“Faşizm, doğrudan mali sermayenin iktidarıdır. İşçi sınıfına, köylülüğün ve aydınların devrimci kesimlerine karşı terörcü baskının örgütlenmesidir. Dış siyasette, diğer halklara karşı bayağı nefreti aşılayan şovenizmin en kaba biçimidir.” Georgi Dimitrov
Balkan ülkesi Bulgaristan'da 19 Haziran 1923'ten 9 Eylül 1944'e kadar kesintisiz biçimde sürdürülen faşizme karşı mücadele, günümüz açısından da önem taşıyan sayısız deneyi içinde barındırıyor. Bulgaristan, faşizm karşısında birleşik mücadelenin yürütülmesi, bunun örgütsel formunun yaratılması, ilkeli bir birlikteliğin nasıl örülebileceği ve zorlukları, toplumsal ve ulusal mücadelelerin buluşma zeminlerindeki olasılıklar ve de siyasette esnemenin sınırları üzerine teorik çözümlemeler ve deneyimler sunuyor bize.
1923 Faşist Darbesi Ve Gelen Günler...
Birinci emperyalist paylaşım savaşı döneminde himayeci bağımlı burjuva iktidarının politikalarıyla yarattığı yoksulluk, Çiftçi Birliği'nin toplumsal tabanını genişlettiği gibi, burjuvaziye karşı öfkeyi de belirginleştirmiştir. 1913 ve 1918 savaşları işçi, köylü, esnaf, memur ve aydınlar için tam anlamıyla ekonomik yıkım yaratmıştır. Ve oluşan hoşnutsuzluk devrimci potansiyelin büyümesi anlamına gelmektedir.
1918'de Selanik Cephesi'nde bulunan askerlerin çoğu başkaldırıp Sofya'ya doğru yürüyüşe geçerler. Köstence'de ordu karargahını ele geçiren askerler, cumhuriyeti kurduklarını ilan ederler, ancak cephe gerisinde yeterince desteği bulunmayan ve siyasal önderlikten yoksun olan bu hareket yenilgiye uğratılır. Savaş yenilgisi ve toprak kaybı ekonomik bunalımla birleşince, grevler yaygınlaşır. Kitle tabanı ve desteği genişleyen Çiftçi Birliği ise seçimlerde büyük başarı kazanır, hükümete gelir.
Çiftçi Birliği, orta ve yoksul köylülüğü egemen büyük burjuvaziye ve toprak sahiplerine karşı seferber etmeyi başarsa da, gerçek anlamda bir iktidar oluşturamaz. Toprak mülkiyetini sınırlamakla ve tazminatlı toprak reformuyla yetinir. Zira kır ve kent arasındaki çelişkilerin toplumsal ilerlemenin ana unsuru olduğuna inanmakta ve köylülüğü bir bütün olarak kabul etmektedir. Burjuvazi ve büyük toprak sahipleri karşısındaki bu tutarsızlık Çiftçi Birliği'ni burjuva politikalarına açık hale getirmiştir.
1921'de eski burjuva partiler Çiftçi Birliği hükümetine karşı birleşerek “Anayasal Blok” adıyla bir ittifak geliştirirler. 1922'de kurulan “Milli Birlik” faşist ittifakı ise sermayedarların, gerici politikacıların, şovenist subayların ve Alman işbirlikçilerinin çatı örgütüdür.
Faşist Beyaz Muhafız çetelerinin de desteğiyle faşist blok, 1922 baharında Çiftçi Birliği’ne dönük ilk darbe girişiminde bulunur. Bu darbe girişimi kitlesel karşı duruş sayesinde püskürtülür.
Ve Çiftçi Birliği, Kasım 1922’de, ülkeyi 1913 ve 1918 savaşlarına sokarak ulusal yıkıma neden olanların yargılanması için referanduma gider. Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) de bunu destekler. Çiftçi Birliği, referandumda kazanılan başarı üzerine, faşist bloku ve burjuvaziyi iyice gerilettiği yanılgısına kapılır. Bunu izleyen gelişmeler, Gramsci’nin, İtalya’daki deneyimin süzgecinden geçmiş şu tespitini bir kez daha doğrulayacaktır: “Faşizmin tasfiyesi, parlamenter entrikalar düzleminde gerçekleştirilemez; bu düzlemde ancak, burjuvaziyi tepede, silahlı faşizmi onun hükümetinde bırakan bir uzlaşma olabilir.”
Bulgaristan'da silahlı faşizmin devreye sokulması uzun sürmemiştir. Çiftçi Birliği hükümeti 9 Haziran 1923'te askeri-faşist bir darbeyle devrilir, yerine faşist diktatörlük kurulur. “Milli Birlik” ve “Anayasal Blok” partileri tarafından oluşturulan faşist hükümet ilan edilir. Böylelikle burjuvazinin çıplak faşizmi Bulgar halkının üzerine çökmeye başlar. Çiftçi Birliği ile BKP arasındaki siyasi kopukluğun ise faşist darbecilerin işini kolaylaştırdığını belirtmek gerekir.
