı:
“MLKP 4. Kongresi, değişim ve dönüşüm kongresidir; mücadele araç ve biçimlerine bakışta, örgüt araç ve biçimlerine bakışta, örgütlenme modellerine bakışta, kadın sorununa ve komünist partilerde kadın önderler geliştirme sorununa bakışta, kendi tarihine bakışta, devrimci hareketin tarihine ve geleneksel şekillenişine bakışta, devrim ile karşıdevrim arasındaki çarpışmanın diyalektiğine bakışta kurucu tipte bir kopuş kongresidir. 4. Kongre, aynı zamanda, bir çözüm kongresidir.”
Berçem de, partisinin ve devrim mücadelesinin yeni ihtiyaçlarına göre kendini yeniden inşaya girişmişti. Cins bilinci güçlendikçe, kadınların askeri alanda var olmasının zorunluluğu düşüncesi daha da berraklaştı. Kadın ve zor aygıtları, askeri alan konulu yazılar yazmaya, okumalar yapmaya yoğunlaştı. Bu çalışmaları yaparken, kendi durduğu yeri çokça tartıştı. Bu konu onun için artık bir vicdan meselesi haline geliyordu.
“Hem partili kadınları askeri çalışmaya, zorun aygıtlarını kullanmaya çağıran çokça yazı yazıyordum, hem de kendi durduğum zemin bu değildi. Bu beni rahatsız ediyordu.”
Bu durumu bir çelişki olarak görüyordu ve iç tartışmalarını yoğunlaştırıyordu. Çünkü söylediğini yapmak, söylediği gibi yaşamak onun hayatının en temel ilkesiydi.
“Bir dönem sonra ise, kadın ve politik askeri çalışmaya dair yazmak istemiyordum. Dışarıdan konuşmak gibi geliyordu, yazdıklarıma hakkım yokmuş gibi geliyordu. Önce kendim yapmalıydım, yaşamalıydım yazdıklarımı.”
Dediği gibi yaptı, politik askeri cephenin bir kadrosu olmak üzere 2010 yılının Temmuz ayında MLKP’nin Medya Savunma Alanları’ndaki kampına gitti. Böylece hem vicdanının sesini dinlemiş oldu, hem de partisinin 4. kongresinde alınan kararlara uygun olarak devrimciliğini yeniden inşa etti. Komutanlık ve yönetici sorumluluklar üstlendiği FESK'te yeniden gelişimin öncülerinden oldu. Savaş hazırlıklarında ölümsüzleşen Yılmaz Selçuk yoldaşının Akademi'deki soyismi Renas'ı kendisine soyisim olarak seçti.
Heyecanlıydı ama kaygılardan uzaktı. Çünkü bireysel yaşamı, kadınların her şeyi yapabildiğinin pratiğiydi. Dağlara da bilmediği bir şeyi öğrenmek için gidiyordu ve “Bir kadın olarak yapamadıklarımın altında ezilmemeye kararlıydım” diyordu. Eksikliklerine takılmadı, her zaman hatalarını bulmaya, daha iyisini yapmaya yöneldi.
Politik askeri cephenin bir kadrosu olma yolunda attığı ilk adımda taşıdığı bu duygu, tüm hayatı boyunca kendisini yönetti. Böylece yılmadan öğrendi ve öğretti.
Yüzünü dağlara ve devrimci mücadelenin bir başka alanına çevirerek özgürleşmek için büyük bir adım atmıştı. Ancak kadın özgürleşmesi bakımından hala daha yolun başında hissediyordu kendini. Birincisi; özgürleşmenin kopuş ile birlikte bir süreç olduğunun farkındaydı. İkincisi de; erkek aklının ve kurallarının hakim olduğu bir alanda kadın tarzını yaratma sorumluluğunu taşıyordu. Bir yandan “askeri kuralları” uygularken, diğer yandan “kadın tarzını yaratmak” nasıl olacaktı? Devrimci mücadelesine bir gerilla olarak devam etmeye başladığı andan itibaren yanıtını vermeye çalıştığı soruydu bu.
“Emir kipiyle konuşmak” karakterine aykırıydı. Her pratiğinde, karşısındaki yoldaşına bir birey olduğunu hissettiren bir dil kullanmıştı. Çünkü bunu “insani bir nezaket ve eşit ilişkilenmenin bir biçimi olarak” görüyordu. Şimdi ne yapacaktı? Nasıl yapacaktı? “Hiçbir erkeğin yaşamayacağı bu sorunlar, askeri alanda kendini bir kadın olarak var edebilmenin sorunları olarak kuşatıyordu” onu.
İlk dönemlerde önce iyi bir asker olmak isterken, artık komutanlaşma hedefine yürüyordu. Her adımda kendindeki gücü ve yetenekleri keşfediyordu. Elbette, tüm bu adımları atarken zorlandığı anlar da çok oldu.