“Tarafsızlık” Yanlışından Eylül Ayaklanmasına
9 Haziran faşist darbesine yoğun tepki gösteren halk tüm kent ve köylerde aktif savunmaya geçmiştir. Faşist darbe, Çiftçi Birliği ile BKP’nin yerel örgütlerini ve tabanlarını fiilen birleştirmiştir. Fakat tabanda bu durum yaşanırken, BKP MK imzasıyla, tarihsel olarak büyük bir hata kabul edilecek ve sonraki yıllarda özeleştirisi verilecek olan açıklama yapılır. Açıklamayla, “darbe, burjuvazinin bir baskıcı rejiminden diğerine geçişidir” denilip, kent ve kır burjuvazisi arasındaki mücadelede taraf tutulmayacağı duyurulur. Bu “tarafsızlık” tutumu, faşist darbeye karşı sokağa çıkan BKP tabanının da geri çekilmesi anlamını taşımaktadır.
Böylelikle BKP MK, süreci okuma ve faşist saldırganlığın gelişim seyrini çözümlemede parti kitlesinin gerisine düşmüştür. Üstelik faşizme karşı işçiler ve köylüler arasında birleşik bir cephe oluşturma fırsatı da kaçırılmıştır. Faşist darbeciler ise salt bir hükümet değişikliği hedefi taşımadıklarını hızla gösterecekler, başbakan Stambulski'nin de içinde olduğu binlerce Çiftçi Birliği üyesini ve komünisti katledeceklerdir. Halk, binler halinde tutuklanarak, işkencelerden geçirilecektir.
BKP MK tarafından açıklanan “tarafsızlık” kararı, parti üyelerince ve daha sonra Komintern tarafından eleştirilere konu olmuştur. Bu karar, “dar sosyalist” anlayışın oluşturabileceği tarihsel yanılgıların da somut ifadesidir. Faşist darbenin hedefinde esasında işçi ve emekçilerin, devrimci dinamiklerin olacağını, darbeyle faşizmin egemen sınıflar bakımından tüm riskleri ortadan kaldırma yoluna gideceğini görememe halidir söz konusu olan. Faşizmin böylesi dönemlerinde müdahalesizlik ve politikasızlık, fiilen onun zaferini kolaylaştırmak anlamına gelecektir.
Ağustos 1923'de, BKP MK'da çoğunluğun “tarafsızlık” kararını eleştirenlere geçmesiyle, “Birleşik Cephe üzerine yeni anlayış” açıklanır. Faşist iktidara karşı bir işçi-köylü hükümetinin kurulmasını hedefleyecek silahlı antifaşist ayaklanmanın hazırlıklarına hızla başlanması kararıyla acil görevler belirlenir. İşçilerin, köylülerin, emekçi halkın birleşik cephesinin kurulması, halkın faşist terörizme ve kapitalizmin şiddetli saldırısına karşı kitlesel biçimde seferber edilmesi, kitle ayaklanmasının askeri yönden planlanması ve ordu içinde de antifaşist illegal çalışmanın yürütülmesi görevleri, BKP üyelerinin önünde duran en acil görevlerdir.
İlk aşamada, Çiftçi Birliği üye ve tabanında BKP'ye karşı oluşan önyargıların ve mesafenin kırılması gerekliliği de ortaya çıkar. BKP güçlerinde ayaklanmayı örgütleme istek ve iradesi çok güçlüdür. Siyasi, örgütsel ve askeri hazırlıklar hızla başlatılıp büyütülür. Çiftçi Birliği'nin sol kanadı ile “Faşizme Karşı Birleşik Cephe”nin kurulması görüşmelerine hız kazandırılır.
Faşist rejim de boş durmaz, 12 Eylül 1923’de BKP üye ve kadrolarına yönelik kitlesel tutuklama saldırıları başlatır ve BKP’yi yasaklar. Saldırıların başladığı sırada Birleşik Cephe için anlaşma da sağlanmıştır. Bu sırada Çiftçi Birliği’nin sağ kanadı ise çar ve karşıdevrimcilerle işbirliği halindedir.
Faşist diktatörlüğün tüm saldırı ve engelleme girişimlerine rağmen, 23 Eylül 1923’te ayaklanmanın startı verilir. Ayaklanmanın ana planı, Sofya dışındaki bölge ve kentlerde tüm devlet kuruluşlarının ele geçirilerek denetimin sağlanması ve ardından Sofya’nın kuşatmaya alınarak düşürülmesi üzerinedir. Faşist diktatörlüğün askeri karargahlarının etkisizleştirilmesi ve bağlantı yollarının kesilmesi, sabotajlar yoluyla hareketinin sınırlanması tarihi önemdedir. Başkent Sofya bu açıdan da önemli bir adres olarak öngörülmüştür. Ayaklanmanın ilanıyla beraber Sofya’da yapılacak eylemler ve özellikle diğer bölgelerle bağlantı yollarına dönük sabotajlarla, faşist askeri güçlerin ayaklanma merkezlerine takviyesinin önlenmesi hedefi güdülür.
Ayaklanmanın merkezi konumundaki bölge Kuzeybatı Bulgaristan’dır. Burada ayaklanma başarıya ulaşır ve yerel işçi-köylü devrimci yönetimi kurulur. Birçok bölgede de halkın örgütlendiği kahramanca direnişler sayesinde kazanımlar sağlanmıştır. Blagoevgrad’da başarılı olunmuş, Razlog’da askeri garnizon ele geçirilerek kızıl bayrak dalgalandırılmıştır. Ancak Razlog’da, ayaklanma öncesi tarafsız kalacağı sözünü veren İç Makedonya Devrim Örgütü’nün[1] sağ kanadının faşist darbecilerle işbirliği yapması, başarıyı tersine çevirmiştir.
Sofya’da ise ayaklanmanın ilanına iki gün kala gerçekleşen ihanet sonucu, Sofya Askeri Devrim Komitesi ağır bir darbe alır, birçok üyesi tutuklanır. Geride kalan üyeler, ayaklanmayı iki gün erteleme kararı alırlar. Tamamen vazgeçiş olmasa da, bu iki günlük erteleme başarısızlığı da beraberinde getirir. Ayaklanma işaretini bekleyen kitleler şaşkınlık yaşar ve bu durumdan yararlanan faşist iktidar hızla askeri kuvvetlerini ayaklanmanın başladığı ana merkezlere yönlendirir.
Dünyada bir komünist parti tarafından örgütlenen ilk antifaşist ayaklanma olma özelliği de taşıyan 23 Eylül ayaklanması, donanım ve silah bakımından muazzam eşitsizliğe rağmen, 15 gün kadar devam etmiştir. Faşist iktidar ayaklanmayı bastırmak için eski Wrangelci Beyaz Muhafızları kullanmıştır.
Ayaklanmanın başarılması halinde hedeflenen demokratik dönüşümler şöyledir:
-Düşmanın silahsızlandırılması, işçi ve köylülerin silahlandırılarak bir halk ordusunun kurulması,
-Küçük toprak sahibi ve topraksız köylülerin çıkarına kesin bir toprak reformunun yapılması, köylüler ve diğer emekçilerin çıkarlarının teminat altına alınacağı işçi-köylü ittifakının sağlanması,
-Sınai üretimin ve ticaretin denetlenmesi, kapitalistlerin politik ve ekonomik iktidarına karşı tedbirler alınması,
-Monarşinin kaldırılması.
Ayaklanma öncesi Birleşik Cephe’nin oluşturulmasına dair BKP ve Çiftçi Birliği arasında anlaşma olsa da, bunun yerel ayaklarının örülmesi, aynı zamanda kitlelerin cephe organlarında örgütlenmesi henüz sınırlı düzeydedir. Askeri bakımdan da stratejik ve taktik hatalar söz konusudur ve düşman bunlardan yararlanmasını bilmiştir. Yine içteki ihanetler, ajan sızmaları ve provokasyonları da ciddi kayıpları kaçınılmaz kılmıştır. Binlerce şehidin verildiği ayaklanma zaferle sonuçlanmamasına karşın, halk ve faşizm arasında kapanmaz bir uçurum oluşturmuş, işçi ve köylü kitlelerinde birleşik bir cephe kurmanın zorunluluğu fikrini güçlendirmiştir.
Kuzeybatı Bulgaristan’ın komutanlığındaki Dimitrov ve Genov, yenilginin kaçınılmazlığını gördüklerinde, geri çekilme emri verirler ve Bulgar halkına şöyle seslenirler: “Başlarınızı yukarı kaldırın! Beyaz Muhafız güruhunun iktidardan düşürülme korkusuyla aldığı kanlı intikamı, emekçi Bulgaristan’ın savaşçı ruhunu yok etmeyi başaramayacaktır. Yenilgi bize yenmeyi öğretecektir. Her şeye rağmen, Bulgaristan’da bir işçi ve köylü hükümeti kurulacaktır.”
“Yenilgi Bize Yenmeyi Öğretecektir”
Ayaklanma sonrası faşist saldırganlık dizginsiz biçimde tırmandırılır. Hakkında tutuklama ve ölüm kararları verilen yüzlerce BKP üyesi yurtdışına çıkar ya da illegal koşullara geçmek zorunda kalır. İşsizlik çığ gibi büyürken, işçilerin çalışma saatleri keyfi biçimde uzatılır, mevcut iş yasası dahi işletilmez. Patronlar ve borsa spekülatörleri önündeki tüm engeller kaldırılır, küçük işletmeler ile zanaatkarlara yapılan küçük yardımlar ise hasıraltı edilir. Büyük toprak sahiplerine köylülerin işledikleri topraklardaki ürünlere el koyma hakkı tanınırken, yoksul köylüler topraktan yoksun bırakılır. Yiyecek, giyecek ve yakacak ürünlerinin fiyatlarında yapılan spekülatif artışlarla, halk açlıkla terbiye edilmeye çalışılır.
Tüm saldırganlığına karşın, geniş bir kitle dayanağı oluşturamayan faşizm, parlamentoyu tamamen feshetme yoluna gitmez. Üstelik kendi kampında bulunan iç çelişkileri de çözemez.
BKP, 1924-25 yıllarında, faşist teröre karşı koymak üzere askeri örgütünü yeniden yapılandırmış ve partizan müfrezelerinin oluşturulmasına girişmiştir. Tüm il örgütlerini beş askeri bölge örgütü, Kuzeydoğu, Kuzey, Kuzeybatı, Sofya ve Güney olarak birleştirmiştir. Bölge askeri örgütlerinin yönetici organı merkezi kurul ise başkent Sofya'dadır.