“Alanda ilk zamanlarda can sıkıcı duygular da yaşadım. Çalışmayı ilgilendiren ve önemli görülen işlerde erkek yoldaş denli muhatap alınmayışım, rapor, arşiv türünden teknik işlerin benim üzerimden yürümesi, bu alanda hangi işlevle tutulduğuma dair iç tartışmalara neden oldu. Ya da aynı organda yer almamıza rağmen, erkek yoldaşla paylaşılan bazı bilgilerin bana aktarılmasında eksik davranılması karşısında, erkek yoldaş gibi komutan olarak görülmediğim duygusu oluştu. ‘Hazırlan, şu dersi sen vereceksin’ denildiğinde, hazırlık yaptığım ve dersi vermeye başladığımda ise bana söz hakkı bırakmadan konuları kendisi tartıştırma, yöntemi kendisi belirleme pratiğine girildiği durumlar karşısında zorlandım.”
Ancak Berçem Renas pes etmedi, tartıştı, değiştirmeye çalıştı. Erkek aklının çalımları karşısında duygularını da yönetmeyi öğrendi.
Karşılaştığı her sorunu “cins mücadelesini bir üst boyuta sıçratmanın bir gerekliliği” olarak gördü. Kadın yoldaşlara daha fazla zaman ayırması gerektiğini fark ediyordu ve “Değiştiremediğin, yeterli bilinci oluşturamadığın için hep eksik bırakmış oluyorsun, daha fazlasını yapman gerektiğini görüyorsun” diyordu.
Özgür Kadının Ölümsüz Şarkısı kitabında yer alan raporunda, kişisel tarihi bakımından, “2011 ise kadın kimliğini yaratmanın, cins mücadelesi yürütmenin kolektif sorumluluğunu hissetmeye başladığım tarih kesiti oldu” diye yazıyordu.
“Her şey bitti mi?” sorusuna, “Elbette hayır. Her şey nasıl ki olmakta olansa, özgür kadın kimliğim de olmakta olan” diyordu.
Bu nedenle Berçem, hayatın her anını erkek egemenliği ile mücadeleye, kadın aklı ve iradesinin güçlenmesine adadı. Kadın özgürleşmesinden sadece kendi özgürleşmesini anlamıyordu. Kadın yoldaşlarından başlamak üzere tüm kadınların cins bilincini kazanması için sorumluluk duyuyordu.
Bu nedenle yoldaşlarına emek harcadı. Yoldaşlarının ruhuna dokunmayı bilirdi. İnsana, yoldaşlarına iyi gelirdi. Sınırsızca paylaşımı ile sarıp sarmalardı. Yoldaşlarının eylemde güven, huzur ve soluklanma alanıydı. Her kim ki bir sorun yaşasa, çözüm merkezi muhakkak Berçem olurdu. Çözücü ve birleştirici olandı. Ona göre, doğru bir yöntemle değiştirilmeyecek insan yoktu. Her yerde bir emeği vardı, tanıdığı her yoldaşında derin izleri.
Bir kadın için güçlü olmanın en önemli yanının duygularını yönetmesi olduğunu vurgulardı daima. Ancak kadınların duygulu olması gerektiğini de eklemeyi unutmazdı. Duygulu olmakla, duygusal olup duyguları yönetememenin farklılıklarını anlatırdı.
Kadınların, erkek iktidarlar karşısında örgütlenmesinin zorunlu olduğunun farkındaydı. Bu nedenle de MLKP’nin Komünist Kadın Örgütü’nün kuruluşu ile sonuçlanan Komünist Kadın Konferansı’nın örgütlenmesinde büyük bir mutluluk ve heyecanla sorumluluk aldı. Konferansta tartışılan teorik ve siyasi konuların belirlenmesinde ve tartışma metinlerinin hazırlanmasında emeği büyüktü. Konferansta büyük bir coşku ve heyecanla konuştu, çünkü kadınlara, kadın yoldaşlarına güveni sonsuzdu.
“Bugüne değin tarihin tozlu sayfalarında bir yer bulamadık kendimize. Ancak bundan böyle, kadın cinsine tarihte biz bir yer açacağız. Gezi ruhuyla, ayaklanmanın ateşiyle, devrimin yakıcılığıyla, tırnaklarımızla var edeceğiz tarihteki yerimizi ve söküp alacağız gelecekteki hakkımızı. Erkeğin kadını hiçleştirmesine karşı, özgürleşmenin araçlarını kura kura, bizi özgürleştiren araçları elimize alarak, emekle, iradeyle, zorla kendimize yer açacağız. Yıkmanın ve yeniden kurmanın bütün araçlarını kuşanarak yürüyeceğiz bundan böyle.”
Ayrı bir kadın örgütünü, “Kadın aklının, emeğinin, üretiminin, iradesinin erkek denetiminden özgürleşmesi” için şart ve zorunluluk olarak görüyordu.
“Kadın örgütü zorunluluktur, çünkü erkek egemenliğine karşı mücadele tekil değil, sistematik ve örgütlü bir mücadele sorunudur, örgüt sorunu, komuta sorunudur. Politik askeri mücadele cephelerinde bu daha da geçerlidir, çünkü erkeğin en örgütlü olduğu alanda örgütsüz olmak, kadını daha da zayıflatır.”