Askeri yapılanmada, temel savaş birimleri altı kişilik gruplardır. Altışar kişilik dört grup bir milis birliğini oluştururken, dört milis birliğiyse bir taburu meydana getirmektedir. Her taburun ayrı ayrı oluşturulan kendi karargahlarının komutanları, genellikle askeri deneyimi olan emekli subaylardır. Buna karşın, BKP yönetiminde hissedilen “dar sosyalist” bakışın tümden aşılamaması temel bir sorundur. Bu durum askeri örgütün faaliyetlerinde de yansımasını bulur. Tek tek askeri eylemlerle yürütülen kent gerilla savaşı faşizmin ağır saldırılarıyla karşılaşır. Bu arada, hedef saptamasında vahim bir hata yapılır. 15 Nisan 1925'te Sofya Katedrali'ne yönelik bombalı saldırı, partiye ağır bir darbe indirilmesine ve önderliğin bölünmesine yol açar.
Faşist rejimin en büyük yardımcı örgütlerinden biri, Sofya'daki “12'ler Cemiyeti” denilen Boil'dir. Gizli monarşist Askeri Birlik tarafından kontrol edilen ve faşist burjuva çevrelerce desteklenen örgütün saflarında, komünistlerden nefret eden asker ve subaylar vardır. Bunlar özellikle suikast saldırıları düzenlemektedirler.
Geniş emekçi kitleler içerisinde giderek güçlenen Birleşik Cephe ile antifaşist mücadelenin başarılacağı inancına karşın, BKP’de yaşanan iç krizler ve ideolojik tartışmalar kitlelerle geniş bağlar kurmanın da engeli durumundadır. Fakat 20 Şubat 1927'de işçi ve emekçilerin legal örgütü olarak İşçi Partisi'nin (İP) kuruluşu, dönemin önemli adımlarından olur. BKP öncülüğünde hareket eden İP, kısa sürede kitlelerle bağlarını güçlendirir ve etkinliğini artırır. Sendikalar yeniden kurulur, legal çalışma olanakları genişletilir.
1929'da dünyada başlayan ekonomik kriz, ülke ekonomisini de ciddi düzeyde etkiler. Kitlelerin büyüyen hoşnutsuzluğu ve artan grevler karşısında burjuvazi, Çiftçi Birliği temsilcilerinin de bulunduğu bir koalisyon hükümeti kurmak zorunda kalır. Bu, burjuvazinin iktidarını korumak adına, kitlelerin öfkesini yatıştırmanın, içini boşaltmanın yolu olarak başvurduğu dönemsel taktiklerinden biridir.
1931-1934 yılları arasında hükümet, “Milli Birlik” ve “Anayasal Blok” partilerinin oluşturduğu “Demokratik Birlik”ten, faşist olmayan partilerin oluşturduğu ve siyasal çoğunluğunu Çiftçi Birliği'nin meydana getirdiği “Milli Blok”a geçer. 21 Nisan 1931 parlamento seçimlerine kendi başına katılan İP ise meclise 31 temsilcisini göndermeyi başarır. 1932 yerel seçimlerinde İP, başkent Sofya'da “Milli Blok”tan iki kat fazla oy alır. İP'in sağladığı bu başarı burjuvazi için şaşkınlık ve şok nedenidir. Kapitalist bir ülkenin başkentinde komünistlerin yerel yönetimi kazanmasını kabul edilmez bulan faşist burjuva iktidarı, seçimleri geçersiz sayar. Parlamento tasfiye edilmemiş olsa da, esasen iktidarda olan çar ve onun faşist yapısıdır. Seçim sonuçları üzerine, İP ve sendikalara dönük yoğun bir saldırı dalgası başlatılır.
19 Mayıs 1934'te ise Askeri Birlik, muvazzaf ve emekli subaylar ile burjuva aydınların bir bölümünün birleşerek oluşturduğu Zveno Politik Birliği'nce yeni bir askeri darbe yapılır. Darbeyle, Turnovo Anayasası kaldırılarak meclis dağıtılır ve siyasi partiler yasaklanır. Halka uygulanan açık terörün devamında, 1935'de alenen monarko faşist diktatörlük kurulur.
Söz konusu faşist darbenin nedenleri ve sonuçları bakımından Dimitrov'un, “Eğer yönetici burjuvazi erken bir devrimin patlak vermesinden korkuyorsa, faşizm sınırlandırılmamış olan siyasal tekelini kurar. Bunu ya hemen ya da rakip parti ve gruplara karşı terör yöntemini ve kan kusturmayı artırarak yapar. Kendi durumu özellikle açıklığa kavuşunca, bu durum faşizmin, kendi temelini genişletmesini ve sınıfsal yapısını değiştirmeksizin açık terörist diktatoryayı kaba ve uydurma bir parlamentarizmle birleştirmesini engellemez” belirlemesi yeterince açıklayıcıdır.
Nazi İşgalinde Bulgaristan
Çar III. Boris'in faşist rejimi, ordu, polis ve devlet bürokrasisine dayanmaktadır. Bulgaristan'da oluşturulan faşist iktidarın gelişimi, konumundan ve Nazi Almanyası'nın uzun vadeli planlarından bağımsız değildir. Balkanlar bölgesi coğrafi konumu itibarıyla Sovyetler Birliği'ne saldırı planları açısından stratejik bir üs olarak görülmektedir. Nazi Almanyası ile İtalyan faşizminin Avrupa kıtası ve özelde Balkanlar’da öngördükleri egemenlik politikalarını gerçekleştirmek için, en başta yerel ve kukla faşist iktidarlara ihtiyaçları vardır.
Çar Boris, faşist iktidarını maskelemek için, biçimsel parlamentarizme izin vermiş ve uluslararası politikada Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği ve müttefikleri arasında gidip-gelen bir “tarafsızlık” oyunu sahnelemiştir.
BKP öncülüğünde faşizme karşı sürdürülen kesintisiz mücadelenin en büyük destekçisi ise Sovyetler Birliği'dir. 1934 yılında Komintern Genel Sekreterliği görevini üstlenen Dimitrov, aynı zamanda BKP Dış Büro yönetimindedir. Ve onun oluşturduğu çizgi artık belirgindir. Nazi yayılmacılığına karşı, Bulgaristan başta olmak üzere Balkanlar, Sovyetler Birliği açısından da müttefik kılınma çalışmalarının ısrarla sürdürüldüğü bölge konumundadır. Faşist çarlık rejimi ise, ülke içinde sürdürdüğü kesintisiz saldırganlıkla, kapı kulluğu yaptığı Nazi Almanyası için güvenli bir üs oluşturma çalışmalarına hız kazandırır. 1940'ta Sovyetler Birliği'nin yaptığı hamleye karşı çar açık bir tutum almak zorunda kalır.
SSCB Dışişleri Halk Komiserliği sekreteri Arkadiy Sobolev Sofya'ya gelerek SSCB ile Bulgaristan arasında karşılıklı yardım ve dostluk paktı imzalama önerisini sunar. Çarlığın bu ziyareti kamuoyundan gizleme çabasına karşın, Dimitrov'un talimatıyla BKP ülke genelinde SB'yle paktın imzalanması kampanyasını başlatır. Bu kampanya kısa sürede BKP'nin öngörüsünün de ötesine geçerek, yüzbinlerce örgütsüz antifaşist ve Birleşik Cepheli yurtseverleri içine alır. Kimi Alman karşıtı burjuva parti vekilleri de desteklerini açıklar. Birkaç gün içinde ülke genelinde, “SSCB'yle pakt istiyoruz”, “Yaşasın SSCB ile birlik”, “Bulgar-Sovyet dostluk ve işbirliği için imza ver” sloganları yankılanır. Parlamentoda da destek açıklamaları yükselir.
Suçüstü yapılmışçasına afallayan ve büyüyen yoğun destek karşısında şaşkınlaşan faşist çarlık, ilk olarak, sahaya en azılı faşist gruplar olan Ratnikler (mücahitler) ve Lejyonerleri[2] sürer. Alman faşizmine bağlılıklarını kanıtlamak isteyen bu azılı faşistler, sokak ortasında katliamlar, eylemlere katılanlara saldırılar düzenlerler. Yapılan kitle eylemlerinde kürsüden konuşma yapan temsilciler özel olarak hedeflenir. Faşist çarlığın resmi güçleri de devreye girer, binlerce kişi tutuklanır. Kışlalar, askeri depo ve okullar tutuklama merkezlerine dönüştürülür. Sadece eylem ve etkinlikleri örgütleyenler değil, desteğini imza yoluyla açıklayan geniş halk kesimleri de saldırıların menziline sokulur.
Hitler Almanyası da kısa sürede duruma müdahil olarak, Bulgaristan başbakanını Salzburg'a gizli bir görüşme yapmak üzere çağırır. Ocak 1941'de, Hitler tarafından boyun eğdirilmiş diktatör, Bulgaristan'ın Üçlü Pakt'a[3] katılım talimatını verir.
1 Mart 1941'de Bulgaristan'ın Üçlü Pakt'a katılım anlaşması resmen imzalanır. Aynı gün Romanya'da toplanan Hitler'in öncü birlikleri Tuna Nehrini geçmiş ve 600 bin kişiyle Bulgaristan'a girmişlerdir. 6 Nisan'da ise Bulgaristan üzerinden Yunanistan'a saldırılar başlar. Faşist İtalya birlikleriyse aynı gün Yugoslavya'ya saldırırlar. On bir gün süren çatışmalar sonrası Yugoslavya ordusu teslim olur, Yunanistan ise 1 Haziran'da işgal edilir. Bulgaristan'ın işgali ve devamında Yunanistan ile Yugoslavya'nın işgali burjuva partiler üzerinde şok etkisi yaratmıştır. Çiftçi Birliği ile Zveno'nun çalışmaları durma noktasına gelmiştir.
BKP, zaman yitirmeksizin, işgalle birlikte faşizme karşı mücadelenin artık ikili bir boyut kazandığı tespitini yapmış, faşist işgale karşı mücadelenin ulusal özgürlük ve onur savaşı olduğunu, ülke faşizmine karşı mücadeleden bağımsız ele alınamayacağını belirlemiştir. Faşist Üçlü Pakt'ın Sovyetler Birliği'ne saldırı planlarını zayıflatıcı ve önleyici bir hazırlık ve hareket planının yapılması ise öncelik taşımıştır.