Onun için kadın devrimi, cins ayaklanmasıydı. Kitapta yer alan notlarında “kadın devrimi”ne ilişkin şöyle yazıyordu: “Kadın devrimi, güçlü bir kadın iradesini ve onun önderlik ettiği devrimci bir cins politikasını şart koşar. Erkek egemenliğiyle kesintisiz savaş içeren politikaları zorunlu kılar. Bu devrim, kadın cinsinin erkekle tam eşitliği sağlanıncaya kadar sürdüreceği cinsel özgürlük mücadelesidir.”
“Devrim, bir altüst oluşsa eğer, kadın devrimi birkaç altüst oluş demektir” diyordu.
Onun için kadın mücadelesinin ana halkası “cinsel özgürlük”tü. “Cinsel özgürlük kadının bedeni, doğurganlığı, aklı, istekleri, yaşamı vb. üzerinde özgürce karar verebilmesi, kendi iradesini kullanabilme özgürlüğüdür. Cinsel özgürlük, dar anlamda cinselliğini yaşama özgürlüğü olarak algılanmamalıdır. Kadının, kendi bedeni üzerinde söz-karar-denetim hakkı olarak anlaşılmalıdır.”
“Erkekleşmiş kadın” sorununa da kafa yoruyor ve bu konuda uyarılarda bulunuyordu:
“Amacımız erkek bilinciyle kuşatılmış, yer yer onun taklitçileri olan, erkekleşmiş kadını iktidarlaştırmak değildir. Politikayı, savaşı, çalışma yaşamını, sosyal yaşamı, yani hayatın her alanını kadın gözüyle ele alan ve kadın yararına değiştirmeyi isteyen, önderleşen ve komutanlaşan kadın bilincini örgütleyebilmek, her alanda kadın aklını, tarzını, ruhunu ve rengini hakim kılmaktır.”
Askeri eğitimlerdeki tipik erkek egemen yaklaşımlarla mücadele temel gündemiydi. Her alanda olduğu gibi politik askeri cephede de bir kadın tarzının yaratılması gerektiği üzerine düşünüyordu. Bu alandaki erkeklik hallerini, hem kendi deneyimi hem de kadın yoldaşların deneyimi üzerinden tek tek not alarak, nasıl mücadele edileceği üzerine yoğunlaşıyordu.
Yazılarında kadınların askeri mücadele araçları ile kurduğu ilişkiyi ele alırken, “askeri politik savaş örgütü yaratmada cins bilincinin rolü”nü özellikle incelemişti.
“Kadının insani niteliklerle yüklü o güçlü özünü açığa çıkarmanın tek yolu, kendi cinsine ve bilincine yüzünü dönmesidir. Askeri-politik kadın öznelere dönüşmenin yolu, olay, olgu ve gelişmelere herhangi bir komünist gözüyle bakmaktan değil, kadın komünist gözüyle bakmaktan geçer. Her şeyi cins bilinciyle yüklü bir akılla görmek, kadın görüş açısından sonuçlar çıkartmaktan, hemcinsleri ve erkek cinsiyle kadın bilinciyle ilişkilenmekten geçer.”
Kadın önderleşmesi, üzerine düşündüğü, yoğunlaştığı ve tartıştığı konuların başındaydı.
Ona göre, “Adımını attığı her alanı sürükleyen, örgütleyen ve öne çıkaran bir özne haline geliyorsa bir kadın, önderleşmeye yürüyor” demekti. “Ayak bastığı çalışma alanında devrimciliği örgütleme, zayıf olan ne varsa yıkıp devrimci çalışmanın ihtiyacına denk düşeni kurma yeteneği gösterebiliyorsa, önderleşme gücü var”dı.
Özgürleşmiş militan devrimcilikte, “adanmışlık” olduğunu yazıyordu bir yazısında. Onun için partiyle bütünleşme özgürleşmenin bir başta adımıydı.
“Bu nedenle canı istemese de parti yararına olacağını bildiği bir şeye yöneliş, parti amaçlarına bağlılık vardır. Ruhunu, onu köleleştiren bütün bağlardan kurtarmaya yöneliş ve partili emellere adayış vardır.”
Bu kendinden vazgeçiş midir? Hayır. “Özgürleşmeyi, sınırsızlığı tercihtir.”
Ölümsüzleştiğinde MLKP FESK komutanı olan Berçem Renas, söylediğini yaptı; komünist bir kadın komutan olarak varlığını gerçekleştirdi ve bunu eylemiyle yarattı.
“Egemen Türk ulusuna mensup bir kadın olarak, egemen ulustan olmama karşın neden devrimcileşmek gerektiğini tüm benliği ile anlatan, bütün kadınların yüreğini ve aklını aydınlatan bir güç olarak anılmak istiyorum. Kadın özgürleşmesiyle özdeşleşen bir özneye dönüşmek istiyorum.”
Özgürleşme yolunda ilerleyen tüm kadınlara, eylemi ve sözü ile yoldaş oldu.