Faşizme Karşı Birleşik Mücadele Ve Zafer
22 Haziran 1941'de Sofya Radyosu'ndan, Sovyetler Birliği'ne dönük saldırının başlatıldığı duyurulur. Hitler'in ağzından yapılan duyuruda saldırının adı, “Doğuya yönelik tarihi yürüyüş”tür.
Aynı gün SSCB dışişleri komiseri Molotov şu açıklamayı yapar: “Bir zamanlar Napolyon'un da Rusya'ya karşı başlattığı savaşa halkımız anayurt savaşıyla cevap verdi ve Napolyon yenilgiye uğratıldı. Kızıl Ordu ve bütün halkın, yurt için, namus için, özgürlük için açacağı anayurt savaşı bir çağrıya, bir parolaya dönüşecektir. Davamızda haklıyız! Düşman yenilecek! Zafer bizim olacak!”
Dönemin ruhunu ve direnişin hangi çizgide örüldüğünü yansıtması açısından, uzun olması pahasına, Dimitrov'un 23 Haziran'da Bulgaristanlı komünistlere yolladığı talimatı anımsayalım. Dimitrov’un “Almanya'nın ansızın ve alçakçasına SSCB'ye saldırısı, yalnızca sosyalizmin ülkesine değil, bütün halkların özgürlük ve bağımsızlığına indirilmiş bir darbedir. Sovyetler Birliği'nin korunması, aynı zamanda Almanya'nın işgal ettiği ülkelerdeki halkların korunması demektir. Sovyet halkının savaşını kolaylaştırmak, Bulgar gericiliğinin anti-Sovyet planlarına karşı çıkmak, Alman faşizmine karşı savaşta Birleşik Cephe'yi güçlendirmek için, bağımsızlığı ve varlığı SSCB'nin zaferine bağlı olan Balkan halklarını köleleştirme çabasındaki Alman ve İtalyan haydutlarına karşı halkların uluslararası birleşik cephesini oluşturma hareketini genişletmek için bütün önlemlerin alınması gerekir” belirlemesi, yürünecek çizginin de somut ifadesidir.
24 Haziran'da BKP Politbürosu, Nazi işgal güçlerine ve onların işbirlikçilerine karşı Bulgaristan halkını silahlı mücadeleye hazırlama kararı almıştır. Faşizme karşı mücadele, bu aşamadan sonra ülkesel bir sorun olmaktan çıkarak, bölgesel ve kıtasal bir karakter kazanmıştır. BKP'nin en büyük yardımcısı ise İşçi Gençler Birliği (RMS) olmuştur. RMS, ülkenin en aktif ve dinamik kuvveti olan gençliğin temel örgütlerindendir.
BKP'nin perspektifleri uyarınca farklı siyasal anlayış ve örgütlerin gençlik yapılanmalarını ortak bir cephede buluşturma faaliyetlerinde, RMS öncülüğe girişir. İlk andan itibaren Alman ulaşım yollarının kesilmesi ya da işlemez duruma getirilmesi için sabotaj eylemleri, Nazilere hizmet eden fabrika ve depoların ateşe verilmesi, işçiler arasında yapılan çalışmalarla üretimin yavaşlatılması -ki kimi fabrikalarda üretim yüzde 40-50 oranında düşmüştür- yaygın olarak örgütlenmiştir. Böylelikle, neredeyse bütünü Almanlara giden sanayi ürünlerinin oranında ciddi bir düşüş sağlanmıştır.
Köylülerin tarım ürünlerinin saklanmasının sağlanması, başarılamadığı durumlardaysa yakılması, toprak ağalarının biçilen ürünlerinin ateşe verilmesi ve süt üreten mandıraların yakılıp yıkılması da sabotaj eylemleri arasındadır. Tüm bu eylemler, oluşturulan silahlı askeri birliklerce yapılmaktadır. Bu sabotaj eylemlerini faşist çarlık basını “Ağustos sıcakları nedeniyle çıkan yangınlar” olarak yansıtmaya çalışır.
Doğu Cephesi'ne giden demiryolu (Kuzey-Güney hattı) ve Tuna'daki feribot noktasına da askeri birliklerce sabotaj yapılır. Nazi askerlerine petrol sağlayan tek rafineri olan Rusçuk Petrol Rafinerisi de hedefler arasındadır. Ordu içinde de “Doğu Cephesi'ne tek asker vermeyiz” sloganıyla propagandaya hız kazandırılır. Yugoslavya'da işgal kuvvetleri içinde bulunan Bulgar askerlerine, Yugoslav partizanlarıyla kardeşlik kurma ve onların yanına geçme çağrısı yapılır. Çarlık faşizmi tarafından Doğu Sırbistan ve Kuzey Yunanistan'a, Nazi işgaline karşı başlayan direnişi kırmak üzere Bulgar askerleri yollanmıştır.
1 Ocak 1942'de, SSCB, Büyük Britanya ve ABD başta olmak üzere 26 devlet Washington'da bir araya gelerek, Alman-İtalyan faşizmini ve Japon emperyalizmini kesin yenilgiye uğratmak için tüm askeri ve ekonomik olanaklarını kullanacaklarını belirten ortak bir bildiri yayınlamışlardır. Emperyalist devletlerin bu beyanlarının küçük destekler sunmanın ötesinde bir karşılık oluşturmadığı ilerleyen günlerde ortaya çıkmışsa da, Nazi Almanyası karşısında bir saflaştırma ve psikolojik savaş etkeni olarak bildiri, diplomatik alanda SSCB'nin önemli bir taktik başarısıdır. Aynı yıl, faşist işgal altında bulunan Polonya, Yugoslavya, Yunanistan, Çekoslovakya, Fransa Hollanda, Belçika ve diğer bölgelerde de direniş hareketleri büyümeye başlamıştır.
1942'nin ikinci yarısında, işgalci Nazi kuvvetlerine ve işbirlikçilerine karşı Bulgaristan halkının mücadelesi hız kazanmıştır. Sredna Gora'da partizan birlikleri 20 bin asker ve jandarmaya karşı destansı bir savaş vermiştir.
1943’ün Mart-Nisan aylarında BKP MK kararıyla, ülkenin tamamı birleşik askeri liderlik altında 12 gerilla savaşı bölgesine ayrılmıştır. Köy ve kasabalarda Nazi askerlerine dönük çok sayıda eylem gerçekleşmiştir. Hitler Almanyası’nın Doğu Cephesi’nde Stalingrad'da aldığı yenilgi sonrasında, Bulgar halkı kitlesel biçimde partizan birliklerine katılmıştır. Ayrıca savaşı güçlendirmek amacıyla Sovyetler Birliği'nde bulunan uzmanlaşmış Bulgar komünistler paraşüt ve denizaltılarla ülkeye dönmüştür. Faşist çarlık 1943 sonunda, 100 bin kişilik askeri gücünü partizan birliklerini yok etmek üzere görevlendirmiştir. Rejimin Doğu Cephesi'ne Bulgar askerlerini gönderememesinin başlıca nedeni, Bulgaristan ve Yugoslavya'da partizan birliklerine karşı sürekli savaşmak zorunda kalmasıdır.
Partizan birliklerine her kesimden katılımlar vardır. Doktorlar, hukukçular, mühendisler, aydınlar, çok sayıda öğretmen, işçi ve emekçiler partizan birlikleri içindedir. Ayrıca emekli subay ve askerlerin de BKP saflarındaki kitleselliği dikkat çekicidir. Kadınlar BKP'nin MK dahil tüm yönetici örgütlerinde etkindir. Kentlerde olanakların örgütlenmesi ya da iletişim kanallarının oluşturulmasında da kadınların aktif olduklarını görürüz. Buna rağmen, genel örgütlülük düzeyine baktığımızda kadınların oranının erkeklere göre sınırlı kaldığını ve geleneksel cinsiyet rollerinin kadınları geride kalmaya zorlayan bir faktör olduğunu ifade etmeliyiz.
Nazi faşizmi ve yerli işbirlikçilerine karşı savaşın sert biçimde sürdürüldüğü dönem, antifaşist birleşik cephenin örgütlenmesi çalışmalarının da kesintisiz sürdürüldüğü yıllardır. Bunun için, siyasi bir örgüt olarak Vatan Cephesi'nin çalışmalarına 1942'de başlanmıştır. 1943'te Ulusal Komite adı verilen ve BKP, Çiftçi Birliği, Zveno Birliği, Bulgar Sosyal Demokrat Partisi temsilcilerinden ve partisizlerden oluşan bir Merkez Komitesi (MK) kurulmuştur. MK 1944'e kadar çalışmalarını illegal olarak sürdürmüştür.
Halkın faşizme karşı direnişi, Yahudi soykırımının Bulgaristan’da da gerçekleştirilmesini başarıyla önlemiştir. Faşist çarlık, Hitler'in talebi ile çıkardığı yasayla 30 bin Yahudiyi yasadışı ilan edip mal varlıklarına el koymuş, evlerine ve kıyafetlerine yıldız astırmıştır. Almanya ile imzalanan anlaşma gereği Şubat 1943'de gerçekleştirilmesi planlanan Yahudi sürgünü -ki Yahudiler Hitler'in gaz odalarına yollanmaktadır- BKP'nin öncülüğünde başlatılan protestolar ve oluşan kamuoyu nedeniyle gerçekleşememiştir.
Hitler Almanyası'nın Sovyetler Birliği karşısında aldığı yenilgi, tüm dünyada olduğu gibi çarlık faşizmi üzerinde de şok etkisi yaratmıştır. Müttefik ülkeler dahil bütün dünyanın ömür biçtiği Sovyetler Birliği, Nazi ordularını can bedeli bir savaşla bozguna uğratmıştır. Bu yenilgide, Hitler'in Bulgaristan başta olmak üzere Balkanlar’da güvenli bir cephe gerisi oluşturamamasının önemli bir payı olduğunu kesinlikle ifade etmeliyiz.
BKP MK'nce 26 Ağustos 1944'de yeni hedef belirlenir. Tüm bağlı örgütlere, yönetici ve üyelere, silahlı ayaklanma yoluyla faşist çarlığın ve hükümetinin devrilmesi, yerine Vatan Cephesi hükümetinin kurulması çağrısı yapılır. Yılların savaş deneyimi ve mücadelesinin çelikleştirdiği BKP ve bağlı örgütleri hızla hazırlıklarını tanımlamak üzere harekete geçerler.
8 Eylül'de başlayan ayaklanma kısa sürede tüm ülkeye yayılır. Sovyet ordusu Bulgaristan'a girdiğinde, Plovdiv, Gabrova, Pernik maden, Sofya tramvay grevleri ve sayısız eylem çoktan başlatılmıştır. Grevlerle eş zamanlı olarak zindanlara yapılan baskınlarla antifaşist ve komünist tutsaklar özgürleştirilmiş, köy ve kasabaların denetimi partizan birliklerince ele geçirilmiştir. Bulgar askerleri subaylarının emirlerini reddederek partizan birliklerine katılmışlardır. Sovyet ordu güçlerinin de basıncıyla, işgalci Nazi askerleri apar topar Bulgaristan'ı terk etmek zorunda kalmışlardır.
Nazi güçlerinin de yalnız bıraktığı faşist Çarlık rejimi ayaklanma karşısında ciddi bir direnç gösterememiştir. 9 Eylül 1944'te ayaklanma zaferle sonuçlanmış, faşist diktatörlük yıkılarak Vatan Cephesi hükümeti kurulmuştur. 10 Eylül'de ise yeni Bulgaristan, Nazi Almanyası'na karşı sürdürülen savaşa dahil olduğunu açıklamış, ilk görev olarak, cepheye gitmek ve Nazi haydutluğuna karşı zaferi çabuklaştırmak için seferberlik çağrısı yapılmıştır. Ve binlerce Bulgar yurtseveri bu antifaşist çağrıya uyarak savaşa katılmıştır.
Oluşturulan Vatan Cephesi hükümeti, ilk etapta birçok partiden üyeye sahiptir. Devlet sistemi ise, başlangıçta, eski rejimden devralınan idari birim ve organlara göre sürdürülür. Bununla birlikte, yerel yönetimlerde devrimci bir iktidar yapısı hemen oluşturulabilmiştir. Alınan ilk önlemlerse, faşist burjuvazinin mülklerinin kamulaştırılması ve Alman sermayesine dayanan işletmelere el konulmasıdır.
Ülkedeki tüm partilerin katıldığı 18 Kasım 1945 seçimlerini, yalnızca muhalefet partileri boykot eder. Seçimlerde Vatan Cephesi adayları, toplam 4 milyon 501 bin seçmenden 3 milyon 672'sinin oylarını alır. Seçim sonuçları anlamı, yeni toplumsal ve siyasal düzenin oluşturulması için Vatan Cephesi’ne yeni yasama sistemini başlatma yetkisinin verilmesidir. 1946 yazında monarşiye karşı yapılan referandum sonrasındaysa, Büyük Ulusal Meclis Seçimleri Yasası çıkarılır. Böylelikle Turnova Anayasası'nın sınırlarını aşan fiili bir siyasal durum oluşur.
Ekim 1946 seçimlerinde oyların yüzde 70'ini alan Vatan Cephesi, Kasım 1946'dan Mayıs 1947'ye dek yeni anayasanın Büyük Ulusal Meclis'te tartışılmasını sağlar ve yeni anayasa 4 Kasım 1947'de kabul edilir. Yeni toplumsal ve ekonomik sisteme geçişi kabul etmeyen burjuva muhalefet bloku partileri bu dönem tasfiye olurlar. BKP ve Bulgaristan Sosyal Demokrat İşçi Partisi 1948 yazında birleşirler. BKP, 1948 kongresinde ise, “Halk Demokrasisi”nin kapitalizmden sosyalizme geçişte proletarya diktatörlüğünün özel bir biçimi olduğunu kabul eder.
Bulgaristan halkının faşizme karşı mücadelesi 20 yılı aşkın bir süre kesintisiz biçimde sürmüştür. BKP'nin öncülüğünde ve ısrarıyla oluşturulan birleşik mücadele ruhu ve bunun örgütsel yapıları Birleşik Cephe ve Vatan Cephesi, kendi dönemlerinin deneyimlerini yansıtmaktadırlar. Faşizme karşı mücadelede, günümüzde de yerel ve bölgesel düzeyde güçlü birliktelikler kurmak, dünya halklarının enternasyonalist birliğini örgütlemek ertelenemez görevlerdir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin halklarımızı faşizme karşı cepheleştirme olanaklarını değerlendirmesinde, Bulgaristan komünistleri ve halkının deneyleri de yol göstermelidir.
Dipnotlar
[1] İç Makedonya Devrim Örgütü: 1896’da kurulan örgüt, Berlin Antlaşması gereğince Türkiye’nin egemenliğinde kalan Makedonya ve Edirne yöresindeki Bulgarların Bulgaristan kesimiyle birleşmesini savunan milliyetçi bir örgüttür.
[2] Azılı faşist örgütlerden olan “Ratnik” ve “Bulgar Ulusal Lejyonu”, Bulgar gençliği arasında Hitler faşizmini yaymaya ve yandaş toplamaya çalışmaktadır. Her iki örgüt de iktidardaki faşistlerin ve Hitlerci merkezlerin desteklerini görmektedir.
[3] Üçlü Pakt, Hitlerci Almanya, faşist İtalya ve militarist Japonya tarafından 1940 yılında Berlin'de kurulan birliktir. Amacı dünyada faşist blokun egemenliğini sağlamaktır.